Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Selahattin Aykurt
Selahattin Aykurt

İKTİDAR NAMLUNUN UCUNDA! ......

  • ekmek ve gül13.05.2008 - 13:44

    EKMEK VE GÜL


    Yürüyoruz yürüyoruz, günün aydınlığında
    Donuk fabrika bacalarına, yoksul mutfaklara
    Çarpıyor sesimiz ve birden parlayan
    Bir ışık gibi ulaşıyor insanlara
    'Ekmek ve gül! Ekmek ve gül! '

    Yürüyoruz yürüyoruz, erkekler için de yürüyoruz
    Çünkü hâlâ bizim oğullarımızdır onlar
    Ve biz hâlâ analık ederiz onlara
    En zorlu iş, en ağır emek
    Ve çalışmak doğuştan mezara dek
    Ve böyle sürüp gitsin istemiyoruz
    Yaşamak için ekmek
    Ruhumuz için gül istiyoruz!

    Yürüyoruz yürüyoruz kol kola
    Saflarımızda ölüp gitmiş arkadaşlarımız
    Ve türkümüzde onların kederli 'Ekmek! ' çığlıkları
    Çünkü bir köle gibi çalıştırıldı onlar
    Sanattan, güzellikten, sevgiden yoksun
    Biz de bugün hâlâ onların özlemini haykırıyoruz
    iş ve ekmek istiyoruz
    Ama gül de istiyoruz

    Yürüyoruz yürüyoruz, yan yana, güzel günler adına
    Kadınız, insanız, insanlığı ayağa kaldırıyoruz
    Paydos bundan böyle köleliğe, aylaklığa
    Herkes çalışsın, bölüşülsün kardeşçe, yaşamın sundukları
    işte bunun için yükseliyor yüreklerimizden
    Bu ekmek ve gül türküleri
    Ve yineliyoruz hep bir ağızdan
    'Ekmek ve gül! Ekmek ve gül

  • proleterya11.05.2008 - 15:05

    AVUSTURYA İŞÇİ MARŞI

    Hayat denilen kavgaya girdik
    Çelik adımlarla yürüyoruz
    Biz bu karanlık yolun sonunda
    Doğacak güneşi görüyoruz

    Dağları aşıyor, bak yakınlaşıyor
    Kızıl yıldız zafer kuşu
    Bu bir rüya değil,
    Bu bir hülya değil, yıldızıdır kurtuluşun

    Kara deryalarda bir fenersin,
    Senin ışığında yürüyoruz.
    Biz bu karanlık yolun sonunda
    Doğacak güneşi görüyoruz.
    Fabrikalarda biz,
    Tarlalarda biziz, biziz hayatı yaratan
    Din farkı bilmeyiz,
    Dil farkı bilmeyiz, sanki doğduk bir anadan

    Anamız amele sınıfıdır,
    Yurdumuz bütün cihandır bizim
    Hazırlandık son kanlı kavgaya
    Başta bayrağımız Leninizm

    Bayrağını yükselt,
    Daha daha yükselt, yükselt bayrağı yukarı
    Bu güne vuralım, yarını kuralım,
    Kaldıralım sınıfları.
    Fabrikalarda biz,
    Tarlalarda biziz, biziz hayatı yaratan
    Din farkı bilmeyiz,
    Dil farkı bilmeyiz, sanki doğduk bir anadan




    İ

    Ş

    Ç

    İ


    Y A Ş A M A K İ Ç İ N E K M E K R U H M U Z İ Ç İ N G Ü L İ S T İ Y O R U Z..................! ! !


    S

    I

    N

    I

    F

    I

  • ölüm oruçları10.05.2008 - 20:01

    BEN GÜLSÜMAN DÖNMEZ

    Cezaevlerinde süren ölüm oruçlarına karşı hükümetin sessiz tutumu sürerken, her geçen gün ölümler artıyor. Ölüm orucunun 147. gününde yaşamını yitiren Gülsüman Dönmez adına TAYAD'lı aileler tarafından yazılan mektup, devletin, cezaevlerinde ve dışarıdaki ölümlere sessiz tanıklıgının trajedisini ortaya koyuyor.

    Ben, Gülsüman Dönmez ölüm orucunun 147. Gününde öldüm ben. 147 gün hücre hücre eriyerek, sizlere, halka, dünyaya gerçekleri anlatmak için ölüme yürüdüm. Ve öldüm yürüyüşümün 147. Gününde. 147 gün konuştum açlığımla, anlamadınız. Anladınız, anlamamazlıktan geldiniz, duymadınız, görmediniz, görmek istemediniz. Bunun için simdi ölerek konuştum. Hala anlamayanlara bir kez daha anlatmak için konuşuyorum şimdi. Ölüler konuşmaz mı? Evet ben konuşmak için öldüm. Ciltlerce kitapta yazılanları anlatmak için öldüm. Herkese söylüyorum ama özellikle size, siz kendine devrimciyim, demokratım, ilericiyim, solcuyum diyenlere, sendikalara, odalara, derneklere!

    147 gün oğlum Sinan'ın kolları arasında eriyerek öldüm. Burjuva basın dediğiniz gazetelerin kimi köşe yazarları bile dışarıda 38 yaşında bir kadının ölüme yürüyüşüne düşündü, utandı, yazdı, 'trajik' dediler... Siz ölümümün anlamını bile anlamadınız. Sıradan bir ölüm gibi değerlendirdiniz ölüm haberimi. Aferin size, böyle olun, böyle devam edin!

    Ben Gülsüman Dönmez... Bir emekçiyim. Kadınım. Bir çocuk anasıyım. Bu toprakların değerleriyle büyüyen ve değerlerini bu topraklara katanım. F Tiplerinin ne olduğunu size anlatmayacağım. Çok iyi biliyorsunuz; IMF'yi, F Tiplerini, tecriti, saldırının herkese olduğunu... Bunları siz de anlatmadınız mı her şeyin süt liman olduğu, daha devletin saldırmaya başlamadığı günlerde? Sonra sustunuz! Siz hep başkalarının ödediği bedellerle sağlanan koşullarda mı konuşursunuz?

    Ben hapishanede değildim. Ama sanki o hücreler benim üstüme kapanacak gibiydi. O tabutluklar benim içindi. O tabutluk oğlum Sinan içindi. Hepimiz içindi. Ben de ölüm orucuna başladım. Geçen yıl Kasım'ın 14'üydü. Kapılarınızı çaldım birer birer. Demokrattınız, devrimciydiniz, ilericiydiniz, solcuydunuz. Öyle diyordunuz kendinize. Bu haklı direnişi sürdüreceğimiz bir yer istedik sizlerden. Yok dediniz. Her çaldığımiz kapıdan aynı cevabı aldık; 'Ölüm orucuna karşıyız', 'açlık grevine karşıyız', 'polis izin vermez', 'kurumumuz kapatılır', 'baskılar olur'... Ne kadar da tatlı canınız vardı, ne kadar da değerli kurumlarınız vardı.

    Hiç kapanmaması, devletin hiç dikkatini çekmemesi gereken kurumlarınız... Korkuya başka adlar bulmakta ne de mahirdiniz! Kapılarınız yüzümüze kapandı. O yönetimlerinde olmakla övündüğünüz odaların, sendikaların kapıları da hiç açılmadı. Yönetiminde siz vardınız da ne oluyordu sanki? Kendine demokrat, devrimci diyen birileri olsa farklı mı olacaktı. Özgürlükçülükmüş, demokratlıkmış... ne demokratlığı, ne özgürlüğü? Bana demokrat olamayan yoksullara mı olacak? Ben sosyalistliği kitaplardan okumadım, ama yaşadım yoksulluğun en alasını, gördüm kurtuluşun nasıl olması gerektiğini...

    Hele Ankara'da meydanlarda ağzımız burnumuz kan içinde kalıp da, peşimizde çevik güruhu ve faşistler varken, her birinizin kapısını tek tek çaldığımız günler... 50-60 yaşında anaları, babaları sokağın ortasında bıraktığınız günler... Bu muydu sizin solculuğunuz? Bu muydu sizin sosyalistliğiniz? Ne ilgisi var, siz insan bile olamadınız. Düşmanın kapısına gitsek sizin yaptığınızı yapmazdı. 2 bin kişi yuuuh' çektik, tabelası yalan söyleyenlere... Yüzünüz yine kızarmadı.

    Halkın ahlakından ne kadar da uzaktınız. Beyoğlu'nun ahlakı size bunları mı öğretiyor? Bu muydu devrimcilik? İlericilik, sosyalistlik bu muydu? Demokrasi, özgürlük böyle mi savunulurdu? Hayır. Önüme yüzlerce kitap da yığsanız, en allame-i cihanlarınızı da karşıma getirseniz, devrimciliğin bu olduğuna inandıramazsınız beni.

    Ben gün gün ölmeye devam ettim. Ben ölürken Adalet Bakanı yardım yataklıktan dava açtı. Kara mizah değil mi?

    Ben ölürken, sizin dergilerinizde, bildirilerinizde 'yaşamak' üzerine fetvalar veriliyordu. Demek biz yaşamayı bilmiyorduk öyle mi? Demek yaşamak sizin söylediğiniz gibi olmalı öyle mi? Yiyeceksin, içeceksin, tuvalete gideceksin...

    Bir de hep konuşacaksın...

    Bu mu yaşamak?

    Yaşamak öyle mi?

    Siz yaşamayı bilirsiniz, biz bilmeyiz öyle mi?

    Siz rahat yatağınızda yatarken, ben 11 yaşındaki oğlumun kollarında öldüm. Siz yaşamayı bilirsiniz öyle mi? Siz 11 yaşındaki Sinan'ıma bıraktığım mirası anlayabilir misiniz? Siz yaşamayı benim gibi anlayabilir misiniz? Daha anlamamakta direniyorsanız bir de Nazım Hikmet anlatsın size, yaşamanın ne olduğunu;

    'Yasamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesi ki,... insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.' Nazım'ı da hiç dilinizden düsürmezsiniz bilirim...

    Ben Gülsüman Dönmez.

    Onlarca romanda okudunuz belki beni ve benim gibi kadınları. Bu romanları gençlere vererek; bak işte devrimciler böyledir' deyip örgütlediniz. İşte ben gerçeğim. İşte ben bu topraklardayım. Bu direniş, bu zulme karşı haykırış bu topraklarda yankılanıyor. Derdiniz de bu değil mi zaten; aman bu topraklarda olmasın, yoksa tekkeleriniz gümbürdemeye başlar öyle mi? Zulmün karşısına çıkamayan, hak ve özgürlük mücadelesinde olmayan, demokratlıktan, devrimcilikten bihaber olan tekkeler olsa ne olur, olmasa ne olur?

    Ben Gülsüman Dönmez. Ölüm orucunun 147. Gününde öldüm...

    Ey adına devrimci, demokrat, sosyalist, emekten yana diyen partiler, sendikalar, odalar, dernekler; Okuduğunuz kitaplar, yaşadıklarınız öğretmediyse, devrimciliğin, demokratlığın, ahlakın, erdemin, yoldaşlığın, sahiplenmenin ne olduğunu benden öğrenin. Önce insan olmayı, sonra demokrat devrimci olmayı öğrenin!

