Kültür Sanat Edebiyat Şiir

küba sizce ne demek, küba size neyi çağrıştırıyor?

küba terimi F tarafından tarihinde eklendi

  • F
    F

    Maradona, kokaine karşı tedavi görmek için 4 yıl önce Küba'ya yerleşmişti.Geçen hafta geçirdiği rahatsızlıktan sonra tekrar KÜBA'ya döneceğini açıkladı.

  • F
    F

    Cumhuriyet gazetesi’ndeki yazısında Ali Er de; “Küba’da yoksulluğun anlamı farklı; eğer yoksulluk aç ve açıkta kalmaksa, eğer yoksulluk hastane kapılarında sürünmekse ve eğer yoksulluk eğitimden yoksun olmaksa Küba ve Küba halkı yoksul değil. Ama yoksulluk, bir dolara satılan Coca Cola veya benzeri ithal içecekler ise dolarla satılan diğer ürünleri alamamaksa, Küba halkı yoksul, hem de çok yoksul. Ve Küba halkı dünya çapındaki bilim adamından işçisine kadar her vatandaşıyla bu yoksulluğu paylaşıyor.” diyor. (22 Ağustos 2003 Cumhuriyet)

  • F
    F

    Eğitim, sağlık, her alanda halka sağlanan fırsat eşitliği sosyalist ülkelerdeki uygulamalardan yalnızca bir bölümüdür. Küba’yı gezip görenlerden F. Berk Doğutürk Yeni Yüzyıl’daki yazısında bakın ne diyor;
    “İnsanların çeşitli takıları, giysileri yok ama; kitap okuyorlar resim, heykel ve müzikle uğraşıyorlar. Bu da onları mutlu kılıyor. Küba’da garsonlar bile üniversite mezunu. Bir de 2 milyon nüfusa karşı 60 bin sanatçı olduğunu öğrendim. Havana’nın sokaklarında birçok galeri, kütüphane, resim-heykel atölyeleri görmek olası....
    “... Sadece işçilere ait tatil köyleri var. Şeker kamışı tarlalarında yılda bir kez de olsa doktorundan komutanına her statüden insan gönüllü olarak çalışıyor. Ayrıca insanlar birbirlerine ve bize karşı çok sıcak ve sevecen. 20 gün boyunca kavga eden kimseye rastlamadım. İnsanların sevgileri çıkara dayalı değil.” (4.11.1997. Y.Yüzyıl)

  • F
    F

    Birleşmiş Milletlerin raporlarında dünyada her yıl yapılan istatistiklerde yüzlerce çocuğun daha doğmadan öldüğü yayınlanıyor. Binlerce çocuk doğduktan kısa bir süre sonra çeşitli hastalıklardan ve yoksulluktan ölüyorlar. BM raporlarına göre önlenebilir veya tedavi edilebilir hastalıklar nedeniyle her yıl 4 milyon çocuk yaşama gözlerini yumuyor, 60 milyon çocuk çeşitli hastalıklarla birlikte tehdit altında yaşıyor. Küba’da ise çocuk ölümleri sıfır.

  • F
    F

    BİR KÜBA MACERASI...

    Küba’ya üç haftalık bu seyahati planlamadan önce, ülke hakkında rastladığımız her güncel bilgiyi edinmiştik tabii. Ancak oraya gittiğimizde bunların ne kadar yetersiz ve yanıltıcı olabildiğini anladık. En iyisi belki, baştan başlayıp anlatmak...

    Eğer bir seyahat acentesi ile bir paket tur edinip gitmiyorsanız, en azından Havana’daki ilk geceniz için kalacağınız yeri bir şekilde ayarlamalı ve sizi havaalanından karşılamalarını sağlamalısınız. Böyle bir başlangıç, bu çok farklı ülke hakkındaki ilk izlenimlerinizi olumlu kılabilmek için gerekli olabilir. Girişteki pasaport kontrolünde size muhtemelen nerede kalacağınızı soracaklar, bu soruya bilinen herhangi bir otel ismi vermeniz yeterli olacaktır. Bunun haricinde herhangi bir zorlukla karşılaşmadan ülkeye adım atacaksınız. Havana’ya gitmek için tek yol taksi tutmak olup size yaklaşık 20$’a mal olur.

    Ülkeye giriş için gerekli vizeyi Ankara’daki Küba Konsolosluğu’ndan 15$ karşılığında yarım saatte alabilirsiniz. Yolculuk bilfiil on dört saat sürüyor ama buna Avrupa’da bir havaalanında bekleyeceğiniz saatleri de eklerseniz, on dokuz saat civarında. Küba ile saat farkımız yedi saat, bu sebeple giderken on iki saatte, dönerken yirmi altı saatte gelmiş gibi oluyorsunuz.

    BİRAZ TARİH...

    Küba tarihinde son savaş 1953 Temmuzu’nda, Amerika güdümlü diktatör Batista’ya karşı başlatılmış ve 1959 yılında zaferle sonuçlanarak devrim yılları başlamış. İnsanlardan dinlediğimiz kadarı ile devrim öncesi Küba’nın görüntüsünü kısaca anlatmak istiyorum, çünkü bu günü değerlendirebilmek için kesinlikle gerekli. O yıllarda ülkenin hakimiyet sahibi Amerika Devleti; tüm ticaret, şeker ve diğer sanayi büyük Amerikan tröstlerinin elinde. Küba halkı, büyük çoğunluğu zenci yerliler, bir kısmı İspanya’dan gelen beyazlar ve iki ırkın karışması ile meydana gelen melezlerden oluşuyor; dolayısıyla ana dili İspanyolca. Devrim öncesinde çok ağır bir ırkçılık söz konusu. Yaşlı bir Kübalı, devrim öncesi ile sonrasını soran bir gazeteciye şu cevabı vermiş: “Biz devrimden önce köpektik, şimdi ise insanız.” Doğal olarak yerli halkın Amerikalılar ile birlikte hiçbir aktiviteyi paylaşması mümkün değilmiş. Ayrıca, halkın çok büyük bölümünün gelir seviyesi ve kültür düzeyi korkunç düşükmüş (devrimden önce okur yazar oranı %23 -bunun %17’si Havana’da yaşayanlar) .

    Devrimin hemen sonrasında, o sıralarda Amerika Başkanı olan Kennedy, hem Amerika’yı hem de diğer ülkeleri kapsayan ağır bir ambargoyu devreye sokarak belli ki tüm hıncını almış. Kalifiye elemanı hiç olmayan Küba, ham madde ve diğer malzemelerin de ambargo nedeni ile kesilmesi sonucunda dehşet verici iki yıl süren bir periyoda girmiş. Ancak sonrasında Doğu Bloğu’nun hem ham madde, hem de yetişmiş işgücü göndermesi ve karşılıklı mal alışveriş anlaşmalarının devreye konulması ile rahat bir nefes alarak, öncelikli yatırımların yapılmasına başlanabilmiş.

    Eğer bilmiyorsan, öğren. Eğer biliyorsan, öğret.

    Küba sloganı, 1961

    İşte bu sloganla okullar, üniversiteler, kütüphaneler birbiri arkasına inşa edilmiş, okuma seferberlikleri başlatılmış (bugün sanırım okuma-yazma oranı %100’e yakın; orta seviyeli okulların işleme biçimi, bizdeki Cumhuriyet’ten sonra kurulan köy enstitüleri tarzında) . 80’li yılların başında tüm acil yatırımlar (yollar, havaalanları, fabrikalar, spor tesisleri...) tamamlanmış. Bu iyi yıllar, Doğu Bloğu’nun zora düşmesi ve ardından da 90’lı yıllarda çökmesi ile sona ermiş ve yeniden zorlu bir sınav başlamış. Aradan geçen kırk yıla rağmen, ambargo tüm vahşeti ile devam etmekte ve Küba yalnızca kendi üretebildiği ile yetinmek durumunda. Örneğin cam yok, boya ve birtakım elektrik aletleri hiç bulunamıyor. Evlerde cam, pencere yerine tahta kepenk kullanılıyor ve hepsi harap, boyasız... Çevrenize baktığınızda, sanki birkaç hafta önce bombalanmış bir şehir görür gibisiniz.

    LA HABANA

    Başkent Havana, iki milyon kişinin yaşadığı büyük bir şehir, ancak görebildiğim kadarıyla metrekareye düşen kişi sayısı düşük, büyük oteller dışında yapılar tek veya iki katlı, bir çoğu da boş ve yıkıntı halinde... Yollar çok geniş ve ağaçlı, trafik yok denecek kadar az.

