Bu kısımdan çok etkilendim,burada biraz Elif'in biraz da ''D''nin iskeleti var.
-Elif; Fin ülkesinin kaderlerine meydan okuyuşlarını yine kendi destanları ile yoğurup bir masal uyduracak kadar bilge bir kadınla yaşamanın ne kadar zor olduğunu bilemezsin.
- İyi misin canım? - Evet - Ne düşünüyorsun? - Ben… Şey! - Hadi lütfen söyle, bilmek istiyorum. - Şimdi biz bu bankta oturmuş denizi seyrediyoruz ya… - Evet, üzerinde dans eden ışıkların olduğu muhteşem bir dans pisti gibi değil mi? - Onlar ışık değil zambak. - Zambak mı? O da nereden çıktı şimdi? - Şu anda biz Beyaz Zambaklar Ülkesini izliyoruz. Bu bir masal değil, gerçeğin yansıması. Kalevala bu sularda vücut buluyor şu anda. Gökteki güneşi sakladıkları yerde ondan parçalar koparıp suya atmışlar. Suyla buluşan ışık beyaz zambaklara dönüşmüş. Önce bir bataklık olan Kalavela ışığın suya karışması ile bir zambak tarlasına dönüşmüş.
Bir turna balığı tüm zambakları yemeğe başlamış. Buna kızan bilgin şarkıcı onu öldürmüş. Turna balığının çene kemiğinden bir saz yapmış. Bunun adına ‘’kantele’’ denilmiş. Önceleri çaldığında çok fazla sesi çıkmayan bu sazı zamanla sesi tüm bataklıktan duyulacak şekilde çalmayı başarmış. Öyle güzel ve umut verici bir sesi varmış ki zambak tarlası yeniden göğe yükselmiş. Sonunda o zambak tarlası tüm dünyaya örnek olmuş. Umutsuzluğa kapılan bütün bataklıklar ‘’bir zambak ülkesinin şarkısını’’ söylemeye başlamışlar.
- Elif; Fin ülkesinin kaderlerine meydan okuyuşlarını yine kendi destanları ile yoğurup bir masal uyduracak kadar bilge bir kadınla yaşamanın ne kadar zor olduğunu bilemezsin. - Mehmet; beni anlayacak kadar benden daha bilge bir adamla bir bankta oturup denizi seyretmenin ne kadar keyifli bir şey olduğunu bilemezsin. - Sen böyle umut dolu sözler eder miydin? Sana şaşırmayı seviyorum ama şu anda beni tedirgin ediyorsun aslında. - Neden sevgilim? - Sen bir melankoli kadınısın. Şu manzara karşısında senden beklediğim bu ruh hali ile yeni bir şiir yaratman ya da bildiğin bir şiiri okuman olurdu. - Suomi ‘de (Fin ülkesi) bir söz vardır: ‘’ Yeni toplumlar yeni şarkılar üretir’’ . Kendi küçük toplumumuzu yaratabiliriz belki de, ha ne dersin? - Canım, neyin var senin? Hasta falan mısın? Ciddi bir sıkıntın mı var? - Mehmet; neden beni dinlemiyorsun? Şu anda sadece söylediklerimle ilgilen. Bunun nedenleri üzerinde kafa yorma. Beni dikkatle dinleyip buna göre cevaplar vermeni istiyorum. - Peki, devam et bakalım o zaman sevgilim. - Soruma cevap vermedin ama? - Kendi küçük toplumumuzu yaratmak konusunda neyi kast ettiğini anlıyorum. Ama Finlandiya halkı gibi bir halk yaratmak için ikimiz yeterli olamayız. Elimizden geleni yapabiliriz ama sonucu için söz veremem. - Bir çocukla başlasak mesela, sonra bir çocuk daha. Biz onlara mucizenin bilgi de olduğunu öğretirken bir çocuk daha katılsa aramıza. Bir zambak tarlası gibi önümüze katsak onları ve izlesek büyümelerini. - Okul