Kültür Sanat Edebiyat Şiir

haluk kırcı sizce ne demek, haluk kırcı size neyi çağrıştırıyor?

haluk kırcı terimi Selim Sağır tarafından tarihinde eklendi

  • Alperen Anadolu
    Alperen Anadolu

    BIRAK BENİ EŞKİYA BELLESİNLER

    Beni hep kavgalarımdan bildiler...
    Yarım bıraktığım okul,
    Bir bir tembihleyen anam,
    Sevdiğim kız, sevdiğimi bilmeyen kız.

    Beni hep kavgalarımdan bildiler...
    Ulus’ta bir kasım akşamıydı
    Işığımı çaldı, kızıla çalan karanlık.
    Ak alnına, al kan damladı yiğidimin,
    Kahpece vurup, kahpece kaçtı parkalılar.
    İşte o akşam sıktım yumruklarımı.
    Eridi avuçlarımda,
    Anamdan miras merhamet.
    Şehit evi yüreğimde çelikleşen sevdama,
    Çifte su diye kan verdi Alperenler.
    Tabanca tutuşturup elime,
    Çıktı içimden tabutlarla masum düşler.
    Aynalara minnetsiz geçirdiğim gençliği;
    Meğer nice gömülenler hiç ölmemişler.
    Bir hoyrat diyemedim aşka dair,
    Kurşunların söylediği türküyü bildim anca;
    Yalnız, çaresiz, belimde tabanca.
    Sevdiğimden, sevdiğim için kaçtım.
    Anlaşılmak değildi derdim;
    Kitapların önünden hep mahcup geçtim.
    Gül dalında bulunsun isterdim, parmak izim.
    Bağışlayın beni!
    Babasına doymayan kızım.
    Kanıma kan, canıma can aldım,
    Acımadım, vurdum, gözümü kırpmadım,
    Her kavgamın gecesi rüyamda,
    Geleceğimin büyük ülkesinde,
    Kavga etmeyen çocuklar gördüm.
    Rabbim bilir ki; dinim, devletim,
    Bayrağım, ülküm için geçti ömrüm.
    Yine bir kasım günüydü...
    Bir hurda yığınında buldular beni,
    Senelerdir horozlanan tetikler,
    Öldükten sonra vurdular beni.
    Reisini dinlersen, yarım kalmamalı,
    Hayallerimizin gerçeğe hicreti.
    Koy düşmanlar ellerini zillesinler,
    Anlatmaktan ötesi düşer sana
    Bırak beni eşkıya bellesinler.

    Haluk KIRCI

  • Erol Sürmeli
    Erol Sürmeli

    öncelikle yirmi yaşında beyni yıkanmış bir gençtim diyerek kendini aklayamaması için yıldırım türker'in yazdığı kısa biyografik yazıyı tekrar okuyalım.
    Haluk Kırcı aramızda
    Yazı Boyutu[ Önceki HaberSonraki Haber ]
    YILDIRIM
    TÜRKER

    Türkiye

    31/05/2010
    Yazdır

    Arkadaşına Gönder

    Yorum Yaz

    Arşive Ekle
    Haberi Paylaş
    Facebook

    Mixx

    Delicious

    Stumble Upon

    Twitter

    Friend Feed
    Google

    Digg

    Yahoo

    Reddit

    myspace


    17 Kasım 1980 tarihli, el yazısıyla verdiği ifadede kendinden hoşnut, hattâ kibirli bir dille yedi kişiyi nasıl katlettiklerini en ince ayrıntılarıyla ballandırıyordu. “...ertesi gün silahı Abdullah Çatlı’ya verdiğini ve bilahare Erzurum’a gittiğini...Türkiye’nin iç savaşa sürüklendiğini, 12 Eylül’de Türk ordusu idareye el koyunca rahatladığını, Türk milliyetçileri olarak tarihi misyonlarını tamamladıklarını, itirafını samimi olarak yaptığını, baskıya maruz kalmadığını, inandığı uğurda mücadele ettiğini, son söz olarak şeriatın kestiği parmak acımaz dediğini beyan etmiştir...”
    Daha sonra yazdığı anılarında katliamdan, “O geceyi yaşamamız gerekiyordu” diye söz edecekti. Katilin, kendisine sonradan bir huzursuzluk hissi vermesine karşın ruhsal tekamülü için gerekli bulduğu katliam, mesleğinin en parlak sayfası olmakla birlikte dahası da vardı. Haluk Kırcı, Reisi, can yoldaşı Çatlı’nın elim bir kazaya kurban gitmesinden sonra bu toprakların çıkardığı, hayatta olduğundan emin olduğumuz en büyük Türk katili. Dolayısıyla milli bir servet olarak hep koruma altında tutulmuş olduğunu biliyoruz. Daha açık söylemek gerekirse Kırcı, karanlık Türkiye tarihinin son 20 yılının bütün iktidar pazarlıklarında ağırlığını hissettirdi. Kırcı’nın dokunulmazlığı, çoğunluk Anayasa’nın ihlâlinden daha hassas bir konu olarak sivrildi, siyaset kuytularında.

