Bereketli hilal, dünya medeniyetinin beşiği.Sümerler tarafından ilk yazının bulunduğu kullanıldığı yöre.on bin yıllık ilklerin yaşandiğı toprak parçası.
Güneydoğu Anadolu'dan Basra Körfezine kadar uzanan, Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgenin adıdır. Bu bölgede yaşayanların genelde Kürt kökenli insanlar olması, buranın Kürdistan olduğu anlamına gelmez. Yani tarihte bu bölgede Kürdistan vardı ve birileri geldi yıktı mı? Bu bölge verimli toprakları ve hayat sürmeye ideal iklimiyle, tarih boyunca çeşitli saldırı ve işgallere uğramış, bu kaderi bir türlü değişmediğinde huzur ve refaha ulaşamamıştır.
Bu bölge en parlak dönemini yinede Osmanlı döneminde yaşamıştır
Medeniyetlerin beşiği,Avrupa'yı doyuran buğdayın ana vatanı,yazının icat edildiği,bir çok ilke imazsını atmış bir coğrafya,Nuh tufanı'nın yaşandığı bölge vs.vs.
efenim her konuda olduğu kadar coğrafi bilginiz ilen de aldınız yarım aklımızı başımızdan...hayranlık ilen izlemekteyim...malumunuz aciz-i insan güzel olan her şeyin karşısında dili tutulur,bocalar...ben de 'azizim'diyebilmek isterdim azizim hiç olmazsa su kadar...yusufun güzelliği sudandır; lakin çölde su kıymetlidir yusuftan,zira her insanda bir parça yusufluk vardır; yusufçukları sevdiğimiz bundan... ismet abiye selam ediniz...hazindir ki biz o masalın içindeki yusuf değiliz... âh ilen...
Efenim ilkin belirteyim dram içerikli aşk içerikli yazılara mukabelede bulunmak pek şahsıma özgü bir vasıf olmamakla birlikte iki nehir arasından çöl olmaz.diyelimki çöl oldu şehirler kurulmaz.kum kumudur imha olmaz,her baktığın kuyudan yusuf çıkmaz.çöle serap yakışır leyla bulunmaz…gölgede kitap okunmaz,okunsa bilem aşkla savaş yanyana durmaz.gece yola düşülmez tavsiyyem idir,yokuşa karşı yekinip çıkılmaz.ağrı dağında güvercin uçar keklik dayanmaz.noktalama\dan anlamayana edebiyat yapılmaz… Kelam ilen… İlham ilen…
mezopotamya iki ırmak arasındaki ülke anlamına geliyo yani coğrafi bir bölge olarak anadalonun güney doğusunda basra körfezine kadar uzanan dicle ve fırat ırmaklarıdır
Ben Mezopotamya! ... Asya'nin nazli kizi. Bereketin, bollugun ve sevdalarin diyari... Sevgi ve kin, Öfke ve hirs, Savaş ve bariş bende anlamlandi. Bende vücut buldu ruh, Tarih benimle başladi...
Özgürlük göbek adimdir, Daglarimda ve ovalarimda, Zümrüt yeşilinde Ve güneşin sihirli renklerinde, Rüzgarin o karşi konulmaz, Muhteşem ritminde bir kisrak olur, Firat'la yarişir, Dicle'de dinginleşirim.. Nemrut'ta kara kartalin kanatlarinda Tanrilara meydan okurum... Eridu'da Gilgameş olur, Enkidu'yu ehlileştiririm, Hammurabi olur 282 ile düzen getiririm... Tanriça Iştar benimle aşik atamaz, Çünkü özgürlük ve sevdanin pinari benim.. Çünkü ben Mezopotamya'yim Asya'nin nazli ve biricik kizi...
Güneş; Önce Ve en güzel bende dogar. Yayilir çekinmeden, Çirilçiplak dolanir gün boyu Ovalarimda, daglarimda... Kah bir kelebegin kanadinda, Kah yeni dogan bir kuzunun yanibaşinda, Bazen tohuma duran bir çiçegin tomurcugunda Bazen de Izlo'nun doruklarinda akşami getirir... Vedalaşirken batimda, Mor gecede ayin en güzel yüzüne emanet eder beni, Ertesi günde buluşmanin sevgi ve coşkusuyla... Çünkü ben Mezopotamya'yim Güneşin ve ayin maşuku...
