Ölüm Nereden Ve Nasıl Gelirse Gelsin... Savaş Sloganlarımız Kulaktan Kulaga Yayılacaksa Ve Silahlarımız Elden Ele Geçicekse Ve Başkaları Mitralyoz Sesleriyle Savaş Ve Zafer Nagralarıyla Cenazelerimizde Ağıt Yakacaklarsa ÖLÜM HOŞGELDİ SEFA GELDİ 'Ernesto CHE Guevera'
Dünya hayatının bitip, ahiret hayatının başladığı an.Veya dünya ka- pısının kapanıp ahiret kapısının açıldığı an.Bu insan ruhunun bedenden ayılması ile olur.
Ölüm sizi her an yakalayabilir. Kimbilir o an, belki de şu andır ya da size çok yaklaşmıştır. Belki de bu satırlar ahlakınızı yeniden düşünmeniz için ölümünüzden önce size tanınmışson bir fırsat, son bir hatırlatma, son bir uyarıdır. Siz bu satırları okurken bir saat sonra hayatta kalacağınızdan emin olamazsınız. Bir saat sonra hayatta olsanız bir sonraki saate erişeceğinizin hiçbir garantisi yoktur. Saat değil bir dakika, hatta bir saniye sonra bile hayatta olacağınız kesin değildir. Bu kitabı sonuna kadar okuyup bitireceğinizin de hiçbir garantisi yoktur. Ölüm size, büyük bir ihtimalle, bir dakika öncesinde ölmeyi hiç aklınızdan geçirmediğiniz bir anda gelecektir.
Mutlaka öleceksiniz, tüm sevdikleriniz de ölecek, sizden önce ya da sonra mutlaka ölecekler. Bundan 100 sene sonra dünya üzerinde sizin tanıdığınız hiçbir canlı insan kalmayacak
Ölüm, her olay gibi, Allah'ın dilemesiyle hayır ve hikmetle gerçekleşir. Bir insanın doğum tarihi nasıl belliyse, aynı şekilde ölüm tarihi de daha o doğmamışken, dakikasına, saniyesine kadar bellidir. İnsan da kendisine verilen süreyi her saniye biraz daha tüketerek, o son ana doğru hızla yaklaşır. Herkesin ölümünün yeri, zamanı ve şekli kaderinde belirlenmiştir.
Buna rağmen insanların bir kısmı ölümün, Allah'ın ona sebep olarak yarattığı olaylar zincirinin bir sonucu olduğunu sanırlar. Her gün gazetelerde ölüm haberlerini okur, ardından da, 'Eğer bir tedbir alınsaydı sonuç bu şekilde olmazdı; şöyle yapılsaydı ölmezdi' gibi cahilce mantıklar yürütürler. Halbuki her insan kendisine tanınmışsüreden ne bir saniye eksik ne de bir saniye fazla yaşayamaz. Ancak, imanın verdiği bilinçten uzak olan insanlar, her olaya olduğu gibi ölüme de tesadüfler zincirinin bir parçası olarak bakarlar. Allah Kuran'da, tamamen inkarcılara özgü olan böyle çarpık bir zihniyetten müminleri sakındırır:
Bu nedenle, uzun yaşama hesapları yapmak yerine insan, Allah'a karşı sorumlu olduğunu ve hesap gününde bütün yaptıklarının hesabını vereceğini bilerek, Kuran'ın ve Peygamberimiz (sav) 'in sünnetinin rehberliğinde ve onun gösterdiği yola uygun olarak yaşamalıdır. Aksi halde, sonsuz hayatı için bir hazırlık yapmaması, bunun için kendisine tanınan bu tek ve son fırsatı kaçırması ve ebediyen cennetten mahrum kalması kendisi için gerçekten de çok acı bir durum olur. Ebediyen cennetten mahrum olan biri sonsuz azap mekanı olan cehenneme gidecek bir ahlak gösteriyor demektir. Bu nedenle dünyada boşa geçen her saniye hem çok büyük bir kayıp hem de çok acı bir sonuca doğru atılan yeni bir adımdır.
