Ümit hayattan beklediklerimizin bütünüdür; ummaktan doğan güven duygusudur. Dilimizde yaygın olarak kullandığımız ve dört elle sarıldığımız kelimedir. Bununla ilgili olarak pek çok deyim de vardır: Ümide düşmek, ümidini kesmek, ümit bağlamak, ümit serpmek, ümide kapılmak, ümidi sönmek, ümit bırakmak, ümit uyanmak, ümidi suya düşmek, ümit etmek… vb. Ümitle ilgili bir o kadar da atasözümüz vardır. Bunlar hayatımızın enerji kaynağı olan ümidin ne kadar elzem bir tarafımız olduğunu ortaya koyar: “Ümit varlıktan yeğdir, Ümit fakirin ekmeğidir, Çıkmadık canda umut vardır, Allah’tan umut kesilmez” Ümit kişinin kendini güçlü kılması için bazı değerlere sarılmasıdır. İnsanları hayata sımsıkı bağlayan duygudur. Hayatta hep ümitvar olmak zorundayız. Çünkü bir dakika sonra neler olabileceğini kestirmek mümkün değildir. Yaşam nelere gebedir? Bunu bilemeyiz şüphesiz. Onun için hep iyimser bakacağız yaşanan hakikatlere. İslâm inancı ümitvar olmayı önermektedir insanlara. Hatta bununla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de çok çarpıcı bir ayet vardır: “...Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez.”(Yusuf Suresi, 87) Demek ki sıkıntılar hat safhada olsa da bir çıkış kapısı muhakkak vardır. Böyle düşünerek hadiselere iyimser yaklaşmalıyız. Tersini düşünmek bizi içten içe çökerterek yolumuza taş koyar. İnsan bedenen yaşasa da ümidini kaybettiğinde ruh ölümü gerçekleşmiş demektir. Bu safhadan sonra taşıdığı beden ona ıstırap veren ağır bir yüktür. Bu keskin dönemeçte yaşamla ölüm arasında gider gelir insan. Yaşamak anlamını kaybetmiştir bu noktadan sonra. Yaşayan ölü tabiri tam da bunlar için söylenmiş bir ifadedir. İnsanlar hayatta zaman zaman bir kısım sıkıntı ve hayal kırıklıklarıyla karşılaşılabilir. Ömür aynı çizgide sürüp gitmez. İnişli çıkışlıdır yaşam. Hayat da tıpkı mevsimler gibidir. Baharı, yazı, güzü ve kışı vardır ömrümüzün. Nasıl ki her mevsimin belli bir vakti varsa yaşadıklarımızın belli bir vakti vardır. Yaşananların değişken olması hayatın cilvelerindendir. Dünyada insan her şeyini kaybedebilir. Yarınların neler getireceğini hiçbirimiz bilemeyiz. Çok zengin bir insan, bir gecede bütün varlığını kaybedebilir. Bu bir kumarda da olur veya doğal bir felâkette de… 17 Ağustos depreminde Gölcük ve Yalova’da yaşayanlar bir gecede onlarca dairesini kaybederek çadıra mahkûm olmuşlardı. Yine aynı felâkette aile fertlerini ölüm ayırmıştı birbirinden. Bunun nice örnekleri yaşanmıştır dünyada. Demek ki hepimiz her an çok kıymet verdiğimiz mal varlıklarımızı, yakınlarımızı, makam ve mevkilerimizi kaybedebiliriz. Buna hazır olmalıyız. Ölenler dışında her şeyin geri gelme ihtimali vardır. Çalışır yeni evler, arabalar, eşyalar alabilirsiniz. İşinizden kovulduysanız alanınızda yetişmiş bir kişiyseniz yeni iş kapıları sizin için ardına kadar açılabilir. Fakat bunların dışında bir şey var ki onu kaybederseniz yaşama şansınız azalır. Belki maddeden