    Gezilebilecek yerleri uzun uzun belirtmeyeceğim, çünkü bunları Havana’da Küba tur ya da Havana tur ofislerinden kolayca elde edebilirsiniz. Şehir gezilerine ya da civar şehirlere düzenlenmiş turlara da katılabilirsiniz. Şehir gezisi yarım gün 15$... Ya da bisiklet taksi dedikleri kişiyi taşıyan araçlarla 6$’a bir tur atabilirsiniz. Taksilerde taksimetre var ve pek pahalı değil, tabii şoförlerin de devlet memuru olduğunu hatırlatmama gerek yok; biraz bahşiş fena olmaz. Ama ben yine de Küba’ya gitmeden önce bisiklet ve motosiklet kullanma pratiğinizi geliştirmenizi tavsiye ederim. Beş dolar, on dolar derken günün sonunun nereye varacağı pek belli olmuyor... Toplu taşıma aracı olarak varolan elli model otobüsler yalnızca Kübalılar için ve sanırım bedava. Marketlerde (Mercado) acil şeyleri bulmak mümkün ama çeşit inanamayacağınız kadar az. Her yerde görülebilen bu çeşit azlığını, yokluğa ilaveten satım kolaylığı olması için yapıldığına yordum. Çünkü buralarda çalışanlar vardiyalı ve bazı yerlerde günde üç kez sayım yapılarak devir yapılıyor. Özellikle bizim hemşeriler için belirteyim; ekmek yeme alışkanlıkları yok, bu sebeple çok nadir yerlerde bulabilirsiniz, mercadolarda “panng” diye sormalısınız (sözlükte yazmıyor ve kimseye anlatamıyorsunuz) ... Yeri gelmişken Küba’da bizler için en büyük sorun, lisan sorunu. Kimseler İngilizce bilmiyor ve gereğini de anlamıyor sanırım. Gelen turistlerin çok büyük bölümü, İspanya ve Meksika’dan olduğu için turizmin kendi ana lisanlarından pekala yapılabileceği kanısındalar (şimdilik!) .

    Capitol binası, Amerika’nın Beyaz Sarayı’nın biraz küçültülmüşü (sanırım biraz hicvetmişler): karşısında da Indian Park... Karşılıklı pek manidar olmuş. Devrim müzesi, binasından ötürü görülmeli bence; harika eski bir yapı. İçinde sergilenenleri İspanyolca izahattan dolayı pek anlayamadık, zaten fazla bir şey de yok, hatta o sırada şöyle küçük bir esprim de oldu: “Eşyaları halen kullandıkları için müzeye koymaya kıyamamışlardır.”

    Şehir tamamen on altıncı ila on dokuzuncu yüzyıl aralığında yapılmış İspanyol Mimarisi binalar ile bezeli, zaten Unesco tarafından korunmaya alınmış (birçoğu da korunmasız gibi geldi bize) . Şehircilik planı şaheser; blok sistemi ilke yapılmış, kör dahi olsanız kaybolmadan rahatça gezebilirsiniz. Caddeler, sokaklar sanki cetvelle çizilmişçesine düzgün, ferah, temiz (her taraf çöp teknesi dolu) . Ayrıca Küba’nın her yeri son derece güvenli, gece bile nahoş bir hadise ile karşılaşmadık. İnsanları zaman zaman bir şey satmak ya da teklif etmek üzere yanınıza yaklaşarak fısır fısır bir şeyler söylüyorlar, tabii İngilizce bilmedikleri için dertlerini anlamıyoruz, onlarda fazla askıntı olmuyorlar. Ben kendi adıma elli-altmış kelimelik İspanyolca portföyü edinmeyi borç bildim, hatta telaffuzum pek beğenilerek şakayla karışık casus olmamdan şüphelenildi. Böyle halkın arasına girerek onların evlerinde yaşamaya meraklı ilk Türk’müşüm gibi davrandılar. İlginç olan bizi önce İtalyan’a benzetmeleri, biz “Turkia” deyince de hemen tanımaları ve sevgiyle davranmaları oldu. Sanırım bizim Cumhuriyet devriminden haberliler ve önemsiyorlar; Atatürk’ü, Nazım Hikmet’i ve Yaşar Kemal’i tanıyorlar. (Halbuki on beş sene önce gittiğimde İngiltere’de bizi Arap sanıyorlardı!) Şimdi düşünüyorum da, Arap olmadığımızı bilen birilerinin olması güzel.

    Sabun zor bulunan bir meta olduğu için yanınızda birkaç kalıp bulundursanız iyi olur, çay hiç içmiyorlar, eğer tiryakisi iseniz ufak bir su ısıtacağı ile poşet çay alın derim. Ayrıca İspanyolca veya İngilizce kitap götürebilirseniz yanınızda, hediye olarak çok makbule geçer; çünkü yeni kitap bulmakta zorlanıyorlar ve bulunanların da fotokopisini çekip üç dolardan satıyorlar (yasak filan değil, imkansızlık) .

    Lokantalar, cafeler, işyerleri, taksiler, her şey devletin, çalışanların; hepsi de devlet memuru... Maaşlar gerçekten aylık 10 ila 15$ civarında. Ancak bu sizi yanıltmasın, insanlar bu para ile geçinmiyorlar. Kökenini tam olarak çözemediğim, illegal bir dolar temin etme yoları var (bazıları da legal) çünkü tüm satış noktalarında dolar geçerli, bir dolardan daha ucuz hiçbir şey yok. Bazı şeyler Türkiye ile aynı fiyat, ama birçok şey de daha pahalı.

    Oteller, yıldız sayılarına göre 40$ ile 100$ (iki kişi gecelik) arasında değişiyor. Ayrıca ev pansiyonculuğu (hostal) da legal olarak mevcut. Yirmi ila yirmi beş dolar gecelik fiyatlar kahvaltıyı kapsamıyor. (Kiraya verilen her bir oda için devlete aylık 100$ vergi veriyorlarmış.) Ev lokantacılığı (paladar) da yaygın, özel teşebbüs olarak varlar ancak on iki kişiden fazlasına hizmet vermeleri yasakmış (devlet zengin olmalarını engellemek için bu tedbiri alıyor dediler) . Tüm “paladarlarda” ve lokantalarda aynı beş kalem yiyecek var; “polo frito” (tavuk kızartması) yemekten gıdaklayacak durumlara geldik. Paladarlarda set mönü uygulaması var kişi başı 6$ (Bu fiyatları hiç çekinmeden kesin belirtiyorum, çünkü Küba’nın her yerinde geçerli) . Devlet, özel girişimde iki işi birlikte yapmaya izin vermiyor. Örneğin paladarlık yapan, aynı zamanda hostal olamıyor.

    Havana’da her elli metrede iki polis var; diğer şehirlerde çok çok az... Ancak insanların yüzünde ya da davranışlarında, bir korku ya da baskı altında imiş gibi bir tavır yok. Hatta bir süre sonra komünist bir ülkede olduğunuz gerçeğini bile unutur gibi oluyorsunuz. Örneğin çöküşten önce Rusya’ya gittiğimde edindiğim korkunç baskı ve dehşet izlerini Küba’da görmedim. İnsanlar Castro’dan bahsederken askerlik arkadaşları imiş gibi Fidel diyorlar ve yüzlerinde bir korku, saygı ya da nefret ifadesi olmuyor. Halkın çoğunluğu Katolik, kiliseler açık ve faaliyette. Dine fazla düşkünlük yoksa da yasak da değil, hatta sanırım devrimin ilk yıllarından kalma din konulu fıkralar çoğunlukta. Evinde kaldığım veteriner, bir tanesini bana anlattı (nadir İngilizce bilenlerdendi) .

    'Kübalı’nın biri ölmüş ve öteki tarafa geçmiş. Günahları fazla olduğu için adamı cehenneme buyur edip etrafı gezdirmişler, 'Günün on iki saati çalışacaksın, hep para kazanacaksın, sonra bunları harcayacaksın' diye izahatta bulunmuşlar. Bu arada karşı tarafta bir başka kısım görmüş adam; cayır cayır ateşler içinde yanan feryat figan insanlar. Adam şaşırmış, meleğe dönüp sormuş; zebani gülümsemiş, orası Katolik Cehennem’i demiş.' (İlk cehennem de kapitalizm galiba, ben öyle anladım!)

    Biliyorsunuz Küba, ince uzun bir ada. Adanın her tarafına uzanan, belkemiğine benzeyen bir otoyol var ve buna bağlı tali yollar tabii. Yolların çok olduğunu belirtmeliyim. Tam dokuz tane havaalanı saydım, eksik de olabilir; ufak mesafelerde bile uçak ile seyahat etmek mümkün. Şehirler arası yollar için Kübalılar’ın bindiği otobüsler, eski Amerikan tarzı otobüsler ve bunlar için bir ay önceden biletinizi almanız gerekiyor. Turistler için ise VİAZUL adında bir turizm şirketi var (devletin): son derece lüks terminaller, otobüsler ve servis. Belli başlı şehirler arasında düzenli seferleri var ancak oldukça pahalı. Örneğin; Havana-Trinidad arası 338 km yol, kişi başı 25$, yalnız gidiş (zaten uçak da 50$ civarında) .

    Yollarda en çok şeker kamışı ve pirinç dikkatimizi çekti. Büyükbaş hayvancılık tüm adaya dağılmış ve tavuk çiftlikleri... Her yer olağanüstü yeşil, en çok da Hindistan cevizi ve mango ağaçları var. Yollarda gördüğümüz köy tarzı yerleşim birimlerinin bizden pek farkı yok, daha ziyade işçi tarzı yapılmış tek katlı barakalardan oluşuyor.

    Hava sıcaklığı 24 ila 35 derece arasında değişiyor, sadece bahar ve yaz var, zaman zaman aniden başlayan yağmur oldukça şiddetli ama iki saat içinde arkasında uzun bir gökkuşağı bırakarak terk edip gidiyor. Biz gittiğimizde Mart ayı idi ve sıcaklık 28 ila 30 derece civarındaydı, nemli ancak geceleri nispeten serin. Odalarda ya da şirketlerde klima var ve sürekli çalışıyor. Elektrik, su, ev kirası hemen hemen bedava...

