Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Selahattin Aykurt
Selahattin Aykurt

İKTİDAR NAMLUNUN UCUNDA! ......

  • direniş27.04.2008 - 19:56

    15 16 HAZİRAN AYAKLANMASI YADA DİRENİŞİ..

    Dünya işçi sınıfının bir parçası olarak Türkiye işçi sınıfının sömürüye karşı verdiği mücadelede, 15-16 Haziran direnişi, yarattığı sonuçlar itibariyle ve özellikle de birleşen işçilerin kendi güçlerini kavramaları bakımından önemli bir dönemeç noktası oluşturur. Bu direnişin ortaya koyduğu mücadelecilik ve başkaldırı ruhu, bugün de hâlâ aşılamamış bir eylem olarak tarihimizde iz bırakmıştır.

    Ancak 15-16 Haziran genel direnişi, ne hiç beklenmedik bir gelişmeydi ne de yalnızca ulusal gelişmelerin bir ürünüydü. Onu kapitalizmin bu ülkedeki gelişmesinden ve içinde şekillendiği dünyanın genel atmosferinden kopuk olarak anlamak mümkün değildir. Bu nedenle, yeni 15-16 Haziranlara hazır olmak için önce onu gerçekten anlamak, ve bunun için de hem Türkiye’de hem de dünya çapında işçi sınıfı mücadelesindeki yükselişi hazırlayan ortama kısaca bir göz atmak gerekir.

    Cumhuriyet tarihinin ilk otuz yılı, işçi sınıfının ekonomik, sosyal ve siyasal haklarından tamamen mahrum bırakıldığı ve baskı altında tutulduğu yıllardır. Büyük kapitalist işletmelerin ve bankaların bizzat devlet tarafından kurulduğu ve devlet eliyle yerli bir burjuva sınıfının beslenip palazlandırıldığı (devletçilik denen şeyin tek ve gerçek anlamı budur) bu dönem, en başta sayısı gün geçtikçe artan işçi sınıfı olmak üzere genel olarak tüm emekçiler açısından tam bir baskı, gericilik ve devlet terörü önemidir.

    Bu tek partili burjuva diktatörlüğü döneminde, Türkiye işçi sınıfı, ne toplu sözleşme yapma hakkına, ne grev hakkına ne de gerçek bir sendikalaşma hakkına sahip olabilmişti. II. Dünya Savaşı boyunca faşist Almanya’yla flört eden fakat savaşın dışında kalan TC, baş tehdit olarak algıladığı yanı başındaki SSCB’nin savaştan galip çıkmasının da verdiği tedirginlikle, Batı dünyasına bir an önce kapağı atmak için türlü manevralara girişmeye başladı. Aynı dönemde, Avrupa’daki sözde demokratikleşme rüzgârının etkisiyle, 1947 yılında sendikalar kanunu çıkarıldı ama bu kanunda hâlâ işçi sınıfına toplu sözleşme ve grev hakkı tanınmamaktaydı.

    CHP’nin tek parti diktatörlüğüne karşı sözde bir demokratikleşme propagandasıyla iktidara yerleşen Demokrat Parti döneminin işçilere ve genel olarak sol harekete yönelik baskı yılları, Menderes iktidarının 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonucu devrilmesiyle birlikte yerini yeni bir döneme bıraktı. 60’lı yılların özellikle ikinci yarısı Türkiye’de kapitalizmin hızla geliştiği ve kentlerin hızla birer sanayi merkezi haline geldiği yıllar oldu. %10’lara varan ve hatta zaman zaman aşan yıllık büyüme hızının en temel sonucu, yepyeni, genç ve deneyimsiz bir proletaryanın ortaya çıkması idi. Sanayinin sıçramalı bir gelişme temposuna ulaşmasıyla birlikte yenilenen, büyüyen ve uyanan işçi sınıfının ve toplumsal muhalefetin etkisiyle, Türkiye’de 1960’lı yıllara, 1961 Anayasasının liberal atmosferi damgasını vuracaktı.

    Bir yandan kapitalizmin bu atılımıyla sosyalizm mücadelesinin gerçek öznesi olan işçi sınıfı kendi güçlerini toparlamaya başlarken, diğer yandan neredeyse 40 yıldır yasaklı ve baskı altında olan sol kitaplar da ilk defa açıktan yayınlanmaya ve sosyalist düşünceler geniş aydın kesimlerin, öğrencilerin ilgisini çekmeye başlıyordu. İşte böyle bir toplumsal ortamda, 13 Şubat 1961’de 12 sendikacı tarafından Türkiye İşçi Partisi kuruldu.

    Ne var ki, sınıf hareketinin daha bu doğum evresinin askeri darbeyle birlikte gelen bir anayasayla açılmış olması, işçi hareketinde ve genel olarak sol hareket içerisinde iki büyük yanılgı doğurdu. Birincisi, Sol hareket, ilerici aydınların yanısıra, orduyu da “emekçi halkın yanında, toplumcu, zinde bir güç” olarak görüyordu. Şüphesiz bu yanlış kavrayışın temelinde, Kemalizmin devrimci/ilerici bir güç olarak kavranması ve Kemalist rejim ve ideolojinin Ordu tarafından temsil ediliyor olması belirleyici rol oynuyordu. Yanlış bir anti-emperyalizm fikrinden kalkan bu kavrayış, işçi sınıfının devrimin temel motoru olduğu fikrine küçük-burjuvaca burun kıvırmakla kalmıyor, gözü önünde serpilip gelişen işçi sınıfının varlığını dahi tartışma konusu yapıyordu. İkinci yanılgı ise, işçi hareketinin mücadeleci sendikal önderleri arasında bile yaygın olan, 1961 Anayasasının işçi sınıfının her türlü yasal hakkını güvence altına aldığı yanılsamasıydı.

    1962 Aralığında Maden-İş üyesi 173 KAVEL işçisinin, gasp edilen haklarını almak için giriştikleri mücadele işçi hareketi açısından yeni bir dönemin açılışı oldu. Nitekim bu direnişle, bir işyeri düzeyinde kalsa bile yasal sınırların ötesine geçilmiş ve burjuvazi bir grev ve toplu sözleşme yasasını kabul etmek zorunda kalmıştı. Suyun yolu bir kez açıldıktan sonra gerisi de geldi. İşçi sınıfı kendi gücüne güvenmeyi öğrenmeye başladı. Türkiye’de ilk kez, gerçek anlamda yığınsal ve militan bir işçi hareketi tarih sahnesine çıkıyordu.

    Bu süreçte yüzlerce greve on binlerce işçi katıldı. Bilhassa özel sektörde patlak veren sayısız mücadele, yeni ve militan bir işçi kuşağının doğmasına yol açtı. Grevler göreceli olarak sayıca az ama sürece uzun gerçekleşiyor, bu da mücadeleye atılan işçilerin daha da bilinçlenmesinin önünü açıyordu. Ne var ki devlet güdümünde kurulan ve temel misyonu işçi hareketini devletin denetiminde tutmak olan Türk-İş’in sendikal çerçevesi bu harekete dar gelmeye başlamıştı. Yeni işçi kuşağı ve onun önderleri Türk-İş yönetiminin sözde “partilerüstü ve siyaset dışı sendikacılık” anlayışını eleştiriyor ve sendikal mücadeleye yeni bir kanal açmak istiyorlardı. Sınıf mücadeleci bir anlayışa sahip sendikaların Türk-İş’ten ihraç edilmesiyle birlikte yeni bir örgütlenme ortaya çıkıyordu: DİSK. 1967’de kurulan DİSK’e bağlı sendikaların yürüttüğü başarılı mücadele, işçi sınıfının diğer kesimlerini de etkiledi ve DİSK sendikal bir çekim merkezi haline geldi.

    İşte 15-16 Haziran’ın önkoşulları bu çerçevede şekillendi. DİSK bir yükselişin ürünü olarak doğmuştu ve hemen ardından bizzat onun varlığı yeni ve daha güçlü bir yükselişin nedeni haline geldi. Buna paralel olarak gelişen sol hareket de tabloyu tamamlayan ve tüm şekilsizliğine ve muğlaklığına rağmen yine de yükselen işçi hareketinin gittikçe siyasallaşmasını sağlayan faktör olarak şekillendi.

    Ama yalnız bu faktörler 15-16 Haziran genel direnişini anlamaya yetmez. Çünkü DİSK ile TİP arasındaki gayri resmi organik bağ dikkate alındığında, TİP içindeki devrimci gençliğin ve sol aydınların tutumlarının ne denli önemli bir rol oynayabileceği kendiliğinden anlaşılır. 60’lı yılların sonlarında, sol hareketin dikkatini ve ilgisini çeken yeni bir dalga yükseliyordu tüm dünyada: 1968 başkaldırısı.

    1968, egemen sınıfların bugünün genç kuşaklarını inandırmaya çalıştığı gibi, ne haylaz öğrencilerin bir isyanıydı, ne de yalnızca “bireysel özgürlük” için bir başkaldırıydı. Avrupa’da patlak veren ve çok kısa bir zamanda etkilerini tüm kapitalist ülkelerde gösteren 68 başkaldırısı, kapitalist üretim tarzının II. Dünya Savaşından beri biriken ve keskinleşen çelişkilerinin dışa vurumuydu. 68 başkaldırısı, çürüyen ve çürüdükçe saldırganlığı ve zalimliği daha da artan emperyalist kapitalizme karşı işçi sınıfının ve gençliğin devrimci bir tepkisiydi.

    Avrupa’da, özellikle Fransa’da ve İtalya’da 60’lı yılların ortalarında işçi sınıfında başlayan huzursuzluk ve grev dalgası, 1968’e gelindiğinde üniversite gençliğine de sıçradı. Bir yandan işçi sınıfını reformist partiler aracılığıyla düzene entegre etmeye çalışan, öbür yandan da öğrenci gençliği üniversitelerde burjuva eğitim sistemi aracılığıyla burjuva ahlâkına göre eğitip kapitalist toplumun iyi huylu, düzene sadık yurttaşları yapmaya çalışan burjuva devletler bir anda neye uğradıklarını şaşırdılar. Burjuva düzenin gerçek yüzü işçilerin ve öğrenci gençliğin bilincinde açığa çıkıyordu: Bir yandan refah toplumundan, özgürlüklerden ve ilerlemeden söz eden bu burjuva demokrasilerinin, öbür yandan Cezayir’de, Filistin’de, Vietnam’da, Latin Amerika’da yaptıkları, yoksul halklara reva gördükleri baskı, sömürü ve talan artık kitlelerden gizlenemez olmuştu. Nitekim 1968 baharında başlayan gençlik eylemleri kapitalist eğitim sisteminden, burjuva toplumun iki yüzlülüğünden bunalan gençliğin bir patlamasına, başkaldırısına dönüştü.

    68 Mayısında Fransa’da ve hemen ardından İtalya’da başlayan üniversite işgalleri öğrencileri, burjuva devletin silahlı baskı aygıtlarıyla, ordu ve polisle karşı karşıya getirdi. İşçiler öğrencilerin taleplerine de sahip çıkarak, giderek artan devlet terörüne karşı alanlara çıktılar. Fransa’da 8 milyon, İtalya’da ise 7,5 milyon işçi genel greve çıkarken, her iki ülkede de işçi sınıfının ve öğrenci gençliğin eylemleri ortaklaşmaya başlamış, fabrika işgalleri, kitlesel miting ve yürüyüşler, polisle çatışmalar günlük hayatın bir parçası haline gelmişti.

    15-16 Haziran direnişinin ardında yatan kendine güven duygusunun, hakkını sokaklarda arama anlayışının, devletin ordusu ve polisiyle çatışma içerisine girmekten çekinmeyen bir cesaretin ve militan cüretkârlığın, 1968 başkaldırısının bu topraklardaki bir uzantısı olduğunu görmemek için kör olmak gerekir.

    Fransa’da 68 baharında patlak veren üniversite ve fabrika işgalleri dalgası derhal Türkiye’ye de sıçradı. 1968 Haziranı’nda İstanbul Üniversitesinin işgaliyle yükselen gençlik eylemleri kısa zamanda tüm okullara yayıldı. Ama gözünü dünyada olup bitenlere diken yalnızca devrimci öğrenciler değildi, dahası bu devrimci öğrencilerin bir çoğu öğrendiklerini işçilere taşımaktan da geri durmadılar. Nitekim Avrupa’daki mücadele biçimleri işçi sınıfı hareketinde de yansımasını buldu: Derby işgaliyle birlikte Türkiye işçi sınıfı hareketinde de fabrika işgalleri önemli bir yer tutmaya başladı. Devrimci cüretkârlık ve militan mücadele anlayışı inanılmaz bir hızla işçi sınıfı içerisinde yayıldı.

    Aldığı ivmeyle bir adım daha öne çıkan işçi sınıfının militan eylemliliği, işçi hareketinin hem büyümesinde hem de niteliğinin gelişmesinde ikinci bir dönüm noktası oldu. Bu noktadan başlayarak işçi sınıfının kendiliğinden gelişen fakat devrimci bir öz taşıyan, fabrika işgalleri, boykotlar, yasadışı grevler gibi eylemleri patlak verdi. Aynı dönemde işçi hareketi ile yüzünü sınıfa dönen devrimci gençlerin buluşması, sınıf hareketinin gittikçe politikleşmesini de beraberinde getirdi. Nitekim, 1969 Şubatında ABD 6. Filosunun İstanbul’a gelişini protesto etmek üzere alanlara çıkanlar bir yıl önceki gibi yalnızca öğrenciler değildi artık. Bu kez işçiler de alanlardaydı. 1969 kışında patlak veren Singer işgali ve ardından yaz aylarındaki Demir-Döküm işgaliyle birlikte, direnişlerin artık fabrikaların sınırlarını aşarak tüm bir işçi bölgesine yayılmasına, kadınların da direnişlere militan bir temelde katılmasına tanık olunmaya başlanmıştı. 69 sonbaharındaki Gamak işgalinde, durum polisin silahlı saldırısına kadar ilerlemişti. Öldürülen direnişçi Şerif Aygün’ün cenazesi, binlerce işçi ve onlara destek veren öğrencilerle birlikte kaldırılırken, artık “evde çocuk ekmek bekliyor” gibi sloganlar bir tarafa bırakılmış, “kahrolsun kapitalizm”, “bağımsız Türkiye” gibi sloganlar öne çıkmaya başlamıştı. Sungurlar işgali de aynı şekilde gelişirken, Alpagut Linyit işletmelerinde ve Günterm işgalinde işçiler yalnızca işgalle kalmadılar, kurdukları işyeri konseyleri aracılığıyla işyerini çalıştırmaya devam ettiler.

    1968 başkaldırısının Türkiye’ye de hızla yansıması, öğrenci gençlik hareketinin hızla devrimcileşmesi, işçi sınıfı eylemliliğinin yasal sınırların ötesine taşması ve yükselen bu hareketin DİSK bünyesinde toplanması… İşte 15-16 Haziran 1970’in arka planında bunlar yatar.

    DİSK’in çatısı altında gerçekleşen işçi eylemliliği yükselip düzeni tehdit etmeye başladıkça, burjuvazi 274-275 sayılı sendikal yasaları değiştirerek DİSK’i tasfiye edecek yeni bir yasa tasarısı hazırlığına girişmişti. Üstelik bu yasanın hazırlayıcılarından biri de 70’li yılların sonlarında DİSK’in başkanlığına seçilecek olan o dönemin CHP milletvekili Abdullah Baştürk idi.

    Yasa değişikliklerinin mecliste kabul edilmesinin ardından, işçi temsilcilerinin de geniş katılımıyla yapılan kalabalık toplantıda DİSK eylem kararı aldı. DİSK yönetimi, bir protesto mitingi yapmayı planlıyor ve fabrikalardaki işçilere DİSK’ten gelecek talimatları beklemelerini salık veriyordu. DİSK’in planına göre miting 17 Haziranda yapılacaktı. Ancak DİSK’in kanuna karşı çıktığı ve protesto edeceği haberi bir anda tüm fabrikalara, işyerlerine, kahvelere ve hatta evlere kadar ulaştığında, zaten istim üzerinde olan işçi sınıfı kendiliğinden derhal sokaklara aktı.

    15 Haziran günü, 115 işyeri ve yaklaşık 75 bin işçiyle başlayıp, 16 Haziran günü 168 fabrikayı ve 150 bine yakın işçiyi kucaklayan 15-16 Haziran direnişi, modern sanayi proletaryasının beşiği olan İstanbul ve İzmit yöresini kapsadı. 15 Haziran sabahı İstanbul’da, Gebze’de, İzmit’te fabrikalar durdu. Her tarafta işçiler çeşitli yürüyüşler ve mitingler düzenliyorlar ve kent merkezlerine doğru hareket ediyorlardı. DİSK’in böylesi bir kararı olmamasına rağmen işçiler bu protestoları kendi inisiyatifleriyle ve elbette ki öncü işçilerin ve devrimcilerin yol göstermesiyle yalnızca iş bırakmakla sınırlamamışlardı.

    Ertesi gün Kartal’da, Levent’te ve Topkapı tarafında çatışmalar çıkmış, polis ateş açmıştı. Ordu, tanklarıyla ve zırhlı birlikleriyle gösterilere müdahale etmeye çalışıyordu. Askerlerin oluşturduğu barikatlar aşılıyor ve polisle çatışmaya girişiliyordu. Kimi devlet kurumları ve tanınmış kapitalist işletmelerin merkezleri taşlandı, harap edildi, yer yer yakıldı. Tutuklanan işçileri kurtarmak için işçilerin tutuldukları karakollar basıldı. Bazı polislerin silahlarına el konuldu. Kadıköy’deki çatışmalar özellikle çok şiddetliydi, polisin açtığı ateş sonucunda üç işçi öldürülmüş, 200 kişi yaralanmıştı. İstanbul’un iki yakasındaki işçilerin biraraya gelememesi için vapur seferleri tüm gün boyunca iptal edilmiş, Levent yakasından gelen büyük işçi koluyla, Unkapanı-Eminönü’nde biriken işçi kollarının birleşmemesi için Galata Köprüsü açılmıştı.

    Bu muazzam direnişin zayıf karnı ise akşam saatlerinde ordunun sıkıyönetim ilan etmesiyle açığa çıktı. DİSK yönetiminin işçileri sükûnete çağırmasının ardından işçiler fabrikalarına geri döndüler. Fakat bazı fabrikalarda iş durdurma ve iş yavaşlatma eylemleri devam etti. Türk Demir Döküm, Sungurlar, Derby, Elektrometal, Rabak, Auer, Çelik Endüstri, Otosan, Arçelik, Vita gibi büyük fabrikalarda işçiler kararlılıkla direnişe devam ediyorlardı. İşçiler, yasa geri çekilinceye ve eylemler sırasında tutuklanan sendikacılar serbest bırakılıncaya kadar direnişe devam etme kararı almışlardı. Fabrikalardaki direnişi ne asker ne de polis baskısı engelleyemedi. Fabrikalarda sürdürdükleri direnişe son vermeye ve işbaşı yapmaya işçileri ikna edenler DİSK temsilcileri oldu.

