Tutunamayanlar türk edebiyatına kazandırılmış en kaliteli kitaplardan biridir. Oğuz Atay`ın bu eserinin ve eserinin üzerindeki psikolojik baskının altında ezilmemek gercekten zor.. Ancak bu kitabın henüz reşit olmamış kişilere okutulmasının sakıncalı oldugu kanaatindeyim. Çünkü tutunamayanlar tamamı ile hayatı alaycı bir dille geciştirmekle kalmayıp hayatın gerçeklerini alanen yüzümüze vurmaktadır. Ve kitaptaki karakterler olsun, gerek zaman olsun, gerek mekan olsun insan psikolojisini etkilemekle kalmayıp, ruhsal bir çökünte ve bunalım içerisine sürüklemektedir. Ancak bu baş yapıtın kesinlikle her kitaplıkta olması gerektiği kanaatindeyim. Tutunamayanlar sadece bir kitap değil aynı zamanda kısmen insanların miladı olmuştur....
hayatin anlami hep uzaktadir. ya anı olmuştur hayatın anlamı ya da özlem. hayatını anlamlı kılacak ve geldiginde senin tam olmani saglayacak olan sey, henuz senin disindadir. hayatin anlami hep hayatin disinda kalinir. ona hazirlanir. o beklenir. o ozlenebilir ama ona dokunulamaz. dokunamadigin noktalardan gelir hayatin anlami
kanunlar çıkarırsınız benim açıklamalarımda olduğu gibi: herkesi her şey yaparsınız kimseye danışmadan ve anayasaya uygunluğuna bakmadan: zorlamadan uyulacak kanunlar yaparsınız. dairedeki memuru mühendis yaparsınız. içinizde hiçbir acılık birikmez. ne bırakılmış olmanın, ne anlaşılamamanın, ne yaşamamanın, ne de baştan yaşayamamanın acısı düzeninizi bozmaz. düşünmeden kapılırsınız olaylara. sonu ne olacak diye korkmazsınız. sonu yoktur ki.. sonu gelmez şövalye romanları gibidir bu yaşantı: en zor anlarda daima açık bir kapı bulunur girip saklanacak. ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? birdenbire: 'buraya kadar! ' dediler. oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. bütün sularda gölgeni seyrederdin. üstelik, daha önce haber vermiştik derler onlar. her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. yaşarken eskidiğini ve eskittiğini söylemiştik. işte onların kanunları böyle. bizimkilere benzeyebilir mi hiç? şehrin duvarlarına sırayla üç kere ilan asıyorlar: sevginize dikkat! dördüncü ilan ve sevgiyi kaldırıveriyorlar. onlarla başa çıkılmaz turgut. ben çıkabildim mi? bilincin uyarmasın seni. dikkat et turgutçuğum, bu güzel hayalleri, şekilleri kaybetmesin bilincin. kurtar kendini onun baskısından. rüyadan gerçeğe geçmenin acılarını yaşama. ne olur turgut uyanma sakın. ne olur uyanma.. ne olur.. ne olur.. silme
analarınızın memelerine süt bile yürümemişti daha bir kez olsun gizli gizli traş olmamıştınız babanızın jiletiyle yani şimdiki sizin yaşınızda ben yani deve tellal pire berber iken diyalektik ve tarihsel materyalizm diye birşeyler vardı sol komünizm bir çocukluk hastalığı dokuz ışık şarkılarda türkülerde meydanlarda çırpınırdı karadeniz faşizm sosyal - faşizm oportünizm revizyonizm kükürt di oksit civa flüminat molotof kokteyller
öfkeler yazmıştım ellerim yüreğimde yüreğim silahımdayken dizlerim tirtir titriyordu ama hiç belli etmiyordum en illegal cümleleri kurdum ben anlamazsınız mayınsa bastım sınırsa geçtim ateşse yaktım ne zaman kozaydım unuttum ne zaman kelebek ne zaman doğurdum kendimi ne zaman öldürdüm ne zaman gözdüm ne zaman gözyaşı
3 benim kandırılmalarım biraz farklıydı anlamazsınız mesela ben büyük şeylere inanırdım büyük denizlere büyük aşklara büyük ayrılıklara büyük ölümlere ve iki kere ikinin asla dört etmediğine başka yollardan giderdim varacağım yerlere en çok aşksız sevişmelerinize yanardım ve dudaklarınıza kondurduğunuz şıkıdım türkülere kireç söndürürdüm karpit lambası altında kitap okurdum kireç söndürmeyi karpit lambasını siz anlamazsınız anlasaydınız zaten uslu bir çocuk olmazdınız amerikan emperyalizmi sovyet sosyalist cumhuriyetler birliği çin halk cumhuriyeti demokratik halk iktidarı marks engels lenin stalin mao zedung fidel kastro che guevara ve enver hoca yeni en ideolojik imgeleri gencecik düşlerimin bir kulağınızdan girer bir kulağınızdan çıkardı kaşla göz arasında anasını satayım benim avuçlarımdan güvercinler uçardı
4 bir kez olsun gizli gizli traş olmamıştınız babanızın jiletiyle oysa ben her gece yüreğimi jiletlerdim yaşadığımı unutmayayım diye yani ölmek gibi yaşardım ölmek gibi yaşanır mı anlamazsınız avuçlarım neden sıcak gözlerim neden kanlı ellerim neden uzun alnım neden açık sesim neden kısık anlamazsınız bilmezsiniz mesela fünye dişlemeyi dinamit yoğurmayı sevişirken dimdik bir meme ucunu dişlemeye benzemez fünye dişlemek dinamit hamuru gözlerini yaşartır adamın kükürtdendir siz kükürtü sanayi bacalarının dumanlarında kokladınız gözleriniz yaşardı genziniz yandı küfürler ettiniz
5 babalarınız hatırlar on dokuz otuz ana haber bültenlerinden güvenlik kuvvetlerinin bir hücre evine yaptığı baskın sonucu yasadışı bir örgütün altı militanı yasaklanmış yayınlar dinamit lokumları çok sayıda patlayıcı madde ve ispanyol yapısı astralarla kirletirdi ekranlarınızı siz biyoloji sınavınıza hazırlanırdınız ben ertesi günkü eyleme siz üniversite sınavlarına hazırlanırdınız ben o üniversiteyi işgale bir gül gibi taşırdım anamın o son öpücüğünü ellerimde nasıl da şaşırmıştım anasını satayım o cani bakışlarımı bir günlük gazetenin baş sayfasında gördüğümde
yani şeytan daha rüyalarıma bile girmeden yastığımın altında yasak kitaplarla uyurdum ben serin ırmaklar geçerdi düşlerimin içinden bütün kirlerimi yıkardı benim kirlerim sizin kirlerinize benzemezdi anlamazsınız ve her ölüm haberinde cayır cayır yanardım ilk o zaman öğrendim kamboçyayı vietnamı çini siz lise sıralarında inek gibi hafızlarken istanbulun fethini ben yeraltlarında devrim nikahları kıyardım gayri resmi ve gayri sevgi hesap vermiştim karşı cinse zaafları olmayan birine bir sarhoşluk kadar anasını satayım bir sarhoşluk kadar ömrüm olsaydı keşke
7 yani bir gece vaktiydi yani dolunaydı yani kaçıyordum önüm arkam sağım solum denizdi anlamazsınız kaçarken çocukluğumu hatırlıyordum allah kahretsindi mermiyi namluya sürmeyi unutmuştum allah kahretsindi vınlaya vınlaya parçaladı çocukluğumu o mermi çekirdeği allah kahretsindi anasını satayım nasıl da mıhlayamadım oracıkta o kahpeyi
8 ben anlamazmış gibi yapmazdım okyanusların derinliğini ölçerdim yeni lehçeler öğrenirdim batık kentler keşfederdim sözcüklere yeni anlamlar yüklerdim mesela şarkı söylerdim kuşlarla konuşurdum yada yoğurt kaplarına çiçekler ekerdim gecelerin en ürkek yarılarında anasını satayım pencerelerinizi tıklatıp kaçan varya işte o bendim
9 diyalektik ve tarihsel materyalizm diye bir şeyler vardı hani o ukraynalı pos bıyıklı çelik bakışlı adamın yazdığı hani o sonradan acımasız bir katile çıkmıştı ya adı kompartıman kompartıman ölüme göndermiş ya eski yoldaşlarını annem namaz kılıyordu oturma odası ile yatak odasının arasındaki salondaydı ben masadaydım gözlerimde o adamın yazdığı kitabın son sayfası hatırlamıyorum şimdi avuçlarımı nasıl iki yumruk yaptığımı allah yok diye bağırdığımı biliyorum bir tek avaz avaz bir de annemin bir mitralyöz gibi yanağımda patlayan tokatlarını sonra araya yağmur girmişti de kurtarmıştım kulaklarımı bir kavganın arasına yağmur nasıl girer anlamazsınız nicel birikimin nitel patlamaya dönüştüğü bir andı sizin anlayacağınız siz yağmurdan genellikle kaçarsınız ya da kara kara şemsiyeler açarsınız ben yağmurda ağlardım görmesinler diye gözyaşlarımı ne çok olmuş anasını satayım ne cok olmus serçelerle konuşmayalı
10 sol komünizm bir çocukluk hastalığı dokuz ışık hepimizin avuçlarında aynı karanlık aynı korkaklık aynı sokakbaşlarında aynı yalnızlıktı inanmazsınız aynı saatlerde aynı örgüt evlerinde uçları kıl testereleriyle çaprazlanmış mermiler hazırlardık uçları kıl testereleriyle çaprazlanmış mermileri siz anlamazsınız toplu iğne başı gibi görünür girdiği yerler çıktığı yerlere mideniz kaldırmaz bakamazsınız mesela nisandı perşembeyi cumaya bağlayan mübarek bir akşamdı kahveye girmeden önce göğe bakmıştım la ilahe illallah belimde kıpır kıpır ondörtlü ceplerimde iki yedek şarjör camilerde yatsı namazları ve bir ay ki hilal mi hilal baktığım köşeden çıktı ismail eşhedü en la ilahe illallah son yudumunu masada bırakmıştım çayımın ya allah bismillah tam kırk kurşunla vurdum ismaili dokuz kalibrelik kırk besmeleyle boşalttığım üçüncü şarjörde ellerime sıçradı hüznü kırkbirinciyle çöpçüyü devirdim ezberledi diye yüzümü sonra bir yerlere kapanıp ağladım ay nasıl ağlarsa öyle ay nasıl ağlarsa öyle ağladım anasını satayım çingenenin beygirini de vurduğum için sırf bana melül melül baktı diye