Insanlarim mert ve sevecen, Çünkü benim suyumu içtiler, Ekmeklerinde, sevgiyle büyüttügüm başaklarim Ayranlarinda, sütümle besledigim, Mis kokulu otlarimin tadi var... Çünkü onlar benim çocuklarim, Ruhlari bende bedenlendi... Özgür, magrur ve sevgi dolu....
Zamansiz zamanlar, Dokunulmamiş zaman araliklari, Çaglar ötesi kültürler, Atlar ve atlilar, Diller ve dinler, Gelenek ve renklerle, Çocuklarimin içindeki evrenim ben. Tipki; Güneşin etrafinda dönen dünya gibi, Etrafimda sevgiyle, coşkuyla dönerler. Geçmiş ve gelecegi, O an yaşatirim onlara, Geçmiş ve gelecege saplanmadan...
Ateş ve su; Benim şahitligimde evlendi, Ateş sunaklari, Ilk ve en önce, Benim için yakildi. Gündüzlerin gündüz, Gecelerin gece oldugu, Uçsuz bucaksiz, Bir siginak oldum çocuklarima...
Kil çadirlarda, Yaşama yön veren rituellerde, Hep baş köşede oldum; Mirra; Ateşin, suyun Ve çocuklarimin Hediyesi oldu bana. Çünkü; Yigitlik, Ahde vefa, Bariş ve hoşgörü, Topragima ve insanima verdigim mayamdir... Çünkü, Ben Mezopotamya'yim, Asya'nin magrur ve anaç kizi...
En iyi bagbozumlari bende olur, En iyi şarabi, en tatli şirayi ben veririm Belki de bundandir, Benim topraklarimda aşk, Sevmek ve sevilmek, Şarap tadinda olur... Bundan degilmi ki; Babil Krali Nabukodonosor, Sevdasi için Mardin'den Şamran'larla Şira akitti yüzlerce mil aşagilara, Bundan degilmi ki, Iskender Zinnar'a; Prenses Fahriyye ve Ravza cennet bahçelere, Şad Buhari Mardin'e yerleşir.. Timur, Kustus, Antonius ve daha nicesi, Bu sevdanin peşinde topraklarima kan bulaştirdilar... Ihanet ektiler topraklarima; Kelepçe vurdular çocuklarimin gözyaşlarina... Daglarimda agaç birakmadilar, çiplak kaldim, Utanirim..ele güne karşi, Utanirim.. aya, güneşe karşi Çünkü ben Mezopotamya'yim, Asya'nin nazli ve özgür kizi...
Ibrahim bende dogdu, Sin Mabedinde aya ve yildizlara yakarirken dogruyu buldu... Zarathustra, Mani ve Yezidilige ben ilham oldum, Ilk Hiristiyanlara ben kucak açtim Lorna ve Anastisiupolis ile, Islam'in yolunu ben açtim Dermetinan'da Haci Kemal, Kosar'da Hoca Ihsan, Selman-i Pak ve niceleri Islam dediler; Moşe Bar Kifo, Hanna Dolabani; Hammara'da, Deyru'z Zafaran'da, Mor Mihail'de Mesih demediler mi? Ekmegim, suyum ve güneşim hepsine yetmedi mi? Yetmedi mi? Zeytinim incirim ve narim...
Utanirim anamdan, kardeşlerimden, çocuklarimdan Utanirim güneşten, aydan ve rüzgardan... Utanirim, aç yatan bebelerden, dedelerden, Utanirim, el kapisinda iş dilenen civanlardan, Içtigi suya pislik bulaşmiş analardan, babalardan utanirim.. Çünkü ben Mezopotamya'yim Asya'nin nazli ve magrur kizi...
