'Küba Emperyalizmi Yargılıyor', Fidel Castro ve Che Guevara'nın farklı zamanlarda ve yerlerde yaptıkları ikişer konuşmadan oluşuyor. Kitap devrimin ilk yıllarındaki Küba'yı resmediyor. Konuşmalarda önemli bir bölüm 'az gelişmiş ülkelerin' durumuna ayrılmış. Bilindiği üzere Küba otuz yıl İspanya'nın sömürgesi olarak kalıyor. İspanya çekilince ülke, ABD sömürgesine dönüşüyor ve sömürü kılıf değiştiriyor. Küba da kapitalist dünyadaki adını alıyor: 'az gelişmiş ülke'. Kitaptan az gelişmiş ülkeler ve emperyalizme dair bir tespit: 'ABD hükümeti niçin az gelişmiş ülkeler için kalkınmadan söz etmiyor? Çünkü tekellerle kapışmaz. Tekellerin yağmalamak için doğal kaynaklara ve piyasalara ihtiyaçları vardır. Bu yüzden kamu yatırımlarını kullanan kalkınma planları yoktur.' Türkiye'de de önemli kamu işletmelerinin zarar ettiği gerekçesiyle özelleştirilmesi ve özelleştirmelerle artan işsizlik, kötü çalışma koşulları, IMF reçeteleriyle tarımın çökertilmesi, ülkenin üretimsizliğe mahkum edilmesi alıntıda yapılan tespiti doğruluyor.
Küba ise sermayedarları kovdu. Büyük toprakları, üretim araçlarını ve yolsuzlukla kazanılan mülkleri, hacim gözetmeksizin kamulaştırdı. Küba'da en ücra köşelerde bile okullar var; eğitim eşit ve parasız. Devrimden önce toplumun küçük bir kısmının yararlandığı sağlık hizmetleri, devrim sonrasında büyük gelişme gösterirken, herkes için eşit ve parasız hale getirildi. Artık Küba'da insanlar sosyalist devrim öncesinde olduğu gibi en küçük hastalıklardan ölmüyor. Bebek ölüm oranının en düşük olduğu ülke Küba. Yalnız Küba halkı devrimden önce bu koşullarda yaşamıyordu. Devrimden önceki Küba'yı Fidel Castro Küba Emperyalizmi Yargılıyor kitabında şöyle anlatıyor: 'Küba'da devrim, 600.000 işsizle, 6 milyon nüfusun yarısının elektriğe sahip olamayışıyla, nüfusun çoğunun barakalarda en temel haklardan yoksun yaşamasıyla karşılandı.' Ve bugün Türkiye'de olduğu gibi '... bankacılık, elektrik, telefon, ithalat, petrol, şeker üretimi ve en verimli topraklar ABD'nin elindeydi.' Kitapta üzerinde durulan bir diğer konu savaş. Emperyalizm savaşı bir iş, bir zenginleşme aracı olarak görür. Savaşla istediği coğrafyaya girip istediği ülkeye müdahale edebilir. Kapitalist ülkelerde 'silahlanma' en çok kaynak aktarılan alanlardan biridir. Savaşta oluşan maddi ve manevi zararların emperyalizmin gözünde hiçbir önemi yok. Çünkü onun bir tek felsefesi var: Yağma. Bu yüzden emperyalizm halkların kardeşliğinin yanında olamaz. Askeri üslerini koruması ve daha çok yağmalayabilmesi için halkların düşmanlığına ihtiyacı vardır. Bugünkü İsrail'in işgali altındaki Filistin sorunu gibi. Küba'nın bu konudaki tavrı net: 'Yağma felsefesine son verin, savaş felsefesi de son bulacaktır.' Küba tüm ülkelere silahsızlanma çağrısında bulunuyor ve ekliyor: 'Tekeller, akbabalar gibi savaşta ölenlerin cesetleriyle beslenir. Savaşı bir iş, bir zenginleşme nesnesi olarak görenlerin maskesi düşürülmelidir.'
“Küba Emperyalizmi Yargılıyor” yapılan bu tespitlerle, sosyalist kalkınma planına dair verdiği bilgilerle, Küba'yı ve emperyalizmi daha iyi anlamamızı sağlayacak ve biz Küba'yı daha iyi anlamalıyız. Çünkü emperyalizmin dünyada tek güç odağı haline gelmesiyle saldırganlığı ve doymak bilmezliği arttı. Çünkü Küba tüm dünyaya sosyalizmin bir ütopya olmadığını gösteriyor. Çünkü Küba emperyalizme karşı sosyalizmi yaşatmak adına savaşıyor. Çünkü Küba emperyalizmin doymak bilmezliğini ve saldırganlığını sorguluyor. Çünkü Küba günümüz dünyasında insanlığın onurunu kurtarıyor. Küba'yı çok daha iyi anlamalıyız.
27 Mart 2001 Tarihinde Cenevre'de Yapılan 57. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nda Küba Dışişleri Bakanı Felipe Perez Roque Tarafından Yapılan Konuşma Sayın Başkan,
Küba adına konuşuyorum.
Biz buraya, doğruları söylemeye ve yalancıları itham etmeye geldik. Biz buraya aklımızı kuşanarak geldik: Haklı fikirler ve halkımızın mücadele tarihinin cephaneliğidir bu - hiçbir şey ya da hiç kimse tarafından bastırılamayan gerçek adaleti kazanma çabası, ve saldırılar, kuşatmalar ve iftiralar, bu mücadele iradesinin ne zırhını kırabilmiş, ne de onun tam bağımsızlığına dokunabilmiştir.