    TAYAD'LI AİLELER


    [email protected]

  • İBRAHİM KAYPAKKAYA06.05.2008 - 14:40

    İBRAHİM KAYPAKKAYA 18 MAYIS'A

    1949 yılında Çorum'da doğdu. Babası yoksul bir emekçiydi. Okulundan arta kalan zamanlarda ailesine yardım ediyordu. Ama koyun gütmeye giderken bile yanına kitap kalem alıyordu. İlkokulu bitirince Ankara Hasanoğlan Öğretmen Okulu'na yatılı öğrenci olarak başladı. Devrimci düşüncelerle de ilk kez burada tanıştı. Hasanoğlan'dan pekiyi ile mezun olunca İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na kaydoldu. Köyüyle ilişkisini hiç kesmiyor, her gidişinde dergi, gazete, kitap götürüyordu. O artık Çapa'daki devrimci çevrenin en önde gelenlerindendi. İlk bildirisini gericilerin saldırısına uğrayan Çetin Altan için kaleme alacaktı. Konferans, açık oturum, forum, tartışma, seminer ne varsa hepsini izliyordu. Fikir Kulüpleri Federasyonu'na bağlı olarak kurulan Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Fikir Kulübü kurulunca İbrahim başkanlığa seçildi. Bunun üzerin bir ay okuldan uzaklaştırma cezası aldı.

    Forum, Ant, Türk Solu, Aydınlık gibi dergilere yazıyordu. Öğrenci hakları için verilen bir kavganın ardından bir grup arkadaşıyla birlikte okuldan atıldı.Önce bir otelde çalıştı, ardından matematik dersleri vererek geçimini sağlamaya başladı.

    Eylemlerde hep en önde yürüyordu.

    1960'ların sonunda 'Demokratik Devrimciler' adı verilen ve TİP içinde muhalefet eden grubun içindeydi. Bu grubun gençlik içindeki örgütlenmesi Dev-Genç'ti. Dev-Genç içinde de bir süre sonra ayrılık çıktı ve İbrahim 'Aydınlıkçı' grup içinde yer aldı. 12 Mart döneminde ise Aydınlıkçılardan, eylem anlayışı, Cumhuriyet dönemine yaptığı eleştiriler ve Kürt sorunu nedeniyle koptu. Askeri yönetim koşullarında TKP/ML olarak adlandırılan örgütün kurulmasına önayak oldu.

    Malatya, Tunceli, Antep'te örgütlenme çalışmaları yürüttü. Köy göz gezdi, köylülere Çin, Vietnam ve Ekim devrimlerini anlattı.

    Onun çalışma yaptığı köylerin yakınında Sinan Cemgil ve iki arkadaşı girdikleri çatışmada öldürülmüşlerdi. İhbarcının Kâhyalı köyü muhtarı Mustafa Mordeniz'in olduğunu ortaya çıkarttı. Ardından muhtar öldürüldü.

    Muzaffer Oruçoğlu ve Ali Haydar Yıldız ile birlikte Tunceli yöresine geçti. 23 Ocak 1973 gecesi kaldıkları köy kuşatıldı. Ali Haydar vuruldu. Diğer arkadaşları kaçtı, Kaypakkaya da vurulmuştu. Köylerden aldığı yardımla bir süre yaralı olarak yaşadı. Vurulduğunun beşinci günü ise köyün öğretmeninin ihbarı sonucu tutuklandı. Buzlu derelerin içinde yaya sürüklendi. Ayakları donmuştu. Askeri hastanede ayakları kesildi. Sorgu ve cezaevi dönemi dört ay sürdü.

    Delik deşik bedeni babasına 1973 yılının Mayıs ayında Diyarbakır Cezaevi'nde teslim edildi. *

    KAYPAKKAYA, '68'İN İBO'SU

    İbrahim Kaypakkaya... 12 Mart'ın ardından Diyarbakır Cezaevi'nde ölen genç bir devrimci. Ölümü hep karanlıkta kalan Kaypakkaya, bir kitapla yıllar sonra yeniden gündemde. Yaşamı anlatılırken dönemin ağırlığı da vurgulanıyor.

    MUZAFFER ORUÇOĞLU

    A niden gelip yanıma oturdu. Önümdeki kâğıda çizdiğim gül ve nargile marpucundan başımı kaldırıp baktım ki o. Gülümsüyordu her zamanki gibi. Duru su mavisinde ışıldayan çakıl saflığını çağrıştırıyordu bakışları. Kütüphanenin bende merak ve dinleme arzusu yaratan, o fısıltılı, malum köşesinden kalkıp gelmişti. Saatlerce okumanın verdiği bilgi yorgunluğuyla sağ avucuna gömdü alnını. Güle ve nargile marpucuna baktı.

    'Farkında mısın bilmem,' dedi, 'bu okulda bir yığın değerli insan var. Bunlar, yağmurunu taşıyamayan kararsız kara bulutlar gibi gezinip duruyorlar.'

    Hiçbir şeyin farkında değildim. Ayıp olmasın diye kalemimi yatırıp, sandalyeme yaslandım. Kesat ve dilsiz bir iklimle dinlemeye koyuldum.

    'Bunlar, Köy Enstitüleri ruhunun henüz kaybolmadığı öğretmen okullarının en başarılı öğrencileri olarak seçilip buralara gönderildiler,' diye sürdürdü. 'Her biri birer yağmur yüklü buluta benziyor. Bütün mesele, bunların bereketlerini bereketli topraklara boşaltmalarıdır.'

    Zamanın dışında yaşayan ve esnemeyi seven bir insan olarak aklımı biraz zorladım. Sözün özündeki ateşi sezinler gibi oldum. Kendi yüreğinden her daim bir adım önde yürüyen bu adamın beni örgütlemeye geldiğini anladım.

    Aradan bir ay geçti. İçime uçurum suskunluğu çöktü. On kişi olduk. Kanadını mum alevinde yakmayan pervanenin aşkı nicedir diyerek, Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun Çapa şubesini, on kişi olarak kurduk ve ABD'yi hedef alan bir kuruluş bildirgesi yayınladık.

    Kısa bir zaman sonra müdür bizleri çağırdı, durumu sordu ve tümümüzü disiplin kuruluna verdi. Ahmet Kabaklı, Nihat Sami Banarlı gibi tanınmış hocaların içinde yer aldığı kurul, okuldan ihraç kararına vardı. Durumu öğrenince babamın sesi çınladı kulaklarımda: 'Rahat durmadın, köpoğlu köpek! Şimdi ne halt edeceksin, koca İstanbul şehrinde! '

    Ivır zıvırımı torbalayıp okulun önüne çıktım. Yaptığımız işin doğru olduğuna inanmama rağmen, yine de bir kuşku vardı içimde. Mevsimsiz prensiplerin kurbanı olup olmadığımı anlamaya çalışıyodum. Başımı çevirip bir baktım ki gülümseyerek geliyor. Yanında birkaç 'atılmış'la yaklaştılar.

    'Ne o, çok çabuk binmişsin Amentü gemisine, cennette bekleyenin mi var? '

    'Sokakta kaldık, sorun olduk,' dedim.

    Kikir kikir güldü. Sağ elini omuzuma koyarak, 'bu halk bizi besler,' dedi, yeter ki sorun olalım. Sorun olmaktan korkan insan aç kalır, sorunları çözemez.' Bakışları disiplin kurulunun karar aldığı odanın penceresine çevrildi. 'Bunlara acıyorum,' diye mırıldandı. 'Bunlar, çocukların işaret parmaklarından korkuyorlar. Çocukların soru sorması kadar güzel bir şey var mı yeryüzünde? '

    Bu halk bizi besler'e bakıyordum ben. Çarpık adımlarla karşıdan karşıya geçen birkaç kişinin dışında kimsecikler görünmüyordu. Anamın yoksullar için söylediği, 'ekmeği kuru, ayranı duru,' sözü yankılanıyordu içimde.

    Grevler, köylü mitingleri, toprak işgalleri derken, Türk Solu dergisinin yazı kurulunda yeniden bir araya geldik. Her zamanki gibi gözünün kuyruğuyla süzerken gülümsüyordu şirin şirin. Güzel şeyler yapmanın verdiği rehavetle,

    'Eeeee anlat bakalım Hacı Fışfış, yaşamla aran nasıl' diye sordu.

    'Fena değil,' dedim. 'Yaşamımı mide kıyıntısı ile moloz döşek arasında sıkışmaktan kurtardım. İyi oldu.. Köçek fistanı gibi renklendi ruhum.'

    Keyfinden gözlerinin içi ışıldadı. Sözlerimin gerçek anlamlarıyla değil de çağrıştırdıklarıyla daha çok ilgilenir gibi bir hali vardı.

    'Yaşadığımız pratik, ortak yönlerimizi keşfetmemize ve çoğaltmamıza yardımcı oluyor. Yalnız adamlar olmaktan çıktık. Sır kumkuması, kesirsiz, mükemmel insanlar değiliz artık. Lakırdıyı ağzımızda çiğnemiyoruz. Yalın ve doğrudan bir tarza doğru yaklaşıyoruz. Tartışmaları kökten sürme, yaşayan düşüncelerle kaliteli hale getirmeye çalışıyoruz.'

    Ciddi şeyler söylemesine rağmen sesinde içtenlikli, içli bir alay arzusu vardı. İyimserliğini, bilgisinin ve pratiğinin zemini haline getirmişti.

    'Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki marsıvan eşeği bile değişmek zorunda kalıyor,' dedim. 'Anlam kazanmayan bir tek kıpırtı kalmadı. Deli alacasındayız.'

    'Doğru,' diye onayladı. 'Bizi bu hale getiren, ülkenin ve dünyanın durumudur. Hayat, kelini körünü toplayarak iki ayağının üzerinde doğrulmaya çalışıyor. Kültür Devrimi ve Vietnam direnişi, dünyanın kabuğunu çatlattı, özneye dönüştürdü bizi. Güç olmanın zamanıdır.'

    Öğrenci hareketlerinin dışındaydık. Ben köylü, o ise işçi hareketleriyle yakından illgileniyordu. Kitle hareketleri, 15-16 Haziran işçi direnişiyle doruk noktasına erişti. Bunu 12 Mart darbesi izledi.

    Uçurumdan gelen seslere kulak verdim. Karşı zirvelere sis çökmüştü.

    'Ekmek torbalarımız dibe vurdu,' dedim. 'Kitaplar ve zirve sisleriyle başbaşa kaldık. Halk denilen deryanın kıyısındayız. Derya bizim içimizde ama biz deryanın içinde değiliz. Korkuya kesmiş, sessizleşmiş bir deryanın kıyısındayız...

    Elindeki çöple, ayağına büyük gelen kara lastiğin burnunu kurcalıyordu. Kasketi yana kaymıştı. Kiremit kızılı kıllar basmıştı çenesini.

    'Darbe, ülkenin mumlarını tek tek söndürüyor,' diye mırıldandı. 'Mumu sönen bir halk homurdanır, acı çeker. Sessizliği derinleştiren bu öğelerdir.'

    Sessizleştik. Avurtları çökmüştü. Mantığıyla hesaplaşan mağrur bir inatın egemenliği altındaydı sesi. Güzel günlere olan inancının dışında, her şeyini yitirmiş gibiydi. Derviş sessizliğiyle dinliyor, sağ göz kapağını hafif indirerek, kararlı ve kesin konuşuyordu. Zirvelerden inen sislerdeydi bakışlarımız.

    Kafasının arkasına ve ensesine saplanan saçma yaralarından ve kurşun sıyrığından ılık kan sızıyordu kara. Derinleşen acılarda ve tüfek seslerindeydi kulakları. Kafasının kanlanmış kara batan tarafını kaldırmak isteyince, yaklaşan ayak seslerini duydu. Başucuna dikilen askerleri dinlemeye koyuldu.

    'Kafası parçalanmış. Silahı yok. Çevirin, ceplerini yoklayın. Kimliğine bakın.'

    Sırtüstü çevrileceğini anlayınca gözlerini yumdu. Kar, kan ve ter karışımı yüzde taşlaşan şafak aydınlığına baktılar. Soluğunu kıstı, iç gözleriyle bakışları izledi. Koynuna dalan ellerin soğukluğundan ürperdi. Cüzdanın çevrilen ilk sayfasından buz mavisi bir ses yükseldi.