Madem gerçek budur, öyleyse bu gerçeğin dünyadaki herşeyden daha önemli olduğunu iyi anlamak gerekir. İnsanın, hayatında karşısına çıkacak muhtemel olaylar için önceden hazırlık yaptığı gibi, hatta daha da fazla, ölüm ve sonrası için benzeri bir hazırlık yapması en mantıklı hareket olacaktır. Her insan ölümden sonra karşılaşacağı olaylarla da tek başına muhatap olacaktır. Ebedi kurtuluşu isteyen insanlara, Allah Kuran'da şöyle emreder:
Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuşolanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir. (Haşr Suresi, 18-19)
Mevlevilikte ölünmez, susulur. Yeniden konuşana, ahiret alemlerine ulaşılacak zamana kadar 'emaneten' susulmuş, daha sonra buluşulacak ve sonsuza kadar konuşulacak, 'Hayy' sahibi olunacaktır. Hz. Mevlana ahir ömründe, hasta yatağında yatarken onun ölümünü büyük bir hüzünle bekleyen dostlarına, öldüğüm gün 'Şeb-i Aruz'dur' (düğün/kavuşma günü) diyerek onları teselli etmiş, üzülmek ne kelime sevinin diye vasiyet etmiştir.
Mevlana Mesnevi'nin bir beytinde ölmüş olmayı şöyle anlatmıştır. 'Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.' 'Ey aşıklar, ey aşıklar! Cihandan göç etmek zamanı geldi. Gökten can kulağıma göç davulunun sesi geliyor.'
alevilik'te böyle bir sözcük yoktur.. her daim aslına dönüş vardır... yani kısaca vahdet-i vücut çuyuz... bizde, bu sözcük yerine hayatını kaybeden kişi için; hakka yürüdü, denilmektedir...
Geri döndüren gördün mü geçmişi Boşa soldurdun o nazlı gençliği Bir avuç toprak için yor kendini Dünya da ÖLÜM den başkası yalan Yalan başkası yalan Zaman kendine benzetmez herkesi Hesapsız açar baharlar perdeyi Açmadığın dalda sözün geçer mi Dünya da ÖLÜM dem başkası yalan Yalan başkası yalan Sitem etme haberi yok dağların Ellerini gözlerinle bağladın Faydası yok geç kalınmış figanın Dünya da ÖLÜM den başkası yalan Yalan başkası yalan
ölüm her canlının birgün tatacağı bir icabettir.eğer iyi amellerimiz çoğunluktaysa ve cenabı allahın sevdiği bir kulsak canımızı almaya sevdiklerimiz tatlı bi şekilde götürecek bizi.aslında ölüm müminlere kurtuluş kötülere kafirlere azaptır.mümin insan bu dünyada azap görür gideceği yere göre..allah hepimizi mümin insanlardan saysınnn.
Ölüm hepimizin son durağıdır. İnsanlık tarihi boyunca ölüm köprüsünden geçmeyen kişi görülmüş değildir. Her doğan kişi ölümü peşinen kabullenmiştir aslında. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bu durum “Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân, 185) şeklinde ifade edilmiştir. Bu sese kulak vermeliyiz.
Ölüm, hayatımızdaki ağırlığını her zaman muhafaza etmektedir. Çünkü ölüm ölmemektedir. O her zaman diri ve güçlü bir halde hayatı yönlendirmektedir. Geçmişten günümüze dek ölüm her canlıyı derinden etkilemiştir. Ölümden müteessir olmayan bir varlık gösteremezsiniz. Zira ölüm hayatımızı çepeçevre kuşatmıştır.
Duygu işçisi olan şairler de sürekli olarak ölüm temasını şiirlerinin ana konularından saymışlar ve bu konu üzerinde kalem oynatmışlardır. Türk şiirinin en büyük isimlerinden biri olan Yahya Kemal Beyatlı da ölümü veciz bir biçimde işleyen ve ölüme dair duyguları ölümsüzleştiren bir ediptir. Onun “Sessiz Gemi” şiiri ölümü ne de güzel anlatmaktadır:
“Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç. Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç. Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile Avunmak istemeyiz böyle bir teselliyle. Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece. Guruba karşı bu son bahçelerde keyfince Ya, aşk içinde harap ol, ya şevk içinde gönül Ya, lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül.”
Dostlarımızın ölüm haberini aldığımızda elektriğe tutulmuş gibi oluruz. Bir anlık şok geçiririz. Bir türlü inanamayız bu kara habere. Belki de yanlış haberdir deriz. Fakat içimiz yine de rahat etmez. İnanmakla inanmamak arasında gidip geliriz. İçimizi bir güvercin tedirginliği kaplar. Telefonlara sarılırız haberi doğrulamak için… Haber doğrulanınca da boynumuz bükülür, ölümün ağırlığı üzerimize çöker. Yürüyecek mecalimiz kalmaz.