11 şarkılarda türkülerde meydanlarda çırpınırdı karadeniz ülkücüydüm ben turancıydım ben devrimciydim ben komünisttim bilmezsiniz karadenizdim ben karadenizin fırtınalarındaki rengiydim bağlama çalardım bağlama dinlerdim gül ekerdim toprağıma ölüm biçerdim gökyüzünden yıldız çalardım kimseye çaktırmadan kağıttan gemiler yapardım kaşla göz arasında eylemden kırıp lunaparklara gittiğim bile olurdu mesela denizde taş sektirdiğim şiir yazdığım dilek tuttuğum mesela günübirlik aşık olduğum dut yemiş bülbüller gibi sustuğum mesela dilencilere acıdığım da olurdu ağladığım da uyak olsun diye söylüyorsam namerdim anasını satayım bir tek iyiliğimi bile yazmadılar zabıtlara
12 faşizm sosyal - faşizm oportünizm revizyonizm çok tanrılı bir dinin bütün sapmaları yani anlamazsınız anlamazsınız yani sınıf arkadaşınızı vurdunuz mu hiç delik deşik ettiniz mi bir parkayı okul çıkışında ağır çekim izlediğiniz oldumu hiç bir fizik kitabını havada savrulurken yada hayatınızda iki yüz yirmi voltluk çığlıklar attınızmı mesela tekme tokat giriştiğiniz oldumu hiç tarih derslerinde tarihe mesela kaç kere öldünüz nihavent makamında bir mayıs bin dokuz yüz yetmiş yedide
13 hangi sokak başı hatırlar sizi hangi miting hangi korsan gösteri bir tek polis amca bile görmemiştir gözbebeklerinizi kıl kadar yalanım varsa namerdim anasını satayım yarından tezi yok siz de unutacaksınız bu şiiri
14 türkiye cumhuriyeti anayasasını tağgir tebdil ve ilga yani türk ceza kanununun yüz kırk altıya birinci maddesi uyarınca iplere çekilirdi çocukluğum siz ip atlarken rüyalarınızda annemin gözyaşı toprağa düşmeden kırılmış olurdu boynum boynumun sesi çıtırdak bir çerezin ağzınızda yankılanan sesiydi akciğerlerimi bir ana rahmihi parçalar gibi parçalardı soluğum soluğumla bütün şafakları havaya uçururdum ertesi günkü gazetelerde siz bunları okumazdınız okusanız bile siz bunları hiç böyle anlamazdınız mesela mendilinize ihtiyaç duyardım bazen çağırırdım sizi duymazdınız görmezdiniz çünkü bilmezdiniz çünkü duymazdınız çünkü sağırdınız yürüdüğüm yollar boyunca omuzlarımda taşıdım sizi omuzlarımda taşıdım anasını satayım ne kadar da ağırdınız
dış kaynaklı müzik gibi dış kaynaklı bir şey miydi ölmek kulağımda anti - emperyalist marşların nakaratları elimde amerikan malı bir kerpetenle milyon parçaya ayrılırken ana avrat dümdüz gitmek ölmek bu muydu ulan ölmek ardımda bir uçurum gibi bırakıp gitmek miydi hayatı cenazeme bin kişi katılmış neye yarar en yakın arkadaşım taşımış siyah beyaz bir resmimi ne zaman içim dolsa olan bitene ayıp olur yakışmaz diye ağlamazdım ağlamak bana ne kadar da yakışırmış anlamazdım
16 yürüdüğünüz yollar uzadı siz küçüldünüz küçüldükçe dünyayı benim dudaklarımla öptünüz mesela her polis sorgusunda çorap söküğü gibi çözüldünüz her şey iyi güzel hoş da beni niye öldürdünüz oysa miş li geçmiş zamanlardan alıp taşımıştım sizi torunlarınıza ortaçağdan alıp kuantum fiziğine götürmüştüm sizi kuantum fiziğini belki anlamazsınız diye şiirler bile yazmıştım ölümü bile göze almıştım allah belamı versin kükürt di oksit yani anlamazsınız pos bıyıklarım vardı üç numara saçlarım ve rooswelt postallarım parkamın ceplerinde ellerimi ısıtırdı arnavutluk emek partisi necip fazıl kısakürek ya da nazım hikmet pek farketmezdi hepsi aynı bokun soyuydu anasını satayım hepsi bir parça adrenalindi
17 mesela ellerim yankılanırdı çektiğim her tetikte anlamazsınız çektiğim her pimde birileri çentik atardı bir yerlere robot resmini çizerlerdi yüreğimin sokak sokak aranırdım genellikle kaçardım yada dilinizin altında saklanırdım bir gün tükürürsünüz diye birilerinin yüzüne ağzınızda dolanırdım anlamazdınız iki bardak rakıyla sarhoş olurdunuz ağlamazdınız anasını satayım durmadan yutkunurdunuz
18 hesap soracaktık kahrolsundu kanı yerde kalmayacaktı yepyeni güneş sistemleri kuracaktık mesela denizler ırmaklara akacaktı acayip düşlerim vardı anlatsam inanmazsınız mesela titreyip kendimize dönecektik tarih kitapları bile utanacaktı aşkı aşk gibi yaşayacaktık ölümü ölüm gibi anlamazsınız yani tahrip gücü yüksek güneşler gibi patlayacaktık milyonlarca şiir doğacaktı can çekişmelerimizden mesela annem bir daha ağlamayacaktı en serseri sevinçlerimizle bir poyraza uzatıp alnımızı ellerimizi kollarımızı sallaya sallaya dolaşacaktık bütün meydanları meydanlarda çocuk bahçeleri meydanlarda panayırlar ve uğruna sokak sokak öldüğüm bütün şafaklar çingeneler kucağımda düğün alayları kurulacaktı yerde kaldı anasını satayım hepimizin kanı yerde kaldı
19 ben namlu temizlerdim gece yarılarında siz kulağınızı siz apışaralarında çoğalırdınız ben teksir makinalarında ben vur emirlerini dinlerdim siz iş emirlerini sustalı bir bıçak gibi kanatırdım gözlerinizi ağlardım ne zaman ağlasam kalbimle dalga geçerdiniz ve hiç biriniz anasını satayım hiçbiriniz hiçbiriniz benim kadar ölmediniz
20 yani sizin şarkı sözleri yazdığınız o duvarlara ben öfkeler yazmıştım ellerim yüreğimde yüreğim silahımdayken kod adımı bir dağ çiçeğinin adından çalmıştım soyadımı bir kundağa sarıp cami avlusuna bırakmıştım annemi rüyamda gördüğüm en son akşamdı rüzgar bir yalnızlık gibi dağıtıyordu saçlarımı ilk gördüğüm silah tüccarına anasını satayım takas ettim bütün yarınlarımı
21 kendi sesimi kalbimde nasıl boğardım anlamazsınız ilk o zaman öğrendim dilimde kor demirler söndürmeyi ve söndürdüğüm her demirde bir bıçak olup bilenmeyi öncem yoktu anasını satayım sonram let it be... let it be
22 ne zaman kozaydım unuttum ne zaman kelebek ne zaman ezberledim hüznü heceleyerek hangi sokağında yürüsem bu kentin hangi sokağında anasını satayım adımlarımı kimseye uyduramıyorum
23 gözlerimin içine her baktığınızda göz bebeklerinizdeki yalancının suratına tükürdüm utanmadınız bir gece vakti dur ihtarına uymadığım için vuruldum siz kimseleri ihtar etmediniz ekmek mayasıyla üzüm sularından küflü şaraplar yaptım bir kez olsun tatmadınız tırnaklarımın kirleri karıştı gecelerin kirine kirlerimi kirlerinizde arıtmadınız bütün denizlerde boğuldum bütün ateşlerde yandım bütün akıl hastanelerinde uyuşturduğunuz her beyin benim beynimdi anlamazsınız
24 gecen sonbahardan kalma bir şeyler kıpırdanıyor içimde avuçlarımda eşkiya günlerimden kalma mermi kovanları ve mayın tarlalarında saklambaç oynadığım çocukluğumla işte geldim size saklayın beni kendimden çıkıp size kaçarken sırtımdan vuruldum üçüncü sınıf bir aranıyor afişinden bakıyorum dünyaya her sabah endişelerinizle gözgöze geliyor suretim geçtiğim bütün yollar mayınlı bütün hudut kapıları tutulmuş ve yazdığım bütün şiirlerde anasını satayım taammüd unsuru bulunmuş
25 hatırlamıyorum anasını satayım ben mi sizi doğurmuştum yoksa siz mi terketmiştiniz bir dağın eteklerine beni hangimiz gayri meşru bir ilişkinin piçiydik unuttum iyi molotof kokteyller hazırlardım aklımda kalan bu emekli maaşlarınızı alamadığınız bankalarda patlardı benim ellerim sizin kalbinizdi anlamazsınız kalbiniz avuçlarımda bir güneş gibi patlardı işte geldim size ya saklayın beni artık ya da öldürün beni şah damarını anasını satayım şah damarını kestiğiniz bütün şiirlerim gibi
26 ne zaman unuttum ağlamayı ağlamak çoğu zaman varolmaktı sizden ılık bir güneydoğu akşamının maviliğindeki derinliği istemiştim sizden yaralı bir kurt gibi acıyla uluduğum yangınların ortalarında beni kalbinizin en derin yerlerinde saklamanızı istemiştim sizden ellerinizi istemiştim avuçlarınızın içinde size bakarken bütün insanlığa bakmayı sizden sözcükleri toplayıp çıkararak anlatamadığım herşeyi kalbimin atışlarından anlamanızı sizden gözyaşlarınızı istemiştim gözyaşlarınızda yüzme bilmeyen bir çocuk gibi boğulmayı hep bir başka hayata ertelediniz anasını satayım oysa bu benim son hayatımdı
en çok istanbula benzeyen gözlerini sevdim gözlerinde devrik cümleler gibi bakan kederi esirgeyen bağışlayan aşkın adıyla başladım sana erkekliğim bedeninde kimbilir kaç kez hatim indirdi kimbilir kaç kez yazdım kendimi arka sayfalarına hayatının faili meçhul bir cinayet haberi gibi
kırlangıç fırtınalarına benzeyen yüzünü sevdim jilet yansıması gibi yüzüme çarpan yüzünü yüzünün avuçlarımdaki yasa dışı hüznünü hani geceyarıları gökgürültülerine kulak kabartır gibi hani bir ırmağın kendini denize dökmesi gibi hani iki arada bir derede telaşlı sevişmeler gibi hani anlarsın ya suçüstü bir aşk gibi bulup bulup yitirmeyi sevdim seni
ustura suskunluğuna benzeyen ellerini bana olmadık şeyler düşündüren ellerini beni içimin gizlisinden alıp her karartma gecesi en argo şiirlere rehin bırakan ellerini sevdim bana bu kenti bu ülkeyi ve bu dünyayı bana bu en ahlaksız çağını zamanın bana güneydoğudaki çocuk ağlamalarını unutturan dokunduğun heryerinde bedenimin sigara yanığı tırnak çiziği yaralar açan bana kendi uçurumlarında çığlıklar yakıştıran ellerini sevdim
