'Çünkü demokratik solun, sosyalist solun en büyük meselesi laiklik değildir, üretici güçler ve bu güçlerin iktidarda dengeli bir biçimde söz sahibi olmasıdır. Eğer bütün süreci laikliğe indirgersen o zaman bir manada mason partisi olmuş olursun, çünkü laiklik masonların en büyük meselesidir: Laiklik üzerindeki ısrarlar aslında anti İslamcılıktır. Halk bunu sezgisiyle anlıyor. Bir insan laik bir toplum içinde dininin gereklerini uygulayabilir, buna hiçbir mani yok. Çünkü laiklik demek dinin ortadan kaldırılması değil, dinin bireyselleştirilmesi, toplumsallıktan çıkartılması demektir. Sen dini toplumsal alandan sürdükten sonra gerisine karışmayacaksın.
Esas mesele ekonomide, yani gelir dağılımının adalete uygun hale getirilmesinde. Çünkü sosyalizmde demokrasiye yönelik eleştiri nedir; burjuva toplumda demokrasi sadece hukuk alanında sağlanır oysa asıl mesele ekonomik anlamda demokrasinin, yani gelir dağılımında eşitliğin sağlanmasıdır.
Bunu nasıl sağlayacaksın, laiklikle mi? Hayır, bunu ancak sosyal politikalarla yani üretim gücüne hak tanıyarak sağlayabilirsin. Yani üretim gücünün partisi olacak. Siyasi ifadesini orada bulacak ve siyasete ağırlığını koyacak.
Demokratik sol, sosyalist sol ve Kemalist solun biraraya gelmesi ve bunların en azından bir işçi konfederasyonun desteğini arkasına alması lazım. Hatta bu arada merkez sağda yer alan temiz politikacılarla ve milliyetçi kesimlerle ittifak aramak gerekir.
Ama bunu hiçbiri yapmadı, seçimlere tek başına girdiler ve ortada kaldılar.' (Attila İlhan - İleri 2000 dergisi)
Çünkü demokratik solun, sosyalist solun en büyük meselesi laiklik değildir, üretici güçler ve bu güçlerin iktidarda dengeli bir biçimde söz sahibi olmasıdır. Eğer bütün süreci laikliğe indirgersen o zaman bir manada mason partisi olmuş olursun, çünkü laiklik masonların en büyük meselesidir: Laiklik üzerindeki ısrarlar aslında anti İslamcılıktır. Halk bunu sezgisiyle anlıyor. Bir insan laik bir toplum içinde dininin gereklerini uygulayabilir, buna hiçbir mani yok. Çünkü laiklik demek dinin ortadan kaldırılması değil, dinin bireyselleştirilmesi, toplumsallıktan çıkartılması demektir. Sen dini toplumsal alandan sürdükten sonra gerisine karışmayacaksın.
Esas mesele ekonomide, yani gelir dağılımının adalete uygun hale getirilmesinde. Çünkü sosyalizmde demokrasiye yönelik eleştiri nedir; burjuva toplumda demokrasi sadece hukuk alanında sağlanır oysa asıl mesele ekonomik anlamda demokrasinin, yani gelir dağılımında eşitliğin sağlanmasıdır.
Bunu nasıl sağlayacaksın, laiklikle mi? Hayır, bunu ancak sosyal politikalarla yani üretim gücüne hak tanıyarak sağlayabilirsin. Yani üretim gücünün partisi olacak. Siyasi ifadesini orada bulacak ve siyasete ağırlığını koyacak.
Demokratik sol, sosyalist sol ve Kemalist solun biraraya gelmesi ve bunların en azından bir işçi konfederasyonun desteğini arkasına alması lazım. Hatta bu arada merkez sağda yer alan temiz politikacılarla ve milliyetçi kesimlerle ittifak aramak gerekir.
Ama bunu hiçbiri yapmadı, seçimlere tek başına girdiler ve ortada kaldılar.'
Deniz Mustafa Kemal'in anti-emperyalist ve tam bağımsızlıktan yana yönünü almıştı.Marks'la Lenin arasında bile uygulama da farklılıklar vardır.Ama Marks ın söylemlerinin %90 oranında hayata geçiren Lenin olduğu için bu felsefenin adı 'Marksist-Leninist' olarak adı geçer.
Kendinizi Marksist, Leninist yada Atatürkçü olarak tanımlarken o insanın düşüncelerinin %100 üne katılmak zorunda değilsinizdir. %99 ına katılarak da kendinize 'ben marksistim' diyebilirsiniz.
