Bitti, seninle aramızdaki sevgi öldü. Sanırım boşanmaktan başka çaremiz yok.” Eveeet! .. Şimdilerde pek sık duyar olduk böyle cümleleri. Peki ama neden? İşte nedenlerden birkaçı:
SAYGISIZLIK Kimi eşler, evlenir evlenmez “Karı-koca arasında resmiyet mi olur? ” düşüncesiyle saygıyı rafa kaldırıyorlar. Halbuki saygı sevgiyi besler. Her kaba söz ve davranış, sevgi duvarından koparılan tuğladır.
SEVGİSİZLİK Kimileriyse evlendikten sonra “seni seviyorum” demeyi angarya görerek, “Ona devamlı sevdiğimi hatırlatmama ne gerek var? ” diyorlar. Sevgiyi açığa vurmamak odun atılmayan ateş gibi, sevgi ateşini söndürmektir.
İLGİSİZLİK Saksıdaki menekşenizin gelişip çiçek açması için su neyse, sevgi çiçeğinizin büyüyüp gelişmesi için ilgi de odur. İlgi sevgi çeşmesinin musluğu, ilgisizlik kör tapasıdır.
İLETİŞİMSİZLİK “İnsanın ihtiyacını en fazla tatmin eden kalbine karşı bir kalbin bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini karşılıklı değiştirsinler. Lezzetlerde ortak, kederli şeylerde birbirine yardımcı olsunlar. Evet bir işte hayrette kalan bir adam, birinin gelip kendisiyle o hayreti paylaşmasını ister.” Bu paylaşım olmadığı zaman eşler, kendilerini yalnız hisseder. Çünkü iletişim, sevginin dilidir. İletişimsizlik sevgi dilinin katilidir.
BENCİLLİK Şefkat, merhamet ve fedakârlık duygusundan yoksun olarak erkeğin “yuvayı dişi kuş yapar” mantığıyla her şeyi kadından beklemesi; kadının da aşırı beklenti içinde olması sevginin ölümüdür. Çünkü, bencillik sevgiyi öğüten değirmendir.
NEGATİF DÜŞÜNCE Bazı eşler, sürekli “Neden bana öyle söyledin? ” diye her şeyi yanlış değerlendirerek eşinin kendisini sevmediğini düşünür. Sürekli yanlış anlaşılan eş, kendisini savcı karşısında yargılanan suçlu gibi hissetmeye başlar. Negatif düşünce, sevginin ölüm fermanına atılan imzadır.
ALKOL, KUMAR GİBİ ALIŞKANLIKLAR Alkol, sevgi çeşmesine atılan zehir, kumar sevgi yumağını mahveden bomba, kötü alışkanlıklar sevgiyi yutan canavardır.
KÜLTÜR BOŞLUĞU Kitap okuma hastası olan birisiyle kitaptan nefret eden birisinin arasında uçurumdan başka ne olur?
HUY VE MİZAÇ UYUMSUZLUĞU Birbirlerini sevseler de farklı huy ve mizaçta olan zıtlaşmalar, pişmiş sevgi aşına katılan soğuk sudur.
AİLE YAKINLARININ ARAYA GİRMESİ Kayınvalide, görümce, hala, teyze vb. yakınların eşlerin arasına girmesi, eşler arası sevginin idam kararını veren aile mahkemesidir.
EŞİNİ DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞMAK Sürekli “şöyle hareket et, şöyle davran, şöyle konuş” diyerek eşi çocuk eğitir gibi eğitmeye kalkışmak, sevginin ölüm tuzağıdır.
ŞİDDET Eşe atılan her tokat, sevgi bağını kesen bir makastır.
DİNİ İNANÇLAR Birisi namaz kılarken diğerinin namazla alay etmesi… Ve sevgi dış güzelliğe kalır ve dünyevi ve nefsani olursa o sevgi çabuk bozulur
&&&& Ey insan! Zor bir zamanda ey Allahım benim büyük bir derdim var demek yerine,ey dert benim büyük bir ALLAH'ım var diyenlerden ol.