Güneydoğu Anadolu'dan başlayarak, Basra Körfezine kadar uzanan, Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgeye Mezopotamya denir. Mezopotamya Verimli topraklara sahip olması, iklim şartlarının uygun olması gibi nedenlerden dolayı sık sık istila ve göçlere sahne olmuş, insanlar arasındaki kültür etkileşimi fazla olduğundan medeniyet bu bölgede gelişmiş
Akdeniz ile Güney ve Orta Asya arasındabir köprü olan Mezopotamya, Cilalıtaş Devri’nden beri çeşitli halklara yurt olmuştur. Sümerler, Akkadlar, Asurlular birbirlerini izlemiş ve ilk kent devletleri ile ilk imparatorlukları kurmuşlardır.
Mezopotamya, Mısır’la birlikte, tarih çağlarında ilk uygarlığın geliştiği yerdir. Dicle ve Fırat’ın alt çığırları arasındaki bu topraklarda insanlar sulu tarıma geçmiş, kentler kurmuş ve 4. Binyılın sonlarında bir yazı sistemi icat etmiştir. Bu topraklarda hayat şartları çok çetindir; nehirler Nil gibi düzenli aralıklarla alçalıp kabarmaz ve ekilen toprakları zenginleştirecek alüvyonları taşımazdı. Zaman zaman afete dönüşen taşkınların bazıları, Tufan efsanesi olarak düşünülmüştür..
Kent devletleri veya geniş krallıklar halinde örgütlenen Mezopotamya halkları, Mısır’daki gibi bir tanrı-kral oteritesi tanımadılar. Toprağın, insanların ve malların mutlak efendisi tanrıya inandılar ve kral sadece onun naibi olarka bakıldı. Kralın oteritesi hiçbir zaman firavundaki gibi sınırsız olmamış.3. Binyıldaki Sümer krallarından 6. Yy’daki Babil kralı Nabukodonosor’a kadar krallar hem asker, hem yönetici olmuşrlardır. Günümüze kadar ulaşan kil tabletlerdeki yazışmalar sayesinde tanıdığımız merkezi ve yerel yönetimi kral temsil ederdi.
Mezopotamya, Mısır’ın tersine, bütün rüzgarlara açık bir geçiş bölgesidir. Arabistan ve Suriye bozkırlarından dalgalar halinde gelen göçebe Samiler, tarihin akışını bazen ani istilalarla hızlandırmış, bazen yavaş yavaş değiştirmiştir. Bu bölge, hem çeşitli halkların ve kültürlerin biz mozaiğidir, hem de uçsuz bucaksız killi ve bataklık ovalarda bulunmayan taş, metaller ve kereste gibi yapım malzemelerini hep başka ülkelerden almak zorunda kalmıştır. Bu iki nedenle, kralların dikkatli bir yönetici ve başarılı bir asker olması gerekirdi.9. Yy’dan 8. yy’a kadar askerliğin ve savaş politikasının ağır bastığı Asur bir yana, en barışçı hükümdarların bile hiçbir neden yokken yılda bir kere sefer düzenlemesi bir gelenekti. Aslında bu nedensiz seferler, her an ayaklanabilecek halkın ve saldırgan komşuların gözünü korkutmak, uzak eyaletlerden vergi toplayabilmek ve Ermenistan’dan alınacak madenler, Lübnan’dan getirrilecek sedir keresteleri için ticaret bağlantısı kurmak üzere bir gövde gösterisiydi.
Göz kamaştırıcı uygarlıklarıyla, birbirinden görkemli saraylar, tapınaklar ve şehirler kurmak, saraylarında rahat ve gösterişli bir hayat sürmek krallar için bir güç gösterisiydi. Mezopotamyalılar, yönetimde olduğu kadar askerliktede başarılydılar; hafif piyadeler, ağır piyadeler, savaş arabaları ve okçulardan oluşan iyi örgütenmiş ve çok iyi eğitilmiş ordularıyla imparatorluklşarını ustaca korumayı bilmişlerdir…
Tarihin var olduğu muhteşem bir kültür merkezi.
**MEZOPOTAMYA***
İlk yerleşim yerlerinin kurulduğu
coğrafi bölge.
Dicle ile Fırat arası.
Bereketli hilal, dünya medeniyetinin beşiği.Sümerler tarafından ilk yazının bulunduğu kullanıldığı yöre.on bin yıllık ilklerin yaşandiğı toprak parçası.