    Devlet, tüm insanlarına ayda belli bir yiyecek ve ihtiyacı, karne ile bedava dağıtıyor (pirinç, kahve, şeker, yağ, ekmek, yumurta, kuru fasulye, sabun) . Yedi yaşına kadar çocuklara süt (neden yedi yaşında kesiyorlar diye sinirleniyorlar!) ... Genel olarak yedikleri; domuz ve tavuk eti (ucuz; kilosu 1$) , kuru fasulyeli pilav, muz kızartması (patates cipsi gibi) , hepsi bu... Görebildiğim tek meyve, muz ve mango (bir kere Havana’da rafta “bir adet” elma görüp saldırdım ve tanesine o koklukta 1.5$ verdim): sebze olarak da, domates, az salatalık, kuru soğan, az patates... (Bizim gibi meyve-sebze cenneti bir ülkenin ferdi için, çok farklı bir beslenme.) Değişik bir pizza anlayışı var, genel olarak çok yeniyor ve bizim peynirli pidenin hamuru yumuşak şekli.

    En çok tüketilen üç şey; (bence de Küba’daki en güzel sıralamasında ilk beşe girer) Küba kahvesi, Rom ve puro. Dünyada ve tabii hayatımda içtiğim en lezzetli kahve, yapılışı enteresan bir çaydanlık sistemi ile, içinde telve yok ve bildiğimiz Türk kahvesi fincan takımı ile sunuluyor, fakat kahve sürahisi yanınıza konuluyor (ya da ben doyamayıp “görmediklik” yaptığım için) .

    Okullarda forma giyiliyor, çocuklar çok neşeli, cıvıl cıvıl. Formaları sarı-beyaz ya da kırmızı-beyaz, kısa kollu gömlek ve mini etekten (kızlar için) oluşuyor. Formaların ve ayakkabıların yeniliği ve pırıl pırıl oluşu dikkatimi çekti. Sorduğumda devletin her yıl bir formayı neredeyse bedava olarak dağıttığını öğendim. Tabii kitap, defter, kalem de aynı şekilde; ellerinde bol bol var (eğitime verdikleri önemi burada anlatmam çok uzun kaçacak, spor sahaları, yüzme havuzları, kütüphaneler, müthiş) .

    Neredeyse kimse, ambargonun kendilerine kırk yıldır yapmış olduğu ezayı hatırlamıyor ya da umursamıyor gibi. Zaten dikkatimi çeken bir diğer husus da, insanların nefreti, kızgınlığı ve kavgayı unutmuş olmaları; gezdiğimiz üç hafta içinde değil bir kavga, yüksek sesle dahi tartışıldığını görmedik. Gürültülü konuşuyorlar, Latin özelliği sanırım, ama gülerek ve şarkı söyleyerek. Tarzları bu... Çok yaşlı insan var -fakat bunların gerçekten mi yaşlı olduklarını yoksa yaşlı mı göründüklerini sormayı unutmuş olduğumu fark ediyorum- ve bu yaşlı erkeklerin çoğunun da bacakları yok, özürlü sandalyeleri var, herhalde devlet bu savaş gazilerine (mayınlardan olmuş olmalı) minnettarlığını böyle göstermiş.

    Kesin söyleyeceğim bir başka olgu ise; kadın hakimiyeti… Kadınlar nüfus olarak da fazlalar; % 60 civarında sanırım. Kendilerine birey olma bilinci tam olarak aşılanmış; güvenli, etkileyici ve cazibeli. (Okuduğum bir kitapçıkta devrim öncesi kadınlarının tam olarak İspanyol geleneklerine uygun olarak, eve kapalı, sindirilmiş ve ezik olduğu söyleniyordu.) Erkekler ise daha sakin, utangaç göründüler bana, belki de azınlık psikolojisidir. (Aynı şeyi İngilizler için de gözlemlemiştim.) Genel olarak hepsinde açık olarak görünen, bunca fakirlik ve zorluğa rağmen, gururlu ve komplekssiz bir birey olma hali. Turiste güler yüz var ama o kadar, yılışma yok, abartılı bir öncelik hiç yok

  • F
    F

    'Küba Emperyalizmi Yargılıyor', Fidel Castro ve Che Guevara'nın farklı zamanlarda ve yerlerde yaptıkları ikişer konuşmadan oluşuyor. Kitap devrimin ilk yıllarındaki Küba'yı resmediyor. Konuşmalarda önemli bir bölüm 'az gelişmiş ülkelerin' durumuna ayrılmış. Bilindiği üzere Küba otuz yıl İspanya'nın sömürgesi olarak kalıyor. İspanya çekilince ülke, ABD sömürgesine dönüşüyor ve sömürü kılıf değiştiriyor. Küba da kapitalist dünyadaki adını alıyor: 'az gelişmiş ülke'. Kitaptan az gelişmiş ülkeler ve emperyalizme dair bir tespit: 'ABD hükümeti niçin az gelişmiş ülkeler için kalkınmadan söz etmiyor? Çünkü tekellerle kapışmaz. Tekellerin yağmalamak için doğal kaynaklara ve piyasalara ihtiyaçları vardır. Bu yüzden kamu yatırımlarını kullanan kalkınma planları yoktur.' Türkiye'de de önemli kamu işletmelerinin zarar ettiği gerekçesiyle özelleştirilmesi ve özelleştirmelerle artan işsizlik, kötü çalışma koşulları, IMF reçeteleriyle tarımın çökertilmesi, ülkenin üretimsizliğe mahkum edilmesi alıntıda yapılan tespiti doğruluyor.

    Küba ise sermayedarları kovdu. Büyük toprakları, üretim araçlarını ve yolsuzlukla kazanılan mülkleri, hacim gözetmeksizin kamulaştırdı. Küba'da en ücra köşelerde bile okullar var; eğitim eşit ve parasız. Devrimden önce toplumun küçük bir kısmının yararlandığı sağlık hizmetleri, devrim sonrasında büyük gelişme gösterirken, herkes için eşit ve parasız hale getirildi. Artık Küba'da insanlar sosyalist devrim öncesinde olduğu gibi en küçük hastalıklardan ölmüyor. Bebek ölüm oranının en düşük olduğu ülke Küba. Yalnız Küba halkı devrimden önce bu koşullarda yaşamıyordu. Devrimden önceki Küba'yı Fidel Castro Küba Emperyalizmi Yargılıyor kitabında şöyle anlatıyor: 'Küba'da devrim, 600.000 işsizle, 6 milyon nüfusun yarısının elektriğe sahip olamayışıyla, nüfusun çoğunun barakalarda en temel haklardan yoksun yaşamasıyla karşılandı.' Ve bugün Türkiye'de olduğu gibi '... bankacılık, elektrik, telefon, ithalat, petrol, şeker üretimi ve en verimli topraklar ABD'nin elindeydi.'
    Kitapta üzerinde durulan bir diğer konu savaş. Emperyalizm savaşı bir iş, bir zenginleşme aracı olarak görür. Savaşla istediği coğrafyaya girip istediği ülkeye müdahale edebilir. Kapitalist ülkelerde 'silahlanma' en çok kaynak aktarılan alanlardan biridir. Savaşta oluşan maddi ve manevi zararların emperyalizmin gözünde hiçbir önemi yok. Çünkü onun bir tek felsefesi var: Yağma. Bu yüzden emperyalizm halkların kardeşliğinin yanında olamaz. Askeri üslerini koruması ve daha çok yağmalayabilmesi için halkların düşmanlığına ihtiyacı vardır. Bugünkü İsrail'in işgali altındaki Filistin sorunu gibi. Küba'nın bu konudaki tavrı net: 'Yağma felsefesine son verin, savaş felsefesi de son bulacaktır.' Küba tüm ülkelere silahsızlanma çağrısında bulunuyor ve ekliyor: 'Tekeller, akbabalar gibi savaşta ölenlerin cesetleriyle beslenir. Savaşı bir iş, bir zenginleşme nesnesi olarak görenlerin maskesi düşürülmelidir.'

    “Küba Emperyalizmi Yargılıyor” yapılan bu tespitlerle, sosyalist kalkınma planına dair verdiği bilgilerle, Küba'yı ve emperyalizmi daha iyi anlamamızı sağlayacak ve biz Küba'yı daha iyi anlamalıyız. Çünkü emperyalizmin dünyada tek güç odağı haline gelmesiyle saldırganlığı ve doymak bilmezliği arttı. Çünkü Küba tüm dünyaya sosyalizmin bir ütopya olmadığını gösteriyor. Çünkü Küba emperyalizme karşı sosyalizmi yaşatmak adına savaşıyor. Çünkü Küba emperyalizmin doymak bilmezliğini ve saldırganlığını sorguluyor. Çünkü Küba günümüz dünyasında insanlığın onurunu kurtarıyor. Küba'yı çok daha iyi anlamalıyız.

  • F
    F

    27 Mart 2001 Tarihinde Cenevre'de Yapılan 57. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nda Küba Dışişleri Bakanı Felipe Perez Roque Tarafından Yapılan Konuşma
    Sayın Başkan,

    Küba adına konuşuyorum.

    Biz buraya, doğruları söylemeye ve yalancıları itham etmeye geldik. Biz buraya aklımızı kuşanarak geldik: Haklı fikirler ve halkımızın mücadele tarihinin cephaneliğidir bu - hiçbir şey ya da hiç kimse tarafından bastırılamayan gerçek adaleti kazanma çabası, ve saldırılar, kuşatmalar ve iftiralar, bu mücadele iradesinin ne zırhını kırabilmiş, ne de onun tam bağımsızlığına dokunabilmiştir.

