Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Abdulkadir Kahraman
Abdulkadir Kahraman

Korkak olmayın, sizi bulacak bela kaçarken de bulur...

  • moda07.05.2004 - 07:37

    Bu yaz çok canlı renkler var...

    Şeker pembesi çok tutuluyor....Enfes güzel bir renk...

  • aşk04.05.2004 - 07:42

    1000 defa da yorum yazılsa ne olduğu sadece yaşanarak anlaşılabilecek his,hakikat,hayal...her neyse...

  • hz.muhammed01.05.2004 - 08:43

    BİR GECE


    On dört asır evvel, yine böyle bir geceydi
    Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
    Lakin, o ne hüsrandı ki; Hissetmedi gözler;
    Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi!
    Nerden görecekler? Göremezlerdi tabi:
    Bir kerre, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi;
    Bir kerre de, ma'mure-i dünya, o zamanlar,
    Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
    Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
    Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
    Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin,
    Salgındı, bugün şark'ı yıkan, tefrika derdi.
    Derken, büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz,
    Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
    Bir nefhada insanlığı kurtardı o masum,
    Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!
    Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
    Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi, geberdi!
    Alemlere rahmetti, evet, Şer'-i mübini,
    Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.
    Dünya neye sahipse, onun vergisidir hep;
    Medyun ona cemiyyeti, medyun ona ferdi.
    Medyundur o masuma bütün bir beşeriyyet...
    Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.

    M.Akif ERSOY

  • ariel sharon29.04.2004 - 16:50

    K- Sap!

  • tecrübe29.04.2004 - 07:41

    Bu mevzu ile alakalı bir hikaye:

    Adamın biri kitap okurken şöyle bir cümle ile karşılaşır:

    'Sakalının boyu bir tutamdan uzun olan kişi ahmaktır'..

    Adam sakalını bir avuçlar ki bir tutamdan daha uzun olduğunu görür.ucundan biraz yakayım da kısalsın diye sakalına ateş tutar.Sakal,saç,kafa her tarafı yanar...

    Yara ber içinde kafası sarılı bir şekilde kitabı eline alır ve o cümleyi tekrar bulur.Cümlenin yanına bir ok çıkarır ve şöyle bir not düşer:

    'Mücerreb! ' Yani tebrübe edilmiştir....

    :-)))

  • aşk28.04.2004 - 17:40

    Veda


    Hani o bırakıp giderken seni
    Bu öksüz tavrını takmayacaktın?
    Alnına koyarken veda buseni
    Yüzüne bu türlü bakmayacaktın?

    Hani ey gözlerim bu son vedada,
    Yolunu kaybeden yolcunun dağda
    Birini çağırmak için imdada
    Yaktığı ateşi yakmayacaktın?

    Gelse de en acı sözler dilime
    Uçacak sanırdım birkaç kelime...
    Bir alev halinde düştün elime
    Hani ey gözyaşım akmayacaktın?


    Orhan Seyfi Orhon

  • sevgi28.04.2004 - 07:59

    SEVMEK


    Sevmek...Delicesine, deliler gibi sevmek!
    Kuş uçar gibi sevmek, gök gürler gibi sevmek.

    Bir çocuk inancıyla inanarak, kanarak
    Ve bir günahkar fani azabıyla yanarak,

    Hep onu arayarak baharda, yazda, kışta;
    Nihayet 'Büyük Sır'ra ulaşmak bir bakışta.

    O bakışta okumak aşkın büyük adını,
    Hep o büyük bakışta bulmak var olmanın tadını.

    Sevmek: Hasta anneyi, altın başlı yavruyu,
    Baharı, yıldızları, göğü, güneşi, suyu...

    Yürekten kopan ince bir ahı, sever gibi,
    Sevmek...Toprağı sever, Allah'ı sever gibi!


    Halide Nusret Zorlutuna

  • aşk27.04.2004 - 11:27

    Sen Sen Sen


    Bir dağbaşı yalnızlığı yaşıyorum yeniden.,
    Dağbaşı yalnızlığı ölümden beter.
    Hiç kimse aramasa sormasa beni
    Sen gelsen yeter..

    Huzur ellerinin güzelliğidir.
    Gözlerin karşımda mutluluk denizi.
    Her sabah soframızda ekmeğimizi
    Sen bölsen yeter..

    Yüreğim seninle yaylalar kadar serin
    Ne bir çizgi hasret, ne bir nokta gam
    Yayla dumanı gibi gözlerime her akşam
    Sen dolsan yeter..