    Tüm bunların ardından gelen işten çıkarmalar, tutuklamalar, işkenceler ve davalar işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde estirilen terörün birer göstergesiydi. Üç ay süren sıkıyönetim sonunda işten çıkarılan işçi sayısı beş bini aşmıştı. Yine de burjuvazi DİSK’i yok etme emeline ulaşamadı ve yeni sendika yasası uygulamaya sokulamadan iptal edildi. DİSK’i yok etmek ve işçi sınıfının tüm sendikal kazanımlarını ortadan kaldırmak için burjuvazi 12 Eylül 1980’i beklemek zorunda kalacaktı.

    Sonuçlar

    Bu genel direniş, bulutsuz gökyüzünde çakan bir şimşek değildi, tersine, yıllara yayılan bir yükselişin ürünü olan kendiliğinden bir patlamaydı. Söz konusu hareketin içerisinde devrimci işçilerin ve devrimci militanların bulunması bu durumu değiştirmiyor. Çünkü hiçbir hareket bu anlamda kendiliğinden değildir. Her zaman her hareketin içinde kitleye oranla çok daha bilinçli, çok daha örgütlü bireylerin ve hatta devrimci grupların olması mümkündür. Ancak kitlelerin güvenini kazanmış devrimci bir siyasal önderliğin olmadığı koşullarda bu tip nüveler harekete geçirici bir etki yaratabilse ve ilk kıvılcımı çakabilse bile hareketin gelişim çizgisi üzerinde belirleyici bir etkide bulunamazlar. Nitekim, işçilerin haklı bir biçimde kendi örgütleri olarak gördükleri DİSK’i yaşatmak için giriştikleri bu büyük direnişin yine aynı DİSK tarafından rahatlıkla denetim altında tutulabilmesi bu gerçekliğin ifadesinden başka bir şey değildir.

    Benzer şekilde, 15-16 Haziran’ın tarihsel gerçekliğini çarpıtarak bu direnişin sendikasız, örgütsüz ve küçük işletmelerde çalışan işçiler tarafından gerçekleştirildiğini söylemek, tarihsel gerçekliği çarpıtmak anlamına gelir. 1965-71 dönemindeki yükselişe bakıldığında mücadelenin her daim en önünde olan, en kararlı bir şekilde mücadeleyi sürdüren işçilerin dönemin büyük fabrika ve işletmelerinin işçileri olduğu gün gibi açıktır. En başta metal sanayi olmak üzere petro-kimya ve madencilik sektörleri hareketin lokomotifi durumundaydılar.

    Yine aynı dönemdeki yükselişin temel taleplerinden birinin DİSK’e bağlı sendikalara geçmek olduğu hatırlanacak olursa, sınıf mücadeleci bir sendikal anlayışın ve bu anlayış temelinde geliştirilen mücadelenin işçi sınıfının geniş kitleleri için nasıl bir çekim merkezi haline geldiği ve gelebileceği gerçeğinin altını çizmek gerekir. Bir proleter devrimci partinin olmadığı, işçi sınıfının siyasal önderliğine aday tek partinin (TİP) de parlamentarist-reformist bir çizgi izlediği koşullarda bile DİSK’in verdiği mücadele burjuva rejim açısından ciddi bir tehdit haline gelebilmiştir. Bugün sendikalar böylesi bir mücadele anlayışından uzak duruyorlar diye sendikaları bir tarafa bırakıp “yeni ve temiz” işçi örgütleri yaratmaya çabalamak, işçi sınıfının örgütlü kesimini sendika bürokratlarının insafına terk etmek, ve dolayısıyla sendikal örgütlenmenin gerekliliği fikrini sınıfın geniş örgütsüz kesimleri nezdinde gözden düşürmek anlamına geliyor.

    15-16 Haziran, Türkiye işçi sınıfına ilk kez kendi gücünün muazzam boyutlarını göstermiştir. İşçi sınıfı böylece “kendiliğinden sınıf” olmaktan çıkıp “kendisi için sınıf” haline gelmiştir. Dahası işçi sınıfı devrimin önder gücü ve lokomotifi olduğunu dosta düşmana göstermiştir. Buna rağmen açıkça dile getirmeliyiz ki, Türkiye “sol” hareketinin büyük bir kesimi bu aşikâr kanıtı bile göremeyecek kadar küçük-burjuva bir karakterde olduğunu kanıtlamıştı. Bu büyük direnişin sergilediği muazzam gücü değil de, direnişin şu ya da bu şekilde sönümlenmesini dikkate alan küçük-burjuva akımlar, işçi sınıfından yüz çevirerek gerilla savaşı vermek üzere kırlara çekilmenin hazırlığına girişmişlerdi.

    Dönemin MDD çizgisinin hararetle savunduğu “İşçi-Ordu Elele” sloganının vahim yanlışlığı, işçilerin verdiği 3 ölü ve yüzlerce yaralıyla, katlandıkları işkencelerle, açılan davalarla ve ilan edilen sıkıyönetimle açığa çıkmış oldu. Nitekim, 15-16 Hazirandan bir yıl sonra ordunun gerçekleştirdiği 12 Mart darbesi, pek çok işçi ve devrimci öğrenciyle birlikte, “İşçi-Ordu Elele” sloganını hararetle savunan kızıla boyanmış milliyetçi aydınları da zindanlara
    kapatmıştı.

    Yalnızca 15-16 Haziran’ın militanlığı ve cüretkârlığı değil, 60’ların sonlarındaki her kazanım yasal sınırları aşan, meşruluğunu kendi gücünde ve haklılığında bulan bir özgüveni ifade eder. İşçi sınıfı kendi özgücüne ve örgütlülüğüne dayanarak yasal sınırları eylemliliğinde aşan bir mücadele çizgisine oturmadığı sürece kazanım elde etmek ve elde edilen kazanımları korumak mümkün değildir.

    15-16 Haziran direnişi, sınıfın eylemler içinde birleşik gücünü ortaya koymuştu. Ancak bu kadarıyla yetinmek mümkün değildir. Direniş sonrasında başlayan saldırıların yeterince göğüslenememesi, kazanımları elde edebilmek ve en önemlisi koruyabilmek için bunu mümkün kılacak düzeyde bir örgütlülüğün gerekli olduğunu gösteriyor. Aksi halde, en başarılı görünen eylemlerin ardından bile bir yenilginin gelmesi kaçınılmaz olmaktadır.

    Bu büyük direnişin kanıtladığı gerçeklerin en başında şüphesiz işçi sınıfına önderlik edecek devrimci bir siyasal parti olmadıkça işçi sınıfının bu tür patlamalarının düzen tarafından her zaman savuşturulabileceği gerçeği gelmektedir. Lenin emperyalizm çağını proleter devrimler çağı olarak adlandırmıştı. Bu çağda işçi sınıfının kendiliğinden patlamaları her an olasıdır. Önemli olan bu tür patlamalar gerçekleştiğinde işçi sınıfına önderlik etme yeteneğinde ve gücünde bir devrimci partinin daha önceden inşa edilmiş olmasıdır.

    Sendikaları bir kez daha sınıf mücadelesinin güçlü mevzileri haline getirmek için ileri!

    Yaşasın 15-16 Haziran Genel Direniş ve Başkaldırı Ruhu!

    Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Mücadele Birliği!

    Özgür Doğan 5 Haziran 2002


    TÜRKİYE DEVRİM TARİHİ.......



    WWW.MARKSİST.COM

  • gerilla27.04.2008 - 19:27

    GERİLLA NEDİR

    Ernesto Che Guevara

    Gerilla en üstün derecede bir kurtuluş savaşçısıdır. Halkın kurtuluş mücadelesinde öncü savaşçılar olmak üzere halktan seçilir. Gerilla savaşı, çoğu kez sanıldığı gibi, küçük çapta bir savaş ya da güçlü bir orduya karşı gruplaşan bir azınlığın yönettiği bir savaş değildir. Hayır; gerilla savaşı hüküm süren baskıya karşı bütün halkın savaşıdır. Gerilla hareketi onların silahlı öncüsüdür, gerilla ordusu bir bölgenin veya ülkenin bütün halkını içine alır. Kuvvetinin ve iktidar bastırmak için ne yaparsa yapsın, sonunda zafere ulaşmasının nedeni budur, yani gerillanın temelinin ve dayanağının halk olmasıdır. Küçük silahlı grupların, araziye ne kadar alışkın ve ne kadar hareketli olurlarsa olsunlar, tam donatımlı bir orduyu örgütlü bir şekilde sıkıştırmayı, böyle güçlü bir yardım olmaksızın sürdürebilecekleri düşünülemez. Deneyler göstermiştir ki, bütün haydutlar, bütün eşkıya çeteleri, sonunda merkezi iktidara yenik düşerler ve hatırda tutulmalıdır ki, bu haydutların eylemi bölge halkına çoğu zaman gerçek gerilla eyleminden daha önemli gibi görünür. Yani, tam anlamıyla onun bir karikatürü olsa da bir kurtuluş mücadelesi izlenimini uyandırır.
    Gerilla ordusunun, ya da en üstün haliyle halk ordusunun her üyesi, dünyanın en iyi askerinin niteliklerine sahip olmalıdır. Ordu sıkı bir disiplin uygulamalıdır. (sayfa 359) Köhnemiş askeri hayatın formalitelerinin, gerilla hareketine tekabül etmemesi, topuk vurarak ya da hararetle selamlamanın, secdeye gelerek üstlere tekmil vermenin bulunmayışı, bir hayal gücü genişliğiyle disiplinsizlik olarak yorumlanır. Gerilla disiplini bireyin kendi içindedir, derin inancından ve sadece, bir üyesi olduğu silahlı grubun etkililiğini muhafaza etmek için değil, aynı zamanda kendi hayatını korumak için üstlerine itaat etme gereksinmesinden doğmuştur. Ordudaki bir askerin herhangi küçük bir dikkatsizliği en yakındaki arkadaşı tarafından kontrol edilir. Her askerin başlı başına bir birim teşkil ettiği gerilla savaşında ise bir hata öldürücü olabilir. Hiç kimse dikkatsiz olamaz. Hiç kimse hem kendinin, hem arkadaşlarının hayatı tehlikede olduğu için, en ufak bir yanlışlık bile yapamaz. Bu gayri resmi disiplin çoğunlukla göze çarpmaz. Bu konuda bilgisi olmayan bir kimseye, üst dereceli subaylara gayet etraflı saygı gösterme sistemi dolayısıyla, nizami bir asker, bir gerilladan çok daha disiplinli görünür. Herhangi bir gerilla, önderinin talimatını basit ve canlı bir saygıyla yerine getirir. Bundan başka, kurtuluş ordusu, insanın en küçük bir zaafına bile yer vermeyen kusursuz bir ordudur. Baskı unsurlarına, bireylerin bir kışkırtmaya kurban olmalarını önleyecek istihbarat servisine sahip değildir. Etkili güç, kendi kendini kontroldür, sıkı bir görev ve disiplin bilincidir.
    Disiplinli bir asker olmanın yanı sıra, gerilla fiziksel ve zihinsel olarak çok çeviktir. Durgun bir gerilla savaşı düşünülemez. Gece, bu savaş için biçilmiş kaftandır. Arazi hakkındaki bilgisine dayanarak, gerilla geceleri harekete geçer, mevzilenir, düşmana hücum eder ve çekilir. Bu, eylem alanından çok uzağa çekilmesi demek değildir, sadece çekilme çok süratli olmalıdır. Düşman bütün bastırıcı güçlerini derhal hücum edilen noktada yoğunlaştıracak, hava bombardımanına başlayacak, alanı (sayfa 360) kuşatmak için tedbirli birlikler ve aldatıcı mevziler tutmak için askerler gönderecektir. Gerillalar ise sadece, düşman için bir cephe teşkil etmekle yetinirler. Kısa bir mesafe geri çekilip düşmanı bekleyerek, hücum edip yeniden geri çekilerek özel görevlerini yerine getirmiş olurlar. Böylece bir kaç saat, nihayet birkaç gün içinde ordunun gücü tüketilebilir.
    Halk askerleri, elverişli bir anda pusudan hücum ederler. Gerilla taktiklerinde başka temel aksiyomlar da vardır. Arazinin bilinmesi bir zorunluluktur. Gerillanın hücum alanına alışkın olması ve aynı zamanda bütün bağlantıların, geri çekilme yollarını, çıkmazları, dost veya düşman olanların evlerini, yaralı bir arkadaşın gizlenebileceği ya da geçici bir kamp kurulabilecek en emin yerleri bilmesi gerekir. Başka bir deyimle, eylemin sahnesini avucunun içi gibi bilmelidir ve bu mümkündür de. Çünkü halk, gerilla ordusunun büyük çekirdeği, her eylemin arkasındadır. Alanın sakinleri, taşıyıcılar, haberciler, hemşireler, yeni takviye kaynaklarıdır. Kısacası silahlı öncülerine çok önemli yardımcılar sağlarlar.
    Fakat bütün bunlar karşısında, gerillanın milyonlarca ihtiyacı karşısında, 'Niçin savaşıyorsunuz? ' diye soranlar olabilir. Bu sorunun yankılanan cevabı şudur: 'Gerilla, bir sosyal reformcudur. Gerilla halkın kendini ezenlere karşı öfkeli bir protestosu olarak silaha sarılır. Gerilla, silahsız kardeşlerini boyun eğmeye ve yoksulluğa mahkum eden sosyal sistemi değiştirmek için savaştır. İdarenin belirli bir andaki özel koşullarına karşı çıkar ve durumun izin verdiği nispette, bütün gücüyle idarenin kalıplarını parçalamaya azimlidir. (sayfa 361)

    Granma'da basıldığı gibi (İngilizce basımı) , Havana, 3 Aralık 1967


    .

  • hikmet kıvılcımlı24.04.2008 - 22:35

    Dr. Hikmet KIVILCIMLI


    VATAN PARTİSİ TÜZÜK VE PROGRAMI

    VATAN PARTİSİ ANATÜZÜĞÜ

    Birinci Madde - 'VATAN PARTİSİ' adlı siyasi kurulun merkezi İSTANBUL'dur.

    2 - GAYE ve KONU: Kişicil veya Oligarşik nüfuz yerine mutlak surette kanun yolu ile:
    a -) Devleti Halktan üstün değil, Halkı Devletten üstün tutan gerçek hürriyeti fiilen kurmak ve antidemokratik kanunları ayıklamak.
    b -) Müzmin işsizlik ile azgın hayat pahası kanser haline gelmiştir. Bunları köklerinden kazımak için, ikinci bir Kuvayimilliye seferberliği gerektir. Bu iktisadi seferberliğimizi, atom dahil en son sistem ağır sanayi temeline dayandırmak.
    c -) Milli üretim mücadelemizin para maddesini, -ne sadakayla, ne zorla- ancak UCUZ DEVLET ve BİLİNÇLİ TİCARET yolu ile sağlamak.
    d -) Bu mübarek iktisadi Kuvâyimilliye Seferberliğimizin güdücü ruhunu (başta işçi sınıfımız gelmek üzere) cahil-alim, köylü-şehirli.. bütün değer yaratan iyi niyetli vatandaşların; tamamiyle aşağıdan gelme ve tamamiyle serbest (TEŞEBBÜS + TEŞKİLÂT + KONTROL) 'larında bulmak; ve bu emelle, bütün organlarda bilfiil üretmenleri çoğunlukta görmek, yarımız olan kadını ön safta bulmak, gençliğe sonsuz inanmak.

    ÜYELİK

    3 - ÜYE OLMAK:
    a -) Siyasi Partiler Kanununa uygun, 18 yaşını bitirmiş, medeni haklı TC vatandaşı olmak ve Birinci Kuvâyimilliyeciliğimizin yeminini içmek:
    'Vatan ve milletin mutluluğuna ve esenliğine, milletin şartsız kayıtsız hakmiyetine aykırı bir gaye gütmeyeceğime ve Cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma namusum üzerine söz veririm.'
    b -) Parti gaye ve programını benimseyip yaymak ve Parti yasasına uymak.
    c -) Safi kazanca göre ayda 1 lira ile 100 lira arasında aidat ödemek. (Finans Divânı işsizlerden aidat almayabilir.)
    d -) Parti organlarından birinde fiilen çalışıp, toplantılara muntazam gelmek. (Üst üste üç toplantıya ve yılda topyekün beş toplantıya gelmeyen, çekilmiş sayılır.)

    4 - PARTİYE GİRME ÇIKMA ŞARTLARI:
    a -) 1 yıldan beri Partili iki üyenin tavsiyesi ile, parti organlarının tasvibi ve merkezce tescili yapılan vatandaş üye olur. (Birinci Kongreye kadar tavsiyeyi kurucu üyeler yaparlar.)
    b -) Parti üyesi yer değiştirirken, bulunduğu organdan belge alır ve gittiği yer organına katılır.
    c -) Partiden çıkmak serbesttir. Kendi çıkan bir hak arıyamaz.
    d -) Partiden çıkarma yetkisi Merkez Haysiyet Divânına düşer. Çıkarılan kimse, ancak ileriki Kongreye başvurabilir. (Otomatikman partiden atılanlar şahsen Kongreye başvuramazlar.)

    5 - PARTİ DİSİPLİNİNİN ÖZÜ: Hür teşebbüs kabiliyeti (inisiyativ) dir.
    a -) Bütün organların toplantılarında, her üyenin eleştiri hakkı sınırsız ve seçimlerde oy hakkı mutlak surette bir tektir.
    b -) Yetki ve sorumluluk kendiliğinden veya kuru kıdemle alınmaz. Yalnız ve ancak, yaratıcı (Bilgi + Tecrübe + Enerji) 'ye, lâkin, daima bir kararla verilir ve gene bir kararla geri alınır. Hiçbir görev, hiç bir partiliye kişicil hiç bir imtiyaz bağışlamaz. Partinin en alt kademe üyeliği işi, en şerefli faaliyettir. Mertebeler zincirinde en son halka Genel Başkan'dır.
    c -) Tartışmalar, istisnasız, organlar içinde, program ve gündeme göre, soyut ve genel değil, elle tutulur, her yanı belirtilmiş, şahsiyata ve hissiyata kaçmaz Prensip ve Fikirler etrafında, yıkıcı değil yapıcı şekilde olur.
    d -) Her tartışma: Nutuk çekmek ve lâfı uzatmak için değil, daima pratik ve ilerletici bir karara varmak için yapılır. Her karar bir organın eseridir ve o organın bölgesine giren bütün üyeler için parti emri olur.

    6 - PARTİDEN ÇIKARILMA'yı gerektiren başlıca disiplinsizlik unsurları şunlardır:
    a -) Kariyerizm (mevki hırsı ve gururu) gütmek.
    b -) Eleştirisini organ içinde yapmak yiğitliğini göstermemek ve organlar dışında korkakça dedikodularla soysuzlaşmak.
    c -) Organların çoğunlukla aldıkları kararlara uymamak.
    d -) Parti programı ve yasasına aykırı veya gizli söz ve harekette bulunmak. (Herhangi bir gizliliğe ve tahrike kayan üye, otomatikman Parti dışında kalır ve İl Yönetim Kurulu bu ihracı karara bağlar.)

