(M.Ö. 485 - 410) Yunanlı filozof ve sofist. Abdera'da doğan Protagoras yaşamının büyük bir bölümünü Atina'da geçirdi. Düşünceleriyle döneminin ahlak ve siyaset anlayışını önemli ölçüde etkiledi. Sofizmin sözcülüğünü yaptığı 40 yılı aşkın süre boyunca insanlara günlük yaşamlarında 'erdem'li olmayı öğrettiğini söyledi. Ünlü, 'insan her şeyin ölçüsüdür' (anthropos metron panton) önermesiyle algıların (hatta bazılarına göre yargıların da) göreliliğini dile getirdi. Protogoras bu yargı ile, herkes için geçerli bir bilginin olamayacağını belirtmek ister.
Hakikatin ve değer yargılarının toplumlara, hatta tek tek insanlara göre değiştiğini dile getirir. Herkes için geçerli bir bilgi olmadığına göre hakikati değil, 'kişiye yararlı olanı' aramalıdır der. Protagoras'a göre tüm bilgilerimiz duyumdan gelir ve duyum insandan insana değişir. 'Her bir şey bana nasıl görünürse benim için böyledir, sana nasıl görünürse yine senin için de öyle.. Üşüyen insan için rüzgar soğuk, üşümeyen insan için soğuk değildir' diyerek insanı tüm şeylerin ölçüsü yapar. Bu tarz düşünceleriyle Protagoras relativizmin, dolaylı olarak septisizmin ve pragmatizmin öncüsü sayılır.
Sofist olarak büyük bir ün ve servet kazanan Protagoras, İtalya'daki Atina kolonisi Thurii'nin yaslarını hazırlamakla görevlendirildi. Geleneksel ahlak ilkelerini benimsemesine karşın, Peri Theon (Tanrılar Üzerine) adlı yapıtında tanrılara inanma konusunda agnostik tutumunu ortaya koydu. Bu yüzden dinsizlikle (asebeia) suçlandı; kitapları halkın önünde yakıldı. Yaklaşık M.Ö. 415'de sürgün edildiği Atina'ya bir daha dönmedi. Platon erdem konusunu ele aldığı diyaloguna onun adını vermiştir.
(M.Ö. 469 - 399) Yunan filozofu. Sokrates, Atina'da doğmuş olan ilk Yunan filozofudur. Tek bir kelime yazmamış olmasına rağmen, Avrupa düşünce tarihine çok büyük etkisi olmuş kişilerden biridir. Heykelci Sophroniskos'un oğlu olan, babası gibi heykelcilik öğrenip çok geçmeden kendini felsefeye adayan Sokrates, bir çok savaşta başarıyla savaştı.
Siyasette de hızla yükselip meclis başkanlığı yaparken Argireuses adalarındaki savaşı yasaya aykırı olarak yargılatmak isteyen bir önergeye karşı çıktı. Peloponnesos savaşları döneminde ve Atina'nın M.Ö. 404 yılında uğradığı bozgunu izleyen kargaşa yıllarında demokratlarda düşmanlık uyandıran genç soyluların arasına katılması üzerine, Meletos, Anytos ve Lykon'un açtıkları davada, yeni tanrılar getirerek gençleri baştan çıkarmakla suçlanıp ölüm cezasına çarpıldı. Dostu Kriton'un kaçma önerisini geri çevirip dostlarının arasında, ruhun ölümsüzlüğü üzerine bir konuşma yaptıktan sonra baldıran zehri içerek intihar etti.
Derslerini sözlü olarak verip hiç bir şey yazmadığı için felsefesi özellikle Platon'un, Ksenephon'un ve Aristoteles'in anlattıklarından tanınan Sokrates, 'kendi kendini tanı' özdeyişinin felsefesinin temel kuralı olduğuna inanmış, 'hiç bir şey bilmediğinden başka şey bilmediğini' söyleyip kişiyi bir tümevarım yöntemiyle peş peşe sorular sorarak ahlak kavramalarını tanımayı sağlayan tanımlar bulmaya yöneltmeyi amaç almış, her kişinin yaratılırken iyi yaratıldığını, kimsenin bile bile kötü olmadığını, her kötülüğün bilgi sanılan bir bilgisizlikten ileri geldiğini savunmuştur. Sokrates 'doğruyu bilen doğru davranır' diyor, doğru bilginin doğru eylemi gerçekleştireceğine inanıyordu.
Sokrates'in uğraşındaki temel öğe, onun kimseye bir şey öğretme peşinde olmayışıdır. O, tersine, konuştuğu insandan bir şeyler öğrenmek istediğini dile getirmiştir. Zamanının çoğunu sokaklarda ve meydanlarda karşılaştığı insanlarla konuşarak geçirdiğini biliyoruz. Kırlardaki ağaçlar bana bir şey öğretemez, demişti. O genellikle konuşmanın başında soru sorardı. Böylece hiç bir şey bilmiyormuş gibi yapardı.
Konuşma sırasında genellikle karşısındaki kişinin kendi düşünce biçimindeki zayıflıkları görmesini sağlardı. Sonunda konuştuğu kişinin bir köşeye sıkıştığı ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendine itiraf etmek zorunda kaldığı olurdu. Sokrates hiç bir şey bilmiyormuş gibi yaparak, insanları mantığını kullanmaya zorlardı. Cahili 'oynardı'- ya da olduğundan daha aptalmış gibi görünürdü. Buna 'Sokrates'ci İroni' denir.
'Atina uyuşuk bir at. Ben de onu uyandırıp canlandırmaya çalışan bir at sineğiyim,' diyordu. Sokrates hep içinde 'tanrısal bir ses' olduğunu söylüyordu. Romalı filozof Cicero şöyle diyordu: '(O) felsefeyi gökyüzünden Dünya'ya indirip şehirlerde barındırdı. Felsefeyi evlere sokup insanları hayat ve töreler, iyilik ve kötülük üzerine düşünmeye zorladı.'
Sokrates, Sofistler ile aynı dönemde yaşamış olmasına rağmen onlardan önemli bir noktada ayrılıyordu. O kendini bir 'Sofist', yani eğitimli ve bilge bir kişi olarak adlandırmıyordu. Sofistlerin aksine, öğrettikleri için para almıyordu. Hayır, Sokrates kendine kelimenin tam anlamı ile 'filozof' diyordu. 'Philosophos'un kelime anlamı 'bilgeliğe ulaşmaya çalışan kişi'dir. Sokrates tek bir şey bildiğini söylüyordu, bu da hiç bir şey bilmediğiydi! Sokrates bilgimizin temelinin insan mantığı olduğuna inanıyordu ve İnsan mantığına bu denli güvenişi açısından kesin bir Akılcı idi.
Felsefenin, bir bilgi dalı olarak belli bir konusu yoktur.Başka bütün bilim dallarında, örneğin matematikte, fizikte, tarihte, öğrenilecek belli konular vardır: Akıl yoluyla açıklanmasına çalışılan teoremler, doğa olayları, geçmişteki olaylar... Felsefede ise böylesi bir şeye rastlanmaz. Kuşkusuz, büyük filozofların düşüncelerinden ve sistemlerinden söz açılır; ama insanlar, bu sistemlerden birini ya da ötekini, paylaşmak ya da kabul etmek zorunda değillerdir. Öte yandan, hiçbir felsefe sistemi üzerinde de topyekün bir anlaşma asla olmamıştır. Olamazdı da: Çünkü bu sistemler, çoğu zaman birbirini tutmaz ve karşı karşıyadırlar.
Peki, felsefe kesin, su götürmez ve şaşmaz bir bilgi vermiyor olsa bile, bir yaşama sanatı, bir ahlâk öneriyor mu?