Beklemeyeceksiniz bir şey arkadaşlarınızdan, arkadaşlıktan. Siz arkadaşlık, kardeşlik ne ise onun gereğini yapın, dost kelimesinin anlamını yaşayarak gösterin. Ama olur da bir vefasızlık görürseniz dost bildiğinizden, bir darbe yerseniz arkadaş dediğinizden yıkılmamanız için, sabır için baştan beklentisiz olmak gerekir. Hem bir şey bekleyerek yapılacak arkadaşlıkta, dostlukta samimiyet olur mu? Samimiyetsiz dostluk hiç olur mu?
Beklemeyeceksiniz bir şey sevgiden, sevdiğinizden, sevgilinizden. Yine en geniş anlamı ile ele alabilirsiniz sevgiyi, sevgiliyi. Ben seviyorum, o da sevsin diyebilirsiniz. Severken sevilmemek kolay gelmez kimseye. Ama asıl sevgi o sevmese de sevebilmek değil mi? Beklenti ile sevmek, karşılık beklemek adeta sevgiye pazarlık katma gibi bir şey olmaz mı? Hani diyor ya büyük söz sultanı: “Karşılık bulamama elemi”. Sevmede öyle bir noktaya gelinir ki karşılık beklenmez orada. Sebeplerden geçilir, sıfatlar aşılır orada. Güzel diye değil, O diye seversiniz. Böyle sevince güzellik gitse de, olmasa da seversiniz. Seviyor diye değil, sadece ve sadece O diye seversiniz, ilhamla seversiniz. İşte bu yüzden çok zordur; ama o nispette güzeldir sevmede karşılık beklememek, hak etseniz bile..
İlk kez hesaplaşıyorum kendimle... Tuhaftır kalemi,kâğıdı ve seni Onca sevmeme rağmen, Sana ilk kez yazıyorum...
Şimdi sen yoksun, seni düşünmek var. Çocukkende seni düşünürdüm her gece, Radyo dinler, şiir yazardım, Her Çarşamba pazara giderdik annemle, Babam maaş aldığında baklava yerdik. Dondurmayı da çok severdik, Ablam üç top yerdi, ben iki top, Yalnızca bu yüzden kavga ederdik.
Oysa, oysa hayatımın vaz geçilmeziydi ablam, Onun da yüzü hiç gülmedi, Hayırsızın birine kaçıp mahvetti hayatını, Aklımdan hiç çıkmaz gittiği günkü karanlıklar.
Hüznümü büyüttüm o günden beri, kendimi değil, Gözlerimde hâlâ bir çocuk ağlar, Düşlerimi gezdirdiğim bulutlar, Bir tohumun özlemiydi çiçeğe, Ve hâlâ kulaklarımda annemin sesi, Bitirsen şu okulu, bir işe girsen...
Şiirle karın doymadığı doğruydu, Bak Cemil okudu mühendis oldu, En güzel kızıyla evlendi Üsküdar’ın, Evinide aldı arabasını da...
Ben ise bağlama çalardım kendi halimce, Sesim güzelmiş öyle derlerdi, Nereden bilirdim, Hep hüzünlü türküleri söyleyeceğimi? Hayat bana yalan söyledi.
Mektuplar yazardım Almanya da ki abime, Okulu bitireceğime söz verirdim, Masum düşlerimin o en sürgün adasında, Bakışları uzaklara dalıp giden şarkılar Ve mevsimsiz solmuş bir çiçek gibi, Ayaklar altında nasıl ezilirse umut, Benim de güneşimi işte öyle çaldılar. Öyle tutsak aldılar sevinçlerimi.
Sensiz geçen ger günü hesabıma yazdılar, Şimdi öyle uzak ki... Çay içip simit yediğimiz o günler, Kardeşine karne hediyesi, uçurtma yaptığım günler Öyle uzak ki...
Oysa saçaklarda titreyen bir serçenin, Ekmek tanesine kanat çırpması, Ve bir anne duası kadar içten sevmiştim seni. Fener stadında Beşiktaş maçı, Ve parasızlığımız devam ederken, Bütün mavilerimi sana vermiştim. Kaybetmek alnıma yazılmış sanki Olmadı bir tanem... Hayat bana yalan söyledi.