    TEMSİLCİLER ve MAHALLİ KONGRELER

    7 - TEMSİLCİLİKLER ve KONGRELER:

    a -) TEMSİLCİLİK, partinin temel taşıdır. Küçük bir parti örneği halinde işler. Her köy ve muhtarlıktaki partililer bir yıl süreli Parti Temsilcisiyle Yedeğini seçerler. Parti Temsilcileri: Her şehir, kasaba, köy, işletme ve ilh. gibi vatandaş topluluğunun bulunduğu yerlerde Parti işlerini yürütürler:

    b -) İL ve İLÇE KONGRELERİ: Her yılın Eylül ve Kasım ayları arasında, birbirlerini tamamlayacak sıra ile toplanır. İlçe Kongrelerine üyelerinin hepsi katılarak İl Kongresi için 5'te bir delege seçer. İl Kongrelerine katılanların yarısı Büyük Kongreye asli, yarısı yedek delege seçilir. Ancak; Kanun gereğince: İlçe delegeleri 600'ü, seçilmiş il delegeleri 1000'i, seçilmiş Büyük Kongre delegeleri 1200'ü aşamaz. Her ilin partili TBMM Üyeleri, İl Yönetim Kurulu ile İl Haysiyet Divânı, başkan ve üyeleri O il kongresinin asli delegesidir.

    c -) KONGRE GÖRÜŞMELERİ: Her Kongre, programı, yasa maddelerini, Büyük Kongre ve Merkez Kurulu kararlarını gözönünde tutarak, bölgesinin bütün dâvâlarına çözüm yolları bulur.Kararlarını en kısa zamanda Merkeze bildirir. Kongreler arasında Yönetim Kurulları ayda bir'den az olmamak üzere, üyelerle sıkı temas, sohbet, görüşme ve danışma konferansları tertipler.

    d -) YÖNETİM KURULLARI: Her Mahalli Kongre, en çok ilçede 9, ilde 11 üyelik Yönetim Kurulunu, 3 kişilik yedeğini ve Başkanı seçer. Her Kurul, ayrıca, kendi içinden bir veznedar, bir muhasip seçerek gereken iş bölümünü yapar. En az haftada bir toplanır. Başkan, gerektiğinde yedekleri göreve çağırır.

    e -) İL HAYSİYET DİVANI: İl Kongrelerince iki yıl için seçilmiş 3 asil, 3 yedek üyeden kurulur. Partili kişilerle organlar arasındaki anlaşmazlıkları inceler. Öğüt ve paylama cezaları verir. Uzaklaştırma ve Partiden çıkarma istemlerini Merkez Haysiyet Divânına gönderir.

    BÜYÜK KONGRELER

    8 - BÜYÜK KONGRENİN KURULUŞU:

    a -) Genel Kurul toplantısı olan Büyük Kongre, Partinin en yüce yetkili organıdır. 2 yılda bir toplanır. Her gelecek toplantının gününü ve yerini kendisi kararlaştırır. Sebepler mücbirse, Başkanlık Divânı Kongre Kararlarının ruhuna uygun, teknik değişiklikler yapabilir.

    b -) BÜYÜK KONGREYE KATILACAKLAR; Üye delegeleri, Merkez Yönetim Kurulu ve Merkez Haysiyet Divânı üyeleri, Partili Bakanlar ve TBMM üyeleri, asli delegedir. Partililer, Halk, İşçi Sendikalarının ve Demokratik Kuruluşların Temsilcileri gözlemci üye olur.

    c -) OLAĞANÜSTÜ BÜYÜK KONGRE: Merkez Yönetim Kurulunun kararı veya 5'te bir Büyük Kongre delegesinin yazılı dileğiyle toplanır. Yalnız hedef tutulan belli konuları ele alır. Seçim yapmaz.

    d -) Büyük Kongrenin yeri, günü, saati ve gündemi en az üç gün önce hükümete bildirilerek iki gazete ile yayınlanır. Kongre Edebiyatı, en az bir ay önce (Olağanüstü Büyük Kongrede iki hafta önce) görüşülmek üzere alt organlara sunulur. Büyük Kongrenin geri bırakılması bir defa olur. Yeni toplantının gecikme sebepleriyle birlikte, kanuni bildirimi ve yayımı yapılır.

    9 - BÜYÜK KONGRENİN İŞLEYİŞİ:

    a -) Büyük Kongre Genel Başkanın nutkuyla açılır.

    b -) Çoğunluk varsa, Kongre için bir başkan, bir vekili ve kâtipler seçilir. Bu kurul, tutanakları, saklanmak üzere imzalar.

    c -) Gündemde mevcut ve 20'de bir üyenin dileği, yahut çoğunluğun kararı ile gündeme alınmış bütün Parti, memleket, dünya konuları görüşülür. Hesaplar incelenir. Bütçe tastik olunur. Program ve Anatüzük değişikliği, Merkez Yönetim Kurulu Kararı ile, yahut iki il kongresinin üç ay önceden yazılı isteği ile gündeme girer. 3'te 2 çoğunlukla kabul edilir. Büyük Kongre kararları, gelecek Büyük Kongreye kadar Partinin değişmez prensipleridir.

    d -) Büyük Kongre: Genel Başkanı, Genel Sekreteri, 19 kişilik Merkez Yönetim Kurulu ile 3 kişilik yedeğini, 7 kişilik Merkez Haysiyet Divânı ile 3 kişilik yedeğini seçer. Merkez Yönetim Kurulunun kimlikleri ile Anatüzük değişmeleri bir hafta içinde resmi makamlara bildirilir.

    M E R K E Z

    10 - MERKEZ YÖNETİM KURULU:

    a -) İş bölümü: Merkez Kurulu, Genel Başkanın yahut vekil edeceği Genel Sekreterin, yahut bir Merkez üyesinin başkanlığında toplanır. Bir sekreter iki üyeden derleşik üçer kişilik yedi divân seçer.

    b -) Başkanlık Divânı: Genel Başkanla Genel Sekreterin katıldıkları, genel yönetim, yürütüm ve uyum organıdır. Partinin bütün organlarını birer aylık tam yetki ile kontrol ve sevkeder. Genel Başkan kanalıyla, daimi toplantı halinde sayılır. Gerektiğinde Merkez Yönetim Kurulu ve Merkez Haysiyet Divânı yedeklerini göreve çağırır.

    c -) Organlar divânı, Kültür divânı, Finans divânı, İşçi Kuruluşları divânı, Aydın, Köylü, Esnaf Kuruluşları divânı, Kadın, Çocuk ve Gençlik divânı.. En az haftada bir toplanırlar. Sekreterlerinin başkanlığı altında, isimlerinin anlattığı konuları ele alıp yürütürler. Münasebetleri, Başkanlık Divânı kanalından geçer.

    d -) Merkez Toplantısı: Merkez Yönetim Kurulu en az ayda bir genel toplantı yaparak, Başkanlık Divânının ve Merkezin çalışmalarını gözden geçirip, yeni direktifler verir.
    Başkanlık Divânı lüzum gördükçe veya Merkez Kurulu çoğunluğu yazı ile diledikçe, Merkez Toplantısı Genel Başkan tarafından çağırılır.

    11- MERKEZ HAYSİYET DİVÂNI:

    a -) Partili kişilerle organlar arasındaki anlaşmazlıkları inceler.
    b -) Partinin bütün hesap işlerini dilediği zaman, en az yılda iki defa gözden geçirir.
    c -) Disiplinsizlik hallerinde, öğüt, paylama, uzaklaştırma ve partiden çıkarma cezalarını verir.

    12 - GENEL BAŞKAN ve GENEL SEKRETER:

    a -) Genel Başkan bizzat veya Vekili vasıtasıyla, Merkez Kurulunu ve Başkanlık Divânını toplayarak başkanlık eder.
    b -) Hükümet, başka parti ve merasimler önünde Partiyi temsil eder.
    c -) Bin liradan yukarı hesap ve masrafları imzalar.
    d -) Genel Sekreter: Yazışmaları, resmi defterleri idare, bin liradan aşağı hesapları imza, gerekince Genel Başkana yardımcılık veya vekâlet eder.

    MADDİ CİHETLER

    13 - PARTİNİN GELİRİ, GİDERİ:

    a -) Aidat, giriş ücreti (beş lira) , kanuni bağış.
    b -) Başkanlık Divânının onayı ile yapılacak yayın, takvim, rozet, kimlik kartı, eğlence, gezi, konferans, okul, temsil, yarış ve ilh. gelirleri.
    c -) Hangi organın hangi nisbette masraf yapacağını Merkez Kurulu tayin eder. Her yıl bilanço ve kesin hesaplar Finans Divânınca hazırlanıp, Başkanlık ve Merkez Haysiyet Divânınca imzalanır.
    İkibin liradan fazla para Başkan imzasıyla işçi veya esnaf, yahut köylü kredi kurumlarına yatırılır.
    d -) Partinin kapatılması halinde malları işçi sendikalarına, yoksa işçi hastanelerine, yoksa esnaf ve köylü kuruluşlarına bağışlanır.

    14 - PARTİNİN BÜRO İŞLERİ:

    a -) Üye Defteri: Üyelerin kimlikleri, giriş tarihleri, aidatları içindir.
    b -) Karar Defteri: Yönetim Kurulunun Kararları, üyelerinin imzaları altında, gün ve sayı sırasiyle yazılır.
    c -) Gelen - Giden Evrak Defteri: Gelen-giden evrak gün ve sayı sırasiyle yazılır. Gelen evrakın asılları, giderin örnekleri sırasiyle dosyalarında saklanır.
    d -) Gelir-Gider Defteri: Bütün paraların alındıkları, verildikleri yerler yazılır. Gelirlerin seri numaralı makbuzlarının dip koçanları ve giderlerin belgeleri dosyalarında saklanır.


    VATAN PARTİSİ PROGRAMI

    Vatanımızın 'Amerika' derecesinde yüksek teknikli medeniyet kurmasından bahsedilir. Lâkin, daima bir şey unutuluyor: Amerikayı Amerika yapan hız, Amerikalıların 111 yıl önce köleliği kaldırmak uğruna Vatandaş Harbini göze alabilmeleriyle, yani, keskin hürriyet kavgasıyle başlamıştır. Ve şu üç sebeple gelişmiştir: 1- Devletin kırtasiyeci ve askerci olmayışı (Tam Demokrasi) , 2- Derebeği artıklarının yokedilmesi (Toprak Reformu) , 3 - Sanayi sermayesinin ötekilerden üstün olması (Teknik Yaratıcılığı) .

    1- Devletin kırtasiyeci ve askerci olmayışı: HÜRRİYET ve UCUZ DEVLET bahislerinde,

    2- Derebeği artıklarını giderme: KÖYLÜ bahsinde,

    3- Sanayii her şeyden üstün tutma: SANAYİ ve İŞÇİ bahislerinde, ayrı ayrı program madde ve gerekçeleri olarak verilmiştir.
    Bu üç şart, modern medeniyet yükselişi için, birbirinden ayrılmaz bütündür. Biri eksik oldu mu, hiç birisi gerçekleşemez. Hürriyetsiz toprak reformu, yahut sanayileşme, kendimizi aldatmak olur. Aksine, büyük sanayimiz ve işçi dâvamız yoluna girmeden, ziraatimizi modernleştirmek, yahut hürriyetimizi sağlamak, -şimdiye kadarki tecrübelerden yüzde yüz anlaşıldığı gibi-, tatlı veya acı hayal olur.
    Programımız, o üç ana davayı, Türkiye halkına bütünlüğü ile sunmak için, iki büyük kısma ayırmıştır. Birinci Kısım: HÜRRİYET KATLARI, İkinci Kısım: İKTİSAT TEMELLERİ'dir. İktisat temelleri de ayrıca 5 bölümdür: 1 - İŞSİZLİK TEZİ, 2 - PAHALILIK ANTİTEZİ, 3 - SANAYİ SENTEZİ, 4 - İŞÇİ SENTEZİ, 5 - KÖYLÜ SENTEZİ.


    KISIM: I

    HÜRRİYET

    HÜRRİYETİN GEREKÇESİ

    A - DEMOKRASİ Halka inanmakla başlar.

    Abdülhamit, resmi İngiliz gazetesi Times'e şöyle demişti:
    'Beni Hürriyete muhalif görenler yanılıyorlar. Kullanmasını bilmeyen bir memlekete hürriyet vermek, kullanmasını bilmeyen birisine tüfek vermiye benzer. Herif, babasını, anasını, kardeşlerini öldtirür. Sonra döner kendi kendisini vurur.'
    Yani, 'Kızıl Sultan' millete inanmıyordu: Onun için, 'memleketi hürriyeti kullanmaya hazırlamak' bahanesiyle, 'Kanuniesasî'yi 33 yıl rafa kaldırdı. 10 Temmuz'da yeniden ilân etti. Lâkin, hürriyet, 31 Mart günü, Abdülhamidi temizlemedikçe yaşıyamıyacağını gordü.
    Gerçekte; millet değil, Osmanlı tefeci ağalarıyle acente bezirgânları hürriyete lâyık değillerdi. Onun için, Meşrutiyet, o derebeği artıklarının gölgeleri altında, polis kuvveti ile tutulan, kırtasiyeci bir askerî istibdatı, parlamentocu şekil'lerle süslemekten öteye geçemedi.
    Sonraları; kafalar değil, ağızlar değişmişti. 'Millet hürriyete lâyık değil' demeğe cesaret gösteremiyenler yapılan istibdatı, hürriyetlerin en âlâsı gibi övüyorlardı. Tek Parti Şefliği, yumruğunu masaya vurarak:
    'İdaremiz bütün mânasile halk idaresidir' (Meclis, 2.11.944 nutku) tehdidiyle herkesi susturuyordu. Demokrasi 'Vatanda anarşi ve sözü ayağa düşürmek' (Meclis, 24.5.945) sayılıyordu... Böylece, Hamit saltanatı kadar uzun süren yıllarda, Anayasamız kendisine zıt kanunlarla ateş çemberine alındı.. DP, iktidara gelmeden, mevzuatımızda binlerce antidemokratik kanun buldu. İktidara geçince, kendisinin 'Demirkırat' olmasını yeter buldu. Uluslararası Finans - Kapital Ağa DP+CHP Avadanlıklarını işleterek, Halkımızı: 'Seçim-geçim' dalaverelerinde 'oy davarı', NATO Kumarında 'Av davarı' yaptı. Kırat, Hak ve Hürriyetleri tekmelemekte büsbütün azıttıkça katırlaştı. Sille tokat Yassıada'ya gönderildi. 27 Mayıs: Finans-Kapitalin binbir Nemrutluklarına rağmen bir türlü kökü kazınamıyan Kuvâyimilliye Ruhu'nun yaptığı kör-ataktı. Çarçabuk 'başı bağlandı'. Adaleti zorlatıldı: Kuvâyimilliyeci geleneğimizin son yâdigarı olan Anayasamız 'Günah Tekesi' yapılıp kurban edildi. Kırat hortladı 'Adalet' Bezirganlığına çıktı. Vatan ve Millet 'sömür+ez'ine yeniden hız verildi. 12 Mart sürekavı: Ortak-Pazar'a toptan çıkarılışımızın kanlı şöleni oldu. Halkımız: Finans-Kapitalin kasap çengeline asılmış kanıyan çiğet.
    Vatan Partisi: 'Hakimiyet şartsız kayıtsız milletindir' buyruğunu, halk düşmanlığına giydirilmiş demogoji (lâf ebeliği) olmaktan kurtarmayı, Anayasalara ve Kuvâyimilliyeciliğimize işlenen cinayetlere son vermeyi görev bilir. Artık, bu cinayetleri kimse mübah görememelidir. Demokrasi halka inanmakla başlar. Halkın teşkilâtlanmasıyla olgunlaşır. Köle millet olmaktan kurtulmak için, Demokrasiyi bütünü ile kullanmaktan başka usül henüz keşfedilmemiştir.

    B - DEMOKRASİ: Fikre saygı, halka refahla gelişir.

    Millet hâkimdir, diyoruz. Bir hâkimin haklı karar verebilmesi için yalnız savcıyı dinlemesi yetmez, dâvacıyı da, suçluyu da, savunma ve kamu şahitlerini de, bilirkişileri de, jüriyi de ayrı ayrı dinlemesi, bütün delilleri ve belirtileri göz önüne koyması gerektir. Demek, hâkimiyet sahiden milletin olabilmek için en iptidaî şart: Fikirlerin hür olması, yani fikre saygı, fikri fikirle karşılamaktır.
    Vatan Partisi, mevcut öteki partiler gibi düşünmüyor. Bizde partilerden bir kısmını 'Ana', bir kısmını yavru, geri kalanları da öveği evlât veya sığıntı sayanların zihniyet ve marifetlerini pek iyi biliyoruz. Bizzat Ahmet Emin Yalman'ın şu sözlerini aslâ unutmadık:
    'Kendimiz gibi düşünmeyen adamı bir vatan haini, satılmış, bedbaht, acınacak bir gafil diye tahkir ederek üzerine saldırıyoruz. Hele siyasi parti münakaşalarında saygı ve tahammül, kaide değil, istisna...' (Vatan, 5.10.1948) .
    Fakat, herşeye rağmen, Vatan Partisi, Bilim ve Prensip Partisi kalacak, derebeği artıklarının peçelerini açacak, parlamento şekillerimize, halk hâkimiyeti özünü geçirecektir. İster askercil, ister sivil her türlü kırtasiyeci geriliği ve polisçi tahakkümü Halkımıza lâyık bulmayacaktır.
    Çünkü, peçeli veya peçesiz her istibdat: Yalnız aydınlık ve ruh düşmanı olmakla kalmaz, toplumcul sağlığımıza, iktisadi ve medeni varlığımıza da sinsi bir suikastdir. Tarihte Osmanlı geriliği başladığı zaman Osmanlı istibdadı ile katmerlenip zırhlanmıştır. Gerilik, bir avuç imtiyazlıyı ancak doyurur ve ancak imtiyazlıları cennette yaşatabilmek uğruna, yaşatabildiği ölçüde, tekmil milleti yoksulluğa boğar. Onun için; geriliği, farzumuhal, demokrasi bile haklı çıkaramaz. Bilâkis, Roozvelt'in dediği gibi: 'Demokratik bir âlemde kuvvet, umumi refah bakımından kendini haklı çıkarmalıdır.' (12.11.1944)
    Bizde hürriyet, Abdülhamit mantığı ile uygulanır, yani lâfta, kalırsa, ne iktisatça, ne medeniyetçe, ne toplumca, ne kültürce.. Hiç bir ileri adım ömürlü olamaz ve hele halkı rahat ettiremez. En basit millet menfaatleri, kimseye ağız açtırmadan, en batakçı ağalık hırsına ve zümre mütegallibeliğine kolayca kurban edilebilir. İleri memleketler için nedir, bilmiyoruz, bizim için hürriyet: Ölüm, dirim meselesidir.
    Vatanımız: Birinci Kuvâyimilliyeciliğimizin yâdigârıdır. Demokrasimiz: İkinci Kuvayimilliye seferberliğimiz olacaktır:

    Kuvayimilliye Milletçisiyiz: Mukadderatımıza tek yabancı karıştırmıyacağız.

    Kuvayimilliye Devletçisiyiz: Pahalı ve hazır yeyici devletin yerine, vatandaşa iş bulmayı birinci görev bilen ucuz ve üretmen devleti geçireceğiz.

    Kuvayimilliye Devrimcisiyiz: Her türlü maddi sömürüyü kaldıracağız.