Birkaç gün evvel(21 Ocak 2007 Pazar akşamı) cep telefonum çalana kadar her şey güzeldi. ‘Değerli bir dostum, hal hatır sormak için arıyordur’ diye düşündüm. O rahatlık içerisinde telefonu açtım. Fakat karşımdaki arkadaşın sesi titriyordu. Belli ki kötü bir haberi iletecekti bana. Nitekim öyle de oldu. Telefondaki arkadaşım; köyümüzün en sevilen simalarından, komşum, dostum ve ilkokul öğretmenim Hayrullah Malkoç’un öldüğünü haber veriyordu bana. Bu haberle ayaklarımın bağı çözüldü. Çünkü böyle bir haberi hiç mi hiç beklemiyordum. Haberin ağırlığı beni iyice çökertti. Telefonu kapattıktan bir saat sonra tekrar aradım arkadaşı. ‘Belki yanlış haberdir, iyice araştır’ dedim. Kendisinin hastanede, ölen şahsın yanında olduğunu söyleyince umutlarım tükendi.
Köprübaşı’nın Gündoğan Mahallesi Kosron mevkiinden olan Hayrullah Malkoç 56 yaşında sağlıklı bir insandı. Kurban Bayramı’nın ilk günü sabahtan akşama kadar beraberdik. Aynı kurbandaydık. İki hayvanı beraberce kesip paylaştırdık. Sohbet ettik, yedik, çay içtik. Akşam hava karardığında o, bir taksiye binerek Sürmene’ye gitti. Arkadaş çevresinden iki üç tane kurbanı üstlenmişti. Onların kesimini ve paylaştırmasını bizzat kendisi yapmıştı. Kurbanları evlerine kadar götürecekti. Öyle hayırsever bir insandı. Ben de yürüyerek eve geçtim. Bu onunla son görüşmemiz oldu. Fakat bunu aklımın ucundan bile geçirmezdim.
Merhum Hayrullah Malkoç çok değerli, yardımsever, becerikli, saygın bir insandı. Sürmene Halk Eğitim Merkezi Müdürü olarak görev yapıyordu. 30 yılı aşkın bir zamandan beri devletin değişik kademelerinde görev yaptı. Henüz emekli olmamıştı. Büyük bir hizmet aşkıyla memuriyetini devam ettiriyordu. Bugüne kadar bir türlü evlenememişti, kendisine evlenmek nasip olmamıştı. Sürmene’de dört katlı güzel bir ev yaptırmıştı. Fakat yalnızdı. Yüz yaşını aşmış babasıyla yaşıyordu. Zaman zaman ondan da ayrı kalıyordu. İnsanların sevgisini kazanan bir kişiydi. Köyün en güvenilir insanıydı. Darda kalanlara koşan bir hayır elçisiydi. Büyüğü büyük bilip sayar, küçüğü küçük bilip severdi. Doğruluktan ve dürüstlükten hiç ayrılmazdı. Onun kısa biyografisini dikkatlerinize sunmak istiyorum:
1951 yılında Sürmene’de doğdu İlköğrenimini Köprübaşı Merkez İlkokulunda, orta ve lise tahsilini Sürmene’de tamamladı. Erkek Öğretmen Okulu’nu Trabzon’da, Eğitim Enstitüsü’nü Kayseri’de tamamladı. İlk görev yeri Erzurum’un Horasan ilçesi Gündeğer Köyü’ydü. Daha sonra Şenkaya ilçesinin Teketaş köyünde Müdür yetkili öğretmen olarak çalıştı. 1975 yılında Sürmene Oylum İlkokulu’nda görev yaptı. Daha sonra Güneşli Köyü İlkokulu’nda 15 yıl boyunca Müdür Yetkili Öğretmen olarak çalıştıktan sonra 1990 yılında Sürmene Halk Eğitimi Merkezi’ne Müdür yardımcısı olarak atandı. 11 Ağustos 2005 tarihine kadar Müdür yardımcılığı ve Müdür Vekilli görevinde bulundu. Yukarıda belirtilen tarihten itibaren Müdür olarak görevine devam etmekteydi. 21 Ocak 2007 Pazar günü akşamı ani bir kalp krizi neticesinde aramızdan ayrıldı. Allah rahmet eylesin.