    Bende çaresizlik sonsuz kördüğüm.
    Bende sabır sende naz..
    Gündüzünden vazgeçtim düşümde biraz
    Bir yüz görümlüğü sen olsan yeter..

    Duymasa da hiç kimse şâir gönlümün,
    Sende karar kıldığını...
    Ve içimin şerha şerha yarıldığını,
    Sen bilsen yeter..

    Bir gün duysan bittiğimi, tükendiğimi..
    Çıkıp gelsen uzaklardan korkulu ürkek..
    Bir incecik dal gibi üzerime titreyerek,
    Eğilsen yeter...........


    Yavuz Bülent Bakiler

  • ölüm27.04.2004 - 11:25

    BEN ÖLÜRSEM AKŞAMÜSTÜ ÖLÜRÜM


    Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
    Şehre simsiyah bir kar yağar
    Yollar kalbimle örtülür
    Parmaklarımın arasından
    Gecenin geldiğini görürüm

    Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
    Çocuklar sinemaya gider
    Yüzümü bir çiçeğe gömüp
    Ağlamak gibi isterim
    Derinden bir tren geçer

    Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
    Alıp başımı gitmek isterim
    Bir akşam bir kente girerim
    Kayısı ağaçları arasından
    Gidip denize bakarım
    Bir tiyatro seyrederim

    Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
    Uzaktan bir bulut geçer
    Karanlık bir çocukluk bulutu
    Gerçeküstücü bir ressam
    Dünyayı değiştirmeye başlar
    Kuş sesleri, haykırışlar
    Denizin ve kırların
    Rengi birbirine karışır

    Sana bir şiir getiririm
    Sözler rüyamdan fışkırır
    Dünya bölümlere ayrılır
    Birinde bir pazar sabahı
    Birinde bir gökyüzü
    Birinde sararmış yapraklar
    Birinde bir adam
    Her şeye yeniden başlar


    Ataol Behramoğlu

  • bermuda şeytan üçgeni24.04.2004 - 07:27

    Bermuda Şeytan Üçgeni


    Sahih hadiste, “Geçmiş kavimlerin helak oldukları yerlere uğramayınız. Uğradığınız zaman ağlayarak uğrayınız.” buyurulmaktadır. Bundan da, şeytanların bazı yerlere sahip çıktıkları ve o yerin onun neticesinde helak olduğu, medeniyetlerin pâyimâl olup yıkıldığı, ancak onların oradaki sultasının şeytan müsellesi, murabbası, muhammesi veya müseddesi halinde devam ettiği anlaşılmaktadır.

    Soru: Bermuda Şeytan Üçgeni hakkında bilgi verir misiniz?

    Pek çok gemi ve uçağın hiçbir enkaz bırakmadan kaybolduğu iddia edilen, Atlantik Okyanusu’nun Güney ve Kuzey Amerika’yı birbirinden ayıran ve Bermuda, Porto Rico ve Miami sahilleri arasında kalan üçgen şeklindeki bölgeye Bermuda Şeytan Üçgeni adı verilmektedir. Bu konuyla alakalı ülkemizde de “Bermuda Üçgeni” veya “Atlantik Esrarı” gibi bir hayli tercüme kitap neşredilmiştir. Bu kitapların neşredildiği günlerde Konya’da bir araştırmacı, bundan birkaç asır evvel, Osmanlı müellifleri tarafından yazılan bazı eserlerde, Bermuda müsellesi içinde bazı esrarengiz hadiselerin cereyan ettiğine dair bir kısım bahisler bulunduğunu yazmıştı ve gazeteler de bunu neşretmişlerdi. Biz Bermuda müsellesinin esrarıyla alakalı söylentilere şimdilerde muttali olmaya başladık. Halbuki Osmanlı müellifi bundan birkaç asır evvel bu mesele hakkında değişik yorumlar ortaya koyuyordu. Vâkıa daha evvel Mayalara ve Meksikalılara ait seyahat notlarında “Bu yosunlu denize geldiğimiz zaman bir uğursuzluk ve yümünsüzlük üzerimize bastırır. Orada gemiler günlerce çakılı kalırlar. Rüzgarlar durur ve yelkenliler işlemez.” şeklinde bölgeyle alakalı esrarengiz hadiselerden hep bahsedilmekteydi; ama şimdilerde daha bir güncel hale geldi.

