Tarih 1293 yani miladî 1876... Osmanlı Moskof’un taktığı isimle Hasta Adam! Hasta adamın başına bir masondan sonra getirilen Sultan Abdulhamîd... Tahta henüz geçmiş, geçer geçmez de Meşrutiyeti ilân etmiş...
Bu sırada bugün adı caddelere konulan mason sadrazam bir kazan kaynatıyor, Sultan Abdülhamîd’in başında kaynatılan bu kazan Türk’ü ebediyen yok etme davranışı, sultanın herhangi bir etkisi olmaksızın çıkarılan ve Ulu Hakan’ı daha yönetimi ele alamadan felâkete sürükleyen 93 harbi Patlak veriyor.
93 harbinin destanını yazmak gibi bir niyetim yok, o destan kanla yazıldı zaten; şu kadarını ifâdeye mecburum: 93 harbi Türk’ü yok etmekten başka gâyesi bulunmayan Moskof ve Yahudi’nin en büyük hamlelerinden biri ve bu hamle Mehmetçiğin kanı ve Ulu Hakan’ın siyaset dehâsıyla bertaraf edilmiştir. Ve tabi Allah’ın inayetiyle...
...
Moskof geliyor! Top sesleri Yıldız’dan duyuluyor. Moskof Ayısı (Ayestefanos) önlerinde...
Ulu Hakan gavurun gavuruna karşı başka bir gavuru devreye sokuyor ve bozkurdu bir hamlede Moskof ayısının elinden kurtarıyor.
...
İngiltere’yle yapılan muahedeye göre Kıbrıs, Doğu vilayetleri Rusya’dan geri alınıncaya kadar İngiltere’de kalacak. Nasreddin Hoca’nın yemek kokusunu satmaya kalkışan tüccara karşı verdiği altının sesi misâli, İngiltere avutulmuş oluyor. Ulu Hakan’ın dünyaya yön verici politikası... İngiltere, Rusya Doğu Vilâyetlerinden kovulur kovulmaz Kıbrıs’tan çıkacak...
Berlin Konferansı ve saire...
...
Fakat Ulu Hakan’ın bu politikasını anlamaktan uzak idareciler bunu kavrayamadılar. Kavramak bir yana “Zât-ı Şahane”ye deli damgası vurdular.
İttihad ve Terakki Cemiyeti’inin tertib ettiği ve Sultan Abdülhamîd’in alaşağı olmasıyla neticelenen adı geçen zümrenin istikbalde Türk’e tattıracağı zilletin ilk örneğini verdiği 31 Mart vakası...
...
Heyhât ki, heyhâtlar ki, fikir fukarası batı mukallitliğinden gayrı hiçbir düşüncesi olmayan ilerici softalar, mağlubiyetin muhakkak olduğu cihan harbine sokmaktan geri kalmadılar. Galibiyetle sonuçlanan İstiklâl harbinin sonunda imzalanan (Lozan) muahedesinde Türk’ü temsilen bulunan sağırlığı nispetinde ferasetsiz Milli Şef bu hakikati göremedi ve neticede bugünkü Kıbrıs manzarası teşekkül etti...
Herkes Arapların ihânetinden bahseder de neden Orta Asya Türklerinin ihânetinden bahsetmez. 93 Harbinde vatanımızı basan moskofun yanında onlar vardı...
Kurucusundan (Franklin) kurtarıcısına (Vaşington) kadar Yahudi ve mason. Bütün hayatiyeti İsraile hizmet etmektre olan, aksi takdirde yıkılması muhtemel...
Bir devirdi, gündüzler gecelerden daha karanlık olan bir devir, senden önceki devir... Sen bütün mahlukatın ilkiyken, enbiyanın sonuncusu, dünyaya teşrifinden önceki devir...
Güzeli görmek için çirkini en azından tanımak lâzım...
Bir devirdi: Çocuklar diri diri gömülürdü. İnsanlar canlı ölülerdi, nasıl olmasın ki, sen yoktun; vardın ama yoktun. Hakikat... Hakikat meçhuldü, bilinmiyordu, bilen söyleyemiyordu, söyleyene divâne deniliyordu...
Ve...
Ve bir gece kızgın Arap çöllerinden dünyayı aydınlatan nûr... Senin nûrun... Âdem'in alnındaki nûr, İbrahim'in ve Abdullah bin Abdülmüttalib'in alnındaki nûr... Nûr sendin, ilk ve son hep sendin. Sâhi Abdullah, baban sen doğmadan vefat etmişti; Âmine, annen de daha altı yaşındayken sen rabbine yürümüştü; dünyada hiç bir ölüm bu kadar mânalı değildir. Öksüzdün, yetimdin ama... Biz hep senin için anne, senin için baba dedik. ve seni milyon anne ve babadan daha çok sevdik...