Babanın tayini çıkıp ta gittiğiniz o kış, Yine pençe yaptırmıştık ayakkabılarımıza, Sana söyleyememiştim ama, işten ayrılmıştı babam, Kapanmıştı çalıştığı lokanta.
Senet zamanları daha bir çökerdi omuzları, Ve akşam trenlerinin işçi yorgunluğuyla Daha bir uzardı raylar. Sitemlerim bile eğlenmişti hayata, Öfkeli bir yanardağ isyanlara uyanmıştı, Üstelik, üstelik sen de yoktun artık, Oysa, yalnızca sen öpmüştün gözlerimi, Bir yanı hep eksik kalmış çocukluğumun.
Aslında her insan yenikti hayata, Ve birazda küskün... Son trende kaçınca istasyondan, Öyle kala kalırdık yorgun ve üzgün, Kendime düşmanlığım bu yüzden, Hep kendime pişmanlığım... Şimdi her şeyim yarım, Fotoğrafının arkasına ne yazdığımı bile çoktan unuttum.
Bir silâhım olsaydı, bir silâhım, Yoksulluğu şakağından, Kaybetmeyi kalbinden, Ve sensizliği alnının tam ortasından vururdum.
Düzmece duygular harcım değildi, Uzak denizlerin fırtınasıydım, Karlı dağların kekliği... Yoksuldum yoksul olmasına ama onurluydum.
Şimdi ne sen varsın, ne o eski sevdalar, Olsun, üstüme devrilse de bu sağır karanlık, Akşam olur şairlere gün doğar, Bir kerecik söyle demiştin, söyleyememiştim hani İşte şimdi söylüyorum: Seni seviyorum.
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canim; Vatanim da vatanim... İstanbul, İstanbul...
Tarihin gözleri var, surlarda delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... Bulutta saha kalkmış Fatih'ten kalma kir at; Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat... Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakısta o mana: Öleceğiz ne çare? Hayattan canlı olum, günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karaca Ahmet...
O manayı bul da bul! İlle İstanbul’da bul! İstanbul, İstanbul...
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. Her aksam camlarında yangın çıkan Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... Bir ses, bilemem tambur gibi mi, ud gibi mi? Cumbalı odalarda inletir katibi mi...
Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak. İstanbul, İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef isler! Yedi renk, yedi sesten şayisiz belirişler... Eyüp oksuz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, Adada rüzgar, ucan eteklerden sorumlu. Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından. Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni söyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sümbül kokan Türkçe’si bülbül kokan, İstanbul, İstanbul...
Hiç gereği yokken hayata giren insanlar.. Hiç gereği yokken karşına çıkarlar.. Hiç gereği yokken gününü haftanı ayını belkide yıllarını alırlar.. Hiç gereği yokken gece-gündüz aklından geçen her düşünceye bulaşırlar.. Hiç gereği yokken seni istemediğin kadar mutlu ederler.. SONRA Hiç gereği yokken hayatından çıkıp giderler
Aşk imkânsızı başarma çabasıdır. En ulaşılmaza âşık olunur bazen. Görünmez bir yolda yürümek, sonu olmayan bir kuyuya inmek, fırtınalı okyanusta sörf yapmak gibidir. Ulaşmak için amansız bir çaba verilir. Âşık için anlamlı bir çabadır. Sevgili, sevgilisinin dönmeyeceğini ve onu ebediyen yitirdiğini bildiği halde, umudunu yitirmez, “belki döner” diyerek ardından koşuşturur.
