Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • mustafa kemal atatürk30.03.2004 - 16:35

    Nazım Hikmet'in dizleriyle....

    '... daglarda tek tek ate$ler yaniyordu.
    ve yildizlar oyle i$iltili, oyle ferahtilar ki,
    şayak kalpakli adam
    nasil ve ne zaman gelecegini bilmeden
    guzel, rahat gunlere inaniyordu
    ve gulen biyiklariyla duruyordu ki mavzerinin yaninda,
    birdenbire beş adim saginda onu gordu.
    paşalar onun arkasindaydilar.
    o, saati sordu.
    paşalar 'üç' dediler.
    sarişin bir kurda benziyordu
    ve mavi gozleri cakmak çakmakti.
    yurudu ucurumun başina kadar,
    egildi, durdu.

    biraksalar,
    ince uzun bacaklari ustunde yaylanarak
    ve karanlikta akan bir yildiz gibi kayarak
    kocatepe'den Afyon Ovasi'na atlayacakti...'

    (Kuvayı Milliye Destanı'ndan....)

  • mustafa kemal atatürk30.03.2004 - 16:25

    ABD’nin burnunun dibinde ona kafa tutan Fidel Castro, Atatürk’ün heykelini Küba’nın ABD cephesine dikmiştir. ABD görsün diye. Çünkü Atatürk ezilenlerin mücadele sembolüdür.

  • mehmet ali birand30.03.2004 - 15:55

    Mehmet Ali Birand'ın 1 Mart 2001 gecesi CNN Türk'te, 32. Gün programında İçişleri Bakanı Saadettin Tantan ile yaptığı söyleşi, bakanın Aydın Doğan'a ait Dışbank konusunda şaibe yaratması, Doğan'ın infialini telefondan Tantan'ın ve Birand'ın üstüne boca etmesi, gazetecinin bir anda pusulasını şaşırıp Doğan Grubu halkla ilişkiler yetkilisi gibi davranması, nihayet, doğrucu-cesur diye tanınan bakanın çevirmek istemediği lafı istemeye istemeye çevirmesiyle tarihe geçti.

    32. Gün'de Mehmet Ali Birand'ın Saadettin Tantan ile yaptığı görüşme, başarılı bir program olarak başladı. Gazeteci ile bakan, büyük bir samimiyet ve gülücükler içerisindeydi. Karşılıklı espriler yapılıyor, Birand, bildik ısınma sorularını soruyordu: 'Yani sabah kaçta kalkıyorsunuz, gününüzü nasıl geçiriyorsunuz? ..'

    Sonra netameli konulara geçildi. Muhatap Tantan olunca ana başlık yolsuzluklardı elbette. Mehmet Ali Birand, bu koşullarda her gazetecinin yapacağı tarzda, lafı kamu bankalarına getirdi. Saadettin Tantan, yolsuzluğun sadece kamu bankalarında olmadığını, buralardaki yolsuzlukların hiç değilse 'rapor altında' bulunduğunu, er ya da geç gereğinin yapılacağını, ama özel bankalardaki yolsuzluklar raporlara geçtiği halde gereğinin yapılmadığını belirtti ve, 'Şimdi bir şey söylersem siz rahatsız olursunuz,' dedi. Birand'ın 'rica ederim, ne demek' anlamına gelen cevabı, onca tecrübesine rağmen bu gazetecinin öngöremediği o tuhaf olaya yolaçtı.

    Tantan, 'rahatsız olursunuz'u tekrarladıktan sonra, 'Meselâ ben de size Dışbank desem...' diyerek, herkesin yüreğini hoplattı. Zira Dışbank, bahsettiğimiz programın yayımlandığı CNN Türk'ün, Milliyet'in, Hürriyet'in, Radikal'in, Posta'nın Kanal D'nin... ve başka pek çok basın-yayın kuruluşunun sahibi, Türkiye'nin en büyük medya patronu Aydın Doğan'ın bankası. Medya dışında da pek çok yatırımı bulunan, hem sermaye gücü hem de elindeki medya gücü nedeniyle memleketimizin en güçlü işadamlarından biri olan Doğan böylece kendi televizyonunun ekranından alenen suçlanmış oldu. En azından, bankasıyla ilgili şaibeli vaziyetlerin varolduğu imâ edildi. Üstelik, yolsuzluklarla mücadelenin hem komutanı hem bayraktarı sayılan içişleri bakanı tarafından!