    İnsan hakları komisyonu bugün eskisinden daha da parçalı bir halde ve geri dönülemez bir itibarsızlık noktası sınırındadır. Bir tarafta Üçüncü Dünya ülkelerinin temsilcileri duruyor: Bizler borçlarımızın tutsaklarıyız, dünya çapında empoze edilmeye çalışılan haksız bir düzensizliğin kurbanlarıyız, sadece yoksulluk ve geri kalmışlığa sahip olanlarız, acı içinde, eğitimsizleriyle, açlar ve fakirleriyle, öldürülen çocukları ve anneleriyle, bizi sömürenlerin refahını sürdürmüş olanlarız. Biz bu komisyonda daima suçlu konumundaydık. Diğer taraftaysa zengin ve gelişmiş ülkelerin temsilcileri var: Onlar alacaklılar, üretilen her şeyi tüketen, kirleten, israf eden, sağlıklarını bize borçlu olduklarını unutan, buna rağmen bizim ülkelerimizi suçlayan ve yargılayan onlar.

    İkiyüzlülüğü ve çifte standardı bu komisyonun çalışmalarından silmenin vakti çoktan gelmişti. Birleşik Devletler -dünyamızda neredeyse bir milyar insanı etkileyen- kıtlığın, insan onurunun ihlali olarak kabul edilmesine neden karşı oy kullandığını açıklayabilir mi? Birleşik Devletler, Küba’yı suçlamaya çalışırken, İsrail ordusunun yürekli Filistin insanına karşı işlediği insan haklarının rezilce ve ağır ihlalini kınamayı neden reddettiğini açıklayabilir mi?

    Bu komisyonda, geniş çaplı bir reform ve demokratikleşme sürecinin tamamlanmasının talep edilmesinin zamanı geldi. Bu konular her yıl tartışılıyor ve bu amaçlar doğrultusunda birkaç karar alındı. Fakat gerçek şu ki, BM İnsan Hakları Komisyonu Birleşik Devletler ve yandaşlarının hakimiyetinin çıkarları doğrultusunda bir araç işlevi görmeye devam ediyor.

    Bu durum değişebilir mi? Elbette değişebilir. Fakat siz, gelişmiş devletlerin temsilcilerinin makul bir şekilde isteklerimizi kabul etmesi gerekiyor. Doğrunun tek sahibi siz olmadığınızı kabul etmeniz gerekiyor. “Fakir insanlar haklı olmaz” ırkçı düşüncesini toptan reddetmek gerekiyor.

    Daha demokratik ve hoşgörülü bir dünyaya ihtiyacımız var. Neden küçük bir grup zengin, güçlü ülkeler, giderek daha az demokratikleşen ve çoğulculuktan uzaklaşan bir dünya dayatmaya çalışıyorlar? Sadece ülke içerisinde değil, ülkeler arasındaki ilişkilerde de daha fazla hoşgörü için neden uğraşılmıyor? Neden toplumsal ve siyasi yapılanmanın farklı modellerinin varlığı kabul görmüyor? Tek bir tipte demokrasinin varlığını koruması girişiminin ardındaki mantık nedir? Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda tüm halkların kendi kaderlerini tayin hakkını ve bu hak doğrultusunda her halkın kendi siyasi yapılanmasını özgürce gerçekleştirebileceğini baştan kabul etmedik mi?

    Bu Komisyon'un çalışmalarının işlevliliği, ancak karşılıklı saygıya dayanan bir işbirliğinin sonucu olabilir - dogmatik baskı ve burnu büyüklüğünse kesinlikle değil.

    Küba, bu Komisyon'un haksız çıkarların tutsağı olmaktan kurtarılmasını talep etmeye devam edecektir. Küba, tüm ülkelerin hakları kabül görene dek mücadelesinden vazgeçmeyecektir; Komisyon'un çoğulcu, şeffaf, nesnel ve demokratik işleyişinin teminatı elde edilinceye dek vazgeçmeyecektir.



    Sayın Başkan,

    Amerika Birleşik Devletleri Küba'yı insan hakları ihlalleriyle suçluyor. Hepimizin bildiği gibi, bu suçlamada Küba'da insan haklarının durumu konusunda hakiki bir kaygı söz konusu değildir. Gerçekte sözkonusu olan mesele, küçük bir Üçüncü Dünya ülkesinin kendi yolunu seçip seçemeyeceği, kendi yordamınca eşitlikçi bir geleceği ve çocukları için iyi bir yaşamı kurup kuramayacağı meselesidir.

    Küba’ya karşı Birleşik Devletler tarafından uydurulan ve bu Komisyon'a ağır baskılarla dayatılmaya çalışılan suçlamayı hakir görüyor ve reddediyorum. Ve gözlerinizin içine bakarak, inatla sesimi yükseltiyorum: Küba’da hiçbir bir insan hakları ihlali yoktur. Küba’yı bu Komisyon'da seçme çabasının arkasında hiçbir gerçek gerekçe olmadığı gibi, böyle bir iddia ancak Birleşik Devletler'in, Küba’yı artık ona bağımlı olmayan özgür bir ülke olarak kabul edemesi hastalığından kaynaklı olabilir.

    Bugün BM İnsan Hakları Komisyonu, kırk yıllık soykırımcıl kuşatmanın, ekonomik savaşın, istilâların, terör faaliyetlerinin, yıkıcı uğraşların, Küba liderlerine karşı suikast girişimlerinin, biyolojik savaşların ve daha bir çok saldırganlığın ardından, Küba’ya karşı baskıcı Birleşik Devletler planı ile, gelişme, adalet ve bağımsızlık arzumuzun çarpıştığı en son savaş alanıdır.

    Zamanımı, Küba gerçeğini açıklayarak ve Birleşik Devletler suçlamalarının haksız, seçici doğasını kanıtlayarak geçirmeyeceğim. Buna gerçekten gerek yok. Siz kabul etseniz de etmeseniz de, bunu zaten biliyorsunuz. Sadece, Küba’yı insan hakları ve demokrasi konusunda suçlamaya kalkmak için en az ahlakî itibara sahip olan devletin, Amerika Birleşik Devletleri olduğunu söylemekle yetineceğim.

    Sormadan edemiyorum: Siz hiç Küba polisinin öğrencileri ve işçileri -dünyanın pek çok bölgesinde gündelik olarak yaşandığı üzere- herhangi bir gösteride dövdüğünü, üzerlerine plastik kurşun sıktığını, köpekler, atlar saldığını, ya da gaz bombası attığını gördünüz mü? Oysa siz de bilirsiniz, Küba’da liderler halkla beraber katılırlar gösterilere.

    Hatta, ABD Hükümeti'nin dünyada insan haklarının durumu konusunda hazırladığı son raporunda bile -ki doğal olarak, arada ismi geçmeyen tek ülkenin ABD'nin kendisi olduğu bu raporu, hiçbir biçimde meşru görmüyorum- Küba’da siyasî sebeplerle yaşanmış ölüm ve kayıpların olmadığı belirtiliyor. Ülkemize karşı köklü nefretlerine, bizi karalama saplantılarına ve vicdansızlıklarına rağmen Birleşik Devletler en azından bu konuda yalan söylemeye cesaret edememiş. Gördüğünüz üzere, insan hakları kaydımız o kadar şeffaf ve insancıl ki inkar etmek mümkün değil.

    Bu salondan herhangi birisi Küba'da bir tek işkence, ölüm ya da kayıp vakasının sözünü edebilir mi? Bu salonda herhangi birisi, Küba'da gazetecilere yönelik bir suikast olayı, -Birleşik Devletler'de bir Kübalı çocuğu alıkoymaya yönelik başarısız çabadan başka- herhangi bir çocuk kaçırma, çocuk satma ya da çocuk köleliği olayı biliyor mu?

    Küba'da bir ölüm mangasının varlığını işiten var mı? Hiç kimse Küba'da annelerin ve büyükannelerin, çocuklarının ve torunlarının kayıpları veya ölümleri peşinden ağladığı gösteriler gördü mü? Aranızdan kimse, Küba hükümetinin halkını kandırarak bir IMF uyum programı kabul ettiğini, ya da ülkesinin zenginliklerini uluslararası kurumlara peşkeş çektiğini duydu mu? Hiç neden kırk yıllık kuşatmadan ve on yıllık korkunç ekonomik sıkıntılardan sonra, halkımız bize artan biçimde destek vermeye devam ediyor, düşündünüz mü? Cevabı, Devrim'in iktidar saplantılı bir seçkin takımına değil, halka ait olmasıdır.

    Küba'da liderlerimiz sorumlulukları bir yaşam stili olarak değil, bir görev, yaşama karşı bir tavır olarak görürler. Yetkimiz sadece, paranın ve yolsuzluğun karışmadığı demokratik ve şeffaf seçimlerimize de dayanmaz; halkımızın bize verdiği yetki, bizim soyguncu olmadığımız, onların ihtiyaçları ve hayallerinin üzerinde dolaşmadığımız, yaşadıkları zorluklarını paylaştığımız, sade ve adanmış bir yaşamdan vazgeçmeyeceğimize dair kanaatlerine de dayanır.

    Bu kendimizi mükemmel bir toplum olarak göründüğümüzü mü gösterir? Hayır, kendmizden tatmin değiliz. Daha yalnızca yolun başındayız. Yüzyılların dışlanmışlığını ve haksızlıklarını silmeye çalışıyoruz. Eğitim ve kültürü halkımızın bugüne kadar ulaşılmadığı bir seviyeye yükseltmeyi planlıyoruz. Çocuklarımıza, daha önce hiçbir toplum tarafından erişilmemiş eşitlik, toplumsal adalet ve yurttaş katılımı seviyeleri kazandırmak için çabalıyoruz.

