Sen ey sabrın ve üzüncün dervişi başını zamanın göğsüne koy ve dinle yalnızlığın iç çekişlerini Yalnızlıklar ki suskun bir akşam üstüdür usulca örtülecektir gecenin sessiz tülünü ve düşecektir ince bir rüzgarla hüznün harmaniyesi…
Alnını sıyırıp geçen akşamdır Oynama sakın, kıpırdama Öyle bir yakıştı ki duruşuna ufuk İki hazin mısra şimdi gözlerin böyle Kaşlarının kemendiyle gölgeli İki uzun, iki derin ırmak Buğular içinde akıp giden Bozma sakın aralığını kirpiklerinin
Bir aynada seyretmek istiyor İnsan kendini Hangi yaşta olursa olsun Bırak dökülsün saçlarından zaman Anıların gurubundan ince süyem duygular Büyütsün yüzünün yangınını rüzgar Turuncu ayini içinde göklerin Öperek nar içi goncasını dudaklarının…
Ey ayrılığı andıran yakınlık Ey susuş… İnce ve derin hasret Bana benziyorsun…
?si=zqP_8IUdlpmttgMX … Sen şimdi Duvarına bir şiirimi asmışsındır Uyuyorsundur Belki düşünüyorsundur Sonuncu kattaki odandan Yıldızlara bakarak. Ve yıldızlar her zaman Eski ve tanıdıktır. Özellikle bir tren penceresinden bakıldığında. İçimiz nedensiz bir hüzünle dolduğunda Sırtüstü uzanıp toprağa Baktığımız yıldızlar. Bir harman yerinde ya da. Düz bir damda. Uzaktan Bütün kürtçe türküler gibi Yanık bir türkü gelirken Sıcaktan bunalırken Evler ve yollar; Ve yaşlı kadınlar Uyuklar gibi büzülüp minderlerine Düşünürlerken eskinin Olağanüstü günlerini Gece sessizce başlıyor ve ırmağın Öte yakasına geçiyor atlılar Çalıların hışırtısını dinliyorum. Sana seslenmek için Yeni şiirler tasarlıyorum.
hiç söylenmemiş sözler söylemeliyim, el değmemiş, duru sözler sevdiğim için
sevdiğim! şehir giysilerini kıskanır ve bu yüzden bürünür geceyi güneş gözlerinden beslenir ve saçlarını kollar görmek için.
sensizken şehrim, boş meydanlarında yürüdüm kalın puntolarla iri laflar ettim öfkemi saldım iri dişli postallar üzerine.
sevdiğim! Vera.. hangi çocuğu okşadın, ellerinle gülden kokular.. dilinde aşk nameleri, söylesene Vera hangi çocuğun adını andın.
sahi Vera en son ne zaman görmüştük Sena’yı? hatırlasana deli kız, sana emanet etmişti o bombaları sevdiğim bak, umut kan pıhtısı rengine döndü
sen Vera, Filistin’den geçerken sakın eteklerini toplama biraz kan bulaşmış halde çık karşıma ve sakın unutma o ilk çocuğumuzdur asırlardır dillerde olan Leyla’dır, Meryem’in suskunluğunda can bulan gözleri vardı Züleyha’nın henüz düşmeden kirli kelimeler diyarına
bilir misin Vera bu kaçıncı çocuk? bu kaçıncı kertik yüreğe atılan? eskisi gibi değil… artık daha da sancılı
sevdiğim özgürlük meydanları, budalalardan geçilmiyorsa bil ki bu şehirde çocuklar ölüyor
asırlardan uzat ellerini Vera.. ellerini bulur ellerim, bir Grozni kuşatmasında, dağları görüyor musun Vera? her bir dağa bir çocuğumuzun adını koymuşlar Berat’ım, Emin’im, Murat’ım hani omuz omuza vermiştik ya bir namaz kıyamında hani beraber açmıştık orucumuzu kimi Marmara’da kimi Yıldız’da
koş Vera koş ülkemin sürgün yerlerine koş ağlama deli kız ben ağlarım seni böyle görmemeli her okul kapısında türkümüzü söyleyen kızlarımız ve annelere de söyle ağlamasınlar ve sakın onlara ölüler demesinler
söylesene Vera çocuklara sıkılan hangi kurşun kahpece değildir?