yaşarsınız ama manen ölürsünüz. Dört elle sarılmamız gereken bu kıymetli varlığımız ümitten başka bir şey değildir. Bazılarının “Bu sözlere karnım tok” dediğini duyar gibiyim. Fakat onlar ne düşünürse düşünsün gerçek şu ki bizi hayata bağlayan, ayakta durmamızı sağlayan beynimizin yakıtı olan ümittir. Onu kaybeden her şeyini kaybetmiş demektir. Onu koruyan yarınlarını emniyete almıştır. Ümidimiz tükenmediği sürece olmaz diye bir şey yoktur. İnsanın hayallerinin genişliği ümidinin sınırları kadardır. Yarınların neler getireceğini bilemeyiz ama hep güzellikler umut ederiz. Bu tenimize can, yüreğimize heyecan verir. Gündelik ve uzun vadeli umutlarımız boşa çıkınca hayal kırıklıkları da gelir peşi sıra. Akıllı insan umutsuzluğun arkasında da yeni umutlar arayan bir istikbal avcısıdır. Umut denizler kadar geniştir; ama herkes kayığının büyüklüğü nispetinde açılabilir o derin sulara. Kayığınız derme çatma ise çok fazla ilerleyemezsiniz ümidin açık denizlerinde. Şiddetli dalgalara göğüs geremezsiniz. Çabuk yorulursunuz kürek sallamaktan. Neticede teslim olursunuz acı gerçeklere. En kıymetli varlığımız olan sağlığımızı kaybetmek çok önemli bir durum olsa da ümidini kaybetmeyen insan günün birinde sağlığını tekrar kazanabilir. Asrımızın en ölümcül hastalığı olan kanser illetinin ağına düşmüş nice insan, ümitlerini saklı tuttukları için bu hastalığı da yenerek eski günlerine kavuşmuşlardır. Ümide aykırı bakanlar da olmuştur zaman zaman. Bunların başında Alman düşünür Nietzsche(Niçe) gelmektedir. Burhan girdapları içerisinde yaşayan bu yazar ümitle ilgili olarak şu tezi ileri sürmüştür: “Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır” Bu da bir görüştür şüphesiz. Ona da saygı duyarım ama katılmam. Ümit suya yazı yazmak da olsa ben ümide talibim. Her nereye gitsem çıkınımda bir tutam umut taşırım. Aç kalsam da ümitsiz kalmam hiçbir zaman. Benim için hava kadar, su kadar elzemdir. Şunu da unutmamak gerekir ki umutlar her an suya düşebilir. Öyle bir durumda donup kalmamak için şimdiden dev dalgalarla savaşmayı ve yüzmeyi öğrenmelisiniz. Ümit önümüzde yürüyen gölgemizdir. Nereye gitsek o hep öndedir ve biz onu takip etmek mecburiyetindeyiz. Sadece güneşsiz havalarda göstermez kendini. O zaman da yüreğimizin en hassas yerine kurulur. Anlaşılan o ki onunla yollarımızı ancak kara toprakta ayırabiliriz. Lâkin orada da cenneti ümit ederiz. İnsan ümitle ayakta durabilir. Bizi dengede tutar geleceğe dair düşlerimiz. Karanlık dünyamızı aydınlatan ışıktır ümit… Onu kucaklamayanlar bir hiçtir aslında. Anadan, babadan, çocuklarımızdan, akrabalarımızdan, eşimizden, işimizden, dostlarımızdan bir ümit bekleriz hep yahut onların ümidi biz oluruz. Öyle veya böyle diyeceğim şu ki ümitsiz yaşanmaz kardeşim, ümitsiz yaşanmaz. Her ümidin hayal kırıklıklarına dönüşme ihtimali olsa da onsuz bir hayatı düşünemiyorum. Bu böyle biline.
2006’YA ÜÇ KALA …. ÜMİT-Lİ… MİSİNİZ? ....ÜMİT-SİZ.. Mİ?