    Birçoğumuzun yerinden kalkıp, eşe dosta telefon etmesine yolaçan bu sözü Mehmet Ali Birand nedense pek önemsemedi. Kendini gazeteciliğe ve neşeli, dinamik bir söyleşinin akışına kaptırmıştı.

    Ama verilen reklam arasından sonra program tekrar başladığında manzara çok farklıydı. Gerçi odada yine sadece Birand ile Tantan vardı, ama konuşma tarzına bakarak muhtemelen bir yandan alnındaki terleri mendille silmekte olduğunu düşünebileceğimiz biri de telefonla bu samimi sohbetin ortasına dalmıştı.

    Aydın Doğan, 'sayın içişleri bakanımız'ın dürüstlüğü Türkiye'de herkesçe kabul edilen bir kişi olduğunu belirttikten sonra, 'bütün hayatını namuslu geçirmiş' bir insan için bu şekilde konuşmasına itirazını belirtti. Dışbank için, 'hiç dolarlar ödenmeden alındığı söyleniyor. Nasıl olur? ' diye sordu ve şöyle dedi: 'İçişleri bakanını çağırıyorum, ne biliyorsan açıkla. Kimin alnından kara sinek geçmişse açıklayın. Benim üstümden insanların kahramanlık yapmaya yiğitlik yapmaya hakkı yoktur. Şöyle alındı böyle alındı diye konuşamazsınız.'

    Bunun üzerine Saadettin Tantan'ın söyledikleri şunlar oldu:

    'İlle var diye böyle bir iddiamız olmadı. Ama eğer isterlerse, arşiv bilgileri, bankalar üst kuruluna söyleriz, bu konuşuluyor çünkü, ben de konuşmuyorum, kamuoyunda da konuşuluyor, her yerde konuşuluyor. Bu konunun açıklığa çıkması lâzım, çünkü kamu vicdanının rahatlaması açısından...' Tantan, 'Bir şey yoksa biz de çıkar Aydın Doğan'ı öperiz, helâl olsun deriz,' diye de ekledi.

    Aydın Doğan infial içindeydi. 'Mehmet Ali Bey,' diye seslendi Birand'a, 'şimdi ben burada söylüyorum içişleri bakanına. Evimi bile arayabilir. Ben diyorum ki halkın önünde, içişleri bakanı her türlü araştırmasını yapsın. Eğer Dışbank'ta bir şey varsa bulsun. Ben kendimi asacağım. Yoksa Dışbank'tan özür dilesin. 2500 kişinin çalıştığı bir banka. Böyle dedikoduyu haber haline getirmek... İçişleri bakanı gibi ciddi bir adama hiç yakıştıramıyorum. Evimi gelsin arasınlar. Ne isterlerse. Alnımdan kara sinek geçti ise onu da bulurlarsa açıklasınlar. Benim grubumda 15 bin kişi çalışıyor. Yarın Dışbank'ın kapısına insanlar dikilir paralarını çekmek isterlerse bunu içişleri bakanı mı verecek? '

    Aydın Doğan, içişleri bakanının 'buradan, derhal, şimdi, herkesin önünde', Dışbank'tan ve çalışanlarından özür dilemesini de istedi.

    Saadettin Tantan bunları şöyle cevapladı:

    'Kamu bankalarına karşı özel bankaların da birtakım ilişkiler içinde olduğu biliniyor. Biz kimseye şunda şu var bunda bu var demiyoruz. Ancak içeri giren bankacılar haykırıyor. Dışbank'la ilgili bu konular yazıldı zaten.'

    Mehmet Ali Birand'ın umutsuz yatıştırma çabaları buradan itibaren yoğunlaştı: 'Talihsiz bir söz çıktı yani...'

    Saadettin Tantan bu aşamada henüz daha dirençliydi: 'Dışbank'la ilgili şeyler yazıldı zaten. Biz yazılanları söylüyoruz, kendimizden söylemiyoruz ki. Yazılan bir şeyi söylüyoruz. Bunlar söylenmemişse yazılmamışsa, söyledikleri doğru. Çıkmayan bir olay hakkında şu vardır demek doğru değil.'

    İçişleri bakanı, programın başında söylediklerini de tekrarladı: 'Kamu bankalarında yolsuzluk varsa rapor altındadır. Özel bankalarda da yolsuzluk rapor edilmiştir, fakat bunlar ortaya çıkmamıştır.'

