gül alan, gül satan, gülü gülle tartan bir medeniyetin çocukları dirilerine duydukları saygının aynısını ölülerine de göstermektedir. en azından yakın bir zamana kadar böyledi. yaşam özetlerinin mezar taşına yansıtıldığı kaç ülke, kaç medeniyet vardır şu gökkubbe altında. müslüman istanbulun başkenti ola eyüp sultan'daki mezarlara baktığımızda koca bir sanat galerisini gezmiş gibi oluruz. her taş koca bir öyküyü, muhteşem bir macerayı taşımaktadır sırtında. baktığımızda kimin padişah, kimin şehzade, kimin alim, kimin din adamı olduğunu, medfunun cinsiyetini bile anlıyoruz. ama bütün bunların üzerinde, yankısız sözcükler vardır ki, her biri gerçekten sessiz bir şiirdir. bu mezarlarda gezerken beni en çok sarsan ifade 'va esefa' yazısı idi. yani yazıklar olsun! hayatımı dolu dolu yaşayamadığım için, daha demokrat, daha üretken, daha merhametli olamadığım, kısacası hayatımı gerçek anlamda dolu dolu geçiremedim için va esefa! var mısınız ölmeden önce mezar taşımıza yazılacak ifadeleri şimdiden hazırlamaya...herşey va esefa dememek için...ayrıca egomuz hayatımızın ortasına diktiğimiz mezar taşımız değil mi?
geriye dönmek demek irtica. ama katı laikçi bir yapıda siyasi bir terim. ve maalesef herkesin de algıladığı şekliyle din, dinsel olan... faşist ve totaliter bakış açısının can simidi. rant ve güç, iktidar elden gidiyorsa irtica gündemdedir. modern zamanlarda bir bar kızı fadime şahin'in uçuk kahkahalarında, uyuşturucu üretici-satıcısı sahte şeyh ali kalkancının salyalarında saklı olandır irtica. adı dinle imanla asla ve kat'a anılmayacak insanların şeyh, tarikat önderi, mürşid gibi ifadelerle cilalanan bir ergenekon artığıdır irtica. irtica, islamın reddettiği, lanetlediği bir duruşun adıdır. irtica, daha çok onu dillendirenlerin ülkeyi götürdükleri rotadır vesselam...
mutluluk, tenle ilgili olandır. su içip, susuzluğunu gidermek, yemek yiyip karnını doyurmak, kısacası bir ihtiyacını giderdikten sonra elde ettiklerindir. kısa sürelidir. devamlılığı için, beslenmesi, tetklenmesi lazımdır. belki de onun için kısa sürelidir. çünkü her zevkin bitişi, avuçlarında elem çiçekleri büyütür. elemler bittiğinde de haz ve mutluluk sürgünleri boy verir. oysa huzur, oysa huzur, içimizde, ruhumuzda oluşan vahadır. dinginliktir, sakinliktir, ağlarken bile billur olma halidir. ağladığınızda kendinizi kanatlanmış gibi hissettiğiniz olmadı mı? oysa o an ağlarken en saf insandınız. o halde huzur, en saf halimizdir. bizim en anlamlı yanımızın doyum anıdır. son tahlilde mutluluk görünene, huzur görünmeyene talip olmaktır. ve huzur süreç işidir.
hoş görü kelimesi bütün masum görüntüsüyle faşizmin serlevha sloganı... hoşgördüm onu! sen kimsin ki hoş görüyorsun? biz ulus olarak şu ulustan hoşgörü bekliyoruz! ne büyük yanılgı. hoşgörü otoritenin bakış açısıdır. yani bir büyüğün küçüğü idare etmesidir. otoritenin kendisinden başkasına müsamaha göstermesidir. oysa faşist eğilimlerin ortdan kaldırılması gerektiği bir dünyada yaşıyoruz. birbirimizi hoş görmeyelim. birbirimizi kendi konumunda kabul edelim. birbirimizin tercihleri için mücadele edelim. düşmanımızın kendini ifade etmesi için, demokrasi şövalyesi olalım. ama ne olur birbirimizi hoş görmeyelim. çünkü, hoş görü faşizmin kahvaltı tabağıdır.!
brezilya dizileri, melodramik kurgularıyla, geri kalmış bir dünyanın legal uyuşturucuları... yakışıklı erkeklerin, güzel kadınların 'esas' oldukları kristalize bir dünyanın, yapay iklimi. iş var mı? hayır! para var mı? hayır! idealizm var mı? hayır! bunlar yok da ben size en fiyakalısından bir brezilya dizisi versem! hay hay! bahtiyar olurum.
