Vıladimir İliç Uliyanof Lenin 1870 tarihinde doğdu. Rusya'da büyük Bolşevik ihtilalini yapanlardan biri olan Lenin, bugünkü Sovyet idaresini kurarak, o rejimin diktatörlüğünü ve hükümet başkanlığını yaptı. Asıl adı Viladimir İliç Ulyanof'dur. Cihan harbi sırasında yazdığı 'Halk Dostları Kimlerdir ve Sosyal Demokratlar Nasıl Çarpışırlar' adlı kitabını Lenin diye imzalamıştır. Lenin, 1918'de fabrika işçilerine konferans verip çıkarken dört kurşunla yaralandı. 1922'de sağ tarafına bir felç geldi ve dili tutuldu. 1924 yılında Gorki'de öldü.
Atatürk'de Peygamber Efendimizi çok iyi tanımış, onun üstün özelliklerini çeşitli vesilelerle anlatmıştır:
'O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür.'
'Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harbte bile askerî dehâsı kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Hz. Muhammed (sav) bu harb sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi. '
'O'nun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar.
Hz. Muhammed (sav) 'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir'de kazandığı zafer, fani insanların karı değildir; O'nun peygamber olduğunun en kuvvetli işareti işte bu savaştır'
Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılacağı 23 Nisan 1920 Cuma günü, yurdumuzun her köşesinde Milli ve dini törenler yapılması maksadıyla uzun bir program hazırlamış ve bu büyük tarih olayının bütün milletimize yüksek bir heyecanla duyurulması hususunda bir tamim yayınlamıştır. Yayınlanan bu tamimde Meclis'in açılışının, özellikle kutsal gün olan Cuma günü yapılacağı, manevi bir güç sağlaması bakımından Hacı Bayram Veli Camiinde kılınacak Cuma namazını müteakip Kur'an okunup, dualar yapılacağı ve bilahare Meclis'e gidilerek dua okunup kurban kesileceği, Meclis'e gidilmeden önce hatim okunacağı, ancak; hatimin son bölümünün Meclis'in önünde okunacağı, yurt sathında da Kur'an ve hatim okunacağı ve Salavat-ı Şerife getirileceği, ayrıca Cuma namazından önce uygun suretle mevlidi şerif okunacağı belirtilmiştir
Bu tamim gereğince de, 23 Nisan 1920 Cuma günü Ankara'nın Ulus semtinde Hacı Bayram Veli Camiinde kılınan Cuma Namazından sonra Peygamberimizin Sancak-ı Şerif-i ve Sakal-ı Şerif-i taşınarak tekbirlerle, salat-ü selamlarla, şimdi Ulus meydanı altında müze olan Meclis binasına gelinmiş, kesilen kurbanlardan, yapılan dualardan sonra saat 13.45'ten en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Beyin Başkanlığında 120 Milletvekiliyle Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıp tarihi görevine başlamıştır.
Atatürk Kuran okutulmasına da son derece önem vermiştir. Hafız Zeki Çağlarman Atatürk'ün bu yönünü şöyle anlatmıştır:
'Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım'la uzun yıllar komşuluk yaptık. Her yıl Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine; 'Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme'der ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içerisinde para verirdi.' (Din Toplum ve Kemal Atatürk, Ercüment Demirer, s.10)
'Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.... İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz' (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s. 90)
'Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor.' (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93)
'Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur.' (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 1, s. 225)
Başvekili İsmet Paşa için, 1920'li yıllarda, Türkiye'nin 'Demiryolu Politikası ' şöyle görünüyordu: '...her sene devlet bütçesinden, ne kadar mütevazı olursa olsun, bir tahsisat ayırarak, memleketi bir ucundan öbür ucuna kadar, yıldan yıla ilerleyen bir demiryolu şebekesine kavuşturmak mümkündür. Tam bir inançla bütçede buna başladık. Hatta Milli Mücadele esnasındaki daha mütevazı bütçe ile bile, Ankara'dan Sakarya boyuna kadar demiryolu ilerletmeye gayret etmiştik. Harpten sonra, demiryolu yapabilmek için her çareye başvurduk.' ('Hatıralar', 1.cilt, s.263, Bilgi Yayınevi, 2. Basım, 1993) .
Oysa 1997'yi bitirmek üzere iken, gazetecinizde yayımlanan şu habere bir bakın: '...1980 yılında hazırlanan Ulaştırma Ana Planı'na göre, 1993 yılına kadar demiryollarımızın taşımacılık alanındaki payı 'yüzde 20'ye çıkartılacak, karayollarının payı ise yüzde 36'ya düşürülecekti; oysa bu plan hedefleri için, ciddi hiçbir girişimde bulunulmadığı gibi, tam tersine, aynı plana aykırı olarak 'otoyol hamleleri' başlatıldı.' (Cumhuriyet, 22 Aralık 1997) .
Oysa Türk halkı öylesine 'demiryolcu' bir halktır ki, 'kara tren' yalnız halk türkülerine girmekle kalmamış; en güçlü şairlerimizin şiirlerinde baş yeri almıştır.Nazım Hikmet, onlardan birisi.İster misiniz, mahvolmaya terk ettiğimiz o demiryolu evrenini, bir de Nazım'ın, pırıltılı merceğinden görelim?
'Bembeyaz karanlıkta parlayan raylar' 1932'de, şöyle bir istasyon resmi çizivermiştir: 'Camların üstünde gece ve kar / Bembeyaz karanlıkta parlayan raylar / uzaklaşıp kavuşulmamayı hatırlatıyor./ İstasyonun / üçüncü mevki bekleme salonunda / çıplak ayaklı bir kadın yatıyor / Ben dolaşıyorum. / Gece ve kar -pencerelerde- / Bir şarkı söylüyorlar içerde...' ('Bütün Eserleri', cilt 1, s.257, Narodna Prosveta, Sofya 1967) .
Fakat asıl, 'Memleketimden İnsan Manzaraları'! .. Eserin bütünü,Anadolu Expresi'nin seferi boyunca yürütülmüştür; çarpıcı flash/back' lerle Cumhuriyet Türkiye'sinden -kuruluşundan bu yana- çarpıcı 'insan manzaraları' veriliyor. '...kalktı Pendik'ten 15.45 katarı / Lokomotif / Makinist Alaeddin / çözdü mavi tulumunun göğsünü bir düğme daha / başını dışarı çıkarıp / baktı arkaya. / Furgon / ve beş tane binek vagonu / -yataklı,yemekli dahil - / ve altı tane marşandiz / birbiri peşinde sallanarak / geliyorlar / Ne zaman böyle arkaya baksa Alaeddin / -bilhassa rampalarda- / bir halata bağlayıp vagonları / kendi omuzunda çekiyormuş gibi olur. / Ve inişlerde / korkunç ağırlığını arkadan itilmenin ortasında duyar / Vagonlar geliyorlar sallanarak / Eskişehir-Haydarpaşa, Haydarpaşa-Eskişehir / 28'den beri, / yolcular iner biner / makinalar değişir / Alaeddin yerinde / Alaeddin değişmez! ..'