    Kazanımlarımızı geliştirmek, ve bizi mantıksızca suçlayanların sisteminden daha demokratik olduğunu gayet iyi bildiğimiz siyasî sistemimizi, daha etkili ve katılımcı kılmak için daha da elimizden geleni yapacağız.

    Küba'da giderek daha insancıllaşan ve hoşgörü kazanan bir toplum için mücadele ediyoruz. Daha özgür insanlara dönüşen, eğitilmiş ve kültürlü insanlar hayal ediyoruz. Biz yalnızca seçkin bir grup insana değil tüm halkımıza bilinç aşılıyoruz. Derin bir toplumsal duyarlılığa sahip, bireycilikten arınmış, insancıl inancın sağlam köklerine bir sahip toplum hayal ediyoruz. 'Vatan'ın 'İnsanlık' anlamına geldiğini bilen bir halk ile, bu düşleri gerçekleştirmeyi düşlüyor, onlara daha da yaklaşıyoruz. İnsanın ve onurunun temel taşlarını oluşturduğu bizimkisi gibi bir toplum, şiddet, baskı ve düzenbazlıkla ise asla uyuşmayacaktır.

    Üzerimizde kimse baskı uygulayamaz. Biz adil ve doğru olanı yapıyoruz. Bizim ahlakî kurallarımız var. Bizim ahlakımız var. Ve şunu içtenlikle açıklayayım: Baskıları ve tehditleri ne kabul ettik, ne de bundan sonra edeceğiz!

    Küba'ya karşı yürütülen zalim harekatlerda Birleşik Devletler'e kuyrukçuluk eden ülkelerin, bize insan hakları üzerine söz söyleyebilecek bir nebze olsun ahlakî itibarları kalmamıştır. Ayrıca, bir yandan Birleşik Devletler'le işbirliği yapıp, Küba’ya karşı uygulanan ambargoyu haklı gösterebilmek için çevrilen bu dolaplara katılıp, diğer yandan da Küba'ya uygulanan ablukaya karşı görüş de belirtilemez.

    Kavgamızın aynı zamanda kendi hakları için olduğunu bilen, ABD desteği altındaki diktatörlüklerin yüz binlerce insana işkence yaptığı, öldürdüğü, kaybettiği vakitlerde gördüğü Küba dayanışmasını unutmayan Latin Amerika halklarının desteği ve sevgisi bizimledir.

    Ayrıca şunu da biliyoruz ki Küba’nın kavgası, Üçüncü Dünya'daki herkesin haklarının savunusudur. Horgörü ve güvensizlik, bizim eşit ve adil bir dünya hakkımızla, gelişme ve yaşama hakkımızla son bulacaktır.



    Sayın Başkan,

    Küba’nın bağımsızlığı ve özgürlüğü Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba daha da bağımsız ve özgür olmaktan vazgeçmeyecektir.

    Küba’nın sosyalist oluşu Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba daha da toplumcu olacaktır!

    Küba’da halkın yönetiyor oluşu Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba halkı kendi istikametini daha da fazla tayin edecektir!

    Küba’nın emperyalizme ve hegemonyaya karşı durduğu gerçeği Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba anti-emperyalistliğini ve haklı davalarla dayanışmasını daha da yükseltecektir!

    Birleşik Devletler, parçalanmış ve zayıf bir Küba’nın ABD'ye eklemlenmesini savunacak bir partinin kurulmasını istiyor. Ve Küba, birlikteliğin ve bağımsızlığın, toplumsal adalet ve değerlerin, gerçek eşitlik ve hakikî dayanışmanın partisini sahiplenmeye devam edecektir -ki onsuz ne özgürlüğümüz, ne demokrasimiz, ne de barışımız kalırdı!

    Kırk yıllık dayanışmamız, bizim ideallerimizi, doğrularımızı, yılmaz irademizi, boyun eğmez ve yenilmez özgürlüğümüzü destekliyor.

    Birleşik Devletler'deki hükümdarlar Küba konusunda ne yapabileceklerini artık bilemiyorlar. Her alanda peş peşe yenilgiye uğramaya devam edecekler. Üyelerine yönelik onur kırıcı baskılarla ve çok büyük siyasi fatura karşılığında bu Komisyon'da yapmaya çalıştıkları şeyler, Kral Pyrrhus’un 'Bunun gibi bir zafer daha, beni bitirir' deyişini unuttuklarını gösteriyor.

    Onlar bizi dünyada ki en özgür toplum yaptılar. Biz artık onların ticaretine, yatırımlarına, kredilerine bağımlı değiliz. Biz her alanda onların yalanlarını teşhir etme ve her zaman doğruları söyleme imtiyazına sahip olan neredeyse tek ülkeyiz.

    Biz, Amerika Birleşik Devletleri'nin asil ve idealist olabilen halkını suçlamıyoruz; egemen bir sistemi, dünyaya dayatılan -ve sürdürülebilir de olmayan- bencil, doymak bilmez bir siyasî ve ekonomik düzeni suçluyoruz.

    Bizden, Birleşik Devletler'i memnun etmek için bir jest yapıvermemizi rica edenler var. Halkım adına benim yapacağım jest, yumruğumu havaya kaldırmak ve kırk yıldır bütün Kübalıların kendilerine karşı işlenen suçlara ve gerçekleşen saldırılara verdikleri cevabı, yüksek sesle ifade etmek olacaktır:

    YA VATAN YA ÖLÜM!

    KAZANACAĞIZ!

  • F
    F

    Dünyanın en küçük kuşlarına sadece Küba'da rastlanır. Boyu beş santimi biraz geçen arı sinekkuşu (Mellisuga helenae) cüssesi kadar çıkardığı sesle de bu ada uygun düşüyor. Tahminen saniyede 80 çırpmayla kanatlarını oynatırken öylesine vızıltılı bir ses çıkarıyor ki, insanlar çoğu kez bir böcek olduğunu sanma yanılgısına düşüyor. Bu büyüleyici kuş Küba'ya özgü binlerce hayvan ve bitki türünden yalnızca biri.

  • F
    F

    Kübanın en işlek caddelerinden birinin üzerinde Atatürk büstü de bulunur.Büst, Mihri Belli'nin Hürriyet Gazetesi için kaleme aldığı Küba gezisi anıları sırasında gündeme gelmişti.

    Küba'ya bir Atatürk büstü gönderme fikri ilk olarak 1993'de Gürbüz Çapan'ın Küba ziyareti sırasında ortaya çıkmış. Havana Belediye Başkanı'yla bir araya gelen Gürbüz Çapan, bu ülkede pek bilinmeyen Türk Kurtuluş Savaşı'nı anlatmış ve Atatürk'ten bahsetmiş. Bunun üzerine Kübalı yetkililer kendisinden Küba'da dikilmek üzere bir Atatürk büstü istemişler ve karşılığnda da Türkiye'ye gönderilmek üzere bir Jose Marti büstü söz vermişler.
    Jose Marti, Kübalı bir halk kahramanı ve şair. Aynı zamanda, İspanya'dan sonra Amerikan sömürgesi olan Küba'daki bağımsızlık mücadelesine silahlı olarak destek olmuş.
    Çapan'ın 1993'teki bu ziyaretinin ardından, yayılmacılığa karşı sembol haline gelmiş bu iki önemli tarihi kişiliğin büstleri hazırlanmış ve Atatürk'ünki Havana'ya, Marti'ninki de Esenyurt'ta Esenkent-Abdullah Baştürk Parkı'na dikilmiş.
    Büstlerin dikiliş tarihleri de ilginç: 19 Mayıs 1995. Başkan Çapan, 19 Mayıs'ın seçilme nedenini şöyle açıklıyor: Marti'nin ölüm tarihi 19 Mayıs 1895. Çapan şöyle diyor: ‘‘Atatürk'ün doğum günü de bence, 19 Mayıs 1919. Bu tarih onu diğer Osmanlı paşalarından ayıran ve tıpkı Jose Marti gibi bir halk kahramanı yapan tarih. O yüzden bu çakışmayı belgelemek istedik.’’

    Guantanamera şarkısının yazarı
    Hepimiz ünlü ‘‘Guantanamera’’ şarkısını biliriz. İşte Kübalı şair Jose Marti (1853-1895) bu ünlü şarkının söz yazarı. Jose Marti, bir şair, bir denemeci ve Kübalı bir yurtseverdi. 1869'da düşünceleri yüzünden hapsedildi ve yüksek öğrenim yaptığı İspanya'ya sürüldü. Buradan geçtiği New York'ta uzun süre gazetecilik yaptı. Küba Devrimci Partisi'ni kurdu. Sonra Venezuela'ya geçti. Ülkesinin bağımsızlık mücadelesine destek oldu. Dos Rios Savaşı'nda Kurtuluş Ordusu'nun başındayken öldürüldü. Jose Marti, 20. yüzyılda bütün Güney Amerika'da sevilen bir özgürlük şairi haline geldi. 1959 Küba Devrimi'nden sonra yeni rejimin de kahramanlarından biri oldu. İşin ilginç yanı, Küba'ya karşı bir propaganda savaşı yürüten ABD'nin de 1980'lerde Florida eyaletinden adaya yaptığı radyo kanalına ‘‘Jose Marti Radyosu’’ adını vermesiydi. Guantanamera şarkısıyla yayınına başlayan ve Küba halkını rejime karşı isyana çağıran radyonun yayını, bu adı kullandığı için Küba'da ters tepki yarattı.