    Bermuda Şeytan Üçgeni’nin efsaneleşmesine sebep olan ilk vak’a 1945 yılında meydana gelir. Beş adet savaş uçağı rutin görev uçuşu için Florida’daki üslerinden havalandıktan sonra pilotların lideri, telsizden kontrol kulesine şöyle bir mesaj anons eder: “Karayı göremiyoruz. Pozisyonumuzdan emin değiliz. Nerede olduğumuzu bilmiyoruz. Galiba kaybolduk.” Bu sırada kontrol kulesinden pilota, “Nasıl olur, hava gayet iyi gözüküyor. Batı’ya gidin.” şeklinde cevabî mesaj gelir. Bunun üzerine pilot, “Neresinin Batı olduğunu bilmiyoruz. Her şey yanlış. Çok tuhaf, hiçbir yönden emin değiliz. Okyanus bile olması gerektiği gibi değil.” der ve bağlantı kopar. Acilen yardım alarmı verilir, ancak uçakların izine bir daha rastlanılmaz...

    Bermuda Şeytan Üçgeni hakkında söylenenler

    Yine o bölgeden geçen gemilerde de benzer esrarengiz şeyler olduğundan bahsedilmektedir ki, batan bir kısım şilep veya transatlantiklere bakıldığında içlerinde sadece kedi ve köpek ölülerinin olduğu, insanların, önlerinde bulunan yemeklerini bitirmeden bırakıp sanki denize atladıkları veya bir fırtınanın tabaklara ve kaşıklara dokunmayıp sadece insanları alıp götürdükleri söylenmektedir. Bu meseleyi izah sadedinde bugüne kadar değişik fikirler ortaya atıldı. Müsaadenizle o fikirlerden bazılarını maddeler halinde arz etmeye çalışalım:

    1. Bu tamamen yer fiziği ile ilgili bir hadisedir. Kuzey ve güneyden gelen akıntı orada bir durgunluk yapmakta ve bu durgunluk yoğun bir şekilde yosunların oluşmasına sebebiyet vermektedir. Yosunların bu yoğunluğu yüzünden orada gemiler hareket edememektedir. Ayrıca bu bölgede yüz, iki yüz, hatta üç yüz metre yüksekliğe kadar çok şiddetli dalgalar meydana gelmektedir. Bu devâsâ dalgalar getirmiş oldukları vakumla üstlerinden geçen uçakları kendilerine doğru çekmektedir. Dolayısıyla böyle bir atmosferde gemilerin alabora olması gayet normaldir.

    2. Şiddetli akıntıların meydana getirdiği dev girdaplar, orada denizin altında “mavi delikler” adı verilen delikler meydana getirmiştir. Uçak veya gemiler buraya geldiğinde delikler tarafından yutulmaktadır. Nitekim bazı dalgıçlar, o mavi deliklerin içinde bir kısım yelken ve kayıkların bulunduklarına şahit olmuşlardır.

    3. Sekseninci tûl dairesi buradan geçmekte ve kuzey kutbundan kıvrılınca, Japonya’dan geçen daire olarak yüzellinci daire adını almaktadır. Binaenaleyh, böyle bir ölüm denizi Japonya’da da bahis mevzuudur. Buradan anlaşılmaktadır ki, o tûl dairesine rastlayan her yerde bu türlü ölüm denizleri mevcuttur. Hatta mesele biraz daha tamim ve teşmil edilerek otuzuncu ve kırkıncı güney arz dairesinde ve otuzuncu ve kırkıncı kuzey arz dairesinde de aynı şeylerin var olduğu, ayrıca yeryüzünde bu tür esrarengiz kaybolmaların ve yutulmaların bulunduğu diğer altı yerin daha olduğu ifade edilmektedir.

    4. Uçan daireler, gemileri ve uçakları göğe kaldırmakta veya denizin dibine batırmaktadır.

    5. Deniz dibinde biriken fosiller ve çeşitli atıklardan zaman zaman çıkan metan gazı, deniz suyunun kimyasal karışımını etkileyerek yoğunluğunu düşürmektedir. Yoğunluğu sıfıra düşen suda yüzebilme özelliğini kaybeden gemi, metan kuyusu adı verilen gazın çektiği bölgeye girer girmez batmaktadır. Denizin dibinde biriken çeşitli atıkların türüne ve suyun ısısına göre metan gazı kabarcıklarının şiddeti de değişmektedir. Bermuda Şeytan Üçgeni gibi gaz akımlarının şiddetli olduğu bölgelerde seyreden uçaklar da büyük tehlike sınırı içinde bulunmaktadır. Çünkü su yüzüne ulaşan metan gazı kabarcıkları atmosfere karışarak yukarıya doğru şiddetli bir metan tüneli oluşturmakta ve metan tüneline giren uçak da kontrolden çıkarak denize çakılmaktadır.