15 Haziran 1936'da Anadolu Ajansı' nın Ankara mahreçli bir haberi, bütün gazetelerde yer almıştı:
'...Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Sekreteri'ni, Atatürk vazifeden affetmiştir; şimdilik bu vazifeyi Atatürk' ün 'vekili' olarak İnönü ifa edecektir...'
Olaydan üç gün sonra, Başbakan ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan vekili İsmet İnönü, bir beyanname yayınlayacak; bu beyannameyi de yurda ve dünyaya, Anadolu Ajansı yayacaktır.
'...Cumhuriyet Halk Partisi'nin, memleketin siyasi ve içtimai hayatında, güttüğü yüksek maksatların tahakkukunu kolaylaştırmak için, bundan sonra, parti faaliyeti ile hükümet idaresi arasında, daha sıkı bir yakınlık ve daha amelî (pratik) bir beraberlik temin edilmesine, Genbaşkur'ca (Genel Başkanlık Kurulu) karar verilmiştir. Bu maksatla:
1/ Dahiliye Vekili Genyönkurul (Genel Yönetim Kurulu) üyeliğine alınmış ve kendisine Parti'nin Genel Sekreterlik vazifesi verilmiştir.
2/ Bütün vilâyetlerde, vilâyet parti başkanlığına, vilâyetin valisi memur edilmiştir.
3/ Umumî Müfettişler, mıntıkaları dahilinde, bütün devlet işlerinin olduğu gibi, parti faaliyet ve teşkilâtının da en yüksek mürâkabe ve müfettişidirler.
4/ Vilayetlerde parti ilyönkurul'unca (İl Yönetim Kurulu) ihtihap edilmiş bulunan başkanlar, üye durumunu almış ve nasup veya mahallince müntehap (seçilmiş) başkanların vazifeleri hitam bulmuştur.
5/ Bu beyannamenin icaplarını, parti Genel Sekreteri olmuş bulunan Dahiliye Vekili tanzim ve takip edecektir.
6/ Yukardaki maddeler bütün parti teşkilatlarına, vilâyetlere ve umumi müfettişliklere tebliğ olunmuştur...'
Totaliterlik kesinleşiyor
Bu iki haberi lâyıkıyla anlayabilmek için, iki savaş arasındaki ülke yönetimini, 'resmi tarih' in dışında izlemek ve inceliğini kavramak gerekiyor. Mustafa Kemal Paşa, Cumhurbaşkanı sıfatıyla, ancak yasaların ona verdiği hak ve yetkiyi kullanabiliyordu; 'işleri' Başvekil İsmet Paşa 'ya 'bırakmıştı', üçü hâriç! Gâzi 'nin yakınları, -hemen hepsi- şu konuda mutâbık sayılabilir: dahiliye, hâriciye ve iktisat'a, o, özel bir alâka gösterirdi; İnönü kabinelerinde, bu üç bakanlık, daima 'Atatürk'ün adamları'na verilmişti ki, bunlar Şükrü Kaya, Dr. Tevfik Rüştü Aras ve Celâl Bayar'dı! Ayrıca Gâzi, valilerin ve büyükelçilerin tâyinlerini de denetliyordu. Bunun açıklaması nedir? Gâzi 'nin 'devlet' i, denetimi altında tutmak istemesi mi?
Peki bu durum, herkesten önce Parti teşkilâtını, ayrıca iktidardaki hükümeti rahatsız etmeyecek midir? Ediyordu: Gâzi, CHP Genel Sekreteri Recep Peker 'in, sudan nedenlere bağlayarak -özellikle vali, kaymakam, nahiye müdürlerini- şikâyet etmesinden bîzar olmuştu (Bkz. Hasan Rıza Soyak) . İsmet Paşa 'nın 'rahatsızlığı' ise, dolaylı olarak açıklanır: cumhurbaşkanı olduktan sonra, onayladığı ilk kabinede, iki kişiyi tasfiye etmişti: Şükrü Kaya ve Dr. Tevfik Rüştü Aras! Zaten daha sonra Başbakan da Celâl Bayar olamayacak, İnönü' ye 'sadakatı müsellem' Dr. Refik Saydam tercih edilecektir. Böylece 'Millî Şef' Cumhurbaşkanlığı'na, Gâzi gibi sadece üç bakanlığı 'kontroluna' alarak değil; o üç bakanı tasfiye ve hükümetin tamamını tâyin ederek başlıyordu.