İnsan hakları komisyonu bugün eskisinden daha da parçalı bir halde ve geri dönülemez bir itibarsızlık noktası sınırındadır. Bir tarafta Üçüncü Dünya ülkelerinin temsilcileri duruyor: Bizler borçlarımızın tutsaklarıyız, dünya çapında empoze edilmeye çalışılan haksız bir düzensizliğin kurbanlarıyız, sadece yoksulluk ve geri kalmışlığa sahip olanlarız, acı içinde, eğitimsizleriyle, açlar ve fakirleriyle, öldürülen çocukları ve anneleriyle, bizi sömürenlerin refahını sürdürmüş olanlarız. Biz bu komisyonda daima suçlu konumundaydık. Diğer taraftaysa zengin ve gelişmiş ülkelerin temsilcileri var: Onlar alacaklılar, üretilen her şeyi tüketen, kirleten, israf eden, sağlıklarını bize borçlu olduklarını unutan, buna rağmen bizim ülkelerimizi suçlayan ve yargılayan onlar.
İkiyüzlülüğü ve çifte standardı bu komisyonun çalışmalarından silmenin vakti çoktan gelmişti. Birleşik Devletler -dünyamızda neredeyse bir milyar insanı etkileyen- kıtlığın, insan onurunun ihlali olarak kabul edilmesine neden karşı oy kullandığını açıklayabilir mi? Birleşik Devletler, Küba’yı suçlamaya çalışırken, İsrail ordusunun yürekli Filistin insanına karşı işlediği insan haklarının rezilce ve ağır ihlalini kınamayı neden reddettiğini açıklayabilir mi?
Bu komisyonda, geniş çaplı bir reform ve demokratikleşme sürecinin tamamlanmasının talep edilmesinin zamanı geldi. Bu konular her yıl tartışılıyor ve bu amaçlar doğrultusunda birkaç karar alındı. Fakat gerçek şu ki, BM İnsan Hakları Komisyonu Birleşik Devletler ve yandaşlarının hakimiyetinin çıkarları doğrultusunda bir araç işlevi görmeye devam ediyor.
Bu durum değişebilir mi? Elbette değişebilir. Fakat siz, gelişmiş devletlerin temsilcilerinin makul bir şekilde isteklerimizi kabul etmesi gerekiyor. Doğrunun tek sahibi siz olmadığınızı kabul etmeniz gerekiyor. “Fakir insanlar haklı olmaz” ırkçı düşüncesini toptan reddetmek gerekiyor.
Daha demokratik ve hoşgörülü bir dünyaya ihtiyacımız var. Neden küçük bir grup zengin, güçlü ülkeler, giderek daha az demokratikleşen ve çoğulculuktan uzaklaşan bir dünya dayatmaya çalışıyorlar? Sadece ülke içerisinde değil, ülkeler arasındaki ilişkilerde de daha fazla hoşgörü için neden uğraşılmıyor? Neden toplumsal ve siyasi yapılanmanın farklı modellerinin varlığı kabul görmüyor? Tek bir tipte demokrasinin varlığını koruması girişiminin ardındaki mantık nedir? Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda tüm halkların kendi kaderlerini tayin hakkını ve bu hak doğrultusunda her halkın kendi siyasi yapılanmasını özgürce gerçekleştirebileceğini baştan kabul etmedik mi?
Bu Komisyon'un çalışmalarının işlevliliği, ancak karşılıklı saygıya dayanan bir işbirliğinin sonucu olabilir - dogmatik baskı ve burnu büyüklüğünse kesinlikle değil.
Küba, bu Komisyon'un haksız çıkarların tutsağı olmaktan kurtarılmasını talep etmeye devam edecektir. Küba, tüm ülkelerin hakları kabül görene dek mücadelesinden vazgeçmeyecektir; Komisyon'un çoğulcu, şeffaf, nesnel ve demokratik işleyişinin teminatı elde edilinceye dek vazgeçmeyecektir.
Sayın Başkan,
Amerika Birleşik Devletleri Küba'yı insan hakları ihlalleriyle suçluyor. Hepimizin bildiği gibi, bu suçlamada Küba'da insan haklarının durumu konusunda hakiki bir kaygı söz konusu değildir. Gerçekte sözkonusu olan mesele, küçük bir Üçüncü Dünya ülkesinin kendi yolunu seçip seçemeyeceği, kendi yordamınca eşitlikçi bir geleceği ve çocukları için iyi bir yaşamı kurup kuramayacağı meselesidir.
Küba’ya karşı Birleşik Devletler tarafından uydurulan ve bu Komisyon'a ağır baskılarla dayatılmaya çalışılan suçlamayı hakir görüyor ve reddediyorum. Ve gözlerinizin içine bakarak, inatla sesimi yükseltiyorum: Küba’da hiçbir bir insan hakları ihlali yoktur. Küba’yı bu Komisyon'da seçme çabasının arkasında hiçbir gerçek gerekçe olmadığı gibi, böyle bir iddia ancak Birleşik Devletler'in, Küba’yı artık ona bağımlı olmayan özgür bir ülke olarak kabul edemesi hastalığından kaynaklı olabilir.
Bugün BM İnsan Hakları Komisyonu, kırk yıllık soykırımcıl kuşatmanın, ekonomik savaşın, istilâların, terör faaliyetlerinin, yıkıcı uğraşların, Küba liderlerine karşı suikast girişimlerinin, biyolojik savaşların ve daha bir çok saldırganlığın ardından, Küba’ya karşı baskıcı Birleşik Devletler planı ile, gelişme, adalet ve bağımsızlık arzumuzun çarpıştığı en son savaş alanıdır.
Zamanımı, Küba gerçeğini açıklayarak ve Birleşik Devletler suçlamalarının haksız, seçici doğasını kanıtlayarak geçirmeyeceğim. Buna gerçekten gerek yok. Siz kabul etseniz de etmeseniz de, bunu zaten biliyorsunuz. Sadece, Küba’yı insan hakları ve demokrasi konusunda suçlamaya kalkmak için en az ahlakî itibara sahip olan devletin, Amerika Birleşik Devletleri olduğunu söylemekle yetineceğim.
Sormadan edemiyorum: Siz hiç Küba polisinin öğrencileri ve işçileri -dünyanın pek çok bölgesinde gündelik olarak yaşandığı üzere- herhangi bir gösteride dövdüğünü, üzerlerine plastik kurşun sıktığını, köpekler, atlar saldığını, ya da gaz bombası attığını gördünüz mü? Oysa siz de bilirsiniz, Küba’da liderler halkla beraber katılırlar gösterilere.