    “Şeytanın tahtı deniz üzerindedir”

    Müsaadenizle ben, bütün bunların dışında özellikle başka bir husus üzerinde durmak istiyorum. Efendimiz: “Şeytanın tahtı deniz üzerindedir.” buyurmaktadır. Burada “deniz” mutlak zikredilince, bu mahut ifadeden belli bir deniz manası çıkarabilir ve yeryüzünde belli denizlere şeytanın tahtgâhı diyebiliriz. Binaenaleyh ecinni ve şeytan taifesi buraya hükmetmekte, gemi ve uçakların elektronik cihazlarını çalışmaz hale getirerek onları batırmaktadır. Vâkıa cin ve şeytanlar “mearic” ve “nar”dan yaratıldıkları için, adeta güneşten gelen dalgalara maruz kalmış gibi bütün elektronik cihazları da alt üst edebilirler.

    Ayrıca Efendimiz, “Helak olmuş cemaatlerin helak oldukları yerlere uğramayın. Ancak ağlayarak uğrayın.” ikazında bulunmaktadır ki, bunun manası, helak olmuş ülkelere gidildiği zaman “Allah ile münasebet kurarak himaye-i ilahiyeye girin ki, onlara isabet eden şey sizlere de isabet etmesin.” anlamına gelmektedir. Bundan da, Cenab-ı Hakk’ın Sodom Gomorre, Âd ve Semud kavmi ve -doğruysa- Atlantis medeniyeti gibi Kendisine küfran ve tuğyan içinde bulunan toplumları yerin dibine batırdığı anlaşılabilir ve işte bu yerler daha sonra şeytanın tahtgâhı olmuştur. Nitekim havaya kaldırma ve uçurma mevzuunu Meğâzi yazarı İbn İshak şöyle ifade etmektedir: Efendimiz, Tebük’e giderken: “Tebük’e gittiğiniz zaman ben gitmeden sakın Tebük suyundan içmeyin ve dışarıya çıkmayın. Helak olmuş o cemaatin yerine de uğramayın.” buyurur. Ancak iki kişi bu emri dinlemeyerek helak olmuş o cemaatin yaşadığı yere uğrarlar. Netice itibarıyla onlardan bir tanesini korkunç bir fırtına alır ve çok uzaklara fırlatır, diğerini de ararlar, ama bulamazlar.

    Buradan anlaşılmaktadır ki yok olma mevzuu, kadimden bu yana cereyan eden bir husustur. Bu meselenin telifini yapacak olursak, mücrim bir toplumun yaşadığı bu tür yerler, şeytanın tahtgâhı ve karargâhı haline gelmiştir. Her ne kadar onlar helak olup gitseler de o mel’un yere uğrayanların başına bir musibet gelme ihtimali söz konusu olabilir.

    Mesele, ervah-ı habise, cin ve şeytanla da izah edilebilir

    Acizane fakir, yukarıda sayılan hususların yanında Bermuda müsellesiyle alakalı böyle bir hususu nazara vermede fayda mülahaza ediyorum. Bazı kimseler birtakım iddialarda bulunsalar da, bu mevzuda yine de bazı açık kapılar vardır. Meseleyi, ervah-ı habise, cin ve şeytanla izah etme, elektronik cihazların çalışmaması/çalıştırılmaması gibi hususlara kadar geniş alanlı tesire daha uygun düşüyor gibi…

    Bermuda Şeytan Üçgeni, Ay gibi bir kısım taş parçalarından gelen, şeytanın saltanatına ait bir müdahale de olabilir ki, ervah-ı habise, Güneş’in etrafında dönen peyk, seyyare ve bazı taş parçaları üzerinde taht ve otağ kurmuşlardır. Oralardan gelip insanları rahatsız edebilirler. Hatta uçan daire diye bilinen şeylerin arkasında da bunlar olabilir.

    * * *

    Nasıl ki, yeryüzünde bazı mukaddes yerler var, aynen onun gibi bir de ervah-ı habisenin hükümfermâ olduğu bazı habis yerler vardır.