Merhum Hayrullah Malkoç Güneşli Köyü İlkoku’nda benim de öğretmenimdi. Beşinci sınıfta derslerimize o girmişti. Öğrencileri tarafından çok sevilen bir insandı. O sadece öğretmen değil, köyün bilgesiydi. Derdi olan ona koşardı. O, bizim güven kapımızdı, gülen yüzümüzdü. Derde düşünce soluğu kendisinde alırdık. Onun ahirete intikal etmesinden sonra kendimi çok yalnız hissediyorum. Sanki büyük bir boşluğa düşmüş gibiyim. Fakat bu saatten sonra ona dua etmekten başka yapacak bir şey yok. Allah mekânını cennet eylesin. Sözlerimi Cahit Sıtkı Tarancı’nın ölüme dair bir beşliğiyle sonlandırmak istiyorum:
“Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misali o musalla taşında.”
çığlık ile fısıltı arasındaki farkı daha sonra keşkeleri bazen hakketti denilen sözleri ama en son halim öldü...diyorum arkasından nefes alıyorum ve karnım acıkıyor ardında kalan gözyaşı ise zayıflık timsali olduğu için genelde başka yerlere saklanıyor vee...yeni bir çıglık büyük sessizliği bozan...
İşte bu beni en çok korkutan şey, Helede öldüğünde millet biran evvel toprağın altına koymak için, bir kürek kum atmak için birbiriyle yarışıyorya, gördüğümde bu manzarayı her seferinde şimdiden ölüyorum ben. Ölüm soğuk, ölüm kötü, ölmek sevdiklerine dokunamamak demek.
sürekli varoluşumuzu sorgulatan, soğuk, iğrenç sürprizleri çağrıştıran kötü bir terimdir ölüm!
niye halis ölsün ki, niye? daha ömrünün tomurcuğundaydı! bak bebeği ortada kaldı! gerçi, doğal seleksiyon denilen faşizan tanımı kalbi delindiğinde öğrenmişti! ama ölüm, bıraksaydın lan biraz, çocuğunun keyfini çıkarsaydı, okula yazdırsaydı, saçını örseydi!
(varoluşsal psikoterapiden de, ölümden de nefret ediyorum)
gidişini hatırlıyorum, gizli gizli sevinmiştim(fazla bencilce) çünkü öleceğini hissetmiştim! buna tanık olmak istemiyordum. ona alışmakta istemiyordum! gitti ve öldü!
(bu bencilliğimi, kendimle yüzleşemem olarak algılama! ölüm korkusunu aşalı çok oldu. gitti ve öldü!)
şairden mülhem, üzüntümüzde süreklilik arz etmedi be halis, caz müziği gibi geldi, geçti!
kırmızı, dümbük gömlekli(dümbüğe çok gülerdi) çocuk! gitti ve öldü.
sonsuzluk ülkesinde kendine iyi bak halis, gözlerinden öperim.
Ölüm Nereden Ve Nasıl Gelirse Gelsin...
Savaş Sloganlarımız Kulaktan Kulaga Yayılacaksa
Ve Silahlarımız Elden Ele Geçicekse
Ve Başkaları Mitralyoz Sesleriyle
Savaş Ve Zafer Nagralarıyla
Cenazelerimizde Ağıt Yakacaklarsa
ÖLÜM HOŞGELDİ SEFA GELDİ
'Ernesto CHE Guevera'
Dünya hayatının bitip, ahiret hayatının başladığı an.Veya dünya ka-
pısının kapanıp ahiret kapısının açıldığı an.Bu insan ruhunun bedenden
ayılması ile olur.
Ölüm sizi her an yakalayabilir.
Kimbilir o an, belki de şu andır ya da size çok yaklaşmıştır.
Belki de bu satırlar ahlakınızı yeniden düşünmeniz için ölümünüzden önce size tanınmışson bir fırsat, son bir hatırlatma, son bir uyarıdır. Siz bu satırları okurken bir saat sonra hayatta kalacağınızdan emin olamazsınız. Bir saat sonra hayatta olsanız bir sonraki saate erişeceğinizin hiçbir garantisi yoktur. Saat değil bir dakika, hatta bir saniye sonra bile hayatta olacağınız kesin değildir. Bu kitabı sonuna kadar okuyup bitireceğinizin de hiçbir garantisi yoktur. Ölüm size, büyük bir ihtimalle, bir dakika öncesinde ölmeyi hiç aklınızdan geçirmediğiniz bir anda gelecektir.