müthiş bir idealizmin kahramanı. oldukça parlak bir zeka. cüzzam hastalarına kendini adayacak kadar da alicenap, cesur, kararlı...bilim kadını... hayatını ülkemin çocuklarına değil, ideallerine adamış bir teresa. o kadar ki, bu idealleri gereği 'ikna odalarını' icat etmiş bir mucit. bilemediği tek şey, onun dışında da akan bir dünyanın olduğu idi. kardelenlere sahip çıkarken, krizantemleri budamaya çalışması hayatının en ilginç yanılgısıydı. ama herşeye rağmen o bu ülkede gözlerini açtı, bu ülkede kapadı. can kurtardığı kadar da can yaktı! ama tanrı değiliz hiç birimiz! onun hakkında ne ileri konuşabiliriz, ne geri. sadece fotoğraf çekeriz yaşamından. şimdi kendisi için, ikna odalarında ikna edilmeye çalışılan, sonra da okullarından kovulan krizantemler dua etmekteler. bu bilinsin. keşke dinleyebilseydi bir krizantemi. dokunabilseydi onların parlak dünyalarına, kırılmışlıklarına, kadınlıklarına... ama türkan hoca gitti, hayatakıyor durmadan... krizantemler ve kardelenler...el ele, gönül gönüle renkvermekteler, ışık vermekteler parlak türkiye bahçesinde...
kalın çerçevelerine rağmen çok net gördü görmesi gerekenleri üstad! sonra kaldırdı irfanla arasındaki tüm engelleri.camları.gözbebeğini. retinayı. ona kör dediler göremeyenler. oysa o karanlık iklimlerinde dünyanın, ötenin aydınlığını görüyordu! bu gökkubbe altında cemil meriç kolay olunmuyordu....
insan, unutan demek. yani nisyan ile malul olan. dün verdiği sözleri bugün hatırlamayan... unutmadık mı 'elesti birabbikum! ' ifadesine verdiğimiz 'beli' karşılığını. unutmadıksa nedir yaşadığımız ve yaşattığımız kaos! insan şairin ifadesinde alemin göz bebeği. hem göz, hem gözün bebeği. türkçe'de bu iki kelimenin taşıdığı tüm çağrışımları getirin yanyana. ve tekrar dinleyin şairi. alemin göz bebeği.küçük bir toplu iğne saplarsanız gözün bebeğine ne olur? karanlığa bürünür her yan. varlık setredilir koca bir karanlıkla. karanlığımız alemin gözbebeğine toplu iğne saplamamızdan olmasın sakın. ve ekliyor şair. insan, kainatın özü. yani özeti. o halde insan koca bir kainat, kainat da büyük bir insan. o zaman insanı anlayan kainatı, kainatı anlayan insanı anlamıştır. zaten bezm-i ezelde verdiğimiz 'beli' sözünün de 'sürgün ülkedeki' karşılığı bu kainatın ve insanın sırrını çözmek değil miydi? insan, unutan! insan ala-yı illiyin ve esfel-i safilin uçlarında gezen bir seyyah! ve elbette eşref-i mahlukat! insan, unutan! hatırlamalı insan. hayır hatırlamamalı. hiç unutmamalı. insan, bir emriyodan yaratılan koca bir destan...
ben, 'gizli bir hazine iken, bilinmek isteyip, evreni yaratanın' tecellisi... güzeller güzeli'ni, bilebilmek, bulabilmek için elimize verilmiş bir mihenk taşı. çok beslendiğinde firavunlaşan, nemrutlaşan bir mekanizma. öteler ötesine açılan sihirli kapının tokmağı:ben! neticede sokrates'in akademisinin kapısına astığı 'kendini bil! 'sırrının hem öznesi hem nesnesi. kutsi beyandaki 'kendini bilen rabbini bilir! ' ifadesinin yankısı. ve en son çileli dervişim yunus'un dilinde bir kırağıdır ben:ilim ilim bilmektir/ ilim kendin bilmektir! / sen kendin bilmezsen /ya bu nice okumaktır! ' sahi ben'i okudunuz mu? ya da fuzuli koysun son noktayı azeri türkçesi ile...ger men men isem nesen sen ey yar/ ger sen sen isen neyem men-i zar! (eğer ben ben isem sen kimsin, eğer sen senden ağlayan ben kimim) yani, fena... ben, ene, ego...
gül alan, gül satan, gülü gülle tartan bir medeniyetin çocukları dirilerine duydukları saygının aynısını ölülerine de göstermektedir. en azından yakın bir zamana kadar böyledi.