  • F
    F

    Fidel Castro geçen yıl, 1/Mayıs/2003 de Devrim Meydanı'nda yaptığı konuşmada Küba'nın GÜNÜMÜZDEKİ durumunu ve dünyaya bakışını şöyle anlatmıştır:

    Değerli misafirler;
    Sevgili Kübalılar:
    Dünyanın en korkutucu emperyalist gücünden birkaç mil uzaklıktaki bu küçük Karayip adasında, halkımız 44 yıldır mücadele etmektedir. Bu mücadele boyunca halkımız tarihte eşine rastlanmamış bir bölüm eklemiştir. Dünya hiç bu kadar adaletsiz bir savaşa şahit olmamıştır.
    Bazıları, bu emperyalist gücün, dünyada bir eşiti bulunmayan askeri ve teknolojik donanımıyla Kübalıları korkutabileceğini veya cesaretini kırabileceğini sanmıştır. Ancak bugün, bu cesur halkın giderek artan cesaretini şaşkınlıkla izlemekten başka bir şey yapamamaktadırlar. Böylesi bir günde, uluslararası işçi bayramında, Şikagolu beş şehidi anarken; ben, burada toplanan bir milyon Kübalının adına, her tür tehdide karşı duracağımızı, baskılara boyun eğmeyeceğimizi, Devrim'i ve ülkemizi düşüncelerimizle ve silahlarımızla kanımızın son damlasına kadar savunacağımızı ilan ediyorum.
    Küba'nın suçu ne? Dürüst bir insan hangi gerekçeyle bu ülkeye saldırabilir?
    Kendi kanıyla ve düşmandan gasp ettiği silahlarla Küba halkı, ABD tarafından iktidara getirilen zalim bir tiranı 80 bin silahlı adamla devirdi. Küba, Latin Amerika ve Karayiplerde, emperyalist egemenlikten bağımsızlaşan ilk ülkedir, güney yarımküredeki tek ülkedir. Aynı zamanda, sömürgecilik sonrası dönemde on binlerce insanı katleden işkencecilerin, katillerin ve savaş suçlularının cezalandırıldığı tek ülkedir.
    Ülkenin bütün toprakları köylülere ve tarım işçilerine verildi. Doğal kaynaklar, sanayi ve temel hizmetler tek ve gerçek sahibinin, Küba halkının eline geçti. Küba, ABD yönetimi tarafından düzenlenen Domuzlar Körfezi çıkartmasını, 72 saat boyunca durmadan, gece gündüz savaşarak geri püskürterek, bu ülkenin doğrudan yapacağı bir askeri müdahaleyi ve bunun tahmin edilemez sonuçlarını engelledi. Devrim'in zaten, 400 bin silah ve yüz binlerce milisten oluşan bir İsyan Ordusu vardı. 1962'de Küba onurlu bir şekilde ve taviz vermeden, onlarca kez nükleer saldırı tehdidi ile karşı karşıya kaldı. Bütün ülkeye yayılan ve bağımsızlık savaşından daha fazla can kaybına neden olan kirli bir savaşı bastırdı.
    ABD hükümeti tarafından düzenlenen binlerce sabotaj girişimine metanetle dayandı.
    Devrim'in liderlerine karşı yapılan yüzlerce suikast planını boşa çıkardı. Yarım yüzyıldır süren katı bir ambargo ve ekonomik rekabet koşulları altında, Küba'daki okur yazarlık oranı bir yılda, diğer Latin Amerika ülkelerinin ve ABD'nin kırk yıldır ulaşamadığı bir seviyeye yükseltildi.
    Ülkenin çocuklarının yüzde 100'üne ücretsiz eğitim sağlandı. Okullardaki devamlılık oranı yarımküredeki en yüksek seviyedir; bu oran anaokulu ve dokuzuncu sınıf arasında yüzde 99'dur. Ortaokul öğrencileri, anadil ve matematik bilgisi alanında dünyada birinci sırada gelmektedir. Ülkemiz aynı zamanda, dünyada, en fazla öğretmen ve sınıf başına düşen öğrenci sayısında da birinci sıradadır. Fiziksel veya zihinsel yetenekleri olan bütün öğrenciler bu alanlara özel okullara alınır. Bilgisayar eğitimi ve görsel-işitsel metotların kullanımı, hem şehirlerde hem de köylerde bütün çocukların, gençlerin ve yetişkinlerin hizmetine sunulmuştur.
    Dünyada ilk kez, daha önce eğitim almamış ve çalışmamış, 17-30 yaşları arasındaki bütün insanlara, bir yandan maddi destek verilirken diğer yandan yeniden eğitim görme fırsatı tanınmıştır. Bütün vatandaşlarımız, anaokulundan doktora eğitimine kadar her tür eğitim hizmetini tek kuruş ödemeden alabilmektedir. Bugün ülkemizdeki üniversite mezunu, aydın ve profesyonel sanatçı sayısı Devrim'den öncekinin 30 katıdır. Bugün ortalama bir Küba vatandaşı, en az 9 yıl eğitim almaktadır. Kasıtlı cahil bırakma diye bir şey Küba'da yoktur.
    Ülkenin dört bir yanında sanatçıların yetiştirilmesi için kurulmuş sanat okulları ve buralarda çalışan sanat öğretmenleri vardır; bu okullarda 20,000'den fazla genç insan yeteneklerini geliştirmektedir. Bunun aynını on binlerce genç insan meslek okullarında yapmakta ve sonra da profesyonel eğitimine devam etmektedir. Üniversite kampusları giderek ülkenin bütün kasabalarına yayılmaktadır....
    Ölü bebek doğumu oranı binde 60'tan, binde 6 - 6.5 seviyesine düşürülmüştür. Bu oran, Patagonya'dan ABD'ye, yarımküredeki en düşük orandır. Ortalama yaşam süresi 15 yıl artmıştır. Çocuk felci, sıtma, neonatal tetanos, difteri, kızamık, kızamıkçık, kabakulak, boğmaca, dang gibi bulaşıcı hastalıklar yok edilmiş; tetanos, meningokok menenjit, hepatit B, homofil menenjit ve tüberküloz tamamen kontrol altına alınmıştır....
    Genetik, doğum öncesi veya doğum sırasındaki nedenlerden kaynaklanan sorunları en aza indirmek için yapılan araştırmalar sürmektedir. Küba bugün, kişi başına düşen en fazla doktor sayısına ve en yakın takipçisinin iki katı kadar doktora sahiptir.
    Kübalılar dünyadaki en iyi sağlık sistemine sahiptir ve ilerde de bütün sağlık hizmetlerini ücretsiz almaya devam edeceklerdir.
    Sosyal güvenlik halkımızın tamamını kapsamaktadır.
    Küba'da insanların yüzde 85'i ev sahibidir ve bunun için vergi veya benzeri bir şey ödemezler. Geri kalan yüzde 15 sembolik bir ücret olarak, maaşlarının yüzde 10'unu ödemektedir. Yasadışı uyuşturucu kullanımı nüfusun önemsiz bir kısmını içermektedir ve bununla kararlı bir biçimde mücadele edilmektedir. Kimsenin umudunu şansa bağlamaması için piyango ve bunun gibi kumar oyunları Devrim'in ilk yıllarından itibaren yasaklanmıştır.
    Küba televizyonlarında, radyolarında veya yazılı basınında hiçbir ticari reklam yayınlanmaz. Bunun yerine, sağlık, eğitim, kültür, beden eğitimi, spor, hobiler, çevreyi koruma ile ve uyuşturucu, trafik kazaları ve diğer sosyal sorunlarla ilgili anonslar yapılır. Bizim medyamız eğitir, zehirlemez veya yabancılaştırmaz. Bizim medyamız ahlaksızca tüketen toplumları yüceltmez.
    Heykeller, resmi fotoğraflar, sokak veya kurum adları gibi yaşayan devrimcileri kültleştirme gibi bir şeye rastlanmaz. BU ÜLKENİN LİDERLERİ İNSANDIR, İLAH DEĞİL...