öfkemiz taş doğursun Vera taş! yüreğimizi söksün yerinden bak her tarafta sapanlı ebabiller Ebrehe’nin tankları kan kusturur şimdi Firavunu boğan Kızıldeniz’i ağlama duvarının dibinde görürüm ki asa değil Musa’nın elindeki çağın sökülmüş kalbidir
bir şubat gecesi kaybettik esrarımızı Vera kendimizi odalarımızda bulduk postallı korkularımızla söylesene sevdiğim hangi rengini çaldılar gökyüzünden bak zulüm Çin Seddi’ni aştı
sevdiğim içimizdeki Musalardan ne haber vardır? İbrahimler’den, Yusuflar’dan yoksa Musa’yı Kızıldeniz’de yalnız mı bıraktık? ellerimizle mi verdik İbrahim’i Nemrutlara şimdi hangi kuyudan gelmede Yusuf’un sesi? ki unutma Vera Filistin’de yeni doğan çocuklar ilkin annelerinin göğsüne sonra da yerdeki taşlara uzanırlar
neredesin eyy İsmail’in boğazındaki merhamet? içimizdeki bu sızıyı kaldır ya ebabilleri gönder ya bizi de oraya aldır
ve her taraftan bana yönelir seni arayan sesim Vera benim..Vera benim..
bu gece güvercinlerin sesini çizdim delik deşik duvarlardan senin gölgeni tanıdım ben şarkı söyledim ben iki telle şarkı söyledim sevdiğim kadının mavi renkli el yazısı benim yorgun şarkımın sözlerini renklendirdi mehtabın nefesi gri olana kadar şarkı söyledik seninle çizdiğim resimlerde sesini gördüm mehtap bütün gece çevremde çocukluğumu çizdi ahh keşke yağmur yağsa ahh keşke yağmur yağsa toprak kokusu kuşların şarkılarını renklendirecektir..." Mohammad Ebrahim Jafari
Çocukluğumun ok ve yayı ile Kadim bahçelerin yollarında, ıslanmış ağaç kümeleri arasında Bir serçenin göğsünü nişan almıştım ki Sana aşık oldum Serçe omuzuma kondu Ve ben mahir bir avcı oldum Ondan sonra asla bir kuşu avlamaya çıkmadım Ne zaman özlesem şarkı söyledim Kuş gelir, kuş konar, kuşu koklarım Kuşu öperim ve özgür bırakırım Ve bir başka avcıya av olunca Çocukluğumu görürüm Yağmur yemiş ağaç kümeleri arasında Saman çiçek kokusu ve kuşun şarkısıyla Kendine kıvrılır ve ağlar; Ey şarkı seni nasıl seviyorum! MOHAMMAD EBRAHİM JAFARİ
2. Gözyaşımın sahibi Ne zaman alnımı camlara dayasam Kanatlarını batıra batıra Sana uçuyor bütün kuşlar.
3. Ölümü senden mi öğrenecektim Soluğu canımdan çekilen kadınım.
5. Çocuklar geldiler mi hiç?
Geldiler Hatice İçimize baktık uzun uzun Sana geldik Tek tek odaları kokladılar Bizimle ağladın sen de Sonra yine ikimiz kaldık.
6. İster ölüm olsun ister ayrılık İnsan unutur mu var olduğu bedeni. Dünya sözüm, can evim Bir gün ağzından uzak gülerse ağzım Tanrı gökyüzüyle boğsun beni.
12. Ömür Hanım Çıkarıp çerçevesinden o hayal zamanları Silmezsem eğer hayatın harfleriyle Her gün biraz daha tozlanacak evimiz.