    Katilin mutluluğu
    1958 doğumlu Kırcı’nın, yoksul bir ailenin 7 çocuğundan biri olduğunu, Erzurum’da Esmeray, ülkücü kesimde de İdi Amin lakabıyla anıldığını biliyoruz. Anı kitabında, liseden mezun olduktan kısa süre sonra evinin kapısında öldürülen TÖB-DER üyesi edebiyat öğretmenini ‘olanak’, ‘olasılık’ gibi kelimeler kullanmaması için uyardığını anlatıyor. Zaten bilenler, ilk cinayetini Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü 1. sınıf öğrencisiyken işlediğini söylüyor. 1971’de annesini kaybettiğinde, “o kadar fahişe dururken neden annem öldü’ diye isyan eden Kırcı’nın silahla tanışma hikâyesi, kendi miladının coşkulu anlatısı: “Şehirden yeteri kadar uzaklaştığımdan emin olduktan sonra kuru bir dere yatağına indim. Büyük bir ihtişamla belimde duran ve bana güç veren silahı çıkarıp elime aldım. Hedef yapabileceğim bir şey bulabilmek için sağıma soluma bakındım.” Bu ilk deneyiminden sonra hedef bulma konusunda hiç zorluk çekmedi. Kendi gücünü keşfetmişti artık. Enstitü sınavlarını ülkücü bir abisinin torpiliyle kazandı. Kendi tabiriyle ‘militanı gözünden tanıyan’ idolü Çatlı’yla da o sıralar tanıştı. Yurtta, kendisine Çarli lakabını kazandıran üç kızla olan ilişkisinden de Çatlı’nın uyarısıyla feragat etti. Artık, İdi Amin’di. Kendini ancak kan dökerek yatıştırabilen bu yaralı ruhun en mutlu gençlik anısı olarak anlattığı da, Alparslan Türkeş’in evinin önünde korumalık yaptığı gecenin sabahı başkanı evinden çıkınca koşup arabasının camındaki buzu nasıl elleriyle kazıdığıydı. Bu hikayeyi arkadaşlarına günlerce anlattı.
    Kırcı, Bahçelievler katliamının yanı sıra Balgat katliamının da faillerinden. Yine 1978’de Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz’ün, 1980’de Maden-İş Başkanı Kemal Türkler’in, Susurluk anahtarlarından Ömer Lütfi Topal cinayetinde de parmağı olduğu biliniyor.

    Yakalansa da...
    Haluk Kırcı, sırrı hâlâ çözülememiş bir cevvallikle 12 Eylül’ün hemen ardından yakalandı. Çatlı, ola ki yakalanırsa hep tutarsız ifadeler vermesini salık vermişti. Kırcı, onun sözünü dinledi. Ama Muhsin Yazıcıoğlu’ndan da zaten hareketten kopmuş olan Çatlı’yı amansızca suçlaması gerektiği talimatı almıştı.
    Kırcı, 1988 yılında yedi idam cezası aldı. Ertesi yıl da muhteşem bir ‘yanlışlıkla’ şartlı tahliye edildi. Dönemin Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın itirazı sonucu tutuklama kararıyla 1992’de aranmasına başlandı. Oysa anlaşıldığı kadarıyla onun saklandığı filan yoktu. O, çoktan devletin en değerli tetikçilerinden, şerefli zevattan biri olmuştu. Bu kez gerçekten vahim bir yanlışlık sonucu 1996’da İstanbul’da, kaçmazken yakalandı. Kimlik kontrolüne takılmıştı. Asayiş Şubesi’ne getirildiğinde cebinde en güçlü silahı taşıyordu. Dönemin Adalet Bakanı, Susurluk patronu Mehmet Ağar’ın tavassut notunda ‘Bu arkadaşa yardımcı olun, nezarete atmayın’ yazdığı; notu alan polislerin sayın bakanı arayarak emrini teyit ettirdikleri söylendi.
    Firarla ilgili davada, sonradan beraat eden polislerin bu ifadesi, ağar tarafından doğal olarak yalanlandı. Nitekim Adliyeye sevk edilmeden bir hafta boyu polisler tarafından pohpohlandıktan sonra Kırcı, ‘kimliği belirsiz’ iki kişinin yardımlarıyla Asayiş Şubesi’nden kaçtı.