Bir de, insanı bilinmez hangi yolculuğun kahredici çağrışımlarına götüren, şu bölümü okur musunuz lütfen: '...Ay ışığında / karanlık bir istasyona girdi / karanlık bir tren / Siyah elbiselerin sarışını baktı pencereden: mavi camdan bakılınca bu karanlık istasyon / ışıksız insanlar / hazin ve telaşlıydılar bir kat daha / Orda sanki fısıltılarla birşeyler konuşuluyor: ölüm için, ayrılık için, sabahsız geceler için / Ve havada şıkır şıkır ay ışığı olduğu halde / yerde rayların parıltısı yoktu / ancak beş on adım görünüp kayboluyordular / Yalnız iki direkte elektrik yanıyordu / arka yola çekilmiş açık yük vagonlarının üzerinde / (ve bunların mühimmat yüklü olduğu belliydi brandalarından) / İstasyon yapısı ve müştemilatı / öyle yığınla simsiyah karmakarışıktı ki / yolcular vagonlarını ve birbirlerini kaybederek / koşuyordu peronda / Bir kadın çığlığı geldi yemekli vagona kadar / -Hatice kız nerdesin? ' (Aynı eser, s.190) .
Söyler misiniz, hangimiz o ay ışığı istasyonlarının ürkütücü telaşını yaşamamış; hangimiz, arlık 'kara vagon' kapılarından, bacaklarını boşluğa sallamış, cigara içen 'Mehmetçikler' i görüp, içlenmemiştir? Bazı bazı, üstü açık vagonlarda, branda ile örtülü topları görür, irkilirdik; içimizden, kim olduğunu bilmediğimiz birileri, kederli bir sesle: '-Trakya' ya gidiyorlar' derdi. '...Naziler hududa dayandı! '; o zaman, el yazması kopyalarından ezberlediğimiz, o mısralar gelirdi dudaklarımıza: '...gece gündüz cephelere sevkıyat gider / Nerede başlayıp nerede biter / Ocağında çam ağacı yakan trenler / Hat boyları yanmış odun kokusu / Askeriye'de hat boyunun tapusu / Memetçik Memet / Memetçik Memet / dört Cephe içinde koptu kıyamet! ..' (Aynı eser, s.62/64) .
O demir yolları ki hayatımızdır... Anadolu'da demiryolu bir efsanedir: bunu çok iyi kavramış olan Nazım, 'Manzaralar'da öyle bir örgü dokumuştur ki, içisıra kuva-yı Milliye' nin atlılarından, Şoför Ahmet'ten, Arhavi'li İsmail'den; 40 Karanlığı'nın elleri kelepçeli trene bindirilen 'siyasileri'ne, gittikçe palazlanan 'milli' burjuvazinin şampanya kadehlerine kadar, herşeyi bulabilirsiniz.Hiç unutmam,bilinmez kaçıncı defa okuduğum bir akşam, heyecan içinde düşünmüştüm; böyle müthiş bir metin elde iken, acaba niçin televizyon yapımcılarımız,incir çekirdeği doldurmaz lüzumsuzlukları 'dizi' yapacağım diye vakit, emek ve para sarf ederler?
Memleketimden İnsan Manzaraları'ndan, adına layık bir dizi, hem Anadolu'nun ve Anadolu insanının hem de demiryollarının 'destanı' olurdu. O demiryolları ki, kırmızı/yeşil bayraklı yorgun makasçıları; tünelleri ve asma köprüleri bekleyen münzevi nöbetçileri; kırmızı şapkalı hareket memurları, vakur şeftrenleri ve ay/yıldızlı vagon pencerelerinden hiç eksik olmayan, çıplak kavakları, narin salkım söğütleri, kederli çınarlarıyla -hiç çıkmamak üzere- hayatımıza girmiştir, zaten hayatımızdır; nasıl gaflete düşer de onları içten içe çürütmeye, dağılmaya, yok olmaya terk ederiz?
İsmet Paşa'nin Demiryolu Politikası'nı, bir de,madalyonun arka yüzünü çevirerek,irdelemekte fayda yok mudur? Aslında bu,'erken'Cumhuriyet dönemi iktisat politikasinin, mercek altına alınması demek; o politika,Gazi'nin şu sözlerinde mündemiç sayilabilir:
'...yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün esasları, bütün programları 'iktisat programı'ndan çıkmalıdır.Binaenaleyh evlatlarımızı o suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara o suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, alem-i ticaret,ziraat ve sanatta ve bütün bunların faaliyet sahalarında müsmir olsunlar,faal olsunlar,ameli bir uzuv olsunlar'. (Enver Ziya Karal,'Atatürk'ten Düşünceler',s.101,İş Bankası Kültür Yayınları,1956) .
Bu düşüncenin nereden geldiğini anlamak için,Gazi'nin bir başka tesbitine göz atmak gerekiyor; O'nun 'fikr-i sabiti' ekonomiyi, dolayisiyla ticareti ve sanayii 'ağyar'ın elinden kurtarmak, yani 'millileştirmek'di; yarı yarıya sömürge olan Devlet-i Aliyye'nin 'ulusal' bir ekonomisi yoktu,oysa Mustafa Kemal'ulusal demokratik bir devrim'in lideriydi; ekonomide, tam bağımsızlıktan ve kendi içinde tutarlılıktan yanaydı.Demiştir ki:
'...ticarette düşüneceğimiz şey, ihracat ve ithalatimiza tavassut vazifesini gören ticareti ağyar elinden kurtarmaktadır.Maateessüf bu ticaret artık kendi elimizde değildi.Milli ticaret müesseseleri birer birer elimizden çıkmıştı.Artık halkımızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için, ticaretin hariç ellerde bulunmasına mani tedabiri ittihaz etmek mecburiyetindeyiz...' (Aynı eser,s.195)
Tadına vardınız mı? Günümüzdeki 'küreselleşme' meraklılarını çatlatmak istermişcesine,'tüccarı zengin edebilmek için ticaretin hariç ellerde bulunmasını önleyecek önlemleri almak zorundayız' demiş! İşte,'Demiryolları politikası'nın, ülkemizde'devlet eliyle burjuvazi oluşturma' teşebbüsü, bu noktadan hareket etmiştir.
Haksız mıydı? O tartışılabilir,ama gerçek budur...