Ne... Olacak... Halim... Sen bu satırları okurken ben cok uzaklarda olacağım... Böyle başlardı bütün bildiğimiz mektuplar, Biliyormusun? Bu ikimizin hikayesi, Şu anda nerdesin, ne yapmaktasın; Bildiğim yerlerdemisin yoksa hiç görmediğim bir evin penceresinde mi, Sevdiklerin özlemi sardımı nicedir kalbini, Pişman mısın başlamadıkların için, iç cekiyorsundur şimdi Düşünüpte yazmadığın yazıpta yollamadığın mektupları saklıyormusun hala, Kafanda hep aynı cümle biliyorum ne olacak halim, Ah, biriktirdiğimiz bütün hevesler nasılda hızla tükendiler. En çok kimi özledin, en çok neyi bekledin? Şimdi düşlediklerimin neresindesin... Dedim ya. Bu ikimizin hikayesi... Islandımız bütün yağmurları, dudak kanatan kalpli sızı aşklarımızı, Bizi buluşturan kaldırımları, İşte bütün bunları bütün bunları yazıyorum. Ben unutmadım diye Hatırlıyormusun sonunu değiştirmediğimiz filmleri Hayatın gerceğidir sandığımız kabullenilmiş yenikliği Bir ağızdan söylediğimiz en kahraman cenkliği, Büyürken vazgectiklerimizi yada vazgeçittirdikleri seyleri, Ne Olacak Halim... Çabuk mu büyüdük dersin Biliyorum.. NE Olacak Halim... Sen bu satırları okurken, ben nerde olacağım kim bilir. Neleri bırakmış olacağım birde, Ne aşkları Ne başlangıçları Ne ayrılıkları tıpkı senin gibi. Biliyormusun... Tek sorum var kendimle şimdi
Göz, Allahü Tealanın Kudret ve Sanatını Görmek İçindir; Eşin, Dostun Ayıp ve KusurLarını Görmek İçin Değil...!
Evlilikte sevgiyi neler öldürür? ? ?
Bitti, seninle aramızdaki sevgi öldü. Sanırım boşanmaktan başka çaremiz yok.” Eveeet! .. Şimdilerde pek sık duyar olduk böyle cümleleri. Peki ama neden? İşte nedenlerden birkaçı:
SAYGISIZLIK
Kimi eşler, evlenir evlenmez “Karı-koca arasında resmiyet mi olur? ” düşüncesiyle saygıyı rafa kaldırıyorlar. Halbuki saygı sevgiyi besler. Her kaba söz ve davranış, sevgi duvarından koparılan tuğladır.
SEVGİSİZLİK
Kimileriyse evlendikten sonra “seni seviyorum” demeyi angarya görerek, “Ona devamlı sevdiğimi hatırlatmama ne gerek var? ” diyorlar. Sevgiyi açığa vurmamak odun atılmayan ateş gibi, sevgi ateşini söndürmektir.
İLGİSİZLİK
Saksıdaki menekşenizin gelişip çiçek açması için su neyse, sevgi çiçeğinizin büyüyüp gelişmesi için ilgi de odur. İlgi sevgi çeşmesinin musluğu, ilgisizlik kör tapasıdır.
İLETİŞİMSİZLİK
“İnsanın ihtiyacını en fazla tatmin eden kalbine karşı bir kalbin bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini karşılıklı değiştirsinler. Lezzetlerde ortak, kederli şeylerde birbirine yardımcı olsunlar. Evet bir işte hayrette kalan bir adam, birinin gelip kendisiyle o hayreti paylaşmasını ister.” Bu paylaşım olmadığı zaman eşler, kendilerini yalnız hisseder. Çünkü iletişim, sevginin dilidir. İletişimsizlik sevgi dilinin katilidir.
BENCİLLİK
Şefkat, merhamet ve fedakârlık duygusundan yoksun olarak erkeğin “yuvayı dişi kuş yapar” mantığıyla her şeyi kadından beklemesi; kadının da aşırı beklenti içinde olması sevginin ölümüdür. Çünkü, bencillik sevgiyi öğüten değirmendir.
NEGATİF DÜŞÜNCE
Bazı eşler, sürekli “Neden bana öyle söyledin? ” diye her şeyi yanlış değerlendirerek eşinin kendisini sevmediğini düşünür. Sürekli yanlış anlaşılan eş, kendisini savcı karşısında yargılanan suçlu gibi hissetmeye başlar. Negatif düşünce, sevginin ölüm fermanına atılan imzadır.