    Kuvayimilliye Lâyikiyiz: Her türlü manevi sömürüyü kaldıracağız.

    Kuvayimilliye Halkçısıyız: Osmanlı artığı bezirgân ve hacıağa oligarşisinin önderliği yerine, çalışan çoğunluğumuzun önderliğini tutacağız.

    Kuvayimilliye Cumhuriyetçisiyiz: Halk tarafından, halk için idare, Adalet, ve Kültür sisteleri kuracağız.
    Parolamız: Hür, kuvvetli, bahtiyar Türkiye'dir.

    HÜRRİYETİN HEDEFİ: Fakir halk

    1 - DEMOKRASİ, (İkiyüz yıl önce yaşamış Frenk filozofu Condorcet'nin dediği gibi) : 'En kalabalık ve en fakir sınıfın maddi, manevi, ruhcul, toplumcul bakımdan iyileşmesi olmalıdır.'

    HÜRRİYET RUHU: Seçim

    2 - Seçimler hür, nisbi ve tam olacak. Asker, polis, jandarma, mahpus ayırdı yapılmayacak. Üç aydan beri mukimlik kaydı kalkacak. Medeni kanunun rüşt çağı (18 yaş) ile SEÇMEN olunacak.

    3 - SEÇİLEBİLİRLİK: 25 yaşında başlayacak. Siyasi mahpuslar ve (resmi yetkilerinden faydalanmamaları şartile) görevli memurlar ve askerler de seçilecek.

    4 - SİYASİ PARTİLER: En küçük vatandaş topluluğunun bulunduğu her yerde serbestçe teşkilâtlanabilecek. Ocak ve Bucak organları yeniden açılacak.

    5 - MİLLET VEKİLİ dokunulmazlığı adi suçlarda tamamen kalkacak ve siyasi kannaat ve faaliyetlerde mutlak kalacak. Millet Vekili maaşı, orta hayat endeksinden yukarı çıkmayacak. Ödenek yerine, bütün taşıt, ve seyahat masrafları (devletçe sağlanamayan yerde faturası devletçe ödenerek) bedava olacak. 'Yirmibeş seneden beri ilk defa konuşuyorum', 'Ömrümüz Meclisin kahvesinde geçti' diyen Millet Vekili yerine, iş ve üretime bağlısı geçecek. Her Millet Vekili, 100 köyle şahsan muhabere ve temas edip, seçmenlerine sık sık hesap vermeye gidecek. Veremezse, Dernekler Kanunu 18. maddesi nisabı ile geri çağırılabilecek. Partisinden çekilen, Millet Vekilliğinden de çekilecek.

    6 - B.M.MECLİSİ, özüyle ve sözüyle Kuvâyimilliye Meclisi olacak. Senato kalkacak. Yürütme yetkisini de doğrudan doğruya kullanabilecek. Anketler Meclis kürsüsünde kalmayıp, olay yerinde bilfiil yapılacak. Hükümetten şikâyet vatandaşın demokratik haklarını ilgilendirdiği vakit, yerinde incelemeyi Meclis üyeleri sonuçlandıracaklar.

    7 - KANUNLAR, bilhassa bir kurucu, meclis toplanarak, baştan başa gözden geçirilecek. Kanun sayısı fevkalâde azaltılacak. Yargıtay başkanının dahi hangisinin yürürlükte olduğunu bilmediği mevzuat labirenti, ilkokul gören vatandaşın bile yolunu bulabileceği kadar sadeleştirilecek. Halkın kolayca anlıyacağı dile çevrilecek. Sayıları bir ara 8000 dıye gösterilen antidemokratik ve Anayasa'ya zıt kanunlar kaldırılacak. HALK OYLAMASI (Referandum) esası konacak.

    HÜRRİYETİN İNSANI: Teşkilâtlı Millet

    8 - HALK KURULUŞLARI: Bugün devletin sırtına boş yere yükletilmiş hadsiz hesapsız görevleri kendi üzerine alacak. Öyle tam teşkilâtlı millet haline girebilmemiz için, yalnız şehir ve köy ahalisi değil, öğretmen, adliyeci, ve memurlar da hür sendikalar, serbest birlikler, cemiyetier, kulüpler ile cihazlanacaklar. O sayede en cılız kişi bile teşkilâtına arkasını dayayarak, hakkını yorulmadan arıyacak. Dağınık millet, en tabiî haklarını arayamayan mazlum millet kavramı kalkacak.

    9 - KOOPERATİFLER üzerinde bilhassa durulacak. Kooperatif, merasimi yıllarca süren, ağır masraflı teşebbüs halinden çıkacak. Halkın en geniş yığınları kendi teşebbüsleri ve kontrolları altında birleşecekler. Tüketim kooperatifleri iç ticaretin tanziminde esas rolü oynıyarak bir taraftan vurgunculuğu imkânsızlaştıracak, öte taraftan darmadağınık ufak sermayecilikleri üretime katılmak üzere serbestleştirecek. Kredi kooperatifleri, halkın 'köy bankası' adını takacağı şekilde tefeci ve bezirgân dümeni olmaktan çıkacak. Üretim kooperatifleri, öncekilerle işbirliği ederek, köyde, şehirde küçük üretmenleri en modern teknik ve usüllerle yükseltecek.

    HÜRRİYET MÜEYYİDESİ: Adalet bağımsızlığı

    10 - HAKİMLER: Ölü formül olarak bırakılan Anayasamızın 'Millet adına yargılama' buyruğunu diriltip işletmek için Millet tarafından seçilecekler. Asker-sivil adalet ikiliği kalkacak:

    11- HUKUKÇU SENDİKALARI savcılar ve avukatlar da dahil, bütün meslekten adliyecilerin sicil, terfi testlerini hazırlayacak ve mesleki menfaatlarını koruyacak.

    12 - ADALET KONGRESİ: Her yıl, bütün hukukçuları toplandırıp mevzuatımızın genel gidiş ve uygulaması üzerinde etütler yapacak ve ANAYASA MAHKEMESİ'nin antidemokratik konulardaki çalışmalarını inceliyecek.

    13 - SUÇ'ların basın ve siyaset çeşitleri ayrılıp, mutlak surette açık oturumlarda yargılanacak. Cezaevleri, terbiyeci bir müdürle selfguvernement (kendi kendini yönetim) . usulünce idareye tabi tutularak, çalışma esasına bir o kadar kültür eklenecek. Her medeni ülkede şart olan rejim-politik uygulanacak: Siyasî suçlarda mutlak surette ve adi suçların dahi iş ve kültür testlerine uymuş bulunanlarında sabıka denilen lânet damgası kaldırılacak. Irz suçu dışında idam cezası olmıyacak.

    14 - JÜRİ usulü bütün mahkemelere sokulacak. Köyler ve uzak semtler için BİNDİRİLMİŞ MAHKEMELER bulunacak. Geçim endeksine kadar gelirlilere bedava dilekçe ve dâva hakkı gibi, hukukçu sendikalarında bağımsızlığını kazanmış, geçimini hak sigortaları cihetinden sağlamış bedava avukat imkanı da verilecek.

    HÜRRİYETİN BEŞİĞİ: Kültür bağımsızlığı

    15 - Hak arıyan adliyeci gibi, HAKİKAT arıyan ve İNSAN YARATAN öğretim, eğitim ve bilim cihazlarımız da, ülkemizde gerçekten KEŞİF ve İCAT ruhunu beslemek için tam istiklâle kavuşacak. Bütün eğitmen, öğretmen ve profesörler; KENDİ KÜLTÜR SENDİKALARI'nda şahsiyetlerini ve menfaatlerini koruyacaklar. Hükümet, bir öğretim kanunu ile, öğretim kollarını, öğretmen vasıflarını, okul masraflarını belirtmekle kalacak ve özel müfettişleriyle yalnız o kanunun uygulanmasını kontrol edecek. Başka şekilde, öğreticilerin hayat, istikbal ve faaliyetlerine karışmıyacak.

    16 - ÖĞRETİM SİSTEMİ. Bilhassa kol işiyle kafa işi arasındaki uçurumu doldurma hedefini güdecek. İLKOKULLAR.: Çevre üretimlerinin tarla veya fabrika ve ilh.. sistemine göre.. TEKNİK ve ORTAOKULLAR: Memleket sanayi plânında ayrılmış o yerin pratik iktisadi ihtiyaçlarına göre programlanacak. YÜKSEK ÖĞRENİM: yabancı yayınları aşırmalarla rızıklanan kürsü ötülgenliği yerine, memleketimizin yerüstü, yeraltı, insan, hayvan bütün varlıklarını inceliyerek, ekonomi ve üretim şartlarımızı geliştirmiye fiilen yarar ORİJİNAL emeği geçirecek; lâboratuvarını tarlalarımıza ve atelyelerimize bağlıyarak BİLİM YAPMA görevini sınaî kalkınma hamlemizle taçlandıracak.

    17 - Öğretim DEMOKRATLAŞTIRILACAK. Ezberciliğe değil, güçlükler karşısında çözüm yolları bulma, yani hafıza yerine yaratıcı zekâyı işletme prensibi, öğretim ve eğitimin baş prensibi olacak. Ismarlama ayakkabı gibi her öğrenciye, kişiliğini ezmiyen ısmarlama eğitim güdülecek. 'Fazla diplomalı bize gerekmez' kaygısı ile, İMTİHAN'lar öğrenci 'turnikesi', yahut salhanesi haline sokulmıyacak. Dönen öğrenci nisbeti öğretmenin, öğretim sisteminin ve öğretim araçlarının nitelikleri ile kıyaslanacak ve testlere girecek. Öğretimin her kademesine her yaş ve cinsten her vatandaş imtihan vermek şartı ile girip belge alabilecek. Her yerde gece-gündüz işleyen HALK ÜNİVERSİTELERİ kurulacak.

    HÜRRİYETİN KONTROLU: Prensip Basın - Yayını

    18 - Kanunlar, hiç bir prensip ve fikir tartışmasını önliyemiyecek. Basında küfür ve şahsiyat ifratı ile en hayatî meselelerde gerçeği saklama (susuş kumkuması) tefritini gidermek üzere, ilk tedbir: Bütün yazarlar sendikalandırılacaklar, ve halk hizmeti gören gazetelerin fikri ve idari istikametlerinde oy sahibi edilecekler. İlâncılık millileştirilecek. Basın-Yayın (Radyo, Televizyon, Sinema ve Tiyatro dahil) halk kuruluşlarının ortak yönetimine verilecek. Cinayet ve açık saçıklık edebiyatı durdurulacak, oradan tasarruf edilen milli enerjiler insancıllığa ve ülkücülüğe yükseltilerek, üretim hayatımızı, iş kahramanlarımızı belirten konulara aktarılacak.

    HÜRRİYETİN UYGULAMASI: Hoşgörü ve Sağlık

    19 - HÜKÜMET TARZI: Milli Mücadele'nin ilk yıllarındaki eleştiriye katlanma ruhuna sadık kalacak. Basma kalıp damga ve umacı politikası ile yıldırma usülleri kaldırılacak. Bakanların kanunüstü durumlarına son verilecek; aylık ve ödenek Millet Vekilininkinden farklı olmıyacak, yolluk orta bir memura verilenden yukarı çıkmıyacak. Birinci Büyük Millet Meclisi'nde olduğu gibi, her bakan Meclis önünde teker teker sorumlu olarak seçilecek.

    20 - MEMUR'ların kendi kendilerini yetiştirip, menfaatlerini koruyacakları MEMUR SENDİKALARI kurulacak. DEVLET Mensuplarının karınları ve kafaları doyurularak halk hizmetinde verimleri arttırılacak. Memurla sivil vatandaş arasında adalet ikiliği ve hak uçurumu kaldırılacak.

    21 - Çok eski zamandan kalma VALİ, KAYMAKAM, NAHİYE MÜDÜRÜ gibi Saltanat Makamları kaldırılacak. Yerlerine, Batı Demokrasilerindeki gibi veya muhtarlarımız gibi, halk tarafından seçilmiş mahalli idareciler geçecek; mahalli polis o seçme idarecilerin emrine verilecek.

    22 - ANAYASAMIZIN kamu hukuku maddeleri ile, İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ hükümleri, kısıntısız olarak, kitaptan hayata geçirilecek. Her alanda, kapı-komşumuz ve tarihcil yoldaşımız olan Yakın Doğu Halklarıyla bilhassa işbirliğine gidilecek.

    23 - SAĞLIK işleri, kültür ve adaletimiz gibi, başlı başına bir kanunla hekim ve hasta bakıcı sendikaları yardımı ile, bağımsız millî iradeye kavuşacak, AİLE HEKİMLİĞİ kurumu kurulacak ve her yuvayı tabiî abone sayıp; ırk sağlık-korumasını geliştirecek. Hastaneler tıp ve halk kuruluşlarının kontrolu ve seçimiyle idare edilecek.

    24- SPOR: Kulüplerimizin memleket ve dünya ölçüsünde tam hareket serbestlikleri tanınacak. Spor, kalbi ve öteki içorganları yıpratan, zekâ aleyhine adale urlaşmasına yol açan ve birkaç 'kahraman' yetiştirmek için yüz binlerce kişiyi seyirci durumunda battallaştıran kumarlaştırılmış şeklinden çıkarılacak. Sporla hareketlerimiz şiirleşecek ve zekâmız toplumcullaşacak. Milyonlarımızın Beden ve Beyin uyumunu arttırmak için, her çağda ve her sağlıkta vatandaşa spor alanı, âleti ve imkânı sağlanacak.

    HÜRRİYETİN GÜCÜ: Demokratik Ordu

    25 - Modern orduda her tek erin bilinci zaferi yarattığına göre: bilfiil çalışanlar askere gidince, geride kalanlarına en az geçim endeksine eşit yardım yapılacak. Terhis edilince makul tazminat ödenecek. Hizmet ocağı, toplumcul + teknik + Kuvayimilliyeci okul haline getirilecek.

    HÜRRİYETİN SENBOLÜ: Müdahalesiz vicdan

    26 - Her yurttaş, yer, içerken olduğu gibi, dinî ve manevî ihtiyaçlarını giderirken devlet veya kişi karışmasına uğramıyacak..

    HÜRRİYETİN DÜNYASI: Gerçekçi dış siyaset

    27 - Hiç bir soyut fikre, ölü düstura ve kuruntu duyguya kapılmayacağız. Kim, ağır sanayi hamlemizi hakkıyle desteklemek üzere, en az faizle en uygun yardımı yaparsa (Yabancı Sermaye maddemize bakıla) onunla dost olacağız. Cihana, O.İ.T.'nin (Milletlerarası İş Teşkilâtı'nın) anatüzük girişini hatırlatacağız.
    'Fukaralık nerede bulunursa bulunsun, herkesin refahı için bir tehlikedir.'

    HÜRRİYETİN RAKAMI: Toplumcul istatistik

    28 - Türkiye'mizde olanları peçeleyip tedbirleri felce uğratan en derebeğice zulümlerden biri de 'RAKAMLARIN İSTİBDADI'dır. İstatistiklerimizde geçim seviyeleri, gelir basamakları, üretim, teknik, aile ve teşkilât dereceleri belirtilecek. Böylelikle hem medeniyet aşkımız özentilikten kurtarılacak, hem hükümetimiz kör yoklamaları ile bocalamama imkânını bulacak, hem de milletimiz, alın yazısını düzeltme çarelerini kavrıyacak.


    KISIM: II

    EKONOMİ (İktisadiyat)

    Bugün bin vatandaşımız içinde dokuzyüz doksan altısının uykusunu kaçıran iki müzmin illetimiz var: 1 - İşsizlik korkusu, 2 - Pahalılık kâbusu.

    BİRİNCİ ÇİZİ

    İŞSİZLİK

    GEREKÇE: İşsizlik 'ÜMMÜLHÂBÂİS = KÖTÜLÜKLERİN ANASI'dır. Yarım milyon sanayi işçimiz varken: 'Bütün yurt mâhkemelerine bir yılda bir milyona yakın iş gelmekte' idi. (Ulus, 21.12.1946) Bugün, resmî açıklamalara göre açık işsizlerimizin sayısı 5 milyona yaklaşıyor. Mahkemeler ve hapishaneler dolup taşıyor. Ona karşılık tütün tüketimi 1938'in 12 ayında 13,5 milyon kilodan 1942'nin yalnız 5 ayında 17,5 milyon kiloya çıkar. Bakanlarımız bile, açıkça: 'Millet kendini içkiye verdi' diyorlar. 1938 den 1939'a kadar teşviki sanayi işletmelerinin ürünü % 16, suçlar % 31 artar. Bütün bu hal, işsizliğin millete dayattığı taksitli intihardır. Hapishaneyi (16 yaşındaki Necdet gibi) 'cennet' sayan işsizler ülkesindeyiz. Onun için, vatanımızın can düşmanı işsizliğe karşı MUKADDES CİHAD ilân etmek boynumuza borçtur.

    1 - MUKADDES CİHAD İLÂNI: Bütün memleket radyoları ve bekçileri, sabah, akşam ezanlarından sonra, şehir ve köy meydanlarında şu büyük millî gerçeği her gün haykıracaklar:

    'Tarlada, fabrikada, karada, denizde, havada çalışmak: masa başında; salonda, sarayda oturmaktan çok daha üstün şereflidir! ..'

    'İnsan için, işten gayrısı yalandır! '

    2 - İŞSİZE SES: En büyük, şehirlerimizin en kıyı mahallelerinden, en ücra köyümüzün dağ başına kadar, her nerede bir tek yurttaş işsiz kalırsa, orada, özel, resmî, bütün telefon, telgraf ve ulaşım araçları derhal, bedavadan o yurtdaşa açık tutulacak. Masraflar belediyelerce ödenecek.

    3 - İŞSİZE İMDAT: İşsizliğe karşı mücadele için, köylere kadar otomatik işleyen bağımsız halk teşekkülleri kurulacak. Yangın çıktığı vakit, bütün taşıtlar nasıl itfaiyeye yol veriyorsa, tıpkı öyle, bir işsizin haberi geldi mi, tekmil devlet cihazı ile halk ve belediye kuruluşları, işsiz vatandaşın imdadına, yangına koşarca, yıldırım süratile koşacak. İşsizliğin görüldüğü ocağa veba girmiş, zelzele çarpmış, bomba düşmüş gibi, yardım ekipleri yarışacak. Hükümetin birinci görevi: Eşkiya bastırmaktan önce, işsize iş bulmak olacak.

    4 - İŞSİZE TAZMİNAT: İşsizlik, toplum halinde yaşayan hiç kimsenin tek başına kabahati olmadığı için, her işsize iş bulamayan ilgili teşekkül ve kurumlar, en az geçime elverişli bir ücret ve tazminat ödeyecek. Bu hususta ihmali görülenler, başta Cumhurbaşkanı ve Bakanlar gelmek, bütün devlet erkânı da dahil olmak üzere, zincirleme kendi ceplerinden işsizlik tazminatını ödemeye (sembolik mahiyette olsun) katılacaklar.