Hatta, ABD Hükümeti'nin dünyada insan haklarının durumu konusunda hazırladığı son raporunda bile -ki doğal olarak, arada ismi geçmeyen tek ülkenin ABD'nin kendisi olduğu bu raporu, hiçbir biçimde meşru görmüyorum- Küba’da siyasî sebeplerle yaşanmış ölüm ve kayıpların olmadığı belirtiliyor. Ülkemize karşı köklü nefretlerine, bizi karalama saplantılarına ve vicdansızlıklarına rağmen Birleşik Devletler en azından bu konuda yalan söylemeye cesaret edememiş. Gördüğünüz üzere, insan hakları kaydımız o kadar şeffaf ve insancıl ki inkar etmek mümkün değil.
Bu salondan herhangi birisi Küba'da bir tek işkence, ölüm ya da kayıp vakasının sözünü edebilir mi? Bu salonda herhangi birisi, Küba'da gazetecilere yönelik bir suikast olayı, -Birleşik Devletler'de bir Kübalı çocuğu alıkoymaya yönelik başarısız çabadan başka- herhangi bir çocuk kaçırma, çocuk satma ya da çocuk köleliği olayı biliyor mu?
Küba'da bir ölüm mangasının varlığını işiten var mı? Hiç kimse Küba'da annelerin ve büyükannelerin, çocuklarının ve torunlarının kayıpları veya ölümleri peşinden ağladığı gösteriler gördü mü? Aranızdan kimse, Küba hükümetinin halkını kandırarak bir IMF uyum programı kabul ettiğini, ya da ülkesinin zenginliklerini uluslararası kurumlara peşkeş çektiğini duydu mu? Hiç neden kırk yıllık kuşatmadan ve on yıllık korkunç ekonomik sıkıntılardan sonra, halkımız bize artan biçimde destek vermeye devam ediyor, düşündünüz mü? Cevabı, Devrim'in iktidar saplantılı bir seçkin takımına değil, halka ait olmasıdır.
Küba'da liderlerimiz sorumlulukları bir yaşam stili olarak değil, bir görev, yaşama karşı bir tavır olarak görürler. Yetkimiz sadece, paranın ve yolsuzluğun karışmadığı demokratik ve şeffaf seçimlerimize de dayanmaz; halkımızın bize verdiği yetki, bizim soyguncu olmadığımız, onların ihtiyaçları ve hayallerinin üzerinde dolaşmadığımız, yaşadıkları zorluklarını paylaştığımız, sade ve adanmış bir yaşamdan vazgeçmeyeceğimize dair kanaatlerine de dayanır.
Bu kendimizi mükemmel bir toplum olarak göründüğümüzü mü gösterir? Hayır, kendmizden tatmin değiliz. Daha yalnızca yolun başındayız. Yüzyılların dışlanmışlığını ve haksızlıklarını silmeye çalışıyoruz. Eğitim ve kültürü halkımızın bugüne kadar ulaşılmadığı bir seviyeye yükseltmeyi planlıyoruz. Çocuklarımıza, daha önce hiçbir toplum tarafından erişilmemiş eşitlik, toplumsal adalet ve yurttaş katılımı seviyeleri kazandırmak için çabalıyoruz.
Kazanımlarımızı geliştirmek, ve bizi mantıksızca suçlayanların sisteminden daha demokratik olduğunu gayet iyi bildiğimiz siyasî sistemimizi, daha etkili ve katılımcı kılmak için daha da elimizden geleni yapacağız.
Küba'da giderek daha insancıllaşan ve hoşgörü kazanan bir toplum için mücadele ediyoruz. Daha özgür insanlara dönüşen, eğitilmiş ve kültürlü insanlar hayal ediyoruz. Biz yalnızca seçkin bir grup insana değil tüm halkımıza bilinç aşılıyoruz. Derin bir toplumsal duyarlılığa sahip, bireycilikten arınmış, insancıl inancın sağlam köklerine bir sahip toplum hayal ediyoruz. 'Vatan'ın 'İnsanlık' anlamına geldiğini bilen bir halk ile, bu düşleri gerçekleştirmeyi düşlüyor, onlara daha da yaklaşıyoruz. İnsanın ve onurunun temel taşlarını oluşturduğu bizimkisi gibi bir toplum, şiddet, baskı ve düzenbazlıkla ise asla uyuşmayacaktır.
Üzerimizde kimse baskı uygulayamaz. Biz adil ve doğru olanı yapıyoruz. Bizim ahlakî kurallarımız var. Bizim ahlakımız var. Ve şunu içtenlikle açıklayayım: Baskıları ve tehditleri ne kabul ettik, ne de bundan sonra edeceğiz!
Küba'ya karşı yürütülen zalim harekatlerda Birleşik Devletler'e kuyrukçuluk eden ülkelerin, bize insan hakları üzerine söz söyleyebilecek bir nebze olsun ahlakî itibarları kalmamıştır. Ayrıca, bir yandan Birleşik Devletler'le işbirliği yapıp, Küba’ya karşı uygulanan ambargoyu haklı gösterebilmek için çevrilen bu dolaplara katılıp, diğer yandan da Küba'ya uygulanan ablukaya karşı görüş de belirtilemez.
Kavgamızın aynı zamanda kendi hakları için olduğunu bilen, ABD desteği altındaki diktatörlüklerin yüz binlerce insana işkence yaptığı, öldürdüğü, kaybettiği vakitlerde gördüğü Küba dayanışmasını unutmayan Latin Amerika halklarının desteği ve sevgisi bizimledir.
Ayrıca şunu da biliyoruz ki Küba’nın kavgası, Üçüncü Dünya'daki herkesin haklarının savunusudur. Horgörü ve güvensizlik, bizim eşit ve adil bir dünya hakkımızla, gelişme ve yaşama hakkımızla son bulacaktır.
Sayın Başkan,
Küba’nın bağımsızlığı ve özgürlüğü Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba daha da bağımsız ve özgür olmaktan vazgeçmeyecektir.