ALKOL, KUMAR GİBİ ALIŞKANLIKLAR
Alkol, sevgi çeşmesine atılan zehir, kumar sevgi yumağını mahveden bomba, kötü alışkanlıklar sevgiyi yutan canavardır.
KİN, NEFRET, ÖFKE
Kin sevginin buzdolabı, öfke sevginin barut fıçısı, nefret sevginin celladıdır.
KÜLTÜR BOŞLUĞU
Kitap okuma hastası olan birisiyle kitaptan nefret eden birisinin arasında uçurumdan başka ne olur?
HUY VE MİZAÇ UYUMSUZLUĞU
Birbirlerini sevseler de farklı huy ve mizaçta olan zıtlaşmalar, pişmiş sevgi aşına katılan soğuk sudur.
AİLE YAKINLARININ ARAYA GİRMESİ
Kayınvalide, görümce, hala, teyze vb. yakınların eşlerin arasına girmesi, eşler arası sevginin idam kararını veren aile mahkemesidir.
EŞİNİ DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞMAK
Sürekli “şöyle hareket et, şöyle davran, şöyle konuş” diyerek eşi çocuk eğitir gibi eğitmeye kalkışmak, sevginin ölüm tuzağıdır.
ŞİDDET
Eşe atılan her tokat, sevgi bağını kesen bir makastır.
DİNİ İNANÇLAR
Birisi namaz kılarken diğerinin namazla alay etmesi… Ve sevgi dış güzelliğe kalır ve dünyevi ve nefsani olursa o sevgi çabuk bozulur
&&&&
Ey insan! Zor bir zamanda ey Allahım benim büyük bir derdim var demek yerine,ey dert benim büyük bir ALLAH'ım var diyenlerden ol.
Alıntı
Beklemeyeceksiniz bir şey arkadaşlarınızdan, arkadaşlıktan. Siz arkadaşlık, kardeşlik ne ise onun gereğini yapın, dost kelimesinin anlamını yaşayarak gösterin. Ama olur da bir vefasızlık görürseniz dost bildiğinizden, bir darbe yerseniz arkadaş dediğinizden yıkılmamanız için, sabır için baştan beklentisiz olmak gerekir. Hem bir şey bekleyerek yapılacak arkadaşlıkta, dostlukta samimiyet olur mu? Samimiyetsiz dostluk hiç olur mu?
Beklemeyeceksiniz bir şey sevgiden, sevdiğinizden, sevgilinizden. Yine en geniş anlamı ile ele alabilirsiniz sevgiyi, sevgiliyi. Ben seviyorum, o da sevsin diyebilirsiniz. Severken sevilmemek kolay gelmez kimseye. Ama asıl sevgi o sevmese de sevebilmek değil mi? Beklenti ile sevmek, karşılık beklemek adeta sevgiye pazarlık katma gibi bir şey olmaz mı? Hani diyor ya büyük söz sultanı: “Karşılık bulamama elemi”. Sevmede öyle bir noktaya gelinir ki karşılık beklenmez orada. Sebeplerden geçilir, sıfatlar aşılır orada. Güzel diye değil, O diye seversiniz. Böyle sevince güzellik gitse de, olmasa da seversiniz. Seviyor diye değil, sadece ve sadece O diye seversiniz, ilhamla seversiniz. İşte bu yüzden çok zordur; ama o nispette güzeldir sevmede karşılık beklememek, hak etseniz bile..
Hayat Bana Yalan Söyledi
İlk kez hesaplaşıyorum kendimle...
Tuhaftır kalemi,kâğıdı ve seni
Onca sevmeme rağmen,
Sana ilk kez yazıyorum...
Şimdi sen yoksun, seni düşünmek var.
Çocukkende seni düşünürdüm her gece,
Radyo dinler, şiir yazardım,
Her Çarşamba pazara giderdik annemle,
Babam maaş aldığında baklava yerdik.
Dondurmayı da çok severdik,
Ablam üç top yerdi, ben iki top,
Yalnızca bu yüzden kavga ederdik.