aruz veznine benzeyen yalnızlığını sevdim ben senin kendi yalnızlığında iş çıkışlarındaki caddeler gibi çoğalmanı cuma akşamları beyoğlunun çalgılı sokakları gibi bir korsan gösteriye dört koldan katılmak gibi içimde kalabalıklaşmanı sevdim çocukluğuma benzeyen yalanlarını yalanlarında yakaladığım gerçeklerini gerçekler ki zaten saatli maarif takvim yapraklarının arkalarındaki maniler gibidir bu ülkede ülkelerini sevdim her gidişinin ardındaki mide kanamalarımı nöbetçi eczanelerin uykusuz kalfalarıyla korkuttum korkularını da sevdim düşmemek için bir elinle sımsıkı tuttuğun merdiven korkuluklarına benzeyen korkularını mutedil dalgalı denizlere benzeyen sevişmelerini sevişmelerindeki acemi dilsiz alfabesini patladı patlayacak bir fırtınanın tam ortasında kendini ölüme bu kadar genç hissetmeni senin gecikmelerini sevdim
tebdil-i kıyafet beni sevmeni sevdim dudaklarında bir karanfil gibi ısırdığın fahişe gülüşünü komisyon vermemek için bir otobüs durağında tam on altı yerinden bıçaklayıp kaçarak pezevengini sadece kendin için sattığın gülüşünü sevdim bir şiire benzeyen uzaklıklarını sevdim yalnız denizlerde kürek çektiıim uzaklıklarını bir mülteci gibi bana hep ülkemi özlete kendimden kaçtıkça seni bulduğum sana gittikçe kendime vardığım uzaklıklarını imkansızlığını sevdim
ben seni arkamda bırakacağım en son sözcük gibi ben seni bir intihar gibi sevdim 2
ben senin gözlerini daha önce de gördüm hani ter kokulu bir belediye otobüsünde cüzdanını çarptığım kadından kaçarken sırtımdan vurulup da ellerine düşmüştüm ya hani bileklerimi jiletlediğim bir akşam başucumda oturup saçlarıma dokunmuştun aramızdan imkansız şarkılar geçiyordu çocuk bahçeleri gibi umutsuzdun
ben senin gözlerini daha önce de gördüm hani ıssız bir sokağın yankılanması gibi hani son dizesi henüz yazılmamış bir şiir gibi dudaklarımdan uzak okyanusların bütün mavisini dudaklarımdan söyleyemediğim bütün sözcükleri bir öpüşte çekip almıştın ya hani
ben senin gözlerini daha önce de gördüm hani birinci şube kapısında dipçiklendiğim akşam hani bir paket sigara için yeni pabuçlarımı sattığım akşam hani bir gülüşüne gül olduğum akşam hani bir damlasına gözyaşının la ilahe illallah bin dolunayı kurban ettiğim akşam hani yaklaştıkça kendine doğru kaçan bir ufuk dokundukça kendine kapanan bir kapı uçurumlarında sesimi yitirdiğim bir çığlık ve suskunluğunda burnumun direğini sızlatan zifiri karanlığında kendimi aradığım bir çocuk
ben senin gözlerini daha önce de gördüm ben senin gözlerinde daha önce de öldüm 3 bu şehri benzetebildiğim kadar sana benzettim en sensiz gecelerimde rum batakhanelerinde girit rakısı içtiğim sabahlara kadar sokaklarında ana avrat dümdüz gittiğim denizlerine kustuğum caddelerinde yittiğim bu şehre meydanlarında on bin ağızdan on bin lanet ettiğim köprülerinde ateşler yakıp aşka boyun eğdiğim çingene rengi şiirler söyledim diye polislerine rüşvet verdiğim karakollarında körkütük kan işediğim bu şehre gündoğumlarında salya sümük ağlayıp kendime geldiğim kalbimi varoşlarına sığdıramadığım bu şehre benziyorsun sen çaresizliğimin jilet yarası annemin konfeksiyon atölyelerindeki hüznünü öğüten şehir hatları vapurlarında çocukluğumu sattığım iki yakasını biraraya getiremediğim bu şehre benziyorsun en çok uğruna bileklerimi kestiğim orospulara benziyorsun imkansızlığın anlamı kadar imkansızsın artık kalbime dinamitler döşüyorsun 4
geçmiş bir zamandı kalabalıktık gelincik tarlalarında bahar çağrıları gibiydi yüzün hayra yorulmayacak düşler gibiydin bir ayeti ezberler gibi ezberliyordum yüzünü sen susuyordun kuşatılmış bir kent nasıl susarsa öyle elimi kolumu sallaya sallaya dolaştım senin o ıssız caddelerinde dilimde dinamitler patladı öyle doluydum ki uzatsam ellerim göğe değecekti sanki
gökyüzüme dokunsan ağlayacatın mavinin kaç tonu var bulutlardan öte ağladığın zaman anlayacaktın
çığlık çığlığa sevişmeler gibiydin dağ koyaklarında eşkiya ateşleri gibi gizli ve namlu yatağında sabırsız bir mermi kadar gerçektin sendin senin ellerindi akdenizdi senin gözlerindi bir balıkçı teknesi gibi heyamollarla geçip gitti sendin hiçliğimin ilk gecesiydin
olmadık şarkılar dinliyorum şimdi en ölümcül intiharlar besteliyorum uykulardan uyanıp zaman zaman mavi yüzlü çocuklar adıyorum tarihe sonra susuyorum sonra mutlaka bir şiirle bağırıyorum seni
bütün umutsuzluğumu bir mayın patlaması gibi gibi bin parçaya ayır yarın olsun sen ol gözlerin olsun ve hep olsun aşkın hiçliğimin önüne barikatlar kursun ne dersin yolundan dönebilir mi bu kurşun 5
işte yine gittin ortalığı toplamadım karnımı doyurmadım yağmura bile aldırmadım örneğin darmadağın ettiğin alnım yaktığın ateşin koru yatağıma bıraktığın deniz kokusu ve kalbimden silmeyi unuttuğun parmak izlerin öylece duruyor cinayet delilleri olarak kanıtlasın diye yokluğunu aklında bir yerlerde yüzde hesapları ondalık kesirler ve enflasyon oranları toplanıp çıkarılamayacak bölünüp çarpılamayacak kadar karmaşık hiç bilinmeyenli bir denklemi çözmek için sözlüye kalktım aşkın kare kökünü aldım sen çıktın ezbere anlattım bütün intihar yöntemlerini ve bütün matematik kuramlarında sıfırın kendine bölünemediğini
herşey bir hesap hatasıydı yani oradan bakınca vardın buradan bakınca yoksun alnımdan güvercinler havalanıyor görmüyorsun dudaklarım ne zaman bir sözcüğe dursa kalbim iki rekat aşk için kıblene dönüyor bilmiyorsun zamanı bin parçaya bölüyorum her sabah her parçaya bin gül ekiyorum koklamıyorsun avuçlarımda ormanlarını biriktiriyorum dağlarına çıkıyorum yağmurlarını yağıyorum ırmaklarını döküyorum okyanuslarıma duymuyorsun bütün fiil çekimlerimi senin öznene bütün aylarımı senin gecelerine bütün sabahlarımı senin alnına ve bütün sancılarımı seni doğurmaya adıyorum katlime ferman çıkarıyor gözlerin şiirler tutukluyor ellerimi anlamıyorsun kendimi sırtlayıp apansız giriyorum hudutlarına mayın tarlalarında acemi bir asker gibi nasıl bir telaş içinde kalbim nasıl firar ediyorum kendimden yakalamıyorsun seni hep büyük harflerle düşünüyorum parantez içinde ve hep adını tanrının adıyla yazıyorum okumuyorsun bir denklemin en bilinmez noktasına koyuyorum seni yakışıyorsun kılıçtan geçirilmiş bir ordunun son neferi gibiyim yorgun ve terli suskun ve aç mahçup ve yenik bir sabah ezanı gibi dolaşıyorum sokaklarda - abonman vay bilet vay yüreğim dolunay 6
sırtımda iki bıçak yarası birbirini bulamayan iki ırmak yatağı ve yağmurun camlarda bıraktığı jilet kesiği su yolları gibiyim şimdi bir cinayet dolaşıyor ki parmaklarımda öyle kalleş ne zaman yokluğuna açsam gözlerimi ellerim şairliğimi ispiyonluyor kağıtlara sabıka kayıtlarımın arasında unutulmuı bir kadın bulut yüzlü gök yüzlü yağmur yüzlü yazsam hiçbir şiire sığmaz yazmasam ellerimde kalır hüznü
7
avuçlarını bir yokluğa benzetirdim ve ne zaman avuçlarına sığınsam aşka ve hiçliğe dair kederler gelirdi aklıma
hiçliğe dair kederler gelirdi aklıma aklıma gelen başıma gelirdi sen giderdin sen gidince ben de giderdim biterdim
ben bütün başka kadınlarda seninle sevişmiştim seviştiğim bütün kadınlarda seni sevmiştim
gün ortalarında ateş böcekleri kadar yalnız ve sahipsizim artık gitme yokluğuna uzamasın ellerim
8
bir göçmen türküsü gibi sevdim seni bir vatan nasıl özlenirse öyle özledim çingene kızların ceyizleri kadar rengarenk bıçkın delikanlıların yürekleri kadar yalansız ve anamın ak sütü gibi helaldim sana şimdi terkedilecekse bir sehir senin gibi terkedilmeli bir yaranın kabugunu kanatır gibi bir martı havalanır mı dudaklarımın arasından maviye keser mi hüznüm bırak bu dalgalar kırılsın dilimde kan tadında bir bakış olsun yüzüm 9
rezil rusva oldum şiirlerime uykusuzluktan beynim kalbime yaylım ateşler açıyor şimdi öyle yoksun öyle yoksun ki içimde bir vatansız gibi dolaşıyorsun şakaklarıma dayadığım bir revolverin son kurşunu gibi saklıyorum seni ben burada dudaklarımı ısırıyorum sen orada kanıyorsun sen kanadıkça bana benziyorsun ben kimselere anlatamadıkça ellerini sen bile ben olduğunu bilmiyorsun
10
bir hiçliğe demir atmıştık seninle ışıklarımız sönüktü pusulamız bozuk bir kere bir olalım demiştim eşittir birdi kendine bölünemeyen tek sayıydı o unutmuştuk beyoğlunun arka sokaklarındaydık belki de beyoğlu bizim arka sokaklarımızdaydı bilinmez nefeslerimizde nasıl bir anason kokusu ve gülücüklerimizin arkasında nihavent makamında kanayan nasıl fitil işlemez bir şiş yarasıydı hüzün yağmur arabesk bir şeydi bu saatlerde içimize işliyordu sen siyanür buharı gibi dolaşıyordun içimde yasaklanmış afişler gibiydi yüzün yüzünde bir serçe kendine uyandı bir tek ben gördüm bu yüzden benim bile umurumda değildi artık bir mayıs bin dokuz yüz yetmiş yedide bu sokaklarda kaç kez öldüğüm