    'Haydar Mecit. Bu da kimmiş? Köylülerden birisi olmalı.'

    Ölüyü bırakıp, kendilerini uçurumdan aşağılara atanların peşine düştüler. Uzaklaşan ayak seslerini hassasiyetle izledi ölü. Şafak ayazının uyuşturduğu ellerini açlığına ve acılarına bastırarak doğruldu ve yaralı bir kurt hırsıyla olay yerinden uzaklaştı sendeleye sendeleye.

    Bir arkadaşla birlikte kendimi uçurumdan aşağı atmış, yuvarlana yuvarlana gelip buzlu suda konaklamıştım. İki saat sonra, sabah güneşinin ışıldattığı karşı zirvedeydik. Yırtıcı kuşların gübreleriyle renklenen bir kayanın üzerinde oturmuş, olay yerine, Vartinik'e bakıyorduk. Müfrezenin silahsız bir grubu bastığını ve kimseyi ele geçiremediğini sanıyorduk. Halbuki A. Haydar Yıldız vurulmuş, İbo ise yaralı haliyle kaçmıştı.

    Köylüler, bitkin, kanlı ve sararmış benziyle kapıyı çalan ölüyü görünce dehşete kapıldılar ve onu içeri almak zorunda kaldılar. Yaralarını temizleyip karnını doyurdular. Büyük lastik ayakkabısının içindeki karları çıkardılar, çoraplarını ocak başının üzerinde kuruttular ve ona hemen evi terkedip gösterecekleri mağarada kalmasını söylediler. Ayaz karanlığı, karanlık ise gökyüzünü ve dağları yutmuş gibiydi.

    Mağara, dayanılmaz derecede soğuktu. Karanlığı ve kıpırtıları soluyarak bekledi. Donacağını düşündü. Sızlayan yaralarını dinledi. Mağarayı terkedip kara ve karanlığa karıştı. Bu sefer bir öğretmenin evindeydi. Yaraları buzlanan, yanaklarının kılcal damarları patlayan bu garip ölüyü, sıcak bir misafirperverlikle ağırladı öğretmen. Ve sonra durumu, el altından müfrezeye bildirdi. Zaten Ölü'yü aramaya çıkmıştı müfreze.

    Müfrezenin pür silah eve girdiğini gören Ölü, inadına ve soğukkanlılığına halel getirmeksizin gizlenmiş derin bir irkilişle ayağa kalktı.

    'Hiç kimse kanundan kaçamaz. Seni Haydar Mecit sanmıştık, dirilip kaçınca İbrahim Kaypakkaya olduğunu anladık. Maceran burada noktalandı.'

    Ödünsüz, dik bir duruşla tartışmaya koyuldu müfrezeyle. Hayretten donakaldı köylüler. Tartışma kelepçeyle noktalandı. Bir gün önce bir sırığa bağlanarak dağdan indirilen bir ölünün sırık izine düşüp, buzlu ve çetin bir dere yolculuğuna çıktılar. Ayağındaki ayakkabı, müfrezeyle birlikte katetmeye çalıştığı Kutuderesi'ni içine alacak derecede büyümüş ve sulu karla dolmuştu. *

    İFADENİZ Mİ NEYİNİZ VARSA ALIN; OĞLUMUN CENAZESİNİ VERİN...

    Binadan koşar adımlarla çıkan yarbay cipin yanına geldi. Ali Kaypakkaya'ya inmesini söyledi. Birlikte aynı binaya girdiler. Bir koridordan geçtikten sonra yarbay, Ali Kaypakkaya'yı bir odaya aldı.

    İçeride beyaz önlüklü bir adam vardı. O adamı görünce bu kez Ali Kaypakkaya'nın içi kararmış 'İbrahim belki de hasta, yine hastaneye yatırdılar, bu adamların telaşı bundan' diye düşünmeye başlamıştı.

    Beyaz önlüklü adam, Ali Kaypakkaya odaya girince telaşlı ve tedirgin davranışlarla ona 'otur şuraya, buyur sigara yak...' demiş paketinden sigara uzatmıştı.

    Ali Kaypakkaya ne sigara aldı, ne de oturdu. Odada aşağı yukarı dolanmaya başladı.

    O sırada birden kapı açıldı. Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Şükrü Olcay yanında bir albay, hastane müdürü ve bir-iki subayla içeri girdiler.

    Şükrü Olcay yukarıdan aşağıya Ali Kaypakkaya'yı süzdü, 'Sen İbrahim Kaypakkaya'nın babası mısın' diye sordu.

    Ali Kaypakkaya 'Evet' diye yanıtladı onu.

    Sonra Şükrü Olcay kesin ve katı bir sesle 'Bunu birdenbire söylemek olmaz, ama ben söyleyeceğim; İbrahim öldü....' dedi.

    Ali Kaypakkaya'nın birden bütün kanı çekildi. 'Anlayamadım...' diye kekeledi.

    'Oğlun öldü diyorum' diye sözünü yineledi Şükrü Olcay.

    Ali Kaypakkaya şaşkın ve birden bembeyaz olmuş yüzü altından 'Neden ölsün benim oğlum, ölmez o...' diye karşılık verince... 'Öldü diyorum, işte öldü o...' diye kesip attı Şükrü Olcay.

    Ali Kaypakkaya bu kez garip bir şekilde hareketlenmiş ve sanki boğulmak üzere olan bir insanın çırpınışlarıyla bir yandan yutkunuyor bir yandan ceplerini karıştırıyordu. Sonra cebinden mektubunu çıkarıp 'işte yazdığı mektup beni çağırıyor, ölmez benim oğlum, hasta değildi, sağlığım yerinde diye yazıyor' diye bağırmaya başlamıştı.

    Şükrü Olcay 'intihar etti, oğlun intihar etti...' diye bağırarak karşılık verdi ona. Ali Kaypakkaya ise kesik kesik yanan yüreğini dışarıya vuruyordu: 'Hayır, hayır oğlum öldürüldü, oğlumu öldürdünüz, onu öldürdünüz, onu öldürdünüz, onu döve döve öldürdünüz, oğlumu siz öldürdünüz...'

    Odadakilerden birisi 'sus, yoksa haddini bildiririz' diye kesti Ali Kaypakkaya'nın yakarışlarını; gözdağı verdiler ona.

    Ali Kaypakkaya bir aralık suskunluktan sonra, içli ve acılı bir sesle 'verin benim cenazemi, ifadeniz mi neyiniz varsa alın; oğlumun cenazesini verin...' dedi.

    İlkin 'vermeyeceğiz, biz gömeriz' dediler. Bu söz üzerine birden yırtıcı bir sesle Ali Kaypakkaya 'Cenazemi vermezseniz bir adım gitmem' diye diretti.

    Şükrü Olcay bu sıra beyaz gömlekli adama dönerek 'Şuna su verin' dedi. Ali Kaypakkaya 'suyunuzu falan istemiyorum, oğlumun cenazesini istiyorum, onu dişimi tırnağıma takıp büyüttüm, bir gecekondum var, şimdi onu satıp oğluma harcayacağım, köyüme götüreceğim...' diye karşılık verdi.

    Şükrü Olcay çevresindekilere 'Muamelesini yapın' deyip döndü ve çıktı odadan.

    Sonra Ali Kaypakkaya'yı getiren yarbay onu tekrar alarak dışarıya çıkardı. Oğlunu görmek için Diyarbakır'a ilk indiği gün kapısından çevirdikleri Askeri Hastane'ye geldiler.

    Orada Ali Kaypakkaya'ya yapması gereken birtakım işlerden söz ettiler. O da gidip belediyeden bir 'müsaade kâğıdı' aldı. 430 lira verip bir tabut seçti. 70 liraya kefen satın aldı.

    Kefen katlanırken, yolda gelirken kurduğu düşleri, oğlunun çocukluğunu, gözü önüne gelen kundağını, onu kucağına alışını anımsadı.

    Sonra bir hamal tutarak tabut ve kefeni ona verip hastaneye döndüler.

    Belediye memuru 'taşınabilir' diye bir kâğıt imzalayıp verdi ona. Bir yer gösterip oturup beklemesini söylediler.

    Oğlu yaralı yattığı günlerde, yüzünü göstermedikleri koridorlarda, şimdi onu görmeyi bekliyordu.

    Bir süre sonra İbo'yu buzdolabından çıkardılar. Ali Kaypakkaya'ya 'işte oğlun hazır' dediler. Kafadan kesikti. Karnı, kolları, bacakları ve kaba etleri yarılmıştı. Parça parça edilmişti İbo. Gövdesi delik deşikti. 'Otopsi' diye mırıldandı onu buzdolabından çıkaran adam. 'Peki ya bu delikler ne? ' diye söyledi Ali Kaypakkaya. Ses etmediler.

    Oğlunun karşısında sanki kanı kurumuştu Ali Kaypakkaya'nın, Karşısında o yiğit, o dal gibi oğlu yerine, kesilmiş, delik deşik edilmiş insan parçaları duruyordu. Boğazı ve gırtlağı tamamen çürümüş ve simsiyahtı. Sanki çembere alınmış da sıkılmış gibiydi. Daha sonra da kesilip parçalanmıştı boğazı. Omuzlarında, göğsünde sürüyle delik vardı.

    Görüntüler karşısında İbo'yu tabutuna yerleştiren hamal ağlamaya başlamıştı. Ali Kaypakkaya ona parasını vermek istemiş, adam almamıştı. 'Bu bizim insanlık görevimiz' demişti. Nöbetçi erler ve hastabakıcılar Ali Kaypakkaya'yı yatıştırmaya çalışıyorlardı.

    Gelirken İbo'ya vermek için yanına aldığı 1200 liradan 550 lira kalmıştı.

    Gidip bir taksiyle pazarlık yaptı. Taksici parayı peşin istedi. Sonra Ali Kaypakkaya'ya 'Uçağa götür' dediler. Arkasından hep birileri geliyordu.

    Uçakta 240 lira tabut taşıma parası aldılar. Cebinde kalan diğer parayı bilete verdi. Çıkışmayan kısmı için 'Arkasından gelenlerin' araya girmesiyle 'sonra alırız' dediler.

    Oradan Ali Kaypakkaya'yı havaalanına getirip polise teslim ettiler.

    Havaalanında uçuş bekleme salonuna alınırken arama kabininde Ali Kaypakkaya'yı arayan polisler, onun ceplerinden oğluna getirdiği ve İbo'nun savunması için babasından istediği bildirileri buldular. Evirip çevirip bakıyorlar ve söyleniyorlardı. Ali Kaypakkaya 'Onları oğlum istemişti, savunması için gerekiyormuş, ona getirmiştim' diye açıkladıysa da, polisler 'Yok efendim yok, bunlar suçtur, yasaktır, madem oğlun öldü, yorgan gitti kavga bitti deyip bunları yırtacaktın, seni suçlu olarak alıkoymamız gerekiyor...' diye bağırdılar.

    Ali Kaypakkaya bu davranış karşısında polislere 'Oğlum ölmüş, bildiriyi nasıl düşüneyim, sabah beri bir dilim ekmek bir yudum su canıma girmemiş' diyerek kendisini bırakmalarını söylemiş, oradaki bir kadın polisin araya girmesiyle Ali Kaypakkaya'yı bırakmışlardı.

    Uçak Ankara'ya indiğinde Ali Kaypakkaya'yı iki yüzbaşı karşıladı. Onunla taksi tutmaya çıktılar. İbo'yu taksiye yerleştirip bağladılar.

    Önde İbo'nun bağlı olduğu taksi, arkada 'takipçilerin' arabası evin önüne geldiler.