    Kara kutu
    Çatlı’nın milletçe milat olacağını sanarak fena halde aldandığımız bir kazaya kurban gidişiyle birlikte herkese malûm olan zincirin halkaları gırtlağımızı sıkıyor hâlâ. Her milliyetçi katil, yakalandığında şaşkınlıkla polisin, savcının, gazetecilerin yüzüne bakıyor. Akıl erdiremiyor olanlara; yıllar boyunca sırtı tapışlanmış, her sofrada baş köşede ağırlanmış, cinayetlerle edindikleri rütbeleri gururla taşımış adamlar. Kendilerinden hesap sorulduğunda derin bir şaşkınlığa kapılıyorlar. Tarihi misyonlarında hapis yatmak yoktu hani. Kaç kere salıverildiler gözaltından, hapishaneden. Kaldı ki büyük patronları dimdik ayakta hâlâ. Onlara asla dokunulamıyor. Onların, devletin ta kendisi olduğu memlekette bu besleme katillerin yargılanması da ne demek oluyor sahi? Kırcı, kendisini yakalayan polislere, “Beni neden sağ ele geçirdiniz? Öldürseydiniz ya.” diye heyheylenirken, resimlerini çeken gazetecilere “Beni 68’li abileriniz yargılasın” diye yiğitlenirken, ölüm orucunu ilan ederken ne kadar gururluydu.
    Kırcı’nın 1999 yılında yakalanması, basında ‘Susurluk’un karakutusu yakalandı’, ‘Derin ilişkiler çözülecek’ başlıklarıyla kutlanıyordu. Oysa çoğunluğun gözden kaçırdığı bir nokta, dönemin Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican’ın sözlerinde saklıydı. Başkomiser, “Kırcı’nın yakalanma şartları şimdi oluştu” demişti. Bu kriptik demecin üstünde fazla durulmadı.
    Bilican’ın bu karanlık demeci, bütün muktedirlerin bilip bize asla açıklamadıkları bir suç ortaklığından ses veriyordu. Kırcı’ya sorulacak çok şey vardı: Çatlı, Bahçelievler katliamı emrini kimden aldı? Türkler’in öldürülmesini kim emretti? Doğan Öz’ün katline karar veren kim? Behçet Cantürk ve Savaş Buldan cinayetlerinin arkasında kim var? Kaçmasına kim yardım etti, kim sakladı? Susurluk’ta kaza geçiren arabayı takip ettiği doğru mu? Arabadaki dört kişi, suikast silahlarıyla ne yapacaktı? Tarık Ümit’in kaçırılmasındaki rolü nedir? Nikâh şahidi, baş hamisi Mehmet Ağar’ın 95 yılında Elazığ seçim kampanyasını destekleyen güçler kim? Azerbaycan darbesini kimler örgütledi? ... Ve daha bir yığın soru. Kırcı, sustu. Elbette karşılığında ödüllendirileceği bir ketumluktu onunki.

    Tüccar katil
    Kırcı’nın cezaevinden çıktıktan sonra bir kaçak hayatı sürmediği çok açık. Çatlı’yı temsil eden kardeşi Zeki Çatlı’yla birlikte Promesse Tıbbi malzeme şirketini kurarak bir ülkücü için en verimli alanda faaliyetini sürdürmeye başladı. Sağlık Bakanlığı’ndaki MHP’li kadrolaşması taa ANAP’lı Halil Şıvgın döneminde tamamlanmıştı nasılsa. Kırcı, sağlık sektöründeki ilk önemli kazancını Şişli Etfal Hastanesi’nin temizlik ihalesini alarak sağladı. Akabinde Sağlık Bakanlığı’na ameliyat önlükleri ve eldivenleri sattı. Çatlı’yla birlikte Bakanlığa tıbbi malzeme satan ıtriyat firmalarına da aracılık yapmaya başladılar. Kısa zamanda büyük servet edinmişlerdi. Ama Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Namık Erdoğan, namusu şiar edinmiş bir bürokrat olarak ikilinin midesini bulandıracaktı. Şirket hakkında soruşturma açan Erdoğan, bir yandan da Uğur Mumcu’nun kitaplarını okuyor, soruşturması için gerekli olduğunu söylüyordu. Bir iddiaya göre Mehmet Ağar’ın görüşme teklifini reddeden Erdoğan’ın cesedi Kırıkkale yakınlarında Kızılırmak kıyısında bulundu. Susurluk Komisyonu üyesi Sema Pişkinsüt, Kırcı’nın İstanbul’da 22 tane tıbbi malzeme firması olduğunu, ülkücü kadrolaşmanın su sızdırmadığı Bakanlık’la yakın ilişki içinde bulunduğunu belirtip Erdoğan cinayetini işaret etse de aydınlatılamayacağı daha icra edilirken bilinen cinayetlerden biri olarak şanlı Türk tarihine yazıldı, Erdoğan’ın katli de.