11
ben sana bir uzun yol şöförü gibi geldim gözlerimden şerit şerit akıyor hala serseriliğim üç kağıtçılara uykumu kaptırdım yankesicilere şarkılarımı şarkılarım ah çocukluğumun allı güllü şarkıları güldüm mü bu yüzden bir çocuk gibi gülerim ve kimseler görmez benim dışıma ağladığımı (artık suskunluğu kendinden menkul bir aşkız aşkın hiçliğe vardığı noktadayız) ben senden bir uzun yol şöförü gibi gidiyorum cantamı topladım artık arkama bile bakmıyorum hangi kapı daha yakındır bana bilinmez hangi deniz daha uzak kalsam gözlerin beni sırtımdan vuracak
12
yağmur yağıyordu bütün aşk siirleri böyle başlar biliyorum ama yalanım yok yağmur yağıyordu bir tek ben ıslanıyordum (bir ateşi beraber koruduk rüzgardan avuçlarımızda bir yerlerlerdeydi aşk bir sigara içimlik zaman kadar yakın aramızdaki masa kadar uzak) dokuz kalibrelik iki mermi çekirdeği gibi ceplerimi ısıtıyorsun şimdi yastığımın altında ruhsatsız bir silahsın sen bütün aramalardan saklıyorum seni 13
kalabalık bir sokağında yürüyorduk zamanın omuzlarımız çarpıştı bakıştık ben gözlerindeki yalazı çaldım kimse görmeden sonra arkama bile bakmadan kaçtım
senin arka sokaklarında arıyorlar beni kalbim sabıkalı adım komiserlerin uyurken bile aklında sen gözlerindeki yalazı çaldırmış bir mağdursun artık ihbar ediyorsun beni karakollara
iki şişe şaraba satacağım seni biri rüşvet olsun polis amcalara
14
ben orospu kasıklarda uyumuşum dokuz ay on gün hangi genelevin hangi odasında hangi uykusuz şöför çarpıştıysa anamın dölyolunda bilinmez dna testlerinden dna testlerine koşmuş kadın ille de bir babam olsun diye her ne kadar kimyasal yapıları birbirine benzese de gözyaşlarımızın benimkiler biraz daha piçtir sevgilim gerisi inleyen nağmeler gerisi uzun hikaye
kafa kağıdımdaki baba adım beyoğludur bana sorarsan tüm istanbul geçmiş kadının üstünden ya neyse gözlerim üçüncü sınıf muhallebici dükkanlarının sinekli vitrinlerinden yansıyorsa sevgilim ceplerim gönlüm kadar zengin olmadı benim gerisi zil zurna sosyalizm gerisi uzun hikaye
sana viski bardaklarının üzerindeki parmak izlerini anlatmış mıydım ucuz viski bardaklarının üzerindeki parmak izlerini anam konsomasyona giderdi üç kuruş beş paraya assolistler gerdan kırar göbek oynatır ben bally koklardım hayat bilgisi niyetine sana bally kokusunu anlatmış mıydım sevgilim gerçi gerisi halusinasyon gerisi uzun hikaye
bana bu çatal dil babalarımdan mı kalma muhtemelen aşıktı onlar da yattıkları her orospuya belki de bu yüzden bir denizim olmadı hiç süslü püslü yelkenliler düşünemedim hiç oysa ben ölmeyi böyle anlamıştım oysa ben bu martıları senin için ağlamıştım senin için hazırlamıştım dölyollarımda hayatı mesela sular gibi çocuklar doğuralım diye mesela suları maviye boyayalım diye susalım diye be sevgilim anlarsın işte en kurak yerlerimizde birbirimize susayalım diye kendimi senin mecburi istikametlerinde mi yitirdim işte gerçek bu sevgilim gerisi uzun hikaye
15
gözlerindeki istanbulu gördün mü nina ben gördüm istanbul ya bu sokar böyle her şarkıya burnunu yürek desem artık modası geçmiş bir laf kalp desem mayın tarlası alkol acemisi bir yeni yetme gibi içimin en olmadık yerlerine anason kusuyorum nina bütün sözcükleri jiletliyorum bu akşam aç parantez elma dersem cık armut dersem çıkma
istanbul ya bu hani o en orospu halini bilirsin ya istanbulun hani arkadan vuracakmış gibi bakar ya adama parantezi kapat nina gözleri istanbulun en kalleş haliydi benim ellerim kaburgalarımın arasında ve iş işten çoktan geçmişti
bu dilde bir şiir yazmamıştım hiç ağzımda kükürt gibi çiğnememiştim sözcükleri kıl kadar yalanım varsa namerdim nina ne me quitte pas... ne me quitte pas 16
yarın çok geç olabilir sevgilim mesela yarın ben ölebilirim ağır ağır demir alır gibi limanından yaralı bir gemi kıyısız bir denize açılabilirim artık ne bir fırtına anlatabilir beni sana ne de alelacele seviştiğimiz zamanların tehlikesi yarın kendimi bir yaprak gibi dökebilirim sonbahara yarın kendimi bu şiir gibi kanatabilirim
yarın çok geç olabilir sevgilim yarın çocuklarımız bile olamayabilir gülüşlerini şimdiden sana benzettiğim gülüşlerini şimdiden dudaklarına armağan ettiğim denizlere gebe kalamayabilirim
yarın çok geç olabilir sevgilim bir kılıç kınından sıyrılıp boynumu vurabilir bir kent bütün sokaklarımla beni alıp götürebilir yarın çok geç olabilir sevgilim bilirsin tahammüle kısıtlıdır serseriliğim öyle deli sevişmeler adadım ki ben sana yarın çok geç olabilir
17
sana bütün insanlığımla gelmiştim kavgalarım yenilgilerim ve bütün varoluşlarımla dilimde artık unutulmuş eski bir denizci lehçesi yüzümde hep vedalaşır gibi bakan gözlerimle yalansız riyasız ve dolambaçsızdım sana bir dağ getirmiştim küçük bir dağ henüz doruklarına çıkılmamış sana bir ülke öyle bir ülke ki sokaklarında çarpışıp ölmeyi deneyeceğim şimdi
en terbiyesiz şiirlerle seviştim her gelişinde her gidişinde intiharlar özledim bekleyişlerinde eskiyen yüzüm yağmurlar biriktirdi her mevsimden uzun upuzun bir köprü oldum önünde geç beni yürü beni bul beni diye
yenildim dünyanın bu en aşifte yüzünü asil bir duruş gibi yüzüme yakıştırmayı yalanları yalanlarla dölleyip sahte cümleler kurmayı ve plastik aşklar yaşamayı beceremedim ucundan kenarından tutmaktansa bir kez dokunup yanacağım seni doğmamış bir çocuğu yetim bırakıp ölmeyi deneyeceğim şimdi
oguz atay hayatıma girdiginde elime 724 sayfalık tutunamayanları tutusturdular... tutunamayanlar isimli eseri türk edeiyat rarine kazandırılmıs en kaliteli romanlardan biridir... o kadar farklı bir dil kullanılmıstır ki (üstelik bunun bir inşaat mühendisini goz onune alırsak) harkulade bir yapıt gerceklestirmiştir. Oguz atay genc yasta hayatını kaybedenler sıralamasında hayatımda en oncelik yerini alan insan olması ile birlikte tutunamayanların bende bıraktıgı o ince sızı....
korkuyu beklerken olsun... bir bilim adamının romanı olsun oyunlarla yasayanlar olsun biliyorum ki
bizdik... bizi de en iyi dille anlayarak anlattıgı için farkını ortaya koymaya yetiyor
'ya o tutunamayanlar' sımsıkı tutunsalardı birbirilerine?
isimli kitaplarına ise yorum yapmak bile sacma olur bir insanının (ki kendileri filozof olurlar) bu denli insan ruhundan ve yasantısından anektodları rahatca yazabilmek üstelik kusursuz bir sekilde bunu anlam yogunlugu ile yogurup sıcak bir sekilde insanın yüregine serpmesine ise kesinlikle bir sey denemez... ve ben hala eminim ki oldugu zaman kıymetlenecek yazarlarımızdan biridir... en iyilerinden biri hatta en iyisi...
2001 Yılından bu zamana dek antolojideyim. Geçen zaman zarfında benzer pek çok siteler gün geçtikçe hızını almaksızın arttı. Hatta o kadar arttı ki; hangi edebiyat, şiir, deneme, vs gibi insanların aynı anda paylaştıkları sitelerin tamamı güncel bir şekilde işlemek yerine sadece yazılar ve yazıları takip eden yorumlarla geçirmekteydi. Evet antoloji sitesi mükemmelin ötesinde bir site olmaya bilir, reklamlar zamanla gözlerimizi de doldurabilir, ancak benzerlerinin çok üstünde farklılıklar yarattığını, konulara duyarlılığı, şiir yarışmaları, yenilikçi fikirlerin araştırılması ve paylaşılması için büyük adımlar atabilmiş tek site diyebilirim. Bu kadar zaman zarfında konumunu zedelemeden çıkar gözetmeksizin zevkle, başarılı bir ekiple çalışarak kendisini bu konuma getirip hatta o kadar kendi büyüklüğünü kabullendirmiş ki; kapatılması bile yargı önünde söz konusu olmuştur.
Ancak; kendini bilmez kişi veya kişilerin gerek kasıtla gerek kasıtsız fikirlerini beyan herkesle eşit bir ortamda fikirlerini beyan etmeleri, bu kadar rahat bi platformda özgürce düşüncelerini aktarmaları konu ne olursa olsun asla yargılanmamalı bakışı içerisindeyim. Özellikle de bunu binlerce kullanıcıya mal edip, onları edebiyattan, şiirden, ve genel bir paylaşım ortamından mahrum bırakmaya hiç kimsenin hakkının olmadığını düşünüyorum.Belki netice itibari ile gerekli merciler halen konu üzerinde itirazın kabulu veya reddi hakkında belirli bir karara varmamış olabilirler. Ancak kararın red gelmesi halinde, özellikle de bu kadar kişi göz önüne alarak insanları aynı ortamda birleştiren kültür yumağı bir sitenin kapatılması büyük bir ağacın baltalanmasından başka bir şey değildir.
Adaletin adalet kavramı içerisinde şaşmayacağından ve Antoloji üyelerinin bu duruma baka kalmakla yetinmeyeceğinden hiç şüphem yok...Ve duyarsız kalmamak için gerek kullanıcı üyelerinin gerekse yetkili şairlerin bu kültür birikimini harcamalarına izin vermeyeceğinide inançlarım doğrultusunda taahhüt ederim. İşte bu sırada antoloji com yetkilileri ve çalışanlarına daha fazla sorumluluk, daha fazla dikkat, daha fazla iş düşüyor...