İlk milyonerler nasıl yetişmişti? Zaten İsmet paşa, o bahis açılınca ne demişti hatırlayınız:'...bu hatta çalışan mühendislerimiz, hiç bir yabancı mühendisin bulunmadığı istikametlerde, kendi başlarına, hatları yapacak hale gelmişlerdi.Muhendislerimiz ilk tecrübeleri kazandıktan sonra, zamanla daha iyi eserler vücüda getiriyorlardı.'(Hatıralar, Cilt 1.s.256. Bilgi Yayınevi, 2.Basım, 1992) Öyleydi de, acaba yalnız mühendislerimiz mi, tecrübe kazanmış, en çetrefil arazide, en müşkül hatları döşer olmuşlardı? İşin içinde 'yerli' müteahhitler de yok muydu? Elbette vardı! Şimdi isterseniz, Doğan Avcıoğlu'nun, söylediklerine bir kulak verelim:
'...bu(demiryolculuk) politika, yerli kapitalistlerin yetişmesini sağlamıştır:Ankara/Ereğli, Kütahya/ Balıkesir,Keller/Diyarbakır hatlarının inşaı The Swedish Co.Julius Berger gibi yabancı firmalara verilmistir.İnşaatçılık konusunda yerli müteahhitler de, kendi başlarına iş almaya koyulmuşlar, Samsun/Turhal,Kayseri/Sivas,Turhal/Sivas hatlarını yapmışlardır.Mesela Nemlioğlu Galip Bey'in Samsun inşaatına talip olması, Gazi'yi çoşturmuş ve 'Efendiler,Merkezi Anadolu'nun iskelesi olan Samsun'u Sivas'a bağlayacak demiryoluna başlarken, Nemlioğlu'ların hakiki programa fiilen tevessülleri ne kıymetli misal olmuştur'diye onu övmüştür.'(Türkiye'nin Düzeni, s.213. Bilgi Yayinevi,1968)
Daha da ilginci, ünlü (Limancı) Ahmet Hamdi Bey'e (Başar) göre, ilk milyonerlerimiz demiryollarının yaratmış olması.'Barış Dünyası' Dergisinin 63.sayısında demisti ki:
'...biz henüz kendi adamlarımızla ve kendi paramızla demiryolu yapamayacağımızı bildiğimizden, bu işleri başlangıçta bir İsveç grubuna vermiştik.Fakat aradan bir iki yıl geçince, bu grubun emrinde çalışan Türk taşeronları yetişmiş ve devletten, doğruca müteahhit olarak, işleri onlar üzerine almaya başlamıştı. En çok ve en çabuk ray döşeyen, hadsiz hesapsız para kazanıyordu.Vahit fiyat üzerine işi taahhüt edenler, bu fiyata esas olan işçi kazması yerine ekskavatör kullanınca maliyetler üç dört misli azalıyor, karlar da o ölçüde çoğalıyordu.İlk milyonerlerimiz böyle doğdu.'
Nasıl, beğendiniz mi? Mustafa Kemal'ini Sa'y Misak-i Millisi' ile tasarladığı, 'ulusal' ve 'bağımsız' ekonomi politikası; daha 'demiryolu politikası', uygulamada 'yerlileşmeye' başlar başlamaz; sonraki oligarşinin (bürokrasi + burjuvazi) , öteki ayağını 'yaratmaya' koyulmuştu.Bu 'ikinci ayak', zamanla, günümüzdeki Dr.Frankenstein'in yarattığı 'Canavar' haline dönüşecek, 'bürokrasi'ye kök söktürecekti.
İki devrimin ortak talihsizliği Demiryolu bahsini kapatmadan, o eski tartışmaya değinmek isterim:Sovyet Devrimi ile Anadolu Devrimi, ortak bir talihsizliği paylaşırlar; ikisinin de 'tabanlarında', onları yaratması gereken 'sosyal sınıflar' yoktur; ne Rusya'da çok gelişmiş ve kalabalık bir işçi sınıfı vardır, ne Anadolu'da çıkarını bilip ulusal pazarı ecnebiyle bırakmak istemeyen bir ulusal burjuvazi!
Her iki devrimi de, sonunda talihsiz bir merkeziyetçi bürokrasi diktasına dönüştüren bu olmamış mıdır? Ruslar, sanayileşme ve elektrifikasyon politikalarıyla, işçi sınıflarını 'sereda' yetiştirmeye kalkıştılar; biz, 'demiryolu politikası'yla başlayarak, ulusal burjuvazimizi 'sereda' yetiştirmeye kalkıştık; ne onların işçi sınıfı, klasik şemaya, gelişmiş ülkelerdeki işçi sınıfına benzedi, ne bizde burjuvazi, aynı şemaya göre gelişmiş ülkelerdeki burjuvaziye!
Şu içinde debelendiğimiz başıboşluğun altında bu yatıyor olmasın?
Sanırım konuşmuştuk: 'Türkçü'nün tabanı Rusya'daki 'Cedit' hareketidir; yani en baştaki 'Türkçüler'! .. Gaspıralı İsmail Bey (Gaspirinskiy) , daha o zaman, Türkçülüğü, Çarlık istibdadı ve emperyalizmi ile işbirliği yapan, Buhara 'irticaı'na karşı anti/emperyalist, laik ve ulusal bir zemine oturtmamış mıdır? : Dilde, işde ve kültürde, Türklerarası bir 'cephe'den yanaydı.
Bu tarih gerçeğinden, hemen iki önemli sonuç çıkar: 1/ Osmanlı döneminde 'ittihatçı' Enver Paşa'nın Wilhelmstrasse (Kayzer'in Dışişleri Bakanlığı) kökenli İslamcı Pan/Türkizm'inin, Türkçülük'le alakası çok tartışmalıdır. 2/ Buhran döneminin gerçek Türkçüleri, 1919'da Enver Paşa'dan yana değil, Mustafa Kemal Paşa'dan yana çıkmışlardır; çünkü, o da Türkçüydü, hem de gerçeği!
Örnek kolay: Yusuf Akçura da Ziya Gökalp de, Müdafaa-i Hukuk'un baş destekliyicisi olmuşlardı; Mustafa Kemal Milliyetçiliği, bu ikisinin fikir sentezidir. Daha ilginci, Cihan İslam İhtilali için, Basmacılar'la Türkistan'da ihtilal yapmaya giden, Enver Paşa'yı, yanılmıyorsam, Buhara'da bir başka Türkçü, Zeki Velidi Togan (Validof) bulmuş, konuşmuş, caydırmaya çalışmıştır. Gerçekte, Türkçülük, Gaspirinskiy'den Molla Nur Vahidof'a, Validof'tan Sultan Galiyef'e, Mustafa Kemal'den Ziya Gökalp'e, Mustafa Suphi'den Şevket Süreyya'ya, Türklerin 'tam bağımsızlık'çı anti/emperyalist halk cephesiydi. Bunu böyle saptamadıkça, 'Türkçülüğü', çıkarları için kullanmak isteyen 'ecnebi'nin tuzağına düşülür.