    Sonsöz
    İşte MHP’nin idamın kaldırılması başta olmak üzere çeşitli konularda pazarlığa girerken affını talep ettiği, kendi muhayyel Türkiye’sinin gurur duyduğu kahraman, bu katil. Yalnız MHP değil elbette. Son 20 yılda ikbal görmüş her siyasi muktedir, yukarıda ancak bir bölümünü aktarmaya muvaffak olabildiğim cinayet ve çıkar örgütlenmelerine küçük ya da büyük hisseli suç ortağıdır. O çok sevdikleri, her geçen gün vatan haini listeleri çıkarıp üstüne titredikleri memleketin geleceği, bu her şeyi bilen, katli ihmal edilmiş katil üstünden yapılan pazarlığa bağlanmıştır. O, büyüklerine söz verdiği gibi sustu. Vakit, diyet vakti. Bahçeli, seçimlerden hemen sonra, Kırcı’yı partisine kabul edip etmeyeceği sorulduğunda, “Eğer yargıda aklanırsa, evet” demişti. Kırcı’nın tehdit ve şantajla oturamayacağı bir iktidar postu yok.
    O, her zaman kendinden emindi. Kendisini hoş tutmayanı geçmişinin karanlığına çekiverecek bir güç var onda. Bir gün mutlaka serbest kalacağını biliyordu. İşte kaldı. Hepimize hayırlı uğurlu olsun.

  • Gökhan Akgün
    Gökhan Akgün

    Medrese-i yusufiye talebesi.
    Seyfi Oktayın çıkardığı keyfi kararname nedeni ile 77 yıl yatması gerektiği söylenen (Aynı suçlardan ceza alan sol mahkumlardan hiç birisinin dosyaları ayrılmamış bilakis birleştirilmiştir)
    Bugün halen cezaevinde çile dolduran, 'beni 68 li abileriniz yagılasın' diyerek medyadaki dünkü devrimci bugünkü burjuvalara seslenen, iyisi kötüsüyle kendimden ve değer olarak gördüğüm kişi.
    (Burda bir arkadaşın dediği gibi ukraynaya iltica etmemiştir kaçmıştır. kanunların keyfi uygulandığı yerde kanunu siz koyarsınız)

  • Doktor Civanım
    Doktor Civanım

    Haluk Kırcı, 1992’de Hapishaneden, 1996’da
    Gözaltından Nasıl Serbest Bırakıldı? Ağar’ı
    Nasıl Aklamaya Çalışıyor?

    SAVCILAR HAKİMLER

    Haluk Kırcının verdiği bu ifadeleri acaba ihbar kabul edip Korkut Eken, Mehmet Ağar hakkında firari bir suçluyu gözaltındayken serbest bıraktırmaktan, Sedat Bucak hakkında aranan suçluyu saklamaktan dava açmayı düsünmüyormusunuz.
    Bağımsız yargınız bu konuda ne diyor.
    Yoksa yüzlerce susurluk vakasında olduğu gibi bunlarıda görmezden mi geleceksiniz?

    Bahçelievler katliamı nedeniyle Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından yargılanan Kırcı’ya 12 Nisan 1988’de 7 ayrı idam cezası verildi. 7 idam cezası hapis cezasına çevrilen Haluk Kırcı, 91 şartlı tahliyesinden yararlandırılarak bir yıl sonra 1992’de “yanlış bir hesap” sonucu salıverildi.