Adalet kavramının yerine getirilmesi dileği ile.. M.Güneş
Tutunamayanlar türk edebiyatına kazandırılmış en kaliteli kitaplardan biridir. Oğuz Atay`ın bu eserinin ve eserinin üzerindeki psikolojik baskının altında ezilmemek gercekten zor.. Ancak bu kitabın henüz reşit olmamış kişilere okutulmasının sakıncalı oldugu kanaatindeyim. Çünkü tutunamayanlar tamamı ile hayatı alaycı bir dille geciştirmekle kalmayıp hayatın gerçeklerini alanen yüzümüze vurmaktadır. Ve kitaptaki karakterler olsun, gerek zaman olsun, gerek mekan olsun insan psikolojisini etkilemekle kalmayıp, ruhsal bir çökünte ve bunalım içerisine sürüklemektedir. Ancak bu baş yapıtın kesinlikle her kitaplıkta olması gerektiği kanaatindeyim. Tutunamayanlar sadece bir kitap değil aynı zamanda kısmen insanların miladı olmuştur....
hayatin anlami hep uzaktadir. ya anı olmuştur hayatın anlamı ya da özlem. hayatını anlamlı kılacak ve geldiginde senin tam olmani saglayacak olan sey, henuz senin disindadir. hayatin anlami hep hayatin disinda kalinir. ona hazirlanir. o beklenir. o ozlenebilir ama ona dokunulamaz. dokunamadigin noktalardan gelir hayatin anlami
kanunlar çıkarırsınız benim açıklamalarımda olduğu gibi: herkesi her şey yaparsınız kimseye danışmadan ve anayasaya uygunluğuna bakmadan: zorlamadan uyulacak kanunlar yaparsınız. dairedeki memuru mühendis yaparsınız. içinizde hiçbir acılık birikmez. ne bırakılmış olmanın, ne anlaşılamamanın, ne yaşamamanın, ne de baştan yaşayamamanın acısı düzeninizi bozmaz. düşünmeden kapılırsınız olaylara. sonu ne olacak diye korkmazsınız. sonu yoktur ki.. sonu gelmez şövalye romanları gibidir bu yaşantı: en zor anlarda daima açık bir kapı bulunur girip saklanacak. ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? birdenbire: 'buraya kadar! ' dediler. oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. bütün sularda gölgeni seyrederdin. üstelik, daha önce haber vermiştik derler onlar. her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. yaşarken eskidiğini ve eskittiğini söylemiştik. işte onların kanunları böyle. bizimkilere benzeyebilir mi hiç? şehrin duvarlarına sırayla üç kere ilan asıyorlar: sevginize dikkat! dördüncü ilan ve sevgiyi kaldırıveriyorlar. onlarla başa çıkılmaz turgut. ben çıkabildim mi? bilincin uyarmasın seni. dikkat et turgutçuğum, bu güzel hayalleri, şekilleri kaybetmesin bilincin. kurtar kendini onun baskısından. rüyadan gerçeğe geçmenin acılarını yaşama. ne olur turgut uyanma sakın. ne olur uyanma.. ne olur.. ne olur.. silme
analarınızın memelerine süt bile yürümemişti daha
bir kez olsun gizli gizli traş olmamıştınız babanızın jiletiyle
yani şimdiki sizin yaşınızda ben
yani deve tellal pire berber iken
diyalektik ve tarihsel materyalizm diye birşeyler vardı
sol komünizm bir çocukluk hastalığı dokuz ışık
şarkılarda türkülerde meydanlarda çırpınırdı karadeniz
faşizm sosyal - faşizm oportünizm revizyonizm
kükürt di oksit civa flüminat molotof kokteyller
öfkeler yazmıştım ellerim yüreğimde yüreğim silahımdayken
dizlerim tirtir titriyordu ama hiç belli etmiyordum
en illegal cümleleri kurdum ben anlamazsınız
mayınsa bastım sınırsa geçtim ateşse yaktım
ne zaman kozaydım unuttum ne zaman kelebek
ne zaman doğurdum kendimi ne zaman öldürdüm
ne zaman gözdüm ne zaman gözyaşı
3
benim kandırılmalarım biraz farklıydı anlamazsınız
mesela ben büyük şeylere inanırdım büyük denizlere
büyük aşklara büyük ayrılıklara büyük ölümlere
ve iki kere ikinin asla dört etmediğine
başka yollardan giderdim varacağım yerlere
en çok aşksız sevişmelerinize yanardım
ve dudaklarınıza kondurduğunuz şıkıdım türkülere
kireç söndürürdüm karpit lambası altında kitap okurdum
kireç söndürmeyi karpit lambasını siz anlamazsınız
anlasaydınız zaten uslu bir çocuk olmazdınız
amerikan emperyalizmi sovyet sosyalist cumhuriyetler birliği
çin halk cumhuriyeti demokratik halk iktidarı
marks engels lenin stalin
mao zedung fidel kastro che guevara ve enver hoca
yeni en ideolojik imgeleri gencecik düşlerimin
bir kulağınızdan girer bir kulağınızdan çıkardı
kaşla göz arasında anasını satayım
benim avuçlarımdan güvercinler uçardı
4
bir kez olsun gizli gizli traş olmamıştınız babanızın jiletiyle
oysa ben her gece yüreğimi jiletlerdim yaşadığımı unutmayayım diye
yani ölmek gibi yaşardım ölmek gibi yaşanır mı anlamazsınız
avuçlarım neden sıcak gözlerim neden kanlı ellerim neden uzun
alnım neden açık sesim neden kısık anlamazsınız
bilmezsiniz mesela fünye dişlemeyi dinamit yoğurmayı
sevişirken dimdik bir meme ucunu dişlemeye benzemez fünye dişlemek
dinamit hamuru gözlerini yaşartır adamın kükürtdendir
siz kükürtü sanayi bacalarının dumanlarında kokladınız gözleriniz yaşardı genziniz yandı küfürler ettiniz
5
babalarınız hatırlar on dokuz otuz ana haber bültenlerinden
güvenlik kuvvetlerinin bir hücre evine yaptığı baskın sonucu
yasadışı bir örgütün altı militanı
yasaklanmış yayınlar dinamit lokumları çok sayıda patlayıcı madde
ve ispanyol yapısı astralarla kirletirdi ekranlarınızı
siz biyoloji sınavınıza hazırlanırdınız ben ertesi günkü eyleme
siz üniversite sınavlarına hazırlanırdınız ben o üniversiteyi işgale
bir gül gibi taşırdım anamın o son öpücüğünü ellerimde
nasıl da şaşırmıştım anasını satayım
o cani bakışlarımı bir günlük gazetenin
baş sayfasında gördüğümde
yani şeytan daha rüyalarıma bile girmeden
yastığımın altında yasak kitaplarla uyurdum ben
serin ırmaklar geçerdi düşlerimin içinden bütün kirlerimi yıkardı
benim kirlerim sizin kirlerinize benzemezdi anlamazsınız
ve her ölüm haberinde cayır cayır yanardım
ilk o zaman öğrendim kamboçyayı vietnamı çini
siz lise sıralarında inek gibi hafızlarken istanbulun fethini
ben yeraltlarında devrim nikahları kıyardım gayri resmi ve gayri sevgi
hesap vermiştim karşı cinse zaafları olmayan birine
bir sarhoşluk kadar anasını satayım
bir sarhoşluk kadar ömrüm olsaydı keşke
7
yani bir gece vaktiydi yani dolunaydı yani kaçıyordum
önüm arkam sağım solum denizdi anlamazsınız
kaçarken çocukluğumu hatırlıyordum allah kahretsindi
mermiyi namluya sürmeyi unutmuştum allah kahretsindi
vınlaya vınlaya parçaladı çocukluğumu o mermi çekirdeği
allah kahretsindi anasını satayım
nasıl da mıhlayamadım oracıkta o kahpeyi
8
ben anlamazmış gibi yapmazdım okyanusların derinliğini ölçerdim
yeni lehçeler öğrenirdim batık kentler keşfederdim
sözcüklere yeni anlamlar yüklerdim mesela şarkı söylerdim
kuşlarla konuşurdum yada yoğurt kaplarına çiçekler ekerdim
gecelerin en ürkek yarılarında anasını satayım
pencerelerinizi tıklatıp kaçan varya
işte o bendim
9
diyalektik ve tarihsel materyalizm diye bir şeyler vardı
hani o ukraynalı pos bıyıklı çelik bakışlı adamın yazdığı
hani o sonradan acımasız bir katile çıkmıştı ya adı
kompartıman kompartıman ölüme göndermiş ya eski yoldaşlarını
annem namaz kılıyordu oturma odası ile yatak odasının arasındaki salondaydı
ben masadaydım gözlerimde o adamın yazdığı kitabın son sayfası
hatırlamıyorum şimdi avuçlarımı nasıl iki yumruk yaptığımı
allah yok diye bağırdığımı biliyorum bir tek avaz avaz
bir de annemin bir mitralyöz gibi yanağımda patlayan tokatlarını
sonra araya yağmur girmişti de kurtarmıştım kulaklarımı
bir kavganın arasına yağmur nasıl girer anlamazsınız
nicel birikimin nitel patlamaya dönüştüğü bir andı sizin anlayacağınız
siz yağmurdan genellikle kaçarsınız ya da kara kara şemsiyeler açarsınız
ben yağmurda ağlardım görmesinler diye gözyaşlarımı
ne çok olmuş anasını satayım
ne cok olmus serçelerle konuşmayalı
10
sol komünizm bir çocukluk hastalığı dokuz ışık
hepimizin avuçlarında aynı karanlık aynı korkaklık
aynı sokakbaşlarında aynı yalnızlıktı inanmazsınız
aynı saatlerde aynı örgüt evlerinde
uçları kıl testereleriyle çaprazlanmış mermiler hazırlardık
uçları kıl testereleriyle çaprazlanmış mermileri siz anlamazsınız
toplu iğne başı gibi görünür girdiği yerler
çıktığı yerlere mideniz kaldırmaz bakamazsınız
mesela nisandı
perşembeyi cumaya bağlayan mübarek bir akşamdı
kahveye girmeden önce göğe bakmıştım la ilahe illallah
belimde kıpır kıpır ondörtlü ceplerimde iki yedek şarjör
camilerde yatsı namazları ve bir ay ki hilal mi hilal
baktığım köşeden çıktı ismail eşhedü en la ilahe illallah
son yudumunu masada bırakmıştım çayımın ya allah bismillah
tam kırk kurşunla vurdum ismaili dokuz kalibrelik kırk besmeleyle
boşalttığım üçüncü şarjörde ellerime sıçradı hüznü
kırkbirinciyle çöpçüyü devirdim ezberledi diye yüzümü
sonra bir yerlere kapanıp ağladım ay nasıl ağlarsa öyle
ay nasıl ağlarsa öyle ağladım anasını satayım
çingenenin beygirini de vurduğum için
sırf bana melül melül baktı diye
11
şarkılarda türkülerde meydanlarda çırpınırdı karadeniz
ülkücüydüm ben turancıydım ben devrimciydim ben komünisttim bilmezsiniz
karadenizdim ben karadenizin fırtınalarındaki rengiydim