açmak gibi mi? Yani nereden bulacağız çocukları? Proje de öyle bir şey yoktu. - Biz, ikimiz ‘’yaşam yaratıcıları’’ olalım diyorum. Bakire Havvaların bize getirecekleri bir çocuk yok. Kendi destanımızı yazalım. Kendi denizimizin içinden yepyeni bir hayat fışkırsın. O, bir çocukla başlasın her şey. Kendi Kabil’imiz bizim felsefemizin ürünü olsun. Bencil bir ruh yerine biz ona Descartes gibi düşünebileceği bir algı gücü (şüphe etmenin iyilik için kullanılabileceğinin algısı) , Sokrates’in sırrını öğrenirken aslında mucize diye bir şeyin olmadığını anlamasını sağlayalım. Bize yaşamın sunduğu her şeyi görebilmenin gerçek mucize olduğunu anlatalım. Sokrates bir zindan da unutulmak için ölmedi. Bunu birilerine öğretmeliyiz. Adı Kabil olsun çocuğun ve biz onu kardeşini öldürecek kadar yalnız bırakmayalım. Biz onun kalbine meydan okumayı öğretelim. Bir koyun gibi kendisine dayatılan her şey ile yaşamak zorunda olmadığını anlatalım. Kabil artık kötülüğün değil yepyeni bir iyiliğin temsilcisi olsun. Sonra ona Habil’i verelim. Kendi tarihimizi onların ellerinden yeniden yazalım. Habil ve Kabil kendinden sonra gelenler için yetişmiş birer öğretmen olsunlar. - Sevgilim, sanırım sen bir çocuğumuz olsun istiyorsun. Doğru mu? - Sırıtma Mehmet! - Peki, peki … Kahkaha atabilir miyim? - Hım! Her zaman umut vardır bayım. Bak mesela Aksel Gallen’in tablosu da anlatıyor ‘’Zambaklar Ülkesinde’’ . Tasviri ile büyüleyen bir anlatımdı. Umut tam da o tablonun içinde idi. Dekorunu hatırla tablonun. Küçücük, döküntü bir balıkçı kulübesinde oturan bir dede ve kız torunun resmedildiği bir tablo. Orada iki şey vardı umut için. Birincisi yeni nesil, ikincisi okumak, öğrenmek. Bu iki neden yüzünden tablo bize yaşam sunuyordu. Yoksa diğer her şey kırık dökük ve ihtiyarlamıştı. Bir fakirliğin içinden doğan ışık o kitap okumayı öğrenen kız çocuğu idi. - Elif! Yeterince saçmaladın bence. Kızım kafayı mı yedin sen ya? Bizim hayatımızı yaşayan iki insan nasıl çocuk sahibi olacakmış? Bir çocuğa kötülük etmenin en güzel yolu büyütmek için bize verilmesi olurdu. Ayrıca bizim boyumuzu aşan işlerle uğraşarak zaten Dünyaya bir iyilik yapmaya çalışıyoruz şu anda. - Salak, geri zekâlı.. Siktir git Mehmet. - Bitanem , bizim işimiz bir çocuğu büyütmek için uygun değil, bunu sen de biliyorsun. - Ben emekli olurum önce, sonra sen de olursun ikincisi gelirken. - Hahahha … Bir tane de değil üstelik. Sen delirdin, kesin delirdin hem de. - Neden ya? Ben bir kadın değil miyim? Ben anne olamaz mıyım? - Evet, sen çok güzel ve mükemmel bir kadınsın. Ama anne olamazsın. Bu tercihi sen yıllar önce yaptın. - Şimdi emekli olacağım işte. - Bizim işimizden emekli olunmaz küçük hanım. İkimizi birden öldürürler. - Finlandiya’ya kaçarız. İsimlerimizi değiştirip bir göl kenarında sıradan bir hayat yaşarız. - Saçmalama lütfen. Kaçacağımız şey mafya değil. Sen bir ajansın Elif. - Mehmet! - Efendim Elif! - Ben hamileyim.