    25 Ocak 1996’da İstanbul’da polisin Küçükçekmece’de yaptığı genel kimlik kontrolü sırasında gözaltına alındı ve götürüldüğü Gayrettepe’deki Asayiş Şube Müdürlüğü’nden serbest bırakıldı. Susurluk kazasından sonra bu konu da sıkça tartışılmış ve Kırcı’nın üzerinden MEHMET AĞAR İMZALI “Şahsın emniyet camiasına yardımcı olduğu ve herhangi bir olayda kendisine yardımcı olunması”nı isteyen bir belge çıktığı ifade edilmişti. Tabii Mehmet Ağar kendi imzasıyla verilmiş yeşil pasaport, silah taşıma ruhsatlarında olduğu gibi bunu da reddetmiş ve “Haluk Kırcı’yı tanımadığını” söylemişti. Olay Haluk Kırcı’nın “polisin bir anlık dalgınlığından yararlanarak kaçtığı” şeklinde geçiştirilmeye, üstü örtülmeye çalışılmıştı. Ancak daha sonra Mehmet Ağar’ın Kırcı’nın nikah şahidi olduğunun belgeleriyle birlikte ortaya çıkmıştı. Haluk Kırcı bu son sorgusunda, söylendiğine göre bir çok soruya cevap vermezken nedense 96’da nasıl serbest kaldığını anlatmış. Diyor ki; “Şubedeyken avukatım Fatih Volkan beni ziyarete geldi. Onun telefonuyla Çatlı’yı aradım, yardım istedim. Avukat ile Asayiş Şube Müdürü Sedat Demir’in odasına çıktık. Burada otururken Korkut Eken, Sedat Demir’i telefonla aradı ve durumumu sordu. Sonra Korkut Eken telefona beni istedi ve geçmiş olsun dileğinde bulundu ve benimle ilgilendiğini ima etti.” (20 Ocak, Sabah)

    Görüyor musunuz? Adam şüpheli olarak gözaltına alınıyor. Gözaltındayken (mafyacılar, çeteler dışında başkalarına uygulanmayan bir şekilde) avukatıyla görüşüyor. Üstelik onun telefonundan Çatlı’yı arayıp yakalandığını haber veriyor. Eğer polis gözaltında aldığı birinin bunları yapmasına izin veriyorsa onu zaten nasıl tutabilir? Ama bunlar da senaryodur. Ağar’ı aklama senaryosudur. Güya şubeyi arayan Korkut Eken’miş. Hadi buna inandık diyelim peki ama Korkut Eken de o dönemde Ağar’ın danışmanlığını yapıyor. Korkut Eken, Çatlı ve Kırcı ile ilişkilerini Ağar’dan gizli mi yürütüyordu?

    İfadenin gerisi de zaten daha önce açıklananlara uygun biçimde düzenlenmiş. Güya Kırcı şubede polislerle birlikte iftar yaparlarken yüzünü yıkamak istediğini söylüyor ve polislerin dalgınlığından yararlanıp elini kolunu sallayarak şubeden çıkıp gidiyor. Yani serbest bırakılmamış, kaçmış oluyor. Böylece Ağar da, Korkut Eken de aklanıyor! ?

    Haluk Kırcı verdiği düzmece ifadelerinde ayrıca Mehmet Ağar’ın 1992’de nasıl nikah şahidi olduğunu, kendisiyle nasıl tanıştığına da açıklık getirerek Ağar’ı aklama operasyonunu sürdürüyor. Güya MHP Erzurum İl başkanı kendisini dönemin Erzurum Valisi olan Ağar’la “tahliye olmuş eski bir ülkücü” diye tanıştırmış. Tabii öyle olunca Ağar’ın nikah şahidi olmasında da bir mahsur kalmıyor. 1995’teki erken genel seçimlerde Elazığ’a giderek DYP’den milletvekili adayı olan Mehmet Ağar için çalışmasını da bunu arkadaşı Muammer Cıngıllı istediği için yaptığını ve 2-3 gün Elazığ’da kaldığını söyleyerek bundan Ağar’ın haberi yoktu demeye getiriyor. Ağar da basına yaptığı açıklamalarda bu ifadeleri teyit ediyor... Gördünüz mü, böylece “ortada ne suç kaldı, ne suçlu! ? ”

    Arandığı sırada Sedat Bucak’ın evinde bir hafta saklandığını söylemesinde de öyle bir mahsur yok aslında. Sedat Bucak zaten Susurluk kazasından sonra televizyonlarda yaptığı açıklamalarda Çatlı’yı çok sevdiğini, onunla iyi dost olduklarını kendi ağzıyla söylemişti. Susurluk kazasında beraberler, arabadan dünyanın silahı vs. çıkmış. Bunların yanında bir hafta Kırcı’yı evinde misafir etmiş ne olacak? Zaten bu da daha önce bilinmeyen şeyler değildi. Kırcı’nın Bucak aşiretinin imparatorluğu haline gelmiş olan Siverek’te olduğu zaman zaman günlük basında bile yer alıyordu.