bağlama çalardım bağlama dinlerdim gül ekerdim toprağıma ölüm biçerdim
gökyüzünden yıldız çalardım kimseye çaktırmadan
kağıttan gemiler yapardım kaşla göz arasında
eylemden kırıp lunaparklara gittiğim bile olurdu
mesela denizde taş sektirdiğim şiir yazdığım dilek tuttuğum
mesela günübirlik aşık olduğum dut yemiş bülbüller gibi sustuğum
mesela dilencilere acıdığım da olurdu ağladığım da
uyak olsun diye söylüyorsam namerdim anasını satayım
bir tek iyiliğimi bile yazmadılar zabıtlara
12
faşizm sosyal - faşizm oportünizm revizyonizm
çok tanrılı bir dinin bütün sapmaları yani anlamazsınız
anlamazsınız yani sınıf arkadaşınızı vurdunuz mu hiç
delik deşik ettiniz mi bir parkayı okul çıkışında
ağır çekim izlediğiniz oldumu hiç bir fizik kitabını havada savrulurken
yada hayatınızda iki yüz yirmi voltluk çığlıklar attınızmı
mesela tekme tokat giriştiğiniz oldumu hiç tarih derslerinde tarihe
mesela kaç kere öldünüz nihavent makamında bir mayıs bin dokuz yüz yetmiş yedide
13
hangi sokak başı hatırlar sizi hangi miting hangi korsan gösteri
bir tek polis amca bile görmemiştir gözbebeklerinizi
kıl kadar yalanım varsa namerdim anasını satayım
yarından tezi yok siz de unutacaksınız bu şiiri
14
türkiye cumhuriyeti anayasasını tağgir tebdil ve ilga
yani türk ceza kanununun yüz kırk altıya birinci maddesi uyarınca
iplere çekilirdi çocukluğum siz ip atlarken rüyalarınızda
annemin gözyaşı toprağa düşmeden kırılmış olurdu boynum
boynumun sesi çıtırdak bir çerezin ağzınızda yankılanan sesiydi
akciğerlerimi bir ana rahmihi parçalar gibi parçalardı soluğum
soluğumla bütün şafakları havaya uçururdum
ertesi günkü gazetelerde siz bunları okumazdınız
okusanız bile siz bunları hiç böyle anlamazdınız
mesela mendilinize ihtiyaç duyardım bazen çağırırdım sizi duymazdınız
görmezdiniz çünkü bilmezdiniz çünkü duymazdınız çünkü sağırdınız
yürüdüğüm yollar boyunca omuzlarımda taşıdım sizi
omuzlarımda taşıdım anasını satayım
ne kadar da ağırdınız
dış kaynaklı müzik gibi dış kaynaklı bir şey miydi ölmek
kulağımda anti - emperyalist marşların nakaratları
elimde amerikan malı bir kerpetenle
milyon parçaya ayrılırken ana avrat dümdüz gitmek
ölmek bu muydu ulan
ölmek ardımda bir uçurum gibi bırakıp gitmek miydi hayatı
cenazeme bin kişi katılmış neye yarar
en yakın arkadaşım taşımış siyah beyaz bir resmimi
ne zaman içim dolsa olan bitene
ayıp olur yakışmaz diye ağlamazdım
ağlamak bana ne kadar da yakışırmış anlamazdım
16
yürüdüğünüz yollar uzadı siz küçüldünüz
küçüldükçe dünyayı benim dudaklarımla öptünüz
mesela her polis sorgusunda çorap söküğü gibi çözüldünüz
her şey iyi güzel hoş da beni niye öldürdünüz
oysa miş li geçmiş zamanlardan alıp taşımıştım sizi torunlarınıza
ortaçağdan alıp kuantum fiziğine götürmüştüm sizi
kuantum fiziğini belki anlamazsınız diye şiirler bile yazmıştım
ölümü bile göze almıştım allah belamı versin
kükürt di oksit yani anlamazsınız
pos bıyıklarım vardı üç numara saçlarım ve rooswelt postallarım
parkamın ceplerinde ellerimi ısıtırdı arnavutluk emek partisi
necip fazıl kısakürek ya da nazım hikmet pek farketmezdi
hepsi aynı bokun soyuydu anasını satayım
hepsi bir parça adrenalindi
17
mesela ellerim yankılanırdı çektiğim her tetikte anlamazsınız
çektiğim her pimde birileri çentik atardı bir yerlere
robot resmini çizerlerdi yüreğimin sokak sokak aranırdım
genellikle kaçardım yada dilinizin altında saklanırdım
bir gün tükürürsünüz diye birilerinin yüzüne ağzınızda dolanırdım
anlamazdınız iki bardak rakıyla sarhoş olurdunuz
ağlamazdınız anasını satayım
durmadan yutkunurdunuz
18
hesap soracaktık kahrolsundu kanı yerde kalmayacaktı
yepyeni güneş sistemleri kuracaktık mesela denizler ırmaklara akacaktı
acayip düşlerim vardı anlatsam inanmazsınız
mesela titreyip kendimize dönecektik tarih kitapları bile utanacaktı
aşkı aşk gibi yaşayacaktık ölümü ölüm gibi anlamazsınız
yani tahrip gücü yüksek güneşler gibi patlayacaktık
milyonlarca şiir doğacaktı can çekişmelerimizden
mesela annem bir daha ağlamayacaktı
en serseri sevinçlerimizle bir poyraza uzatıp alnımızı
ellerimizi kollarımızı sallaya sallaya dolaşacaktık bütün meydanları
meydanlarda çocuk bahçeleri meydanlarda panayırlar
ve uğruna sokak sokak öldüğüm bütün şafaklar
çingeneler kucağımda düğün alayları kurulacaktı
yerde kaldı anasını satayım
hepimizin kanı yerde kaldı
19
ben namlu temizlerdim gece yarılarında siz kulağınızı
siz apışaralarında çoğalırdınız ben teksir makinalarında
ben vur emirlerini dinlerdim siz iş emirlerini
sustalı bir bıçak gibi kanatırdım gözlerinizi
ağlardım
ne zaman ağlasam kalbimle dalga geçerdiniz
ve hiç biriniz anasını satayım hiçbiriniz
hiçbiriniz benim kadar ölmediniz
20
yani sizin şarkı sözleri yazdığınız o duvarlara ben
öfkeler yazmıştım ellerim yüreğimde yüreğim silahımdayken
kod adımı bir dağ çiçeğinin adından çalmıştım
soyadımı bir kundağa sarıp cami avlusuna bırakmıştım
annemi rüyamda gördüğüm en son akşamdı
rüzgar bir yalnızlık gibi dağıtıyordu saçlarımı
ilk gördüğüm silah tüccarına anasını satayım
takas ettim bütün yarınlarımı
21
kendi sesimi kalbimde nasıl boğardım anlamazsınız
ilk o zaman öğrendim dilimde kor demirler söndürmeyi
ve söndürdüğüm her demirde bir bıçak olup bilenmeyi
öncem yoktu anasını satayım
sonram let it be... let it be
22
ne zaman kozaydım unuttum ne zaman kelebek
ne zaman ezberledim hüznü heceleyerek
hangi sokağında yürüsem bu kentin
hangi sokağında anasını satayım
adımlarımı kimseye uyduramıyorum
23
gözlerimin içine her baktığınızda göz bebeklerinizdeki yalancının
suratına tükürdüm utanmadınız
bir gece vakti dur ihtarına uymadığım için vuruldum
siz kimseleri ihtar etmediniz
ekmek mayasıyla üzüm sularından küflü şaraplar yaptım
bir kez olsun tatmadınız
tırnaklarımın kirleri karıştı gecelerin kirine
kirlerimi kirlerinizde arıtmadınız
bütün denizlerde boğuldum
bütün ateşlerde yandım
bütün akıl hastanelerinde uyuşturduğunuz her beyin
benim beynimdi anlamazsınız
24
gecen sonbahardan kalma bir şeyler kıpırdanıyor içimde
avuçlarımda eşkiya günlerimden kalma mermi kovanları
ve mayın tarlalarında saklambaç oynadığım çocukluğumla
işte geldim size saklayın beni
kendimden çıkıp size kaçarken sırtımdan vuruldum
üçüncü sınıf bir aranıyor afişinden bakıyorum dünyaya
her sabah endişelerinizle gözgöze geliyor suretim
geçtiğim bütün yollar mayınlı
bütün hudut kapıları tutulmuş
ve yazdığım bütün şiirlerde anasını satayım
taammüd unsuru bulunmuş
25
hatırlamıyorum anasını satayım
ben mi sizi doğurmuştum yoksa
siz mi terketmiştiniz bir dağın eteklerine beni
hangimiz gayri meşru bir ilişkinin piçiydik unuttum
iyi molotof kokteyller hazırlardım aklımda kalan bu
emekli maaşlarınızı alamadığınız bankalarda patlardı
benim ellerim sizin kalbinizdi anlamazsınız
kalbiniz avuçlarımda bir güneş gibi patlardı
işte geldim size ya saklayın beni artık
ya da öldürün beni
şah damarını anasını satayım
şah damarını kestiğiniz
bütün şiirlerim gibi
26
ne zaman unuttum ağlamayı
ağlamak çoğu zaman varolmaktı
sizden ılık bir güneydoğu akşamının
maviliğindeki derinliği istemiştim
sizden yaralı bir kurt gibi
acıyla uluduğum yangınların ortalarında
beni kalbinizin en derin yerlerinde saklamanızı istemiştim
sizden ellerinizi istemiştim
avuçlarınızın içinde size bakarken bütün insanlığa bakmayı
sizden sözcükleri toplayıp çıkararak anlatamadığım herşeyi
kalbimin atışlarından anlamanızı
sizden gözyaşlarınızı istemiştim
gözyaşlarınızda yüzme bilmeyen bir çocuk gibi boğulmayı
hep bir başka hayata ertelediniz anasını satayım
oysa bu benim son hayatımdı
en çok istanbula benzeyen gözlerini sevdim
gözlerinde devrik cümleler gibi bakan kederi
esirgeyen bağışlayan aşkın adıyla başladım sana
erkekliğim bedeninde kimbilir kaç kez hatim indirdi
kimbilir kaç kez yazdım kendimi arka sayfalarına hayatının
faili meçhul bir cinayet haberi gibi
kırlangıç fırtınalarına benzeyen yüzünü sevdim
jilet yansıması gibi yüzüme çarpan yüzünü
yüzünün avuçlarımdaki yasa dışı hüznünü
hani geceyarıları gökgürültülerine kulak kabartır gibi
hani bir ırmağın kendini denize dökmesi gibi
hani iki arada bir derede telaşlı sevişmeler gibi
hani anlarsın ya suçüstü bir aşk gibi
bulup bulup yitirmeyi sevdim seni
ustura suskunluğuna benzeyen ellerini
bana olmadık şeyler düşündüren ellerini
beni içimin gizlisinden alıp her karartma gecesi
en argo şiirlere rehin bırakan ellerini sevdim
bana bu kenti bu ülkeyi ve bu dünyayı
bana bu en ahlaksız çağını zamanın
bana güneydoğudaki çocuk ağlamalarını unutturan
dokunduğun heryerinde bedenimin
sigara yanığı tırnak çiziği yaralar açan
bana kendi uçurumlarında çığlıklar yakıştıran
ellerini sevdim
aruz veznine benzeyen yalnızlığını sevdim
ben senin kendi yalnızlığında
iş çıkışlarındaki caddeler gibi çoğalmanı
cuma akşamları beyoğlunun çalgılı sokakları gibi
bir korsan gösteriye dört koldan katılmak gibi