14. “Evden uzaklaş biraz Antalya’dan çık Mezarlığa gitme her gün Fotoğraflar dünyayı örter Acı soğusun Sen Tanrı değilsin Ölülerden değil Dirilerden geçer zaman Git, bir başka insana dokun…”
Ben de öyle yapıyorum Harflerden binlerce Hatice yaratıp Tek tek dokunuyorum hepsine Büyüyorum, büyüyorum Nasılsa ölüm var değil mi Binlerce hayatla gülüyorum zamana Gülüyor benimle birlikte Hatayi de: Bir dedim var bin dermana değişmem.
18. Odalardaki boşluğunu topladım geldim Neşet’in bütün seslerini topladım geldim Yalnız uçan kuşların gökyüzünü topladım geldim Yastığında solan tülbendin kokusunu topladım geldim Çocuklar aradı, sslerinin aştığı yolları topladım geldim Bir kadın ilaç soruyordu eczanede, elleri yok Alın çizgisinde yanan kandilin fitilini topladım geldim Sen nasıl yok olursun anlamıyorum, topladım geldim Gül bozuk, kadife soğuk, karanfil gözyaşı kurusu Limoni bir selvi bütün armağanım, geldim…
Şahgülüm, başucundayım, sevgililer günün kutlu olsun…
20. Tuhaf bir adam oldum Kendimle konuşuyorum evin içinde Biraz da şu koltuğa oturayım, diyorum Perdeleri ne kadar zamanda yıkardın, diyorum Bir gün olsun açık bırakmıyorum yatağımızı El ayak değmeyen yerler nasıl tozlanıyor böyle Merak etme, mutfağı tertemiz ettim Terlikler senin istediğin gibi duruyor Çamaşır ipini silmeden asmıyorum çamaşırı Bir kahve yapayım diyorum İki fincan koyuyorum, süt hazırlıyorum sana Sessizlikten mi nedir Bütün bunları yüksek sesle söylüyorum.
İnsan başka nasıl katlanır ölüme, bilmiyorum.
21. Misafirler gitti Biz kaldık yine.
Eşyaların düzeni bozulmasın diye Çırpınıp durdum sessizce.
Yeri değişen her şeyin Sen biraz daha uzaklaştırdığını söyledim Öylece baktılar yüzüme.
İnsan anıları nasıl korur başka Bilmiyorum Duvarda kocaman bir çivi deliği.
Yollarımın sahibi Ben ölene kadar İkimiz de bir yere gtmiyoruz.
24. Ömür Hanım Seni çok özledim, çok Ben gelene kadar çürüme ne olur.
Yüzüm kuyular mührü Ellerim iki turna uyuduğun sonsuzlukta Odalar toprak döküyor üstüme.
Ölümü de dünyada yaşıyormuş insan Gövdem kalbimin darağacı Şahgülüm… uzun sürmeyecek yalnızlığım…
25. Sarkaç durdu. Kapı yok. Ayna buğulanmıyor. Tanrı bitti.
Ölüm değil büyük ceza Her zerresi yalnızlık Bir dünyayı sevmek hâlâ.
Ayrılık burcum… Parmaklarım birer mihrap çırası Gövdem bitene kadar tüteceğim başında.
27. … Ömür hanım, iyi ki ben de seninle yaşadım dünyayı.
29. Dünyanın bütün seslerini alıp götürdün Mezarından başka harf kalmadı ağzımda. Yoruldum kalabalığın hayatından Yaşamak diye el çırptığım ne varsa Şimdi bir ölüm türküsü, bir hatıra yangını Yalnızlık çark dönüyor üstümde.
Yeryüzü şarkım, sürmeli pencerem Her sabah aynı soğuk Her akşam aynı keder Yastığını koklaya koklaya öğrendim İnsan bir kere ölmüyormuş meğer…
30. Ölüm evini buldu.