Oysa, oysa hayatımın vaz geçilmeziydi ablam,
Onun da yüzü hiç gülmedi,
Hayırsızın birine kaçıp mahvetti hayatını,
Aklımdan hiç çıkmaz gittiği günkü karanlıklar.
Hüznümü büyüttüm o günden beri, kendimi değil,
Gözlerimde hâlâ bir çocuk ağlar,
Düşlerimi gezdirdiğim bulutlar,
Bir tohumun özlemiydi çiçeğe,
Ve hâlâ kulaklarımda annemin sesi,
Bitirsen şu okulu, bir işe girsen...
Şiirle karın doymadığı doğruydu,
Bak Cemil okudu mühendis oldu,
En güzel kızıyla evlendi Üsküdar’ın,
Evinide aldı arabasını da...
Ben ise bağlama çalardım kendi halimce,
Sesim güzelmiş öyle derlerdi,
Nereden bilirdim,
Hep hüzünlü türküleri söyleyeceğimi?
Hayat bana yalan söyledi.
Mektuplar yazardım Almanya da ki abime,
Okulu bitireceğime söz verirdim,
Masum düşlerimin o en sürgün adasında,
Bakışları uzaklara dalıp giden şarkılar
Ve mevsimsiz solmuş bir çiçek gibi,
Ayaklar altında nasıl ezilirse umut,
Benim de güneşimi işte öyle çaldılar.
Öyle tutsak aldılar sevinçlerimi.
Sensiz geçen ger günü hesabıma yazdılar,
Şimdi öyle uzak ki...
Çay içip simit yediğimiz o günler,
Kardeşine karne hediyesi, uçurtma yaptığım günler
Öyle uzak ki...
Oysa saçaklarda titreyen bir serçenin,
Ekmek tanesine kanat çırpması,
Ve bir anne duası kadar içten sevmiştim seni.
Fener stadında Beşiktaş maçı,
Ve parasızlığımız devam ederken,
Bütün mavilerimi sana vermiştim.
Kaybetmek alnıma yazılmış sanki
Olmadı bir tanem...
Hayat bana yalan söyledi.
Babanın tayini çıkıp ta gittiğiniz o kış,
Yine pençe yaptırmıştık ayakkabılarımıza,
Sana söyleyememiştim ama, işten ayrılmıştı babam,
Kapanmıştı çalıştığı lokanta.
Senet zamanları daha bir çökerdi omuzları,
Ve akşam trenlerinin işçi yorgunluğuyla
Daha bir uzardı raylar.
Sitemlerim bile eğlenmişti hayata,
Öfkeli bir yanardağ isyanlara uyanmıştı,
Üstelik, üstelik sen de yoktun artık,
Oysa, yalnızca sen öpmüştün gözlerimi,
Bir yanı hep eksik kalmış çocukluğumun.
Aslında her insan yenikti hayata,
Ve birazda küskün...
Son trende kaçınca istasyondan,
Öyle kala kalırdık yorgun ve üzgün,
Kendime düşmanlığım bu yüzden,
Hep kendime pişmanlığım...
Şimdi her şeyim yarım,
Fotoğrafının arkasına ne yazdığımı bile çoktan unuttum.
Bir silâhım olsaydı, bir silâhım,
Yoksulluğu şakağından,
Kaybetmeyi kalbinden,
Ve sensizliği alnının tam ortasından vururdum.
Düzmece duygular harcım değildi,
Uzak denizlerin fırtınasıydım,
Karlı dağların kekliği...
Yoksuldum yoksul olmasına ama onurluydum.
Şimdi ne sen varsın, ne o eski sevdalar,
Olsun, üstüme devrilse de bu sağır karanlık,
Akşam olur şairlere gün doğar,
Bir kerecik söyle demiştin, söyleyememiştim hani
İşte şimdi söylüyorum:
Seni seviyorum.
Fatih Kısaparmak
Canım İstanbul
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canim;
Vatanim da vatanim...
İstanbul,
İstanbul...
Tarihin gözleri var, surlarda delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta saha kalkmış Fatih'ten kalma kir at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakısta o mana: Öleceğiz ne çare?