    Babası İbo'yu evine taşıdı. O gece evinde onun başında bekledi. Başı avuçlarında düşündü durdu, yaşlandı durdu oğlunun başucunda. Sabah erkenden gidip bir minibüs tuttu. Ve oğluyla birlikte köylerine geldi.

    İbo ile birlikte 'takipçiler' de köye geldiler.

    Çevre köylerden İbo'nun köye geldiği şaşılası bir biçimde kısa sürede duyulmuştu. Onu duyanlar öbek öbek uğurlamaya geliyordu. Evin çevresi bir anda köylülerle dolmuştu.

    Mezarlığın karşısından geçen büyük yoldaki benzincinin lokantası önünde 'takipçilerin' arabaları duruyordu. Takipçiler orada oturmuş uzaktan köyü ve mezarlığı gözlüyorlardı... *

    NİHAT BEHRAM

    ('İbrahim Kaypakkaya' kitabından,

    Umut Yayıncılık, 2. baskı 1996)

    KASKETLİ FOTOĞRAF

    Yıl 1971. 12 Mart askeri darbesinin ardından 26 Nisan 1971 tarihinde sıkıyönetim ilan edildi. Arananlardan birisi de bendim. İbrahim Kaypakkaya Ankara'daydı. Birlikte Güneydoğu'ya gidecek ve Aydınlık hareketini örgütleyecektik. Benim kimlik sorununu çözmek için İbrahim'in köyüne gitmeye karar verdik.

    Önce İbrahim'lerin Ankara Mamak NATO yolu üzerindeki evinde birkaç gün kaldık. Sonra Çorum yakınındaki Karakaya köyüne gittik. İbrahim'in babaannesi bizi Karakaya köyünde ağırladı. Daha sonra örgütlenme çalışmaları yürütmek üzere Malatya'ya doğru yola koyulduk.

    Malatya'da tanıdıklarımız sınırlıydı. Bunlardan birisi de daha önce siyasi nedenlerle tutuklanmış, tüm devrimcilerin dostu Süleyman Kırteke'ydi. Kırteke'nin bir akrabasının evinde kalırken onu çağırdık. Bize yardımcı olmasını istedik. Her ikimize de kılık kıyafet ayarlamak gerekiyordu. İbrahim'in, yıllarca poster olarak kullanılan ünlü kasketli fotoğrafı işte bu sırada çekildi. Süleyman Kırteke, şapkalı fotoğrafın öyküsünü şöyle anlattı:

    '12 Mart askeri darbesinden sonraki günlerdi. Solun bilinen isimleri, Malatya'ya örgütlenmek ve gizlenmek için geliyorlardı. Biz de gelenleri önceden belirlediğimiz köylere ve mekânlara yerleştiriyorduk. Tam gününü hatırlamıyorum ama, sanırım Kürecik dağları kar alacasıydı İbrahim Kaypakkaya'yı Hallahort Mehmet Ali'nin evine götürdüğümüzde. Akrabalarımızdan İbrahim Erdoğan beni aramış ve evlerinde iki misafirimin olduğunu söylemişti. Oraya gittiğimde karşıma daha önceden tanıdığım Oral'la, Dev-Genç'in son kurultayında tanıdığım İbrahim Kaypakkaya çıktı. Sorun aynıydı. Önce tebdili kıyafet sonra kimlik. Ben üstümdeki elbiseleri Oral'la değiştirdim. Kaypakkaya'ya ise ilginç bir kıyafet denk düştü. O günlerde akrabam İbrahim (Erdoğan) 'lerin evinde alacak-verecek meselesi nedeniyle İran'dan getirilip rehin tutulan bir İran'lı genç kalıyordu. Onun kıyafetlerini İbrahim'e uygun gördük. Gencin adını da hatırlıyorum: Feyzullah.

    Feyzullah'ın üzerindekileri çıkarıp İbrahim'e giydirdik. O ünlü kasketi de kafasına geçirmişti, Malatya Mücelli caddesindeki evin hemen karşısındaki Foto Kemiksiz'e gittik. Fotoğraflar çekildi, kimlikler hazırlandı. Bundan sonra Mehmet isimli bir arkadaş İbrahim'i Hallahort Mehmet Ali'ye götürdü. Daha sonra sembol olan kasketli fotoğrafın kısa öyküsü bu. Dikkat edilirse Kaypakkaya'nın başındaki kasket Türkiye'deki kullanılan kasketlere benzemez. Sebebi o İran'lı Feyzullah'ın kasketi olmasındandır.' *


    ORAL ÇALIŞLAR

    (Turhan Feyizoğlu'nun

    'İbo' kitabından)



    KAYPAKKAYA DİRENİŞÇİ DİR

    KAYPAKKAYA SAVAŞÇI DIR

    KAYPAKKAYA KOMÜNİST DİR

    KAYPAKKAYA HALK SAVAŞÇISI DIR

    KAYPAKKAYA ZİNDANDA BİR DESTAN DIR

    KAYPAKKAYA MÜCADELECİ DİR

    KAYPAKKAYA KALEŞNİKOF TUR

    KAYPAKKAYA MİTRALYÖZ DÜR

    KAYPAKKAYA İŞÇİ DİR

    KAYPAKKAYA KÖYLÜ DÜR

    KAYPAKKAYA PARTİZAN DIR

    KAYPAKKAYA YURT SEVER DİR

    KAYPAKKAYA HALK SEVDALISI DIR

    KAYPAKKAYA İLERİCİ DİR

    KAYPAKKAYA DÜZENSİZ DİR

    KAYPAKKAYA EMEKÇİ DİR

    KAYPAKKAYA DEMİR DİR

    KAYPAKKAYA ÇELİK DİR

    KAYPAKKAYA YILMAZ DIR

    KAYPAKKAYA GELENEKTİR

    KAYPAKKAYA SER VERMEK

    KAYPAKKAYA SIR VERMEMEKTİR


    KAYPAKAKYA YOLUNDA..............




    PATİ[email protected]



    KARADENİZE@LİVE.COM



    DENİZLERE SELAM OLSUN............

  • kızıl02.05.2008 - 11:55

    KIZIL KMERLER

    Kızıl Kmerler, (Khmerce: Khmer Krohorm, Fransızca: Khmer Rouge) Kamboçya'da gerilla savaşıyla iktidarı ele geçirerek 1975-79 arasında ülkeyi yöneten radikal komünist hareket.1967'de, Kamboçya Komünist Partisi'nin silahlı kolu olarak kurulduğu kabul edilir.

    1960'ların başlarında Fransa'da eğitim görmüş Marksistlerin yönetiminde Prens Norodom Sihanouk'a karşı bir ayaklannmaya katılan komünistler, 1967'de bir köylü isyanında, 1968'de ise hızla yayılan bir kabile ayaklanmasında yer aldılar.Mart 1970'te Prens Sihanouk'u deviren General Lon Nol liderliğindeki sağcı darbeyle Kmer Cumhuriyeti kuruldu.Kızıl Kmerler Sihanouk'a sadık kalan bazı komutanlarla ittifak kurdular.Darbeden kısa bir süre sonra ABD ve Güney Vietnam birliklerinin ülkeyi işgal etmeleriyle Kamboçya Vietnam Savaşı'nın taraflarından biri durumuna geldi. Yeni rejimin baskıcı önlemlerinden kaçan Kamboçyalı Vietnamlılar ile özerk bir cumhuriyet kurmaya çalışan Müslüman azınlıktan yaklaşık 2 bin kişi de onlara katıldı.O sırada Kuzey Vietnam'ın başkenti Hanoi'ye götürülerek komünistlerce eğitilen başka bir Kamboçyalı grup da ülkeye dönerek Kmer Viet-Minh adıyla ortaya çıktı.

    General Lon Nol yönetimi ABD'den gördüğü askeri ve mali desteğe karşın Kızıl Kmerlere karşı başarılı olamadı.Yaklaşık beş yıl süren iç savaş boyunca Khieu Samphan, Hou You ve Hu Nim önerliğindeki Kızıl Kmerler hükümet birliklerine karşı yürüttüğü silahlı mücadeleyle Kamboçya'nın kırsal kesimlerinin tümünde iktidarlarını pekiştirdiler.Sonunda Nisan 1975'te başkent Phnom Penh'e başarılı bir saldırı düzenleyerek ele geçiridler.Ardından Demokratik Kamboçya hükümetini kurdular.

    Mart 1976'da Khieu Samphan devlet başkanı, Pol Pot başbakan oldu.1977'de ise Çin çizgisindeki Komünist Parti resmen devlet partisi olarak tanındı.20. yüzyılın en kanlı rejimlerinden bir kabul edilen Kızıl Kmer iktidarı, bütün dünyada hiçbir Marksist yönetimin başvurmadığı kadar aşırı bir şiddet uygulamasına girişti.Ülkedeki meslek sahiplerinin ve teknik elemanların hemen hepsi yok edildi.Kentlerde yaşayan milyonlarca kişi zorla köylere yerleştirilerek, kolektif çiftliklerde çalışmaya zorlandı.Rejim düşmanı ilan edilenler aileleriyle beraber toplu olarak katledildi.Bu dönemde ekonomik sistemin felce uğraması nedeniyle baş gösteren açlık ve salgın hastalıklar sonucu ölenlerin sayısının, siyasi nedenlerle öldürülenlerle birlikte yaklaşık 1.5 milyon olduğu tahmin edilmektedir.

    Kızıl Kmer iktidarı sırasında Kamboçya ve Vietnam arasında yoğunlaşan sınır sorunları Aralık 1977'de iki ülke arasındaki ilişkilerin tamamen kopmasına yol açtı.Pol Pot'un Çin Halk Cumhuriyeti'ne yakınlaşması Vietnam saldırılarını yoğunlaştırdı.

    Ocak 1979'da ülkeyi işgal eden Vietnam birlikleri ve Vietnam yanlısı Kamboçyalı komünistler (Ulusal Kurtuluş İçin Kamboçya Birleşik Cephesi) Kızıl Kmer yönetimine son verdiler ve Vietnam'ın teknik ve mali desteğine dayanan bir hükümet kuruldu.Kızıl Kmer rejiminin çökmesinden sonra Çin'e kaçan Pol Pot ve Khieu Samphan yönetiminde, Kamboçya'nın ücra köşelerine çekilen Kızıl Kmerler, bu kez Tayland sınırı yakınlarındaki üslerinden ve Çin'den destek alarak yeniden gerilla savaşı başlattılar.1982'de Vietnam destekli merkezi hükümete karşı çıkan ve komünist olmayan iki başka Kmer grubuyla, Prens Sihanouk'un fahri önderliği altında gevşek bir koalisyon oluşturdular ve zamanla bu koalisyonun en güçlü tarafı durumuna geldiler.1990'da Vietnam birliklerinin Kamboçya'dan çekilmesinden sonra, iç savaşı sonlandırmak üzere Kızıl Kmerlerle ile savaşın öteki tarafları arasında varılan antlaşma 1992'de Paris'te imzalandı.Ama Kızıl Kmerler antlaşmanın uygulanmasının konusunda güçlük çıkarmayı sürdürdüler.

    1990'larda büyük kopuşlara rağmen özellikle Tayland sınırında gerilla savaşına devam ettiler.Kızıl Kmerler, 1998'de liderleri Pol Pot'un ölümünden sonra tamamen çözüldüler.Pol Pot'un ardılı Khieu Samphan'ın teslim olmasından (Aralık 1998) sonra 1999'a kadar pekçok üyesi ya yakalandı ya da teslim oldu.



    PATİ[email protected]

  • savaş02.05.2008 - 11:50

    HALK SAVAŞI NEDİR........