Mutlaka öleceksiniz, tüm sevdikleriniz de ölecek, sizden önce ya da sonra mutlaka ölecekler. Bundan 100 sene sonra dünya üzerinde sizin tanıdığınız hiçbir canlı insan kalmayacak
Ölüm, her olay gibi, Allah'ın dilemesiyle hayır ve hikmetle gerçekleşir. Bir insanın doğum tarihi nasıl belliyse, aynı şekilde ölüm tarihi de daha o doğmamışken, dakikasına, saniyesine kadar bellidir. İnsan da kendisine verilen süreyi her saniye biraz daha tüketerek, o son ana doğru hızla yaklaşır. Herkesin ölümünün yeri, zamanı ve şekli kaderinde belirlenmiştir.
Buna rağmen insanların bir kısmı ölümün, Allah'ın ona sebep olarak yarattığı olaylar zincirinin bir sonucu olduğunu sanırlar. Her gün gazetelerde ölüm haberlerini okur, ardından da, 'Eğer bir tedbir alınsaydı sonuç bu şekilde olmazdı; şöyle yapılsaydı ölmezdi' gibi cahilce mantıklar yürütürler. Halbuki her insan kendisine tanınmışsüreden ne bir saniye eksik ne de bir saniye fazla yaşayamaz. Ancak, imanın verdiği bilinçten uzak olan insanlar, her olaya olduğu gibi ölüme de tesadüfler zincirinin bir parçası olarak bakarlar. Allah Kuran'da, tamamen inkarcılara özgü olan böyle çarpık bir zihniyetten müminleri sakındırır:
Bu nedenle, uzun yaşama hesapları yapmak yerine insan, Allah'a karşı sorumlu olduğunu ve hesap gününde bütün yaptıklarının hesabını vereceğini bilerek, Kuran'ın ve Peygamberimiz (sav) 'in sünnetinin rehberliğinde ve onun gösterdiği yola uygun olarak yaşamalıdır. Aksi halde, sonsuz hayatı için bir hazırlık yapmaması, bunun için kendisine tanınan bu tek ve son fırsatı kaçırması ve ebediyen cennetten mahrum kalması kendisi için gerçekten de çok acı bir durum olur. Ebediyen cennetten mahrum olan biri sonsuz azap mekanı olan cehenneme gidecek bir ahlak gösteriyor demektir. Bu nedenle dünyada boşa geçen her saniye hem çok büyük bir kayıp hem de çok acı bir sonuca doğru atılan yeni bir adımdır.
Madem gerçek budur, öyleyse bu gerçeğin dünyadaki herşeyden daha önemli olduğunu iyi anlamak gerekir. İnsanın, hayatında karşısına çıkacak muhtemel olaylar için önceden hazırlık yaptığı gibi, hatta daha da fazla, ölüm ve sonrası için benzeri bir hazırlık yapması en mantıklı hareket olacaktır. Her insan ölümden sonra karşılaşacağı olaylarla da tek başına muhatap olacaktır. Ebedi kurtuluşu isteyen insanlara, Allah Kuran'da şöyle emreder:
Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuşolanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir. (Haşr Suresi, 18-19)
Mevlevilikte ölünmez, susulur.
Yeniden konuşana, ahiret alemlerine ulaşılacak zamana kadar 'emaneten' susulmuş, daha sonra buluşulacak ve sonsuza kadar konuşulacak, 'Hayy' sahibi olunacaktır.
Hz. Mevlana ahir ömründe, hasta yatağında yatarken onun ölümünü büyük bir hüzünle bekleyen dostlarına, öldüğüm gün 'Şeb-i Aruz'dur' (düğün/kavuşma günü) diyerek onları teselli etmiş, üzülmek ne kelime sevinin diye vasiyet etmiştir.