O da değil! Felsefenin önerdiği yaşam sanatı ve ahlâk da, sistemden sisteme değişiyor. Felsefe de, bir matematik teoremi ya da bir fizik yasası gibi tanıtlanmış doğrular yok, kesin yaşam ve ahlâk kuralları da. Tarih boyunca, sistemleri sistemler izlemiş; her filozof, kendinden önce gelenin görüşlerinden farklı; kimi zaman onlara zıt bir görüşle ortaya çıkmıştır; şu anda öne sürülene de yarın karşı çıkılacaktır. Böylece her filozof, -ressam, müzikçi ya da şair- her sanatçı gibi, dünyaya belli bir bakış ve açıklama biçimine sahiptir ve onu ortaya koymakla yetinir.
Vaktiyle,büyük Alman filozofu Kant şöyle demişti: “Felsefeden öğrenilebilecek tek şey vardır: Felsefe yapmak! ” Felsefe yapmak da, işte bu çağrıya uymakla başlar: Düşünmek tartışmaya, tartışma eleştiriye götürür. Bütün bunlarla da,aklın ışığında doğru araştırılmış olur; biraz daha yakınlaşılır ona.
“Felsefe” kelimesinin kökeni de bunu gösteriyor. Gerçekten, Türkçe'deki felsefe kelimesinin kendisinden türediği, -Yunanca philo(sevgi) sophia(bilgelik) köklerinden oluşan 'philosophie”, “bilgelik sevgisi” anlamına geliyor. Sophia bir “yaşama sanatı”, akla uygun davranma, her türlü ölçüsüzlüklerden kaçınma, deneyimleri dinginlikle karşılama anlamında bir ahlâk değil sadece; bir “bilgi” de aynı zamanda.
Böylece, kelimenin kökeni göz önünde tutulduğunda, felsefe, hem bir yaşama biçimi hem de belli bir bilgi türü, bir “bağımsızlaşma” ve bir “bilgi”. Eski Yunanlılara göre, bu iki kavram arasında sıkı bir ilişki de vardı: Bizi bağımsızlığa götürecek olan bilgidir ve kötü davranan kişi bir bilgisizdir her şeyden önce. “Hiç kimse bile bile kötülük yapamaz” diyordu Sokrates. Ancak, kelimenin kökenine daha dikkatle eğildiğimizde, şunu da fark ederiz: Felsefe, tamı tamına bir bilgelik değil, sadece “bilgelik aşkı”dır.
Söylenenlere bakılırsa, İsa'dan önce 6.yüzyılda büyük bir Yunan matematikçisi ve filozofu olan Pitagoras, alabildiğine alçakgönüllülükle, kendisinin bilge olmaktan çok, “bilgelik dostu” olduğunu söylermiş. 20.Yüzyılda tanınmış bir Alman filozofu, Karl Jaspers, bu ayrım üzerinde önemle duruyor. Felsefeye Giriş adlı küçük ama kapsamlı eserinde, altını çizdiği şu: Felsefenin özü, bir bilgi edinmekten çok, onu arayıp araştırmaktır. Felsefe ona göre, “dogmatizme, yani kesin ve değişmez formüllere dönüşüp soysuzlaştığında, kendi kendisine ihanet etmiş olur. Felsefe yapmak yola koyulmaktır; felsefede sorular yanıtlardan daha önemlidir ve her yanıt yeni bir soru olup çıkar”. Felsefe, donup kalmayı sevmez. Paul Valery’nin sözleri anlamlı: Sadece istiridyelerle ahmaklar yapışıp kalırlar! diyor büyük yazar. Böylece, felsefi aranışta, bağnazın-üstelik kendini beğenmiş-dediğim dediğiyle zıtlaşan bir alçakgönüllülük vardır. Bağnaz, gerçeği elinde tuttuğundan emindir ve o yüzden de, onu başkalarına dayatma sapıklığı içindedir. Filozof ise, doğruyu aramaya çıkmıştır ve öyle olduğu için de, büyük bir alçakgönüllülükle söylediği şudur: “Doğru ne benim ne senin elinde, doğru önümüzde! ”
Bağnazın tersine, rahat değil kaygılıdır filozof. Çünkü, doğruyu aramanın ne denli çileli olduğunu bilir.
Böylece felsefe, Yunanca anlamına uygun olarak, bilgiye ve eyleme yüzü dönük de olsa, ne kuramsal bilgiler yığını, ne de pratik reçeteler tomarıdır o; felsefe, bir “genel tavır”, daha da doğrusu hem bilgiye hem de eyleme ilişkin bir”yöntem”dir. Bu yöntem, aklın eleştirici bir tavrıdır ki, bilgi söz konusu oldukça önyargıların uzağında tutar bizi; eylem söz konusu oldukça da tutkulardan uzakta...
Deyim yerindeyse,bir kafa ve ruh eğitimidir felsefe.
Fatih Sultan Mehmed, Bosnayı fethettiği zaman Osmanlı devlet politikasının sonucu olarak bölge halkına dini serbestiyest getirmiştir. Fatih Sultan Mehmed'in buradaki latin papazlarına verdiği 883 (1478) tarihli ferman suretinde; 'Nişanı-ı hümayun şu ki Ben ki Sultan Mehmed Han'ım; üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum: Sözkonusu rahiplere ve kiliselerine hiçkimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn ü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışardan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratna Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki, yukarda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir.' Bu ferman suretinde de görüldüğü gibi azınlıklar tam bir hürriyet ortamı içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir.
Yunan filozofudur. Sokrates'in öğrencilerindendir. Sokrates ölüm cezasına çarpılınca (M.Ö. 399) Atina'dan ayrılan Platon (M.Ö. 429-347) , Mısır ve Güney İtalya'ya yolculuklar yaptıktan sonra Dionysos I'in kayınbiraderi Dion tarafından Syrakusai'e çağrıldı. Bir süre sonra Atina'da kendi felsefe okulunu (Akademia) kurup Dionysos I'in ölümünden (M.Ö. 367) sonra yeniden Syrakusai'e giderek, Dionysos II'yi bir 'düşünür-kral' olarak yetiştirmeye çalıştı.
M.Ö. 361'de üçüncü kez Syrakusai'e gidip genç kralla antlaşmazlığa düştüğü için kısa bir süre cezaevine kapatıldıktan sonra Atina'ya döndü. Ölürken akademisini yeğenine bıraktı.
Platon'un yapıtları 35 söyleşiden (diyaloglar) oluşur. Platon, matematik prensiplere hayrandı. O, diğer konuların da matematik prensiplere dayandırılmasını istiyor, matematiğin bir kesinlik ölçüsü olduğuna inanıyordu. Matematik, felsefe için bir giriş idi. O bakımdan Platon, Akademia'nın kapısına 'Geometri bilmeyen buradan içeri girmesin' diye yazdırmıştır.
Platon felsefesi, akılcılık ve spiritüalizmin temalarından esinlenerek bu iki felsefe akımının bir tür bileşimini oluşturmuştur. Gerçeği araştırmak için Sokrates'in soru yanıt yöntemini felsefenin bütün alanlarına yayan Platon'a göre, anlaşılabilir bir dünyada idealar, gerçek varlığı oluşturur; sezgilenen her şey, bu ideaların birer eksik ve değişken yansımasıdır.
Platon, gerçekliği iki bölüme ayırmıştır. Birinci bölüm, duyular dünyasıdır. Bu dünya hakkındaki yaklaşık ve mükemmel olmayan bilgilerimizi, beş duyumuzu kullanarak edinebiliriz. Duyular dünyasındaki her şey için 'her şeyin değiştiği' ve hiç bir şeyin sonsuza dek var olmadığı gerçeği geçerlidir. Duyular dünyasında hiç bir şey var değildir; burada bir şeyler ortaya çıkar ve sonra ortadan kaybolur. İkinci bölüm idealar dünyasıdır. Aklımızı kullanarak bu dünya hakkında kesin bilgilere ulaşabiliriz. İdealar dünyası, duyularla algılanamaz. Buna karşılık idealar (ya da biçimler) mutlak ve değişmezdir.
