Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Necdet Karasevda
Necdet Karasevda

"İçimiz hep bir hoşça kal ülkesi"

  • dabbe'tül arz21.10.2008 - 20:03

    uzakta aramamak lazım dabbe-t'ül-arz'ı. belki önce içimize sonra kentlerin,metropollerin ortasına diktiğimiz koca binalar, anne ve babalarımızdan bizi koparan cep telefonları, msn adresleri, söylediğimiz büyük yalanlar, gerçekleştirdiğimiz iğrenç cinayetler, sattığımız değer yargılarımızdır.
    neydi dabbe? kıyamet alameti.
    o halde dengesini bozduğumuz ekolojik sistem, küresel ısınma, nesli tükenen canlı türleri vs. vs. bunlar hepsi bir alamet yani birer dabbe değil mi?
    bazen günde bilmem kaç defa aynada gördüğümüz nergisus dabbe'den ipucu vermiyor mu bize? tiranlaşan egolarımız, yaşarmayan kirpiklerimiz, hissetmeyen kalplerimiz dabbe olmasın?
    kısacası istikametten ayrılan her insan dabbetül arzdır. vesselam.

  • şu an ne dinliyorum21.10.2008 - 19:46

    şu an içimin koridorlarında çınlayan koca bir serüveni dinliyorum. öykümü. mor şiirlere bulanmış, en hazin şarkılarla meshur kırık bir öykü.
    ve kaybettiğim tüm güzel yanlarımın çığlık çığlığa kaldığı bir akşamüstüdür dinlediğim. duymadığım güzel sözler, yarım kalan şiirlerdir içimin bahçelerinde dinlenenler. bir kameriye yaslanmış yitik düşler, kaldırım taşlarına gitmiş ölüşlerdir dinlediğim.
    ben şiiri dinliyorum şu an.yani tüm paradokslarıyla koca bir alemi.
    göz bebeklerimi yani.

  • Erdem Beyazıt09.07.2008 - 22:47

    Ölümsüzlüğü Tadan Şair:Erdem Bayazıtta


    Bir insanî duygular galerisi olan Türk Şiirinde, ölüm başköşeye oturan temalardan biridir. Ve işledikleri konular itibariyle de bazı şairler ön plana çıkarlar. Örneğin Fuzuli aşkta, Necip Fazıl çilede, Erdem Bayazıt da savaş ve ölüm temalarıyla ön plana çıkmış şairlerimizdendir.
    Erdem Bayazıt da şiirinde birçok temayı başarıyla işleyen usta şairlerimizden biridir. Yeni bir dünyanın, yitik bir medeniyetin umutlarıyla muştular dillendiren bir müjdecidir O. Savaşçıdır. Güneşçağ savaşçısı. Ama elinde gürz, kalkan ya da kılıç yoktur onun. O göğsünde çiçekler mayalanan yeniçağ dervişidir. Silahı merhamet ve imandır. Şehirlerle arası hiç iyi değildir onun. Bulvarlar, bol camekânlı çarşılar, mahpushaneye dönmüş duvarlar, melal denizi ıssız parklar, banklar. Hepsi ruhsuzdur ve şair dağları özlemektedir.
    Geniş bir tema yelpazesi içinde Bayazıt, ölümü neredeyse bütün boyutlarıyla şiirinde işlemiştir. Yani onun şiirinde ölüm, “dava” temasıyla koşuttur.
    Erdem Bayazıt ülkemizin ve dünyanın en sarsık zamanlarında birçok ölüme tanıklık etmiştir. Bu ölümler hem manevi hem de reel tarafıyla görünmüştür şaire. Birçok darbeye tanıklık eden şairin gözü önünde yıkılan yiğitler, Afganistan’da, Çeçenistan’da ve neredesiyle tüm İslam coğrafyasında maruz kalınan ölümler, şairin bizatihi bu konuda düşünmesini sağlamıştır.
    Tabi şairin ölümü bu kadar işlemesini sadece bu nedenlerle izah etmek eksik kalacaktır. Ek olarak; tasavvufi anlayışın ölümle şekillenmesi(Rabıta-ı mevt, Ölmeden önce ölünüz) , dervişane ruhunun ölüme bakışı, belki de en önemlisi çok yakınındakilerin ölümleri onun ölümü daha fazla düşünmesini sağlamıştır.
    Şairin ölümle ilgili şiirleri bütüncül bir perspektifle okunursa, Bayazıt’ın ölüm bilmecesini kafasında çözdüğü görülecektir. Birçok insanı meşgul eden ölüm, Şairin kafasında bitmiş bir paradoks olarak gözükür okura.
    Her şeyden önce Şair, “Ölüm ki sonsuza açılan bir kapıydı” diye tarif ettiği ölümü basit bir şey olarak görmektedir. Ve bunu ifade ederken de yer yer metaforlar kullanır. Mesela bir “Bir Portre” şiirinde Socrates karşımıza bir metafor olarak çıkar. Ve şair; neredeyse Sokrates’i modeller bu şiirinde ve ölümü kolaylar.
    Engin sakin berrak bir denize
    Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır
    Nasıl yürürse insan
    Sokrates öyle yürüdü ölüme.
    Aynı şiirin başka bir bölümünde kalbini Socrates’in eline verir. Ve seslenir.
    Tilmizleri (talebeleri) ağlaşırken
    O vasiyet ediyordu
    - Asklepyos'a bir horoz borçluyuz
    ___Unutmayınız.
    Erdem Bayazıt, “kendi ölümüme ait bir deneme” yazacak kadar ölümü gündemine almıştır. Bu şiirde şair bilge bir görüntüyle karşılar okurlarını. Ölüm ve halleri birçok boyutuyla gözler önüne serilir.
    Kurandaki “her nefis ölümü tadıcıdır” ayetinden mülhem şöyle başlar şiirine.
    Bir gün öleceğim biliyorum
    Bunu her an ölür gibi biliyorum
    Ve öldükten sonra arkasında bırakacağı boşluğu görür gibi anlatır bize.
    Anamın yüreğinde bir kor
    Ölene dek sönmeyecek bir ateş
    Kımıldanıp duracak hep
    Annesinin bu halinden sonra, karısının, kızlarının ve arkadaşlarının muhtemel refleksleri de şiirleşir şairin dilinde. Okur, şairin sanki bunları görerek yazdığı hissine kapılır.
    Karım bomboş bulacak dünyayı
    - Nolurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
    Oysa insan yalnız ölür
    Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak

    Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
    Bir süre kaçacaklar insanlardan
    Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
    Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine

    Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
    - Yaşayıp gidiyorduk yahu
    Ne vardı acele edecek!
    Diyecekler
    Ve şair acı gerçeği şiirin bitişinde kör bir bıçak gibi saplar hakikatin gözüne.
    Biliyorum yaklaşıyoruz her an
    Biliyorum oruçlu doğar insan
    Ölümün iftar sofrasına.
    Şair, ölümün zamansızlığını, hareketliliğini defaatle yineler. Hatta onun bu özelliğini “kesitler” şiirinde nehir metaforuyla dillendirir.
    Mahlukta devinen
    Gürül gürül bir ırmaktır ölüm
    Şair için ölümün en çok can acıtan yönü ayrılık boyutudur. Şair belki tanık olduğu ölümlerden hareketle, ölümün bıraktığı boşluğu, ansiklopedik kesinlikte ifade eder. En çok babası ölenler bilir şairin şu dizelerinde ne demek istediğini.
    Babalar ölür
    Dolaşır eli ölümün
    Saçlarında anaların oğulların
    Oğlunu kaybeden bir ebeveyn anlar ancak şairin ne demek istediğini aşağıdaki dizelerde.
    Oğullar ölür
    Bir kafes olur ölüm
    Ana kalbi bir kuştur
    Azad kabul etmez
    Ve “Kesitler” şiirinde analar, sevgililer, sınıf arkadaşları ölünce neler yaşanır, hepsini anlatır Şair. Ve gerçekten gerçeğe dokunan bilgece anlatımlardır bunlar. Devam eder şiir:
    Sonra bir mezarlıkta
    Bir çukurun başında
    Bir kapının ağzında
    Herkes susar
    Konuşur ölüm

    Ve sürer hayat.