Mevlana Mesnevi'nin bir beytinde ölmüş olmayı şöyle anlatmıştır. 'Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.' 'Ey aşıklar, ey aşıklar! Cihandan göç etmek zamanı geldi. Gökten can kulağıma göç davulunun sesi geliyor.'
alevilik'te böyle bir sözcük yoktur.. her daim aslına dönüş vardır... yani kısaca vahdet-i vücut çuyuz... bizde, bu sözcük yerine hayatını kaybeden kişi için; hakka yürüdü, denilmektedir...
Ölümden korkmuyorum, asıl öldükten sonra ne gibi sonuçlar beni bekliyor ondan korkuyorum...;
Aslında insan seveninin her türlü gönderdiğine katlanır, ama bakalım biz buna katlanacak seviyedemiyiz...
Nerde bizde bu sözleri söyleyecek yürek ve aşk...
' Nar'ında hoş, Nurunda hoş...'
Yeni başlangıç,yepyeni bir boyut..
azrail.
dünya ile ahiret arasındaki geçiş anı.
'Mihnet-i dünya çekilmez doğrusu bir can için'
YALAN
Geri döndüren gördün mü geçmişi
Boşa soldurdun o nazlı gençliği
Bir avuç toprak için yor kendini
Dünya da ÖLÜM den başkası yalan
Yalan başkası yalan
Zaman kendine benzetmez herkesi
Hesapsız açar baharlar perdeyi
Açmadığın dalda sözün geçer mi
Dünya da ÖLÜM dem başkası yalan
Yalan başkası yalan
Sitem etme haberi yok dağların
Ellerini gözlerinle bağladın
Faydası yok geç kalınmış figanın
Dünya da ÖLÜM den başkası yalan
Yalan başkası yalan
her zaman istediğim fakat bi türlü ulaşamadığım...
gerçek olan şey......
ya bütün acılarının bittiği yada tam tersi başladığı zaman.
Simsiyahtır Ölüm Ellerinden Gülüm....
Gül_Siyah, Ölüm siyah, sen siyah, hayat siyah...
Ak olan cennet o'da mekanın olsun...
Zannetmeki cennetle cehennem çok uzakta
Beklenmedik an mevt bizi bekler bu tuzakta. deli
soluğunu hissettiğimizde tüm yaşadığımız yeryüzündeki yaşamımızın saniyelere sığması ölüm...ötesi sonsuzluğa başlangıç...
ebedi sonsuzluğa kavuşma basamağı
ölüm gelmeden, uzat ellerini.
Ölüm geliyor aklıma birden ölüm
Bir ağacın gölgesine sarılıyorum
cemal süreya
Ne acı bir tesadüftür ki...Gaffar Okan, Uğur Mumcu, İsmail Cem...............24 Ocak tarinde, bu dünyaya veda etmişlerdir..........
ölum bu hayat denen oyalamacadan kurtulup sonsuzluğa ve eger burada allaha isen sonsuz guzelliğe açılan 1 kapıdır
olurken guzel gorunmek gerek.
guzel bir olum..
ölüm her canlının birgün tatacağı bir icabettir.eğer iyi amellerimiz çoğunluktaysa ve cenabı allahın sevdiği bir kulsak canımızı almaya sevdiklerimiz tatlı bi şekilde götürecek bizi.aslında ölüm müminlere kurtuluş kötülere kafirlere azaptır.mümin insan bu dünyada azap görür gideceği yere göre..allah hepimizi mümin insanlardan saysınnn.
GÜLE GÜLE HAYRULLAH MALKOÇ HOCAM! …
M.NİHAT MALKOÇ
Ölüm hepimizin son durağıdır. İnsanlık tarihi boyunca ölüm köprüsünden geçmeyen kişi görülmüş değildir. Her doğan kişi ölümü peşinen kabullenmiştir aslında. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bu durum “Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân, 185) şeklinde ifade edilmiştir. Bu sese kulak vermeliyiz.
Ölüm, hayatımızdaki ağırlığını her zaman muhafaza etmektedir. Çünkü ölüm ölmemektedir. O her zaman diri ve güçlü bir halde hayatı yönlendirmektedir. Geçmişten günümüze dek ölüm her canlıyı derinden etkilemiştir. Ölümden müteessir olmayan bir varlık gösteremezsiniz. Zira ölüm hayatımızı çepeçevre kuşatmıştır.