    Mesela Kâbe-i muazzama, Sidretü’l-müntehaya kadar mukaddestir ve Kâbe’dir. Sidretü’l-müntehaya kadar melaike-i kiram Kâbe’yi tavaf ederler. (Hatta oranın rical-i devleti hacda helikopterlerle Beytullah’ın etrafında tavaf ederler.) Ne kadar yukarıya çıkılsa da Kâbe’nin etrafında yapılan tavaf, yine tavaf sayılır. Çünkü Sidre-i müntehaya kadar Kâbe, Kâbetullah’tır. Binaenaleyh Allah burayı takdis etmiş, binlerce enbiyayı bu mukaddes yerin etrafında koşturmuş ve metâfı binlerce enbiyanın merkadi haline getirmiştir; evet insanların bugün tavaf ettiği Beytullah’ın etrafında “ehl-i keşfi’l-kubur”un beyanına göre üçyüz-dörtyüz kadar peygamber kabri mevcuttur. Bu yer, Allah’ın yeryüzünde takdis buyurduğu, tazim ve tebcil ettiği insanları tebcil ve takdirine arz ettiği mukaddes bir yerdir ve burası ervah-ı âliyenin metafıdır. Bu mekan, bir bakıma kalbtir, yani küre-i arzın kalbidir. Bu kalb attığı müddetçe, küre-i arz da manevi yapısını ve hayatiyetini devam ettirir. Efendimiz’in bu kalbin yanı başında zuhur etmesi de üzerinde durulacak ayrı bir konudur.

    Bir de kalbin yanında lümme-i şeytaniye vardır. Kalbe ilham geldiği gibi, şeytanın oklarının hedefi olan lümme-i şeytaniyeye de vesveseler, tereddütler ve şüpheler gelir. Kâinatların kalbi mahiyetinde atan küre-i arzın bir tarafında bir kalb vardır ki, orası kalbü’l-küre, yani Beytullah’tır. Kalbin başka bir yanında, bir lümme-i şeytaniye vardır ki, orası da şeytanın otağıdır. Yeryüzünde bütün şeytanlığa ait idarelere dair emir ve fermanların hepsi oradan gelir. Efendimiz sahih hadisiyle, şeytan tahtını, sergisini denizin üzerine atar. Bütün ordusunu insanların içine salar ve akşam döndükleri zaman hepsini dinler, “Sen ne yaptın, sen ne yaptın? ” diye yaptıkları şeyleri onlara bir bir sorar. Onlar da, “Ben namazı terk ettirdim.. ben harama baktırdım...” şeklinde cevaplar verirler. Bunlar münferid hadiseler olduğundan şeytanı memnun etmez. Sonra, “Sen ne yaptın? ” diye başka birisine sorar. O da, “Ben bir kadını kocasından ayırdım.” der. Bunun üzerine şeytan, “Aferin” diyerek onu yanına alır ve oturtur.

    Her fizik vakasının arkasında metafizik bir güç vardır

    Bundan da anlaşılmaktadır ki, insanların manevi yapıları üzerinde bu şerirler, şerâre meydana getirirken bir saltanat hesabına çalışmaktadırlar. Şeytana takılmış ve dalalete düşmüş, şeytanın adına helak olmuş yerler bir bakıma bunların eyaletleri, valilikleri ve pâyitahtlarıdır. Bunun için sahih hadiste, “Geçmiş kavimlerin helak oldukları yerlere uğramayınız. Uğradığınız zaman ağlayarak uğrayınız.” buyurulmaktadır. Bundan da, şeytanların bazı yerlere sahip çıktıkları ve o yerin onun neticesinde helak olduğu, medeniyetlerin pâyimâl olup yıkıldığı, ancak onların oradaki sultasının şeytan müsellesi (üçgeni) , murabbası (dörtgeni) , muhammesi (beşgeni) veya müseddesi (altıgeni) halinde devam ettiği anlaşılmaktadır. Atlantik Okyanusu’nda üçgen, daha başka yerlerde de insanlığı ifsat etmek üzere şeytan müseddesleri vardır. Orada da insanlar, tıpkı bir avcının ağına tutulmuş bir ahu gibi tutulup gitmektedirler. Şeytan üçgeni de işte böyle şeytanların hükümferma oldukları bir yer olabilir ki, kendilerine karşı kötülük yapıldığı, insanlar bir kötülük içine girdikleri zaman o türlü belalara maruz kalabilirler.

    Ben bu meseleyi anlatırken bu mevzuda kati bir dinî nas bilmemenin yanında, bir kısım dinî ifadelere dayanarak izah etmeye çalıştım. Bununla beraber Bermuda Şeytan Üçgeni, atmosferdeki bir keyfiyetin ifadesi ileride keşfedilecek başka bir şey de olabilir. Ancak şu bilinmelidir ki, yeryüzünde câri her hâdisenin ve-râsında, yani her fizik vakasının verâsında bir metafizik güç ve kuvvet vardır. Her mülkün verâsında bir melekût, her şehadetin verâsında da bir gayb vardır.



    23.04.2004

    Zaman -Akademi-