    Birand somut bir cevap alma peşindeydi: 'Dışbank'la ilgili rapor var mı? '

    Saadettin Tantan, net konuşmadan şaibe yaratma çizgisini sürdürdü, ilâveten, bir de 'rapor tahrifatı' şaibesi attı ortaya: 'Rapor vardır herhalde. Biz hiçbir zaman raporsuz konuşmayız zaten. Devletin arşivlerinde her şey vardır. Devletin arşivleri insanları hiçbir zaman yanıltmaz. Ama o rapor o günkü şartlara göre tutulmuştur. Bugünkü şartlara göre ayrıdır.'

    Mehmet Ali Birand, Doğan'ın bu sözlerle tatmin olmayacağını kestirmişti. Bakana, 'Özür dileyeceksiniz ama değil mi? ' diye bastırdı.

    Tantan, 'Efendim, bir şey yoksa, biz açıkyüreklilikle çıkarız, biz eğer kurumlar yanlışlık yapıyorsa...' derken... Aydın Doğan tekrar aradı. Bu sefer infial büyümüştü.

    'Geçen iktidar benimle uğraşıyordu,' diye girişti Doğan, 'Merkez Bankası, Maliye, SSK, bütün müfettişlerini benim üzerime gönderdi. Rapor verdiler, bu bankanın alınıp satılmasında hiçbir şey yoktur dediler. Neden iki yayın kuruluşu arasında yapılan kavgada yayımlanan raporlardan bahsediyor? Ben zannediyorum ki bu akşam bir istihfam (soru) uyandırayım diye... Böyle şey olur mu canım...'

    Bundan sonrasında, seyirciyi sahibinin telefon başında fenalaşabileceğinden korkutan bir ses tonuyla konuştu Aydın Doğan: '...Varsa söyleyin, niye beni tutuklamıyorsunuz? Böyle devlet olur mu, böyle içişleri bakanı olur mu? Raporlar vardır diyor. Bahsetsin orada varsa rapor. Nasıl böyle şey söyleniyor efendim? Bu kadar uluorta namuslu adamlar suçlanamaz ki. Dürüstlük abidesi bir adam diyor ki sizin için de raporlar vardır. Lütfen, rica ediyorum, ne biliyorsa açıklasın. Kabul edemiyorum. Feveran ediyorum. İsyan ediyorum, namuslu insanlara bunu yapmaya kimsenin hakkı yoktur. Ne biliyorsan açıklayın diyorum.'

    Sözü Mehmet Ali Birand tamamladı: 'Varsa söyleyin, erkekçe ortaya koyun, diyor.' Birand 'erkekçe'yi söylerken bunu güçlendirici jestler de yaptı.

    Tantan, artık sükûnetini baştaki kadar koruyamıyordu. Yavaş yavaş tereddüt tonları sızmaya başlamıştı konuşmasına: 'Yeni bir şeyden bahsetmiyoruz ki. Bu tevatürler, bu şeyler konuşuluyor, içeri girenler haykırıyor, konuşuluyor. Biz yeniden bir şey icat etmiyoruz ki. Bunlar kamuoyunda konuşulmuyor mu, yazılmıyor mu, içeri giren insanlar konuşmuyor mu? ' İçişleri bakanı, böylece, kendi elindeki sağlam, güvenilir, 'delil' sayılabilecek verilerden hareketle değil, tamamen 'tevatüre bağlı' konuştuğunu ilân etmiş oldu. Üstelik, 'yeni bir şeyden bahsetmediğini' de belirtti.

    Aydın Doğan bunlarla yetinmedi. Bu sefer, gazete ve televizyon sahibi oluşunu öne sürdü ve aleyhine yayın yaptığı Çiller hükümetinin kendisine ettiklerini yeniden hatırlattı: 'Sayın Zekeriya Temizel'i de çağırıyorum. Benim hakkımda herkes bir şey söyleyebilir. Ben mafyanın da damarına basıyorum. Onun için herkes bir şey söyleyebilir. Sayın bakanım rica ediyorum, lütfen açıklayın. Devrin iktidarı benim gazetelerime, televizyonlarıma müfettişler gönderdi, beni sindirmek istedi, köle yayınlar yaptırmak istedi. Ben kimseye boyun eğmem dedim. O devrin namuslu bürokratları, Aydın Doğan bunu (Dışbank'ı) namuslu şekilde almıştır diye rapor verdi.'