    5 - İŞSİZE İŞ: Memleketimizden her yıl ihraç edilen 80-90 milyon kilo üzüm, 30-40 milyon kilo incir, 70-80 milyon kilo tütün, hatta maden ve benzeri birçok ilk ve ham maddeler, dış pazarlara gitmezden önce kendi işçilerimizce âzamî derecede elden geçirilip işlenecek, standartize edilecek. Bu suretle, hem kalitesi yükselecek mallarımıza daha çok müşteri bulunacak; hem hayat pahamızı arttırmakta hayli rol oynayan döviz açığımız kapanacak; hem de kendi işçilerimiz eli böğründe beklerken, başkalarına iş vermek durumundan kurtulunacak.

    İKİNCİ ÇİZİ

    PAHALILIK

    GEREKÇE: Hayatın pahalanması: Fiyat rakamının şu veya bu olması değil, vatandaş geliri ile alım gücünün düşük ve iratçılık ile devlet giderlerinin yüksek olmasıdır. Onun için:

    1 - GELİR POLİTİKASI: Memleketin her bölgesi için özel GEÇİM ENDEKSLERİ çizilecek. Endeksleri, yalnız bakanlık veya ticaret odaları değil; İşçi, memur, esnaf, aydın, kadın ve köylü teşekkülleri de hazırlayacak. Her vatandaşın EN AZ GELİRİ o geçim endekslerine göre uygulanacak.

    2 - FİYAT POLİTİKASI: Vatandaş ihtiyaçlarından hangi kısmının, vatandaşın enaz gelirinden ne kadarı ile karşılanacağı, barometrenin ibresi gibi, gözönünde tutulacak. Meselâ: Kira, ısıtma, aydınlatma, su, radyo masraflarını içine alan BARINMA giderleri, vatandaş gelirinin en çok 10'da birini; yiyecek, içecek masrafları en çok 6'da birini; devlet masrafları ve vergiler en çok 10'da birini geçmiyecek. Bugünkü hesaba göre: Geçim endeksine kadar olan gelirlerde vergilerimiz yarı yarıya, kiralarımız beşte birinden onda birine kadar indirilecek.

    3 - İRAT POLİTİKASI: Kiralar iki cins akara (yani, kira getiren mülklere) göre ayarlanacak.
    a) İhtiyaç akarı: İşçi, memur ve esnafın aile tasarrufu ile kurdukları yapılardır. Bunlarda bütün kiralar, geçim endeksine ulaşıncaya kadar, serbest bırakılacak.
    b) İrat akarı: Geçim endeksinden yukarı gelir sağlayan kira yerleridir. Bu akarın kira hadlerini ev-kadınları temsilcileriyle tüketmen kuruluşları takdir edeceklerdir. Anlaşmazlık çıkarsa, jürili mahkeme karar verecektir. Yıllık kira, gerçek bina maliyetinin 20'de birinden yukarı çıkarılmayacaktır.

    4- DEVLET POLİTİKASI: a) Vasıtalı vergiler, Türkiye'de 13 yılda bütçenin yarısından üçte ikisine çıktığından, ilk hedef olarak bu nisbet tersine çevrilecek.
    b) Vasıtasız vergiler: Geçim endeksi derecesine kadar olan gelirlerden alınmayacak: Ondan yukarısında ilerleyici vergi (bugünkü rayiçle: 5.000 - liradan yüzde 5; 10.000 liradan yüzde 15; 50.000 liradan yüzde 35; 100.000 liradan yüzde 75 ve. ilh.) alınacak.
    c) Bütçedeki, her tek milyon masraf, fiyatları iki milyon yükselttiğine göre, bütçeyi ilk merhalede beşte bir azaltarak, 'emsâl üssü' yoluyla fiyatların en az üçte bir düşmesi sağlanacak.
    d) Enflasyon: On yılda onbeş misli kâğıt para arttıran usul kaldırılacak.
    e) Devletin ürettiği mallar: İşverenlere maliyetinden ucuz, Halka pahalı satılmayacak.

    5 - HALK POLİTİKASI: a) Halk teşkilâtı: İşçi, köylü, memur, esnaf, aydın bütün meslek zümrelerimiz 'Merih' yıldızından uzman getirtmeyi beklemeden, kendi teşebbüs ve kontrollarile TÜKETİM KOOPERATİFLERİ halinde teşkilâtlandırılacak.
    b) Fiyat Kontrolü işi: Memur ve tüccarlardan alınıp, anılan halk ve kadın temsilcileri ve kuruluşlarına verilecek.
    c) Mesken işi: Bir zaman büyük şehirlerimizde yangına karşı zengin, fakir herkesin katıldığı gönüllü teşekküller nasıl var idiyse, tıpkı öyle, evsizlere imece yoluyla inşaat seferberliği bir çeşit gönüllü millî spor derecesine çıkarılacak. Maliyeti çok, ömrü az, sağlığa aykırı izbecikler yerine, sokakları şakülileştiren ucuz, konforlu, blok inşaat: Halk Kuruluşları, Belediyeler ve Devletçe desteklenecek.
    d) Büyük Vurgunla Mücadele: Esnafcık 10 kuruşluk malı 15'e satınca, memurcuk 100 kuruşu zimmetine geçirince nasıl mahkemeye düşüyorsa, tıpkı öyle; 7 üzüm tüccarının kayrılarak, bir kalemde 6-7 şer milyon kazanması, Bir milyon vatandaşın fındığına yarı fiyat verilip, iki misli kâr edilmesi, bir bankerin 3 günde söylenti ile 4-5 milyon lira vurması, 23 milyon köylünün buğdayından 3 yabancı, 3 yerli firmanın 300-350 milyon ele geçirmesi gibi vurgunlar da normal ticaret icabı sayılmayarak adalete teslim edilecek.

    BİRİNCİ SONUÇ

    SANAYİLEŞME

    GEREKÇE:

    İşsizliği bir numaralı düşman ilân etmek, hayat pahalılığını karantinaya almak, ortadan kaldırmaya yetmez. Her iki âfetin kökü: Sanayileşme tempomuzun yavaşlığında gizlenir. Müzmin üretim kıtlığı: İşsizliği, işsizlik: Çalışanların kazanç düşüklüğünü peşinden sürükler. O zaman, işsizlikle pahalılık birbirini doğuran rezil çenber halinde vatandaşların boyunlarına asılmış lânet halkası olur. Netekim:

    1- HAYAT PAHASINDAN EN AZ ETKİLENENLER SANAYİ MEMLEKETLERİDİR: İkinci Emperyalist Savaşta (1939 ilâ 1942) hayat pahası: Yüzde hesabiyle, savaşa giren İngiltere'de 17, Almanya'da 8 iken, Türkiye'de 500'ü buldu. Macaristan'da 44, Bulgaristan'da 54 idi. Savaşa girmemiş vatanımızın, savaş görmüş küçük komşularından 8-10 misli, büyük batılılardan 30-60 misli fazla pahalılığa boğulması, dizginsiz bezirgân ve tefeci ilişkileri gibi ekonomik ve toplumcul bir çok sebepler yanında, bilhassa üretimimizin modernleşmemiş olmasından ileri gelir.

    2 - İŞSİZLİĞE ÇARE, İŞ HACMİNİ GERÇEKTEN GENİŞLETMEKTİR. Bizde yapıldığı gibi, işsizlik tehdidi altında bir kısım çalışanları günde 13 saat yıpratırken, öteki kısmını yarım gündelikle kısmî işsizliğe mahkûm etmek, işsize iş bulmak sayılamaz. Bir yumurtayı 10 kişiye taşıtmamak veya işçiyi takatı üstünde yorgunlukla ezmemek için, tek çare, memlekette iş hacmini sahiden genişletecek daima artan hızlı sanayileşmedir.
    Batının 400 yılda aştığı basamakları biz birkaç 4 yılda atlamaya mecburuz. Bu mecburiyetlere inanarak, her toplumcul sınıf, zümre ve tabakanın en vatansever, en namuslu, en canlı ve en ileri unsurlarını feragatle içine alan genel bir millî seferberlik açmaya mecburuz. Birinci Emperyalist Savaştan sonra İSTİKLÂLİMİZİ kurtarmak için, nasıl demir çarık, demir asâ, Batılılara Karşı Birinci Kuvayimilliye hareketimizi başardıysak, aynı imanla bugün de İSTİKBALİMİZİ KURTARMAK için, BATILILAR DERECESİNE yücelmeyi hedef tutan Ekonomik bir kutsal cihada, İkinci SINAİ KUVAİMİLLİYE hareketine mecburuz. Türkiye'nin sanayileşmesine hiçbir parti muhalif değil. Fakat, bütün kurulu partilerden ayrıldığımız iki ana prensip var:

    1 - TEMEL FARKI: Başka partiler, yabancı uzmanlara uyup, küçük sanayi ile çöplenmemizi, makineleri dışarıdan getirmemizi yeter buluyorlar. Vatan Partisi ağır BÜYÜK SANAYİİ, modernleşmemizin temeli ve mihveri sayar.

    2 - USUL FARKI: Başka partiler, yukarıdan, kırtasiyeci bezirgân durgunluğuna yaslanarak, kaplumbağa yavaşlığı ile gidişimizi yeter buluyorlar. Vatan Partisi, birkaç yılda çağ değiştiren Kuvayımilliyeci geleneğimize lâyık bir hamle ile, çalışan halkımızın feragatli dinamizmini hareketimize motor yapmak istiyor. Halkı, iktidara kadar üzerine binilip, iktidara gelince geri çevrilen bir araba değil, ekonomik ve toplumcul hayatımızın özü sayıyor.
    Tarımımızı dahi ilerletmek için, vatanımızda AĞIR SANAYİ önce zaruridir. Çünkü: Makine yapan memleket, yapamıyanı haraca bağlayabilir. Sonra, bizde ağır sanayi mümkündür de. 1950 yılında sanayi üretimimiz; ihtiyaçlarımızın 3'de ikisini, çelik, makine ve kimya üretimi, ihtiyaçlarımızın 3'te birini karşılıyordu. Ne çare ki, sanayi faaliyetimiz 1938 yılı yüzde 15,6 iken, 1952 yılı 12,9 a, 1974 yılı 11.2'ye düştü. Bu nisbet sömürge Tayland'da 14.8, Filipin'de 18.5, Yunanistan'da 23.9 iken, bizdeki gerisin geri gidiş: CHP'nin DEVLET KAPİTALİZMİ gibi, DP LİBERALİZMİ'nin (!) de 'plânlı KARMA EKONOMİCİLİK'in de derdimize deva bulamadığını gösterir.

    ELVERİŞLİ SERMAYE

    1 - ÖZEL SERMAYE: Vergi kaçakçılığı uğruna, üretimimizi tahta perdeciklerle bölük pörçük eden, verem yuvası işletmeleri toplum bünyemizde çıban gibi açan BESLEME SANAYİ himaye değil, tasfiye edilecek. Vatanımıza en modern sanayii getirecek şahsi teşebbüsler teşvik görecek.

    2 - YABANCI SERMAYE: Siyasî müdahale ve ekonomik imtiyaz istemeyecek. Ağır sanayimize tekniğin son sözünü getirecek. Geldiği ülkedekinden düşük ücret ve çalışma şartları öne sürmeyecek. Medenî milletlerdeki rayiçten üstün faiz ve kâr almayacak. 10 yıl sonunda, (amortismanını bitirip) işletmeyi Türkiye halkına devredecek.

    BİLİNÇLİ TİCARET

    3 - DIŞ TİCARET: Yalnız malımızı alanın değil, malımızı değerile alanın malı, milletlerarası eksiltme yoluyla alınacak. Ömrü altı ayı geçmeyen ve vurgunculuğun balık avladığı bulanık su haline gelmiş dış ticaret rejimleriyle zaten bozuk ticarî dengemiz mahvedilmeyecek. İthalât ihtiyaçlarımız, açıkça belli sanayileşme plânımıza göre istikrarlı mertebeler zincirine konarak TAHSİSAT keyfî idaresi imkânsızlaştırılacak. Lükse haraç ödenmeyecek. Yabancı fatura hileleri, dış ticaret ataşelerimizle sıkı kontrol edilecek. Hilenin önüne geçilemeyen branşlar, millileştirilecek. Dış ödemeler dünyanın en pahalı değil, en ucuz dövizi ile yapılarak enaz 800 milyon tasarruf yapılacak. Döviz kaçakçılığını besleyen acentelikler kamulaştırılarak, en az 4 milyarlık ödeme açığımız kapatılacak. Demir, çelik ve makine ithalâtı kamulaştırılarak, uluslararası eksiltme yoluyla en az 3 milyarlık ithalâtçı ve toptancı kârı ağır sanayimize ayrılacak: Devlet tekelindeki ürünlerin ihracatı, üretmen sendika ve teşekküllerinin kontrolu altında devlet eliyle yapılarak, hem bitmez dedikodular durdurulacak, hem, her yıl en az 3 milyarlık ihracatçı kârı gene sanayimize yatırılacak. Böylece, yalnız dış ticaret kanalıyla 9-10 milyar millî tutumluluğumuz millet kalkınmasına yarayacak.

    4 - İÇ TİCARET: Millî sermayemizi çarçur eden başıbozukca israflar önlenecek. Her yıl, milyarlarca liramızı üretim dışı bırakan reklâm masrafları yerine, en iktisatlı tanıtma ve satma cihazı olan kooperatifler kurulacak. Küçük tasarruflar, büyük üretime teşvik edilecek. İratcılığı ve müflis bezirgânlığı himaye eden gelenekleri giderecek usul ve kanunlar konulacak. Her köşede bir sarraf gibi emlâk ve arazi havaoyunu ile ikramiye kumarını kışkırtan değer yaratmaz tenbel iratçılığı ağır vergilere tabi tutulacak. DEVLET BANKALARI: Bir taraftan millî sanayileşme plânımızı desteklerken, diğer taraftan küçük şehir ve köy üretmenlerini üretim kooperatiflerine çeken ilk madde ve apre istasyonlariyle verimlendirecek. ÖZEL BANKALAR'dan her biri, mevduatlarını, kendi seçecekleri üretim dallarında, para sahipleri için de daha istikrarlı bir verim sağlayacak olan üretim seferberliğimize destek yapacaklardır.

    UCUZ DEVLET

    5- UCUZ İDARE: Devlet, belediye, özel idare ve her türlü mahalli bütçelerle, her türlü Devlet ve yarı-resmi ekonomi kuruluşlarında fuzuli, kırtasiyeci lükse, mirasyedice israflara son verilecek. Batakçı DP bile iktidara gelirken 1,5 milyarlık bütçede 300 milyon lira (yani,5'te bir) tasarruf imkânı bulduğuna göre: Masraflar en az dörtte bir kısılacak; on yılda 8 misli artarak fiyatları yirmibeş misli pahalandırmış bulunan müsrif bütçe usûlü kaldırılacak.

    6- VERİMLİ MEMUR: Millî mücadeleyi zafere götüren hükümet kadroları bütçemizin % 3 ilâ 5'ini tuttuğuna göre, bu ilk Kuvayimilliyeci: uygun devlet geleneğimiz ideal sayılacak. Para enflasyonu ile atbaşı giden MEMUR ENFLASYONU durdurulacak. Fiili üretimde daha yüksek hayat standardı sağlanarak, esasen ezici çoğunluğu üretimden sun'î olarak koparılmış bulunan memurlara gönüllü olarak katılacakları büyük sanayi cephemizde gerçekten yaratma alanı açılacak. Memurların hem bedenleri MASABENTLİK'in binbir sancılı artritizm illetinden korunacak, hem ruhları olumlu değer yaratıcılığın manevî saadetile yücelecek.
    Başta bakanlar gelmek üzere, büyük memurlara: İsveç'in tramvayda ölen Başbakanı; karısı hem öğretmenlik, hem ev işleri görürken, kendisi de her sabah bisikletle Bakanlığa giden Savunma Bakanı örnek tutularak, barem yapılacak. Büyük memurlar lehine küçüklerin tırpanlanması usulleri kaldırılacak. Tek tek memurların aylıklarında millî gelire göre meydana gelen alçalma önlenecek. Böylelikle, kafa ve mideleri doyurulan memurlardan bazılarının sürçmeleri önlenecek. Memurun yükselme ve gönenmesinde, neçelik yerine niceliğe (Kaliteye) önem verilecek; fişlerle test usulü esas tutulup, memur sendikaları söz sahibi edilerek; azil ve tâyinlerde kişicil ve indî etkilere set çekilecek.

    BÜYÜK SANAYİ

    7 - İKTİSADİ MİLLET KURULUŞLARI: Büyük sanayimizde çalışanların yüzde altmışını benimsemiş İktisadi Devlet Teşekküllerinin yönetimine (Bugün olduğu gibi Finans-Kapitâl Tekelleri ve Bankalar değil) Halk Kuruluşları katılacak. Hesapları Sayıştay vizesinden geçecek. Her işletmenin teknik ve idari güdümünde, İşçi Temsilcileri çoğunlukta olacak.

    8 - PLANLI BÜYÜK SANAYİ: Ucuz devlet, bilinçli ticaret kanallarından ve toprak reformundan doğacak tasarruf ve döviz fonlarına dayanarak, bir Meclis devresi olan 4 yıl için, 18 milyar liralık Birinci Ağır Sanayi Plânı kurulacak. Şimdiki bütçemizin en az 20'de biri ile 5 milyarlık motor, 5 milyarlık tersane, 4 milyarlık oto-traktör, 4 milyarlık tarım ve sanayi makineleri fabrikaları kurulacak. 2'nci dört yılda sanayiye elverişli atom pilleri, kimya işletmeleri, elektrik santralları kurulacak. Milletlerarası eksiltme yolu ile, hiçbir batıl itikatla, bönyargıyla kösteklenmeksizin, sermaye gelmediği zaman patent ve ihtisas parayla satın alınacak.

    İKİNCİ SONUÇ

    İŞÇİ MESELESİ

    GEREKÇE: Üretimimizin modernleşmesi, yalnız makina ve usullerimizi ele almakla gerçekleşemez. İyi aletsiz ve usulsüz insan çalıştırmak nasıl geriliği ebedileştirirse, tıpkı öyle, insanı bilinçsiz makine gibi kullanmaya kalkışmak da, en değerli millî zenginliğimizin, yani işgücümüzün önce verimini alçaltır; sonra da asıl korkulan tehlikeyi: Makine düşmanlığını getirir. Netekim, yıllardan beri tarım ve sanayide makineleşmeyi ilerletemeyişimizin baş sebebi: Şehirde, köyde mutlak sömürüyü; az ücretle çok çalıştırmayı kaldıramamış bulunmamızdır. Batıda, işçilerin mutlak sömürüye karşı direnmeleri başladıktan sonradır ki, işverenler kârlarını daha mükemmel makinelerle üretim yapmaktan başka yolda bulamıyacaklarını anlamışlar, ve o işçi zoruyla, bugünkü şahika makina medeniyeti yükselebilmiştir. Onun için, hükümetimizin de dahil bulunduğu OİT'nin Birleşik Milletler Sosyal ve Ekonomik Şûrasına verdiği raporda bile şöyle denir: 'Çalışan sınıfların hayat şartlarının düzeltilmesi 'iktisadî kalkınmanın birinci hedefidir.' İş şartları ve sosyal şartlar düzelmedikçe, yeni malzemeler verilmesi ve en iyi üretim usullerinin kullanılması beklenen bütün neticeleri hasıl etmiyecektir.'