    Halk Savaşı; Mao Zedong'un ve Lin Piao'nun geliştirdiği, yarı-sömürge ülkelerde işçi sınıfı önderliğinde, temel gücü köylü kitlelere dayanan işçi-köylü ordusunun emperyalizme ve feodalizme karşı verdiği savaştır. İşçi sınıfı ve köylülüğün bazı kesimlerinin yanı sıra kent küçük-burjuvazisi de kapsayan bir ordunun savaşı olmasından kaynaklı, bu savaşa halk savaşı denir. Gerilla savaşından düzenli ordu savaşına kadar ordusunu savaş içerisinde geliştirir. İktidarı kırdan kente doğru parça parça kurarak en sonu halk iktidarını kurmayı hedefler. Mao'nun Çin devrimi pratiği üzerine yazdığı pek çok makale de halk savaşı teorisini geliştirir. Bu teorinin aynı zamanda pratisyeni olarak ta gerçekleştirir.

    Akademik bir teoriye sahip olan halk savaşı: Stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırı aşamalarıyla da detaylandırılı

    KARADENİZE@LİVE.COM

  • İBRAHİM KAYPAKKAYA02.05.2008 - 11:37

    İBRAHİM'E AĞIT

    'Benim yavrum fakülteyi bitirmiş
    Eşi dostu hep yanına getirmiş, getirmiş
    Yaralanıncın tümenini yitirmiş
    Yaralı gövdene kurban olurum
    Ben de senin yollarına ölürüm

    Ordunun askeri de üstüne varmış
    Kafirin biri de yavruma vurmuş, vurmuş
    Bu acılı haberin köye duyulmuş
    Acılı haberini duyan ağlasın
    Yas çekesin de karaleri bağlasın yavrum

    Benim yavrum muradını almamış
    Bayrak dikilip de düğün olmamış olmamış kuzum oy
    Okumuş da muradını almamış almamış
    Yaralı gövdene kurban olurum
    Bende senin yollarına ölürüm

    Benim yavrum dört ay hapiste yatmış
    Uyudum uyandım yüreğim kopmuş kopmuş
    Bu yavrum gören ondan efkarım artmış
    Yiğit boylarına kurban olurum oy
    Ben de senin yollarına ölürüm

    Benim yavrum akılların kuyusu
    Vurmayın kafirler yiğit kuzusu oy
    Civan boylarına kurban olurum
    Ben de senin yollarına ölürüm oy

    Benim yavrum ezelinden gülmemiş
    Okumuş da muradına ermemiş ermemiş
    Kafirin sürüsü de aman vermemiş vermemiş oy
    Yaralı gövdene kurban olurum
    Bende senin yollarına ölürüm kurban olurum sana
    neferim

    Yavrumun yaresi de hançer yarası yaresi
    Ağlayan ağlayana da annesi, annesi oy
    Vurmayın kafirler de lise hocası, hocası
    Yaralı gövdene kurban olurum
    Ben de senin yollarına ölürüm, kuzum

    Tunceli derler adını duydum, adını duydum
    Bir yiğit vurmuşlar da komşular duyun, duyun
    Babasına anenesine tel vuruk, tel vuruk,
    Yiğit boylarına da kurban olurum
    Ben de senin yollarına ölürüm kuzum

    Arayı arayı da seni bulmuşlar
    Getirmişler de bir dergaha koymuşlar koymuşlar, kuzum, kuzum
    Yavrumu işkenceye almışlar almışlar
    Yaralı gövdene kurban olurum, olurum
    Ben de senin yollarına ölürüm
    Melerim kuzum, civan boylu kuzum kurban olduğum kuzum

    Bahar gelmiş de herkes gülüp oynuyor, oynuyor
    Benim yorgun göynüm de hiç durmuyor, durmuyor
    Posta gözlüyom da mektup çıkmıyor çıkmıyor
    Yaralı gövdene kurban olurum, olurum
    Ben de senin yollarına ölürüm, kuzum'





    1

    8

    M

    A

    Y

    I

    S

    UNUTMA 18 MAYISI


    U

    N

    U

    T

    M

    A

  • butan02.05.2008 - 11:24

    RÖPORTAJ:BUTAN KOMÜNİST PARTİSİ(MAOİST) GENEL SEKRETERİ VİKALP BUAT'DA HALK SAVAŞI ENGELENEME



    Wednesday, 14 November 2007
    BKP(M) : 'Butan Halk Savaşı Engellenemez'



    19 Haziran 2007

    Röportajı Gerçekleştiren: T. P. Mishra, Bhutan News Service

    Butan Komünist Partisi (Marksist Leninist Maoist) [BKP(MLM) ] 2001’in ortalarında kuruldu ve kuruluşunu 2003’te kamuoyuna deklare etti. Parti, mevcut rejimi bir bütün olarak alaşağı etmek ve devamında bu Himalaya krallığında bir halk hükümeti kurmak üzere, halk savaşı metodunu savunuyor. BKP(MLM) en çok, sürgün Butanlıların yaşadığı Jhapa Camplarındaki büyük olaylardan sorumlu tutuluyor. Bhutan News’in BKP(MLM) genel sekteri ‘Vikalpa’ ile, posta usulü ile yaptığı röportajda, Vikalpa, Partilerinin misyonunun her koşul altında, halkın hakları için mücadeleyi sürdürmek olduğunu söyledi.



    BNS: Neden Butan’da bir Komünist Parti kurma ihtiyacı hissettiniz?

    Vikalpa: Nerede baskı varsa, orada başkaldırı da söz konusudur. Ve isyan, her zaman hükümranlığın baskısını parça parça alt edip, özgür toplumu kurmaya muktedir bir güç taşır. Fakat, isyanı başlatmak, devrimci bir partiyi gerektirir. Yine, devrimci bir parti yaratmak devrimci bir ideolojiyi gerektirir. Söz konusu olan ideoloji ise 21.yüzyıl için Marksizm Leninizm Maoizm’dir. Bu sebeplerden ötürü Komünist Parti’yi Butan’da inşa etmeye karar verdik. Bununla birlikte, eski parti ve organizasyonlar, kendilerini insanların yalnızca politik olarak istihdam edildiği “şirketler”e indirgeyen, iradelerini diğer ülkelerdeki güçlere teslim eden kurumlar olup, kendi bencil düşlerinden ibarettirler. Şu halde bu parti ve organizasyonlar iki grup halinde değerlendirilebilir: Butan yanlısı ve ABD yanlısı. Özgürlük özlemi ve sevgisi içinde olan Butan halkının ve sürgün edilmiş devrimci Butanlıların, yani bu topraklara ait insanların yüzde 95’lik kesimi için Komünist Parti’yi kurmaya karar verdik. Tüm bunlara dayanarak, Butan’da, MLM çizgide bir Komünist Parti’nin ihtiyaç olduğu konusunda karar kıldık.

    BNS: Partiniz bu süreçte neler yapıyor?

    Vikalpa: Şu an, partimiz ülkeyi elinde tutan yüzde beşlik feodallere karşı yüzde 95’lik kesim için mücadele yürütmektedir. Bundan dolayı, partimiz, devlet gücünü, o gücü elinde tutan yüzde 5’lik kral feodallerinden, yüzde 95’lik kesimi oluşturan köylülere ve çalışan sınıflara geçirmeyi istiyor. Bunun politik bilinç temelinde “dünyayı sarsacak devasa bir devrimle” mümkün olacağı kesin. Bu bağlamda, politik bilinci yükseltmek ve devrimin gereklerini ivedilikle yerine getirme konusunda hızlı bir hazırlık içindeyiz.



    BNS: BKP(MLM) neden sürgün edilmiş Butanlıların yaşadığı kamplarda sorun yaratan bir etkinlik içerisinde?

    Vikalpa: Partimiz kamp bölgelerinde sorun yaratmıyor. Butan rejiminin temel metodu, ‘sessiz bir devlet terörü’ uygulayıp, adalet özlemi içinde olan insanları “terörist” ithamıyla suçlamak, yine aynı yolla halkın ulusal hareketinin karşısında anti-ulusal bir hareket örgütlemek ve ulusal hisler taşıyanları terörist ilan etmektir. Onlar halkın düşmanıdır ve kullandıkları bu metod düşük yoğunluklu komplolarının sembolüdür. Bu hainler her nasılsa, bazı medya organlarının kullanarak kafa karışıklığı yaratmaktadır. Butan halkı onları asla bağışlamayacaktır.

    BNS: Partiniz, Birleşik Devletler’in üçüncü ülke yerleşimi önerisi ile ilgili ne düşünmektedir?

    Vikalpa: Şimdi, kamplarda yaşanan olaylar oldukça dramatiktir. BKP(MLM) ’nin kuruluşundan önce hiç bir parti sürgün Butanlılar sorunu ile ilgili olmamıştır. Fakat Parti, 2001’deki kuruluşundan ve resmi deklarasyonunun yapıldığı 2003 yılından sonra, yalnızca Butan’daki monarşik yapıya tokat atmakla kalmamış, Hindistan’da ve Birleşik Devletler’de Butan konusunda tezahür eden dramatik durumla ciddiyetle ilgilenmiştir. Birleşik Devletler’in Güney Asya diplomatı olan Julia Taft ile Hindistan Güvenlik Yüksek Komiseri Brajesh Mishra’nın Butan üzerine bir dizi görüşmelerde bulunması ise, dünya emperyalistlerinin ve Butan feodalizminin sürgün Butanlılar konusuna olan ilgisini, dahası bu konuda nasıl da kolektif bir irade birliği için çabaladıklarını ve Butan hareketinin etrafını sarıp parçalamak için nasıl entrikalar çevirdiklerini gösterir niteliktedir.

    Butan Feodalizmi ve dünya emperyalistleri, BKP(MLM) ’nin halka yönelik olan programlarını yalnızca kaygıyla değil, büyük bir korkuyla karşılamaktadır. Onlar, kampları, BKP(MLM) ’nin örgütlendiği temel alanlar olarak görmekteler. Fakat, onların bu metafizik düşünceleri, onların bu yanılsamaları, onları partinin Butan içindeki faaliyetlerini görememe zaafına düşürmektedir. Bu düşünceleri, kampları sökmek istemelerinin ve kampta yaşayanlara ülke dışında iş vaatlerinde /dolar vaatlerinde bulunmalarının temel sebebidir. Ne var ki, krallık elitlerinin ve Birleşik Devletler yetkililerinin bu vaatlerinin dahi gerçekliği yoktur. Onlar yalnızca komprador sermaye ile çalışırlar. Geçmişte demokratik mücadele içinde liderlik yapmış kimi sözde liderlerin ABD yanlısı faaliyetleri de bunu kanıtlamaktadır.

    Sonuç olarak, kampta yaşayan bazı saf, akılsız insanların, iş ve cömert ücret vaatlerine aldanıp, el altından birtakım formları doldurduğu, kompradorların himayesine girerek, kampta olay çıkardığı ve partimizi olaylardan sorumlu tutmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Olaylar medya kanalıyla yanlış yorumlanmakta, konu sansasyonel gazeteciliğin insafına bırakılmaktadır. Onlar, BKP(MLM) kadrolarının bazı hatalarını kullanarak, kendi terörlerini örtbas etmek ve olanların sorumluluğunu BKP(MLM) ’ye yükleyerek bizleri kitlelerden ayırma hevesi içindedirler. Diğer yandan bu yaptıkları partinin savaş yönelimini kesinleştirmekte, kendi sonları yakınlaştırmaktadır. Tüm bunlarla birlikte, bu olanlar Butan devriminde dost ile düşmanın net bir şekilde ayrılması adına küçük de olsa olumsuz bir etki yaratmıştır.

    BNS: Sürgündeki parti kadrolarının Butan’a dönmesi olanaklı mıdır?