    Yeni kuşaklar ve bütün insanlar çevreyi koruma gerekliliği konusunda eğitiliyorlar. Medya, çevre bilinci aşılamak için kullanılıyor. Ülkemiz, kültürel kimliğini inançla savunuyor, bir tarafın iyi niteliklerini kültürüne katarken bozucu, yabancılaştırıcı ve aşağılayıcı olan her şeye karşı da savaşıyor. Sağlıklı bir toplumun geliştirilmesi, amatör sporun teşvik edilmesi, halkımızı madalyalar ve takdirlerle dünyanın en üst sıralarına taşımıştır.
    Halkımızın ve tüm insanlığın hizmetinde olan bilimsel araştırmalar, birkaç yüz katına çıkmıştır. Bu çabaların sonucunda, önemli ilaçlar Küba'da ve diğer ülkelerde hayat kurtarmaktadır.
    Küba asla biyolojik silah geliştirme girişiminde bulunmamıştır, çünkü bu bizim geçmişte ve gelecekte bilimsel personelin eğitiminde temel aldığımız ve alacağımız ilkelerle ve felsefeyle tamamen çelişir.
    Başka hiçbir halkta uluslararası dayanışma ruhu bu kadar gelişmemiştir....
    Bunun pek çok örneği var. 2000'den fazla Kübalı enternasyonalist savaşçı, diğer kardeş ülkelerin bağımsızlık mücadelelerini desteklerken hayatlarını vermişlerdir. Ancak, bu ülkelerin hiç birinde tek bir Küba mülkü bulunmamaktadır. Çağımızda hiçbir ülke bu kadar cömert destek vermemiştir.
    Küba daima örnek bir ülke olmuştur. Asla boyun eğmemiştir. Başka halkların mücadelelerini de asla bırakmamıştır. Asla taviz vermemiştir. Asla ilkelerinden vazgeçmemiştir....
    Yarım milyondan fazla Kübalı, savaşçı olarak, öğretmen olarak, teknisyen olarak, doktor veya sağlık emekçisi olarak enternasyonalist görevlerini yerine getirmiştir. On binlerce sağlık emekçisi hizmetleriyle 40 yıldan fazla bir süre boyunca milyonlarca hayat kurtarmıştır. 18 tane üçüncü dünya ülkesinin en ıssız bölgelerinde çalışmakta olan 300 kapsamlı genel hekim ve diğer sağlık personeli vardır. Önleme ve tedavi yöntemleriyle her yıl yüz binlerce hayat kurtarmakta, milyonlarca insanı tedavi etmekte ve hizmetlerinin karşılığında tek bir kuruş talep etmemektedirler.
    Küba'nın Birleşmiş Milletlere, gerekli fon... sağlandığında verdiği Kübalı doktorlar olmasaydı, AIDS ile mücadele için gereken acil programlar başarısız olurdu....
    Küba, radyo ile okumayazma öğretimi teknikleri geliştirmiştir; artık beş dilde - Haiti Creole, Portekizce, Fransızca, İngilizce ve İspanyolca - verilen yardımcı metinleri pek çok ülkede kullanılmaktadır. Çok yakında İspanyolca için benzer bir program, çok yüksek kalitede, televizyon ile okuma öğretme programı tamamlanacaktır. Bunlar Küba'da geliştirilmiş ve tamamen Kübalı olan programlardır. Biz patentlerle veya özel telif haklarıyla ilgilenmiyoruz. Biz onlara, dünyada okur-yazarlık oranının en düşük olduğu Üçüncü Dünya'ya bunları tek kuruş talep etmeden sunmaya hazırız....
    SSCB'nin ve sosyalist bloğun dağılmasından sonra, kimse Küba Devrimi'nin ayakta kalabileceğine inanmıyordu. ABD ambargo koşullarını ağırlaştırdı. Torricelli ve yurtdışından yönetilen Helms-Burton hareketi desteklendi. Başlıca pazarlarımızı ve gıda kaynaklarımızı kaybettik. Nüfusun ortalama kalori ve protein tüketimi yarıya düştü. Ancak, ülkemiz baskılara direndi ve sosyal alanda oldukça ilerledi.
    Bugün, gıda ihtiyacını büyük oranda karşılamakta; diğer alanlarda da hızla ilerlemektedir. Bu koşullarda bile, başardığımız işlerle ve yarattığımız bilinçle bir mucizeyi gerçekleştirdik. Nasıl mı dayandık? Çünkü Devrim dayandı, hâlâ dayanıyor ve hep dayanacak, insanların, zeki insanların, daha fazla birleşen, eğitilen ve savaşan insanların desteğiyle dayanacak.
    Küba, 11 Eylül 2001'de ABD halkına dayanışma elini uzatan ilk ülkeydi. Küba aynı zamanda ABD'de Kasım 2000'de haksız bir şekilde iktidara gelen aşırı sağın dünyaya empoze etmeye çalışacağı politikanın neo-faşist doğası hakkında uyarı yapan ilk ülkeydi. Bu politika, geçmişte ABD'nin başka yönetimlerine hizmet etmiş radikal bir örgütün ABD halkına karşı korkunç bir saldırı düzenlemesi sonucu ortaya çıkmadı. Bu politika, serinkanlı ve dikkatli biçimde geliştirildi; bu da, Soğuk Savaş'ın çoktan bittiği ve 11 Eylül'den çok önceki bir dönemde ABD'nin askeri yapılanmasını ve silahlanmaya yaptığı büyük harcamaları açıklıyor. O gün yaşanan korkunç olaylar bu politikanın uygulanması için sadece uygun bir mazeret oluşturmuştur.
    20 Eylül 2001'de, Başkan Bush, dokuz gün önce yaşananların etkisi altında olan
    Kongre'de bunu açıkça belirtmiştir. İlginç bir terminoloji kullanarak, sonu olmayacak gibi görünen bir savaşın amacını 'sonsuz adalet' olarak açıklamıştır....
    İki gün sonra, 22 Eylül'de, Küba, bu konuşmanın, kaba kuvvetle, uluslararası hukuka ve kurumlara uyulmadan uygulanacak olan küresel askeri diktatörlük politikasının bir ipucu olduğunu söyleyerek kınadı....
    Birkaç ay sonra, 3 Haziran 2002'de, 958 öğrencinin mezun olduğu Batı Askeri Akademisi'nin 200. kuruluş yıldönümünde, Başkan Bush bu düşünce çizgisini o gün mezun olanlara yaptığı uzun bir nutuk haline getirdi ve en temel düşüncelerini açıkladı.
    8 Haziran 2002'de, Küba'nın Santiago şehrindeki General Antonio Maceo Meydanı'ndaki kutlamada beş yüz bin kişinin önünde yaptığım konuşmada dedim ki:
    'Gördüğünüz gibi, konuşmasında Birleşmiş Milletlerden bir kez bile söz etmiyor. Halkların güvenlik ve barış içinde yaşama haklarından veya ilkeler ve normlar çerçevesinde yönetilen bir dünyanın gerekliliğinden de bahsetmiyor.
    'İnsanlığın, acı Nazi deneyimini yaşamasının üzerinden elli yıl bile geçmedi. Hitler'in karşıtlarına karşı en yakın müttefiki korkuydu… Daha sonra, onun korkak ordusu tüm dünyayı etkisi altına alan bir savaş başlattı. Avrupa'nın en güçlü aktörlerinin o zamanki vizyon eksikliği ve korkaklığı büyük bir trajediye giden yolu açtı.
    'ABD'de faşist bir rejimin kurulabileceğini sanmıyorum. Siyasi sistemde çok ciddi hatalar yapıldı ve eşitsizlikler yerleşti - bunlar hâlâ devam ediyor - ancak Amerikan halkının bunu engelleyecek kurumları, gelenekleri, eğitimsel, kültürel ve etik değerleri var. Asıl risk uluslararası arenada. Bu ülkenin başkanının gücü ve imtiyazları öylesine çok ve bu devletin ekonomik, teknolojik ve askeri gücü öylesine gelişkin ki, Amerika halkının isteği dışında gelişen koşullara göre dünya yeniden Nazi kavramlarına ve metotlarına geri dönüyor.
    'Kendisi ve en yakın yardımcıları tarafından - ve Küba için de Miami'deki arkadaşları tarafından - seçilen 60 veya daha fazla ülkede yaşayan zavallı böcekler bununla tamamen alakasızdır. Onlar, haber verilmeden veya 'savuna amaçlı' yapılan saldırıların hedefi olabilecek 'karanlık noktalar'dır. Küba sadece bu ülkelerden biri değildir, aynı zamanda teröre destek veren ülkeler arasında da sayılmıştır.'
    Dünya egemenliği düşüncesinden ilk kez, Irak'a yönelik saldırıdan tam bir yıl üç ay on dokuz gün önce bahsettim. Savaş başlamadan önceki günlerde, Başkan Bush ABD'nin gerektiğinde elindeki her yöntemi, diğer bir deyişle nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlarını kullanabileceğini tekrarladı. Afganistan'a yönelik saldırı ve işgal zaten yapılmıştı.
    Bugün sözde 'muhalifler' denen, aslında Bush'un Hitler benzeri hükümetince tutulmuş paralı askerler, sadece vatanlarına değil, bütün insanlığa ihanet etmektedir.
    Neo-faşist aşırı sağın ve onun Miami'de seçimleri hileyle kazanmış olan terörist çete müttefiklerinin ülkemize düzenlediği hain planlara karşı, solcu ve hümanist oldukları iddia edilen ve bizden birkaç mil uzaklıktaki bir süper güçten korunmak için kabul etmek zorunda kaldığımız yasal düzenlemeler üzerinden bize saldıran kişilerden kaç tanesi bu sözleri okuma şansı buldu, merak ediyorum. Bu insanlardan kaç tanesi, silahlarıyla tüm insanlığı on kez yok edebilecek bir süper gücün lideri olan Bush'un Nazi-faşisti uluslararası politikasını ortaya koyan ve demin benim de aktardığım sözlerini duydu, kınadı veya yanıt verdi, merak ediyorum.
    Bütün dünya, amansızca bombalanarak yerle bir edilen şehirlerin, yaralı çocukların ve parçalanmış cesetlerin korkunç görüntülerinin etkisiyle harekete geçti.
    Hepimizin iyi bildiği bazı oportünist ve demagojik küçük grupları bir kenara ayırırsak, ben özellikle Küba'nın dostu olan onurlu mücadele insanlarından bahsediyorum. Küba'ya haksız yere, yanlış bilgilendirmelerle ve dikkatli bir analiz yapmadan saldıranların, bir gün ülkemiz Nazi-faşizmi tarafından bombalandığında yıkılan şehirlerimizi, ölen çocuklarımızı, annelerimizi, kadınlarımızı ve erkeklerimizi, gençlerimizi ve yaşlılarımızı gördüklerinde ve çabalarının provokatörler tarafından Küba'ya yapılan saldırıyı haklı göstermek için yönlendirildiğini fark ettiklerinde üzülmelerini istemiyoruz. Sadece ölen ve yaralanan çocuk sayısı insan kaybının ölçüsü olamaz, bunun yanı sıra milyonlarca çocuk, anne, kadın, erkek, genç, yaşlı hayatlarının geri kalanında savaşın etkilerini hissedecektir.
    Para cezasına, dini, felsefi veya insani nedenlerle karşı çıkanlara saygı duyuyoruz. Biz, Kübalı devrimciler, sosyal bilimlerin kastettiğinden daha önemli nedenlerden dolayı para cezasından nefret ederiz. Reverend Lucius Walker'ın muhteşem konuşmasında mükemmel bir biçimde açıkladığı bu tür bir cezanın kaldırılması dileğimiz bir gün gerçekleşecek. Bu konuyla özel olarak ilgilenmemizin nedeni, ABD'de yargılananların çoğunun Afrika-Amerikalı veya İspan-yol ırkından olması, genellikle masum olmaları, özellikle Bush'un önceden eyalet başkanlığı yaptığı Teksas'ta, en fazla ölüm cezası verilen yerde, hiçbir cezanın affedilmemesi göz önünde bulundurulduğunda anlaşılabilir.
    Küba Devrim'i, gemi kaçıran üç kişiyi yasal ceza olan idama mahkum ederek milyonlarca Kübalının hayatını kurtarma veya hiçbir şey yapmama arasında bir çelişkiye düşürülmüştür. ABD hükümeti sıradan suçluları gemi veya uçak kaçırmaya teşvik etmekte, bu kişileri masumların hayatını tehlikeye atmaları ve Küba'ya bir saldırı için uygun koşulları yaratmaları için cesaretlendirmektedir. Bir dizi uçak kaçırma olayının sorumluları serbest bırakılmıştı ve artık hadlerini aşmaya başladılar; bunların durdurulması gerekliydi.
    Söz konusu sonuna kadar savaşmaya kararlı bir halkın çocuklarını korumak olunca, provokatörlere hizmet edenlere, uçak veya gemi kaçıranlara en ağır cezaları vermekte ve onları yasalarımızla yargılamakta asla tereddüt etmeyiz....
    ABD'nin provokatif politikası sonucu, 25 Nisan'da, ABD Dışişleri Bakanlığı Küba Bürosu başkanı Kevin Whitaker, Washington'daki İlişkiler Büromuzun başkanına, Ulusal Güvenlik Konseyi'nin Milli Güvenlik Bölümü'nün Küba'daki uçak kaçırma olaylarını ABD açısından ciddi bir tehdit olarak gördüğünü bildirdi ve Küba hükümetinden bu olayları önlemek için gerekli tüm önlemleri almasını istedi.
    Bunu, sanki bu kaçırma olaylarını provoke eden onlar değilmiş gibi, bu olayları engellemek ve yolcuların güvenliğini sağlamak için sıkı önlemler alan da biz değilmişiz gibi, faşist radikal sağın Küba'ya karşı bu aralar bir saldırı gerçekleştireceğinin farkında değilmişiz gibi söyledi. Bu istek haber kanallarına sızınca, Miami'deki terörist çeteler karıştı. Hala anlamıyorlar ki onların doğrudan veya dolaylı hiçbir eylemi bu ülkede bir kişiyi bile korkutmuyor.
    Batılı politikacıların ve bir grup ortalama liderin iki yüzlülüğü o kadar fazla ki Atlantik Okyanusu'na sığmaz. Küba'nın yasal savunma amaçlı aldığı bütün önlemler medyanın ilk haberleri arasında yer alıyor. Diğer yandan, İspanya'daki hükümet binasında bir odada onlarca ETA üyesinin yargılanmadan infaz edildiğini ve BM İnsan Hakları Komisyonu'ndan kimsenin bunu kınamadığını söylediğimizde, veya başka bir İspanyol başkanının Kosova'daki savaş sırasında ABD'den savaşı daha da hızlandırmasını, bombardımanları artırmasını istediğini ve yüzlerce masum sivilin ölümüne, milyonlarcasının yaralanmasına neden olduğunu söylediğimizde, manşetlerde sadece 'Castro, Felipe ve Aznar'a saldırdı' yazıyor. Gerçekte söylediklerimizle ilgili tek bir kelime bile yok....
    Başkan Bush'un yakın bir arkadaşı ve danışmanı ve aynı zamanda utanmaz bir hain olan Lincoln DiazBalart, bir Miami televizyonunda şu anlaşılmaz cümleyi sarfetti: 'Detaylara giremem, ama bu şiddet döngüsünü kırmaya çalışıyoruz.'
    Bu şiddet döngüsüyle mücadele etmek için hangi yöntemleri kullanmayı düşünüyorlar? Bay Bush'un seçimlerden önce Teksas'ta söz verdiği gibi, beni en gelişmiş ve modern yöntemleriyle fiziksel olarak ortadan kaldırarak mı? Yoksa Irak'a saldırdıkları gibi Küba'ya da saldırarak mı?
    Eğer birinci yolu deneyecekseler, bu beni hiç korkutmuyor. Hayatım boyunca uğruna mücadele verdiğim düşüncelerim ölmeyecek ve uzun bir süre yaşayacak.
    Eğer çözüm Küba'ya, Irak'a yaptıkları gibi, saldırmaksa, buna çok üzülürüm çünkü bu çok sayıda cana mal olur ve Küba'ya büyük bir yıkım getirir. Ancak, bu seçenek ABD yönetiminin faşist saldırılarında son seçenek gibi görünüyor, çünkü buradaki mücadele oldukça uzun sürecektir.
    Saldırganlar, sadece bir orduyla karşılaşmayacak; aynı zamanda kendini sürekli yeniden üreten binlerce orduyla karşı karşıya gelecektir. Bu ordu düşmana o kadar çok kayıp verdirecektir ki, bu ABD halkının, Başkan Bush'un serüvenleri ve düşünceleri için feda etmeye razı olduğundan çok yüksek bir sayı olacaktır. Bugün, Bush çoğunluğun desteğini almaktadır, ancak bu destek giderek azalmaktadır ve yarın arkasında hiç destek kalmayacaktır.
    Amerikan halkı, soran ve sorgulayan milyonlarca eğitimli birey, onların temel ahlaki ilkeleri, iletişim kurdukları ve sayısı Vietnam savaşı dönemine göre yüz katına çıkmış olan milyonlarca bilgisayarları, insanları her zaman kandıramayacağınızı gösterecek....
    Bu 1 Mayıs'ta burada toplanan bir milyon insanın adına, dünyaya ve Amerikan halkına bir mesaj göndermek istiyorum:
    Biz, Kübalıların ve Amerikalıların bir savaşta kanlarının dökülmesini istemiyoruz. Birbiriyle dost olabilecek binlerce insanın silahlı bir çatışmada hayatlarını kaybetmelerini istemiyoruz. Ancak savunduğumuz şeyler o kadar kutsal, uğruna mücadele ettiğimiz inançlarımız o kadar değerli ki, Kübalıların kuşaklar boyu hayatları pahasına savunduğu onurlu ve cömert bir eserden vazgeçmektense, bu dünyadan yok olmayı tercih ederiz. Silahlar ne kadar gelişmiş veya güçlü olursa olsun, düşüncelerin silahtan daha güçlü olduğuna dair derin inancımızla direniyoruz.
    Che Guevera'nın bize veda ederken dediği gibi: Zafere doğru, ileri!