Parti ve Devlet'in 'özleştirilmesini' Gâzi ve İsmet Paşa, ayrı ayrı sebeblerden istemişler: Gâzi, o dönem Türkiye' sinde, devletin yönetiminde özel ve önemli bir yer tutan üç (Trakya, Doğu ve Güneydoğu) Genel Müfettiş'le, parti'nin faaliyetini denetleyebilecek, bu, vali ve kaymakamların denetimini güçlendirecekti. İsmet Paşa' ysa, -bakanlarının Gâzi 'ye bağlılığı dolayısıyla,- tam denetleyemediği idare âmirleri ve genel müfettişleri, daha yukardan izleyebileceği için, yeni durumu kabul ediyordu. Zira, bazı 'ecnebi' araştırmacıların da altını çizdiği gibi, Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa'nın 'yoğunlaşan' nüfuzunu dengeleyebilecek, yeni bir 'güç' aramaktaydı; İnönü derseniz, Gâzi'nin hastalığını ve muhtemel sonucu öğrenmiş, artık 'ondan sonrasının' hesaplarını yapmaya başlamıştı.
Bir manada Recep Peker 'in, daha sonra da İnönü 'nün, görevden affedilmelerine neden olan, CHP 'nin yeni tüzük ve programı, bu hesapların hem sebebi, hem sonucudur; Mustafa Kemal Paşa 'nın vefatından sonra, harfi harfine uygulamaya konulması da, niyetin ve amacın, 'totaliter bir yönetim' olduğunu gösteriyor.
'Faşizan' ve 'totaliter'...
Bizim nesil dahil- sonraki 'Cumhuriyet' çocuklarına, 'Resmî Tarih' in, 'Atatürk/İnönü, birbirinin devamı' fikrini ısrarla işlemesi, zamanla, CHP 'nin de, dolayısıyla Rejim'in de, hem yanlış anlaşılmasına, hem de yanlış yollara sapmasına neden olmuştur.
Çünkü, düşünmek lâzım: inkılâplar, yâni 'Kuruluş' yıllarında 'muhafazakâr' bir hal tarzı için, daha sonra Terakkiperver Fırka muhalefetini kuracak kişilerden (Rauf bey ve arkadaşları) bir cunta önerisi getiren Mareşal Çakmak'ı, adeta tersleyerek reddeden İsmet Paşa; nasıl oluyor da, Recep Peker'in hazırladığı, meclisüstü bir Faşist Konseyi'ni (adeta, bir 'cunta') içeren, yeni CHP Tüzük ve Programını, Gâzi'ye onaylatmayı düşünebiliyor?
Çünkü, 'Gazi sonrası' hesapları vardır; bu hesaplarda, kendisine 'tek başına' güvenemediği için, 'inkılâpçı otoriterliği', 'totaliterliğe' doğru itecektir; bu da, muhtemel rakipleri böyle yüksek bir 'divanda' onore etmekle mümkün olabilir. Peki, uygulama nasıl oldu? Aynı değilse bile, benzeri bir uygulama! Gâzi 'nin öfkeli müdahalesiyle gerçi 'yüksek konsey' tasarıdan çıkarılmıştı ama; Rejim konusunda Gâzi 'yle ciddi ihtilafa düşmüş ne kadar eski Müdafaa-i Hukukçu varsa - Rauf bey, Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Paşa' lar- İnönü Cumhuriyeti' nin en yüksek makamlarına getirilmiştir.
Buna mukabil, -eskiler hatırlayacaktır- Gâzi Mustafa Kemal Paşa' nın portresi; hem Türkiye Cumhuriyeti' nin resmî ofislerinden, hem de paralarından ve pullarından kaldırılmıştır.
CHP artık 'faşizan' ve 'totaliter' bir parti olmuştu.
Vasat bir oyuncu, kötü değil.
Sadece bir kaç yüz kişinin değil, tüm toplumun mutluluğunu isteyen sistem.Toplumculuk.
Tarihimizde iz bırakmış bir çok büyük insan vardır.Ama en büyük deha, en ileri görüşlü, en devrimci olanı hiç şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk'tür.