Duygu işçisi olan şairler de sürekli olarak ölüm temasını şiirlerinin ana konularından saymışlar ve bu konu üzerinde kalem oynatmışlardır. Türk şiirinin en büyük isimlerinden biri olan Yahya Kemal Beyatlı da ölümü veciz bir biçimde işleyen ve ölüme dair duyguları ölümsüzleştiren bir ediptir. Onun “Sessiz Gemi” şiiri ölümü ne de güzel anlatmaktadır:
“Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç.
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile
Avunmak istemeyiz böyle bir teselliyle.
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.
Guruba karşı bu son bahçelerde keyfince
Ya, aşk içinde harap ol, ya şevk içinde gönül
Ya, lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül.”
Dostlarımızın ölüm haberini aldığımızda elektriğe tutulmuş gibi oluruz. Bir anlık şok geçiririz. Bir türlü inanamayız bu kara habere. Belki de yanlış haberdir deriz. Fakat içimiz yine de rahat etmez. İnanmakla inanmamak arasında gidip geliriz. İçimizi bir güvercin tedirginliği kaplar. Telefonlara sarılırız haberi doğrulamak için… Haber doğrulanınca da boynumuz bükülür, ölümün ağırlığı üzerimize çöker. Yürüyecek mecalimiz kalmaz.
Birkaç gün evvel(21 Ocak 2007 Pazar akşamı) cep telefonum çalana kadar her şey güzeldi. ‘Değerli bir dostum, hal hatır sormak için arıyordur’ diye düşündüm. O rahatlık içerisinde telefonu açtım. Fakat karşımdaki arkadaşın sesi titriyordu. Belli ki kötü bir haberi iletecekti bana. Nitekim öyle de oldu. Telefondaki arkadaşım; köyümüzün en sevilen simalarından, komşum, dostum ve ilkokul öğretmenim Hayrullah Malkoç’un öldüğünü haber veriyordu bana. Bu haberle ayaklarımın bağı çözüldü. Çünkü böyle bir haberi hiç mi hiç beklemiyordum. Haberin ağırlığı beni iyice çökertti. Telefonu kapattıktan bir saat sonra tekrar aradım arkadaşı. ‘Belki yanlış haberdir, iyice araştır’ dedim. Kendisinin hastanede, ölen şahsın yanında olduğunu söyleyince umutlarım tükendi.
Köprübaşı’nın Gündoğan Mahallesi Kosron mevkiinden olan Hayrullah Malkoç 56 yaşında sağlıklı bir insandı. Kurban Bayramı’nın ilk günü sabahtan akşama kadar beraberdik. Aynı kurbandaydık. İki hayvanı beraberce kesip paylaştırdık. Sohbet ettik, yedik, çay içtik. Akşam hava karardığında o, bir taksiye binerek Sürmene’ye gitti. Arkadaş çevresinden iki üç tane kurbanı üstlenmişti. Onların kesimini ve paylaştırmasını bizzat kendisi yapmıştı. Kurbanları evlerine kadar götürecekti. Öyle hayırsever bir insandı. Ben de yürüyerek eve geçtim. Bu onunla son görüşmemiz oldu. Fakat bunu aklımın ucundan bile geçirmezdim.
Merhum Hayrullah Malkoç çok değerli, yardımsever, becerikli, saygın bir insandı. Sürmene Halk Eğitim Merkezi Müdürü olarak görev yapıyordu. 30 yılı aşkın bir zamandan beri devletin değişik kademelerinde görev yaptı. Henüz emekli olmamıştı. Büyük bir hizmet aşkıyla memuriyetini devam ettiriyordu. Bugüne kadar bir türlü evlenememişti, kendisine evlenmek nasip olmamıştı. Sürmene’de dört katlı güzel bir ev yaptırmıştı. Fakat yalnızdı. Yüz yaşını aşmış babasıyla yaşıyordu. Zaman zaman ondan da ayrı kalıyordu. İnsanların sevgisini kazanan bir kişiydi. Köyün en güvenilir insanıydı. Darda kalanlara koşan bir hayır elçisiydi. Büyüğü büyük bilip sayar, küçüğü küçük bilip severdi. Doğruluktan ve dürüstlükten hiç ayrılmazdı. Onun kısa biyografisini dikkatlerinize sunmak istiyorum:
1951 yılında Sürmene’de doğdu İlköğrenimini Köprübaşı Merkez İlkokulunda, orta ve lise tahsilini Sürmene’de tamamladı. Erkek Öğretmen Okulu’nu Trabzon’da, Eğitim Enstitüsü’nü Kayseri’de tamamladı. İlk görev yeri Erzurum’un Horasan ilçesi Gündeğer Köyü’ydü. Daha sonra Şenkaya ilçesinin Teketaş köyünde Müdür yetkili öğretmen olarak çalıştı. 1975 yılında Sürmene Oylum İlkokulu’nda görev yaptı. Daha sonra Güneşli Köyü İlkokulu’nda 15 yıl boyunca Müdür Yetkili Öğretmen olarak çalıştıktan sonra 1990 yılında Sürmene Halk Eğitimi Merkezi’ne Müdür yardımcısı olarak atandı. 11 Ağustos 2005 tarihine kadar Müdür yardımcılığı ve Müdür Vekilli görevinde bulundu. Yukarıda belirtilen tarihten itibaren Müdür olarak görevine devam etmekteydi. 21 Ocak 2007 Pazar günü akşamı ani bir kalp krizi neticesinde aramızdan ayrıldı. Allah rahmet eylesin.