Küba’nın sosyalist oluşu Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba daha da toplumcu olacaktır!
Küba’da halkın yönetiyor oluşu Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba halkı kendi istikametini daha da fazla tayin edecektir!
Küba’nın emperyalizme ve hegemonyaya karşı durduğu gerçeği Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba anti-emperyalistliğini ve haklı davalarla dayanışmasını daha da yükseltecektir!
Birleşik Devletler, parçalanmış ve zayıf bir Küba’nın ABD'ye eklemlenmesini savunacak bir partinin kurulmasını istiyor. Ve Küba, birlikteliğin ve bağımsızlığın, toplumsal adalet ve değerlerin, gerçek eşitlik ve hakikî dayanışmanın partisini sahiplenmeye devam edecektir -ki onsuz ne özgürlüğümüz, ne demokrasimiz, ne de barışımız kalırdı!
Kırk yıllık dayanışmamız, bizim ideallerimizi, doğrularımızı, yılmaz irademizi, boyun eğmez ve yenilmez özgürlüğümüzü destekliyor.
Birleşik Devletler'deki hükümdarlar Küba konusunda ne yapabileceklerini artık bilemiyorlar. Her alanda peş peşe yenilgiye uğramaya devam edecekler. Üyelerine yönelik onur kırıcı baskılarla ve çok büyük siyasi fatura karşılığında bu Komisyon'da yapmaya çalıştıkları şeyler, Kral Pyrrhus’un 'Bunun gibi bir zafer daha, beni bitirir' deyişini unuttuklarını gösteriyor.
Onlar bizi dünyada ki en özgür toplum yaptılar. Biz artık onların ticaretine, yatırımlarına, kredilerine bağımlı değiliz. Biz her alanda onların yalanlarını teşhir etme ve her zaman doğruları söyleme imtiyazına sahip olan neredeyse tek ülkeyiz.
Biz, Amerika Birleşik Devletleri'nin asil ve idealist olabilen halkını suçlamıyoruz; egemen bir sistemi, dünyaya dayatılan -ve sürdürülebilir de olmayan- bencil, doymak bilmez bir siyasî ve ekonomik düzeni suçluyoruz.
Bizden, Birleşik Devletler'i memnun etmek için bir jest yapıvermemizi rica edenler var. Halkım adına benim yapacağım jest, yumruğumu havaya kaldırmak ve kırk yıldır bütün Kübalıların kendilerine karşı işlenen suçlara ve gerçekleşen saldırılara verdikleri cevabı, yüksek sesle ifade etmek olacaktır:
Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba'da eğitim ilkokuldan doktora eğitimine kadar ücretsizdir.Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba'da okur yazar oranı ve okula devamlılık oranı %99 dur.Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba nüfusla oranladığınızda dünyanın en çok olimpiyat madalyası kazanan sporcularına sahiptir.Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba nüfusla oranladığınızda dünyada en çok öğretmenin olduğu ülkedir.
Türkiyede sosyalizm deyince milletin çoğunun aklına şunlar gelir:İşçi, çiftçi ve köylülerin hakları, Deniz Gezmiş,1 Mayıs’lar...Ve çoğu kişi bu kadar kavga gürültü çıkartan, sokak çatışmalarına neden olan bu 'sosyalizm'in ne olduğundan haberi yoktur.Çünkü belki de haberleri olması istenmemektedir.Artık ülkemizde kütüphaneler, kitaplar (Tarih, bilim, sosyoloji, felsefe gibi..) kimsenin ilgilenmediği şeyler haline gelmiştir.Doğudaki vatandaşımıza bilgi vermek, eğitmek, kültür sahibi yapmak gibi birşey hiç bir hükümetin ilgileniği birşey değildir.Düşünüyorumda KÖY ENSTİTÜLERİ kapanmasaydı, köylünün bilgilenmesi engellenmeseydi bugün Türkiye nerelere gelirdi.Giderek KÜLTÜRSÜZLEŞTİRİLEN toplumumuz Medya ve düzen partileri sayesinde cahil, bilgisiz, umutsuz ve mutsuz bir kitle haline getirildi.POPSTARlar, Televoleler, SMS çılgınlığı ile halkı uyutmayı çok iyi başarıyor başımızdakiler.İşte SOSYALİZM tüm bu kültürsüzleştirme politkalarına karşı çıkar, Sosyalizm halkın bilgi almasını engellemez, sosyalizm cahil insan bırakmamak için çabalar.Herkesin çalıştığı ürettiği kültürlendiği bir toplumun da başaramayacağı şey yoktur.
Ve işte bu yüzden ABD gibi kapitalist ülkeler sosyalist ülkelerin güçlenmemesi için elinden gelen her şeyi yaparlar.Ama her şeyi!
Türk Dil Kurumu sözlüğünde, '5. ve 6. yüzyılda İngiltere'yi işgal eden Germen ırkı' olarak tanımlanan kelime aydınlarımız tarafından değişik biçimlerde kullanılıyor. İngiliz kültürünü ve onun ürünlerini ifade etmek için kullanılan Anglo-Sakson kelimesi, bugün daha çok anadili İngilizce olan toplumları (İngiltere, Avustralya, Kanada ve Amerika) belirtmek için kullanılıyor.
Türk-İş Araştırma Merkezi tarafından yapılan araştırmaya göre, Mart 2004'te 474 milyon 740 bin lira olan aylık 'zorunlu gıda harcaması tutarı, yüzde 1.7 oranında artarak Nisan 2004'te 480 milyon 4 bin liraya yükseldi.