Uzaktan duyulan iki el silah sesi ile gecenin tüm sessizliği bozuldu. Sabah olay yeri inceleme ekipleri kendi aralarında konuşuyorlardı. - Komiserim, görünüşe göre iki farklı suikast silahı ya da arka arkaya ateş eden tek bir silahla işlenmiş cinayet. - Bankta oturmuş sohbet eden bir çifti kim, neden öldürmek istesin ki? Kesin büyük bir şey çıkacak bunun altından. - Komiserim, ikisi el ele tutuşmuşlardı. Avuçlarının arasında sonucu pozitif olan bir gebelik testi bulduk. Muhtemelen kadın hamile idi. - Allah Allah ya! Dur bakalım, öğreniriz nasıl olsa. Nereden ateş edilmiş ki? Hım! Sanırım denizden. İkisinin yüzü de denize dönük ve kurşunların giriş delikleri alınlarında. - Evet, öyle görünüyor komiserim. Küçük bir tekne ile deniz içinden ateş edilmiş olabilir. - Dünya ne tuhaf. Baktığımızda oldukça sıradan bir çift gibi duran bu iki insanın şu an neden bu şekilde öldürüldüğünü bilsek ne çok şaşıracağız kim bilir? - Kim bilir?
Olay yerinin yakınında çöp toplayan adam bir süre bölge de oyalandıktan sonra bölgeden uzaklaşırken kulağındaki telsizle hattın diğer ucundaki kişi ile konuşmaya başladı.
- Patron, kadının elindeki gebelik testini şu anda almam mümkün değil. - Onun içindeki diskte çok gizli bilgiler var. Kabil operasyonun tüm kanıtları orada. Ne pahasına olursa olsun onu bana getireceksin. - Emredersiniz patron. - Yeni Dünya düzeni için yeni planlara, daha çok Kabil’e ihtiyacımız var ve kan durursa biz yok oluruz. O iki salak operasyonu çökertebileceklerini sandılar. İyilik diye bir şey yok. Eğer insanların istediği şey iyilik olsa idi biz hiç var olmazdık. Bunu bir türlü göremediler.
zar zor çıktığımız duvardan öyle kolay atladık ki cebimizdeki Antep fıstıkları yerlere döküldü toplayamadık. Kalbimizi dolduran duygular vardı, vermeye az bulduk. bana teklif edilen şey çok güzel şey. Karanfilde buluşup, aldığın çiçekleri koklardım. Maltepe Caminde namaz kılardık, ben sana zorla kıldırırdım. Başımı omzuna yaslardım, ama sadece bu kadarla kalırdık. Allah izin vermedi, olmadı. Antep fıstıklarını başkaları döküldükleri yerden toplayıp yedi. Ama sen şimdi sorarsın, Antep fıstığı ne mana diye. Senden kalan hatıralar işte. Okulların pencerelerinden gelmeyeceğini bile bile bakardım. Ne kadar terssin, sen kaybedince sevmeye başladın. Sonsuza kadar kimseyle proje yapamam ben, kahrolası tabularım var, yıkarsam onları, tutarsam ellerini, intiharım olursun. Kendi kendini yok eden bir nesneye döner, ölürüm.
Ege efem müzikler çok iyi gerçekten
Beni bu kadar iyi anlamaya devam edersen sana bir şiir daha yazarım bak: ))
Sen başka bir şeysin baharım.
Pudram, ulus ateşi her zerrece hissedilmekte.
Duyarlı yüreğini öperim
Demiştim daha önce de Dünya nasılsa öyküler de öyle... Hayattan beslemiyorum ve sanırım biraz fazla.
..çok güzeldi.Teşekkür ederim.Final genzimi yaktı.
Bu kısımdan çok etkilendim,burada biraz Elif'in biraz da ''D''nin iskeleti var.
-Elif; Fin ülkesinin kaderlerine meydan okuyuşlarını yine kendi destanları ile yoğurup bir masal uyduracak kadar bilge bir kadınla yaşamanın ne kadar zor olduğunu bilemezsin.