Platon, insanların ikiye ayrılmış yaratıklar olduğunu düşünür. 'Değişen' bir vücudumuz vardır. Vücudumuz, duyular dünyasına bağımlıdır ve bu dünyadaki diğer şeylerin kaderini paylaşır. Tüm duyularımız vücudumuza bağlıdır ve dolayısıyla güvenilmezdir. Ancak bizim bir de ölümsüz bir ruhumuz vardır ki bu ruh, aklın yuvasıdır. Ruh, maddesel olmadığı için idealar dünyasına girebilir. Platon daha da ileriye giderek, ruhun bir vücuda yerleşmeden önce de var olduğunu ve ruhun önce idealar dünyasında var olduğunu söylüyordu.
Platon'a göre anlaşılabilir dünyayı topluca kavramayı sağlayan yüce bilgi, diyalektiktir. İdealar, birbirinden ayrı gerçeklikler değil, aynı ile başkanın, bir ile çokun, son ile sonsuzun karışmasından oluşan karışımlardır. Dolayısıyla, idea ve anlaşılabilir gerçek de birer karışımdır.
Platon'a göre insan vücudu üçe ayrılır: baş, göğüs ve karın. Bu bölümlerin her biri ruhsal bir erdeme karşılık gelir. Baş akla, göğüs isteme, karın da haz ya da arzuya karşılık gelir. Bu üç ruhsal yeti, bir ideale ya da bir değere bağlanabilir. Akıl, bilgeliğe ulaşmaya çalışır; istek cesaret gösterir; arzu da insanın ölçülü olması için denetlenir. İnsanın bu üç bölümü bir bütün içerisinde hareket etmeye başladığı zaman uyumlu ya da 'bütünlüklü' bir insan ortaya çıkar.
Platon, 'Devlet' adlı diyaloğunda 'ideal devlet'i anlatır. Burada anlatılan örnek bir devlet ya da 'ütopik' bir devlettir. Platon, bu devletin filozoflar tarafından yönetilmesi gerektiğini söyler. Platon, tıpkı bir insan vücudu gibi yaratılmış bir devlet düşünür. Bu devlet aynı şekilde üçe bölünmüştür. Vücudun 'başı', 'göğsü' ve 'karnı' olduğu gibi devletin de yöneticileri, bekçileri (veya askerleri) ve ticaretle uğraşanları (bunlara zanaatkârlar ve köylülerde dahildir) vardır. Ona göre sağlıklı ve uyumlu bir insan nasıl dengeli ve ılımlı ise, 'adil' bir devlet de herkesin bütün içindeki yerini bilmesiyle ortaya çıkar.
Platon'un felsefesinde genel olarak geçerli olduğu gibi, onun devlet felsefesi de rasyonalizmden etkilenir. İyi bir devlet yaratmanın yolu, bu devletin mantıkla yönetilmesinden geçer. Başın vücudu yönetmesi gibi toplumu yönetenler de filozoflar olmalıdır.
Platon, kadınların da erkekler gibi yönetici olabileceklerini söylüyordu. Bunun da nedeni, yöneticilerin siteyi yönetmesinin tam da akılla mümkün olmasıydı. Kadınlar da erkekler gibi aynı mantığa sahipti. Kadınları yetiştirmeyen bir devletin yalnızca sağ kolunu çalıştırıp güçlendiren bir insana benzediğini söyler.
Platon, aile ve özel mülkiyeti de reddediyor, bunların devleti yönetenler ve koruyanlar tarafından idare edilmesini savunuyordu. Görüşleriyle Plotinus'u ve Hıristiyan din bilimcileri etkilemiş olan Platon'un başlıca söyleşileri arasında Devlet, Şölen, Phaidon, Gorgias, Protagoras sayılabilir.
(M.Ö. 384 - 322) Yunan filozofu. Aristoteles, yalnızca büyük Yunan filozoflarının en sonuncusu değil, Avrupa'nın da büyük biyologlarından ilki idi. Platon'un akademisinde 20 yıl öğrencilik yapan Aristoteles, bir süre sonra Atina'dan göçüp Büyük İskender'in eğiticiliğine getirildi. M.Ö. 355'de Atina'ya dönerek ünlü okulu 'Lykeion'u (Lise) kuran Aristoteles, Büyük İskender ölünce yeniden Atina'dan göçmek zorunda kaldı (M.Ö. 323) ve ertesi yıl Eğriboz adasında öldü.
Platon'un tüm duyular dünyasına ve etrafımızda gördüğümüz şeylere sırt çevirmiş olmasına rağmen, Aristoteles bunun tam tersine gerçekçi bir şekilde balıkları, kurbağaları, anemon çiçeklerini ve gelincikleri inceledi. Aristoteles, 'Gerçekten var olan nedir? ' sorusuna, 'Şu görmüş olduğumuz tek tek nesnelerdir; şu insan, şu masa, şu ağaç gibi fertlerdir. Yoksa, Platon'un dediği gibi göremediğimiz idealar değildir' cevabını verir. Ayrıca, Platon bir şair ve destan yazarı iken, Aristoteles'in yazıları ansiklopedi maddeleri gibi kuru ve detaylıdır. Buna karşılık yazılarının temelini o güne kadar hiç yapılmamış doğa araştırmaları oluşturur.
Aristoteles Platon'la 'tavuk' fikrinin tavuktan önce var olduğu konusunda da aynı fikirde değildi. Aristoteles'in tavuk biçimi ile kastettiği şey, tavuğun özgün özellikleri olarak her tavukta var olan şeylerdi. Bu yüzden tavuğun kendisi ile tavuk biçimi, ruhla beden gibi birbirinden ayrılamayacak şeylerdi. Aristoteles'in Platon'un idea öğretisi hakkındaki bu eleştirileri düşünce yönteminde de çok önemli bir değişim anlamına gelir. Çünkü Platon için gerçeklik aklımızla düşündüğümüz bir şey iken, Aristoteles için gerçeklik duyularımızla algıladığımız bir şeydi.
Aristoteles'e göre doğada çeşit çeşit neden vardı. Bunların içinde en önemlisi onun 'ereksel neden' dediği nedendir. Aristoteles, doğadaki cansız süreçlerde de 'ereksel neden' arıyordu. Örneğin, yağmurun yağdığını çünkü bitkilerle hayvanların büyümek için yağmura gereksinimi olduğunu söylerdi. 'Ereksel neden' ile kastettiği buydu. Görüldüğü gibi Aristoteles bir anda yağmur damlalarına bir görev ya da bir 'amaç' veriyordu.
Aristoteles doğayı ciddi bir şekilde düzenlemek istiyordu. Doğadaki her şeyin değişik guruplar ve alt-guruplarda bir araya geldiğini göstermeye çalışıyordu. Ayrıca Aristoteles insanların kavramlarına bir düzen getirmek isteyen titiz ve düzenli biriydi. Bu yanıyla mantığı bir bilim olarak kuran kişi de o oldu. Hangi çıkarımların ya da kanıtların mantıksal olarak geçerli olduğuna ilişkin kesin kurallar öne sürdü.
Aristoteles'e göre dünya küre biçimindedir ve her şeyi içine alır; evrenin merkezinde Yer vardır ve Yer hareketsizdir. Aristoteles Dünyadaki devinimleri yıldız ve gezegenlerin yönettiğini düşünüyordu. Ancak gökyüzü cisimlerini de hareket ettiren bir şey olmalıydı. Bu güce Aristoteles 'ilk devindirici' ya da 'Tanrı' diyordu. 'İlk devindirici'nin kendisi hareket etmez ve o gökyüzündeki cisimlerin ve dolayısıyla doğadaki her şeyin hareketlerinin 'ilk nedeni'dir. Aristoteles üç tür mutluluk olduğunu söyler: İlk tür mutluluk, arzu ve isteklerin olduğu bir hayattır.