içimde kalabalıklaşmanı sevdim
çocukluğuma benzeyen yalanlarını
yalanlarında yakaladığım gerçeklerini
gerçekler ki zaten saatli maarif takvim yapraklarının
arkalarındaki maniler gibidir bu ülkede
ülkelerini sevdim her gidişinin ardındaki mide kanamalarımı
nöbetçi eczanelerin uykusuz kalfalarıyla korkuttum
korkularını da sevdim
düşmemek için bir elinle sımsıkı tuttuğun
merdiven korkuluklarına benzeyen korkularını
mutedil dalgalı denizlere benzeyen sevişmelerini
sevişmelerindeki acemi dilsiz alfabesini
patladı patlayacak bir fırtınanın tam ortasında
kendini ölüme bu kadar genç hissetmeni
senin gecikmelerini sevdim
tebdil-i kıyafet beni sevmeni sevdim
dudaklarında bir karanfil gibi ısırdığın fahişe gülüşünü
komisyon vermemek için bir otobüs durağında
tam on altı yerinden bıçaklayıp kaçarak pezevengini
sadece kendin için sattığın gülüşünü sevdim
bir şiire benzeyen uzaklıklarını sevdim
yalnız denizlerde kürek çektiıim uzaklıklarını
bir mülteci gibi bana hep ülkemi özlete
kendimden kaçtıkça seni bulduğum
sana gittikçe kendime vardığım uzaklıklarını
imkansızlığını sevdim
ben seni arkamda bırakacağım en son sözcük gibi
ben seni bir intihar gibi sevdim
2
ben senin gözlerini daha önce de gördüm
hani ter kokulu bir belediye otobüsünde
cüzdanını çarptığım kadından kaçarken
sırtımdan vurulup da ellerine düşmüştüm ya
hani bileklerimi jiletlediğim bir akşam
başucumda oturup saçlarıma dokunmuştun
aramızdan imkansız şarkılar geçiyordu
çocuk bahçeleri gibi umutsuzdun
ben senin gözlerini daha önce de gördüm
hani ıssız bir sokağın yankılanması gibi
hani son dizesi henüz yazılmamış bir şiir gibi
dudaklarımdan uzak okyanusların bütün mavisini
dudaklarımdan söyleyemediğim bütün sözcükleri
bir öpüşte çekip almıştın ya hani
ben senin gözlerini daha önce de gördüm
hani birinci şube kapısında dipçiklendiğim akşam
hani bir paket sigara için yeni pabuçlarımı sattığım akşam
hani bir gülüşüne gül olduğum akşam
hani bir damlasına gözyaşının la ilahe illallah
bin dolunayı kurban ettiğim akşam
hani yaklaştıkça kendine doğru kaçan bir ufuk
dokundukça kendine kapanan bir kapı
uçurumlarında sesimi yitirdiğim bir çığlık
ve suskunluğunda burnumun direğini sızlatan
zifiri karanlığında kendimi aradığım bir çocuk
ben senin gözlerini daha önce de gördüm
ben senin gözlerinde daha önce de öldüm
3
bu şehri benzetebildiğim kadar sana benzettim
en sensiz gecelerimde rum batakhanelerinde girit rakısı içtiğim
sabahlara kadar sokaklarında ana avrat dümdüz gittiğim
denizlerine kustuğum caddelerinde yittiğim bu şehre
meydanlarında on bin ağızdan on bin lanet ettiğim
köprülerinde ateşler yakıp aşka boyun eğdiğim
çingene rengi şiirler söyledim diye polislerine rüşvet verdiğim
karakollarında körkütük kan işediğim bu şehre
gündoğumlarında salya sümük ağlayıp kendime geldiğim
kalbimi varoşlarına sığdıramadığım bu şehre benziyorsun
sen çaresizliğimin jilet yarası
annemin konfeksiyon atölyelerindeki hüznünü öğüten
şehir hatları vapurlarında çocukluğumu sattığım
iki yakasını biraraya getiremediğim bu şehre benziyorsun en çok
uğruna bileklerimi kestiğim orospulara benziyorsun
imkansızlığın anlamı kadar imkansızsın artık
kalbime dinamitler döşüyorsun
4
geçmiş bir zamandı kalabalıktık
gelincik tarlalarında bahar çağrıları gibiydi yüzün
hayra yorulmayacak düşler gibiydin
bir ayeti ezberler gibi ezberliyordum yüzünü
sen susuyordun
kuşatılmış bir kent nasıl susarsa öyle
elimi kolumu sallaya sallaya dolaştım senin o ıssız caddelerinde
dilimde dinamitler patladı öyle doluydum ki
uzatsam ellerim göğe değecekti sanki
gökyüzüme dokunsan ağlayacatın
mavinin kaç tonu var bulutlardan öte
ağladığın zaman anlayacaktın
çığlık çığlığa sevişmeler gibiydin
dağ koyaklarında eşkiya ateşleri gibi gizli
ve namlu yatağında sabırsız bir mermi kadar gerçektin
sendin
senin ellerindi akdenizdi
senin gözlerindi bir balıkçı teknesi gibi heyamollarla geçip gitti
sendin
hiçliğimin ilk gecesiydin
olmadık şarkılar dinliyorum şimdi
en ölümcül intiharlar besteliyorum uykulardan uyanıp
zaman zaman mavi yüzlü çocuklar adıyorum tarihe
sonra susuyorum
sonra mutlaka bir şiirle bağırıyorum seni
bütün umutsuzluğumu
bir mayın patlaması gibi gibi bin parçaya ayır
yarın olsun
sen ol
gözlerin olsun
ve hep olsun
aşkın hiçliğimin önüne barikatlar kursun
ne dersin
yolundan dönebilir mi bu kurşun
5
işte yine gittin
ortalığı toplamadım
karnımı doyurmadım yağmura bile aldırmadım
örneğin darmadağın ettiğin alnım
yaktığın ateşin koru
yatağıma bıraktığın deniz kokusu
ve kalbimden silmeyi unuttuğun parmak izlerin
öylece duruyor cinayet delilleri olarak
kanıtlasın diye yokluğunu aklında bir yerlerde yüzde hesapları
ondalık kesirler ve enflasyon oranları
toplanıp çıkarılamayacak
bölünüp çarpılamayacak kadar karmaşık
hiç bilinmeyenli bir denklemi çözmek için
sözlüye kalktım
aşkın kare kökünü aldım sen çıktın
ezbere anlattım bütün intihar yöntemlerini
ve bütün matematik kuramlarında
sıfırın kendine bölünemediğini
herşey bir hesap hatasıydı
yani oradan bakınca vardın
buradan bakınca yoksun
alnımdan güvercinler havalanıyor görmüyorsun
dudaklarım ne zaman bir sözcüğe dursa
kalbim iki rekat aşk için kıblene dönüyor bilmiyorsun
zamanı bin parçaya bölüyorum her sabah
her parçaya bin gül ekiyorum koklamıyorsun
avuçlarımda ormanlarını biriktiriyorum
dağlarına çıkıyorum yağmurlarını yağıyorum
ırmaklarını döküyorum okyanuslarıma duymuyorsun
bütün fiil çekimlerimi senin öznene
bütün aylarımı senin gecelerine
bütün sabahlarımı senin alnına
ve bütün sancılarımı seni doğurmaya adıyorum
katlime ferman çıkarıyor gözlerin
şiirler tutukluyor ellerimi anlamıyorsun
kendimi sırtlayıp apansız giriyorum hudutlarına
mayın tarlalarında acemi bir asker gibi
nasıl bir telaş içinde kalbim
nasıl firar ediyorum kendimden yakalamıyorsun
seni hep büyük harflerle düşünüyorum parantez içinde
ve hep adını tanrının adıyla yazıyorum okumuyorsun
bir denklemin en bilinmez noktasına koyuyorum seni yakışıyorsun
kılıçtan geçirilmiş bir ordunun son neferi gibiyim
yorgun ve terli suskun ve aç mahçup ve yenik
bir sabah ezanı gibi dolaşıyorum sokaklarda
- abonman vay bilet vay
yüreğim dolunay
6
sırtımda iki bıçak yarası
birbirini bulamayan iki ırmak yatağı
ve yağmurun camlarda bıraktığı
jilet kesiği su yolları gibiyim şimdi
bir cinayet dolaşıyor ki parmaklarımda öyle kalleş
ne zaman yokluğuna açsam gözlerimi
ellerim şairliğimi ispiyonluyor kağıtlara
sabıka kayıtlarımın arasında unutulmuı bir kadın
bulut yüzlü gök yüzlü yağmur yüzlü
yazsam hiçbir şiire sığmaz
yazmasam ellerimde kalır hüznü
7
avuçlarını bir yokluğa benzetirdim
ve ne zaman avuçlarına sığınsam
aşka ve hiçliğe dair kederler gelirdi aklıma
hiçliğe dair kederler gelirdi aklıma
aklıma gelen başıma gelirdi
sen giderdin
sen gidince ben de giderdim
biterdim
ben bütün başka kadınlarda seninle sevişmiştim
seviştiğim bütün kadınlarda seni sevmiştim
gün ortalarında ateş böcekleri kadar yalnız ve sahipsizim
artık gitme
yokluğuna uzamasın ellerim
8
bir göçmen türküsü gibi sevdim seni
bir vatan nasıl özlenirse öyle özledim
çingene kızların ceyizleri kadar rengarenk
bıçkın delikanlıların yürekleri kadar yalansız
ve anamın ak sütü gibi helaldim sana
şimdi terkedilecekse bir sehir
senin gibi terkedilmeli
bir yaranın kabugunu kanatır gibi
bir martı havalanır mı dudaklarımın arasından
maviye keser mi hüznüm
bırak bu dalgalar kırılsın dilimde
kan tadında bir bakış olsun yüzüm
9
rezil rusva oldum şiirlerime uykusuzluktan
beynim kalbime yaylım ateşler açıyor şimdi
öyle yoksun öyle yoksun ki
içimde bir vatansız gibi dolaşıyorsun
şakaklarıma dayadığım bir revolverin
son kurşunu gibi saklıyorum seni
ben burada dudaklarımı ısırıyorum
sen orada kanıyorsun
sen kanadıkça bana benziyorsun
ben kimselere anlatamadıkça ellerini
sen bile ben olduğunu bilmiyorsun
10
bir hiçliğe demir atmıştık seninle
ışıklarımız sönüktü pusulamız bozuk
bir kere bir olalım demiştim eşittir birdi
kendine bölünemeyen tek sayıydı o unutmuştuk
beyoğlunun arka sokaklarındaydık
belki de beyoğlu bizim arka sokaklarımızdaydı bilinmez
nefeslerimizde nasıl bir anason kokusu
ve gülücüklerimizin arkasında nihavent makamında kanayan
nasıl fitil işlemez bir şiş yarasıydı hüzün
yağmur arabesk bir şeydi bu saatlerde içimize işliyordu
sen siyanür buharı gibi dolaşıyordun içimde
yasaklanmış afişler gibiydi yüzün
yüzünde bir serçe kendine uyandı bir tek ben gördüm
bu yüzden benim bile umurumda değildi artık
bir mayıs bin dokuz yüz yetmiş yedide
bu sokaklarda kaç kez öldüğüm
11
ben sana bir uzun yol şöförü gibi geldim
gözlerimden şerit şerit akıyor hala serseriliğim
üç kağıtçılara uykumu kaptırdım yankesicilere şarkılarımı
şarkılarım ah çocukluğumun allı güllü şarkıları
güldüm mü bu yüzden bir çocuk gibi gülerim
ve kimseler görmez benim dışıma ağladığımı