'Esas Mesele Laiklik Değil, Ekonomi'
'Çünkü demokratik solun, sosyalist solun en büyük meselesi laiklik değildir, üretici güçler ve bu güçlerin iktidarda dengeli bir biçimde söz sahibi olmasıdır. Eğer bütün süreci laikliğe indirgersen o zaman bir manada mason partisi olmuş olursun, çünkü laiklik masonların en büyük meselesidir: Laiklik üzerindeki ısrarlar aslında anti İslamcılıktır. Halk bunu sezgisiyle anlıyor. Bir insan laik bir toplum içinde dininin gereklerini uygulayabilir, buna hiçbir mani yok. Çünkü laiklik demek dinin ortadan kaldırılması değil, dinin bireyselleştirilmesi, toplumsallıktan çıkartılması demektir. Sen dini toplumsal alandan sürdükten sonra gerisine karışmayacaksın.
Esas mesele ekonomide, yani gelir dağılımının adalete uygun hale getirilmesinde. Çünkü sosyalizmde demokrasiye yönelik eleştiri nedir; burjuva toplumda demokrasi sadece hukuk alanında sağlanır oysa asıl mesele ekonomik anlamda demokrasinin, yani gelir dağılımında eşitliğin sağlanmasıdır.
Bunu nasıl sağlayacaksın, laiklikle mi? Hayır, bunu ancak sosyal politikalarla yani üretim gücüne hak tanıyarak sağlayabilirsin. Yani üretim gücünün partisi olacak. Siyasi ifadesini orada bulacak ve siyasete ağırlığını koyacak.
Demokratik sol, sosyalist sol ve Kemalist solun biraraya gelmesi ve bunların en azından bir işçi konfederasyonun desteğini arkasına alması lazım. Hatta bu arada merkez sağda yer alan temiz politikacılarla ve milliyetçi kesimlerle ittifak aramak gerekir.
Ama bunu hiçbiri yapmadı, seçimlere tek başına girdiler ve ortada kaldılar.'
(Attila İlhan - İleri 2000 dergisi)
'Esas Mesele Laiklik Değil, Ekonomi
Çünkü demokratik solun, sosyalist solun en büyük meselesi laiklik değildir, üretici güçler ve bu güçlerin iktidarda dengeli bir biçimde söz sahibi olmasıdır. Eğer bütün süreci laikliğe indirgersen o zaman bir manada mason partisi olmuş olursun, çünkü laiklik masonların en büyük meselesidir: Laiklik üzerindeki ısrarlar aslında anti İslamcılıktır. Halk bunu sezgisiyle anlıyor. Bir insan laik bir toplum içinde dininin gereklerini uygulayabilir, buna hiçbir mani yok. Çünkü laiklik demek dinin ortadan kaldırılması değil, dinin bireyselleştirilmesi, toplumsallıktan çıkartılması demektir. Sen dini toplumsal alandan sürdükten sonra gerisine karışmayacaksın.
Esas mesele ekonomide, yani gelir dağılımının adalete uygun hale getirilmesinde. Çünkü sosyalizmde demokrasiye yönelik eleştiri nedir; burjuva toplumda demokrasi sadece hukuk alanında sağlanır oysa asıl mesele ekonomik anlamda demokrasinin, yani gelir dağılımında eşitliğin sağlanmasıdır.
Bunu nasıl sağlayacaksın, laiklikle mi? Hayır, bunu ancak sosyal politikalarla yani üretim gücüne hak tanıyarak sağlayabilirsin. Yani üretim gücünün partisi olacak. Siyasi ifadesini orada bulacak ve siyasete ağırlığını koyacak.
Demokratik sol, sosyalist sol ve Kemalist solun biraraya gelmesi ve bunların en azından bir işçi konfederasyonun desteğini arkasına alması lazım. Hatta bu arada merkez sağda yer alan temiz politikacılarla ve milliyetçi kesimlerle ittifak aramak gerekir.
Ama bunu hiçbiri yapmadı, seçimlere tek başına girdiler ve ortada kaldılar.'
Deniz Mustafa Kemal'in anti-emperyalist ve tam bağımsızlıktan yana yönünü almıştı.Marks'la Lenin arasında bile uygulama da farklılıklar vardır.Ama Marks ın söylemlerinin %90 oranında hayata geçiren Lenin olduğu için bu felsefenin adı 'Marksist-Leninist' olarak adı geçer.
Kendinizi Marksist, Leninist yada Atatürkçü olarak tanımlarken o insanın düşüncelerinin %100 üne katılmak zorunda değilsinizdir. %99 ına katılarak da kendinize 'ben marksistim' diyebilirsiniz.