Düşülmüştür de!
'Cumhuriyet'e ve laikliğe sahip çıkmak! ...
Bu yüzden, 'Yeni Hayat' dergisinde ileri sürülen fikirler, her bakımdan ilginç; 'ülkücü' kesimindeki 'intibahı' tescil ettiği için de, anlamı ve önemi, büyük! Dergi, bir yazısında, Enver Paşa 'Turancılığı' ile 'Mustafa Kemal Türkçülüğü' arasında, kesin ve net tercihini, ikinciden yana yapıyor:
'...bizim yolumuz, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp ve Atatürk'ün yoludur. Bunun için Cumhuriyet'e laikliğe sahip çıkmak, emperyalizme karşı savaşmak, akıl mantık ve bilimsellikten sapmadan, gerçekçilikten uzaklaşmadan ama cesur adımlar atmak zamanı gelmiştir..'
'...bugünün Türkçüleri de, tıpkı Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp ve Atatürk gibi gerçekçi, akılcı, mantıklı ve bilimsel çizgiden sapmadan, en az onlar kadar cesur olmak ve tabii ki yerlerini iyi tayin etmek zorundadırlar...' ('Yeni Hayat', Ekim 1997, s.21)
Aynı yazıda, Enver Paşa'yla ilgili olarak şu satırlar dikkat çekiyor:
'...Enver Paşa'nın 'Türkçü' olduğunu söylemek mümkün değil. Yine aynı şekilde, 'Turancı' olduğunu söylemek de mümkün değildir. Enver Paşa ihtiraslı bir insandı. Yükselmek ve hükmetmek onun başlıca ihtirasıydı. (...) Almanya Enver Paşa'nın bu ihtirasını iyi değerlendirmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nda Almanya'nın yanında savaşa girişimiz, Enver Paşa'nın Almanların direktiflerini uygulamaktan ibaret olan şahsi kararı ile olmuştur. (...) Savaşa girişimiz ile birlikte 'Kutsal Cihat' ilan edilmiş, bütün Müslümanlar Halife'nin sancağı altında Osmanlı devleti yanında İngilizler'e karşı savaşa çağrılmıştır. (...) Ne var ki İslamcılıktan umduğunu bulamayan Enver paşa, 1917 Ekim devrimi ile Rusya'daki Türklere bağımsızlık yolu da açılınca Turancılık söylemini ve stratejisini öne çıkarmıştır. Görülüyor ki Enver Paşa'nın oturmuş bir fikir yapısı, ideolojik tutarlılığı yoktur. (...) Şimdi Paşa Türkistan'a gitti, Basmacılar'a katıldı ve şehit oldu diye Tuırancı olarak nitelendirmek mümkün değildir, tıpkı, Moskova günlerinde Bolşevik nutuklar attığı için komünist diyemeyeceğimiz gibi'... ('Yeni Hayat' Ekim 1997, s.18/19.)
İbret verici bir 'intibah tablosu'
Sanırım asıl önemli mesaj, 'Yeni Hayat'ın, Soğuk Savaş döneminden bu yana, belki de ilk defa,MHP ve yandaşlarını Türkçülük tarihi içinde doğru 'tanımlama' çabasıyla verilmektedir; çünkü bu 'Türkçü' dergiye göre. MHP ve yandaşlarının çoğu, 'Enver Paşa kafasında bir milliyetçilik' yapmaktadır.
O da açık ve seçik olarak, beyaz üstünde siyah, şöyle belirtilmiş: '...Bugün de milliyetçi olduğunu iddia eden gerek MHP olsun, gerekse pek çok vakıf, dernek vs. Olsun, Enver Paşa kafasında milliyetçidir; yani akıl ve mantık dışı, gerçekçilik ve bilimsellikten uzak, ihtiraslı ve çıkarcı! Tabii ki gerek partinin tabanı, gerekse söz konusu vakıf derneklerin boğaz tokluğuna çalışan gönüllülerini kasdetmiyorum. Kasdettiğim bunların ihtiraslı yöneticileri ve yönetimlere talip olanlarıdır. Ve de bu camianın kimisi akademik unvan sahibi de olan sözde aydınlarıdır...'
Daha da çarpıcı olanı, MHP'de Türkeş'in ölümünü müteakip yaşanmakta olan envai çeşit çalkantı ve dalgalanmanın, asıl sebebi konusunda ortaya atılan 'teşhis' ve bu 'teşhis'in getirdiği 'mücadele platformu' ile ilgili sözler; açık ve seçik, -beyaz üstünde siyah- deniliyor ki:
'...senelerdir devlet ve millet adını kullanarak, hem devlet hazinesinden hem örtülü ödeneklerden, hem de temiz ve saf Türk insanının gönlünden koparak verdiği bağış paralarıyla servet üstüne servet yapan, milliyetçilikten geçinen Enver Paşa kafalı sahte milliyetçilerin maskesini bir bir indirmek, gerçek Türkçülerin görevidir....' ('Yeni Hayat', Ekim 1997, s.21)
Hayır, bu satırlar 'Marksist' ve 'solcu' bir dergiden alınmadı; zaten uzun uzun aktarmamın sebebi de budur; II. Dünya Savaşı'ndaki 'Irkçı/Turancı' - 'Soğuk Savaş'taki 'Ülkücü' görüntünün, SSCB hipoteğinin kalkmasından sonra, savunulamaz hale dönüşmesi, Türkiye'deki gerçek Türkçüleri, Türkçülüğün tabanını ve temellerini aramaya itmiş, bu da ümit verici bir 'intibah tablosu' ortaya çıkarmıştır.
Bunu her şeyden ve herkesten önce, anti/emperyalist, laik ve tam bağımsız Kemalistlerin ve sosyalistlerin değerlendirmesi gerekir; çünkü onlar da 'akıldan, mantıktan ve bilimsellikten' yanadırlar; aynen Gaspıralı İsmail Bey, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Molla Nur Vahidof, Sultan Galiyef, Mustafa Suphi ve Şevket Süreyya Bey gibi! ..