İkincisi, özgür ve sorumlu bir vatandaş olarak var olunan bir hayattır. Üçüncü tür mutluluk ise araştırmacı ve filozof olunan hayattır. Aristoteles, insanın mutluluğu için bu üç koşulun da bir arada var olması gerektiğini ısrarla belirtir ve tek yönlülüğü reddeder. İnsanlarla ilişkilerimizde de 'altın orta'yı tutmaktan söz eder Aristoteles: Ne korkak ne çılgınca atılgan, sadece cesur olacağız. Ne cimri ne savurgan, sadece bonkör olacağız der.
Aristoteles'e göre insan bir 'politik varlık'tır ve insanı çevreleyen toplum olmadan gerçek anlamda insan olunmaz. Aristoteles'e göre devlet, ahlaki ve manevi gayelerle bir araya gelmiş olan insan toplulukları demektir. insanlar ne hayvanlar gibi yalnızdır, ne de Tanrı gibi tek başınadır. İnsanların birbirlerine ihtiyacı vardır. 'İnsan toplumsal bir canlı'dır ve toplum, ailelerden oluşur. Devletin şeklini devletin kanunu belirler. Devlet şekilleri kendiliklerinden ne iyidirler ne kötüdürler. Ancak iyi ya da kötü yönetimler vardır.
Aristoteles üç iyi devlet türünden söz eder. Bunların ilki, devletin başında tek bir kişinin bulunduğu monarşidir. Bu devlet biçiminin iyi olabilmesi için baştaki kişinin kendi çıkarları uğruna devleti kötüye kullanmaması gerekir. Bir diğer iyi devlet biçimi aristokrasidir. Aristokraside devleti yöneten bir gurup lider vardır. Üçüncü iyi devlet biçimi de Aristoteles'in politeia demekle kastettiği demokrasidir. Ancak bu yönetim biçiminde de var olan tehlike, bir demokrasinin kolayca bir ayaktakımı egemenliğine dönüşebilmesidir.
Aristoteles'e göre kadında bir şey eksiktir. Hatta kadın 'eksik bir erkek'tir. Üreme olayında erkek etkin ve verici iken, kadın edilgen ve alıcıdır. Çünkü çocuk erkeğin özelliklerini alır, diyordu Aristoteles. Aristoteles'in Avrupa uygarlığına bir başka katkısıda pek çok bilimin bugün dahi kullandığı bilimsel dilin kurucusu, bir çok bilimi kurup düzenleyen bir filozof oluşudur. Çağının aşağı yukarı bütün bilim dallarında yapıtlar vermiş olan Aristoteles'in ortaya koyduğu kesin gözlem ve sınıflama kuralları, İbni Sina ve İbni Rüşd'ün yapıtlarının çevirileri aracılığıyla Ortaçağda bütün Batı kültürüne damgasını vurmuş, Aquinolu Tommaso'nun Hıristiyanlık ile Aristoteles mantığını bağdaştırmak çabalarıysa, dogmacı özelliklerinden ötürü, gelişmeyi kösteklemiştir.
(M.Ö. 500 - 428) Yunan doğa filozofu. Klazomenai'de doğan Anaksagoras Atina'da bir okul açarak Perikles, Euripides, Arkhealos (bazı yazarlara göre Sokrates) , vb. bir çok öğrenci yetiştirmiştir. Bazı parçaları günümüze kadar kalan Tabiat Üzerine adlı bir eser yazdı. Platon'un Phaidion'unda Sokrates onun dersinden söz açar.
Anaksagoras, cisimlerin birbirine benzer çok küçük parçalardan oluştuğunu savunmuş, zekayı (nous) bütün bunların üzerine yerleştirmiştir. 'Başlangıçta çok büyük bir kaos varken, zekanın gelip her şeyi düzene soktuğunu' ileri sürmüştür. Yıldızların hareketini, evrenin dönüşünü ve dünyayı bu zeka yönetiyordu. Ona göre doğa, gözle görülemeyecek kadar küçük parçacıklardan meydana geliyordu. Her şey küçük, daha küçük parçacıklara bölünebilir ancak en küçük parçada bile her şeyden bir şey vardır.
Plutarkhos'un anlattığı bir olay onun gerçekçiliğini yeterince belirtir. Atina'da Perikles'e karşı olanlar buldukları tek boynuzlu bir danayı öne sürerek Perikles'in diktatör olacağı propagandasını yaparlar. Anaksagoras kalabalık bir topluluğun önünde söz konusu boğanın başını ameliyat ederek iki boynuzun oluşmasını engelleyen anormalliği açıklar. Tanrısızlıkla suçlanıp ölüme mahkum edilince, Atina'yı terk etmek zorunda kaldı.
Anaksagoras, astronomiyle de ilgileniyordu. Gökyüzündeki tüm cisimlerin Yer ile aynı maddeden meydana gelmiş olduğunu öne sürüyordu. Bu fikre bir meteoru inceledikten sonra varmışdı. Bu nedenle başka gezegenlerde de hayat olduğu düşünülebilir, diyordu. Öne sürdüğü fikirlerden bir diğeri de Güneş'in bir tanrı olmayıp Peloponnesos Yarımadası'ndan irice, kor halinde bir kütle olduğuydu. Ayrıca Anaksagoras, Ay'ın ışığını güneşten aldığını varsayıp Ay ve Güneş tutulmalarını bununla açıklamıştır. Ayrıca, hayvanların anatomilerini incelemiş ve balıkların solungaçlarıyla nefes aldığını keşfetmişti.
İman esaslarını, İslamiyetin şartlarını akla ve mantıka uygun misallerle anlatan bir eser
Mektubat
Bediüzzamanın öğrencilerinin sorduğu sorulara karşılık verdiği günümüzün pek çok sorularına cevapların bulunduğu bir eser
Lem'alar
Hastalara, ihtiyarlara, kadınlara, dine hizmet edenlere önemli tavsiyelerin bulunduğu bir eser
Şualar
Allah'ın varlığı, birliği konusunda benzeri bulunmayan konuların işlendiği,hususen günlük ibadetlerimizin şuuru noktasında faydalı bilgilerin bulunduğu bir eser
Barla Lahikası
Bediüzzaman Hazretlerinin Barla' da ki öğrencilerinin, Risale-i Nurlardan istifade ettikleri derslerini birbirleriyle ve Üstadları ile paylaştıkları bir eser
Tarihçe-i Hayat
Bediüzzaman Hazretlerinin hayat hikayesinin işlendiği, davasını ve eserleri hakkında detaylı bilgilerin bulunduğu bir eser
Mesnevî-i Nuriye
Kısa kısa pek çok imani ve islami mevzunun akli ve mantiki misaller ve ifadelerle anlatıldığı aslı arapça olan mükemmel bir eser
Kastamonu Lahikası
Bediüzzaman Hazretlerinin Kastamonu' da öğrencileri tarafından sorulan pek çok imani ve islami soruların cevabının bulunduğu mektuplardan oluşan bir eser
Emirdağ Lahikası
Bediüzzaman Hazretlerinin Emirdağ'da ikameti sırasında çoğu Risale-i Nurların sosyal hayata geçirilmesine dair öğrencilerine yazdığı mektuplardan oluşan bir eser
İman ve Küfür Muvazeneleri
İnanmayan insanların ikna edilmesi konusunda, imanın güzelliklerini ve küfrün inanmamanın çirkinliklerini akli ve mantiki delillerle ispat eden bir eser
Asâ-yı Mûsa
İman hakikatlerinin ve yaratılışla alakalı pek çok konunun çok mükemmel tarzda ifade edildiği bir eser
Sikke-i Tasdik-i Gaybî
Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinin makbuliyetine dair Kur'an, Hadis ve İslam büyüklerinin binden fazla ifadelerinin bulunduğu bir eser
Raz: hep ayni seyler butun FiLmler aSk uzerine..(sinir oLmus bi sekilde)
ben: dunya ask Uzerine dönuo, adamlar napsin (umursamazca)
Raz: maden arasinlar mesela, nie hep ask.. (gayet Ciddi)
ben: ne madeni yaa? ahahaha ((:
Protagoras
(M.Ö. 485 - 410) Yunanlı filozof ve sofist. Abdera'da doğan Protagoras yaşamının büyük bir bölümünü Atina'da geçirdi. Düşünceleriyle döneminin ahlak ve siyaset anlayışını önemli ölçüde etkiledi. Sofizmin sözcülüğünü yaptığı 40 yılı aşkın süre boyunca insanlara günlük yaşamlarında 'erdem'li olmayı öğrettiğini söyledi. Ünlü, 'insan her şeyin ölçüsüdür' (anthropos metron panton) önermesiyle algıların (hatta bazılarına göre yargıların da) göreliliğini dile getirdi. Protogoras bu yargı ile, herkes için geçerli bir bilginin olamayacağını belirtmek ister.