Ağzımızda son bir dünya hecesi Yüzümüz, suyuyla boğulmuş bir göl Kirpiklerimizde kurumuş arzular Geçip oturdu “ılık minderimize”
Ben şimdi o bağbanım Hatice Kemiklerin çiçek açsın diye Çırpınıp duran başında…
36. Ölüler yaşlanmazmış Yalan Sensin canımda çırpınan zaman.
?si=mweBY9iguTmg5g6n
"gri gri gri...
sabah, sis, yağmur
bulut, bakış, hatıra
ben de bir şarkı yoktu sen okudun
bir ayna yoktu bende sen baktın
bereketli toprakların uykusunda bir köktüm
senin bakışınla yeşerdim yağmurlar yağmadan
gözlerinde bir şimşek çaktı bakışlarım ıslandı
yanakların yağmurdan ıslak, gözlerin güneşli
kurtlar doğuruyor, kuzuları kollayayım
sen gözlerinle beni okşasan
çoban değneğim tesirli bir silah olacak
sen gözlerinle beni okşa
çoban değneğim tesirli bir silah olacak
savaş bitince senin için taze incirler toplayacağım
seninle kalacağım
seninle okuyacağım
ve seni güneşli hayranlığında öpeceğim
eğer bulutlar izin verirse..."
Mohammad Ebrahim Jafari
Sen ey sabrın ve üzüncün dervişi
başını zamanın göğsüne koy
ve dinle yalnızlığın iç çekişlerini
Yalnızlıklar ki suskun bir akşam üstüdür
usulca örtülecektir gecenin sessiz tülünü
ve düşecektir ince bir rüzgarla
hüznün harmaniyesi…
A.Telli
?si=cNS-Nx87Sx0nOMNE
Alnını sıyırıp geçen akşamdır
Oynama sakın, kıpırdama
Öyle bir yakıştı ki duruşuna ufuk
İki hazin mısra şimdi gözlerin böyle
Kaşlarının kemendiyle gölgeli
İki uzun, iki derin ırmak
Buğular içinde akıp giden
Bozma sakın aralığını kirpiklerinin
Bir aynada seyretmek istiyor
İnsan kendini
Hangi yaşta olursa olsun
Bırak dökülsün saçlarından zaman
Anıların gurubundan ince süyem duygular
Büyütsün yüzünün yangınını rüzgar
Turuncu ayini içinde göklerin
Öperek nar içi goncasını dudaklarının…
Ey ayrılığı andıran yakınlık
Ey susuş…
İnce ve derin hasret
Bana benziyorsun…
Ş.Erbaş
?si=Q8B5c6soYaCF761n
?si=zqP_8IUdlpmttgMX
…
Sen şimdi
Duvarına bir şiirimi asmışsındır
Uyuyorsundur
Belki düşünüyorsundur
Sonuncu kattaki odandan
Yıldızlara bakarak.
Ve yıldızlar her zaman
Eski ve tanıdıktır.
Özellikle bir tren penceresinden bakıldığında.
İçimiz nedensiz bir hüzünle dolduğunda
Sırtüstü uzanıp toprağa
Baktığımız yıldızlar.
Bir harman yerinde ya da.
Düz bir damda.
Uzaktan
Bütün kürtçe türküler gibi
Yanık bir türkü gelirken
Sıcaktan bunalırken
Evler ve yollar;
Ve yaşlı kadınlar
Uyuklar gibi büzülüp minderlerine
Düşünürlerken eskinin
Olağanüstü günlerini
Gece sessizce başlıyor ve ırmağın
Öte yakasına geçiyor atlılar
Çalıların hışırtısını dinliyorum.
Sana seslenmek için
Yeni şiirler tasarlıyorum.