    Ölümün nereden geleceğinin bilinmemesi, destansı bir eda ile çıkar karşımıza Bayazıt’ın şiirinde.
    Bazan bir tekerlek altında
    Ansızın gelir ölüm
    apansız biter sınav
    Bir elektrik kesilmesi gibi
    Kesilir tulu emel
    Bir ilkenin ve ülkünün şairi olan Erdem Bayazıt’ta, ölüm kendi felsefesiyle karşılanır. Tasavvufun olmazsa olmaz kaidelerinden “ölmeden önce ölünüz! ” sırrı, bir medrese-i yusufiye’de gerçeğe dokunur. Mahpushane bir füze rampası olur. Ve sonsuza uçurur mahpusu.
    Bazan ölüm vardır
    Ölümden önce gelir
    Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır
    Sorular hep yanıtsız kalır orada
    Sadece konuşan rüyalardır
    Yahut hayaller suskun duvarlarda
    Gözler kabul eder parmaklar kabul eder
    Ama beyin hep umuttan yanadır
    Bazen de şair;
    Biliyorum kolay değil yaşamak,
    Ama işte
    Bir ölünün hala yatağı sıcak
    Birinin saati işliyor kolunda
    Yaşamak kolay değil ya kardeşler,
    Ölmek de değil.
    Kolay değil bu dünyadan ayrılmak
    Diyen Orhan Veli’ye inat, dünyaya bağlılığa şöyle itiraz eder.
    Ölümden uzak ölümler vardır
    Gazete ilanlarında rastlanılan
    Dünyaya bağlılığın zavallı
    Ve muannit
    Bir belgesidir
    Daha çok kalanlara ait.
    Şairin gözü önünde güzel ölümler de vuku bulmuştur. Elbette bu ölüm şekilleri de yansıyacaktır şairin şiirlerine.
    Ölümler vardır.
    Can kuş gibi uçar gider
    Bir martının süzülüp
    Kaybolması gibi maviliklerde.
    Erdem Bayazıt;
    Bazan akan bir film şeridinin
    Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir
    Dediği ölümü anlatırken -dikkat edilirse- kesin bir dil kullanmaktadır hep. Bu üslup okurda şairin anlattığı şeylerin hepsini kesin bir şekilde yaşadığı, tanık olduğu hissini uyandırır. Şairin bu meyandaki anlatım gücü, bu hakikatten kaynaklanmaktadır.
    Ölüm, kentteki insanlar için en tehlikeli uyarıcıdır. Ama insanların duyacağı son uyarıdır da aynı zamanda. Bayazıt, insanları “ölüme saygı” duymaya davet ettiği şiirinin finalinde;
    Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze
    Kalsın titrek ve mavi elleriniz
    Bekleyin geliyor ölüm usulca
    Usulca girer koynunuza.
    Der ve ölümü hatırlatır hatırlaması gerekenlere.
    Şair her şeye, hikmet ve tasavvufî neşve içinde bakmayı kendine adet edinmiştir. Bu bakış onun düşünsel yapısının olmazsa olmazıdır. Bu duyuş ve düşünüş şekli şairi o kadar etkilemiştir ki; O dinlediği şarkı ve türkülerde bile ölümün ayak seslerini duyar ve bunu okurlarıyla paylaşır.
    Ölümden bir işaret var her şeyde
    Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:

    - Kışlanın önünde redif sesi var
    Namluların ucunda ölümün sesi!

    - Bir ihtimal daha var
    Umuttan da öte ölümün sesi!

    “Ölünün Kıyıları”nda dolaşır Şair. Ve nerdeyse ölümü arzular. “Önden Gidenler İçin” durup kıyıda ağlamak düşer Şairin Bahtına. Ve dilinde mersiye kıvamında, yarım yamalak sitem soslu sözcükler vardır.
    Onlar gittiler
    Yalnız bir yemin kaldı aramızda
    Ben şimdi bu yanda
    Kasılmış çıplak bir kurşun gibiyim
    Namluda.

    Onlar gittiler
    Topraktan bir işaret taşıyarak alınlarında
    Ben şimdi bu yanda
    Gerilmiş bir an gibiyim
    Doğumla ölüm arasına.

    Şair, geçen “her an, az az öldüğünün farkında” olarak, “saçlarını eskiterek” deneyim dolmaktadır. Bilgece ve kendinden emin bir tonda şöyle der:
    Ölümle tanıştıktan sonra anladım
    Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın
    Şair felsefî anlamda ölümün bütün varyantlarına dokunmuş, sanki “ölmeden önce ölmüştür.” “Sonsöz” şiirinde Hz.Peygamber(S.A.V) metaforuyla ölümü munisleştirir. Bir kavuşma vesilesi yapar ölümü kendine. “Dön! ” fermanının bir sebebi olarak görür ölümü. Ve,
    -Merhaba Ey Refik-i Ala!
    Der. Artık söylenecek söz, gerçekleştirilecek eylem kalmamışsa gitme vakti gelmiştir.
    Ve zaman döne döne
    Gelmişti başlangıç noktasına
    İlk yaratılış düğümüne