Ümit… Bir buçuk yaşında bir erkek çocuğuydu… Mavi-turkuaz gözleriyle …düşmesin diye minik parmaklıkları olan hapishanesinden….yani minik mavi karyolasından… dünyaya… kaçamak ve ürkek bakışlar fırlatan … bir küçük yürekti taşıdığı sol cenabında… Kanadı kırık bir serçe misali göz gezdirirdi beyaz güvercinler gibi çevresinde dolaşan sağlık personeli olan bizlere…
Hayat ona acımasız davranmıştı doğduğu ilk günden beri…Mardin’in bir köyünde dünyaya gelmiş...soluk…cılız bedeni…erken tanışmıştı hastalıklarla…
Daha bir yaşındayken…ALL… yani Kan Kanseri olduğunu öğrenen ailesi perişan olmuş..yapılan sevkler sonrasında son nokta olarak Ankara’ya düşmüştü yolları…
Babası 6 kişilik bir oda kiralamış…günlerini ve gecelerini hastaneden arta kalan zaman olursa orada geçirirken….gencecik halası…ailenin tek okumuş genç kızı olarak(ortaokul mezunu) …yanında refakatçi bırakılmak üzere getirtilmişti Mardin’den…bakımını sağlamak üzere…
Ümit…yaşından önce olgunlaşmış bir küçük adam edasıyla kolunu bizlere tetkik için kan almak üzere tevekkülle uzatırken….Dudaklarına bir acı yayılırdı apansız….daha konuşmayı bile bilmeyen o minik pembe dudaklar büzülür….o iri turkuaz gözlerden birer damla yaş süzülmeye başlar….incilerini dökerken…dünyanın en temiz,en berrak şelalesini inşa ederdi hiç bilmeden…
İçimde bıraktığı buruklukla yaptığım işi onun iyiliği için yaptığımı düşünerek kendimi savunma mekanizmalarımın egemenliğine bırakır…..ona ve metanetle bana bir hemşire edasıyla yardımcı olan halasına sezdirmeden….içime…..kalbimdeki gizli sandığa dökerdim gözyaşlarımı….
Babası gelmişti ziyaret saatinde bir gün... Bir adam genç yaşına rağmen bu kadar beyazı nasıl taşırdı şakaklarında…o zaman öğrenmiştim ben… Asil bir duruşla tam da Ümit’in karyolasının arka tarafına doğru gizlenmiş…onun gözlerinin görüş açısından saklanmaya çalışırken tanışmıştım onunla…
^^Çünkü Ümit üzülüyor babasını görünce doktor hanım…hemen ağlamaya başlıyor…^^…diye cevap vermişti bana..
Olsun..Hiçbir çocuk…bir pencere ötesinde duran babasını görmekten alıkoyulmamalı demiş…kızgın bakışlarla onu kucağına alıp babasını göstermesini rica etmiştim…
Ve işte o zaman anladım demek istediğini halanın…babanın neden gizlendiğini…. Ve o saydam görünen pencerenin…aslında bir hapishane parmaklığından farklı olmadığını…
***^^Bizi esir ettiler, Bizi hapse attılar:
Beni duvarların içinde, Seni duvarların dışında.
Ufak iş bizimkisi.
Asıl en kötüsü:
Bilerek, bilmeyerek Hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...
İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş, Namuslu, çalışkan, iyi insanlar..
Ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık... ^^***
Ümit…..ince... cılız… beyaz…minik kollarını….kucağına almasını istercesine uzatmıştı babasına….Babası da ona…. İkisinin de gözlerindeki nehirler…bizim nehirlerimize karışmıştı bir anda…
O saydam pencere bir parmaklık… O uzanan ellerse…sevginin…özlemin…hasretin elleriydi çünkü…. ulaşamayan…. birleşemeyen bir türlü….
Enfeksiyonlara açıktı Ümit…bu nedenle babası dahil olmak üzere yasaktı görüşmesi yakından… Onun nahif bedeni kaldıramazdı en güçsüz mikroorganizmayı bile…bir gribal enfeksiyon bile onda üst solunum yolunda sınırlı kalmaz…akciğerlerine inip…kötü ve istenmeyen sona….ölüme yol açabilirdi… Buydu korunmasının nedeni bu kadar dikkatli….