A. Behramoğlu
?si=efAANXjIgXVYtwmE
hiç söylenmemiş sözler söylemeliyim,
el değmemiş, duru sözler sevdiğim için
sevdiğim! şehir giysilerini kıskanır
ve bu yüzden bürünür geceyi
güneş gözlerinden beslenir
ve saçlarını kollar görmek için.
sensizken şehrim,
boş meydanlarında yürüdüm
kalın puntolarla iri laflar ettim
öfkemi saldım iri dişli postallar üzerine.
sevdiğim! Vera.. hangi çocuğu okşadın,
ellerinle gülden kokular..
dilinde aşk nameleri,
söylesene Vera hangi çocuğun adını andın.
sahi Vera en son ne zaman görmüştük Sena’yı?
hatırlasana deli kız, sana emanet etmişti o bombaları
sevdiğim bak, umut kan pıhtısı rengine döndü
sen Vera, Filistin’den geçerken
sakın eteklerini toplama
biraz kan bulaşmış halde çık karşıma
ve sakın unutma
o ilk çocuğumuzdur
asırlardır dillerde olan Leyla’dır,
Meryem’in suskunluğunda can bulan
gözleri vardı Züleyha’nın
henüz düşmeden kirli kelimeler diyarına
bilir misin Vera bu kaçıncı çocuk?
bu kaçıncı kertik yüreğe atılan?
eskisi gibi değil… artık daha da sancılı
sevdiğim özgürlük meydanları,
budalalardan geçilmiyorsa
bil ki bu şehirde çocuklar ölüyor
asırlardan uzat ellerini Vera..
ellerini bulur ellerim,
bir Grozni kuşatmasında,
dağları görüyor musun Vera?
her bir dağa bir çocuğumuzun adını koymuşlar
Berat’ım, Emin’im, Murat’ım
hani omuz omuza vermiştik ya bir namaz kıyamında
hani beraber açmıştık orucumuzu
kimi Marmara’da kimi Yıldız’da
koş Vera koş
ülkemin sürgün yerlerine koş
ağlama deli kız ben ağlarım
seni böyle görmemeli
her okul kapısında türkümüzü söyleyen kızlarımız
ve annelere de söyle ağlamasınlar
ve sakın onlara ölüler demesinler
söylesene Vera
çocuklara sıkılan hangi kurşun kahpece değildir?
öfkemiz taş doğursun Vera taş!
yüreğimizi söksün yerinden
bak her tarafta sapanlı ebabiller
Ebrehe’nin tankları kan kusturur
şimdi Firavunu boğan Kızıldeniz’i
ağlama duvarının dibinde görürüm
ki asa değil Musa’nın elindeki
çağın sökülmüş kalbidir
bir şubat gecesi kaybettik esrarımızı Vera
kendimizi odalarımızda bulduk
postallı korkularımızla
söylesene sevdiğim hangi rengini çaldılar
gökyüzünden
bak zulüm Çin Seddi’ni aştı
sevdiğim içimizdeki Musalardan ne haber vardır?
İbrahimler’den, Yusuflar’dan
yoksa Musa’yı Kızıldeniz’de yalnız mı bıraktık?
ellerimizle mi verdik İbrahim’i Nemrutlara
şimdi hangi kuyudan gelmede Yusuf’un sesi?
ki unutma Vera
Filistin’de yeni doğan çocuklar ilkin annelerinin
göğsüne
sonra da yerdeki taşlara uzanırlar
neredesin eyy İsmail’in boğazındaki merhamet?
içimizdeki bu sızıyı kaldır
ya ebabilleri gönder
ya bizi de oraya aldır
ve her taraftan bana yönelir
seni arayan sesim
Vera benim..Vera benim..
Numan ARIMAN
?si=2r1nwd0o4RuJajWR
bu gece güvercinlerin sesini çizdim
delik deşik duvarlardan senin gölgeni tanıdım
ben şarkı söyledim
ben iki telle şarkı söyledim
sevdiğim kadının mavi renkli el yazısı
benim yorgun şarkımın sözlerini renklendirdi
mehtabın nefesi gri olana kadar şarkı söyledik seninle
çizdiğim resimlerde sesini gördüm
mehtap bütün gece çevremde çocukluğumu çizdi
ahh keşke yağmur yağsa
ahh keşke yağmur yağsa
toprak kokusu kuşların şarkılarını renklendirecektir..."