İktidara geldikten sonra 1934 yılından beri kutlanmakta olan 'Milli Ekonomi ve Yerli Mallar Haftası' artık kutlanmamaya başlandı.Ve bugün günümüzde yabancı ürünler varken yerli malı kullanmak neredeyse ayıp hale geldi
'Küba Emperyalizmi Yargılıyor', Fidel Castro ve Che Guevara'nın farklı zamanlarda ve yerlerde yaptıkları ikişer konuşmadan oluşuyor. Kitap devrimin ilk yıllarındaki Küba'yı resmediyor. Konuşmalarda önemli bir bölüm 'az gelişmiş ülkelerin' durumuna ayrılmış. Bilindiği üzere Küba otuz yıl İspanya'nın sömürgesi olarak kalıyor. İspanya çekilince ülke, ABD sömürgesine dönüşüyor ve sömürü kılıf değiştiriyor. Küba da kapitalist dünyadaki adını alıyor: 'az gelişmiş ülke'. Kitaptan az gelişmiş ülkeler ve emperyalizme dair bir tespit: 'ABD hükümeti niçin az gelişmiş ülkeler için kalkınmadan söz etmiyor? Çünkü tekellerle kapışmaz. Tekellerin yağmalamak için doğal kaynaklara ve piyasalara ihtiyaçları vardır. Bu yüzden kamu yatırımlarını kullanan kalkınma planları yoktur.' Türkiye'de de önemli kamu işletmelerinin zarar ettiği gerekçesiyle özelleştirilmesi ve özelleştirmelerle artan işsizlik, kötü çalışma koşulları, IMF reçeteleriyle tarımın çökertilmesi, ülkenin üretimsizliğe mahkum edilmesi alıntıda yapılan tespiti doğruluyor.
Küba ise sermayedarları kovdu. Büyük toprakları, üretim araçlarını ve yolsuzlukla kazanılan mülkleri, hacim gözetmeksizin kamulaştırdı. Küba'da en ücra köşelerde bile okullar var; eğitim eşit ve parasız. Devrimden önce toplumun küçük bir kısmının yararlandığı sağlık hizmetleri, devrim sonrasında büyük gelişme gösterirken, herkes için eşit ve parasız hale getirildi. Artık Küba'da insanlar sosyalist devrim öncesinde olduğu gibi en küçük hastalıklardan ölmüyor. Bebek ölüm oranının en düşük olduğu ülke Küba. Yalnız Küba halkı devrimden önce bu koşullarda yaşamıyordu. Devrimden önceki Küba'yı Fidel Castro Küba Emperyalizmi Yargılıyor kitabında şöyle anlatıyor: 'Küba'da devrim, 600.000 işsizle, 6 milyon nüfusun yarısının elektriğe sahip olamayışıyla, nüfusun çoğunun barakalarda en temel haklardan yoksun yaşamasıyla karşılandı.' Ve bugün Türkiye'de olduğu gibi '... bankacılık, elektrik, telefon, ithalat, petrol, şeker üretimi ve en verimli topraklar ABD'nin elindeydi.'
Kitapta üzerinde durulan bir diğer konu savaş. Emperyalizm savaşı bir iş, bir zenginleşme aracı olarak görür. Savaşla istediği coğrafyaya girip istediği ülkeye müdahale edebilir. Kapitalist ülkelerde 'silahlanma' en çok kaynak aktarılan alanlardan biridir. Savaşta oluşan maddi ve manevi zararların emperyalizmin gözünde hiçbir önemi yok. Çünkü onun bir tek felsefesi var: Yağma. Bu yüzden emperyalizm halkların kardeşliğinin yanında olamaz. Askeri üslerini koruması ve daha çok yağmalayabilmesi için halkların düşmanlığına ihtiyacı vardır. Bugünkü İsrail'in işgali altındaki Filistin sorunu gibi. Küba'nın bu konudaki tavrı net: 'Yağma felsefesine son verin, savaş felsefesi de son bulacaktır.' Küba tüm ülkelere silahsızlanma çağrısında bulunuyor ve ekliyor: 'Tekeller, akbabalar gibi savaşta ölenlerin cesetleriyle beslenir. Savaşı bir iş, bir zenginleşme nesnesi olarak görenlerin maskesi düşürülmelidir.'
“Küba Emperyalizmi Yargılıyor” yapılan bu tespitlerle, sosyalist kalkınma planına dair verdiği bilgilerle, Küba'yı ve emperyalizmi daha iyi anlamamızı sağlayacak ve biz Küba'yı daha iyi anlamalıyız. Çünkü emperyalizmin dünyada tek güç odağı haline gelmesiyle saldırganlığı ve doymak bilmezliği arttı. Çünkü Küba tüm dünyaya sosyalizmin bir ütopya olmadığını gösteriyor. Çünkü Küba emperyalizme karşı sosyalizmi yaşatmak adına savaşıyor. Çünkü Küba emperyalizmin doymak bilmezliğini ve saldırganlığını sorguluyor. Çünkü Küba günümüz dünyasında insanlığın onurunu kurtarıyor. Küba'yı çok daha iyi anlamalıyız.
27 Mart 2001 Tarihinde Cenevre'de Yapılan 57. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nda Küba Dışişleri Bakanı Felipe Perez Roque Tarafından Yapılan Konuşma
Sayın Başkan,
Küba adına konuşuyorum.
Biz buraya, doğruları söylemeye ve yalancıları itham etmeye geldik. Biz buraya aklımızı kuşanarak geldik: Haklı fikirler ve halkımızın mücadele tarihinin cephaneliğidir bu - hiçbir şey ya da hiç kimse tarafından bastırılamayan gerçek adaleti kazanma çabası, ve saldırılar, kuşatmalar ve iftiralar, bu mücadele iradesinin ne zırhını kırabilmiş, ne de onun tam bağımsızlığına dokunabilmiştir.
İnsan hakları komisyonu bugün eskisinden daha da parçalı bir halde ve geri dönülemez bir itibarsızlık noktası sınırındadır. Bir tarafta Üçüncü Dünya ülkelerinin temsilcileri duruyor: Bizler borçlarımızın tutsaklarıyız, dünya çapında empoze edilmeye çalışılan haksız bir düzensizliğin kurbanlarıyız, sadece yoksulluk ve geri kalmışlığa sahip olanlarız, acı içinde, eğitimsizleriyle, açlar ve fakirleriyle, öldürülen çocukları ve anneleriyle, bizi sömürenlerin refahını sürdürmüş olanlarız. Biz bu komisyonda daima suçlu konumundaydık. Diğer taraftaysa zengin ve gelişmiş ülkelerin temsilcileri var: Onlar alacaklılar, üretilen her şeyi tüketen, kirleten, israf eden, sağlıklarını bize borçlu olduklarını unutan, buna rağmen bizim ülkelerimizi suçlayan ve yargılayan onlar.