    Vikalpa: Bizim toplumumuzda söylenegelen eski bir deyim vardır: “Niyet varsa, yol da vardır” Eğer, kararın yüreğinin içinden geliyorsa, onun önünde durabilecek engel yoktur. Üstelik BKP(MLM) ülkenin içinden örgütlenmiş ilk ve tek partidir. Kadrolarının büyük bir çoğunluğu Butan içindedir. Bu, devrimimizin baskın yönüdür. Sürgün kamplarında yaşayan Butanlılar, devrimimizin yalnızca “ek” olan yönüdür.



    BNS: Bu parti, Butan halkının geleceğini nasıl görmektedir?

    Vikalpa: Monarşiyi bir bütün olarak alaşağı etmedikçe Butan halkı için bir gelecek yoktur. Güney Butan nüfusunun yüzde ellisini oluşturan ve Sadhri ile Tshangla dillerini konuşanları kapsayan büyük bir kesim birkaç ay evvel uygulanan yeni seçim programındaki F-4 ve F-5 planlamaları suretiyle özel bir kayıt altına alınmış ve bu suretle vatandaşlık haklarından mahrum edilmişlerdir. Bu kesimin devlete dönük herhangi bir talebi söz konusu değildir. Bu onları ülkeden tahliye etme niyetlerini gösteren çarpıcı bir gelişmedir.

    BNS: Partiniz “İç Savaş” diye adlandırdığınız süreci ne zaman ilan edecek?


    Vikalpa: Büyük ve şanlı partimiz BKP(MLM) , İç Savaş için değil “Uzun Süreli Halk Savaşı” için hazırlık yürütüyor. Fakat ulusun özgürlük hareketi ile sınıf mücadelesini birleştirme politikası, etkili bir ilerleme göstermesi amacıyla kamuya açıklanmıştır. Eğer bir yabancı müdahalesi söz konusu olursa, yabancı unsurlara karşı bütün diğer parti ve örgütler de dahil olmak üzere devlet iktidarıyla (monarşiyle) bile bir ulusal cephenin oluşturulabileceği bir Ulusal Savaş halini alacaktır. Fakat devlet iktidarı (monarşi) bir ihanet içine girerse, en sonunda, Butan’ın ve Butan halkının egemenliğini muhafaza etmek için İç Savaş dışında bir seçenek kalmayacaktır.

    BNS: Bu partinin Nepal ve Hindistan’daki radikal güçlerle herhangi bir bağlantısı bulunuyor mu?

    Vikalpa: BKP(MLM) bir asalak olmadığı gibi dış yardım alan bir harekete de inanmıyor. Bağımsız bir partidir ve kendi yaratıcılığı içinde bir örnek sunmaktadır. Nepal ve Hindistan’daki adı geçen radikal güçlerle ilişkimize gelince, bu güçlerle herhangi bir bağlantımız yok. Fakat komünist güçler arasında manevi bir destek ilişkisi her zaman vardır, çünkü ideolojik temelimiz ortaktır.

    BNS: Butan sınırları içinde partinizin nüfuzu altında ne kadar bölge vardır?

    Vikalpa: Partimiz 22 Nisan 2003’te kamuoyuna ilan edilmesinden bu yana Butan’daki 20 bölgenin 16’sında ve sürgün bölgelerindeki yedi kampın hepsinde duvar yazılama, afişleme, broşür dağıtımı, bayrak asma ve açık ve kapalı alan toplantıları düzenleme programlarını başarılı bir şekilde yürütüyor. Bunlar proletarya partimizin nüfuzunu ve yeterliliğini göstermektedir. Bunların yanı sıra, yaklaşık dört yıldan bu yana partimiz hem nitel hem nicel olarak kitleler içinde sağlam bir yer edinmiş durumdadır. Fakat kaç bölgede mevzilerimizin bulunduğunu açıklamak için doğru bir zamanlama değil. Şartlar olgunlaştığı zaman bunu da açıklayacağız.

    BNS: Hindistan’ın Butan’ın iç işlerine belirgin müdahalesinin üstesinden gelmek konusunda partinizin stratejileri nedir?

    Vikalpa: Hindistan halkı bizim yanımızdadır; fakat Butan’daki feodal monarşik sistem Hindistan yayılmacılığı ve dünya emperyalistleri tarafından destekleniyor; bu yüzden de partimiz, parti kadrolarının daha sonra mutlak monarşiyle savaşırken bu iki gücün karşısında durabilmeleri ve buna fikren hazırlıklı olmaları için şimdiden onları eğitiyor. Demin de bahsetmiştik, şartlar gerektirdiği zaman savaş Ulusal Savaş biçiminden İç Savaş biçimine dönüşebilir. Hepimiz 21. yüzyıl Marksizm-Leninizm-Maoizm’inin bilimsel savaş sanatıyla donanmış durumdayız; bu nedenle de bir İç Savaş patlak verdiğinde müdahaleci unsurların ne pahasına olursa olsun mağlup olacağı kesindir. Bu türden unsurlar Vietnam’ın, Çin’in, Küba’nın ve daha pek çoğunun tarihinden dersler çıkarmalıdır. Bunlar bağımsız Butan halkının öfkesine maruz kalacaklardır.

    BNS: Sürgünde kurulan diğer siyasi partiler dahi BKP(MLM) ’ye karşı çıkıyorlar. Neden partiniz Butan Hareketini Yönlendirme Komitesi (BHYK) içinde yer alamadı?

    Vikalpa: Demokratik bir birlik için bu partilere defalarca gittik, fakat bir sonuç alamadık. Hatta teklif ettiğimiz önerinin bir nüshasını sunabiliriz. Fakat sürgündeki siyasi parti ve örgütler, gerçekte, kitleler için ter dökmek istemiyor. İstedikleri tek şey, gerçek meseleyi konuşmaktan çok onun çevresinde dönüp durmak. Bizi kendi cephelerine almadıkları gibi girmemizi de istemiyorlar.

    Tabiatlarında var olan bu eğilime bir son vermek zorundadırlar. BHYK ile ilgili söylenebilecek ilk şey, ideolojik temelinin net olmadığıdır. Bunun dışında, halkın duyarlıklarını korumuyorlar. Ayrıca, kuruluşu sırasında sıkıntı çekmedik ve izole edilmiş değildik. Biz BHYK’yi sürgündeyken kendilerini sadece kırtasiye işleriyle sınırlamış olan, tahliye edilmiş Butanlıların bir örgütlenmesi olarak görmekteyiz. Kendilerini kırtasiye işleriyle sınırlamış ve devlet baskısı korkusuyla Halk Savaşı’ndan kendilerini izole etmiş unsurlarla bir ittifak oluşturmanın bir anlamı yok.

    Şunu güçlü bir şekilde ifade ediyoruz ki; BKP(MLM) dışında hiçbir siyasi partinin Butan’da mevzisi yok ve biz de mücadelelerini yalnızca sürgün faaliyetlerine hapsetmiş unsurlarla girilecek bir ittifakın yanında değiliz. Eğer BHYK, Butan’daki halkın davası için hazırsa o zaman BKM (MLM) ile arasında mesafeyi azaltmak ve hem legal hem de illegal mücadele için hazırlanmak zorundadır. Butan’ın nesnel ve öznel koşulları nedeniyle güç kullanmaksızın herhangi bir ilerleme sağlanamaz. Ancak BHYK’nin böyle bir alternatif için adım atması durumunda BKP(MLM) ile BHYK arasındaki ittifakın gerçek bir anlamı olacaktır.

    BNS: Butan’da 2008 yılında yapılması önerilen seçimlere nasıl bakıyorsunuz?

    Vikalpa: Güç kullanımı yoluyla halk karşıtı anayasayı zorla kabul ettirerek yapılan bir seçimin meşruluğundan söz edilemez. Geçmişte, henüz anayasa yokken yasadışı bir otokrasi vardı, fakat 2008’den sonra anayasal monarşi örtüsü altında (halk üzerinde) yasal bir otokrasi yaşanacak. Bu seçimin uluslararası kamuoyunun gözünü boyamaktan öte bir anlamı yoktur.

    BNS: Butan’daki demokrasi hareketi neden hep başarısız oldu? Partinizin Butan’da demokrasinin kurulmasına yönelik iyimserliği ne ölçüdedir?

    Vikalpa: Butan’daki demokrasi hareketinin başarısızlığının ardında pek çok sebep sayılabilir; fakat “ideolojinin sefaleti” bunların arasında esas olanıdır. Başkan Mao Zedung, ideolojinin doğruluğu ya da yanlışlığının her şeyi belirlediğini söylemiştir. Eğer ideoloji doğruysa, ihtiyaç duyulan her şey elde edilebilir; eğer yanlışsa elde bulunanlar bile zamanla kaybedilir. Bu, Butan devriminde de yansımasını bulmaktadır.

    Eski siyasi partiler ve örgütler, doğru ideoloji ve taktiklere sahip olmadıkları için [başarısızlığa uğradılar]. Ne halkın desteğini kazanabildiler ne de askeri bir güce sahip oldular. Butan devriminin temel bileşenlerini anlamak noktasında başarısızlığa düşerek labirentte yollarını kaybettiler. Feodal monarşik sistem bu türden hatalar yüzünden Butan demokratik mücadelesini küçümsemiştir. Fakat Marksizm-Leninizm-Maoizm’in bilimsel temelinde yükselen BKP(MLM) bu türden hatalı faaliyetlere bir son vermek ve Butan devrimine doğru bir yönelim kazandırmak için kurulmuştur. Butan devriminin bileşenlerini doğru bir biçimde tespit etmiş ve yeni ve güzel bir Butan kurmak üzere doğru bir hat belirlemiştir.

    Eğer tarihsel 9. Merkezi Konferans [CC? ] toplantısında oluşturulup önemle tavsiye edilen “Butan devrimi üzerine beş sentez ve üç direktif”ine bakıldığı zaman her şey çok açık biçimde anlaşılacaktır. Doğru durumun doğru bir şekilde değerlendirilmesine bir örnektir [bu belge]. Partimiz doğru bir ideolojik temele dayandığı ve halktan kitlesel bir destek gördüğü için halk iktidarı kurulmasında ve halkın ülkenin gerçek sahibi olmasında partimizin öncü bir rol oynayacağına dair tam bir umut besliyoruz.

    BNS: Zaferi kazanacağınızı nasıl bu kadar kesin iddia edebiliyorsunuz?

    Vikalpa: Butan’daki devrim tek bir parti için kazanılmış bir sorumluluk değildir. Özgürlüğüne bağlı halkın yanında ve mutlak monarşinin karşısında olan bütün siyasi partiler, örgütler ve bireyler bu dönemde bir platformda birleşmek durumundadırlar. Geçmişin örgütsel ve bireysel (siyasi) hatalarının farkına varılır ve güçlü bir birlik altında yer almaya cesaret edilirse Butan’ın küçük kukla kralı bir mum gibi eritilecektir. Bu türden bir mücadele içinde yabancı provokasyonlar da güçlü bir şekilde engellenebilecektir.

    Diğer siyasi parti ve örgütlerde devrimci bir ruh olmadığı için, BKP(MLM) , söz konusu demokratik cephenin inşa edilmesinde öncü rol oynayacaktır. Siyasi partilerden bazıları partimiz tarafından önerilen bu konu hakkında henüz bir yanıt vermemiş olsa da, BKP(MLM) adına onlara bütün samimiyetimle Butan topraklarında mutlak değişiklikler uğruna böylesine şanlı bir başlangıç için herhangi bir kazanılmış hak ve şüphe söz konusu olmaksızın zamanında adım atmaları için çağrıda bulunuyorum. BKP(MLM) yakın bir geçmişte Butan kralına çok esnek bir talep mektubu yollamıştır. Ben, bir kez daha, bütün samimiyetimle kendisine sorunu ciddiyetle ele almasını ve [mektubun] hükümet nüshasını bir an önce yayınlamasını öneriyorum. Eğer bu bizim zayıflığımız olarak değerlendirilirse, o zaman “devlet iktidarı” gereken her türlü durumla karşı karşıya kalmaya hazırlıklı olmalıdır. Hiçbir güç halkın adalet ve değişim mücadelesini durduramaz. Bütün gerici kuvvetler halk mücadelesinin yarattığı kasırgayla süpürülüp temizlenecektir.