Attila Ilhan
' 'Türkçü'nün 'Ülkücü'ye Tepkisi ', (19.12.1997) Cumhuriyet Gazetesi
Vıladimir İliç Uliyanof Lenin 1870 tarihinde doğdu. Rusya'da büyük Bolşevik ihtilalini yapanlardan biri olan Lenin, bugünkü Sovyet idaresini kurarak, o rejimin diktatörlüğünü ve hükümet başkanlığını yaptı. Asıl adı Viladimir İliç Ulyanof'dur. Cihan harbi sırasında yazdığı 'Halk Dostları Kimlerdir ve Sosyal Demokratlar Nasıl Çarpışırlar' adlı kitabını Lenin diye imzalamıştır. Lenin, 1918'de fabrika işçilerine konferans verip çıkarken dört kurşunla yaralandı. 1922'de sağ tarafına bir felç geldi ve dili tutuldu. 1924 yılında Gorki'de öldü.
Atatürk'de Peygamber Efendimizi çok iyi tanımış, onun üstün özelliklerini çeşitli vesilelerle anlatmıştır:
'O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür.'
'Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harbte bile askerî dehâsı kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Hz. Muhammed (sav) bu harb sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi. '
'O'nun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar.
Hz. Muhammed (sav) 'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir'de kazandığı zafer, fani insanların karı değildir; O'nun peygamber olduğunun en kuvvetli işareti işte bu savaştır'
Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılacağı 23 Nisan 1920 Cuma günü, yurdumuzun her köşesinde Milli ve dini törenler yapılması maksadıyla uzun bir program hazırlamış ve bu büyük tarih olayının bütün milletimize yüksek bir heyecanla duyurulması hususunda bir tamim yayınlamıştır. Yayınlanan bu tamimde Meclis'in açılışının, özellikle kutsal gün olan Cuma günü yapılacağı, manevi bir güç sağlaması bakımından Hacı Bayram Veli Camiinde kılınacak Cuma namazını müteakip Kur'an okunup, dualar yapılacağı ve bilahare Meclis'e gidilerek dua okunup kurban kesileceği, Meclis'e gidilmeden önce hatim okunacağı, ancak; hatimin son bölümünün Meclis'in önünde okunacağı, yurt sathında da Kur'an ve hatim okunacağı ve Salavat-ı Şerife getirileceği, ayrıca Cuma namazından önce uygun suretle mevlidi şerif okunacağı belirtilmiştir
Bu tamim gereğince de, 23 Nisan 1920 Cuma günü Ankara'nın Ulus semtinde Hacı Bayram Veli Camiinde kılınan Cuma Namazından sonra Peygamberimizin Sancak-ı Şerif-i ve Sakal-ı Şerif-i taşınarak tekbirlerle, salat-ü selamlarla, şimdi Ulus meydanı altında müze olan Meclis binasına gelinmiş, kesilen kurbanlardan, yapılan dualardan sonra saat 13.45'ten en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Beyin Başkanlığında 120 Milletvekiliyle Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıp tarihi görevine başlamıştır.
Atatürk Kuran okutulmasına da son derece önem vermiştir. Hafız Zeki Çağlarman Atatürk'ün bu yönünü şöyle anlatmıştır:
'Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım'la uzun yıllar komşuluk yaptık. Her yıl Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine; 'Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme'der ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içerisinde para verirdi.' (Din Toplum ve Kemal Atatürk, Ercüment Demirer, s.10)
'Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.... İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz' (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s. 90)
'Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor.' (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93)
'Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur.' (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 1, s. 225)
Hadi, Konuşsana İsmet Paşa! ..
Başvekili İsmet Paşa için, 1920'li yıllarda, Türkiye'nin 'Demiryolu Politikası ' şöyle görünüyordu: '...her sene devlet bütçesinden, ne kadar mütevazı olursa olsun, bir tahsisat ayırarak, memleketi bir ucundan öbür ucuna kadar, yıldan yıla ilerleyen bir demiryolu şebekesine kavuşturmak mümkündür. Tam bir inançla bütçede buna başladık. Hatta Milli Mücadele esnasındaki daha mütevazı bütçe ile bile, Ankara'dan Sakarya boyuna kadar demiryolu ilerletmeye gayret etmiştik. Harpten sonra, demiryolu yapabilmek için her çareye başvurduk.' ('Hatıralar', 1.cilt, s.263, Bilgi Yayınevi, 2. Basım, 1993) .
Oysa 1997'yi bitirmek üzere iken, gazetecinizde yayımlanan şu habere bir bakın: '...1980 yılında hazırlanan Ulaştırma Ana Planı'na göre, 1993 yılına kadar demiryollarımızın taşımacılık alanındaki payı 'yüzde 20'ye çıkartılacak, karayollarının payı ise yüzde 36'ya düşürülecekti; oysa bu plan hedefleri için, ciddi hiçbir girişimde bulunulmadığı gibi, tam tersine, aynı plana aykırı olarak 'otoyol hamleleri' başlatıldı.' (Cumhuriyet, 22 Aralık 1997) .
Oysa Türk halkı öylesine 'demiryolcu' bir halktır ki, 'kara tren' yalnız halk türkülerine girmekle kalmamış; en güçlü şairlerimizin şiirlerinde baş yeri almıştır.Nazım Hikmet, onlardan birisi.İster misiniz, mahvolmaya terk ettiğimiz o demiryolu evrenini, bir de Nazım'ın, pırıltılı merceğinden görelim?
'Bembeyaz karanlıkta parlayan raylar'
1932'de, şöyle bir istasyon resmi çizivermiştir: 'Camların üstünde gece ve kar / Bembeyaz karanlıkta parlayan raylar / uzaklaşıp kavuşulmamayı hatırlatıyor./ İstasyonun / üçüncü mevki bekleme salonunda / çıplak ayaklı bir kadın yatıyor / Ben dolaşıyorum. / Gece ve kar -pencerelerde- / Bir şarkı söylüyorlar içerde...' ('Bütün Eserleri', cilt 1, s.257, Narodna Prosveta, Sofya 1967) .
Fakat asıl, 'Memleketimden İnsan Manzaraları'! .. Eserin bütünü,Anadolu Expresi'nin seferi boyunca yürütülmüştür; çarpıcı flash/back' lerle Cumhuriyet Türkiye'sinden -kuruluşundan bu yana- çarpıcı 'insan manzaraları' veriliyor. '...kalktı Pendik'ten 15.45 katarı / Lokomotif / Makinist Alaeddin / çözdü mavi tulumunun göğsünü bir düğme daha / başını dışarı çıkarıp / baktı arkaya. / Furgon / ve beş tane binek vagonu / -yataklı,yemekli dahil - / ve altı tane marşandiz / birbiri peşinde sallanarak / geliyorlar / Ne zaman böyle arkaya baksa Alaeddin / -bilhassa rampalarda- / bir halata bağlayıp vagonları / kendi omuzunda çekiyormuş gibi olur. / Ve inişlerde / korkunç ağırlığını arkadan itilmenin ortasında duyar / Vagonlar geliyorlar sallanarak / Eskişehir-Haydarpaşa, Haydarpaşa-Eskişehir / 28'den beri, / yolcular iner biner / makinalar değişir / Alaeddin yerinde / Alaeddin değişmez! ..'