İrem:
MANE TEKEL PERES
- İyi misin canım?
- Evet
- Ne düşünüyorsun?
- Ben… Şey!
- Hadi lütfen söyle, bilmek istiyorum.
- Şimdi biz bu bankta oturmuş denizi seyrediyoruz ya…
- Evet, üzerinde dans eden ışıkların olduğu muhteşem bir dans pisti gibi değil mi?
- Onlar ışık değil zambak.
- Zambak mı? O da nereden çıktı şimdi?
- Şu anda biz Beyaz Zambaklar Ülkesini izliyoruz. Bu bir masal değil, gerçeğin yansıması. Kalevala bu sularda vücut buluyor şu anda. Gökteki güneşi sakladıkları yerde ondan parçalar koparıp suya atmışlar. Suyla buluşan ışık beyaz zambaklara dönüşmüş. Önce bir bataklık olan Kalavela ışığın suya karışması ile bir zambak tarlasına dönüşmüş.
Bir turna balığı tüm zambakları yemeğe başlamış. Buna kızan bilgin şarkıcı onu öldürmüş. Turna balığının çene kemiğinden bir saz yapmış. Bunun adına ‘’kantele’’ denilmiş. Önceleri çaldığında çok fazla sesi çıkmayan bu sazı zamanla sesi tüm bataklıktan duyulacak şekilde çalmayı başarmış. Öyle güzel ve umut verici bir sesi varmış ki zambak tarlası yeniden göğe yükselmiş. Sonunda o zambak tarlası tüm dünyaya örnek olmuş. Umutsuzluğa kapılan bütün bataklıklar ‘’bir zambak ülkesinin şarkısını’’ söylemeye başlamışlar.
- Elif; Fin ülkesinin kaderlerine meydan okuyuşlarını yine kendi destanları ile yoğurup bir masal uyduracak kadar bilge bir kadınla yaşamanın ne kadar zor olduğunu bilemezsin.
- Mehmet; beni anlayacak kadar benden daha bilge bir adamla bir bankta oturup denizi seyretmenin ne kadar keyifli bir şey olduğunu bilemezsin.
- Sen böyle umut dolu sözler eder miydin? Sana şaşırmayı seviyorum ama şu anda beni tedirgin ediyorsun aslında.
- Neden sevgilim?
- Sen bir melankoli kadınısın. Şu manzara karşısında senden beklediğim bu ruh hali ile yeni bir şiir yaratman ya da bildiğin bir şiiri okuman olurdu.
- Suomi ‘de (Fin ülkesi) bir söz vardır: ‘’ Yeni toplumlar yeni şarkılar üretir’’ . Kendi küçük toplumumuzu yaratabiliriz belki de, ha ne dersin?
- Canım, neyin var senin? Hasta falan mısın? Ciddi bir sıkıntın mı var?
- Mehmet; neden beni dinlemiyorsun? Şu anda sadece söylediklerimle ilgilen. Bunun nedenleri üzerinde kafa yorma. Beni dikkatle dinleyip buna göre cevaplar vermeni istiyorum.
- Peki, devam et bakalım o zaman sevgilim.
- Soruma cevap vermedin ama?
- Kendi küçük toplumumuzu yaratmak konusunda neyi kast ettiğini anlıyorum. Ama Finlandiya halkı gibi bir halk yaratmak için ikimiz yeterli olamayız. Elimizden geleni yapabiliriz ama sonucu için söz veremem.
- Bir çocukla başlasak mesela, sonra bir çocuk daha. Biz onlara mucizenin bilgi de olduğunu öğretirken bir çocuk daha katılsa aramıza. Bir zambak tarlası gibi önümüze katsak onları ve izlesek büyümelerini.
- Okul açmak gibi mi? Yani nereden bulacağız çocukları? Proje de öyle bir şey yoktu.