Hakikatin ve değer yargılarının toplumlara, hatta tek tek insanlara göre değiştiğini dile getirir. Herkes için geçerli bir bilgi olmadığına göre hakikati değil, 'kişiye yararlı olanı' aramalıdır der. Protagoras'a göre tüm bilgilerimiz duyumdan gelir ve duyum insandan insana değişir. 'Her bir şey bana nasıl görünürse benim için böyledir, sana nasıl görünürse yine senin için de öyle.. Üşüyen insan için rüzgar soğuk, üşümeyen insan için soğuk değildir' diyerek insanı tüm şeylerin ölçüsü yapar. Bu tarz düşünceleriyle Protagoras relativizmin, dolaylı olarak septisizmin ve pragmatizmin öncüsü sayılır.
Sofist olarak büyük bir ün ve servet kazanan Protagoras, İtalya'daki Atina kolonisi Thurii'nin yaslarını hazırlamakla görevlendirildi. Geleneksel ahlak ilkelerini benimsemesine karşın, Peri Theon (Tanrılar Üzerine) adlı yapıtında tanrılara inanma konusunda agnostik tutumunu ortaya koydu. Bu yüzden dinsizlikle (asebeia) suçlandı; kitapları halkın önünde yakıldı. Yaklaşık M.Ö. 415'de sürgün edildiği Atina'ya bir daha dönmedi. Platon erdem konusunu ele aldığı diyaloguna onun adını vermiştir.
Sokrates
(M.Ö. 469 - 399) Yunan filozofu. Sokrates, Atina'da doğmuş olan ilk Yunan filozofudur. Tek bir kelime yazmamış olmasına rağmen, Avrupa düşünce tarihine çok büyük etkisi olmuş kişilerden biridir. Heykelci Sophroniskos'un oğlu olan, babası gibi heykelcilik öğrenip çok geçmeden kendini felsefeye adayan Sokrates, bir çok savaşta başarıyla savaştı.
Siyasette de hızla yükselip meclis başkanlığı yaparken Argireuses adalarındaki savaşı yasaya aykırı olarak yargılatmak isteyen bir önergeye karşı çıktı. Peloponnesos savaşları döneminde ve Atina'nın M.Ö. 404 yılında uğradığı bozgunu izleyen kargaşa yıllarında demokratlarda düşmanlık uyandıran genç soyluların arasına katılması üzerine, Meletos, Anytos ve Lykon'un açtıkları davada, yeni tanrılar getirerek gençleri baştan çıkarmakla suçlanıp ölüm cezasına çarpıldı. Dostu Kriton'un kaçma önerisini geri çevirip dostlarının arasında, ruhun ölümsüzlüğü üzerine bir konuşma yaptıktan sonra baldıran zehri içerek intihar etti.
Derslerini sözlü olarak verip hiç bir şey yazmadığı için felsefesi özellikle Platon'un, Ksenephon'un ve Aristoteles'in anlattıklarından tanınan Sokrates, 'kendi kendini tanı' özdeyişinin felsefesinin temel kuralı olduğuna inanmış, 'hiç bir şey bilmediğinden başka şey bilmediğini' söyleyip kişiyi bir tümevarım yöntemiyle peş peşe sorular sorarak ahlak kavramalarını tanımayı sağlayan tanımlar bulmaya yöneltmeyi amaç almış, her kişinin yaratılırken iyi yaratıldığını, kimsenin bile bile kötü olmadığını, her kötülüğün bilgi sanılan bir bilgisizlikten ileri geldiğini savunmuştur. Sokrates 'doğruyu bilen doğru davranır' diyor, doğru bilginin doğru eylemi gerçekleştireceğine inanıyordu.
Sokrates'in uğraşındaki temel öğe, onun kimseye bir şey öğretme peşinde olmayışıdır. O, tersine, konuştuğu insandan bir şeyler öğrenmek istediğini dile getirmiştir. Zamanının çoğunu sokaklarda ve meydanlarda karşılaştığı insanlarla konuşarak geçirdiğini biliyoruz. Kırlardaki ağaçlar bana bir şey öğretemez, demişti. O genellikle konuşmanın başında soru sorardı. Böylece hiç bir şey bilmiyormuş gibi yapardı.
Konuşma sırasında genellikle karşısındaki kişinin kendi düşünce biçimindeki zayıflıkları görmesini sağlardı. Sonunda konuştuğu kişinin bir köşeye sıkıştığı ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendine itiraf etmek zorunda kaldığı olurdu. Sokrates hiç bir şey bilmiyormuş gibi yaparak, insanları mantığını kullanmaya zorlardı. Cahili 'oynardı'- ya da olduğundan daha aptalmış gibi görünürdü. Buna 'Sokrates'ci İroni' denir.
'Atina uyuşuk bir at. Ben de onu uyandırıp canlandırmaya çalışan bir at sineğiyim,' diyordu. Sokrates hep içinde 'tanrısal bir ses' olduğunu söylüyordu. Romalı filozof Cicero şöyle diyordu: '(O) felsefeyi gökyüzünden Dünya'ya indirip şehirlerde barındırdı. Felsefeyi evlere sokup insanları hayat ve töreler, iyilik ve kötülük üzerine düşünmeye zorladı.'
Sokrates, Sofistler ile aynı dönemde yaşamış olmasına rağmen onlardan önemli bir noktada ayrılıyordu. O kendini bir 'Sofist', yani eğitimli ve bilge bir kişi olarak adlandırmıyordu. Sofistlerin aksine, öğrettikleri için para almıyordu. Hayır, Sokrates kendine kelimenin tam anlamı ile 'filozof' diyordu. 'Philosophos'un kelime anlamı 'bilgeliğe ulaşmaya çalışan kişi'dir. Sokrates tek bir şey bildiğini söylüyordu, bu da hiç bir şey bilmediğiydi! Sokrates bilgimizin temelinin insan mantığı olduğuna inanıyordu ve İnsan mantığına bu denli güvenişi açısından kesin bir Akılcı idi.
Felsefenin, bir bilgi dalı olarak belli bir konusu yoktur.Başka bütün bilim dallarında, örneğin matematikte, fizikte, tarihte, öğrenilecek belli konular vardır: Akıl yoluyla açıklanmasına çalışılan teoremler, doğa olayları, geçmişteki olaylar... Felsefede ise böylesi bir şeye rastlanmaz. Kuşkusuz, büyük filozofların düşüncelerinden ve sistemlerinden söz açılır; ama insanlar, bu sistemlerden birini ya da ötekini, paylaşmak ya da kabul etmek zorunda değillerdir. Öte yandan, hiçbir felsefe sistemi üzerinde de topyekün bir anlaşma asla olmamıştır. Olamazdı da: Çünkü bu sistemler, çoğu zaman birbirini tutmaz ve karşı karşıyadırlar.
Peki, felsefe kesin, su götürmez ve şaşmaz bir bilgi vermiyor olsa bile, bir yaşama sanatı, bir ahlâk öneriyor mu?