Şimdi yine sensizim. Senden sonra değil. Öncende sadeca Halik'ın vardı, sonranda yine sadece o. Bizse bu kâinatta belik figûranız. Evet sensizim, seni arıyorum. Gözlerim pencerede. Her gece acaba gelir misin diye uyuyor ve her sabah seni göremeden uyanıyorum.
Tarih 1293 yani miladî 1876... Osmanlı Moskof’un taktığı isimle Hasta Adam! Hasta adamın başına bir masondan sonra getirilen Sultan Abdulhamîd... Tahta henüz geçmiş, geçer geçmez de Meşrutiyeti ilân etmiş...
Bu sırada bugün adı caddelere konulan mason sadrazam bir kazan kaynatıyor, Sultan Abdülhamîd’in başında kaynatılan bu kazan Türk’ü ebediyen yok etme davranışı, sultanın herhangi bir etkisi olmaksızın çıkarılan ve Ulu Hakan’ı daha yönetimi ele alamadan felâkete sürükleyen 93 harbi Patlak veriyor.
93 harbinin destanını yazmak gibi bir niyetim yok, o destan kanla yazıldı zaten; şu kadarını ifâdeye mecburum: 93 harbi Türk’ü yok etmekten başka gâyesi bulunmayan Moskof ve Yahudi’nin en büyük hamlelerinden biri ve bu hamle Mehmetçiğin kanı ve Ulu Hakan’ın siyaset dehâsıyla bertaraf edilmiştir. Ve tabi Allah’ın inayetiyle...
...
Moskof geliyor! Top sesleri Yıldız’dan duyuluyor. Moskof Ayısı (Ayestefanos) önlerinde...
Ulu Hakan gavurun gavuruna karşı başka bir gavuru devreye sokuyor ve bozkurdu bir hamlede Moskof ayısının elinden kurtarıyor.
...
İngiltere’yle yapılan muahedeye göre Kıbrıs, Doğu vilayetleri Rusya’dan geri alınıncaya kadar İngiltere’de kalacak. Nasreddin Hoca’nın yemek kokusunu satmaya kalkışan tüccara karşı verdiği altının sesi misâli, İngiltere avutulmuş oluyor. Ulu Hakan’ın dünyaya yön verici politikası... İngiltere, Rusya Doğu Vilâyetlerinden kovulur kovulmaz Kıbrıs’tan çıkacak...
Berlin Konferansı ve saire...
...
Fakat Ulu Hakan’ın bu politikasını anlamaktan uzak idareciler bunu kavrayamadılar. Kavramak bir yana “Zât-ı Şahane”ye deli damgası vurdular.
İttihad ve Terakki Cemiyeti’inin tertib ettiği ve Sultan Abdülhamîd’in alaşağı olmasıyla neticelenen adı geçen zümrenin istikbalde Türk’e tattıracağı zilletin ilk örneğini verdiği 31 Mart vakası...
...
Heyhât ki, heyhâtlar ki, fikir fukarası batı mukallitliğinden gayrı hiçbir düşüncesi olmayan ilerici softalar, mağlubiyetin muhakkak olduğu cihan harbine sokmaktan geri kalmadılar. Galibiyetle sonuçlanan İstiklâl harbinin sonunda imzalanan (Lozan) muahedesinde Türk’ü temsilen bulunan sağırlığı nispetinde ferasetsiz Milli Şef bu hakikati göremedi ve neticede bugünkü Kıbrıs manzarası teşekkül etti...
Arapları havaya uçurması muhtemel atom bombası...
Sayıları sadece Allah'a malûm, aksini söylemek yanlış olur. Yani yedi kişi olup olmadıklarını sadece Allah bilir...
Herkes Arapların ihânetinden bahseder de neden Orta Asya Türklerinin ihânetinden bahsetmez. 93 Harbinde vatanımızı basan moskofun yanında onlar vardı...
Kurucusundan (Franklin) kurtarıcısına (Vaşington) kadar Yahudi ve mason. Bütün hayatiyeti İsraile hizmet etmektre olan, aksi takdirde yıkılması muhtemel...
Canım efendim, canımın canı efendim... Hakikat pınarının kaynağı, kevser suyunun sahibi, kâinatın efendisi, benim efendim.
Bir devirdi, gündüzler gecelerden daha karanlık olan bir devir, senden önceki devir... Sen bütün mahlukatın ilkiyken, enbiyanın sonuncusu, dünyaya teşrifinden önceki devir...
Güzeli görmek için çirkini en azından tanımak lâzım...