(artık suskunluğu kendinden menkul bir aşkız
aşkın hiçliğe vardığı noktadayız)
ben senden bir uzun yol şöförü gibi gidiyorum
cantamı topladım artık arkama bile bakmıyorum
hangi kapı daha yakındır bana bilinmez
hangi deniz daha uzak
kalsam
gözlerin beni sırtımdan vuracak
12
yağmur yağıyordu
bütün aşk siirleri böyle başlar biliyorum
ama yalanım yok yağmur yağıyordu
bir tek ben ıslanıyordum
(bir ateşi beraber koruduk rüzgardan
avuçlarımızda bir yerlerlerdeydi aşk
bir sigara içimlik zaman kadar yakın
aramızdaki masa kadar uzak)
dokuz kalibrelik iki mermi çekirdeği gibi
ceplerimi ısıtıyorsun şimdi
yastığımın altında ruhsatsız bir silahsın sen
bütün aramalardan saklıyorum seni
13
kalabalık bir sokağında yürüyorduk zamanın
omuzlarımız çarpıştı bakıştık
ben gözlerindeki yalazı çaldım kimse görmeden
sonra arkama bile bakmadan kaçtım
senin arka sokaklarında arıyorlar beni
kalbim sabıkalı
adım komiserlerin uyurken bile aklında
sen gözlerindeki yalazı çaldırmış bir mağdursun artık
ihbar ediyorsun beni karakollara
iki şişe şaraba satacağım seni
biri rüşvet olsun polis amcalara
14
ben orospu kasıklarda uyumuşum dokuz ay on gün
hangi genelevin hangi odasında hangi uykusuz şöför
çarpıştıysa anamın dölyolunda bilinmez
dna testlerinden dna testlerine koşmuş kadın
ille de bir babam olsun diye
her ne kadar kimyasal yapıları birbirine benzese de gözyaşlarımızın
benimkiler biraz daha piçtir sevgilim
gerisi inleyen nağmeler
gerisi uzun hikaye
kafa kağıdımdaki baba adım beyoğludur
bana sorarsan tüm istanbul geçmiş kadının üstünden ya neyse
gözlerim üçüncü sınıf muhallebici dükkanlarının
sinekli vitrinlerinden yansıyorsa sevgilim
ceplerim gönlüm kadar zengin olmadı benim
gerisi zil zurna sosyalizm
gerisi uzun hikaye
sana viski bardaklarının üzerindeki parmak izlerini anlatmış mıydım
ucuz viski bardaklarının üzerindeki parmak izlerini
anam konsomasyona giderdi üç kuruş beş paraya
assolistler gerdan kırar göbek oynatır
ben bally koklardım hayat bilgisi niyetine
sana bally kokusunu anlatmış mıydım sevgilim
gerçi gerisi halusinasyon
gerisi uzun hikaye
bana bu çatal dil babalarımdan mı kalma
muhtemelen aşıktı onlar da yattıkları her orospuya
belki de bu yüzden bir denizim olmadı hiç
süslü püslü yelkenliler düşünemedim hiç
oysa ben ölmeyi böyle anlamıştım
oysa ben bu martıları senin için ağlamıştım
senin için hazırlamıştım dölyollarımda hayatı
mesela sular gibi çocuklar doğuralım diye
mesela suları maviye boyayalım diye
susalım diye be sevgilim anlarsın işte
en kurak yerlerimizde birbirimize susayalım diye
kendimi senin mecburi istikametlerinde mi yitirdim
işte gerçek bu sevgilim
gerisi uzun hikaye
15
gözlerindeki istanbulu gördün mü nina
ben gördüm
istanbul ya bu
sokar böyle her şarkıya burnunu
yürek desem artık modası geçmiş bir laf
kalp desem mayın tarlası
alkol acemisi bir yeni yetme gibi içimin
en olmadık yerlerine anason kusuyorum nina
bütün sözcükleri jiletliyorum bu akşam aç parantez
elma dersem cık armut dersem çıkma
istanbul ya bu
hani o en orospu halini bilirsin ya istanbulun
hani arkadan vuracakmış gibi bakar ya adama
parantezi kapat nina
gözleri istanbulun en kalleş haliydi
benim ellerim kaburgalarımın arasında
ve iş işten çoktan geçmişti
bu dilde bir şiir yazmamıştım hiç
ağzımda kükürt gibi çiğnememiştim sözcükleri
kıl kadar yalanım varsa namerdim nina
ne me quitte pas... ne me quitte pas
16
yarın çok geç olabilir sevgilim
mesela yarın ben ölebilirim
ağır ağır demir alır gibi limanından yaralı bir gemi
kıyısız bir denize açılabilirim
artık ne bir fırtına anlatabilir beni sana
ne de alelacele seviştiğimiz zamanların tehlikesi
yarın kendimi bir yaprak gibi dökebilirim sonbahara
yarın kendimi bu şiir gibi kanatabilirim
yarın çok geç olabilir sevgilim
yarın çocuklarımız bile olamayabilir
gülüşlerini şimdiden sana benzettiğim
gülüşlerini şimdiden dudaklarına armağan ettiğim
denizlere gebe kalamayabilirim
yarın çok geç olabilir sevgilim
bir kılıç kınından sıyrılıp boynumu vurabilir
bir kent bütün sokaklarımla beni alıp götürebilir
yarın çok geç olabilir sevgilim
bilirsin tahammüle kısıtlıdır serseriliğim
öyle deli sevişmeler adadım ki ben sana
yarın çok geç olabilir
17
sana bütün insanlığımla gelmiştim
kavgalarım yenilgilerim ve bütün varoluşlarımla
dilimde artık unutulmuş eski bir denizci lehçesi
yüzümde hep vedalaşır gibi bakan gözlerimle
yalansız riyasız ve dolambaçsızdım
sana bir dağ getirmiştim küçük bir dağ
henüz doruklarına çıkılmamış
sana bir ülke öyle bir ülke ki
sokaklarında çarpışıp
ölmeyi deneyeceğim şimdi
en terbiyesiz şiirlerle seviştim her gelişinde
her gidişinde intiharlar özledim
bekleyişlerinde eskiyen yüzüm
yağmurlar biriktirdi her mevsimden
uzun upuzun bir köprü oldum önünde
geç beni yürü beni bul beni diye
yenildim
dünyanın bu en aşifte yüzünü
asil bir duruş gibi yüzüme yakıştırmayı
yalanları yalanlarla dölleyip sahte cümleler kurmayı
ve plastik aşklar yaşamayı beceremedim
ucundan kenarından tutmaktansa
bir kez dokunup yanacağım seni
doğmamış bir çocuğu yetim bırakıp
ölmeyi deneyeceğim şimdi
.......
kendileri reklamcı olarak bilinsede aslında bir kiralık katildir...
boyle baslıyordu ben bir kiralık katilim kitabı...
kitaplarının yanı sıra siirleri de harkuladedir
soylemek yetmez yazmak lazım...
bi kac siirlerini vereyimde tam olsun
oguz atay hayatıma girdiginde elime 724 sayfalık tutunamayanları tutusturdular...
tutunamayanlar isimli eseri türk edeiyat rarine kazandırılmıs en kaliteli romanlardan biridir... o kadar farklı bir dil kullanılmıstır ki (üstelik bunun bir inşaat mühendisini goz onune alırsak) harkulade bir yapıt gerceklestirmiştir.
Oguz atay genc yasta hayatını kaybedenler sıralamasında hayatımda en oncelik yerini alan insan olması ile birlikte
tutunamayanların bende bıraktıgı o ince sızı....
korkuyu beklerken olsun...
bir bilim adamının romanı olsun
oyunlarla yasayanlar olsun
biliyorum ki
bizdik...
bizi de en iyi dille anlayarak anlattıgı için
farkını ortaya koymaya yetiyor
'ya o tutunamayanlar'
sımsıkı tutunsalardı birbirilerine?
hayatımın donum noktalarından biridir A.Oruc Aruoba...
ile
olmayalı
deki işte
hani
isimli kitaplarına ise yorum yapmak bile sacma olur
bir insanının (ki kendileri filozof olurlar) bu denli insan ruhundan ve yasantısından anektodları rahatca yazabilmek
üstelik kusursuz bir sekilde bunu anlam yogunlugu ile yogurup sıcak bir sekilde insanın yüregine serpmesine ise
kesinlikle bir sey denemez...
ve ben hala eminim ki
oldugu zaman kıymetlenecek yazarlarımızdan biridir...
en iyilerinden biri
hatta en iyisi...
dokunamadıgın noktalardan gelir hayatının anlamı...
2001 Yılından bu zamana dek antolojideyim. Geçen zaman zarfında benzer pek çok siteler gün geçtikçe hızını almaksızın arttı. Hatta o kadar arttı ki; hangi edebiyat, şiir, deneme, vs gibi insanların aynı anda paylaştıkları sitelerin tamamı güncel bir şekilde işlemek yerine sadece yazılar ve yazıları takip eden yorumlarla geçirmekteydi. Evet antoloji sitesi mükemmelin ötesinde bir site olmaya bilir, reklamlar zamanla gözlerimizi de doldurabilir, ancak benzerlerinin çok üstünde farklılıklar yarattığını, konulara duyarlılığı, şiir yarışmaları, yenilikçi fikirlerin araştırılması ve paylaşılması için büyük adımlar atabilmiş tek site diyebilirim. Bu kadar zaman zarfında konumunu zedelemeden çıkar gözetmeksizin zevkle, başarılı bir ekiple çalışarak kendisini bu konuma getirip hatta o kadar kendi büyüklüğünü kabullendirmiş ki; kapatılması bile yargı önünde söz konusu olmuştur.
Ancak; kendini bilmez kişi veya kişilerin gerek kasıtla gerek kasıtsız fikirlerini beyan herkesle eşit bir ortamda fikirlerini beyan etmeleri, bu kadar rahat bi platformda özgürce düşüncelerini aktarmaları konu ne olursa olsun asla yargılanmamalı bakışı içerisindeyim. Özellikle de bunu binlerce kullanıcıya mal edip, onları edebiyattan, şiirden, ve genel bir paylaşım ortamından mahrum bırakmaya hiç kimsenin hakkının olmadığını düşünüyorum.Belki netice itibari ile gerekli merciler halen konu üzerinde itirazın kabulu veya reddi hakkında belirli bir karara varmamış olabilirler. Ancak kararın red gelmesi halinde, özellikle de bu kadar kişi göz önüne alarak insanları aynı ortamda birleştiren kültür yumağı bir sitenin kapatılması büyük bir ağacın baltalanmasından başka bir şey değildir.
Adaletin adalet kavramı içerisinde şaşmayacağından ve Antoloji üyelerinin bu duruma baka kalmakla yetinmeyeceğinden hiç şüphem yok...Ve duyarsız kalmamak için gerek kullanıcı üyelerinin gerekse yetkili şairlerin bu kültür birikimini harcamalarına izin vermeyeceğinide inançlarım doğrultusunda taahhüt ederim. İşte bu sırada antoloji com yetkilileri ve çalışanlarına daha fazla sorumluluk, daha fazla dikkat, daha fazla iş düşüyor...
Adalet kavramının yerine getirilmesi dileği ile..
M.Güneş