    'Birçok kimseler için adaletsizliği, yoksulluğu ve mahrûmiyeti kaplayan iş şartları, öyle bir hoşnutsuzluk yaratır ki, bu durum: barışı, Cihan Ahengini tehlikeye sokabilir.'

    1 - SİYASET: Nüfus artışımızın 20 misli çabuklukla artan, en uyanık, ve en teşkilât kabiliyetli (teşkilâtlanmaya ve teşkilâtlamaya en yetenekli) toplumcul kümemiz: İŞÇİ SINIFIMIZ, siyasetimize kuyruk değil, BAŞ olacak.. Türkiye Halkı: Siyaseti günlük ekmeği kadar ciddiyetle benimseyen işçi evlâtlarına, bütün demokratik haklarımızla beraber, memleket hayrına ekonomik hayatımızı da (bütün çalışanlarımız gibi) aşağıdan kontrol etme hürriyetini de vererek, milli sanayimizin Batılı ülkeler derecesinde verimli ve yüksek olmasını sağlayacak.

    2 - SENDİKA: Türkiye'de bir sendikalar meselesi değil, sendikalar faciası vardır. Sendikalar Devlet içinde özel bir Devletçilik haline getirilmiştir. Bir yol Sendikaya yazılan işçi, ömür boyunca o sendikanın 'tebaa'sı durumuna giriyor, uygunsuzluk görüp çıktığı zaman bile 'dayanışma aidatı' adıyla vergi ödemek zorunda kalıyor. Sendika aidatını işçinin kendi eliyle vermesine bile izin verilmiyor. Devlet yılda iki öğün vergi alır; sendika, her ay başı alacağını hazırca kesilmiş, biçilmiş olarak cebinde buluyor. Böylece, işçi sınıfımız sendika gangsterlerine tutsak ve sağmal, vurgunculuğa yem ediliyor.
    Vatan Partisi, bu vurguncu sendika gangsterliğine ve sendika faciasına son verecek. Sendika: İşçi sınıfımızın kültür ve bilincini yücelten bir HAYAT OKULU, Millî Mücadele Teşkilâtı olacak. İşçi sigortaları başta gelmek üzere, iş ve işçi hayatımızı ilgilendiren bütün tesisleri kontrol edecek. Ücret kesintileri, tazminatlar, süre uzatmaları ve işten çıkarmalar, sendikaların rızası dışında yapılmıyacak.

    3 - İŞÇİ TEMSİLCİLERİ BİRLİKLERİ: Sendikasız işçiler de, seçtikleri temsilciler vasıtası ile, gerek kendi menfaatlerini, gerekse millî üretimimizin ekonomik menfaatlerini güden İşçi Temsilcileri Birlikleri kuracaklar.

    4 - ESNAF OLMAYAN İŞÇİLER: Esnaf Dernekleri Kanununun 8'inci maddesi ile eski sistem kuruluşlara ısmarlanan ve işçi nüfusumuzun yarısını tutan gerçek işçi vatandaşlarımız, bağımsız ve hür işçi sendikaları kuracaklar.

    5 - DANIŞMA: Ekonomik ve sosyal kanun tasarıları, Ticaret ve Sanayi Odalarından geçtikleri gibi, İşçi Kuruluşlarından da geçecek.

    6 - İŞ KANUNU: Yalnız 'Teşviki Sanayi' kuruluşlarile sınırlandırılmayacak özel, resmî, küçük, büyük bütün sanayi işletmeleri gibi, tarımın, ticaretin, kredinin her koluna da yaygınlaştırılacak.

    7 - BÜYÜK İŞÇİLER KONGRESİ: Her yıl toplanacak. Bu kongreye Sendikalar gibi İşçi Temsilcileri Birlikleri ve Siyasî Partiler de katılacak. Orada, iş hayatımızı ilgilendiren bütün mevzuat ve meselelere dair teklif ve dilekler hazırlanacak.

    8 - KOLLEKTİF İŞ SÖZLEŞMESİ: Batı Avrupa'nın sömürgelerinde bile 1939'dan beri uygulanan toplu ve yazılı iş sözleşmeleri, işçi sendikaları elile, ve az işçili yahut sendikasız yerlerde temsilci birlikleri, yoksa en yakın sendika aracılığı ile yapılacak. Böylece; işverenlerle gangster sendikacılar arasında geçen Yahudi-pazarlıklarında işçinin iki yıllığına köle gibi alınıp satılmasına son verilecek.

    9 - MİLLETLERARASI MEVZUAT: Türkiye'nin de imzaladığı O.İ.T. (Milletlerarası İş Teşkilâtı) nın 1914'den beri işsizlik, sağlık, azami süre, asgarî ücret, kadın, çocuk, sigorta ve ilh.. hakkındaki kararları ciddiye alınacak.

    10 - İŞ MÜFETTİŞLERİ: Sadece hekimler arasından, İşçi Temsilcileri Birlikleri ve Sendikalar tarafından aday gösterilip, bağımsız Hâkimler Kurulu kararı ile seçilecekler ve azledilecekler. Tek işçi vatandaş dahi, müfettişlere dava açabilecek.

    11 - SÜRE: Çabuk yıpranma, damar sertliği, tansiyon, kalp krizlerine karşı tavsiye edilen 5 günlük hafta genelleştirilecek. ('Tanrının haftası yetmiyor artık' Alman İdari Servisleri Baş Hekimi Fulde) . Birinci Emperyalist Savaşta bile yazın 12 kışın 9 saat süren çalışma müddetinin, fiilen 13 saate çıkarılma imkânı kapatılarak, haftada azamî 40 saat iş uygulanacak. Yılda enaz bir ay ücretli tatil verilecek. Emeklilik: işin ağırlığına ve cinsiyete göre hakça uygulanacak. Kadınlarımız: en çok 20 yıllık, erkeklerimiz:,ençok 25 yıllık çalışma ile emekliliğe hak kazanacaklar.

    12 - ÜCRET: Birinci Emperyalist Savaşa kıyasla bugün 250 lira olması gereken gündelikler, hayat pahasına göre, enaz iki misline çıkarılacak. Üretimimizin verimi % 12 artarken, ücretler % 11 azaltılmayıp, çoğaltılacak. Kişi emeğinin ve millî verimliliğin zararına olan prim usulü kaldırılacak: Ücretler, her haftabaşı muntazam ödenecek. Genel tatil günleri tam ücretli olacak. O günler çalışana üç gündelik verilecek. İşyerlerine gidiş-dönüşte geçen zaman iş süresinden sayılacak, günde 8 saati geçen çalışmalar % 100 zamlı ödenecek. Kadın, çocuk, din, ırk, hürlük, mahpusluk farklarına bakılmaksızın: AYNI İŞİ görene AYNI ÜCRET verilecek.

    13 - GREV: İşverenin kısmî veya tam gizli lokavtlarına hiçbir kanunla mani olunamadığı B. M. Meclisinde dahi belirtildiğine göre, işçilerimizin alınyazıları arz ve talep kanununa bağlı kaldıkça, grev, hem işçilerimizin biricik meşru nefis savunması olacak, hem de işletmelerimizi mutlak sömürü yerine makine kullanmaya sevkederek, millî ilerleme ve refahımızın canlı zembereği haline girecek. Bu kadar önemli bir hak hiçbir alanda, hiçbir bahane ile kısıtlanamıyacak, geciktirilemiyecek, lokavtlar yasaklanacak.

    14 - SAĞLIK ŞARTLARI: İş, yalnız yaşama çaresi bir angarya olmaktan çıkıp yaşamanın en manalı şartı ve kişinin yaratma saadeti haline getirilecek. İşçilerimizin yalnız 'Mikrop Yatağı' işyerleri değil, 'Medeniyet Tarihini yalancı çıkaran' barınma yerleri de, iş müfettişi hekimler tarafından gözetilip iyileştirilecek. GECE işinin başlaması ve bitmesi, yazın 18'den 8'e, kışın 17'den 9'a kadar sayılacak. Gece zammı % 50 den az olmayacak.

    15 - ANALIK: Daha 1915 yılı sayıları birkaç yüzü geçmiyorken, 10 yılda erkek işçilerin 4'te birini aşan kadın işçilerimize hor bakışlar, vatan hiyaneti sayılacak. Doğumdan iki ay önce sonrası için ücretli izin verilecek. Sütannelik ve sun'î emzirme işlerine Belediye kontrolü ve yardımı sağlanacak. Bütün işyerlerinde, biri yetişemezse birkaç işletme birleşerek, bir tek anne için dahi kreş ve çocuk yuvası kurulacak.

    16 - ÇOCUK: Sanayi büyüdükçe okul yerine işe giden çocuklar, esnaf çırağı durumundan kurtarılacak. Çalıştıkları yerde yetiştirilmeleri için, çocuklar yarım günleri normal ücretle fabrika okulunda veya en yakın sanayi bölgesi okulunda öğretim görecekler.

    17 - İŞSİZLİK SİGORTASI: İşçi, işsiz kaldıktan sonra dünyanın en güzel sigortalarının dahi uygulanması ve yararı bulunamıyacağına göre, birinci derece önemli olan, asıl işsizliğe karşı sigortalanma, işveren hesabına ve millî ölçüde kurulacak.

    18 - KISMİ İŞSİZLİK: Velev tamir, temizleme bahaneleriyle de olsa angarya hizmetler, sendikaların rızası dışında ücret kesintileri yaptırmak gibi, kısmî işsizlik yaratmak da suç sayılacak.

    ÜÇÜNCÜ SONUÇ

    KÖYLÜ MESELESİ

    GEREKÇE: Dünyamızın beşte dördünü tutan geri tarım bölgelerinin ortalama tarım işçisi verimi, ileri memleket tarım işçisinin altıda biri kadardır. Amerika'da 1 tarım işçisi, tarım dışında çalışan '13-14 kişiyi besler'. Türkiye'nin tarımda çalışan altı kişisi, tarım dışında çalışan ancak bir kişiyi besleyebilir. Yani tarımımızın verimi, Amerikadakinin 72 ilâ 84'de biri demektir. Bir vilâyetimiz kadarcık Belçika'da Türkiye nüfusunun 1/4'i yaşıyor. Adam başına iki dönüm toprak ekilebildiği halde Belçika, tarımcıl besinin onda sekizini kendisi yetiştiriyor, hatta bir kısım da tarım ürünü ihraç ediyor. Biz, en az 25 misli toprağımızla, hâlâ yabancıdan buğday sokarak açlıktan kurtuluyoruz. Bu rakamlar, toprak faciamızın dehşetini göstermeye yeter, sanıyoruz.
    Halbuki, Amerika'da 111 yıl önce yapılmaktan korkulmamış toprak reformu ile, bugün yalnız boş duran tarlalarımız işlense, yıllık 15 milyon ton fazla buğdayımız olur. Millî gelirimizin ziraat bölümü iki mislinden fazla çoğalır. Fazla ürünün yarısı ihraç edilse, bugünkü bütün ihracatımızdan fazla vatanımıza altın getirir. O dövizle dünyanın muazzam fabrikalarını kurarız. İç pazarlarımızın milyarlarca artan talebi, kurulan yeni sanayimize geniş müşteri olur. Onun için, modernleşmemizin temeli olarak Büyük Sanayimizin tutunmasında birinci şart: İŞÇİ MESELESİ ise, ikinci şart: KÖYLÜ MESELESİ'dir.

    KÖYE DEMOKRASİ

    1 - KÖY HEYETLERİ: Hükümet veya mütegallibe nüfuzu karışmadan, tam hür seçimlerle kurulacak. Seçilen muhtar ve heyetten herbiri, seçmenlerin beşte birinin isteği ile (Dernekler Kanunu 18. maddesi hükmüne göre) her zaman değiştirilebilecek. Bugün kaymakam emri ile yapıldığı gibi, halkın seçtikleri yukardan azledilmiyecek. Karakol telefon ve telâkileri (haberleşme araçları) , köy heyetlerinin de ulaştırma aracı olacak.

    2 - JANDARMA ve MEMUR'ların devlet nüfuzunu kişicil maksatlarda kullanmaları ve 'misafirlik' angaryaları şiddetle yasak edilecek. Köylünün karakol veya memurdan şikâyeti tekrar karakola veya memura havale edilmiyecek.

    3 - HER MİLLETVEKİLİ: yüz köyün sırdaşı olacak. O köyler halkıyla mektuplaşıp, sık sık buluşacak. Şikâyetleri yerince inceleyip sonuçlandırmaya çalışacak. Mebusundan memnun olmayan köy, beğendiği mebusu sırdaşlığa kabul edecek.

    4 - KÖY GEÇİM ENDEKSİ'nden aşağı seviyeli, fakir köylü ailelerinden vergi alınmayacak.

    5 - BİNDİRİLMİŞ MAHKEMELER: Hayvan sırtından helikoptere kadar her araçtan faydalanılarak, şikâyetlere ve dâvalara yerinde, çabuk usulle bakacak. Yalnız suç ve cinayetleri takiple kalmayacak, toprak meselelerini, borç hadlerini, toprak ve su kiralarını kontrol edecek; tefecileri ve vurguncuları koğuşturacak.

    6 - KANUNLAR: Köy hayatını ilgilendiren mevzuat tasarıları, ziraat odalarından geçtikleri gibi, aynı haklarla Köylü Kuruluşlarından, Sendikalarından ve Kooperatiflerinden de geçecek. HALK OYLAMASI (Referandum) usulü; şehirler gibi, köyler için de canlı ve işler hale getirilecek.

    7 - BİNDİRİLMİŞ SAĞLIK EKİPLERİ: Eczaneyi ameliyethaneyi ve hekimi, hastabakıcıyı köylünün ayağına götürecek. Köy kanununun sağlık maddeleri hekim sendikaları ve odalarınca, köyün ev, su vs. imar işleri mimar, mühendis ve tarım kuruluşları ile köylü birlikleri tarafından hazırlanıp, daima gözönünde uygulanacak.

    8 - BİNDİRİLMİŞ KÜLTÜR EKİPLERİ: Beşte biri okuma, yazma bilmeyen köylünün ayağına bütün memleket için sistemli bir plân dahilinde sinema, tiyatro, kütüphane, mevsim okulu vs. götürülecek, böylece hem işsizlikten kırılan aydınlara yararlı iş, ülkü ve ekmek bulunacak; hem köylümüzün en başta üretim bilgisi gelmek üzere, hürriyet eğitimi, hayat aşkı ve siyaset bilinci geliştirilecek.

    9 - KÜLTÜR ERLERİ: Okulların tatil aylarında, 500 den yukarı nüfuslu 8000 köyümüze kur'a ile üçer üniversiteli, 500 ilâ 150 nüfuslu 16.000 köyümüze birer üniversiteli ile ikişer liseli gönüllü olarak, belli programlarla yazlığa gönderilecek. Kültür erlerinin geçimleri, asker nafakası ayarında devlet ve belediyelerce ödenecek. Böylelikle, aydın gençliğimiz maddî-manevî sağlık kazanarak, halkı tanıyacak ve memlekete bağlanacak. Eski medreseliler kadarcık olsun, köye boğaz tokluğuna bilgi, teknik, heyecan ve sevgi götürüp, köyün dâvalarını getirecek.

    10 - SERBESTLİK: Köylüyü, köy sınırları içerisinde hapseden kast ruhlu kültür ve idare sistemleri kaldırılacak. Herkes gibi köylü de vatanın dilediği köşesine gidip, istediği işe katılabilme imkânları bulacak. Belediyeler, sendikalar ve diğer Halk Kuruluşları köyden şehire akın edenleri derli toplu bir plân ve hazırlıklarla karşılayacak.

    TEŞKİLÂT ve EKONOMİ POLİTİKASI

    11 - TARIM İŞÇİLERİ SENDİKALARI: Sayıları milyonları aşan yanaşma, götürücü, aylıkçı rençberler ve tarım işçileri iş mevzuatına göre özel sendikalarla toplanacaklar. Çalışma şartları, süreleri, mahallî geçim endekslerine uygun enaz geçim endeksleri belirtilecek. OİT'nin 'Sosyal Adalet İçin' eseri der ki, 'Cihan barışı için sanayi işçilerinin sosyal ilerlemesi kadar, toprak işçilerinin sosyal ilerlemelerinin de esaslı bulunduğunu, 20. Yüzyılımızda görmeyen kimdir? '

    12 - TOPRAKSIZ KÖYLÜ BİRLİKLERİ: Toprak reformunda anarşiye ve kırtasiyeciliğe yol açılmaması için temel teşkilât olacak.

    13 - TARIM KOOPERATİFLERİ: Köylünün kendisi tarafından kurulup kendisi tarafından kontrol edilecek. Ortak 100'ü geçince binbir güçlük çıkarılmayacak. Bugünkü gibi 22 milyonda 50 bin imtiyazlı kişinin tekelinde, bir çeşit şirket yavrusu olmayacak; milyonlarca üretmeni dağınıklıktan kurtaracak. Şehirle köy arasındaki uçurumu (Felemenk'te olduğu gibi) doldurmaya çalışacak. Kooperatifler, hükümet veya tüccar emrindeki birliklerin kontrolünden kurtarılacak. Büyük Sanayi rekabeti karşısında el ve ev sanayiini kaybeden köylüye, büyük çiftliklere kıyasla daima daha pahalıya malolan malzeme ve eşyaları ucuza mal edecek. Ortaklarına piyasadan pahalı mal satmayacak. Satarken birbirile rekabete düşerek, bereket yıllarını bile felâket yılına çeviren küçük ekincilerin mallarını değeri ile satacak. Ortaklarının malını ölü fiatına almaya kalkışmayacak. Küçük ekinciyi modern üretime (bilim ve tekniğe) kapalı kalmaktan kurtaracak.

    MİLLİ BİRLİKLER; Bütün tarımcıl meslek birlikleri, sendikalar, federasyonlar şeklinde, yurt çapında federasyonlar, konfederasyonlar kuracaklar.

    14 - KREDİ: Bizim güzel geleneğimize göre, tefecilik ve faizcilik toplumcul haram ve suç olarak en sıkı koğuşturmaya uğratılacak. Bugünkü yüzde 18,5 banka faizi, köy işletmesi kooperatifleştikçe en az haddine indirilecek; büyük çiftlikler için arttırılacak, küçük ekinciye düşürülecek. Öylelikle devlete olan borcun 12 misli, banka borcunun 6 misli olan faizci borçlarıyla köylünün sömürülmesi önlenecek. Üretim Kooperatifleri kanalıyla verilen ödünçlerin taksitleri, ürün alınınca ödenecek. Kredi, takati büyük olan köylülerden çok takatsız köylüye sağlanacak. İpotek ve teminat yerine, kooperatif ve Köy Birliklerinin kefaleti ve sorumluluğu geçecek.

    15 - FİYAT POLİTİKASI: On yılda, giyim eşyası 9 misli pahalanırken, tahıl fiyatlarının 4 misli olması gibi tarım ürünleri aleyhine sanayi ürünlerinin fiyat artışı durdurulacak. Köy ürünlerinin gerçek köylü kooperatifleri eliyle ihracatı kolaylaştırılacak; ofisin idare ve kontrolü Köylü Birliklerine bırakılacak. Ofis, kurtlu malları, valilerin bile reddedecekleri kadar pahalıya satan bir kapalı kutu olmaktan çıkarılacak.