Oysa belki bir gün baharın gelişi misali belki de..Ümit….remisyona girecek… İyileşecekti…
Bir hasta takip etmiştim geçen yıl…Görkem…Lösemiydi o da.. 15 yaşında genç bir delikanlıydı…Bir gün koluna umarsız bir edayla uzun saçlı şirin mi şirin kız arkadaşını takıp hastaneye bizi ziyarete gelmiş….bizi onunla tanıştırırken gururu sezinlemiştik sözlerinden…en az onun kadar mutlu olup …paylaşmıştık huzurunu…
Hastalığa yenik düşmemişti Görkem…Kemoterapiler remisyonla(iyileşme hali) …sonuçlanmış…Artık ilaç dahi kullanmasına gerek kalmamıştı…
Normal bir delikanlıydı o artık… Geleceğe gülen gözlerle bakan…beyninin kuytulanına gizlenen geçmişi… o hatırlanmak istenmeyen sisli perdelerle kapatmış bir genç adam…
Ümit’e her bakışımda içimden bir şeyler kopar…. hep Görkem’i getirirdim aklıma…. Avunurdum….
Bir gece yapılan tetkiklerde kan değerleri düşük gelmişti Ümit’in… Hemen kan bankasına ulaşıp nakil için gerekli gruba uygun kanı hazırlatmıştım bu yüzden…Ama bir sorunumuz vardı ki…Bir gün ilik nakli ve tam iyileşme ihtimaline karşın ona kanı ışınlanmadan nakletmemiz imkansızdı… Hastanede kan ışınlama işlemi işçin gerekli cihaz bulunmadığından bu işlem için hasta yakınlarını en yakını en az on kilometre uzakta olan başka bir hastaneye sevk etmek gerekiyordu….saat gece 22:00 sularında hemen edilen telefona icabet etti Ümit’in babası…
Gece keskin bir soğukla karı barındırıyordu bağrında… Hava herhangi bir zamandan daha soğuk… Üzerindeki ince paltoyla tuttuğu evden yürümüştü hastaneye kadar babası….
-Peki şimdi ne yapacaksınız dedim?
-Bu saatte dolmuş bulunmaz ki doktor hanım diye cevap verdi tevekkülle…Yürüyeceğim… Çocuğum için her şeyi göze aldım…Yürüyeceğim….
Kendimi doktor odasına nasıl attığımı bilmiyorum…Yüreğimde biriken gözyaşlarımı tutamaz olmuştum çünkü…
Biz …küçük burjuvalar…. İş ve aş kaygısı çekmeyen… Karnı tok …sırtı pek insanlar… Şükretmeyi unutanlar….
Sıcak evlerimizde…televizyonumuzu seyredip…çayımızı yudumlarken… Düşünmezdik dışarıda aç yatanları….
Yabancı bir memleketin sokaklarında…elinde bir torba kanla…soğukta kilometrelerce yürümek zorunda olanları…. Düşünmezdik…
Belki de…düşünmek…rahatımızı kaçırmak.. istemezdik….
Ve o gururlu asil adam… Maddi yardımı da kabul etmezdi…
Halayı çağırdım inatla yanıma… -‘’Al’’… dedim…avucuna birkaç kuruş sıkıştırırken… Biliyorum yetmez emeklerinize…yetemez…ama en azından kan daha çabuk yetişir taksiyle giderse…Hem de babası yürümek zorunda kalmaz…
Hala ağlamaya başladı benimle beraber…sarıldık….
-Ama babası asla kabul etmez ki bunu….dedi usulca…
-Olsun..dedim…Sen dene lütfen…onun bu kar havasında kilometrelerce yolu yürümesine gönlüm razı olmaz…
-Peki…Denerim…diye cevap verdi……
Gözlerindeki yaşları silerek…babadan taraf bakıp da gururunu incitmemeye çalmak adına gözlerini kaçırarak…başka bir hastanın yanına doğru yürüdü genç kadın..…
pandoranın kutusunda kalan tek kötülük....................) karamsar bir öykünün herhangi bir yerinde 'sonuna kadar beklemek lazım' dedirtir.............. oysa karanlık artarak çoğalır ve ümitler kırılarak tükenir...............)