Güneydoğu Anadolu'dan Basra Körfezine kadar uzanan, Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgenin adıdır.
Bu bölgede yaşayanların genelde Kürt kökenli insanlar olması, buranın Kürdistan olduğu anlamına gelmez.
Yani tarihte bu bölgede Kürdistan vardı ve birileri geldi yıktı mı?
Bu bölge verimli toprakları ve hayat sürmeye ideal iklimiyle,
tarih boyunca çeşitli saldırı ve işgallere uğramış, bu kaderi bir türlü değişmediğinde
huzur ve refaha ulaşamamıştır.
Bu bölge en parlak dönemini yinede Osmanlı döneminde yaşamıştır
Medeniyetlerin beşiği,Avrupa'yı doyuran buğdayın ana vatanı,yazının icat edildiği,bir çok ilke imazsını atmış bir coğrafya,Nuh tufanı'nın yaşandığı bölge vs.vs.
efenim her konuda olduğu kadar coğrafi bilginiz ilen de aldınız yarım aklımızı başımızdan...hayranlık ilen izlemekteyim...malumunuz aciz-i insan güzel olan her şeyin karşısında dili tutulur,bocalar...ben de 'azizim'diyebilmek isterdim azizim hiç olmazsa su kadar...yusufun güzelliği sudandır; lakin çölde su kıymetlidir yusuftan,zira her insanda bir parça yusufluk vardır; yusufçukları sevdiğimiz bundan...
ismet abiye selam ediniz...hazindir ki biz o masalın içindeki yusuf değiliz...
âh ilen...
Efenim ilkin belirteyim dram içerikli aşk içerikli yazılara mukabelede bulunmak pek şahsıma özgü bir vasıf olmamakla birlikte iki nehir arasından çöl olmaz.diyelimki çöl oldu şehirler kurulmaz.kum kumudur imha olmaz,her baktığın kuyudan yusuf çıkmaz.çöle serap yakışır leyla bulunmaz…gölgede kitap okunmaz,okunsa bilem aşkla savaş yanyana durmaz.gece yola düşülmez tavsiyyem idir,yokuşa karşı yekinip çıkılmaz.ağrı dağında güvercin uçar keklik dayanmaz.noktalama\dan anlamayana edebiyat yapılmaz…
Kelam ilen…
İlham ilen…
nerdekı o yerrrr.........
Mezra-u BoTan
kürtlerin devleti
uygarlığı çağrıştırıyor
mezopotamya iki ırmak arasındaki ülke anlamına geliyo yani coğrafi bir bölge olarak anadalonun güney doğusunda basra körfezine kadar uzanan dicle ve fırat ırmaklarıdır
KÜRT HALKININ KÜRDISTANIDIR.
MEZOPOTAMYA...
Ben Mezopotamya! ...
Asya'nin nazli kizi.
Bereketin, bollugun ve sevdalarin diyari...
Sevgi ve kin,
Öfke ve hirs,
Savaş ve bariş bende anlamlandi.
Bende vücut buldu ruh,
Tarih benimle başladi...
Özgürlük göbek adimdir,
Daglarimda ve ovalarimda,
Zümrüt yeşilinde
Ve güneşin sihirli renklerinde,
Rüzgarin o karşi konulmaz,
Muhteşem ritminde bir kisrak olur,
Firat'la yarişir,
Dicle'de dinginleşirim..
Nemrut'ta kara kartalin kanatlarinda
Tanrilara meydan okurum...
Eridu'da Gilgameş olur, Enkidu'yu ehlileştiririm,
Hammurabi olur 282 ile düzen getiririm...
Tanriça Iştar benimle aşik atamaz,
Çünkü özgürlük ve sevdanin pinari benim..
Çünkü ben Mezopotamya'yim
Asya'nin nazli ve biricik kizi...
Güneş;
Önce
Ve en güzel bende dogar.
Yayilir çekinmeden,
Çirilçiplak dolanir gün boyu
Ovalarimda, daglarimda...
Kah bir kelebegin kanadinda,
Kah yeni dogan bir kuzunun yanibaşinda,
Bazen tohuma duran bir çiçegin tomurcugunda
Bazen de Izlo'nun doruklarinda akşami getirir...