Atatürk'ün son döneminde araları bozulmuştur, bunun tek sebebi de İnönü'nün savunduğu katı-faşizan milliyetçilikti.
Gâzi/İnönü 'Uyuşmazlığı'
15 Haziran 1936'da Anadolu Ajansı' nın Ankara mahreçli bir haberi, bütün gazetelerde yer almıştı:
'...Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Sekreteri'ni, Atatürk vazifeden affetmiştir; şimdilik bu vazifeyi Atatürk' ün 'vekili' olarak İnönü ifa edecektir...'
Olaydan üç gün sonra, Başbakan ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan vekili İsmet İnönü, bir beyanname yayınlayacak; bu beyannameyi de yurda ve dünyaya, Anadolu Ajansı yayacaktır.
'...Cumhuriyet Halk Partisi'nin, memleketin siyasi ve içtimai hayatında, güttüğü yüksek maksatların tahakkukunu kolaylaştırmak için, bundan sonra, parti faaliyeti ile hükümet idaresi arasında, daha sıkı bir yakınlık ve daha amelî (pratik) bir beraberlik temin edilmesine, Genbaşkur'ca (Genel Başkanlık Kurulu) karar verilmiştir. Bu maksatla:
1/ Dahiliye Vekili Genyönkurul (Genel Yönetim Kurulu) üyeliğine alınmış ve kendisine Parti'nin Genel Sekreterlik vazifesi verilmiştir.
2/ Bütün vilâyetlerde, vilâyet parti başkanlığına, vilâyetin valisi memur edilmiştir.
3/ Umumî Müfettişler, mıntıkaları dahilinde, bütün devlet işlerinin olduğu gibi, parti faaliyet ve teşkilâtının da en yüksek mürâkabe ve müfettişidirler.
4/ Vilayetlerde parti ilyönkurul'unca (İl Yönetim Kurulu) ihtihap edilmiş bulunan başkanlar, üye durumunu almış ve nasup veya mahallince müntehap (seçilmiş) başkanların vazifeleri hitam bulmuştur.
5/ Bu beyannamenin icaplarını, parti Genel Sekreteri olmuş bulunan Dahiliye Vekili tanzim ve takip edecektir.
6/ Yukardaki maddeler bütün parti teşkilatlarına, vilâyetlere ve umumi müfettişliklere tebliğ olunmuştur...'
Totaliterlik kesinleşiyor
Bu iki haberi lâyıkıyla anlayabilmek için, iki savaş arasındaki ülke yönetimini, 'resmi tarih' in dışında izlemek ve inceliğini kavramak gerekiyor. Mustafa Kemal Paşa, Cumhurbaşkanı sıfatıyla, ancak yasaların ona verdiği hak ve yetkiyi kullanabiliyordu; 'işleri' Başvekil İsmet Paşa 'ya 'bırakmıştı', üçü hâriç! Gâzi 'nin yakınları, -hemen hepsi- şu konuda mutâbık sayılabilir: dahiliye, hâriciye ve iktisat'a, o, özel bir alâka gösterirdi; İnönü kabinelerinde, bu üç bakanlık, daima 'Atatürk'ün adamları'na verilmişti ki, bunlar Şükrü Kaya, Dr. Tevfik Rüştü Aras ve Celâl Bayar'dı! Ayrıca Gâzi, valilerin ve büyükelçilerin tâyinlerini de denetliyordu. Bunun açıklaması nedir? Gâzi 'nin 'devlet' i, denetimi altında tutmak istemesi mi?
Peki bu durum, herkesten önce Parti teşkilâtını, ayrıca iktidardaki hükümeti rahatsız etmeyecek midir? Ediyordu: Gâzi, CHP Genel Sekreteri Recep Peker 'in, sudan nedenlere bağlayarak -özellikle vali, kaymakam, nahiye müdürlerini- şikâyet etmesinden bîzar olmuştu (Bkz. Hasan Rıza Soyak) . İsmet Paşa 'nın 'rahatsızlığı' ise, dolaylı olarak açıklanır: cumhurbaşkanı olduktan sonra, onayladığı ilk kabinede, iki kişiyi tasfiye etmişti: Şükrü Kaya ve Dr. Tevfik Rüştü Aras! Zaten daha sonra Başbakan da Celâl Bayar olamayacak, İnönü' ye 'sadakatı müsellem' Dr. Refik Saydam tercih edilecektir. Böylece 'Millî Şef' Cumhurbaşkanlığı'na, Gâzi gibi sadece üç bakanlığı 'kontroluna' alarak değil; o üç bakanı tasfiye ve hükümetin tamamını tâyin ederek başlıyordu.