  • Can Dericioğlu
    Can Dericioğlu

    Amerika'nın tek sömüremediği devlettir fakat durumu da ortadadır...

  • F
    F

    Havana sokaklarinda bizdeki selpak satan çocuklar gibi puro satan zencilerin peşinizi birakmadiğı,, Fidel Castro nun malikanesinin bulundugu lüks bolgedeki bir parkda Atatürkun büstünün olduğu, mariuhana ve bilimum otlarin cesitli icme yontemlerini goreceğiniz, sonsuz şeker pancari tarlalari olan, tütün yapraklarinı saran kızlarin coğunun obez ve okeye donduğunü göreceginiz, Türkleri cok seven insanlarin olduğu (tum Latin Amerikada oldugu gibi) , belediye otobüslerinin bir TIR çekicisi tarafindan cekilen bir dorsenin uzerine oturtulmus oldugu, The Capital binasindaki dev 4 metrelik sari bakir tanrica heykelinin fotografını çekseniz bile hiçbirinin çıkmayacağı, nedenini araştirinca heykelin yaydigi manyetik alanin filmleri bozdugunu oğrendiginiz, 2 dolara fayton ile şehir turu yapabileceginiz, kiralik arabanin sudan ucuz oldugu, kızlarin dehşet guzel ve sıcakkanli ve delikanli olduğu, hastanelere girince bal dök yala ve bomboş oldugunu goreceginiz, cennetin arka bahcesi diye bilinen, Turklere vize sormayan, pek cok Türk'ün otel sahibi oldugu bir ülkeymiş..

  • F
    F

    okuma yazma oraninin %5ten %100e 40 senelik bir mucizeyle cikarildiğı, suç oranı inanılmaz dusuk, amerikadan direk gidilmesi yasak (ucak yok zaten, ya meksikadan ya karayiblerden transit gerekiyormus) ülke.

  • F
    F

    nüfusla orantılandığında dünyada en fazla olimpiyat madalyası kazanan ülke.
    67 bin 500 doktor, 250 binin üzerinde profesör ve öğretmen, 34 bin fiziksel eğitim ve
    spor eğitmeniyle nüfusla orantılandığında dünyadaki en yüksek düzeydeki ülke.