    Mahlûkatın var olduğu
    Yüzü suyu hürmetine
    Evrenin efendisinin
    Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.
    Ölümsüzleşmek için ölmek gerekmektedir elbette. Bitmiştir yaşam. Geride kalmıştır, mal, mülk, derd-i maişet. Tertemiz ve açık bir alınla gidilmiştir musallaya.
    Ölüm muhakkak
    Ve ölüm mutlak
    Tek kapısıdır ölümsüzlüğün
    Gerçi “mahşerden önce mahşer halini yaşayan” Şair için “sonsuz susuzluk” çoktan bitmiştir. Çünkü o bu duygusunu şöyle dile getirmiştir, ölümü kafasında yendiğinde. Ve ölüm bahsinde son noktayı koymuştur:
    Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
    Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm

  • erdem bayazıt06.07.2008 - 00:34

    önden gidenlere kavuşan kutlu.
    ne acı şairimin ölüm haberini gecenin bir yarısında olmak.
    gözyaşlarımı ve dualarımı gecenin sinesine dağıtmak.
    iyi yaşadın, iyi şeyler bıraktın arkanda.
    sana 'mavera'da kutlu zamanlar ey namludan henüz çıkmış kurşun.

  • madımak oteli03.07.2008 - 17:31

    sivastaki canlar ile başbağlardaki canlar...
    kurşun aynı, tetik aynı, el aynı, alev aynı.
    ağlayan alevi anne, sünni anne.
    kahkahayı basan yine aynı.
    nerde mi, yine aynı karanlık salonda. ellerinde yine viski.
    yaşasın iktidar günlerimiz...
    yaşasın kasamızdaki ikibin beşyüz euromuz.
    yaşasın gizli odalarımız.
    diyen aynı yüzler. aynı salonda.
    ağlayan madımak, ağlayan başbağlar.
    ağlayan anadolu.
    ağlayan huzur.
    ağlayan ülkem.

  • başbağlar katliamı03.07.2008 - 17:29

    sivastaki canlar ile başbağlardaki canlar...
    kurşun aynı, tetik aynı, el aynı, alev aynı.
    ağlayan alevi anne, sünni anne.
    kahkahayı basan yine aynı.
    nerde mi, yine aynı karanlık salonda. ellerinde yine viski.
    yaşasın iktidar günlerimiz...
    yaşasın kasamızdaki ikibin beşyüz euromuz.
    yaşasın gizli odalarımız.
    diyen aynı yüzler. aynı salonda.
    ağlayan madımak, ağlayan başbağlar.
    ağlayan anadolu.
    ağlayan huzur.
    ağlayan ülkem.

  • Ergenekon03.07.2008 - 17:22

    Kutlu bir ulusun ölümsüz destanı. Hayata bakışını, geleneklerini, göreneklerini, direnişini ve intikamını anlatan koca bir destan.
    yenik ve kovulmuş bir ulusun koca ve sarp dağların arasında bir vadide iki çiftin mücadelesi, çoğalması, savaş eğitimi almaları, zaferin alt yapısını oluşturması, tam dörtyüzyıl çile çekmesi ve demir dağları eriterek sığmadıkları ergenekondan çıkmaları. ve düşmanlarından intikamlarını alarak asıl yurtlarına yerleşmelerini anlatan destan.

    ve çağdaş ergenekon. bu devasa destana yapılan yanlış yüklemeler...
    destandakinin tam tersi bir halet-i ruhiye.
    ve yazdıklarımızı kaydeden ünlü ve çağdaş bir teşkilat-ı mahsusa...

  • sanatçı30.03.2008 - 17:36

    Sanatçı, mutlak güzelliği kendi prizmasından yansıtan koca bir aynadır.
    Çileli bir koşunun herhangi bir yerinde, çatlamayı göze almış elmas kanatlı bir küheylandır sanatçı.
    Herkesin gördüğünden farklı gören, farklı düşünen ekstra insandır.
    Bildiği kadar acı çeken.
    Bildiği kadar hesaba çekilecek olan kişi.
    Ve bilmek için çileye talip olan seçilmiş kişi.
    Ama illa ki TV'lerde gördüklerimizden olmayan....

  • alisya30.03.2008 - 17:22

    zümrüd-i anka.
    elif ve nun suretindeki kaf masalında elif.
    nun'un serapa kendisine boyandığı şiir.
    hayat yani.

  • dost30.10.2007 - 20:50

    Cehenneme girecek tek kişi kaldığında, “sen bekle ben gireyim! ”; Cennete girecek tek kişi kaldığında “hadi sen gir! ” diyen kişidir dost.
    Mor düşlerinde kendinden ziyade dostunu gören kişidir dost.
    Aynaya baktığında kendi silueti yerine dostunun resmini gören kişidir dost.
    Dost mir’ât-ı mücellâ’dır ennihayetinde.
    Dost; dostunun boyasıyla boyanandır.