  • Doktor Civanım
    Doktor Civanım

    HALUK KIRCI’NIN
    BAHÇELİEVLER KATLİAMI İTİRAFLARI

    Abdullah Çatlı’nın organize ettiği Bahçelievler’de Türkiye İşçi Partili 7 öğrencinin katledilmesi olayını nasıl gerçekleştirdiklerini Haluk Kırcı 12 Eylül’den sonra yakalanınca tüm ayrıntılarına kadar itiraf etti. Bugün de kabul ettiği bu itiraflarından bir bölümü şöyle:

    “(...) Çatlı arabayı terkettirdi ve Eskişehir yoluna çıktık. Araba süratle gidiyordu. O iki kişiyi indirdim. Tümseğe yüzü koyun yatırdım. Her birinin kafasına üçer mermi sıktım. Tekrar eve geldik. Kalan beş kişinin baygın vaziyette yattığını gördük. Mahmut, Kürşat ve Ercüment’e boğarak öldürmenin daha doğru olacağını söyledim. Telden yapılmış bir askıyı aldım ve birini onunla boğmaya çalıştım. Ancak boğamadım. (...) Diğerlerini bu şekilde öldürmenin zor olacağını, onlara gitmelerini, baygın olanları ayıltıp hepsinin kafasına kurşun sıkarak öldürebileceğimi söyledim. Tabancadaki mermilerin hepsini boşalttıktan sonra da dışarı çıkıp kaçmaya başladım. Dört yolda Abdullah’ın bulunduğu eve gittim. Silahı ona verdim.”

  • Ali Yuva
    Ali Yuva

    BIRAK BENİ EŞKİYA BELLESİNLER Beni hep kavgalarımdan bildiler...
    Yarım bıraktığım okul,
    Bir bir tembihleyen anam,
    Sevdiğim kız, sevdiğimi bilmeyen kız.

    Beni hep kavgalarımdan bildiler...
    Ulus’ta bir kasım akşamıydı
    Işığımı çaldı, kızıla çalan karanlık.
    Ak alnına, al kan damladı yiğidimin,
    Kahpece vurup, kahpece kaçtı parkalılar.
    İşte o akşam sıktım yumruklarımı.
    Eridi avuçlarımda,
    Anamdan miras merhamet.
    Şehit evi yüreğimde çelikleşen sevdama,
    Çifte su diye kan verdi Alperenler.
    Tabanca tutuşturup elime,
    Çıktı içimden tabutlarla masum düşler.
    Aynalara minnetsiz geçirdiğim gençliği;
    Meğer nice gömülenler hiç ölmemişler.
    Bir hoyrat diyemedim aşka dair,
    Kurşunların söylediği türküyü bildim anca;
    Yalnız, çaresiz, belimde tabanca.
    Sevdiğimden, sevdiğim için kaçtım.
    Anlaşılmak değildi derdim;
    Kitapların önünden hep mahcup geçtim.
    Gül dalında bulunsun isterdim, parmak izim.
    Bağışlayın beni!
    Babasına doymayan kızım.
    Kanıma kan, canıma can aldım,
    Acımadım, vurdum, gözümü kırpmadım,
    Her kavgamın gecesi rüyamda,
    Geleceğimin büyük ülkesinde,
    Kavga etmeyen çocuklar gördüm.
    Rabbim bilir ki; dinim, devletim,
    Bayrağım, ülküm için geçti ömrüm.
    Yine bir kasım günüydü...
    Bir hurda yığınında buldular beni,
    Senelerdir horozlanan tetikler,
    Öldükten sonra vurdular beni.
    Reisini dinlersen, yarım kalmamalı,
    Hayallerimizin gerçeğe hicreti.
    Koy düşmanlar ellerini zillesinler,
    Anlatmaktan ötesi düşer sana
    Bırak beni eşkıya bellesinler.

    Haluk KIRCI

  • Salih Erbuğa
    Salih Erbuğa

    inandığı ülkü uğruna gençliğini rakı masalarında bar taburelerinde sevgili yanında değil kara zindanlarda geçirmiş iki çoçuk babası sekiz kadar kitap yazmış adam oğlu adam.

  • Hasan Gürelliler
    Hasan Gürelliler

    Bahçelievler katliamının faili.Ya sev ya terket diye haykırırken birden bire Ukrayna ya iltica etti demek ki sevmiyormuş.O şimdi mülteci :))

  • Doğukan Uğurlu
    Doğukan Uğurlu

    haluk kırcı tam bir halk kahramanıdır.o gencliğini bu vatana adamıştır.onu bir türk gururla söylemeli söylemeli ki sadakadsız kalmasın

  • Zülfikar Özpinar
    Zülfikar Özpinar

    Haluk Kirci abimiz hic bir zaman Vatanini seven insanlara silah cekmemistir. Saygiy deger bir insandir bozucu degil onlar herzaman YAPICI olarak yasamistir. Sunlarin itidir demek vatanini seven bir insanin sözleri olamaz.