Vedalaşirken batimda,
Mor gecede ayin en güzel yüzüne emanet eder beni,
Ertesi günde buluşmanin sevgi ve coşkusuyla...
Çünkü ben Mezopotamya'yim
Güneşin ve ayin maşuku...
Insanlarim mert ve sevecen,
Çünkü benim suyumu içtiler,
Ekmeklerinde, sevgiyle büyüttügüm başaklarim
Ayranlarinda, sütümle besledigim,
Mis kokulu otlarimin tadi var...
Çünkü onlar benim çocuklarim,
Ruhlari bende bedenlendi...
Özgür, magrur ve sevgi dolu....
Zamansiz zamanlar,
Dokunulmamiş zaman araliklari,
Çaglar ötesi kültürler,
Atlar ve atlilar,
Diller ve dinler,
Gelenek ve renklerle,
Çocuklarimin içindeki evrenim ben.
Tipki;
Güneşin etrafinda dönen dünya gibi,
Etrafimda sevgiyle, coşkuyla dönerler.
Geçmiş ve gelecegi,
O an yaşatirim onlara,
Geçmiş ve gelecege saplanmadan...
Ateş ve su;
Benim şahitligimde evlendi,
Ateş sunaklari,
Ilk ve en önce,
Benim için yakildi.
Gündüzlerin gündüz,
Gecelerin gece oldugu,
Uçsuz bucaksiz,
Bir siginak oldum çocuklarima...
Kil çadirlarda,
Yaşama yön veren rituellerde,
Hep baş köşede oldum;
Mirra;
Ateşin, suyun
Ve çocuklarimin
Hediyesi oldu bana.
Çünkü;
Yigitlik,
Ahde vefa,
Bariş ve hoşgörü,
Topragima ve insanima verdigim mayamdir...
Çünkü, Ben Mezopotamya'yim,
Asya'nin magrur ve anaç kizi...
En iyi bagbozumlari bende olur,
En iyi şarabi, en tatli şirayi ben veririm
Belki de bundandir,
Benim topraklarimda aşk,
Sevmek ve sevilmek,
Şarap tadinda olur...
Bundan degilmi ki;
Babil Krali Nabukodonosor,
Sevdasi için Mardin'den Şamran'larla
Şira akitti yüzlerce mil aşagilara,
Bundan degilmi ki,
Iskender Zinnar'a;
Prenses Fahriyye ve Ravza cennet bahçelere,
Şad Buhari Mardin'e yerleşir..
Timur, Kustus, Antonius ve daha nicesi,
Bu sevdanin peşinde topraklarima kan bulaştirdilar...
Ihanet ektiler topraklarima;
Kelepçe vurdular çocuklarimin gözyaşlarina...
Daglarimda agaç birakmadilar, çiplak kaldim,
Utanirim..ele güne karşi,
Utanirim.. aya, güneşe karşi
Çünkü ben Mezopotamya'yim,
Asya'nin nazli ve özgür kizi...
Ibrahim bende dogdu,
Sin Mabedinde aya ve yildizlara yakarirken dogruyu buldu...
Zarathustra, Mani ve Yezidilige ben ilham oldum,
Ilk Hiristiyanlara ben kucak açtim
Lorna ve Anastisiupolis ile, Islam'in yolunu ben açtim
Dermetinan'da Haci Kemal,
Kosar'da Hoca Ihsan, Selman-i Pak ve niceleri Islam dediler;
Moşe Bar Kifo, Hanna Dolabani;
Hammara'da, Deyru'z Zafaran'da, Mor Mihail'de Mesih demediler mi?
Ekmegim, suyum ve güneşim hepsine yetmedi mi?
Yetmedi mi? Zeytinim incirim ve narim...
Utanirim anamdan, kardeşlerimden, çocuklarimdan
Utanirim güneşten, aydan ve rüzgardan...
Utanirim, aç yatan bebelerden, dedelerden,
Utanirim, el kapisinda iş dilenen civanlardan,
Içtigi suya pislik bulaşmiş analardan, babalardan utanirim..