    [Kaynak: News Blaze, Apfa News

    Çeviri: Solun Doğusu, İngilizce]


    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

  • butan02.05.2008 - 11:24

    RÖPORTAJ:BUTAN KOMÜNİST PARTİSİ(MAOİST) GENEL SEKRETERİ VİKALP BUAT'DA HALK SAVAŞI ENGELENEME



    Wednesday, 14 November 2007
    BKP(M) : 'Butan Halk Savaşı Engellenemez'



    19 Haziran 2007

    Röportajı Gerçekleştiren: T. P. Mishra, Bhutan News Service

    Butan Komünist Partisi (Marksist Leninist Maoist) [BKP(MLM) ] 2001’in ortalarında kuruldu ve kuruluşunu 2003’te kamuoyuna deklare etti. Parti, mevcut rejimi bir bütün olarak alaşağı etmek ve devamında bu Himalaya krallığında bir halk hükümeti kurmak üzere, halk savaşı metodunu savunuyor. BKP(MLM) en çok, sürgün Butanlıların yaşadığı Jhapa Camplarındaki büyük olaylardan sorumlu tutuluyor. Bhutan News’in BKP(MLM) genel sekteri ‘Vikalpa’ ile, posta usulü ile yaptığı röportajda, Vikalpa, Partilerinin misyonunun her koşul altında, halkın hakları için mücadeleyi sürdürmek olduğunu söyledi.



    BNS: Neden Butan’da bir Komünist Parti kurma ihtiyacı hissettiniz?

    Vikalpa: Nerede baskı varsa, orada başkaldırı da söz konusudur. Ve isyan, her zaman hükümranlığın baskısını parça parça alt edip, özgür toplumu kurmaya muktedir bir güç taşır. Fakat, isyanı başlatmak, devrimci bir partiyi gerektirir. Yine, devrimci bir parti yaratmak devrimci bir ideolojiyi gerektirir. Söz konusu olan ideoloji ise 21.yüzyıl için Marksizm Leninizm Maoizm’dir. Bu sebeplerden ötürü Komünist Parti’yi Butan’da inşa etmeye karar verdik. Bununla birlikte, eski parti ve organizasyonlar, kendilerini insanların yalnızca politik olarak istihdam edildiği “şirketler”e indirgeyen, iradelerini diğer ülkelerdeki güçlere teslim eden kurumlar olup, kendi bencil düşlerinden ibarettirler. Şu halde bu parti ve organizasyonlar iki grup halinde değerlendirilebilir: Butan yanlısı ve ABD yanlısı. Özgürlük özlemi ve sevgisi içinde olan Butan halkının ve sürgün edilmiş devrimci Butanlıların, yani bu topraklara ait insanların yüzde 95’lik kesimi için Komünist Parti’yi kurmaya karar verdik. Tüm bunlara dayanarak, Butan’da, MLM çizgide bir Komünist Parti’nin ihtiyaç olduğu konusunda karar kıldık.

    BNS: Partiniz bu süreçte neler yapıyor?

    Vikalpa: Şu an, partimiz ülkeyi elinde tutan yüzde beşlik feodallere karşı yüzde 95’lik kesim için mücadele yürütmektedir. Bundan dolayı, partimiz, devlet gücünü, o gücü elinde tutan yüzde 5’lik kral feodallerinden, yüzde 95’lik kesimi oluşturan köylülere ve çalışan sınıflara geçirmeyi istiyor. Bunun politik bilinç temelinde “dünyayı sarsacak devasa bir devrimle” mümkün olacağı kesin. Bu bağlamda, politik bilinci yükseltmek ve devrimin gereklerini ivedilikle yerine getirme konusunda hızlı bir hazırlık içindeyiz.



    BNS: BKP(MLM) neden sürgün edilmiş Butanlıların yaşadığı kamplarda sorun yaratan bir etkinlik içerisinde?

    Vikalpa: Partimiz kamp bölgelerinde sorun yaratmıyor. Butan rejiminin temel metodu, ‘sessiz bir devlet terörü’ uygulayıp, adalet özlemi içinde olan insanları “terörist” ithamıyla suçlamak, yine aynı yolla halkın ulusal hareketinin karşısında anti-ulusal bir hareket örgütlemek ve ulusal hisler taşıyanları terörist ilan etmektir. Onlar halkın düşmanıdır ve kullandıkları bu metod düşük yoğunluklu komplolarının sembolüdür. Bu hainler her nasılsa, bazı medya organlarının kullanarak kafa karışıklığı yaratmaktadır. Butan halkı onları asla bağışlamayacaktır.

    BNS: Partiniz, Birleşik Devletler’in üçüncü ülke yerleşimi önerisi ile ilgili ne düşünmektedir?

    Vikalpa: Şimdi, kamplarda yaşanan olaylar oldukça dramatiktir. BKP(MLM) ’nin kuruluşundan önce hiç bir parti sürgün Butanlılar sorunu ile ilgili olmamıştır. Fakat Parti, 2001’deki kuruluşundan ve resmi deklarasyonunun yapıldığı 2003 yılından sonra, yalnızca Butan’daki monarşik yapıya tokat atmakla kalmamış, Hindistan’da ve Birleşik Devletler’de Butan konusunda tezahür eden dramatik durumla ciddiyetle ilgilenmiştir. Birleşik Devletler’in Güney Asya diplomatı olan Julia Taft ile Hindistan Güvenlik Yüksek Komiseri Brajesh Mishra’nın Butan üzerine bir dizi görüşmelerde bulunması ise, dünya emperyalistlerinin ve Butan feodalizminin sürgün Butanlılar konusuna olan ilgisini, dahası bu konuda nasıl da kolektif bir irade birliği için çabaladıklarını ve Butan hareketinin etrafını sarıp parçalamak için nasıl entrikalar çevirdiklerini gösterir niteliktedir.

    Butan Feodalizmi ve dünya emperyalistleri, BKP(MLM) ’nin halka yönelik olan programlarını yalnızca kaygıyla değil, büyük bir korkuyla karşılamaktadır. Onlar, kampları, BKP(MLM) ’nin örgütlendiği temel alanlar olarak görmekteler. Fakat, onların bu metafizik düşünceleri, onların bu yanılsamaları, onları partinin Butan içindeki faaliyetlerini görememe zaafına düşürmektedir. Bu düşünceleri, kampları sökmek istemelerinin ve kampta yaşayanlara ülke dışında iş vaatlerinde /dolar vaatlerinde bulunmalarının temel sebebidir. Ne var ki, krallık elitlerinin ve Birleşik Devletler yetkililerinin bu vaatlerinin dahi gerçekliği yoktur. Onlar yalnızca komprador sermaye ile çalışırlar. Geçmişte demokratik mücadele içinde liderlik yapmış kimi sözde liderlerin ABD yanlısı faaliyetleri de bunu kanıtlamaktadır.

    Sonuç olarak, kampta yaşayan bazı saf, akılsız insanların, iş ve cömert ücret vaatlerine aldanıp, el altından birtakım formları doldurduğu, kompradorların himayesine girerek, kampta olay çıkardığı ve partimizi olaylardan sorumlu tutmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Olaylar medya kanalıyla yanlış yorumlanmakta, konu sansasyonel gazeteciliğin insafına bırakılmaktadır. Onlar, BKP(MLM) kadrolarının bazı hatalarını kullanarak, kendi terörlerini örtbas etmek ve olanların sorumluluğunu BKP(MLM) ’ye yükleyerek bizleri kitlelerden ayırma hevesi içindedirler. Diğer yandan bu yaptıkları partinin savaş yönelimini kesinleştirmekte, kendi sonları yakınlaştırmaktadır. Tüm bunlarla birlikte, bu olanlar Butan devriminde dost ile düşmanın net bir şekilde ayrılması adına küçük de olsa olumsuz bir etki yaratmıştır.

    BNS: Sürgündeki parti kadrolarının Butan’a dönmesi olanaklı mıdır?

    Vikalpa: Bizim toplumumuzda söylenegelen eski bir deyim vardır: “Niyet varsa, yol da vardır” Eğer, kararın yüreğinin içinden geliyorsa, onun önünde durabilecek engel yoktur. Üstelik BKP(MLM) ülkenin içinden örgütlenmiş ilk ve tek partidir. Kadrolarının büyük bir çoğunluğu Butan içindedir. Bu, devrimimizin baskın yönüdür. Sürgün kamplarında yaşayan Butanlılar, devrimimizin yalnızca “ek” olan yönüdür.



    BNS: Bu parti, Butan halkının geleceğini nasıl görmektedir?

    Vikalpa: Monarşiyi bir bütün olarak alaşağı etmedikçe Butan halkı için bir gelecek yoktur. Güney Butan nüfusunun yüzde ellisini oluşturan ve Sadhri ile Tshangla dillerini konuşanları kapsayan büyük bir kesim birkaç ay evvel uygulanan yeni seçim programındaki F-4 ve F-5 planlamaları suretiyle özel bir kayıt altına alınmış ve bu suretle vatandaşlık haklarından mahrum edilmişlerdir. Bu kesimin devlete dönük herhangi bir talebi söz konusu değildir. Bu onları ülkeden tahliye etme niyetlerini gösteren çarpıcı bir gelişmedir.

    BNS: Partiniz “İç Savaş” diye adlandırdığınız süreci ne zaman ilan edecek?


    Vikalpa: Büyük ve şanlı partimiz BKP(MLM) , İç Savaş için değil “Uzun Süreli Halk Savaşı” için hazırlık yürütüyor. Fakat ulusun özgürlük hareketi ile sınıf mücadelesini birleştirme politikası, etkili bir ilerleme göstermesi amacıyla kamuya açıklanmıştır. Eğer bir yabancı müdahalesi söz konusu olursa, yabancı unsurlara karşı bütün diğer parti ve örgütler de dahil olmak üzere devlet iktidarıyla (monarşiyle) bile bir ulusal cephenin oluşturulabileceği bir Ulusal Savaş halini alacaktır. Fakat devlet iktidarı (monarşi) bir ihanet içine girerse, en sonunda, Butan’ın ve Butan halkının egemenliğini muhafaza etmek için İç Savaş dışında bir seçenek kalmayacaktır.

    BNS: Bu partinin Nepal ve Hindistan’daki radikal güçlerle herhangi bir bağlantısı bulunuyor mu?

    Vikalpa: BKP(MLM) bir asalak olmadığı gibi dış yardım alan bir harekete de inanmıyor. Bağımsız bir partidir ve kendi yaratıcılığı içinde bir örnek sunmaktadır. Nepal ve Hindistan’daki adı geçen radikal güçlerle ilişkimize gelince, bu güçlerle herhangi bir bağlantımız yok. Fakat komünist güçler arasında manevi bir destek ilişkisi her zaman vardır, çünkü ideolojik temelimiz ortaktır.

    BNS: Butan sınırları içinde partinizin nüfuzu altında ne kadar bölge vardır?

    Vikalpa: Partimiz 22 Nisan 2003’te kamuoyuna ilan edilmesinden bu yana Butan’daki 20 bölgenin 16’sında ve sürgün bölgelerindeki yedi kampın hepsinde duvar yazılama, afişleme, broşür dağıtımı, bayrak asma ve açık ve kapalı alan toplantıları düzenleme programlarını başarılı bir şekilde yürütüyor. Bunlar proletarya partimizin nüfuzunu ve yeterliliğini göstermektedir. Bunların yanı sıra, yaklaşık dört yıldan bu yana partimiz hem nitel hem nicel olarak kitleler içinde sağlam bir yer edinmiş durumdadır. Fakat kaç bölgede mevzilerimizin bulunduğunu açıklamak için doğru bir zamanlama değil. Şartlar olgunlaştığı zaman bunu da açıklayacağız.