Merhum Hayrullah Malkoç Güneşli Köyü İlkoku’nda benim de öğretmenimdi. Beşinci sınıfta derslerimize o girmişti. Öğrencileri tarafından çok sevilen bir insandı. O sadece öğretmen değil, köyün bilgesiydi. Derdi olan ona koşardı. O, bizim güven kapımızdı, gülen yüzümüzdü. Derde düşünce soluğu kendisinde alırdık. Onun ahirete intikal etmesinden sonra kendimi çok yalnız hissediyorum. Sanki büyük bir boşluğa düşmüş gibiyim. Fakat bu saatten sonra ona dua etmekten başka yapacak bir şey yok. Allah mekânını cennet eylesin. Sözlerimi Cahit Sıtkı Tarancı’nın ölüme dair bir beşliğiyle sonlandırmak istiyorum:
“Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.”
sunu unutmayın arkadaşlar.. yaşamak ne kadar güzelse... ölmekte yaşamak kadar güzeldir..... [email protected]
ölüm: hayatın bitişi... sonsuzlugun başlayışıdır......
çığlık ile fısıltı arasındaki farkı daha sonra keşkeleri bazen hakketti denilen sözleri ama en son halim öldü...diyorum arkasından nefes alıyorum ve karnım acıkıyor ardında kalan gözyaşı ise zayıflık timsali olduğu için genelde başka yerlere saklanıyor vee...yeni bir çıglık büyük sessizliği bozan...
İşte bu beni en çok korkutan şey,
Helede öldüğünde millet biran evvel toprağın altına koymak için, bir kürek kum atmak için birbiriyle yarışıyorya, gördüğümde bu manzarayı her seferinde şimdiden ölüyorum ben.
Ölüm soğuk, ölüm kötü, ölmek sevdiklerine dokunamamak demek.
ölüm güzel şey, budur perde ardından haber
hiç güzel olmasaydı ölürmüydü peygamber
yeter ki sonrasına hazırlıklı olalım
sürekli varoluşumuzu sorgulatan, soğuk, iğrenç sürprizleri çağrıştıran kötü bir terimdir ölüm!
niye halis ölsün ki, niye? daha ömrünün tomurcuğundaydı! bak bebeği ortada kaldı! gerçi, doğal seleksiyon denilen faşizan tanımı kalbi delindiğinde öğrenmişti! ama ölüm, bıraksaydın lan biraz, çocuğunun keyfini çıkarsaydı, okula yazdırsaydı, saçını örseydi!
(varoluşsal psikoterapiden de, ölümden de nefret ediyorum)
gidişini hatırlıyorum, gizli gizli sevinmiştim(fazla bencilce) çünkü öleceğini hissetmiştim! buna tanık olmak istemiyordum. ona alışmakta istemiyordum! gitti ve öldü!
(bu bencilliğimi, kendimle yüzleşemem olarak algılama! ölüm korkusunu aşalı çok oldu. gitti ve öldü!)
şairden mülhem, üzüntümüzde süreklilik arz etmedi be halis, caz müziği gibi geldi, geçti!
kırmızı, dümbük gömlekli(dümbüğe çok gülerdi) çocuk! gitti ve öldü.
sonsuzluk ülkesinde kendine iyi bak halis, gözlerinden öperim.