Çünkü ben Mezopotamya'yim
Asya'nin nazli ve magrur kizi...
Necat İLTAŞ (1998)
Güneydoğu Anadolu'dan başlayarak, Basra Körfezine kadar uzanan, Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgeye Mezopotamya denir. Mezopotamya Verimli topraklara sahip olması, iklim şartlarının uygun olması gibi nedenlerden dolayı sık sık istila ve göçlere sahne olmuş, insanlar arasındaki kültür etkileşimi fazla olduğundan medeniyet bu bölgede gelişmiş
Akdeniz ile Güney ve Orta Asya arasındabir köprü olan Mezopotamya, Cilalıtaş Devri’nden beri çeşitli halklara yurt olmuştur. Sümerler, Akkadlar, Asurlular birbirlerini izlemiş ve ilk kent devletleri ile ilk imparatorlukları kurmuşlardır.
Mezopotamya, Mısır’la birlikte, tarih çağlarında ilk uygarlığın geliştiği yerdir. Dicle ve Fırat’ın alt çığırları arasındaki bu topraklarda insanlar sulu tarıma geçmiş, kentler kurmuş ve 4. Binyılın sonlarında bir yazı sistemi icat etmiştir. Bu topraklarda hayat şartları çok çetindir; nehirler Nil gibi düzenli aralıklarla alçalıp kabarmaz ve ekilen toprakları zenginleştirecek alüvyonları taşımazdı. Zaman zaman afete dönüşen taşkınların bazıları, Tufan efsanesi olarak düşünülmüştür..
Kent devletleri veya geniş krallıklar halinde örgütlenen Mezopotamya halkları, Mısır’daki gibi bir tanrı-kral oteritesi tanımadılar. Toprağın, insanların ve malların mutlak efendisi tanrıya inandılar ve kral sadece onun naibi olarka bakıldı. Kralın oteritesi hiçbir zaman firavundaki gibi sınırsız olmamış.3. Binyıldaki Sümer krallarından 6. Yy’daki Babil kralı Nabukodonosor’a kadar krallar hem asker, hem yönetici olmuşrlardır. Günümüze kadar ulaşan kil tabletlerdeki yazışmalar sayesinde tanıdığımız merkezi ve yerel yönetimi kral temsil ederdi.
Mezopotamya, Mısır’ın tersine, bütün rüzgarlara açık bir geçiş bölgesidir. Arabistan ve Suriye bozkırlarından dalgalar halinde gelen göçebe Samiler, tarihin akışını bazen ani istilalarla hızlandırmış, bazen yavaş yavaş değiştirmiştir. Bu bölge, hem çeşitli halkların ve kültürlerin biz mozaiğidir, hem de uçsuz bucaksız killi ve bataklık ovalarda bulunmayan taş, metaller ve kereste gibi yapım malzemelerini hep başka ülkelerden almak zorunda kalmıştır. Bu iki nedenle, kralların dikkatli bir yönetici ve başarılı bir asker olması gerekirdi.9. Yy’dan 8. yy’a kadar askerliğin ve savaş politikasının ağır bastığı Asur bir yana, en barışçı hükümdarların bile hiçbir neden yokken yılda bir kere sefer düzenlemesi bir gelenekti. Aslında bu nedensiz seferler, her an ayaklanabilecek halkın ve saldırgan komşuların gözünü korkutmak, uzak eyaletlerden vergi toplayabilmek ve Ermenistan’dan alınacak madenler, Lübnan’dan getirrilecek sedir keresteleri için ticaret bağlantısı kurmak üzere bir gövde gösterisiydi.
Göz kamaştırıcı uygarlıklarıyla, birbirinden görkemli saraylar, tapınaklar ve şehirler kurmak, saraylarında rahat ve gösterişli bir hayat sürmek krallar için bir güç gösterisiydi. Mezopotamyalılar, yönetimde olduğu kadar askerliktede başarılydılar; hafif piyadeler, ağır piyadeler, savaş arabaları ve okçulardan oluşan iyi örgütenmiş ve çok iyi eğitilmiş ordularıyla imparatorluklşarını ustaca korumayı bilmişlerdir…
Kaynak: Maurice Meuleau