ümit kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır...der nietzche.ne kadar da doğru biz kendimizi kandırmayı çok ii beceriyoruz ve o da bunu yüzümüze vurmayı.ii ki böle biri çıkmış aramızdan..
besen (nikah masası)
bekleyiş
ümit deyince mi?
sadece engin ümitbey geliyor aklıma ve bu beni çok mutlu ediyor.
bu şehirde,ona ençok değer veren benim..ama o bunu bilmiyor!
benim ümidim kalmadı
ÜMİTLER HEP TAZEDİR
M.NİHAT MALKOÇ
Ümit hayattan beklediklerimizin bütünüdür; ummaktan doğan güven duygusudur. Dilimizde yaygın olarak kullandığımız ve dört elle sarıldığımız kelimedir. Bununla ilgili olarak pek çok deyim de vardır: Ümide düşmek, ümidini kesmek, ümit bağlamak, ümit serpmek, ümide kapılmak, ümidi sönmek, ümit bırakmak, ümit uyanmak, ümidi suya düşmek, ümit etmek… vb.
Ümitle ilgili bir o kadar da atasözümüz vardır. Bunlar hayatımızın enerji kaynağı olan ümidin ne kadar elzem bir tarafımız olduğunu ortaya koyar: “Ümit varlıktan yeğdir, Ümit fakirin ekmeğidir, Çıkmadık canda umut vardır, Allah’tan umut kesilmez”
Ümit kişinin kendini güçlü kılması için bazı değerlere sarılmasıdır. İnsanları hayata sımsıkı bağlayan duygudur. Hayatta hep ümitvar olmak zorundayız. Çünkü bir dakika sonra neler olabileceğini kestirmek mümkün değildir. Yaşam nelere gebedir? Bunu bilemeyiz şüphesiz. Onun için hep iyimser bakacağız yaşanan hakikatlere.
İslâm inancı ümitvar olmayı önermektedir insanlara. Hatta bununla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de çok çarpıcı bir ayet vardır: “...Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez.”(Yusuf Suresi, 87)
Demek ki sıkıntılar hat safhada olsa da bir çıkış kapısı muhakkak vardır. Böyle düşünerek hadiselere iyimser yaklaşmalıyız. Tersini düşünmek bizi içten içe çökerterek yolumuza taş koyar.
İnsan bedenen yaşasa da ümidini kaybettiğinde ruh ölümü gerçekleşmiş demektir. Bu safhadan sonra taşıdığı beden ona ıstırap veren ağır bir yüktür. Bu keskin dönemeçte yaşamla ölüm arasında gider gelir insan. Yaşamak anlamını kaybetmiştir bu noktadan sonra. Yaşayan ölü tabiri tam da bunlar için söylenmiş bir ifadedir.
İnsanlar hayatta zaman zaman bir kısım sıkıntı ve hayal kırıklıklarıyla karşılaşılabilir. Ömür aynı çizgide sürüp gitmez. İnişli çıkışlıdır yaşam. Hayat da tıpkı mevsimler gibidir. Baharı, yazı, güzü ve kışı vardır ömrümüzün. Nasıl ki her mevsimin belli bir vakti varsa yaşadıklarımızın belli bir vakti vardır. Yaşananların değişken olması hayatın cilvelerindendir.
Dünyada insan her şeyini kaybedebilir. Yarınların neler getireceğini hiçbirimiz bilemeyiz. Çok zengin bir insan, bir gecede bütün varlığını kaybedebilir. Bu bir kumarda da olur veya doğal bir felâkette de… 17 Ağustos depreminde Gölcük ve Yalova’da yaşayanlar bir gecede onlarca dairesini kaybederek çadıra mahkûm olmuşlardı. Yine aynı felâkette aile fertlerini ölüm ayırmıştı birbirinden. Bunun nice örnekleri yaşanmıştır dünyada.