O da değil! Felsefenin önerdiği yaşam sanatı ve ahlâk da, sistemden sisteme değişiyor. Felsefe de, bir matematik teoremi ya da bir fizik yasası gibi tanıtlanmış doğrular yok, kesin yaşam ve ahlâk kuralları da. Tarih boyunca, sistemleri sistemler izlemiş; her filozof, kendinden önce gelenin görüşlerinden farklı; kimi zaman onlara zıt bir görüşle ortaya çıkmıştır; şu anda öne sürülene de yarın karşı çıkılacaktır. Böylece her filozof, -ressam, müzikçi ya da şair- her sanatçı gibi, dünyaya belli bir bakış ve açıklama biçimine sahiptir ve onu ortaya koymakla yetinir.
Vaktiyle,büyük Alman filozofu Kant şöyle demişti: “Felsefeden öğrenilebilecek tek şey vardır: Felsefe yapmak! ” Felsefe yapmak da, işte bu çağrıya uymakla başlar: Düşünmek tartışmaya, tartışma eleştiriye götürür. Bütün bunlarla da,aklın ışığında doğru araştırılmış olur; biraz daha yakınlaşılır ona.
“Felsefe” kelimesinin kökeni de bunu gösteriyor.
Gerçekten, Türkçe'deki felsefe kelimesinin kendisinden türediği, -Yunanca philo(sevgi) sophia(bilgelik) köklerinden oluşan 'philosophie”, “bilgelik sevgisi” anlamına geliyor. Sophia bir “yaşama sanatı”, akla uygun davranma, her türlü ölçüsüzlüklerden kaçınma, deneyimleri dinginlikle karşılama anlamında bir ahlâk değil sadece; bir “bilgi” de aynı zamanda.
Böylece, kelimenin kökeni göz önünde tutulduğunda, felsefe, hem bir yaşama biçimi hem de belli bir bilgi türü, bir “bağımsızlaşma” ve bir “bilgi”. Eski Yunanlılara göre, bu iki kavram arasında sıkı bir ilişki de vardı: Bizi bağımsızlığa götürecek olan bilgidir ve kötü davranan kişi bir bilgisizdir her şeyden önce. “Hiç kimse bile bile kötülük yapamaz” diyordu Sokrates.
Ancak, kelimenin kökenine daha dikkatle eğildiğimizde, şunu da fark ederiz: Felsefe, tamı tamına bir bilgelik değil, sadece “bilgelik aşkı”dır.
Söylenenlere bakılırsa, İsa'dan önce 6.yüzyılda büyük bir Yunan matematikçisi ve filozofu olan Pitagoras, alabildiğine alçakgönüllülükle, kendisinin bilge olmaktan çok, “bilgelik dostu” olduğunu söylermiş. 20.Yüzyılda tanınmış bir Alman filozofu, Karl Jaspers, bu ayrım üzerinde önemle duruyor. Felsefeye Giriş adlı küçük ama kapsamlı eserinde, altını çizdiği şu: Felsefenin özü, bir bilgi edinmekten çok, onu arayıp araştırmaktır. Felsefe ona göre, “dogmatizme, yani kesin ve değişmez formüllere dönüşüp soysuzlaştığında, kendi kendisine ihanet etmiş olur. Felsefe yapmak yola koyulmaktır; felsefede sorular yanıtlardan daha önemlidir ve her yanıt yeni bir soru olup çıkar”. Felsefe, donup kalmayı sevmez. Paul Valery’nin sözleri anlamlı: Sadece istiridyelerle ahmaklar yapışıp kalırlar! diyor büyük yazar. Böylece, felsefi aranışta, bağnazın-üstelik kendini beğenmiş-dediğim dediğiyle zıtlaşan bir alçakgönüllülük vardır. Bağnaz, gerçeği elinde tuttuğundan emindir ve o yüzden de, onu başkalarına dayatma sapıklığı içindedir. Filozof ise, doğruyu aramaya çıkmıştır ve öyle olduğu için de, büyük bir alçakgönüllülükle söylediği şudur: “Doğru ne benim ne senin elinde, doğru önümüzde! ”
Bağnazın tersine, rahat değil kaygılıdır filozof. Çünkü, doğruyu aramanın ne denli çileli olduğunu bilir.
Böylece felsefe, Yunanca anlamına uygun olarak, bilgiye ve eyleme yüzü dönük de olsa, ne kuramsal bilgiler yığını, ne de pratik reçeteler tomarıdır o; felsefe, bir “genel tavır”, daha da doğrusu hem bilgiye hem de eyleme ilişkin bir”yöntem”dir. Bu yöntem, aklın eleştirici bir tavrıdır ki, bilgi söz konusu oldukça önyargıların uzağında tutar bizi; eylem söz konusu oldukça da tutkulardan uzakta...
Deyim yerindeyse,bir kafa ve ruh eğitimidir felsefe.
FATİH'İN İNSAN HAKLARI AHİDNAMESİ
Fatih Sultan Mehmed, Bosnayı fethettiği zaman Osmanlı devlet politikasının sonucu olarak bölge halkına dini serbestiyest getirmiştir. Fatih Sultan Mehmed'in buradaki latin papazlarına verdiği 883 (1478) tarihli ferman suretinde; 'Nişanı-ı hümayun şu ki Ben ki Sultan Mehmed Han'ım; üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum: Sözkonusu rahiplere ve kiliselerine hiçkimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn ü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışardan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratna Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki, yukarda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir.' Bu ferman suretinde de görüldüğü gibi azınlıklar tam bir hürriyet ortamı içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir.
Platon (Eflatun)
Yunan filozofudur. Sokrates'in öğrencilerindendir. Sokrates ölüm cezasına çarpılınca (M.Ö. 399) Atina'dan ayrılan Platon (M.Ö. 429-347) , Mısır ve Güney İtalya'ya yolculuklar yaptıktan sonra Dionysos I'in kayınbiraderi Dion tarafından Syrakusai'e çağrıldı. Bir süre sonra Atina'da kendi felsefe okulunu (Akademia) kurup Dionysos I'in ölümünden (M.Ö. 367) sonra yeniden Syrakusai'e giderek, Dionysos II'yi bir 'düşünür-kral' olarak yetiştirmeye çalıştı.
M.Ö. 361'de üçüncü kez Syrakusai'e gidip genç kralla antlaşmazlığa düştüğü için kısa bir süre cezaevine kapatıldıktan sonra Atina'ya döndü. Ölürken akademisini yeğenine bıraktı.
Platon'un yapıtları 35 söyleşiden (diyaloglar) oluşur. Platon, matematik prensiplere hayrandı. O, diğer konuların da matematik prensiplere dayandırılmasını istiyor, matematiğin bir kesinlik ölçüsü olduğuna inanıyordu. Matematik, felsefe için bir giriş idi. O bakımdan Platon, Akademia'nın kapısına 'Geometri bilmeyen buradan içeri girmesin' diye yazdırmıştır.
Platon felsefesi, akılcılık ve spiritüalizmin temalarından esinlenerek bu iki felsefe akımının bir tür bileşimini oluşturmuştur. Gerçeği araştırmak için Sokrates'in soru yanıt yöntemini felsefenin bütün alanlarına yayan Platon'a göre, anlaşılabilir bir dünyada idealar, gerçek varlığı oluşturur; sezgilenen her şey, bu ideaların birer eksik ve değişken yansımasıdır.
Platon, gerçekliği iki bölüme ayırmıştır. Birinci bölüm, duyular dünyasıdır. Bu dünya hakkındaki yaklaşık ve mükemmel olmayan bilgilerimizi, beş duyumuzu kullanarak edinebiliriz. Duyular dünyasındaki her şey için 'her şeyin değiştiği' ve hiç bir şeyin sonsuza dek var olmadığı gerçeği geçerlidir. Duyular dünyasında hiç bir şey var değildir; burada bir şeyler ortaya çıkar ve sonra ortadan kaybolur. İkinci bölüm idealar dünyasıdır. Aklımızı kullanarak bu dünya hakkında kesin bilgilere ulaşabiliriz. İdealar dünyası, duyularla algılanamaz. Buna karşılık idealar (ya da biçimler) mutlak ve değişmezdir.