Bir devirdi: Çocuklar diri diri gömülürdü. İnsanlar canlı ölülerdi, nasıl olmasın ki, sen yoktun; vardın ama yoktun. Hakikat... Hakikat meçhuldü, bilinmiyordu, bilen söyleyemiyordu, söyleyene divâne deniliyordu...
Ve...
Ve bir gece kızgın Arap çöllerinden dünyayı aydınlatan nûr... Senin nûrun... Âdem'in alnındaki nûr, İbrahim'in ve Abdullah bin Abdülmüttalib'in alnındaki nûr... Nûr sendin, ilk ve son hep sendin. Sâhi Abdullah, baban sen doğmadan vefat etmişti; Âmine, annen de daha altı yaşındayken sen rabbine yürümüştü; dünyada hiç bir ölüm bu kadar mânalı değildir. Öksüzdün, yetimdin ama... Biz hep senin için anne, senin için baba dedik. ve seni milyon anne ve babadan daha çok sevdik...
Şimdi yine sensizim. Senden sonra değil. Öncende sadeca Halik'ın vardı, sonranda yine sadece o. Bizse bu kâinatta belik figûranız. Evet sensizim, seni arıyorum. Gözlerim pencerede. Her gece acaba gelir misin diye uyuyor ve her sabah seni göremeden uyanıyorum.
BAŞINDA BİR BULUT
Halimenin kızı Şeymâ;
Her ân O’na sahrada eş.
Üstlerinde dipsiz sema,
Başlarında kızgın güneş.
Yıllar geçmiş, O serpilmiş,
Oyunlarla yok ilgisi.
Tenhaları kucak bilmiş;
İzbe kırlar ve ikisi...
Kayboldular bir sıcak gün,
Halimeyi aldı merak.
Sahralarda koştu üzgün,
Kadıncağız, çırpınarak.
Göründüler, işte işte!
Geliyorlar mesut, mesut.
Bir garip hal, bu gelişte:
Başlarında bir ak bulut.
Şeymâ dedi: Gölgedeyiz;
Tepemizde bir çift kanat.
Dere, tepe, gezmedeyiz,
Sıcaklardan yana rahat.
Başında bir bulut... Sâhi!
Yürür, durur, gider, bekler.
Bulut değil, yâ ilâhî!
Tac tutuyor O’na gökler...
BÂDİYE
Yağmurdan temizdir orada insan
Ve yağmur suyundan berrak bir lisân.
Sanki gökten yere serpilmiş bir dil.
Yıldızlar başların üstünde kandil.
Öyle yakın ki, ay tutulur elle,
Ufuklar çizilmiş gibi, pergelle...
Saffetin zemini, dümdüz bir çarşaf:
Orada her mevcut, açık, duru, sâf...
Çırçıplak vatanı mücerret fikrin;
Renk, ışık, mesafe, derin mi derin...
İşte bâdiye!
Dalga dalga kum.
Baş verdi tohum,
O geldi diye.
Bitkindi merkep,
Sütsüzdü deve.
O geldi eve, canlandılar hep.
Bir garip seyran;
Bereket taşkın.
Rızk, başı aşkın;
Kabile hayran...
SÜTNİNE
Halime, Halime, sevgi kucağı;
Çölde Beni Saad onun bucağı.
Taze annelerle geldi Mekke’ye,
Bir yavrucak bulup yetiştirmeye...
Bu iş, asillerde o zaman âdet;
Yavru, sütnineye çölde emanet...
Hepsi kısmetini aldı, gönlü hoş;
Bir Halime Hatun, kalan eli boş.
Dedi ki: «Besbelli benim kısmetim,
Şu herkesin arka döndüğü yetim...»
Anlatsın olanı tek tek Halime:
«Yavruyu şefkatle aldım elime,
Baktım mışıl mışıl uyuyor bebek,
Sarmış vücudunu bir yeşil ipek,
Üstüne bir beyaz sof dolamışlar,
Yavruyu misklerle kokulamışlar.
Öyle güzeldi ki, daldım yüzüne,
Girdim gündüzleyin, nur gündüzüne.
Elim, iradesiz, O’na uzanmış...
İşte, gülümsüyor yavru, uyanmış...
Gözlerinde göğü tutan bir ışık:
Gülüyor, göklerle kanı kaynaşık...
Feza süzülürken kirpiklerinden,
Öptüm, gözlerinin ara yerinden.
Meme verdim, sağı aldı, sol hayır!
Hep beraber yola çıktık dağ, bayır.»
Nizâmı âlem için öz kardeşini hatta evlâdını katletmekten çekinmeyen...
Vatanının bir köşesinde bir kuş incinse nüzûla uğrayan.
Size Muhtacız...