Demek ki hepimiz her an çok kıymet verdiğimiz mal varlıklarımızı, yakınlarımızı, makam ve mevkilerimizi kaybedebiliriz. Buna hazır olmalıyız. Ölenler dışında her şeyin geri gelme ihtimali vardır. Çalışır yeni evler, arabalar, eşyalar alabilirsiniz. İşinizden kovulduysanız alanınızda yetişmiş bir kişiyseniz yeni iş kapıları sizin için ardına kadar açılabilir. Fakat bunların dışında bir şey var ki onu kaybederseniz yaşama şansınız azalır. Belki maddeden yaşarsınız ama manen ölürsünüz. Dört elle sarılmamız gereken bu kıymetli varlığımız ümitten başka bir şey değildir.
Bazılarının “Bu sözlere karnım tok” dediğini duyar gibiyim. Fakat onlar ne düşünürse düşünsün gerçek şu ki bizi hayata bağlayan, ayakta durmamızı sağlayan beynimizin yakıtı olan ümittir. Onu kaybeden her şeyini kaybetmiş demektir. Onu koruyan yarınlarını emniyete almıştır. Ümidimiz tükenmediği sürece olmaz diye bir şey yoktur. İnsanın hayallerinin genişliği ümidinin sınırları kadardır. Yarınların neler getireceğini bilemeyiz ama hep güzellikler umut ederiz. Bu tenimize can, yüreğimize heyecan verir.
Gündelik ve uzun vadeli umutlarımız boşa çıkınca hayal kırıklıkları da gelir peşi sıra. Akıllı insan umutsuzluğun arkasında da yeni umutlar arayan bir istikbal avcısıdır. Umut denizler kadar geniştir; ama herkes kayığının büyüklüğü nispetinde açılabilir o derin sulara. Kayığınız derme çatma ise çok fazla ilerleyemezsiniz ümidin açık denizlerinde. Şiddetli dalgalara göğüs geremezsiniz. Çabuk yorulursunuz kürek sallamaktan. Neticede teslim olursunuz acı gerçeklere.
En kıymetli varlığımız olan sağlığımızı kaybetmek çok önemli bir durum olsa da ümidini kaybetmeyen insan günün birinde sağlığını tekrar kazanabilir. Asrımızın en ölümcül hastalığı olan kanser illetinin ağına düşmüş nice insan, ümitlerini saklı tuttukları için bu hastalığı da yenerek eski günlerine kavuşmuşlardır.
Ümide aykırı bakanlar da olmuştur zaman zaman. Bunların başında Alman düşünür Nietzsche(Niçe) gelmektedir. Burhan girdapları içerisinde yaşayan bu yazar ümitle ilgili olarak şu tezi ileri sürmüştür: “Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır” Bu da bir görüştür şüphesiz. Ona da saygı duyarım ama katılmam.
Ümit suya yazı yazmak da olsa ben ümide talibim. Her nereye gitsem çıkınımda bir tutam umut taşırım. Aç kalsam da ümitsiz kalmam hiçbir zaman. Benim için hava kadar, su kadar elzemdir. Şunu da unutmamak gerekir ki umutlar her an suya düşebilir. Öyle bir durumda donup kalmamak için şimdiden dev dalgalarla savaşmayı ve yüzmeyi öğrenmelisiniz.
Ümit önümüzde yürüyen gölgemizdir. Nereye gitsek o hep öndedir ve biz onu takip etmek mecburiyetindeyiz. Sadece güneşsiz havalarda göstermez kendini. O zaman da yüreğimizin en hassas yerine kurulur. Anlaşılan o ki onunla yollarımızı ancak kara toprakta ayırabiliriz. Lâkin orada da cenneti ümit ederiz.
İnsan ümitle ayakta durabilir. Bizi dengede tutar geleceğe dair düşlerimiz. Karanlık dünyamızı aydınlatan ışıktır ümit… Onu kucaklamayanlar bir hiçtir aslında. Anadan, babadan, çocuklarımızdan, akrabalarımızdan, eşimizden, işimizden, dostlarımızdan bir ümit bekleriz hep yahut onların ümidi biz oluruz.
Öyle veya böyle diyeceğim şu ki ümitsiz yaşanmaz kardeşim, ümitsiz yaşanmaz. Her ümidin hayal kırıklıklarına dönüşme ihtimali olsa da onsuz bir hayatı düşünemiyorum. Bu böyle biline.