İkiyüzlülüğü ve çifte standardı bu komisyonun çalışmalarından silmenin vakti çoktan gelmişti. Birleşik Devletler -dünyamızda neredeyse bir milyar insanı etkileyen- kıtlığın, insan onurunun ihlali olarak kabul edilmesine neden karşı oy kullandığını açıklayabilir mi? Birleşik Devletler, Küba’yı suçlamaya çalışırken, İsrail ordusunun yürekli Filistin insanına karşı işlediği insan haklarının rezilce ve ağır ihlalini kınamayı neden reddettiğini açıklayabilir mi?
Bu komisyonda, geniş çaplı bir reform ve demokratikleşme sürecinin tamamlanmasının talep edilmesinin zamanı geldi. Bu konular her yıl tartışılıyor ve bu amaçlar doğrultusunda birkaç karar alındı. Fakat gerçek şu ki, BM İnsan Hakları Komisyonu Birleşik Devletler ve yandaşlarının hakimiyetinin çıkarları doğrultusunda bir araç işlevi görmeye devam ediyor.
Bu durum değişebilir mi? Elbette değişebilir. Fakat siz, gelişmiş devletlerin temsilcilerinin makul bir şekilde isteklerimizi kabul etmesi gerekiyor. Doğrunun tek sahibi siz olmadığınızı kabul etmeniz gerekiyor. “Fakir insanlar haklı olmaz” ırkçı düşüncesini toptan reddetmek gerekiyor.
Daha demokratik ve hoşgörülü bir dünyaya ihtiyacımız var. Neden küçük bir grup zengin, güçlü ülkeler, giderek daha az demokratikleşen ve çoğulculuktan uzaklaşan bir dünya dayatmaya çalışıyorlar? Sadece ülke içerisinde değil, ülkeler arasındaki ilişkilerde de daha fazla hoşgörü için neden uğraşılmıyor? Neden toplumsal ve siyasi yapılanmanın farklı modellerinin varlığı kabul görmüyor? Tek bir tipte demokrasinin varlığını koruması girişiminin ardındaki mantık nedir? Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda tüm halkların kendi kaderlerini tayin hakkını ve bu hak doğrultusunda her halkın kendi siyasi yapılanmasını özgürce gerçekleştirebileceğini baştan kabul etmedik mi?
Bu Komisyon'un çalışmalarının işlevliliği, ancak karşılıklı saygıya dayanan bir işbirliğinin sonucu olabilir - dogmatik baskı ve burnu büyüklüğünse kesinlikle değil.
Küba, bu Komisyon'un haksız çıkarların tutsağı olmaktan kurtarılmasını talep etmeye devam edecektir. Küba, tüm ülkelerin hakları kabül görene dek mücadelesinden vazgeçmeyecektir; Komisyon'un çoğulcu, şeffaf, nesnel ve demokratik işleyişinin teminatı elde edilinceye dek vazgeçmeyecektir.
Sayın Başkan,
Amerika Birleşik Devletleri Küba'yı insan hakları ihlalleriyle suçluyor. Hepimizin bildiği gibi, bu suçlamada Küba'da insan haklarının durumu konusunda hakiki bir kaygı söz konusu değildir. Gerçekte sözkonusu olan mesele, küçük bir Üçüncü Dünya ülkesinin kendi yolunu seçip seçemeyeceği, kendi yordamınca eşitlikçi bir geleceği ve çocukları için iyi bir yaşamı kurup kuramayacağı meselesidir.
Küba’ya karşı Birleşik Devletler tarafından uydurulan ve bu Komisyon'a ağır baskılarla dayatılmaya çalışılan suçlamayı hakir görüyor ve reddediyorum. Ve gözlerinizin içine bakarak, inatla sesimi yükseltiyorum: Küba’da hiçbir bir insan hakları ihlali yoktur. Küba’yı bu Komisyon'da seçme çabasının arkasında hiçbir gerçek gerekçe olmadığı gibi, böyle bir iddia ancak Birleşik Devletler'in, Küba’yı artık ona bağımlı olmayan özgür bir ülke olarak kabul edemesi hastalığından kaynaklı olabilir.
Bugün BM İnsan Hakları Komisyonu, kırk yıllık soykırımcıl kuşatmanın, ekonomik savaşın, istilâların, terör faaliyetlerinin, yıkıcı uğraşların, Küba liderlerine karşı suikast girişimlerinin, biyolojik savaşların ve daha bir çok saldırganlığın ardından, Küba’ya karşı baskıcı Birleşik Devletler planı ile, gelişme, adalet ve bağımsızlık arzumuzun çarpıştığı en son savaş alanıdır.
Zamanımı, Küba gerçeğini açıklayarak ve Birleşik Devletler suçlamalarının haksız, seçici doğasını kanıtlayarak geçirmeyeceğim. Buna gerçekten gerek yok. Siz kabul etseniz de etmeseniz de, bunu zaten biliyorsunuz. Sadece, Küba’yı insan hakları ve demokrasi konusunda suçlamaya kalkmak için en az ahlakî itibara sahip olan devletin, Amerika Birleşik Devletleri olduğunu söylemekle yetineceğim.
Sormadan edemiyorum: Siz hiç Küba polisinin öğrencileri ve işçileri -dünyanın pek çok bölgesinde gündelik olarak yaşandığı üzere- herhangi bir gösteride dövdüğünü, üzerlerine plastik kurşun sıktığını, köpekler, atlar saldığını, ya da gaz bombası attığını gördünüz mü? Oysa siz de bilirsiniz, Küba’da liderler halkla beraber katılırlar gösterilere.