Bir de, insanı bilinmez hangi yolculuğun kahredici çağrışımlarına götüren, şu bölümü okur musunuz lütfen: '...Ay ışığında / karanlık bir istasyona girdi / karanlık bir tren / Siyah elbiselerin sarışını baktı pencereden: mavi camdan bakılınca bu karanlık istasyon / ışıksız insanlar / hazin ve telaşlıydılar bir kat daha / Orda sanki fısıltılarla birşeyler konuşuluyor: ölüm için, ayrılık için, sabahsız geceler için / Ve havada şıkır şıkır ay ışığı olduğu halde / yerde rayların parıltısı yoktu / ancak beş on adım görünüp kayboluyordular / Yalnız iki direkte elektrik yanıyordu / arka yola çekilmiş açık yük vagonlarının üzerinde / (ve bunların mühimmat yüklü olduğu belliydi brandalarından) / İstasyon yapısı ve müştemilatı / öyle yığınla simsiyah karmakarışıktı ki / yolcular vagonlarını ve birbirlerini kaybederek / koşuyordu peronda / Bir kadın çığlığı geldi yemekli vagona kadar / -Hatice kız nerdesin? ' (Aynı eser, s.190) .
Söyler misiniz, hangimiz o ay ışığı istasyonlarının ürkütücü telaşını yaşamamış; hangimiz, arlık 'kara vagon' kapılarından, bacaklarını boşluğa sallamış, cigara içen 'Mehmetçikler' i görüp, içlenmemiştir? Bazı bazı, üstü açık vagonlarda, branda ile örtülü topları görür, irkilirdik; içimizden, kim olduğunu bilmediğimiz birileri, kederli bir sesle: '-Trakya' ya gidiyorlar' derdi. '...Naziler hududa dayandı! '; o zaman, el yazması kopyalarından ezberlediğimiz, o mısralar gelirdi dudaklarımıza: '...gece gündüz cephelere sevkıyat gider / Nerede başlayıp nerede biter / Ocağında çam ağacı yakan trenler / Hat boyları yanmış odun kokusu / Askeriye'de hat boyunun tapusu / Memetçik Memet / Memetçik Memet / dört Cephe içinde koptu kıyamet! ..' (Aynı eser, s.62/64) .
O demir yolları ki hayatımızdır...
Anadolu'da demiryolu bir efsanedir: bunu çok iyi kavramış olan Nazım, 'Manzaralar'da öyle bir örgü dokumuştur ki, içisıra kuva-yı Milliye' nin atlılarından, Şoför Ahmet'ten, Arhavi'li İsmail'den; 40 Karanlığı'nın elleri kelepçeli trene bindirilen 'siyasileri'ne, gittikçe palazlanan 'milli' burjuvazinin şampanya kadehlerine kadar, herşeyi bulabilirsiniz.Hiç unutmam,bilinmez kaçıncı defa okuduğum bir akşam, heyecan içinde düşünmüştüm; böyle müthiş bir metin elde iken, acaba niçin televizyon yapımcılarımız,incir çekirdeği doldurmaz lüzumsuzlukları 'dizi' yapacağım diye vakit, emek ve para sarf ederler?
Memleketimden İnsan Manzaraları'ndan, adına layık bir dizi, hem Anadolu'nun ve Anadolu insanının hem de demiryollarının 'destanı' olurdu. O demiryolları ki, kırmızı/yeşil bayraklı yorgun makasçıları; tünelleri ve asma köprüleri bekleyen münzevi nöbetçileri; kırmızı şapkalı hareket memurları, vakur şeftrenleri ve ay/yıldızlı vagon pencerelerinden hiç eksik olmayan, çıplak kavakları, narin salkım söğütleri, kederli çınarlarıyla -hiç çıkmamak üzere- hayatımıza girmiştir, zaten hayatımızdır; nasıl gaflete düşer de onları içten içe çürütmeye, dağılmaya, yok olmaya terk ederiz?
Hadi,konuşsana İsmet Paşa?
Attila İlhan
5.1.1998 Cumhuriyet
Madalyonun Arka Yüzü
İsmet Paşa'nin Demiryolu Politikası'nı, bir de,madalyonun arka yüzünü çevirerek,irdelemekte fayda yok mudur? Aslında bu,'erken'Cumhuriyet dönemi iktisat politikasinin, mercek altına alınması demek; o politika,Gazi'nin şu sözlerinde mündemiç sayilabilir:
'...yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün esasları, bütün programları 'iktisat programı'ndan çıkmalıdır.Binaenaleyh evlatlarımızı o suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara o suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, alem-i ticaret,ziraat ve sanatta ve bütün bunların faaliyet sahalarında müsmir olsunlar,faal olsunlar,ameli bir uzuv olsunlar'. (Enver Ziya Karal,'Atatürk'ten Düşünceler',s.101,İş Bankası Kültür Yayınları,1956) .
Bu düşüncenin nereden geldiğini anlamak için,Gazi'nin bir başka tesbitine göz atmak gerekiyor; O'nun 'fikr-i sabiti' ekonomiyi, dolayisiyla ticareti ve sanayii 'ağyar'ın elinden kurtarmak, yani 'millileştirmek'di; yarı yarıya sömürge olan Devlet-i Aliyye'nin 'ulusal' bir ekonomisi yoktu,oysa Mustafa Kemal'ulusal demokratik bir devrim'in lideriydi; ekonomide, tam bağımsızlıktan ve kendi içinde tutarlılıktan yanaydı.Demiştir ki:
'...ticarette düşüneceğimiz şey, ihracat ve ithalatimiza tavassut vazifesini gören ticareti ağyar elinden kurtarmaktadır.Maateessüf bu ticaret artık kendi elimizde değildi.Milli ticaret müesseseleri birer birer elimizden çıkmıştı.Artık halkımızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için, ticaretin hariç ellerde bulunmasına mani tedabiri ittihaz etmek mecburiyetindeyiz...' (Aynı eser,s.195)
Tadına vardınız mı? Günümüzdeki 'küreselleşme' meraklılarını çatlatmak istermişcesine,'tüccarı zengin edebilmek için ticaretin hariç ellerde bulunmasını önleyecek önlemleri almak zorundayız' demiş! İşte,'Demiryolları politikası'nın, ülkemizde'devlet eliyle burjuvazi oluşturma' teşebbüsü, bu noktadan hareket etmiştir.
Haksız mıydı? O tartışılabilir,ama gerçek budur...