2006’YA ÜÇ KALA ….
ÜMİT-Lİ… MİSİNİZ? ....ÜMİT-SİZ.. Mİ?
Ümit…
Bir buçuk yaşında bir erkek çocuğuydu…
Mavi-turkuaz gözleriyle …düşmesin diye minik parmaklıkları olan hapishanesinden….yani minik mavi karyolasından… dünyaya… kaçamak ve ürkek bakışlar fırlatan … bir küçük yürekti taşıdığı sol cenabında…
Kanadı kırık bir serçe misali göz gezdirirdi beyaz güvercinler gibi çevresinde dolaşan sağlık personeli olan bizlere…
Hayat ona acımasız davranmıştı doğduğu ilk günden beri…Mardin’in bir köyünde dünyaya gelmiş...soluk…cılız bedeni…erken tanışmıştı hastalıklarla…
Daha bir yaşındayken…ALL… yani Kan Kanseri olduğunu öğrenen ailesi perişan olmuş..yapılan sevkler sonrasında son nokta olarak Ankara’ya düşmüştü yolları…
Babası 6 kişilik bir oda kiralamış…günlerini ve gecelerini hastaneden arta kalan zaman olursa orada geçirirken….gencecik halası…ailenin tek okumuş genç kızı olarak(ortaokul mezunu) …yanında refakatçi bırakılmak üzere getirtilmişti Mardin’den…bakımını sağlamak üzere…
Ümit…yaşından önce olgunlaşmış bir küçük adam edasıyla kolunu bizlere tetkik için kan almak üzere tevekkülle uzatırken….Dudaklarına bir acı yayılırdı apansız….daha konuşmayı bile bilmeyen o minik pembe dudaklar büzülür….o iri turkuaz gözlerden birer damla yaş süzülmeye başlar….incilerini dökerken…dünyanın en temiz,en berrak şelalesini inşa ederdi hiç bilmeden…
İçimde bıraktığı buruklukla yaptığım işi onun iyiliği için yaptığımı düşünerek kendimi savunma mekanizmalarımın egemenliğine bırakır…..ona ve metanetle bana bir hemşire edasıyla yardımcı olan halasına sezdirmeden….içime…..kalbimdeki gizli sandığa dökerdim gözyaşlarımı….
Babası gelmişti ziyaret saatinde bir gün...
Bir adam genç yaşına rağmen bu kadar beyazı nasıl taşırdı şakaklarında…o zaman öğrenmiştim ben…
Asil bir duruşla tam da Ümit’in karyolasının arka tarafına doğru gizlenmiş…onun gözlerinin görüş açısından saklanmaya çalışırken tanışmıştım onunla…
Neden? ...diye sormuştum…halasına…meraklı gözlerle…
^^Çünkü Ümit üzülüyor babasını görünce doktor hanım…hemen ağlamaya başlıyor…^^…diye cevap vermişti bana..
Olsun..Hiçbir çocuk…bir pencere ötesinde duran babasını görmekten alıkoyulmamalı demiş…kızgın bakışlarla onu kucağına alıp babasını göstermesini rica etmiştim…
Ve işte o zaman anladım demek istediğini halanın…babanın neden gizlendiğini….
Ve o saydam görünen pencerenin…aslında bir hapishane parmaklığından farklı olmadığını…
***^^Bizi esir ettiler,
Bizi hapse attılar:
Beni duvarların içinde,
Seni duvarların dışında.
Ufak iş bizimkisi.
Asıl en kötüsü:
Bilerek, bilmeyerek
Hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...
İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
Namuslu, çalışkan, iyi insanlar..
Ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık... ^^***
Ümit…..ince... cılız… beyaz…minik kollarını….kucağına almasını istercesine uzatmıştı babasına….Babası da ona….
İkisinin de gözlerindeki nehirler…bizim nehirlerimize karışmıştı bir anda…
O saydam pencere bir parmaklık…
O uzanan ellerse…sevginin…özlemin…hasretin elleriydi çünkü…. ulaşamayan…. birleşemeyen bir türlü….