    Köylümüzün yarısı topraksızlıktan, buğday satın almak zorunda kaldıkça derebeği artığı mütegallibe ile bezirgânların vurgunlarına yol açan aşırı himayeciliğe de kalkılmıyacak. Ancak, modern üretimi küçük ekincilere kadar götürmekle tahılın maliyet fiyatları indirilecek.

    KÖYLÜYE TOPRAK

    16 - TUTUM: Küçük ekincilerimiz, esasen cılız olan sermayelerini toprak satın almada harcarlarsa, sonraki her teşebbüsleri parasızlıktan felce uğrayacağı için, Amerika'nın 1862 'Homestead kanunu' usullerine göre, topraksız ve yarı göçebe nüfusumuz, orta halli üreticiler durumuna getirilecektir.

    17 - SÜRE: 45 yıldır faiz rayici düştükçe pahalılaşan topraklar, tarım makineleştikçe büsbütün ateş pahasına çıkacağından, toprak dağıtımını vurgunculuktan kurtarmak üzere, vakit geçirmeksizin devlet elindeki boş topraklar en geç altı ay içinde istimlâk edilecek. Boş topraklar en geç bir yıl içinde dağıtılacak.

    18 - ŞEKİL: 1915 ten beri çıkmış kanunlar memur eliyle bir türlü neticelendirilemediğine ve B. M. Meclisinde bu işi memurların 500 yıldan önce bitiremiyecekleri belirtildiğine göre, Tarım Bakanlığının 8 milyon saydığı topraksız köylülerimizin doğrudan doğruya seçecekleri TOPRAKSIZ KÖYLÜ BİRLİKLERİ kurulacak ve bu teşekküller BİNDİRİLMİŞ MAHKEMELERİN gözetimi altında, yukarıki süreler içinde toprak dağıtımını gerçekleştirecekler.

    19 - BOŞ DEVLET TOPRAKLARI: Devlet elindeki en az 14 milyon dönüm boş arazi derhal, 125.695 topraksız rençber ailesinden herbirine, verimlilik derecesi gözönünde tutularak 50 ilâ 70 er dönüm ve pek az topraklı köylü ailelerine o nisbette bedava dağıtılacak. Böylelikle yılda, (çayır, bahçe hariç) yalnız tahıl 7 milyon ton, şimdiki rayiçle 25-27 milyar lira fazla ürün millî gelirimize katılacak, ve aynı nisbette devlete gelir sağlayacak.

    20 - BOŞ ÖZEL TOPRAKLAR: 4700 toprak ağası ile, 418 toprak beğinin elindeki arazi, 2,6 milyon köylü ailesi topraklarının 2,5 misli fazla iken, bu arazinin 19 milyonu, ne sahibine ve ne millete hayır getirmez bir halde duracağına, 1938'deki vergi veya kira bedelleri ile istimlâk edilecek. Topraksız ve az topraklı köylü ailesinden her birine 25 ilâ 45 er dönüm dağıtılacak. Böylelikle yılda (çayır, bağ hariç) , yalnız hububat 10 milyon ton, bugünkü rayiçle 35-40 milyar lira fazla ürün millî zenginliğimize katılacak.

    Bu topraklar, 50 yıl vadeli ve faizsiz taksitlerle ödenecek. Aile başına 50 dönümden fazla yer için 10 sene vade ile % 2 faiz konulacak.

    21 - GASPEDİLMİŞ YERLER: Osmanlı toprak düzeninde 'mirî', 'vakıf', 'metruk'ı, 'mevat' sayılmış yerleri gayri meşru emrivakilerle tasarrufuna geçirmiş olan aşiret reisi, mütegallibe gibi derebeği artıklarının durumları, Bindirilmiş Mahkemeler ve Topraksız Köylü Birliklerince mahallinde incelenecek. Haksız iktisaplar, sahiplerine veya köy tüzel kişiliğine geri verilecek.

    22 - EK DÜZEN - Bir asırda bitmiyeceği B. M. Meclisinde belirtilen kadastroyu beklemektense, tarla ve köy sınırları gibi cinayetler kaynağı olmuş durumu, köylü teşekkülleri bindirilmiş mahkemeler nezaretinde düzenliyecek. Büyük arazi tekeli yüzünden hayvan yetiştiriciliği imkânlarını kaybetmiş bulunan köylülere, her köy için gerekli OTLAK ve BALTALIKLAR tesbit edilecek. Kır suları, mutlak adaletle üleştirilip, gerçek ihtiyaca göre sıraya konacak.

    EKİNCİLİĞE TEKNİK

    GEREKÇE: Büyük çiftliklere nazaran her ayrı küçük ekinci için modern tarım tekniğini ve malzemesini elde etmek ve benimsemek çok pahalı olacağından, şimdiye kadar yurdumuzda denenmiş cihazlanma metodlarımızın olumlu ve mükemmelleştirilmiş uygulanışı bütün yurda yaygınlaştırılacak.

    23 - TARIM KOMBİNALARI (Kuruluşlar - bütünü) : İşlenebilir topraklarımızın 5'te dördü boş kaldığına göre, İkinci Cihan Harbi kıtlığımıza çare olan ve kısa zamanda mevcut orta ve büyük arazi sahiplerimizin yekünü kadar ürün yetiştirerek, harp sonu yurdumuzu buğday ihracatçısı yapan TARIM KOMBİNALARI, özel bir kanunla bağımsız iktisadî millet teşekkülleri halinde geliştirilecekler. Ülkücü Fen adamları ile, tarım işçi sendikaları yönetiminde ve devletin yalnız kanunî kontrolü altında, tarımcıl kalkınmamızın modern kaleleri ve örnek çiftlikleri haline getirilecekler.

    24 - DEVLET TEKNİĞİNDEN FAYDALANMA: Tarım kombinaları ile Devlet çiftlikleri, komşu köylerin en fakir ekincilerinden başlayarak, orta köylüsüne kadar ki aile topraklarına sürme, ekme, gübreleme, tohum islâhı ve bilimcil usul (metot) yardımlarında bulunacaklar. 1941 yılı 1060 traktörle yalnız kombinalar bile, zirai çevrelere 10'da bire yakın fiili yardımda bulunabildiler. Memlekete 40 bin traktör girdikten sonra dahi yarı boş duran makinaların sayısı bugün 100 bine ulaşmıştır. 4'te 3'ü boş yatan bu makinalar, köydeki tarımcıl üretimimizin, tamamen yeni teknik araçlarla donatılıp verimlendirilmesi için teşkilâtlandırılacak.

    25 - ZİRAİ DONATIM KURUMU: 2.2.1943 günü 'Yurt içinde 500 kadar temsilcilerin TÜCCARDAN seçilmesi' kararlaşmışken 51 temsilciliğin zor kurulabilmesi, asıl ilgililerin, yani çalışan köylünün işten uzak tutulması ile açıklanacağına göre, modern tarım tekniğinin kolayca ve ucuzca küçük ekincilerimize kadar ulaşabilmesi için, Donatım Kurumları bezirgân tekelinden çıkarılacak. Bilfiil üretici ekincilerle Topraksız Köylü Birliklerinin yeni bünyeli heyetleri emrine verilecek. Önce 500 nüfustan yukarı 8000 köy arasından en uygunları etrafında yüzer traktörlü modern teknik istasyonları ile işe başlanacak. Orada kazanılan kuvvetlerle, ikinci ve üçüncü merhalelere geçilecek. İstasyonlara yakın daha küçük köyler, dilerlerse, Kurum ağları içine katılacaklar.

    26 - BİLİM ve TEKNİK TEŞKİLATI: Tarım Bakanlığı, tarım işletmelerinde fiilen çalışan tarım uzmanlarının geniş ağı haline sokulacak. Hayvan, sebze, orman, sınai tarım, meyvalı bitkiler, süs bitkileri ve her çeşit tahıl için ayrı ayrı Bilim ve Teknik İSTASYONLARI gerek devletçe gerek diğer teşekküllerce kurulacak. ÜNİVERSİTE, ve ENSTİTÜ' ler bilhassa bitki ve hayvan ve toprak islâhları için araştırmalar, uygulamalı bilim yapacaklar. Millî gelirimize her yıl 5-6 milyarlık zarar ettiren tarıma muzur hayvanlara ve tarım hastalıklarına karşı Tarımcı ve Baytar müfettişler, BİNDİRİLMİŞ TARIM EKİPLERİ halinde çalıştırılacak.

    27 - ORMAN İDARESİ: Köylerimizin 4'te birine yakını orman içinde veya civarında yaşadıklarından, orman işletme ve koruma görevlerine, bindirilmiş mahkemelerin kontrolü altında, bir tatil (dinlenme) günü, başta Cumhurbaşkanımız gelmek üzere, eli çapa tutan her vatandaş bir ağaç dikerek AĞAÇ BAYRAMI'nı kutlayacak.

    28 - TOPRAKSIZ BÖLGELERE SANAYİ: Toprağı kıt veya tarıma elverişli olmayan bölgelerde, sınai tarım ve tarımcıl sanayi refah getiremiyecekse Millî Üretim Seferberliği plânımız gereğince, sanayi ile geçim imkânları sağlanacak.



    TÜRKİYE DEVRİM TARİHİ......

  • pazar24.04.2008 - 22:15

    KANLI PAZAR....


    Gazeteci Ergin Konuksever’in üstteki fotoğrafı, aslında bir dönemin panaroması gibidir. Gericiler tarafından bıçaklanan, dövülen bir devrimci genç ve olayı büyük bir keyifli izleyen toplum polisi...
    16 Şubat 1969... Yer Beyazıt... 30 binin üzerinde işçi ve öğrenci, 6. Filo’yu protesto mitingi yapıyor...
    6. Filonun protesto edilmesi, Amerikalılar dışında kimi, neden rahatsız etsin? Ama onlar, ABD ve işbirlikçi oligarşinin kanlı maşaları bu işler için vardır. Daha iki gün önceden, Milli Türk Talebe Birliği’nin Cağaloğlu’ndaki salonunda yapılan hazırlık toplantılarında ABD uğruna “şehadet” yeminleri edilmeye başlanmıştır bile.
    14 Şubat’ta yapılan “Bayrağa Saygı”(!) mitingi, olacakları haber vermektedir. Bir yıl önce yine 6. Filo protestolarına set çekmek isteyen polisçe öldürülen Vedat Demircioğlu anısına devrimcilerin yaptığı anma gösterileri ilk bahanedir. ABD elçiliğinin organize ettiği Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin Başkanı İlhan Darendelioğlu, mitingte “Memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömme zamanı gelmiştir” diye bas bas bağırmaktadır.
    “Din elden gidiyor”du yine! Komünistlerin kökü kazınmalıydı. Endonezya’da yarım milyon komünistin bir haftada nasıl “temizlendiği” gerici yayın organlarında ballandıra ballandıra anlatılıyordu. 15 Şubat 1969 günü hazırlıklar tamamlanıyor, Adapazarı’ndan, Bolu’dan otobüslerle adam taşınıyor, sopalar yaptırılıyor, bıçaklar bileniyordu.
    Şimdilerde “gönül adamı” pozlarında ortalıklarda gezen Nur cemaati
    liderlerinden Mehmet Şevki Eygi, 15 Şubat’ta Bugün gazetesinde, “cihada hazır olunuz” diye emrediyor ve devam ediyordu: “Büyük fırtına patlamak üzeredir, Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekün savaş kaçınılmaz hale gelmiştir... Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tespihimi çekerim... Etliye, sütlüye karışmam deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç, bak! .. Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz değiliz... Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır.”
    Pazar günü ise artık her şey hazırdır... Beyazıt’tan başlayıp Taksim’de sona erecek olan anti-emperyalist miting için işçiler, öğrenciler toplanmaya başlarken, aynı saatlerde Beyazıt Camii ve Dolmabahçe Camii doluyordu.
    Saat 14.00... Beyazıt’ta toplanan yaklaşık 30 bin kişi yürüyüşe geçiyordu sonunda. Sultanahmet, Sirkeci, Karaköy, Tophane... Bu arada Taksim’de gerici gruplar toplanmaktadır. Polis de asıl gücünü Taksim’e yığmış beklemektedir. Askerden de yardım istenmiştir.
    Yürüyüş kolu, Gümüşsuyu’ndan çıkıp Teknik Üniversite önüne geldiğinde gençlik önderleri bir değerlendirme yapıp Taksim’e bir öncü grup göndermeye karar verirler. Asıl kitle ise üniversitenin arkasından dolaşarak alana girecektir. Ancak yaklaşık 400 kişilik öncü grup Taksim Alanı’na girdiği anda katliam başlamıştır bile
    Yarbay Celal Küçük’ün yıllar sonra Nokta dergisine anlattıkları, her şeyi yeterince aydınlatıyor: “Olay günü sabah dokuzda Taksim’e gittim. Osman Gülkılık ve İhsan Kuranar filan inzibat kulübesinde toplanmışlardı. Ben gittim, durumu söyledim. Kuraner’e ‘önlem alın’ dedim. Korkunç bir sessizlik vardı. Olay çıktı çıkacak. Adamların ellerinde tesbih, demirler, sopalar, Dolmabahçede sabah namazını kılmışlar, tıklım tıklım meydana doluyorlar. Taksim Alanı’nın etrafına açılıyorlar. Orta boş kalıyor. Giren öldürülecek. Toplum polisi de Opera’nın önünden Vakıf İşhanı’na doğru bir kama atıp gelen irtibatı kesiyor ve girenlerin üzerine aletli hücum başlıyor. Kitle silahsız, canını kurtaran Sıraselviler’e, Kazancı’ya kaçıyor. Sonuç 2 ölü, 200 yaralı. Polisin hiçbir müdahalesi olmadığı gibi yere düşen silahı alıp sahibine veriyor. Bir kıta onbeş dakika sonra geliyor alana, ama olan olmuş. Gruptan biri bir megafon alıyor eline ve ‘şimdi de, Cumhuriyet’e, Milliyet’e gideceğiz’ diyor.”
    Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan... Gün akşam olduğunda, anti-emperyalist güçler, Taksim’de iki canlarını vermişlerdir.
    Gericiler günlerdir boşuna yazılar yazıp “Endonezya’daki komünist kıyımını” övüp boşuna cihad çağrıları yapmamışlardı. Bütün soruların yanıtı 16 Şubat akşamı verilmişti. Her şey ortadaydı.
    Üstelik, Genç Sinemacılar Grubu, Taksim alanındaki bütün olayları filme çekmişler ve TV’ye vermişlerdi. Ama filmin gösterimi dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından engelleniyor, Meclis’te konuya ilişkin görüşmeler ise 20 dakikalık bir süreye sıkıştırılmaya çalışılıyordu.
    Dönemin Valisi Vefa Poyraz ise aradan yirmi yıl sonra bile utanma duygusundan yoksundur: “Kanlı Pazar olayı İrticai bir hareket değil, sol bir hareketti. 171 sayılı kanuna göre sol yürüyor, bu yürüyüşe mani olmak isteniyor, İdare de bunları önlemek istiyor. Ama Taksim’de ani bir halk hareketi, ani bir karşılaşma oluyor, iki kişi maalesef hayatını kaybediyor. Olay öncesi de Bugün gazetesi’nde çıkan Mehmet Şevket Eygi Bey’in yazıları, toplu namazlar, filan... Namaz kılıyorlar, ama bunlar kendi içlerinde maksatlı olabilir, camiye gidip insanları yargılayamazsınız.”
    “Komünistlerin kokusunu alma” iddiasıyla nam yapmış olan İçişleri Bakanı Faruk Sükan’a göre ise olay “tamamen komünistlerin tertibi”dir. “Tam bir ihtilal provasıydı o. Eğer tedbir almamış olsaydık, büyük hadiseler olacaktı.”
    16Şubat 1969... Gericiliğin ve Amerikan uşaklığının kanlı tarihinde bir sayfa...
    Ve iki şehit: Duran Erdoğan, Ali Turgut Aytaç...
    Emperyalizme karşı savaş sürüyor; onların açtığı yoldan...

    TÜRKİYE DEVRİM TARİHİ



    WWW.BRİKAT-LAR.DE

  • 1 Mayıs İşçi Bayramı24.04.2008 - 22:06

    1 MAYIS İŞÇİ BAYRAMI 1977 TAKSİM KATLİAMI


    Sosyalist Barikat 12. Sayı (Nisan 2003)

    İşçi sınıfının tarihindeki en büyük katliamlardan biri olan 1 Mayıs 1977, oligarşinin kirli tarihinin de bir parçasıdır.
    Uluslararası işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününün 50 yıllık aradan sonra Türkiye’de 1976 yılında yüzbinlerce kişinin katıldığı kitlesel bir gösteriyle kutlanması, oligarşiyi büyük ölçüde tedirgin etmişti.
    DİSK’in organize ettiği 77 1 Mayıs’ı ise bu kez daha güçlü ve kapsamlı bir biçimde kutlanacaktı.

    Büyük ölçüde TKP’nin etkinliği altında olan DİSK, 22 Nisan günü yaptığı açıklamada 1 Mayıs’a katılacak örgütleri ve atılacak sloganları ilan ediyor ve 20 bin DİSK görevlisinin güvenlik için hazır olduğunu duyuruyordu. Bu arada sağcı-faşist basın kışkırtıcı yayınlarına hız vermekteydi. Örneğin 20 Nisan gününün Ortadoğu gazetesi “Sol 1Mayıs’ta Halkı Galeyana Getirmek İstiyor” şeklinde manşet atmıştı. 1 Mayıs gününün Tercüman’ında ise Rauf Tamer, ”Arabalar tahrip edilecek, inşallah aldanırız ama, kanlar akacak. Çeşitli solcu gruplar arasında slogan kavgasıdır bu” diye yazıyordu. 30 Nisan tarihli Bayrak gazetesinin manşeti de, “DİSK ve Maocu Gruplar arasında çatışma bekleniyor! ” şeklindeydi.
    Aslında provokasyon daha mitingin afişleri asılırken başlamış ve 18 Nisan gecesi Kocamustafapaşa’da öldürülen Sadık Canaslan adlı öğrencinin sol içi çatışmada vurulduğu söylentileri yayılmıştı. Cinayetten ötürü suçlanan İGD yönetimi bir açıklamayla olayla ilgilerinin olmadığını duyurmuş; fakat bu kez 28 Nisan sabahı İzmir’de yapılan afişlemelerde İdris Türkoğlu adlı bir başka öğrenci öldürülürken aynı iddialar öne sürülmüştü.
    Ve 1 Mayıs 1977 sabahı... Türkiye’nin her yanından akın akın gelen işçiler ve devrimci yurtseverler alandaki yerlerini almaktadırlar.



    Yürüyüş son derece düzenlidir ve katılım yaklaşık 500 bin civarındadır. Saatler 19.00’u gösterirken katılımın umulanın çok üstünde olması nedeniyle miting hâlâ bitmemiş, Anadolu’dan gelen kortejler henüz alana girememiştir. Bu arada DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler de konuşmasını tamamlamak üzeredir.
    İlk silah sesi o an duyulur. Daha sonra alana hakim noktalardan kitlelerin üzerine kurşun yağmaya başlar. İlk silah sesi olayı başlatmak için bir işarettir. DİSK’in kürsü sorumlusu Sıtkı Coşkun’un “Sular İdaresi üzerinde ateş eden insanlar var. İhtar ediyoruz. Bunları etkisiz hale getirin, alın...” diye yaptığı anons işe yaramaz. İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın toplum polisinin amirine sorduğu “Bu duvarın üzerinden ateş edildi bize. Bunlar polis midir, görevli midir? ” sorusu da yanıtsız kalır ve İsvan coplanır. Daha sonraki soruşturmalarda ise bu kişiler tamamen reddedilir; zaten boş kovanlar da anında toplanmıştır.
    Ateş açılan noktalardan bir diğeri olan Pamuk Eczanesi’nin üst katında ise tabancalar ve mermi kovanları bulunacaktı.