Mohammad Ebrahim Jafari
İnsanlarla konuşasım gelmiyor,
ama sana evdeki perdeleri bile anlatasım vardı.
Milena’ya Mektuplar…
?si=LX3DcJE7xc6VQLzi
Çocukluğumun ok ve yayı ile
Kadim bahçelerin yollarında,
ıslanmış ağaç kümeleri arasında
Bir serçenin göğsünü nişan almıştım ki
Sana aşık oldum
Serçe omuzuma kondu
Ve ben mahir bir avcı oldum
Ondan sonra asla bir kuşu avlamaya çıkmadım
Ne zaman özlesem şarkı söyledim
Kuş gelir, kuş konar, kuşu koklarım
Kuşu öperim ve özgür bırakırım
Ve bir başka avcıya av olunca
Çocukluğumu görürüm
Yağmur yemiş ağaç kümeleri arasında
Saman çiçek kokusu ve kuşun şarkısıyla
Kendine kıvrılır ve ağlar;
Ey şarkı seni nasıl seviyorum!
MOHAMMAD EBRAHİM JAFARİ
…
Yüzüm kuyular mührü
Ellerim iki turna uyuduğun sonsuzlukta
Odalar toprak döküyor üstüme.
Ölümü de dünyada yaşıyormuş insan
Gövdem kalbimin darağacı…
Ş.Erbaş
1.
Neden kimse sana benzemiyor Hatice?
2.
Gözyaşımın sahibi
Ne zaman alnımı camlara dayasam
Kanatlarını batıra batıra
Sana uçuyor bütün kuşlar.
3.
Ölümü senden mi öğrenecektim
Soluğu canımdan çekilen kadınım.
5.
Çocuklar geldiler mi hiç?
Geldiler Hatice
İçimize baktık uzun uzun
Sana geldik
Tek tek odaları kokladılar
Bizimle ağladın sen de
Sonra yine ikimiz kaldık.
6.
İster ölüm olsun ister ayrılık
İnsan unutur mu var olduğu bedeni.
Dünya sözüm, can evim
Bir gün ağzından uzak gülerse ağzım
Tanrı gökyüzüyle boğsun beni.
12.
Ömür Hanım
Çıkarıp çerçevesinden o hayal zamanları
Silmezsem eğer hayatın harfleriyle
Her gün biraz daha tozlanacak evimiz.
14.
“Evden uzaklaş biraz
Antalya’dan çık
Mezarlığa gitme her gün
Fotoğraflar dünyayı örter
Acı soğusun
Sen Tanrı değilsin
Ölülerden değil
Dirilerden geçer zaman
Git, bir başka insana dokun…”
Ben de öyle yapıyorum
Harflerden binlerce Hatice yaratıp
Tek tek dokunuyorum hepsine
Büyüyorum, büyüyorum
Nasılsa ölüm var değil mi
Binlerce hayatla gülüyorum zamana
Gülüyor benimle birlikte Hatayi de:
Bir dedim var bin dermana değişmem.
18.
Odalardaki boşluğunu topladım geldim
Neşet’in bütün seslerini topladım geldim
Yalnız uçan kuşların gökyüzünü topladım geldim
Yastığında solan tülbendin kokusunu topladım geldim
Çocuklar aradı, sslerinin aştığı yolları topladım geldim
Bir kadın ilaç soruyordu eczanede, elleri yok
Alın çizgisinde yanan kandilin fitilini topladım geldim
Sen nasıl yok olursun anlamıyorum, topladım geldim
Gül bozuk, kadife soğuk, karanfil gözyaşı kurusu
Limoni bir selvi bütün armağanım, geldim…
Şahgülüm, başucundayım, sevgililer günün kutlu olsun…
20.