Hatta, ABD Hükümeti'nin dünyada insan haklarının durumu konusunda hazırladığı son raporunda bile -ki doğal olarak, arada ismi geçmeyen tek ülkenin ABD'nin kendisi olduğu bu raporu, hiçbir biçimde meşru görmüyorum- Küba’da siyasî sebeplerle yaşanmış ölüm ve kayıpların olmadığı belirtiliyor. Ülkemize karşı köklü nefretlerine, bizi karalama saplantılarına ve vicdansızlıklarına rağmen Birleşik Devletler en azından bu konuda yalan söylemeye cesaret edememiş. Gördüğünüz üzere, insan hakları kaydımız o kadar şeffaf ve insancıl ki inkar etmek mümkün değil.
Bu salondan herhangi birisi Küba'da bir tek işkence, ölüm ya da kayıp vakasının sözünü edebilir mi? Bu salonda herhangi birisi, Küba'da gazetecilere yönelik bir suikast olayı, -Birleşik Devletler'de bir Kübalı çocuğu alıkoymaya yönelik başarısız çabadan başka- herhangi bir çocuk kaçırma, çocuk satma ya da çocuk köleliği olayı biliyor mu?
Küba'da bir ölüm mangasının varlığını işiten var mı? Hiç kimse Küba'da annelerin ve büyükannelerin, çocuklarının ve torunlarının kayıpları veya ölümleri peşinden ağladığı gösteriler gördü mü? Aranızdan kimse, Küba hükümetinin halkını kandırarak bir IMF uyum programı kabul ettiğini, ya da ülkesinin zenginliklerini uluslararası kurumlara peşkeş çektiğini duydu mu? Hiç neden kırk yıllık kuşatmadan ve on yıllık korkunç ekonomik sıkıntılardan sonra, halkımız bize artan biçimde destek vermeye devam ediyor, düşündünüz mü? Cevabı, Devrim'in iktidar saplantılı bir seçkin takımına değil, halka ait olmasıdır.
Küba'da liderlerimiz sorumlulukları bir yaşam stili olarak değil, bir görev, yaşama karşı bir tavır olarak görürler. Yetkimiz sadece, paranın ve yolsuzluğun karışmadığı demokratik ve şeffaf seçimlerimize de dayanmaz; halkımızın bize verdiği yetki, bizim soyguncu olmadığımız, onların ihtiyaçları ve hayallerinin üzerinde dolaşmadığımız, yaşadıkları zorluklarını paylaştığımız, sade ve adanmış bir yaşamdan vazgeçmeyeceğimize dair kanaatlerine de dayanır.
Bu kendimizi mükemmel bir toplum olarak göründüğümüzü mü gösterir? Hayır, kendmizden tatmin değiliz. Daha yalnızca yolun başındayız. Yüzyılların dışlanmışlığını ve haksızlıklarını silmeye çalışıyoruz. Eğitim ve kültürü halkımızın bugüne kadar ulaşılmadığı bir seviyeye yükseltmeyi planlıyoruz. Çocuklarımıza, daha önce hiçbir toplum tarafından erişilmemiş eşitlik, toplumsal adalet ve yurttaş katılımı seviyeleri kazandırmak için çabalıyoruz.
Kazanımlarımızı geliştirmek, ve bizi mantıksızca suçlayanların sisteminden daha demokratik olduğunu gayet iyi bildiğimiz siyasî sistemimizi, daha etkili ve katılımcı kılmak için daha da elimizden geleni yapacağız.
Küba'da giderek daha insancıllaşan ve hoşgörü kazanan bir toplum için mücadele ediyoruz. Daha özgür insanlara dönüşen, eğitilmiş ve kültürlü insanlar hayal ediyoruz. Biz yalnızca seçkin bir grup insana değil tüm halkımıza bilinç aşılıyoruz. Derin bir toplumsal duyarlılığa sahip, bireycilikten arınmış, insancıl inancın sağlam köklerine bir sahip toplum hayal ediyoruz. 'Vatan'ın 'İnsanlık' anlamına geldiğini bilen bir halk ile, bu düşleri gerçekleştirmeyi düşlüyor, onlara daha da yaklaşıyoruz. İnsanın ve onurunun temel taşlarını oluşturduğu bizimkisi gibi bir toplum, şiddet, baskı ve düzenbazlıkla ise asla uyuşmayacaktır.
Üzerimizde kimse baskı uygulayamaz. Biz adil ve doğru olanı yapıyoruz. Bizim ahlakî kurallarımız var. Bizim ahlakımız var. Ve şunu içtenlikle açıklayayım: Baskıları ve tehditleri ne kabul ettik, ne de bundan sonra edeceğiz!
Küba'ya karşı yürütülen zalim harekatlerda Birleşik Devletler'e kuyrukçuluk eden ülkelerin, bize insan hakları üzerine söz söyleyebilecek bir nebze olsun ahlakî itibarları kalmamıştır. Ayrıca, bir yandan Birleşik Devletler'le işbirliği yapıp, Küba’ya karşı uygulanan ambargoyu haklı gösterebilmek için çevrilen bu dolaplara katılıp, diğer yandan da Küba'ya uygulanan ablukaya karşı görüş de belirtilemez.
Kavgamızın aynı zamanda kendi hakları için olduğunu bilen, ABD desteği altındaki diktatörlüklerin yüz binlerce insana işkence yaptığı, öldürdüğü, kaybettiği vakitlerde gördüğü Küba dayanışmasını unutmayan Latin Amerika halklarının desteği ve sevgisi bizimledir.
Ayrıca şunu da biliyoruz ki Küba’nın kavgası, Üçüncü Dünya'daki herkesin haklarının savunusudur. Horgörü ve güvensizlik, bizim eşit ve adil bir dünya hakkımızla, gelişme ve yaşama hakkımızla son bulacaktır.
Sayın Başkan,
Küba’nın bağımsızlığı ve özgürlüğü Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba daha da bağımsız ve özgür olmaktan vazgeçmeyecektir.
Küba’nın sosyalist oluşu Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba daha da toplumcu olacaktır!
Küba’da halkın yönetiyor oluşu Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba halkı kendi istikametini daha da fazla tayin edecektir!