Platon, insanların ikiye ayrılmış yaratıklar olduğunu düşünür. 'Değişen' bir vücudumuz vardır. Vücudumuz, duyular dünyasına bağımlıdır ve bu dünyadaki diğer şeylerin kaderini paylaşır. Tüm duyularımız vücudumuza bağlıdır ve dolayısıyla güvenilmezdir. Ancak bizim bir de ölümsüz bir ruhumuz vardır ki bu ruh, aklın yuvasıdır. Ruh, maddesel olmadığı için idealar dünyasına girebilir. Platon daha da ileriye giderek, ruhun bir vücuda yerleşmeden önce de var olduğunu ve ruhun önce idealar dünyasında var olduğunu söylüyordu.
Platon'a göre anlaşılabilir dünyayı topluca kavramayı sağlayan yüce bilgi, diyalektiktir. İdealar, birbirinden ayrı gerçeklikler değil, aynı ile başkanın, bir ile çokun, son ile sonsuzun karışmasından oluşan karışımlardır. Dolayısıyla, idea ve anlaşılabilir gerçek de birer karışımdır.
Platon'a göre insan vücudu üçe ayrılır: baş, göğüs ve karın. Bu bölümlerin her biri ruhsal bir erdeme karşılık gelir. Baş akla, göğüs isteme, karın da haz ya da arzuya karşılık gelir. Bu üç ruhsal yeti, bir ideale ya da bir değere bağlanabilir. Akıl, bilgeliğe ulaşmaya çalışır; istek cesaret gösterir; arzu da insanın ölçülü olması için denetlenir. İnsanın bu üç bölümü bir bütün içerisinde hareket etmeye başladığı zaman uyumlu ya da 'bütünlüklü' bir insan ortaya çıkar.
Platon, 'Devlet' adlı diyaloğunda 'ideal devlet'i anlatır. Burada anlatılan örnek bir devlet ya da 'ütopik' bir devlettir. Platon, bu devletin filozoflar tarafından yönetilmesi gerektiğini söyler. Platon, tıpkı bir insan vücudu gibi yaratılmış bir devlet düşünür. Bu devlet aynı şekilde üçe bölünmüştür. Vücudun 'başı', 'göğsü' ve 'karnı' olduğu gibi devletin de yöneticileri, bekçileri (veya askerleri) ve ticaretle uğraşanları (bunlara zanaatkârlar ve köylülerde dahildir) vardır. Ona göre sağlıklı ve uyumlu bir insan nasıl dengeli ve ılımlı ise, 'adil' bir devlet de herkesin bütün içindeki yerini bilmesiyle ortaya çıkar.
Platon'un felsefesinde genel olarak geçerli olduğu gibi, onun devlet felsefesi de rasyonalizmden etkilenir. İyi bir devlet yaratmanın yolu, bu devletin mantıkla yönetilmesinden geçer. Başın vücudu yönetmesi gibi toplumu yönetenler de filozoflar olmalıdır.
Platon, kadınların da erkekler gibi yönetici olabileceklerini söylüyordu. Bunun da nedeni, yöneticilerin siteyi yönetmesinin tam da akılla mümkün olmasıydı. Kadınlar da erkekler gibi aynı mantığa sahipti. Kadınları yetiştirmeyen bir devletin yalnızca sağ kolunu çalıştırıp güçlendiren bir insana benzediğini söyler.
Platon, aile ve özel mülkiyeti de reddediyor, bunların devleti yönetenler ve koruyanlar tarafından idare edilmesini savunuyordu. Görüşleriyle Plotinus'u ve Hıristiyan din bilimcileri etkilemiş olan Platon'un başlıca söyleşileri arasında Devlet, Şölen, Phaidon, Gorgias, Protagoras sayılabilir.
Aristo (Aristoteles)
(M.Ö. 384 - 322) Yunan filozofu. Aristoteles, yalnızca büyük Yunan filozoflarının en sonuncusu değil, Avrupa'nın da büyük biyologlarından ilki idi. Platon'un akademisinde 20 yıl öğrencilik yapan Aristoteles, bir süre sonra Atina'dan göçüp Büyük İskender'in eğiticiliğine getirildi. M.Ö. 355'de Atina'ya dönerek ünlü okulu 'Lykeion'u (Lise) kuran Aristoteles, Büyük İskender ölünce yeniden Atina'dan göçmek zorunda kaldı (M.Ö. 323) ve ertesi yıl Eğriboz adasında öldü.
Platon'un tüm duyular dünyasına ve etrafımızda gördüğümüz şeylere sırt çevirmiş olmasına rağmen, Aristoteles bunun tam tersine gerçekçi bir şekilde balıkları, kurbağaları, anemon çiçeklerini ve gelincikleri inceledi. Aristoteles, 'Gerçekten var olan nedir? ' sorusuna, 'Şu görmüş olduğumuz tek tek nesnelerdir; şu insan, şu masa, şu ağaç gibi fertlerdir. Yoksa, Platon'un dediği gibi göremediğimiz idealar değildir' cevabını verir. Ayrıca, Platon bir şair ve destan yazarı iken, Aristoteles'in yazıları ansiklopedi maddeleri gibi kuru ve detaylıdır. Buna karşılık yazılarının temelini o güne kadar hiç yapılmamış doğa araştırmaları oluşturur.
Aristoteles Platon'la 'tavuk' fikrinin tavuktan önce var olduğu konusunda da aynı fikirde değildi. Aristoteles'in tavuk biçimi ile kastettiği şey, tavuğun özgün özellikleri olarak her tavukta var olan şeylerdi. Bu yüzden tavuğun kendisi ile tavuk biçimi, ruhla beden gibi birbirinden ayrılamayacak şeylerdi. Aristoteles'in Platon'un idea öğretisi hakkındaki bu eleştirileri düşünce yönteminde de çok önemli bir değişim anlamına gelir. Çünkü Platon için gerçeklik aklımızla düşündüğümüz bir şey iken, Aristoteles için gerçeklik duyularımızla algıladığımız bir şeydi.
Aristoteles'e göre doğada çeşit çeşit neden vardı. Bunların içinde en önemlisi onun 'ereksel neden' dediği nedendir. Aristoteles, doğadaki cansız süreçlerde de 'ereksel neden' arıyordu. Örneğin, yağmurun yağdığını çünkü bitkilerle hayvanların büyümek için yağmura gereksinimi olduğunu söylerdi. 'Ereksel neden' ile kastettiği buydu. Görüldüğü gibi Aristoteles bir anda yağmur damlalarına bir görev ya da bir 'amaç' veriyordu.
Aristoteles doğayı ciddi bir şekilde düzenlemek istiyordu. Doğadaki her şeyin değişik guruplar ve alt-guruplarda bir araya geldiğini göstermeye çalışıyordu. Ayrıca Aristoteles insanların kavramlarına bir düzen getirmek isteyen titiz ve düzenli biriydi. Bu yanıyla mantığı bir bilim olarak kuran kişi de o oldu. Hangi çıkarımların ya da kanıtların mantıksal olarak geçerli olduğuna ilişkin kesin kurallar öne sürdü.
Aristoteles'e göre dünya küre biçimindedir ve her şeyi içine alır; evrenin merkezinde Yer vardır ve Yer hareketsizdir. Aristoteles Dünyadaki devinimleri yıldız ve gezegenlerin yönettiğini düşünüyordu. Ancak gökyüzü cisimlerini de hareket ettiren bir şey olmalıydı. Bu güce Aristoteles 'ilk devindirici' ya da 'Tanrı' diyordu. 'İlk devindirici'nin kendisi hareket etmez ve o gökyüzündeki cisimlerin ve dolayısıyla doğadaki her şeyin hareketlerinin 'ilk nedeni'dir. Aristoteles üç tür mutluluk olduğunu söyler: İlk tür mutluluk, arzu ve isteklerin olduğu bir hayattır.