Tuhaf bir adam oldum
Kendimle konuşuyorum evin içinde
Biraz da şu koltuğa oturayım, diyorum
Perdeleri ne kadar zamanda yıkardın, diyorum
Bir gün olsun açık bırakmıyorum yatağımızı
El ayak değmeyen yerler nasıl tozlanıyor böyle
Merak etme, mutfağı tertemiz ettim
Terlikler senin istediğin gibi duruyor
Çamaşır ipini silmeden asmıyorum çamaşırı
Bir kahve yapayım diyorum
İki fincan koyuyorum, süt hazırlıyorum sana
Sessizlikten mi nedir
Bütün bunları yüksek sesle söylüyorum.
İnsan başka nasıl katlanır ölüme, bilmiyorum.
21.
Misafirler gitti
Biz kaldık yine.
Eşyaların düzeni bozulmasın diye
Çırpınıp durdum sessizce.
Yeri değişen her şeyin
Sen biraz daha uzaklaştırdığını söyledim
Öylece baktılar yüzüme.
İnsan anıları nasıl korur başka
Bilmiyorum
Duvarda kocaman bir çivi deliği.
Yollarımın sahibi
Ben ölene kadar
İkimiz de bir yere gtmiyoruz.
24.
Ömür Hanım
Seni çok özledim, çok
Ben gelene kadar çürüme ne olur.
Yüzüm kuyular mührü
Ellerim iki turna uyuduğun sonsuzlukta
Odalar toprak döküyor üstüme.
Ölümü de dünyada yaşıyormuş insan
Gövdem kalbimin darağacı
Şahgülüm… uzun sürmeyecek yalnızlığım…
25.
Sarkaç durdu. Kapı yok.
Ayna buğulanmıyor.
Tanrı bitti.
Ölüm değil büyük ceza
Her zerresi yalnızlık
Bir dünyayı sevmek hâlâ.
Ayrılık burcum…
Parmaklarım birer mihrap çırası
Gövdem bitene kadar tüteceğim başında.
27.
…
Ömür hanım, iyi ki ben de seninle yaşadım dünyayı.
29.
Dünyanın bütün seslerini alıp götürdün
Mezarından başka harf kalmadı ağzımda.
Yoruldum kalabalığın hayatından
Yaşamak diye el çırptığım ne varsa
Şimdi bir ölüm türküsü, bir hatıra yangını
Yalnızlık çark dönüyor üstümde.
Yeryüzü şarkım, sürmeli pencerem
Her sabah aynı soğuk
Her akşam aynı keder
Yastığını koklaya koklaya öğrendim
İnsan bir kere ölmüyormuş meğer…
30.
Ölüm evini buldu.
Ağzımızda son bir dünya hecesi
Yüzümüz, suyuyla boğulmuş bir göl
Kirpiklerimizde
kurumuş arzular
Geçip oturdu “ılık minderimize”
Ben şimdi o bağbanım Hatice
Kemiklerin çiçek açsın diye
Çırpınıp duran başında…
36.
Ölüler yaşlanmazmış
Yalan
Sensin canımda çırpınan zaman.
Bir gün ben de
Senin kış bahçende–
Sevmek başka nedir Ömür Hanım…
38.
Ayrılık mı olur seninle benden
Meğer başım düşe meydan içinde.
Harfim, hecem, cümlem
Bütün hatıralarımızı toplayıp geleceğim
Ayrılık o zaman tamam olacak.
39.
– İçme şunu, beni ortada bırakacaksın.
– Biraz toparlanayım da Karadeniz’e gidelim.
– Gittiğin yerde bir gece kal. Bne iyiyim. Yazık sana.
– Gelmiyorlar diye söylenip durma insanlara.
– Kimseye borcumuz kalmadı değil mi?
2014-2016
Şükrü Erbaş