    Bunu, gecenin en anlamlı sözlerinden biri izledi. Aynı zamanda, insanın büyük sermaye sahibi olunca neyi nasıl konuşmaya hakkı olduğunu kanıtlayan bir 'sınıflı toplum' dersiydi, Aydın Doğan'ın sözlerinden çıkarabileceğimiz: 'Siz Fatih belediye başkanı değilsiniz, içişleri bakanısınız. Böyle laf söylerseniz ben yara alırım. Müesseselerim yara alır.'

    Saadettin Tantan'ın yükseliş ve duraklama devrini izleyen gerileme devri bu sözlerle başladı: 'Yok, ilgisi yok. Efendim, zaten kendiniz bu konuyla ilgili yazıldı çizildi, raporlar tutuldu, söylüyorsunuz. Bu raporları Zekeriya Temizel kamuoyuna açıklar, rahatlarsınız. Siz de alnınızın akıyla çıkmışsınız oradan.'

    Tantan yine de geri çekilme sırasında küçük bir kontratak denedi: 'Sizin kendi kendinize niye bu işin üzerine atladığınızı anlamak mümkün değil. Biz geçmişi bahsediyoruz. Kamu vicdanının da rahatlaması lâzım.'

    Artık 'bu iş bir şekilde yatışsın' dışında hiçbir kaygısı kalmayan Birand, aranan fırsatın bulunduğunu varsayarak, Tantan'a sufle vermeye çabaladı: 'Sürçü lisan var ortada...'

    Fakat Tantan pası almadı: 'Sürçü lisan değil. Yeni bir oluşumdan, yeni bir hareketten söyledik mi? Yazılan, çizilen, halkın şeyini...'

    Bu durumda Birand haliyle, 'Netleştirmekte yarar var,' dedi tabiî.

    Tantan, izleyiciye, 'madem öyle, niye böyle oldu ki? ' dedirten şu sözleri etti bunun üzerine: 'Şu anda Bankalar Üst Kurulu'nda Dışbank'la ilgili bir çalışma yok ki. Onu kendisi de biliyor. Biz ne diyoruz? Bunlar da arşivlerde diyoruz. Yeni bir çalışma yok efendim.'

    Mehmet Ali Birand, baktı ki, Tantan 'netleştirme' eğiliminde değil, bunun üzerine tekrar sordu: 'Dışbankla ilgili yeni bir çalışma var mı? '

    Tantan yine meseleyi kapatmak istemeyen birinin edâsıyla cevapladı: 'Benim bildiğim yok.'

    Birand, artık zaman zaman korumaya çalıştığı, 'ben sonuçta bir gazeteciyim, burada da aracıyım, mesele benim meselem değil' tutumunu terk etti: 'Bir yerde saygın bir kuruluşa karşı sürçü lisan oldu...'

    Bunun üzerine, 'buyurun buradan yakın' faslına bir defa daha geçtik. Çünkü Tantan, 'Sürçü lisan olmaz,' dedi. 'Bankalar Üst Kurulu açıklar. Ben de tatmin olurum. Çıkar, Aydın Bey'i kucaklar öperim.'

    Birand'ın artık tek derdi Dışbank'ın esenliği olmuştu: 'Şimdi Dışbank'ta şeyi olan bir insan sizin bu sözünüzden sonra eyvah der.'

    Tantan, o halde baştan niye Dışbank'ın lafını ettiğini bir defa daha sormamıza yolaçtı: 'Dışbank'la ilgili bir soruşturma, bir şey yok şu anda. O şimdi bankaya elkondu mu zannediyor, öyle bir şey yok. Dışbank çalışanları rahat olsunlar, onlarla ilgili bir şey yok. Dışbank'ın şahsıyla ilgili en ufak bir şey söylemedim. Saygın bir banka. Onlarla ilgili bir şey söylemedim. Yazılan çizileni söyledim.'

    Tantan, 'söylemedim' dediği şeyi tabiî ki söylemişti, bütün tantana da bu yüzden çıkmıştı. İçişleri bakanı, medya patronuyla girdiği tartışmada 'doğrucu adam' imajına koyu bir gölge düşürmüş oldu böylece.

    Mehmet Ali Birand gözle görülür şekilde rahatlamıştı: 'Biz Dışbank'ın saygın bir banka olduğuna inanıyoruz ve bunu sizden duymak istiyorduk sayın bakan.'