- Biz, ikimiz ‘’yaşam yaratıcıları’’ olalım diyorum. Bakire Havvaların bize getirecekleri bir çocuk yok. Kendi destanımızı yazalım. Kendi denizimizin içinden yepyeni bir hayat fışkırsın. O, bir çocukla başlasın her şey. Kendi Kabil’imiz bizim felsefemizin ürünü olsun. Bencil bir ruh yerine biz ona Descartes gibi düşünebileceği bir algı gücü (şüphe etmenin iyilik için kullanılabileceğinin algısı) , Sokrates’in sırrını öğrenirken aslında mucize diye bir şeyin olmadığını anlamasını sağlayalım. Bize yaşamın sunduğu her şeyi görebilmenin gerçek mucize olduğunu anlatalım. Sokrates bir zindan da unutulmak için ölmedi. Bunu birilerine öğretmeliyiz. Adı Kabil olsun çocuğun ve biz onu kardeşini öldürecek kadar yalnız bırakmayalım. Biz onun kalbine meydan okumayı öğretelim. Bir koyun gibi kendisine dayatılan her şey ile yaşamak zorunda olmadığını anlatalım. Kabil artık kötülüğün değil yepyeni bir iyiliğin temsilcisi olsun. Sonra ona Habil’i verelim. Kendi tarihimizi onların ellerinden yeniden yazalım. Habil ve Kabil kendinden sonra gelenler için yetişmiş birer öğretmen olsunlar.
- Sevgilim, sanırım sen bir çocuğumuz olsun istiyorsun. Doğru mu?
- Sırıtma Mehmet!
- Peki, peki … Kahkaha atabilir miyim?
- Hım! Her zaman umut vardır bayım. Bak mesela Aksel Gallen’in tablosu da anlatıyor ‘’Zambaklar Ülkesinde’’ . Tasviri ile büyüleyen bir anlatımdı. Umut tam da o tablonun içinde idi. Dekorunu hatırla tablonun. Küçücük, döküntü bir balıkçı kulübesinde oturan bir dede ve kız torunun resmedildiği bir tablo. Orada iki şey vardı umut için. Birincisi yeni nesil, ikincisi okumak, öğrenmek. Bu iki neden yüzünden tablo bize yaşam sunuyordu. Yoksa diğer her şey kırık dökük ve ihtiyarlamıştı. Bir fakirliğin içinden doğan ışık o kitap okumayı öğrenen kız çocuğu idi.
- Elif! Yeterince saçmaladın bence. Kızım kafayı mı yedin sen ya? Bizim hayatımızı yaşayan iki insan nasıl çocuk sahibi olacakmış? Bir çocuğa kötülük etmenin en güzel yolu büyütmek için bize verilmesi olurdu. Ayrıca bizim boyumuzu aşan işlerle uğraşarak zaten Dünyaya bir iyilik yapmaya çalışıyoruz şu anda.
- Salak, geri zekâlı.. Siktir git Mehmet.
- Bitanem , bizim işimiz bir çocuğu büyütmek için uygun değil, bunu sen de biliyorsun.
- Ben emekli olurum önce, sonra sen de olursun ikincisi gelirken.
- Hahahha … Bir tane de değil üstelik. Sen delirdin, kesin delirdin hem de.
- Neden ya? Ben bir kadın değil miyim? Ben anne olamaz mıyım?
- Evet, sen çok güzel ve mükemmel bir kadınsın. Ama anne olamazsın. Bu tercihi sen yıllar önce yaptın.
- Şimdi emekli olacağım işte.
- Bizim işimizden emekli olunmaz küçük hanım. İkimizi birden öldürürler.
- Finlandiya’ya kaçarız. İsimlerimizi değiştirip bir göl kenarında sıradan bir hayat yaşarız.
- Saçmalama lütfen. Kaçacağımız şey mafya değil. Sen bir ajansın Elif.
- Mehmet!
- Efendim Elif!
- Ben hamileyim.
Uzaktan duyulan iki el silah sesi ile gecenin tüm sessizliği bozuldu. Sabah olay yeri inceleme ekipleri kendi aralarında konuşuyorlardı.