Küba’nın emperyalizme ve hegemonyaya karşı durduğu gerçeği Birleşik Devletler'in sinirini bozmaktadır. Ve Küba anti-emperyalistliğini ve haklı davalarla dayanışmasını daha da yükseltecektir!
Birleşik Devletler, parçalanmış ve zayıf bir Küba’nın ABD'ye eklemlenmesini savunacak bir partinin kurulmasını istiyor. Ve Küba, birlikteliğin ve bağımsızlığın, toplumsal adalet ve değerlerin, gerçek eşitlik ve hakikî dayanışmanın partisini sahiplenmeye devam edecektir -ki onsuz ne özgürlüğümüz, ne demokrasimiz, ne de barışımız kalırdı!
Kırk yıllık dayanışmamız, bizim ideallerimizi, doğrularımızı, yılmaz irademizi, boyun eğmez ve yenilmez özgürlüğümüzü destekliyor.
Birleşik Devletler'deki hükümdarlar Küba konusunda ne yapabileceklerini artık bilemiyorlar. Her alanda peş peşe yenilgiye uğramaya devam edecekler. Üyelerine yönelik onur kırıcı baskılarla ve çok büyük siyasi fatura karşılığında bu Komisyon'da yapmaya çalıştıkları şeyler, Kral Pyrrhus’un 'Bunun gibi bir zafer daha, beni bitirir' deyişini unuttuklarını gösteriyor.
Onlar bizi dünyada ki en özgür toplum yaptılar. Biz artık onların ticaretine, yatırımlarına, kredilerine bağımlı değiliz. Biz her alanda onların yalanlarını teşhir etme ve her zaman doğruları söyleme imtiyazına sahip olan neredeyse tek ülkeyiz.
Biz, Amerika Birleşik Devletleri'nin asil ve idealist olabilen halkını suçlamıyoruz; egemen bir sistemi, dünyaya dayatılan -ve sürdürülebilir de olmayan- bencil, doymak bilmez bir siyasî ve ekonomik düzeni suçluyoruz.
Bizden, Birleşik Devletler'i memnun etmek için bir jest yapıvermemizi rica edenler var. Halkım adına benim yapacağım jest, yumruğumu havaya kaldırmak ve kırk yıldır bütün Kübalıların kendilerine karşı işlenen suçlara ve gerçekleşen saldırılara verdikleri cevabı, yüksek sesle ifade etmek olacaktır:
YA VATAN YA ÖLÜM!
KAZANACAĞIZ!
Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba'da ailelerin %85'i ev sahibidirler.
Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba'da eğitim ilkokuldan doktora eğitimine kadar ücretsizdir.Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba'da okur yazar oranı ve okula devamlılık oranı %99 dur.Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba nüfusla oranladığınızda dünyanın en çok olimpiyat madalyası kazanan sporcularına sahiptir.Dünyada sosyalizmin uygulandığı tek ülke Küba nüfusla oranladığınızda dünyada en çok öğretmenin olduğu ülkedir.
Türkiyede sosyalizm deyince milletin çoğunun aklına şunlar gelir:İşçi, çiftçi ve köylülerin hakları, Deniz Gezmiş,1 Mayıs’lar...Ve çoğu kişi bu kadar kavga gürültü çıkartan, sokak çatışmalarına neden olan bu 'sosyalizm'in ne olduğundan haberi yoktur.Çünkü belki de haberleri olması istenmemektedir.Artık ülkemizde kütüphaneler, kitaplar (Tarih, bilim, sosyoloji, felsefe gibi..) kimsenin ilgilenmediği şeyler haline gelmiştir.Doğudaki vatandaşımıza bilgi vermek, eğitmek, kültür sahibi yapmak gibi birşey hiç bir hükümetin ilgileniği birşey değildir.Düşünüyorumda KÖY ENSTİTÜLERİ kapanmasaydı, köylünün bilgilenmesi engellenmeseydi bugün Türkiye nerelere gelirdi.Giderek KÜLTÜRSÜZLEŞTİRİLEN toplumumuz Medya ve düzen partileri sayesinde cahil, bilgisiz, umutsuz ve mutsuz bir kitle haline getirildi.POPSTARlar, Televoleler, SMS çılgınlığı ile halkı uyutmayı çok iyi başarıyor başımızdakiler.İşte SOSYALİZM tüm bu kültürsüzleştirme politkalarına karşı çıkar, Sosyalizm halkın bilgi almasını engellemez, sosyalizm cahil insan bırakmamak için çabalar.Herkesin çalıştığı ürettiği kültürlendiği bir toplumun da başaramayacağı şey yoktur.
Ve işte bu yüzden ABD gibi kapitalist ülkeler sosyalist ülkelerin güçlenmemesi için elinden gelen her şeyi yaparlar.Ama her şeyi!
Türk Dil Kurumu sözlüğünde, '5. ve 6. yüzyılda İngiltere'yi işgal eden Germen ırkı' olarak tanımlanan kelime aydınlarımız tarafından değişik biçimlerde kullanılıyor. İngiliz kültürünü ve onun ürünlerini ifade etmek için kullanılan Anglo-Sakson kelimesi, bugün daha çok anadili İngilizce olan toplumları (İngiltere, Avustralya, Kanada ve Amerika) belirtmek için kullanılıyor.
cehalet. eğitim şart!
Bugün açıklanan araştırmaya göre Türkiye'de Nisan 2004 itibariyle 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 1 milyar 461 milyon TL.
Bu asgari ücretle 4 kişilik bir aile nasıl geçindirilir!
Türk-İş Araştırma Merkezi tarafından yapılan araştırmaya göre, Mart 2004'te 474 milyon 740 bin lira olan aylık 'zorunlu gıda harcaması tutarı, yüzde 1.7 oranında artarak Nisan 2004'te 480 milyon 4 bin liraya yükseldi.
İktidara geldikten sonra 1934 yılından beri kutlanmakta olan 'Milli Ekonomi ve Yerli Mallar Haftası' artık kutlanmamaya başlandı.Ve bugün günümüzde yabancı ürünler varken yerli malı kullanmak neredeyse ayıp hale geldi