    Alanın tarandığı bir başka merkez de Inter Continental Oteli’ydi. Daha sonra otelin beşinci ile altıncı katının camlarında içeriden atılmış kurşunların delikleri görülecekti.
    Günaydın gazetesinden Necati Doğru, ”5.katta bir odanın kapısı açıktı. Odanın pencerelerinden alanı seyreden kişiler ve masa üzerinde teleobjektifli makineler gördüğüm için gazetecilerin bu odada olduğunu sanarak içeri girdim. Adımımı atar atmaz oldukça mütecaviz bir biçimde itilerek durduruldum. Garsona bu odadakilerin kim olduklarını sordum, ‘polisler’ yanıtını aldım” diyordu. 510 numaralı odada ise MİT yuvalanmıştı
    Tüm bunların yanısıra, dikkat çeken bir başka grup ise, ellerindeki çantaları bir an bile yere bırakmayan ve o gece uçakla ülkeyi terkeden 8-10 kişilik Amerikalıydı.
    Son derece açık olan şey, ateşin kalabalığı kürsüye doğru sıkıştırarak panik yaratma amacıydı. Panzerler kitleyi sıkıştırıyor ve insanları en dar yokuşa, Inter Continental Oteli ile Pamuk Eczanesi arasında kalan Kazancı Yokuşu’na doğru yöneltiyordu. Olaylar başlamadan az önce Kazancı yokuşu başına park edilen mavi renkli bir Fiat kamyonet ve yerlerde rastgele duran tekerlekli el arabaları



    Kazancı’ya iniş ve çıkışı engelliyorlardı. Sel halinde akan insanlar kamyonetin iki yanından ve el arabalarının üzerinden geçerek Kazancı Yokuşu’ndan aşağıya doğru kaçmaya çalışıyorlardı. Tam bu sırada yokuşun biraz aşağısındaki garajdan çıkan beyaz renkli bir Renault uzun menzilli silahlarla kitleyi tarayacaktı.
    Beyaz Renault’da bulunan polis memuru Necati Tınaz, daha sonra bu durumu ”üstümüze geldiler havaya ateş ettik” diye açıklayacaktır.



    Sonuçta o gün Taksim Alanı’nda 126 kişi yaralanmış, 34 kişi de şehit düşmüştü. Ölümlerin 28’i ezilmeler sonucu meydana gelmişti. Yalnızca 25 kişi Kazancı Yokuşu’nda ezilerek Meral Özkol ise panzer altında kalarak yaşamını yitirmişti. Olayda 2000’e yakın mermi atıldığı saptanmış, buna karşın yalnızca 5 kişi kurşun yarası nedeniyle ölmüştü. Açılan davanın iddianamesinde, amacın “halk üzerinde yılgı, korku ve panik yaratmak” olduğu vurgulanıyordu.




    Ertesi gün boyalı basın, beklendiği gibi sol içi çatışmayı öne çıkarıyor ve “Maocu vatan hainleri işçi bayramını kana buladı” (Günaydın) , manşetleri atıyordu. Sol gazeteler de hâlâ olayın ne olduğunu anlamamakta ısrarlıydılar. TKP’nin organı Politika’ya göre “1 Mayıs töreni tam bittiği sırada Maocu ve terörist oldukları ileri sürülen grupların silahlı saldırısına uğramıştı.” Diğer taraftan de benzer açıklamalar birbirini izliyordu.
    Olayların sonrasında devrimci sosyalist hareket ve Dev-Genç gibi yapılar ise olayın CIA tarafından tezgahlandığını, sol içi bir olay olmadığını vurgulamışlardı.
    Olayı yakından yaşamış biri olan Şükran Ketenci ise, “Bence olayı başlatmada araç olma anlamında, yürüyüşe alınmayan gruplar suçlansa bile, olayın boyutlarını büyüten, yönlendiren çok daha değişik güçlerdi” diye açıklama yapıyordu.
    Yarım yüzyıllık uzun bir aradan sonra Türkiye’de ikinci kez kutlanan 1 Mayıs, böyle sonuçlanmıştı. 8’i kadın tam 34 kişinin kanı Taksim Alanı’nı kızıla boyamıştı. Amaç, her zamanki gibi aynıydı: yükselen kitle hareketini boğmak, devrimci gelişmeyi önlemek.
    İşçi sınıfı, şehitlerini unutmadı ve sonsuza dek unutmayacak...

    WWW.BARİKAT-LAR.DE

  • Hindistan23.04.2008 - 11:41

    HİNDİSTAN KOMÜNİST PARTİSİ(MAOİST) 'TEN AÇIKLAMA: YOLDAŞ RAJAMOULİ'NİN ÖLDÜRÜLMESİ ÜZERİNE


    Thursday, 25 October 2007
    E-posta aracılığıyla ulaşan basın bildirisi metni:

    24 Haziran 2007

    Naveen adıyla bilinen Merkez Komite üyesi ve aynı zamanda Karnataka eyalet komitesi sekreteri olan Rajamouli yoldaş, 22 Haziran [2007] günü, Kollom Kerela bölgesinde, öğleden sonra saat iki’de Andra özel polisi tarafından yakalandı. Ona tarifsiz işkenceler yaparak, hiçbir yasal kural ve normu uygulamadan onu öldürdüler.

    E-posta aracılığıyla ulaşan basın bildirisi metni:

    Hindistan Komünist Partisi (Maoist) ’ten Açıklama: Yoldaş Rajamouli’nin Öldürülmesi Üzerine



    24 Haziran 2007

    Naveen adıyla bilinen Merkez Komite üyesi ve aynı zamanda Karnataka eyalet komitesi sekreteri olan Rajamouli yoldaş, 22 Haziran [2007] günü, Kollom Kerela bölgesinde, öğleden sonra saat iki’de Andra özel polisi tarafından yakalandı. Ona tarifsiz işkenceler yaparak, hiçbir yasal kural ve normu uygulamadan onu öldürdüler. Sonra da her zaman olduğu gibi sahte bir çatışma senaryosu tezgahladılar. Ne var ki katil polis yetkililerinin verdikleri bilgiler gerçeği yansıtmamaktadır. Egemen sınıfın bu suç örgütleri, sermaye egemenliğinin süreğenliğini sağlamak için, insanların güvenliğini sağlamak kisvesiyle, sivil toplumu [halkı] kandırmakta, mafyatik usüllerle toplum karşıtı her türlü etkinlikte bulunup toplum karşıtlarını korumaktadır. Andra Pradesh’in Reddi hükümeti (Reddi, Hindistan-Andra Pradesh bölgesinde bir üst sınıf kastıdır) yoldaşımızı kendi koyduğu kurallara dahi uymaksızın katletmiştir.

    Yoldaş Rajamouli, sade ve çok yönlü bir insandı. Karnataka’nın sorumluluğunu ise 2005 yılının Kasım ayından bu yana sürdürmekteydi. Aktifliği, mücadele şevki ve askeri alandaki muazzam birikimi diğer yoldaşlarımız üzerinde belirgin etkisi olan özelliklerindendi. Bir buçuk yıldır, Karnataka’ya hakim olmak ve bir sekreterin nitelikleri uyarınca yönetmek adına azimli bir çaba içindeydi. Aynı zamanda Yoldaş, 5. konferasta partinin Karnataka örgütünde beliren sağ oportünist çizgiye karşı çok başarılı bir mücadele yürüttü.

    O, gerek askeri alanda, gerekse politik alanda durmak bilmeyen bir savaşçıydı. Geçtiğimiz dönemde gerçekleşen birlik kongresinde çok önemli tartışma maddelerini münazaraya açtı. O, zamanını halkı ve partisi için harcadı. Onun şehit düşmesi, bütün Hindistan merkezi örgütümüz ve Karnataka örgütümüz için çok büyük kayıptır. Halkımız ve partimiz büyük bir devrimci liderini ve askeri öğretmenini kaybetmiştir. Ailesinin ve halkımızın tüm acı ve üzüntüsünü paylaşıyoruz. Anne ve babasına ise, Hindistan devrimine böyle bir lider yetiştirdikleri için minnet duyuyoruz.

    Devrimci hareketin böylesi tiksindirici insanlık suçları ile engellenemeyeceği bilinmelidir. Devrim doğal olarak büyüyen bir olgudur, gericiler ise bu zorba sömürücü dünyanın doğal olarak ölen bir olgusudur. Önderlik ve liderler halkın mücadelesi içinde ortaya çıkarlar. Devrim ise, sömürü ortadan kalkana kadar durmayacak, sömürünün olmadığı eşitliğe ve özgürlüğe kavuşana kadar sürecektir.

    Bu alçakça cinayeti şiddetle lanetliyoruz!
    Bütün katiller cezalandırılmalıdır!
    İnsan hakları organizasyonlarını ve aktivistlerini bu devlet cinayetinin aydınlatılması için göreve davet ediyoruz.
    Tüm halkımızı, demokratları, halkın yanında saf tutmuş örgütleri ve reform yanlılarını bu cinayeti kınamaya, faşist yönetime ve onların kiralanmış üniformalılarına karşı savaşmaya çağırıyoruz
    Devrimci selamlarımızla

    HKP(M) Karnataka Eyalet Komitesi adına

    Gangadhara





    [Kaynak: indianmaoist.blogspot

    Çeviri: Solun Doğusu


    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

  • Hindistan23.04.2008 - 11:38

    HKP(M) KOMİTE ÜYESİ (SANDE RAJAMOULİ) ÖLDÜRÜLDÜ

    Sunday, 21 October 2007
    [Hindistan] Andra Pradesh Eyalet başkanı N. Chandrababu Naidu’nun ölümden döndüğü eylemi gerçekleştiren Hindistan Komünist Partisi (Maoist) ikinci başkanı Sande Rajamouli, Andra Pradesh eyaletinde hazırlık içinde olduğu bir eylem sırasında polis pususunda öldürüldü.





    47 yaşındaki Naxalist lidere karşı, Chhattisgarh, Andhra ve Orissa eyaletlerinde yaklaşık 120 operasyon düzenlenmiş, sekiz ayrı ülkede aranan Rajamouli’nin başına ‘Rs 16 lakh [1.600.000 rupi]’ ödül konmuştu.

    Rajamouli, Karnataka bölgesindeki grup operasyonlarını düzenleyen kişi olmakla birlikte, genel sekreter Muppala Lakshman Rao’dan (Ganapati) sonra HKP(M) hiyerarşisindeki ikinci kişi olarak biliniyordu.


    HKP(M) Merkez Komite Üyesi Sande Rajamouli Öldürüldü

    23 Haziran 2007

    [Hindistan] Andra Pradesh Eyalet başkanı N. Chandrababu Naidu’nun ölümden döndüğü eylemi gerçekleştiren Hindistan Komünist Partisi (Maoist) ikinci başkanı Sande Rajamouli, Andra Pradesh eyaletinde hazırlık içinde olduğu bir eylem sırasında polis pususunda öldürüldü.

    47 yaşındaki Naxalist lidere karşı, Chhattisgarh, Andhra ve Orissa eyaletlerinde yaklaşık 120 operasyon düzenlenmiş, sekiz ayrı ülkede aranan Rajamouli’nin başına ‘Rs 16 lakh [1.600.000 rupi]’ ödül konmuştu.

    Rajamouli, Karnataka bölgesindeki grup operasyonlarını düzenleyen kişi olmakla birlikte, genel sekreter Muppala Lakshman Rao’dan (Ganapati) sonra HKP(M) hiyerarşisindeki ikinci kişi olarak biliniyordu.

    Görgü tanıkları bir kadının lideri koruduğunu, o sırada, başka bir isyancının karanlıktan yararlanarak kaçtığını ileri sürdü. Andra polis şefi Ravindra, çatışmanın Anantapur bölgesi, Dharmavaram tren istasyonu civarında gerçekleştiğini belirterek, “Kadın militan kaldırıldığı hastanede öldü; diğer Maoist ise kaçmayı başardı” şeklinde konuştu.

    Aynı zamanda HKP(M) ’nin Askeri Komisyonu’nun merkezi karar birliğinde de yer alan Rajomouli, eyalet başkanı Naidu’nun ve Telegu Desam partisi başkanın, Banjali tapınağı yolunda uğradıkları ve ölümden döndükleri sarsıcı suikasttan sorumlu tutuluyordu. Patlamanın Naidu’nun aracının biraz uzağında gerçekleşmesi nedeniyle Naidu, şiddetli patlamadan çeşitli yerlerinden yara almış, bazı kemikleri kırılmış ama kurtulmuştu. Rajomouli’nin ölümü, 1969’dan bu yana 7500 insanın yaşamına neden olduğu iddia edilen Maoist çatışmanın öznesi HKP(M) ’ye vurulan en son darbe oldu.

    HKP(M) askeri kadroları, geçen yıl, içlerinde eyalet sorumlusunun da olduğu bir çok liderlerini kaybetmelerine karşın Karimnagar yerlilerini kazanıp, kendilerini güvene alacak güçlü Namalla ormanlarını ele geçirme gayreti içindeydiler.



    [Kaynak: The Telegraph – India

    Çeviri: Solun Doğusu]


    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

  • israil23.04.2008 - 11:21

    (FKÖ) RAPORU: İSRAİL ORDUSU,HAZİRAN'DA 11 FİLİSTİNLİ ÇOCUĞU KATLETTİ



    Thursday, 25 October 2007
    30 Haziran 2007

    Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) dış ve içişleri biriminin cumartesi günü yayınladığı rapora göre İsrail ordusu Haziran ayında Filistinli 11 çocuğu öldürdü. Çocuklardan beşinin İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde yer alan Refah’a yerleştirdiği kara mayınları yüzünden öldüğü belirtildi.

    FKÖ Raporu: İsrail Ordusu, Haziran’da 11 Filistinli Çocuğu Katletti





    30 Haziran 2007

    Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) dış ve içişleri biriminin cumartesi günü yayınladığı rapora göre İsrail ordusu Haziran ayında Filistinli 11 çocuğu öldürdü. Çocuklardan beşinin İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nde yer alan Refah’a yerleştirdiği kara mayınları yüzünden öldüğü belirtildi.



    “İşgal Altındaki Ulus” adını taşıyan rapor, 2007 Haziran ayı boyunca İsrail ordusunun Filistinlilere karşı işlediği suçlardan oluşuyor.



    Rapor, İsrail ordusunun, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere yönelttiği saldırıların sayısındaki artışa dikkat çekiyor. Saldırılar, sivillerin keyfi olarak kaçırılmasından özel mülke zarar verilmesine kadar genişleyen bir yelpazede gerçekleşiyor.



    Raporda ayrıca İsrail ordusunun kıyı bölgesini tecrit etmesi, yasadışı duvar örmesi ve doğu Kudüs’ü ele geçirmeye çalışması yönünde yürüttüğü politikalardan bahsediliyor.



    Rapora göre 2007 Haziranı’nda öldürülen 11 çocuğun yanı sıra, tıbbi bakım göremediğinden ötürü İsrail konsantrasyon kampında yaşamını yitiren bir Filistinli mahkûm da var. Haziran ayı boyunca 120 Filistinli, İsrail ordusunun açtığı ateş yüzünden yaralandı.



    Rapor, Doğu Kudüs’teki İsrailli yetkililerin, izinsiz yapıldığı gerekçesiyle beş Filistinli ailenin evini yerle bir ettiğine dikkat çekiyor.

    Batı Şeria’nın kuzeyinde yer alan Nablus’ta ise İsrail ordusu Filistinlilere ait 20 haneyi yok ederken, 180 sivili de kaçırdı.



    2007 Haziran ayı boyunca, Batı Şeria’nın güneyinde yer alan El Halil’deki İsrailli yerleşimciler, Filistinli çiftçilere ait 250 zeytin ağacını yok ederken, çeşitli türdeki 400 ağacı köklerinden sökerek İsrail yerleşim bölgelerine dikti ve 13 dönüm araziyi yok etti.





    [Kaynak: IMEMC News

    Çeviri: Solun Doğusu]



    Posted in Filistin, Haber | No Comments

    Comments are closed.
    KURTULUŞ YOK YA TEK BAŞINA YADA HİÇ BİRİMİZ YADA HEP BERABER....! ! ! ! ! ! ! ! ! !



    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

  • israil23.04.2008 - 11:16

    İSRAİL ORDUSU ŞUBAT AYINDA 32 ÇOCUK KAÇIRDI


    Monday, 18 February 2008
    32’si Çocuk Olmak Üzere 300 Filistinli İsrail Ordusu’nca Kaçırıldı

    Filistin, 17 Şubat 08 - IMEMC

    Nafha Tutuklu Haklarını ve İnsan Haklarını Savunma Derneği Medya Departmanı’nın açıklamasına göre İsrail, Şubat’ın başından bu yana, Batı Şeria ve Gazze’ye yaptığı saldırılar sırasında 300 yerleşimciyi kaçırdı.

    Kaçırılan yerleşimcilerin 32’si ise çocuk.

    Dernek, kaçırılan 200 yerleşimcinin Batı Şeria’dan, 100 yerleşimcinin ise Gazze’den olduğunu belirtti. Bununla birlikte 32 çocuk uluslararası hukuk ve Dördüncü Cenova Anlaşması’na aykırı olarak sorgulama merkezlerine sevkedildiler. Kaçırılan çocukların yaşları 14 ile 18 arasında değişiyor.

    Kaçırılanların çoğunun Batı Şeria’nın güney bölgesinde yer alan Hebron’dan olduğu, Hebron ve çevresindeki köylerden 75 yerleşimcinin kaçırıldığı ifade edildi.

    37 yerleşimci Nablus’da, diğerleri ise Bethlehem, Ramallah, Qalqilia, Jerusalem, Salfit, Jericho ve Al Biereh’de kaçırıldı.



    [Kaynak: International Middle East Media Center

    Çeviri: Solun Doğusu ]


    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

  • Nepal22.04.2008 - 20:30

    21 NİSAN 2008 İTİBARİYLE NEPAL SEÇİM SONUÇLARI

    Monday, 21 April 2008
    Parti
    Sandalye

    Parti
    Sandalye


    CPN-Maoist (Nepal Komünist Partisi-Maoist)
    120
    NWPP (Nepal İşçi Köylü Partisi)
    2

    NC (Nepal Kongre Partisi)
    37
    NSP-M
    4

    CPN(UML) [Nepal Komünist Partisi (Birleşik Marksist Leninist) ]
    33
    PFN
    2

    MPRF (Madesi Halkın Hakları Forumu)
    29
    Diğer
    3


    TMLP (Tarai-Madesi Loktantrik Parti)
    9




    [Kaynak: Ekantipur]



    WWW.SOLUNDOGUSU.NET