    Tantan, bunun üzerine bir ufak dönüşle yeniden şansını denedi: 'Biz bütün bankalarımızın saygın olmasını istiyoruz.'

    Fakat artık rota çizilmişti. Birand bu rotada ilerledi: 'En sonunda yaptığınız açıklama herkesin yüreğini yatıştırdı. İnsanların çok önem verdikleri, saygın baktıkları bir banka. Bu konulardaki duyarlılık çok önemli herhalde.'

    Tantan, çaresizce görünen bir belirsiz direniş içindeydi: 'Kamuoyunun tatmin olması lâzım. Şeffaf olması lâzım. Kapalı kutu olmaması lâzım.'

    Birand, bakanın ısrarla reddettiği şeyi son defa, artık Tantan'ın da mücadele edecek hali kalmadığı için daha rahatlıkla ortaya sürdü: 'Bir sürçü lisan, bir yanlış anlama biz öyle yerlere getirdi ki...'

    Omuzlar çökmüş, tansiyon düşmüştü. Medya patronu, içişleri bakanı, banka... gibi önemli mevki ve müesseseler bir anlığına 32. Gün çekiminin yapıldığı bakan odasını terk etti. Ortadaysa, yaptığı söyleşide sarf edilmiş bir laf yüzünden başına açtığı belânın bilincine yeni varmış, patronun infialini yatıştırma uğruna düştüğü durumu da yeni idrak etmiş bir gazeteci ile cesaretin her zaman başıboş bırakılmayacağını kavramak zorunda kalmış bir bakan kaldı. İki birey olarak. Birand'ın omuzlarının hangi ağırlık yüzünden çöktüğüne bizzat tanık olmuştuk. Fakat Tantan'ın ayağında topla kaleciyle karşı karşıya kalmışken birden dönüp kendi sahasına doğru gerilemesine neyin yolaçtığını anlayamamıştık. Ona da mı telefon gelmişti? Bu kısmını bilemiyoruz haliyle.

    Öyle kalakalmışlardı ikisi. Karşılıklı. Saadettin Tantan, Mehmet Ali Birand'a: 'Sizi üzmedik herhalde, değil mi? ' diye sordu. Bu, dünya televizyon röportajları tarihine geçecek bir andı.

    Birand, kendiyle başbaşa kalmayı olabildiğince ertelemek istiyordu. Muhtemelen kulağında hâlâ soluk soluğa konuşan Aydın Doğan'ın kırık, bozuk, öfkeli sesi vardı. 'Siz eskiden olan bir olaydan sözediyormuşsunuz,' diye cevap verdi içişleri bakanına.

    Ve perde kapandı.

    (2 Mart 2001)

  • sultan galiyev30.03.2004 - 15:43

    sultan galiyev'in fikirlerini bir kaç satırda özetlemek mümkündür, bugün 'galiyevizm' de denilen doktrin şudur: 'doğulu halklar, amerika, avrupa ve rus emperyalizminden korunmak için kendi konfederasyonlarını, sosyalizmlerini kurmak zorundadır! ...
    bunu tamamlayan görüş şudur: 'sanayi devrimini yaşamamış doğulu türk, fars, arap, müslüman halklar, milli ve islami değerleri korunarak sömürgeler enternasyonalizmini kurmalıdır! ..

  • sultan galiyev30.03.2004 - 15:42

    Attila ilhan yazılarıyla, halit kakınç kitaplarıyla sultan galiyev'ı türkiye'nın gündemine taşıdılar, ikisine de sonsuz teşekkürler...
    ancak ülkemizde sultan galiyev'in fikirlerini en güzel özetleyen kitap, hürriyet yayınları'ndan 1981 yılında çıkmış: sultan galiyev ve sovyet müslümanları adlı kitaptır. iki yazarlıdır: alexandre bennigsen-chantal ouelquejay..

  • sultan galiyev30.03.2004 - 15:34

    HALİT KAKINÇ'in hurriyetteki roportajindan:

    Türkçü ülkücülerle 'milliyetçi solcuların' üzerinde birleştiği nadir isimlerden biri Sultangaliyev. nasıl oluyor bu?

    - türkiye'de sizin kastettiğiniz anlamda sol da, sağ da bir travma yaşıyor. neyi, nerede ve nasıl yanlış yaptıklarını irdeliyorlar. tek kutuplu, tek başat güçlü bir dünyada fikir çıkmazlarını aşmaya çalışıyorlar. ‘‘millet bir olsun, milletler eşit olsun’’ sloganını kullanan sultangaliyev, acaba her iki taraf için çağa uyarlanabilecek bir umut olabilir mi diye geçiyor kafalarından.

    sizin kitabınızın ismi de 'milli komünizm.' bu iki kavramın yanyana gelmesi, eşyanın tabiatına aykırı değil mi?