yaşam özetlerinin mezar taşına yansıtıldığı kaç ülke, kaç medeniyet vardır şu gökkubbe altında. müslüman istanbulun başkenti ola eyüp sultan'daki mezarlara baktığımızda koca bir sanat galerisini gezmiş gibi oluruz. her taş koca bir öyküyü, muhteşem bir macerayı taşımaktadır sırtında. baktığımızda kimin padişah, kimin şehzade, kimin alim, kimin din adamı olduğunu, medfunun cinsiyetini bile anlıyoruz. ama bütün bunların üzerinde, yankısız sözcükler vardır ki, her biri gerçekten sessiz bir şiirdir. bu mezarlarda gezerken beni en çok sarsan ifade 'va esefa' yazısı idi. yani yazıklar olsun! hayatımı dolu dolu yaşayamadığım için, daha demokrat, daha üretken, daha merhametli olamadığım, kısacası hayatımı gerçek anlamda dolu dolu geçiremedim için va esefa! var mısınız ölmeden önce mezar taşımıza yazılacak ifadeleri şimdiden hazırlamaya...herşey va esefa dememek için...ayrıca egomuz hayatımızın ortasına diktiğimiz mezar taşımız değil mi?
geriye dönmek demek irtica.
ama katı laikçi bir yapıda siyasi bir terim.
ve maalesef herkesin de algıladığı şekliyle din, dinsel olan...
faşist ve totaliter bakış açısının can simidi.
rant ve güç, iktidar elden gidiyorsa irtica gündemdedir.
modern zamanlarda bir bar kızı fadime şahin'in uçuk kahkahalarında, uyuşturucu üretici-satıcısı sahte şeyh ali kalkancının salyalarında saklı olandır irtica.
adı dinle imanla asla ve kat'a anılmayacak insanların şeyh, tarikat önderi, mürşid gibi ifadelerle cilalanan bir ergenekon artığıdır irtica.
irtica, islamın reddettiği, lanetlediği bir duruşun adıdır.
irtica, daha çok onu dillendirenlerin ülkeyi götürdükleri rotadır vesselam...
mutluluk, tenle ilgili olandır. su içip, susuzluğunu gidermek, yemek yiyip karnını doyurmak, kısacası bir ihtiyacını giderdikten sonra elde ettiklerindir. kısa sürelidir. devamlılığı için, beslenmesi, tetklenmesi lazımdır. belki de onun için kısa sürelidir. çünkü her zevkin bitişi, avuçlarında elem çiçekleri büyütür. elemler bittiğinde de haz ve mutluluk sürgünleri boy verir.
oysa huzur, oysa huzur, içimizde, ruhumuzda oluşan vahadır. dinginliktir, sakinliktir, ağlarken bile billur olma halidir. ağladığınızda kendinizi kanatlanmış gibi hissettiğiniz olmadı mı? oysa o an ağlarken en saf insandınız. o halde huzur, en saf halimizdir. bizim en anlamlı yanımızın doyum anıdır.
son tahlilde mutluluk görünene, huzur görünmeyene talip olmaktır.
ve huzur süreç işidir.
ferhat'ın şirin yar için bisütun dağına vurduğu nesne.
hoş görü kelimesi bütün masum görüntüsüyle faşizmin serlevha sloganı...
hoşgördüm onu! sen kimsin ki hoş görüyorsun?
biz ulus olarak şu ulustan hoşgörü bekliyoruz!
ne büyük yanılgı. hoşgörü otoritenin bakış açısıdır. yani bir büyüğün küçüğü idare etmesidir. otoritenin kendisinden başkasına müsamaha göstermesidir. oysa faşist eğilimlerin ortdan kaldırılması gerektiği bir dünyada yaşıyoruz. birbirimizi hoş görmeyelim. birbirimizi kendi konumunda kabul edelim. birbirimizin tercihleri için mücadele edelim. düşmanımızın kendini ifade etmesi için, demokrasi şövalyesi olalım. ama ne olur birbirimizi hoş görmeyelim. çünkü, hoş görü faşizmin kahvaltı tabağıdır.!
brezilya dizileri, melodramik kurgularıyla, geri kalmış bir dünyanın legal uyuşturucuları...
yakışıklı erkeklerin, güzel kadınların 'esas' oldukları kristalize bir dünyanın, yapay iklimi.
iş var mı? hayır!
para var mı? hayır!
idealizm var mı? hayır!