İkincisi, özgür ve sorumlu bir vatandaş olarak var olunan bir hayattır. Üçüncü tür mutluluk ise araştırmacı ve filozof olunan hayattır. Aristoteles, insanın mutluluğu için bu üç koşulun da bir arada var olması gerektiğini ısrarla belirtir ve tek yönlülüğü reddeder. İnsanlarla ilişkilerimizde de 'altın orta'yı tutmaktan söz eder Aristoteles: Ne korkak ne çılgınca atılgan, sadece cesur olacağız. Ne cimri ne savurgan, sadece bonkör olacağız der.
Aristoteles'e göre insan bir 'politik varlık'tır ve insanı çevreleyen toplum olmadan gerçek anlamda insan olunmaz. Aristoteles'e göre devlet, ahlaki ve manevi gayelerle bir araya gelmiş olan insan toplulukları demektir. insanlar ne hayvanlar gibi yalnızdır, ne de Tanrı gibi tek başınadır. İnsanların birbirlerine ihtiyacı vardır. 'İnsan toplumsal bir canlı'dır ve toplum, ailelerden oluşur. Devletin şeklini devletin kanunu belirler. Devlet şekilleri kendiliklerinden ne iyidirler ne kötüdürler. Ancak iyi ya da kötü yönetimler vardır.
Aristoteles üç iyi devlet türünden söz eder. Bunların ilki, devletin başında tek bir kişinin bulunduğu monarşidir. Bu devlet biçiminin iyi olabilmesi için baştaki kişinin kendi çıkarları uğruna devleti kötüye kullanmaması gerekir. Bir diğer iyi devlet biçimi aristokrasidir. Aristokraside devleti yöneten bir gurup lider vardır. Üçüncü iyi devlet biçimi de Aristoteles'in politeia demekle kastettiği demokrasidir. Ancak bu yönetim biçiminde de var olan tehlike, bir demokrasinin kolayca bir ayaktakımı egemenliğine dönüşebilmesidir.
Aristoteles'e göre kadında bir şey eksiktir. Hatta kadın 'eksik bir erkek'tir. Üreme olayında erkek etkin ve verici iken, kadın edilgen ve alıcıdır. Çünkü çocuk erkeğin özelliklerini alır, diyordu Aristoteles. Aristoteles'in Avrupa uygarlığına bir başka katkısıda pek çok bilimin bugün dahi kullandığı bilimsel dilin kurucusu, bir çok bilimi kurup düzenleyen bir filozof oluşudur. Çağının aşağı yukarı bütün bilim dallarında yapıtlar vermiş olan Aristoteles'in ortaya koyduğu kesin gözlem ve sınıflama kuralları, İbni Sina ve İbni Rüşd'ün yapıtlarının çevirileri aracılığıyla Ortaçağda bütün Batı kültürüne damgasını vurmuş, Aquinolu Tommaso'nun Hıristiyanlık ile Aristoteles mantığını bağdaştırmak çabalarıysa, dogmacı özelliklerinden ötürü, gelişmeyi kösteklemiştir.
ANAKSAGORAS
(M.Ö. 500 - 428) Yunan doğa filozofu. Klazomenai'de doğan Anaksagoras Atina'da bir okul açarak Perikles, Euripides, Arkhealos (bazı yazarlara göre Sokrates) , vb. bir çok öğrenci yetiştirmiştir. Bazı parçaları günümüze kadar kalan Tabiat Üzerine adlı bir eser yazdı. Platon'un Phaidion'unda Sokrates onun dersinden söz açar.
Anaksagoras, cisimlerin birbirine benzer çok küçük parçalardan oluştuğunu savunmuş, zekayı (nous) bütün bunların üzerine yerleştirmiştir. 'Başlangıçta çok büyük bir kaos varken, zekanın gelip her şeyi düzene soktuğunu' ileri sürmüştür. Yıldızların hareketini, evrenin dönüşünü ve dünyayı bu zeka yönetiyordu. Ona göre doğa, gözle görülemeyecek kadar küçük parçacıklardan meydana geliyordu. Her şey küçük, daha küçük parçacıklara bölünebilir ancak en küçük parçada bile her şeyden bir şey vardır.
Plutarkhos'un anlattığı bir olay onun gerçekçiliğini yeterince belirtir. Atina'da Perikles'e karşı olanlar buldukları tek boynuzlu bir danayı öne sürerek Perikles'in diktatör olacağı propagandasını yaparlar. Anaksagoras kalabalık bir topluluğun önünde söz konusu boğanın başını ameliyat ederek iki boynuzun oluşmasını engelleyen anormalliği açıklar. Tanrısızlıkla suçlanıp ölüme mahkum edilince, Atina'yı terk etmek zorunda kaldı.
Anaksagoras, astronomiyle de ilgileniyordu. Gökyüzündeki tüm cisimlerin Yer ile aynı maddeden meydana gelmiş olduğunu öne sürüyordu. Bu fikre bir meteoru inceledikten sonra varmışdı. Bu nedenle başka gezegenlerde de hayat olduğu düşünülebilir, diyordu. Öne sürdüğü fikirlerden bir diğeri de Güneş'in bir tanrı olmayıp Peloponnesos Yarımadası'ndan irice, kor halinde bir kütle olduğuydu. Ayrıca Anaksagoras, Ay'ın ışığını güneşten aldığını varsayıp Ay ve Güneş tutulmalarını bununla açıklamıştır. Ayrıca, hayvanların anatomilerini incelemiş ve balıkların solungaçlarıyla nefes aldığını keşfetmişti.
bir erkege en Cok yakiSan isimm..
Sözler
İman esaslarını, İslamiyetin şartlarını akla ve mantıka uygun misallerle anlatan bir eser
Mektubat
Bediüzzamanın öğrencilerinin sorduğu sorulara karşılık verdiği günümüzün pek çok sorularına cevapların bulunduğu bir eser
Lem'alar
Hastalara, ihtiyarlara, kadınlara, dine hizmet edenlere önemli tavsiyelerin bulunduğu bir eser
Şualar
Allah'ın varlığı, birliği konusunda benzeri bulunmayan konuların işlendiği,hususen günlük ibadetlerimizin şuuru noktasında faydalı bilgilerin bulunduğu bir eser
Barla Lahikası
Bediüzzaman Hazretlerinin Barla' da ki öğrencilerinin, Risale-i Nurlardan istifade ettikleri derslerini birbirleriyle ve Üstadları ile paylaştıkları bir eser
Tarihçe-i Hayat
Bediüzzaman Hazretlerinin hayat hikayesinin işlendiği, davasını ve eserleri hakkında detaylı bilgilerin bulunduğu bir eser
Mesnevî-i Nuriye
Kısa kısa pek çok imani ve islami mevzunun akli ve mantiki misaller ve ifadelerle anlatıldığı aslı arapça olan mükemmel bir eser
Kastamonu Lahikası
Bediüzzaman Hazretlerinin Kastamonu' da öğrencileri tarafından sorulan pek çok imani ve islami soruların cevabının bulunduğu mektuplardan oluşan bir eser
Emirdağ Lahikası
Bediüzzaman Hazretlerinin Emirdağ'da ikameti sırasında çoğu Risale-i Nurların sosyal hayata geçirilmesine dair öğrencilerine yazdığı mektuplardan oluşan bir eser
İman ve Küfür Muvazeneleri
İnanmayan insanların ikna edilmesi konusunda, imanın güzelliklerini ve küfrün inanmamanın çirkinliklerini akli ve mantiki delillerle ispat eden bir eser
Asâ-yı Mûsa
İman hakikatlerinin ve yaratılışla alakalı pek çok konunun çok mükemmel tarzda ifade edildiği bir eser
Sikke-i Tasdik-i Gaybî
Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinin makbuliyetine dair Kur'an, Hadis ve İslam büyüklerinin binden fazla ifadelerinin bulunduğu bir eser