Hayattan canlı olum, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karaca Ahmet...
O manayı bul da bul!
İlle İstanbul’da bul!
İstanbul,
İstanbul...
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her aksam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tambur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir katibi mi...
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef isler!
Yedi renk, yedi sesten şayisiz belirişler...
Eyüp oksuz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, ucan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni söyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sümbül kokan
Türkçe’si bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...
Necip Fazıl Kısakürek
hiç...
Hiç gereği yokken hayata giren insanlar.. Hiç gereği yokken karşına çıkarlar.. Hiç gereği yokken gününü haftanı ayını belkide yıllarını alırlar.. Hiç gereği yokken gece-gündüz aklından geçen her düşünceye bulaşırlar.. Hiç gereği yokken seni istemediğin kadar mutlu ederler.. SONRA Hiç gereği yokken hayatından çıkıp giderler
aşk...
Aşk imkânsızı başarma çabasıdır. En ulaşılmaza âşık olunur bazen. Görünmez bir yolda yürümek, sonu olmayan bir kuyuya inmek, fırtınalı okyanusta sörf yapmak gibidir. Ulaşmak için amansız bir çaba verilir. Âşık için anlamlı bir çabadır. Sevgili, sevgilisinin dönmeyeceğini ve onu ebediyen yitirdiğini bildiği halde, umudunu yitirmez, “belki döner” diyerek ardından koşuşturur.
Ne... Olacak... Halim...
Sen bu satırları okurken ben cok uzaklarda olacağım...
Böyle başlardı bütün bildiğimiz mektuplar,
Biliyormusun? Bu ikimizin hikayesi,
Şu anda nerdesin, ne yapmaktasın;
Bildiğim yerlerdemisin yoksa hiç görmediğim bir evin penceresinde mi,
Sevdiklerin özlemi sardımı nicedir kalbini,
Pişman mısın başlamadıkların için, iç cekiyorsundur şimdi
Düşünüpte yazmadığın yazıpta yollamadığın mektupları saklıyormusun hala,
Kafanda hep aynı cümle biliyorum ne olacak halim,
Ah, biriktirdiğimiz bütün hevesler nasılda hızla tükendiler.
En çok kimi özledin, en çok neyi bekledin?
Şimdi düşlediklerimin neresindesin...
Dedim ya.
Bu ikimizin hikayesi...
Islandımız bütün yağmurları, dudak kanatan kalpli sızı aşklarımızı,
Bizi buluşturan kaldırımları,
İşte bütün bunları bütün bunları yazıyorum.
Ben unutmadım diye
Hatırlıyormusun sonunu değiştirmediğimiz filmleri
Hayatın gerceğidir sandığımız kabullenilmiş yenikliği
Bir ağızdan söylediğimiz en kahraman cenkliği,
Büyürken vazgectiklerimizi yada vazgeçittirdikleri seyleri,
Ne Olacak Halim...
Çabuk mu büyüdük dersin
Biliyorum..
NE Olacak Halim...
Sen bu satırları okurken, ben nerde olacağım kim bilir.
Neleri bırakmış olacağım birde,
Ne aşkları
Ne başlangıçları
Ne ayrılıkları tıpkı senin gibi.
Biliyormusun...
Tek sorum var kendimle şimdi
Ahhh
Ne Olacak Şimdi Halim....
İclal Aydın
insan
İnsan Vardır Fark Edilmez Süsünden, Kimi Farksızdır Koyun Sürüsünden, Ama Her Gördüğün Şekle Kapılma, İnsan Anlaşılmaz Görüntüsünden..!
Unutmadım seni
Dün yine yapayalnız
Dolaştım yollarda
Yağmurlarda ıslanan
Bomboş sokaklarda
gözlerimde yaş kalbimde sızı
Unutmadım seni
Unutamadım unutamadım
Ne olur anla beni
Unutmak kolay demiştin
Alışırsın demiştin
Öyleyse sen unut beni
Yeterki benden isteme
Yıllar ikimizdende
Çok şeyler götürmüş
Sen yeni yuva kurarken
Beni paramparça bölmüş
Barış Manço