İlk milyonerler nasıl yetişmişti?
Zaten İsmet paşa, o bahis açılınca ne demişti hatırlayınız:'...bu hatta çalışan mühendislerimiz, hiç bir yabancı mühendisin bulunmadığı istikametlerde, kendi başlarına, hatları yapacak hale gelmişlerdi.Muhendislerimiz ilk tecrübeleri kazandıktan sonra, zamanla daha iyi eserler vücüda getiriyorlardı.'(Hatıralar, Cilt 1.s.256. Bilgi Yayınevi, 2.Basım, 1992) Öyleydi de, acaba yalnız mühendislerimiz mi, tecrübe kazanmış, en çetrefil arazide, en müşkül hatları döşer olmuşlardı? İşin içinde 'yerli' müteahhitler de yok muydu? Elbette vardı! Şimdi isterseniz, Doğan Avcıoğlu'nun, söylediklerine bir kulak verelim:
'...bu(demiryolculuk) politika, yerli kapitalistlerin yetişmesini sağlamıştır:Ankara/Ereğli, Kütahya/ Balıkesir,Keller/Diyarbakır hatlarının inşaı The Swedish Co.Julius Berger gibi yabancı firmalara verilmistir.İnşaatçılık konusunda yerli müteahhitler de, kendi başlarına iş almaya koyulmuşlar, Samsun/Turhal,Kayseri/Sivas,Turhal/Sivas hatlarını yapmışlardır.Mesela Nemlioğlu Galip Bey'in Samsun inşaatına talip olması, Gazi'yi çoşturmuş ve 'Efendiler,Merkezi Anadolu'nun iskelesi olan Samsun'u Sivas'a bağlayacak demiryoluna başlarken, Nemlioğlu'ların hakiki programa fiilen tevessülleri ne kıymetli misal olmuştur'diye onu övmüştür.'(Türkiye'nin Düzeni, s.213. Bilgi Yayinevi,1968)
Daha da ilginci, ünlü (Limancı) Ahmet Hamdi Bey'e (Başar) göre, ilk milyonerlerimiz demiryollarının yaratmış olması.'Barış Dünyası' Dergisinin 63.sayısında demisti ki:
'...biz henüz kendi adamlarımızla ve kendi paramızla demiryolu yapamayacağımızı bildiğimizden, bu işleri başlangıçta bir İsveç grubuna vermiştik.Fakat aradan bir iki yıl geçince, bu grubun emrinde çalışan Türk taşeronları yetişmiş ve devletten, doğruca müteahhit olarak, işleri onlar üzerine almaya başlamıştı. En çok ve en çabuk ray döşeyen, hadsiz hesapsız para kazanıyordu.Vahit fiyat üzerine işi taahhüt edenler, bu fiyata esas olan işçi kazması yerine ekskavatör kullanınca maliyetler üç dört misli azalıyor, karlar da o ölçüde çoğalıyordu.İlk milyonerlerimiz böyle doğdu.'
Nasıl, beğendiniz mi? Mustafa Kemal'ini Sa'y Misak-i Millisi' ile tasarladığı, 'ulusal' ve 'bağımsız' ekonomi politikası; daha 'demiryolu politikası', uygulamada 'yerlileşmeye' başlar başlamaz; sonraki oligarşinin (bürokrasi + burjuvazi) , öteki ayağını 'yaratmaya' koyulmuştu.Bu 'ikinci ayak', zamanla, günümüzdeki Dr.Frankenstein'in yarattığı 'Canavar' haline dönüşecek, 'bürokrasi'ye kök söktürecekti.
İki devrimin ortak talihsizliği
Demiryolu bahsini kapatmadan, o eski tartışmaya değinmek isterim:Sovyet Devrimi ile Anadolu Devrimi, ortak bir talihsizliği paylaşırlar; ikisinin de 'tabanlarında', onları yaratması gereken 'sosyal sınıflar' yoktur; ne Rusya'da çok gelişmiş ve kalabalık bir işçi sınıfı vardır, ne Anadolu'da çıkarını bilip ulusal pazarı ecnebiyle bırakmak istemeyen bir ulusal burjuvazi!
Her iki devrimi de, sonunda talihsiz bir merkeziyetçi bürokrasi diktasına dönüştüren bu olmamış mıdır? Ruslar, sanayileşme ve elektrifikasyon politikalarıyla, işçi sınıflarını 'sereda' yetiştirmeye kalkıştılar; biz, 'demiryolu politikası'yla başlayarak, ulusal burjuvazimizi 'sereda' yetiştirmeye kalkıştık; ne onların işçi sınıfı, klasik şemaya, gelişmiş ülkelerdeki işçi sınıfına benzedi, ne bizde burjuvazi, aynı şemaya göre gelişmiş ülkelerdeki burjuvaziye!
Şu içinde debelendiğimiz başıboşluğun altında bu yatıyor olmasın?
Attila İlhan
7.1.1998 Cumhuriyet
'Türkçü'nün 'Ülkücü'ye Tepkisi
Sanırım konuşmuştuk: 'Türkçü'nün tabanı Rusya'daki 'Cedit' hareketidir; yani en baştaki 'Türkçüler'! .. Gaspıralı İsmail Bey (Gaspirinskiy) , daha o zaman, Türkçülüğü, Çarlık istibdadı ve emperyalizmi ile işbirliği yapan, Buhara 'irticaı'na karşı anti/emperyalist, laik ve ulusal bir zemine oturtmamış mıdır? : Dilde, işde ve kültürde, Türklerarası bir 'cephe'den yanaydı.
Bu tarih gerçeğinden, hemen iki önemli sonuç çıkar: 1/ Osmanlı döneminde 'ittihatçı' Enver Paşa'nın Wilhelmstrasse (Kayzer'in Dışişleri Bakanlığı) kökenli İslamcı Pan/Türkizm'inin, Türkçülük'le alakası çok tartışmalıdır. 2/ Buhran döneminin gerçek Türkçüleri, 1919'da Enver Paşa'dan yana değil, Mustafa Kemal Paşa'dan yana çıkmışlardır; çünkü, o da Türkçüydü, hem de gerçeği!
Örnek kolay: Yusuf Akçura da Ziya Gökalp de, Müdafaa-i Hukuk'un baş destekliyicisi olmuşlardı; Mustafa Kemal Milliyetçiliği, bu ikisinin fikir sentezidir. Daha ilginci, Cihan İslam İhtilali için, Basmacılar'la Türkistan'da ihtilal yapmaya giden, Enver Paşa'yı, yanılmıyorsam, Buhara'da bir başka Türkçü, Zeki Velidi Togan (Validof) bulmuş, konuşmuş, caydırmaya çalışmıştır. Gerçekte, Türkçülük, Gaspirinskiy'den Molla Nur Vahidof'a, Validof'tan Sultan Galiyef'e, Mustafa Kemal'den Ziya Gökalp'e, Mustafa Suphi'den Şevket Süreyya'ya, Türklerin 'tam bağımsızlık'çı anti/emperyalist halk cephesiydi. Bunu böyle saptamadıkça, 'Türkçülüğü', çıkarları için kullanmak isteyen 'ecnebi'nin tuzağına düşülür.