- Komiserim, görünüşe göre iki farklı suikast silahı ya da arka arkaya ateş eden tek bir silahla işlenmiş cinayet.
- Bankta oturmuş sohbet eden bir çifti kim, neden öldürmek istesin ki? Kesin büyük bir şey çıkacak bunun altından.
- Komiserim, ikisi el ele tutuşmuşlardı. Avuçlarının arasında sonucu pozitif olan bir gebelik testi bulduk. Muhtemelen kadın hamile idi.
- Allah Allah ya! Dur bakalım, öğreniriz nasıl olsa. Nereden ateş edilmiş ki? Hım! Sanırım denizden. İkisinin yüzü de denize dönük ve kurşunların giriş delikleri alınlarında.
- Evet, öyle görünüyor komiserim. Küçük bir tekne ile deniz içinden ateş edilmiş olabilir.
- Dünya ne tuhaf. Baktığımızda oldukça sıradan bir çift gibi duran bu iki insanın şu an neden bu şekilde öldürüldüğünü bilsek ne çok şaşıracağız kim bilir?
- Kim bilir?
Olay yerinin yakınında çöp toplayan adam bir süre bölge de oyalandıktan sonra bölgeden uzaklaşırken kulağındaki telsizle hattın diğer ucundaki kişi ile konuşmaya başladı.
- Patron, kadının elindeki gebelik testini şu anda almam mümkün değil.
- Onun içindeki diskte çok gizli bilgiler var. Kabil operasyonun tüm kanıtları orada. Ne pahasına olursa olsun onu bana getireceksin.
- Emredersiniz patron.
- Yeni Dünya düzeni için yeni planlara, daha çok Kabil’e ihtiyacımız var ve kan durursa biz yok oluruz. O iki salak operasyonu çökertebileceklerini sandılar. İyilik diye bir şey yok. Eğer insanların istediği şey iyilik olsa idi biz hiç var olmazdık. Bunu bir türlü göremediler.
D...
Hey ''D''.!
ve hemen gidemedim
ve artık gidemedim
ve sonra hiç gidemedim
Kurtuluş’ta, son durakta bir tramvay ölüsü
sanki ben
öylece kalakaldım
Edip Cansever
Bunu şarkıyı mesajdan sonra gördüm... Bazen hoş tesadüflerde oluyor demek :)))
Utan
Utan
Utanmayan insan olur mu lan?
İzleyeceğim... :)))
..bu yaz izle:)
La ala la :))
İnadına günaydın
İnançla günaydın
Vicdana günaydın
Tutma beni deli deli gülcem ;) hahahahahahhay
günaydın bahardan kadın:))))
Günaydın hayat ;)
Hey! ''A'' boşuna sevdirmem kendimi :))
Seviyorum seni bide bu var :))
..karşılaşma.:)
Hey ''D''..! boşuna sevmedik seni:))
zar zor çıktığımız duvardan öyle kolay atladık ki cebimizdeki Antep fıstıkları yerlere döküldü toplayamadık. Kalbimizi dolduran duygular vardı, vermeye az bulduk. bana teklif edilen şey çok güzel şey. Karanfilde buluşup, aldığın çiçekleri koklardım. Maltepe Caminde namaz kılardık, ben sana zorla kıldırırdım. Başımı omzuna yaslardım, ama sadece bu kadarla kalırdık. Allah izin vermedi, olmadı. Antep fıstıklarını başkaları döküldükleri yerden toplayıp yedi. Ama sen şimdi sorarsın, Antep fıstığı ne mana diye. Senden kalan hatıralar işte. Okulların pencerelerinden gelmeyeceğini bile bile bakardım. Ne kadar terssin, sen kaybedince sevmeye başladın. Sonsuza kadar kimseyle proje yapamam ben, kahrolası tabularım var, yıkarsam onları, tutarsam ellerini, intiharım olursun. Kendi kendini yok eden bir nesneye döner, ölürüm.
Şimdi Filistin!
yağmur yağıyor seller akıyor arap kızı camdan bakıyor.......