bunlar yok da ben size en fiyakalısından bir brezilya dizisi versem! hay hay! bahtiyar olurum.
müthiş bir idealizmin kahramanı.
oldukça parlak bir zeka.
cüzzam hastalarına kendini adayacak kadar da alicenap, cesur, kararlı...bilim kadını...
hayatını ülkemin çocuklarına değil, ideallerine adamış bir teresa.
o kadar ki, bu idealleri gereği 'ikna odalarını' icat etmiş bir mucit.
bilemediği tek şey, onun dışında da akan bir dünyanın olduğu idi.
kardelenlere sahip çıkarken, krizantemleri budamaya çalışması hayatının en ilginç yanılgısıydı.
ama herşeye rağmen o bu ülkede gözlerini açtı, bu ülkede kapadı.
can kurtardığı kadar da can yaktı!
ama tanrı değiliz hiç birimiz!
onun hakkında ne ileri konuşabiliriz, ne geri. sadece fotoğraf çekeriz yaşamından.
şimdi kendisi için, ikna odalarında ikna edilmeye çalışılan, sonra da okullarından kovulan krizantemler dua etmekteler. bu bilinsin.
keşke dinleyebilseydi bir krizantemi. dokunabilseydi onların parlak dünyalarına, kırılmışlıklarına, kadınlıklarına...
ama türkan hoca gitti, hayatakıyor durmadan...
krizantemler ve kardelenler...el ele, gönül gönüle renkvermekteler, ışık vermekteler parlak türkiye bahçesinde...
kalın çerçevelerine rağmen çok net gördü görmesi gerekenleri üstad! sonra kaldırdı irfanla arasındaki tüm engelleri.camları.gözbebeğini. retinayı. ona kör dediler göremeyenler. oysa o karanlık iklimlerinde dünyanın, ötenin aydınlığını görüyordu! bu gökkubbe altında cemil meriç kolay olunmuyordu....
insan, unutan demek. yani nisyan ile malul olan. dün verdiği sözleri bugün hatırlamayan...
unutmadık mı 'elesti birabbikum! ' ifadesine verdiğimiz 'beli' karşılığını.
unutmadıksa nedir yaşadığımız ve yaşattığımız kaos!
insan şairin ifadesinde alemin göz bebeği. hem göz, hem gözün bebeği. türkçe'de bu iki kelimenin taşıdığı tüm çağrışımları getirin yanyana. ve tekrar dinleyin şairi. alemin göz bebeği.küçük bir toplu iğne saplarsanız gözün bebeğine ne olur? karanlığa bürünür her yan. varlık setredilir koca bir karanlıkla. karanlığımız alemin gözbebeğine toplu iğne saplamamızdan olmasın sakın.
ve ekliyor şair. insan, kainatın özü. yani özeti. o halde insan koca bir kainat, kainat da büyük bir insan. o zaman insanı anlayan kainatı, kainatı anlayan insanı anlamıştır.
zaten bezm-i ezelde verdiğimiz 'beli' sözünün de 'sürgün ülkedeki' karşılığı bu kainatın ve insanın sırrını çözmek değil miydi?
insan, unutan!
insan ala-yı illiyin ve esfel-i safilin uçlarında gezen bir seyyah!
ve elbette eşref-i mahlukat!
insan, unutan!
hatırlamalı insan.
hayır hatırlamamalı.
hiç unutmamalı.
insan, bir emriyodan yaratılan koca bir destan...
ben, 'gizli bir hazine iken, bilinmek isteyip, evreni yaratanın' tecellisi...
güzeller güzeli'ni, bilebilmek, bulabilmek için elimize verilmiş bir mihenk taşı.
çok beslendiğinde firavunlaşan, nemrutlaşan bir mekanizma.
öteler ötesine açılan sihirli kapının tokmağı:ben!
neticede sokrates'in akademisinin kapısına astığı 'kendini bil! 'sırrının hem öznesi hem nesnesi. kutsi beyandaki 'kendini bilen rabbini bilir! ' ifadesinin yankısı. ve en son çileli dervişim yunus'un dilinde bir kırağıdır ben:ilim ilim bilmektir/ ilim kendin bilmektir! / sen kendin bilmezsen /ya bu nice okumaktır! '
sahi ben'i okudunuz mu? ya da fuzuli koysun son noktayı azeri türkçesi ile...ger men men isem nesen sen ey yar/ ger sen sen isen neyem men-i zar! (eğer ben ben isem sen kimsin, eğer sen senden ağlayan ben kimim) yani, fena...
ben, ene, ego...