Düşülmüştür de!
'Cumhuriyet'e ve laikliğe sahip çıkmak! ...
Bu yüzden, 'Yeni Hayat' dergisinde ileri sürülen fikirler, her bakımdan ilginç; 'ülkücü' kesimindeki 'intibahı' tescil ettiği için de, anlamı ve önemi, büyük! Dergi, bir yazısında, Enver Paşa 'Turancılığı' ile 'Mustafa Kemal Türkçülüğü' arasında, kesin ve net tercihini, ikinciden yana yapıyor:
'...bizim yolumuz, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp ve Atatürk'ün yoludur. Bunun için Cumhuriyet'e laikliğe sahip çıkmak, emperyalizme karşı savaşmak, akıl mantık ve bilimsellikten sapmadan, gerçekçilikten uzaklaşmadan ama cesur adımlar atmak zamanı gelmiştir..'
'...bugünün Türkçüleri de, tıpkı Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp ve Atatürk gibi gerçekçi, akılcı, mantıklı ve bilimsel çizgiden sapmadan, en az onlar kadar cesur olmak ve tabii ki yerlerini iyi tayin etmek zorundadırlar...' ('Yeni Hayat', Ekim 1997, s.21)
Aynı yazıda, Enver Paşa'yla ilgili olarak şu satırlar dikkat çekiyor:
'...Enver Paşa'nın 'Türkçü' olduğunu söylemek mümkün değil. Yine aynı şekilde, 'Turancı' olduğunu söylemek de mümkün değildir. Enver Paşa ihtiraslı bir insandı. Yükselmek ve hükmetmek onun başlıca ihtirasıydı. (...) Almanya Enver Paşa'nın bu ihtirasını iyi değerlendirmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nda Almanya'nın yanında savaşa girişimiz, Enver Paşa'nın Almanların direktiflerini uygulamaktan ibaret olan şahsi kararı ile olmuştur. (...) Savaşa girişimiz ile birlikte 'Kutsal Cihat' ilan edilmiş, bütün Müslümanlar Halife'nin sancağı altında Osmanlı devleti yanında İngilizler'e karşı savaşa çağrılmıştır. (...) Ne var ki İslamcılıktan umduğunu bulamayan Enver paşa, 1917 Ekim devrimi ile Rusya'daki Türklere bağımsızlık yolu da açılınca Turancılık söylemini ve stratejisini öne çıkarmıştır. Görülüyor ki Enver Paşa'nın oturmuş bir fikir yapısı, ideolojik tutarlılığı yoktur. (...) Şimdi Paşa Türkistan'a gitti, Basmacılar'a katıldı ve şehit oldu diye Tuırancı olarak nitelendirmek mümkün değildir, tıpkı, Moskova günlerinde Bolşevik nutuklar attığı için komünist diyemeyeceğimiz gibi'... ('Yeni Hayat' Ekim 1997, s.18/19.)
İbret verici bir 'intibah tablosu'
Sanırım asıl önemli mesaj, 'Yeni Hayat'ın, Soğuk Savaş döneminden bu yana, belki de ilk defa,MHP ve yandaşlarını Türkçülük tarihi içinde doğru 'tanımlama' çabasıyla verilmektedir; çünkü bu 'Türkçü' dergiye göre. MHP ve yandaşlarının çoğu, 'Enver Paşa kafasında bir milliyetçilik' yapmaktadır.
O da açık ve seçik olarak, beyaz üstünde siyah, şöyle belirtilmiş: '...Bugün de milliyetçi olduğunu iddia eden gerek MHP olsun, gerekse pek çok vakıf, dernek vs. Olsun, Enver Paşa kafasında milliyetçidir; yani akıl ve mantık dışı, gerçekçilik ve bilimsellikten uzak, ihtiraslı ve çıkarcı! Tabii ki gerek partinin tabanı, gerekse söz konusu vakıf derneklerin boğaz tokluğuna çalışan gönüllülerini kasdetmiyorum. Kasdettiğim bunların ihtiraslı yöneticileri ve yönetimlere talip olanlarıdır. Ve de bu camianın kimisi akademik unvan sahibi de olan sözde aydınlarıdır...'
Daha da çarpıcı olanı, MHP'de Türkeş'in ölümünü müteakip yaşanmakta olan envai çeşit çalkantı ve dalgalanmanın, asıl sebebi konusunda ortaya atılan 'teşhis' ve bu 'teşhis'in getirdiği 'mücadele platformu' ile ilgili sözler; açık ve seçik, -beyaz üstünde siyah- deniliyor ki:
'...senelerdir devlet ve millet adını kullanarak, hem devlet hazinesinden hem örtülü ödeneklerden, hem de temiz ve saf Türk insanının gönlünden koparak verdiği bağış paralarıyla servet üstüne servet yapan, milliyetçilikten geçinen Enver Paşa kafalı sahte milliyetçilerin maskesini bir bir indirmek, gerçek Türkçülerin görevidir....' ('Yeni Hayat', Ekim 1997, s.21)
Hayır, bu satırlar 'Marksist' ve 'solcu' bir dergiden alınmadı; zaten uzun uzun aktarmamın sebebi de budur; II. Dünya Savaşı'ndaki 'Irkçı/Turancı' - 'Soğuk Savaş'taki 'Ülkücü' görüntünün, SSCB hipoteğinin kalkmasından sonra, savunulamaz hale dönüşmesi, Türkiye'deki gerçek Türkçüleri, Türkçülüğün tabanını ve temellerini aramaya itmiş, bu da ümit verici bir 'intibah tablosu' ortaya çıkarmıştır.
Bunu her şeyden ve herkesten önce, anti/emperyalist, laik ve tam bağımsız Kemalistlerin ve sosyalistlerin değerlendirmesi gerekir; çünkü onlar da 'akıldan, mantıktan ve bilimsellikten' yanadırlar; aynen Gaspıralı İsmail Bey, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Molla Nur Vahidof, Sultan Galiyef, Mustafa Suphi ve Şevket Süreyya Bey gibi! ..
Attila Ilhan
' 'Türkçü'nün 'Ülkücü'ye Tepkisi ', (19.12.1997) Cumhuriyet Gazetesi