Parti ve Devlet'in 'özleştirilmesini' Gâzi ve İsmet Paşa, ayrı ayrı sebeblerden istemişler: Gâzi, o dönem Türkiye' sinde, devletin yönetiminde özel ve önemli bir yer tutan üç (Trakya, Doğu ve Güneydoğu) Genel Müfettiş'le, parti'nin faaliyetini denetleyebilecek, bu, vali ve kaymakamların denetimini güçlendirecekti. İsmet Paşa' ysa, -bakanlarının Gâzi 'ye bağlılığı dolayısıyla,- tam denetleyemediği idare âmirleri ve genel müfettişleri, daha yukardan izleyebileceği için, yeni durumu kabul ediyordu. Zira, bazı 'ecnebi' araştırmacıların da altını çizdiği gibi, Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa'nın 'yoğunlaşan' nüfuzunu dengeleyebilecek, yeni bir 'güç' aramaktaydı; İnönü derseniz, Gâzi'nin hastalığını ve muhtemel sonucu öğrenmiş, artık 'ondan sonrasının' hesaplarını yapmaya başlamıştı.
Bir manada Recep Peker 'in, daha sonra da İnönü 'nün, görevden affedilmelerine neden olan, CHP 'nin yeni tüzük ve programı, bu hesapların hem sebebi, hem sonucudur; Mustafa Kemal Paşa 'nın vefatından sonra, harfi harfine uygulamaya konulması da, niyetin ve amacın, 'totaliter bir yönetim' olduğunu gösteriyor.
'Faşizan' ve 'totaliter'...
Bizim nesil dahil- sonraki 'Cumhuriyet' çocuklarına, 'Resmî Tarih' in, 'Atatürk/İnönü, birbirinin devamı' fikrini ısrarla işlemesi, zamanla, CHP 'nin de, dolayısıyla Rejim'in de, hem yanlış anlaşılmasına, hem de yanlış yollara sapmasına neden olmuştur.
Çünkü, düşünmek lâzım: inkılâplar, yâni 'Kuruluş' yıllarında 'muhafazakâr' bir hal tarzı için, daha sonra Terakkiperver Fırka muhalefetini kuracak kişilerden (Rauf bey ve arkadaşları) bir cunta önerisi getiren Mareşal Çakmak'ı, adeta tersleyerek reddeden İsmet Paşa; nasıl oluyor da, Recep Peker'in hazırladığı, meclisüstü bir Faşist Konseyi'ni (adeta, bir 'cunta') içeren, yeni CHP Tüzük ve Programını, Gâzi'ye onaylatmayı düşünebiliyor?
Çünkü, 'Gazi sonrası' hesapları vardır; bu hesaplarda, kendisine 'tek başına' güvenemediği için, 'inkılâpçı otoriterliği', 'totaliterliğe' doğru itecektir; bu da, muhtemel rakipleri böyle yüksek bir 'divanda' onore etmekle mümkün olabilir. Peki, uygulama nasıl oldu? Aynı değilse bile, benzeri bir uygulama! Gâzi 'nin öfkeli müdahalesiyle gerçi 'yüksek konsey' tasarıdan çıkarılmıştı ama; Rejim konusunda Gâzi 'yle ciddi ihtilafa düşmüş ne kadar eski Müdafaa-i Hukukçu varsa - Rauf bey, Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Paşa' lar- İnönü Cumhuriyeti' nin en yüksek makamlarına getirilmiştir.
Buna mukabil, -eskiler hatırlayacaktır- Gâzi Mustafa Kemal Paşa' nın portresi; hem Türkiye Cumhuriyeti' nin resmî ofislerinden, hem de paralarından ve pullarından kaldırılmıştır.
CHP artık 'faşizan' ve 'totaliter' bir parti olmuştu.
23 Ekim 2000 (Attila İlhan)
Atatürk'ü anlamamış, milletinin de anlamasını engellemiştir.
Kuvvetlinin haklı olduğu değil; haklının kuvvetli olduğu bir dünya oluşturulmadığı sürece yeryüzünde huzur ve barış temin edilemez.