  • Selçuk Özdemir
    Selçuk Özdemir

    Dönemin Adalet Komisyonu üyesi Orhan Bıçakçıoğlu anlatıyor: “Biz, ülkücüleri de serbest bırakan önergemizi vermiş ve Bülent Arınç’ın odasına gitmiştik. Bahçeli bizi arıyordu. Sonunda bizi buldular ve “Bahçeli çağırıyor” dediler. İçeri girer girmez, bana azarlar tonda, “Derhal bu önergeyi geri çek” dedi. Ben, durumu izah etmeye çalışınca, aynı tonda, “3-5 kişi var diye hükümeti mi bozalım? ” diye hitap etti.


    Devamı


    ----------
    Eski Trabzon milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu, af kanunu görüşmeleri sırasında MHP’nin tutumu ile ilgili tartışmaları şöyle anlattı: 57’nci hükümet döneminde Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün eşinin, Aylanur adlı bir çocuğun Trabzon cezaevinde annesi ile birlikte bulunmasını dramatize ederek Rahşan Ecevit’e yansıtması,

    Rahşan Hanım’ın da o masum çocuğun arkasına sığınıp, birtakım suçluları serbest bırakmak istemesi sonucu, Adalet Komisyonu’na af tasarısı geldi.

    Biz, tasarının Anayasa’daki eşitlik ilkesine aykırı olduğunu görerek itirazda bulunduk.


    MAĞDURİYETLERİ GİDERMEK İÇİN ÖNERGE VERDİK
    İtirazımız iki yöndeydi. Birincisi, tahliye edilenlerin boynunda bir infaz halkası asılıyordu. İnfaz halkası, demoklesin kılıcı gibi 10-15 yıl, tahliye edilmiş kişinin başında tutuluyordu. Kendimden örnek vereyim. Ben tahliye olduktan sonra, bir işyeri açmak istedim, devlet müsaade etmedi, bir arkadaşımın üzerine açmak zorunda kaldım. Yine bir sivil toplum kuruluşunda yönetime aday olmak istedim, bunun için memnu hakların iadesi hükmünü beklemek durumunda kaldım... Dolayısıyla, biz komisyondaki MHP’li milletvekilleri olarak, Sadık Yakut, Mehmet Gül ve Edip Özbaş’ın da gayretleriyle bu türde mağduriyetleri giderecek hükümleri tasarıya koyduk. O gün, basın bu maddelere veryansın etti! Biz, Gümüşhane Şiran’da 8 askeri şehit eden TİKKO militanının bu afla tahliye edileceğini, ancak 2 Eylül öncesi olaylardan mahkum edilen ülkücü arkadaşlarımızın tahliye olamayacağını gördüğümüz için, ne yapabiliriz de arkadaşlarımızı kurtarabiliriz diye formül üretiyor ve gerekli maddeleri yasaya ilave ediyorduk. Basın ise sadece Haluk Kırcı’yı gündeme getiriyordu. Yasa Meclis’ten geçtikten sonra, oluşturulan kamuoyunun etkisinde kalan dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, yasayı veto etti.


    ÖNGERGEMİZDE ISRAR ETTİK

    Daha önce “Bu af benim affım” diyen Rahşan Hanım, bu defa, “Bu af benim affım değil, ucube bir af” dedi. Tek maksadı, Haluk Kırcı’yı öne çıkararak, ülkücülerin tahliye edilmemesini sağlamaktı. Tasarı, TBMM’de yeniden gündeme geldiği zaman, gerek içerde bulunan gerekse yurt dışında kaçak olarak yaşayan 70 ülküdaşımız adına, bir grup ülkücü bize geldi. Meclis’te kendileri ile görüştük. Bu görüşmeler sonrasında Adalet Komisyonu üyesi olarak ben ve Mehmet Gül, birlikte bir önerge verdik ve veto edilmeden önce tasarıya koyduğumuz, ikinci tasarıda hükümetçe çıkarılan maddelerin yeniden metne konulmasını istedik. Bu sırada Adalet Bakanı ve basın bize karşı bir harekete başladı.. Bu yüzden, komisyon çalışmalarına ara verildi. Bu arada herkes bizi arıyordu. Biz Mehmet Gül ile birlikte şimdi Meclis Başkanı olan, dönemin Fazilet Partisi Grupbaşkanvekili Bülent Arınç’ın odasına giderek beklemeye başladık. Adeta saklandık. Çünkü, kendi partimizden arandığımızı, önergemizin geri çekilmesinin isteneceğini duymuştuk. Sonunda bizi buldular ve Devlet Bey’in çağırdığını söylediler. Odada Devlet Bey’den başka Mehmet Şandır ve İsmail Köse de vardı.