    - niye olsun ki? tersine, gecikmiş de olsa, suların kendi doğal yataklarına dönmesi. ben, şu söyleme şiddetle katılıyorum: ilk türkçüler solcu, ilk solcular türkçü idi. türkçülük derken, yusuf akçura türkçülüğünü kastediyorum. asla ırkçı olmayan, ilerici ve demokratik bir ulus sevgisi. solculuktan muradım da mustafa suphi solculuğu. ulusçu ve yurtsever. akçura sonrası türkçülük, hayalperest bir romantizme, zamanla sağ bir şovenizme, mustafa suphi sonrası solculuk ise istisnalar dışında, dış mihrakların güdümüne giriyor.

    sovyetler dağılıp komünizm çöktükten sonra anlaşıldı ki, orta asya cumhuriyetleri de o kadar milliyetçi filan değil. dolayısıyla, günümüzde sultangaliyev'i yeniden diriltmeye çalışmak beyhûde bir çaba değil mi?

    - birincisi, bu cumhuriyetlerin milliyetçi filan olmaları gerekmiyor. üstelik, elçibey dışında, el'an hepsi sovyetler birliği'nde yetişmiş tiranlar ve kadrolar tarafından yönetiliyorlar. daha sıradan ve olağan bir demokrasiyi bile tatmadılar. milliyetçilikleri, mütegallibe rus yöneticilere tepki şeklinde idi. şimdi kimliklerini ve geleceklerini arıyorlar. bu eski kadrolar zaman içinde tasfiye olacak ki, her şey yerli yerine oturmaya başlasın. ikincisi, sultangaliyev'i diriltmeye çalışan filan yok. en azından benim çabam, tarih zincirindeki kopuk bir halkayı yerine eklemek. haaa, batının despotik yaptırımcılığı ve bu egoist aymazlığı devam ederse...

    dünya nüfusunun yüzde 15'i, toplam yeryüzü servetinin yüzde 85'ini paylaşırken, yüzde 85'lik kitle yüzde 15'lik dilim ile yetinir ve bunun önü alınamazsa, ileride neler olur, onu bilemem!

    sultangaliyev’in söyledikleri bir bir çikiyor

    sultangaliyev bugün hálá önemini koruyor. geleceğe yönelik projeksiyonları, inanılmaz derecede sağlıklı. daha 1928'lerde ‘‘sscb mutlaka yıkılacak, çünkü yüzyılın en namuslu fikrinin yerine ırkçılığı, rus milliyetçiliğini koydular’’ diyor. stalin'in 'tek ülkede sosyalizm' fikrine karşı çıkıyor. Troçki ile yolları da 'devrim batı’ya ihraç edilmeli' yaklaşımına katılmadığı için ayrılıyor. sultangaliyev, batı'nın asla sosyalist olamayacağını, emperyalist mirasını terk edemeyeceğini söylüyor.

  • akp30.03.2004 - 15:27

    Sandığa gitmeyen 12 milyon seçmenden medyada çok fazla 'bahsettirmeyen' sansürcü iktidar! !

  • kürt30.03.2004 - 15:24

    dünyada 30 milyon kürt kökenli insan vardır, bunları 15 milyona yakını Türkiye de yaşar.Ancak Türkiye deki Kürtler, Türkler le, çerkezlerle, yörüklerle evlenmişler, kız alıp kız vermişlerdir.Türkiye deki kürtlerin büyük çoğunluğu TC den ayrı bir devlet kurma, orada yaşama isteğinde değillerdir.

    Malesef ufak bir kısmı pkk-dehap gibi oluşlumların etkisinde kalarak Türkiye devletine karşı kandırılmaktadır.

  • dehap30.03.2004 - 15:19

    3 kasım 2002 genel seçimlerinde % 6,5 oy almışken, 28 mart 2004 yerel seçimlerinde 5 partiyle birşemesine rağmen(shp ödp emep sdp ve özgür parti) oyları % 5 i geçemedi.

  • abd30.03.2004 - 15:12

    Para-zevk-sefa için herşeyi göze alan zenginlerin ülkesi.