    BNS: Hindistan’ın Butan’ın iç işlerine belirgin müdahalesinin üstesinden gelmek konusunda partinizin stratejileri nedir?

    Vikalpa: Hindistan halkı bizim yanımızdadır; fakat Butan’daki feodal monarşik sistem Hindistan yayılmacılığı ve dünya emperyalistleri tarafından destekleniyor; bu yüzden de partimiz, parti kadrolarının daha sonra mutlak monarşiyle savaşırken bu iki gücün karşısında durabilmeleri ve buna fikren hazırlıklı olmaları için şimdiden onları eğitiyor. Demin de bahsetmiştik, şartlar gerektirdiği zaman savaş Ulusal Savaş biçiminden İç Savaş biçimine dönüşebilir. Hepimiz 21. yüzyıl Marksizm-Leninizm-Maoizm’inin bilimsel savaş sanatıyla donanmış durumdayız; bu nedenle de bir İç Savaş patlak verdiğinde müdahaleci unsurların ne pahasına olursa olsun mağlup olacağı kesindir. Bu türden unsurlar Vietnam’ın, Çin’in, Küba’nın ve daha pek çoğunun tarihinden dersler çıkarmalıdır. Bunlar bağımsız Butan halkının öfkesine maruz kalacaklardır.

    BNS: Sürgünde kurulan diğer siyasi partiler dahi BKP(MLM) ’ye karşı çıkıyorlar. Neden partiniz Butan Hareketini Yönlendirme Komitesi (BHYK) içinde yer alamadı?

    Vikalpa: Demokratik bir birlik için bu partilere defalarca gittik, fakat bir sonuç alamadık. Hatta teklif ettiğimiz önerinin bir nüshasını sunabiliriz. Fakat sürgündeki siyasi parti ve örgütler, gerçekte, kitleler için ter dökmek istemiyor. İstedikleri tek şey, gerçek meseleyi konuşmaktan çok onun çevresinde dönüp durmak. Bizi kendi cephelerine almadıkları gibi girmemizi de istemiyorlar.

    Tabiatlarında var olan bu eğilime bir son vermek zorundadırlar. BHYK ile ilgili söylenebilecek ilk şey, ideolojik temelinin net olmadığıdır. Bunun dışında, halkın duyarlıklarını korumuyorlar. Ayrıca, kuruluşu sırasında sıkıntı çekmedik ve izole edilmiş değildik. Biz BHYK’yi sürgündeyken kendilerini sadece kırtasiye işleriyle sınırlamış olan, tahliye edilmiş Butanlıların bir örgütlenmesi olarak görmekteyiz. Kendilerini kırtasiye işleriyle sınırlamış ve devlet baskısı korkusuyla Halk Savaşı’ndan kendilerini izole etmiş unsurlarla bir ittifak oluşturmanın bir anlamı yok.

    Şunu güçlü bir şekilde ifade ediyoruz ki; BKP(MLM) dışında hiçbir siyasi partinin Butan’da mevzisi yok ve biz de mücadelelerini yalnızca sürgün faaliyetlerine hapsetmiş unsurlarla girilecek bir ittifakın yanında değiliz. Eğer BHYK, Butan’daki halkın davası için hazırsa o zaman BKM (MLM) ile arasında mesafeyi azaltmak ve hem legal hem de illegal mücadele için hazırlanmak zorundadır. Butan’ın nesnel ve öznel koşulları nedeniyle güç kullanmaksızın herhangi bir ilerleme sağlanamaz. Ancak BHYK’nin böyle bir alternatif için adım atması durumunda BKP(MLM) ile BHYK arasındaki ittifakın gerçek bir anlamı olacaktır.

    BNS: Butan’da 2008 yılında yapılması önerilen seçimlere nasıl bakıyorsunuz?

    Vikalpa: Güç kullanımı yoluyla halk karşıtı anayasayı zorla kabul ettirerek yapılan bir seçimin meşruluğundan söz edilemez. Geçmişte, henüz anayasa yokken yasadışı bir otokrasi vardı, fakat 2008’den sonra anayasal monarşi örtüsü altında (halk üzerinde) yasal bir otokrasi yaşanacak. Bu seçimin uluslararası kamuoyunun gözünü boyamaktan öte bir anlamı yoktur.

    BNS: Butan’daki demokrasi hareketi neden hep başarısız oldu? Partinizin Butan’da demokrasinin kurulmasına yönelik iyimserliği ne ölçüdedir?

    Vikalpa: Butan’daki demokrasi hareketinin başarısızlığının ardında pek çok sebep sayılabilir; fakat “ideolojinin sefaleti” bunların arasında esas olanıdır. Başkan Mao Zedung, ideolojinin doğruluğu ya da yanlışlığının her şeyi belirlediğini söylemiştir. Eğer ideoloji doğruysa, ihtiyaç duyulan her şey elde edilebilir; eğer yanlışsa elde bulunanlar bile zamanla kaybedilir. Bu, Butan devriminde de yansımasını bulmaktadır.

    Eski siyasi partiler ve örgütler, doğru ideoloji ve taktiklere sahip olmadıkları için [başarısızlığa uğradılar]. Ne halkın desteğini kazanabildiler ne de askeri bir güce sahip oldular. Butan devriminin temel bileşenlerini anlamak noktasında başarısızlığa düşerek labirentte yollarını kaybettiler. Feodal monarşik sistem bu türden hatalar yüzünden Butan demokratik mücadelesini küçümsemiştir. Fakat Marksizm-Leninizm-Maoizm’in bilimsel temelinde yükselen BKP(MLM) bu türden hatalı faaliyetlere bir son vermek ve Butan devrimine doğru bir yönelim kazandırmak için kurulmuştur. Butan devriminin bileşenlerini doğru bir biçimde tespit etmiş ve yeni ve güzel bir Butan kurmak üzere doğru bir hat belirlemiştir.

    Eğer tarihsel 9. Merkezi Konferans [CC? ] toplantısında oluşturulup önemle tavsiye edilen “Butan devrimi üzerine beş sentez ve üç direktif”ine bakıldığı zaman her şey çok açık biçimde anlaşılacaktır. Doğru durumun doğru bir şekilde değerlendirilmesine bir örnektir [bu belge]. Partimiz doğru bir ideolojik temele dayandığı ve halktan kitlesel bir destek gördüğü için halk iktidarı kurulmasında ve halkın ülkenin gerçek sahibi olmasında partimizin öncü bir rol oynayacağına dair tam bir umut besliyoruz.

    BNS: Zaferi kazanacağınızı nasıl bu kadar kesin iddia edebiliyorsunuz?

    Vikalpa: Butan’daki devrim tek bir parti için kazanılmış bir sorumluluk değildir. Özgürlüğüne bağlı halkın yanında ve mutlak monarşinin karşısında olan bütün siyasi partiler, örgütler ve bireyler bu dönemde bir platformda birleşmek durumundadırlar. Geçmişin örgütsel ve bireysel (siyasi) hatalarının farkına varılır ve güçlü bir birlik altında yer almaya cesaret edilirse Butan’ın küçük kukla kralı bir mum gibi eritilecektir. Bu türden bir mücadele içinde yabancı provokasyonlar da güçlü bir şekilde engellenebilecektir.

    Diğer siyasi parti ve örgütlerde devrimci bir ruh olmadığı için, BKP(MLM) , söz konusu demokratik cephenin inşa edilmesinde öncü rol oynayacaktır. Siyasi partilerden bazıları partimiz tarafından önerilen bu konu hakkında henüz bir yanıt vermemiş olsa da, BKP(MLM) adına onlara bütün samimiyetimle Butan topraklarında mutlak değişiklikler uğruna böylesine şanlı bir başlangıç için herhangi bir kazanılmış hak ve şüphe söz konusu olmaksızın zamanında adım atmaları için çağrıda bulunuyorum. BKP(MLM) yakın bir geçmişte Butan kralına çok esnek bir talep mektubu yollamıştır. Ben, bir kez daha, bütün samimiyetimle kendisine sorunu ciddiyetle ele almasını ve [mektubun] hükümet nüshasını bir an önce yayınlamasını öneriyorum. Eğer bu bizim zayıflığımız olarak değerlendirilirse, o zaman “devlet iktidarı” gereken her türlü durumla karşı karşıya kalmaya hazırlıklı olmalıdır. Hiçbir güç halkın adalet ve değişim mücadelesini durduramaz. Bütün gerici kuvvetler halk mücadelesinin yarattığı kasırgayla süpürülüp temizlenecektir.

    [Kaynak: News Blaze, Apfa News

    Çeviri: Solun Doğusu, İngilizce]


    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

  • butan30.04.2008 - 22:34

    BUTAN'DA HAREKETLİLİK MAOCULAR SİLAHLI MÜCADELEYİ BAŞLATTI....


    Saturday, 09 February 2008


    Butan, 9 Şubat 08 - KR

    Butan Komünist Partisi (Marksist Leninist Maoist) yeni bir açıklama ile silahlı mücadele dekleresyonunda bulundu.

    Dört gün önce yayınlanan basın açıklamasına göre parti, Kuzey illerinden Samchi’de 3 Şubat günü patlayan bombanın sorumluluğunu da üstlenerek, eylemin hükümetin seçimle ilgili dökümanlarını imha etmeye yönelik olduğunu vurguladı.

    Bundan yaklaşık 10 ay önce 13 maddelik bir bildiri yayınlayan BKP(MLM) , krallık otoritesinin yerine çok partili demokrasiye geçilmesini istemiş, Butanlı mültecilerin yurtlarına dönmesi ve toprak reformu yapılması gibi bir dizi konuda taleplerini ilan etmişti.

    Açıklamada şu sözlere yer verildi. “Hitler rejimini andıran Wangchuk monarşisini tarih sahnesinden silmek ve yeni bir Butan yaratmak için halk savaşını başlatıyoruz.” Açıklamada, partinin yeni bir Butan için Wangchuck monarşisine son verilmesi gerektiğine karar verdiğine yer verildi.

    Açıklama şöyle devam etti. “Butan hükümeti, 13 maddelik talebimize tatmin edici yanıtlar vermek yerine, zorba yöntemlere başvurarak ve yalancı bir seçim tezgahlayarak bizi silahlı mücadeleye zorlamıştır.

    Ocak ayının ilk haftasında parti içindeki muhalifler genel sekreter Bikalpa’yı, oportünist, kendiliğenci ve sağcı olduğu iddiasıyla tasfiye etmiş, Birat’ın genel sekreterliğe getirildiği yeni bir yönetim komitesi kurulduğunu duyurmuşlardı. Aynı zamanlarda parti, ulusal meclis seçimlerinin yapılacağı Mart ayından önce silahlı mücadeleyi başlatacağını duyurmuştu.

    Açıklama, partinin ilk safhada “feodal unsurlara” karşı özel askeri operasyonlar düzenleyeceğin ve hükümetin kırlık alanlardaki fiziki alt yapısına yöneleceğin ve Butanlı mültecilerin mutlaka topraklarına geri döneceği, işgal edilen toprakların ise muhakkak boşaltılacağı ifadeleriyle sona erdi.



    [Kaynak: Kantipur Report

    Çeviri: Solun Doğusu]

    WWW.SOLUNDOĞUSU.NET


    1


    A


    Y


    I


    S


    A

    TAKSİM'E


    Ç


    A


    Ğ


    R


    I