    BAHÇELİ AZARLIYOR

    İçeri girer girmez, bana azarlar tonda, “Derhal bu önergeyi geri çek” dedi. Ben, durumu izah etmeye çalışınca, aynı tonda, “3-5 kişi var diye hükümeti mi bozalım? ” diye hitap etti... Aslında, Bahçeli, DSP ve ANAP ile anlaşmamız halinde bir mesele bulunmadığını söylüyor ama onlarla anlaşmamız için bize yetki vermiyor, görüşme yapmamızı dahi istemiyordu. Mehmet Gül’e, “Efendim anlaştınız da engel mi olduk? ” di ye azarlar tonda konuştuğu da doğrudur. ÖNERGEYİ PARÇALADIM! Bu psikoloji ile komisyona geri dönerek, hazırladığımız önergeyi geri çektik. Hatta, öfkemden belgeleri yırtıp, masanın üzerine bıraktım ve çıkıp gittim. Mehmet Gül de çıktı gitti. Devletin bölünmez bütünlüğünü hedef alan bölücü teröristler tahliye edildi, fakat biz kendi arkadaşlarımızı tahliye ettiremedik. Af meselesi 1.5-2 yıl kadar Türkiye’nin gündeminde kaldı. Şimdi de çeşitli af kanunları çıkarılıyor. Komisyondaki bir konuşmamda Adalet Bakanı’na, Bahçelievler davası dolayısıyla verilen kararın gerekçesinde MHP’lileri terörist, Ülkü Ocakları’nı terör örgütü olarak gösteren hakimlerin görüşünü hatırlatarak, “Ben de terörist miyim? ” diye sormuştum... Bu şartlar altında, MHP kendi varlığını ortaya koyamamış, güncel deyimle laytlaştırılmıştır...

    KAHREDİYORUM
    Son 9 aydır Anadolu’yu dolaşıyorum ve 12 Eylül’ün mağdur ettiği, yıllarını hapishanelerde geçirmiş ülküdaşlarımızın infaz girdabından hâlâ kurtulamadığına şahit oluyorum... Onların durumunu görünce, komisyonda ve Bahçeli’nin odasında yaşadıklarımızı hatırlıyor ve kahrediyorum. Onlar için “Hepsinden Allah razı olsun” demekten, ellerini öpmekten başka şu an için elimden bir şey gelmiyor...


    TAYYİP ERDOĞAN’I DA BİZ KURTARDIK!

    Af konusu gündeme taşındığı günlerde, ikinci af tasarısının çıktığı sırada yaşanan bir olay daha var ki bunun vebalinden sorumluluk makamında olanların her iki dünyada da kurtulacaklarını zannetmiyorum. O da cezaların ertelenmesine dair kanundur. Eşber Yağmurdereli’nin tahliyesini sağlayan kanunla, biz yine vatan ve millet düşmanı insanların cezasını ertelemiş olduk. Tayyip Erdoğan da bu kanunla siyasi haklarını elde etti. Cumhurbaşkanı da bunu bir defada onayladı...

    AFFIN ANASI BABASI

    Bir gün, “Bu affın anası belli, babasını gelin birlikte arayalım” diye konuşmuştum. 2 Mayıs 2002’deki Milliyet gazetesi, sekiz sütuna manşet olarak ailemi de rencide edecek şekilde; “affın babası” diye beni hedef gösterdi. Bunları unutabilir miyim?


    Kaynak:Yeniçağ gazetesi

  • Mustafa Gençoğlu
    Mustafa Gençoğlu

    RAHMETLİ ÇATLININ ARKADAŞIDIR......SAYGI DUYARIM...

  • Ziya Sezer
    Ziya Sezer

    Yaşayan iki efsaneden biri olan HALUK ağabeyin nihayetinde tahliye edilmiş olmasından dolayı bu vatanı seven herkes gibi bende mutluluk dumaktayım! Allah'ın izniyle kaybettiği zamanı en kısa zamanda telafi edip kaldığı yerden devam edeceğinden umutluyum! Aramıza hoşgeldin HALUK ağabey! Tanrı yar ve yardımcın olsun!

  • F
    F

    dün cezaevinden tahliye oldu.