Enfeksiyonlara açıktı Ümit…bu nedenle babası dahil olmak üzere yasaktı görüşmesi yakından…
Onun nahif bedeni kaldıramazdı en güçsüz mikroorganizmayı bile…bir gribal enfeksiyon bile onda üst solunum yolunda sınırlı kalmaz…akciğerlerine inip…kötü ve istenmeyen sona….ölüme yol açabilirdi…
Buydu korunmasının nedeni bu kadar dikkatli….
Oysa belki bir gün baharın gelişi misali belki de..Ümit….remisyona girecek… İyileşecekti…
Bir hasta takip etmiştim geçen yıl…Görkem…Lösemiydi o da..
15 yaşında genç bir delikanlıydı…Bir gün koluna umarsız bir edayla uzun saçlı şirin mi şirin kız arkadaşını takıp hastaneye bizi ziyarete gelmiş….bizi onunla tanıştırırken gururu sezinlemiştik sözlerinden…en az onun kadar mutlu olup …paylaşmıştık huzurunu…
Hastalığa yenik düşmemişti Görkem…Kemoterapiler remisyonla(iyileşme hali) …sonuçlanmış…Artık ilaç dahi kullanmasına gerek kalmamıştı…
Normal bir delikanlıydı o artık…
Geleceğe gülen gözlerle bakan…beyninin kuytulanına gizlenen geçmişi… o hatırlanmak istenmeyen sisli perdelerle kapatmış bir genç adam…
Ümit’e her bakışımda içimden bir şeyler kopar…. hep Görkem’i getirirdim aklıma….
Avunurdum….
Bir gece yapılan tetkiklerde kan değerleri düşük gelmişti Ümit’in…
Hemen kan bankasına ulaşıp nakil için gerekli gruba uygun kanı hazırlatmıştım bu yüzden…Ama bir sorunumuz vardı ki…Bir gün ilik nakli ve tam iyileşme ihtimaline karşın ona kanı ışınlanmadan nakletmemiz imkansızdı…
Hastanede kan ışınlama işlemi işçin gerekli cihaz bulunmadığından bu işlem için hasta yakınlarını en yakını en az on kilometre uzakta olan başka bir hastaneye sevk etmek gerekiyordu….saat gece 22:00 sularında hemen edilen telefona icabet etti Ümit’in babası…
Gece keskin bir soğukla karı barındırıyordu bağrında…
Hava herhangi bir zamandan daha soğuk…
Üzerindeki ince paltoyla tuttuğu evden yürümüştü hastaneye kadar babası….
-Peki şimdi ne yapacaksınız dedim?
-Bu saatte dolmuş bulunmaz ki doktor hanım diye cevap verdi tevekkülle…Yürüyeceğim…
Çocuğum için her şeyi göze aldım…Yürüyeceğim….
Kendimi doktor odasına nasıl attığımı bilmiyorum…Yüreğimde biriken gözyaşlarımı tutamaz olmuştum çünkü…
Biz …küçük burjuvalar….
İş ve aş kaygısı çekmeyen…
Karnı tok …sırtı pek insanlar…
Şükretmeyi unutanlar….
Sıcak evlerimizde…televizyonumuzu seyredip…çayımızı yudumlarken…
Düşünmezdik dışarıda aç yatanları….
Yabancı bir memleketin sokaklarında…elinde bir torba kanla…soğukta kilometrelerce yürümek zorunda olanları….
Düşünmezdik…
Belki de…düşünmek…rahatımızı kaçırmak.. istemezdik….
Ve o gururlu asil adam…
Maddi yardımı da kabul etmezdi…
Halayı çağırdım inatla yanıma…
-‘’Al’’… dedim…avucuna birkaç kuruş sıkıştırırken…
Biliyorum yetmez emeklerinize…yetemez…ama en azından kan daha çabuk yetişir taksiyle giderse…Hem de babası yürümek zorunda kalmaz…
Hala ağlamaya başladı benimle beraber…sarıldık….
-Ama babası asla kabul etmez ki bunu….dedi usulca…
-Olsun..dedim…Sen dene lütfen…onun bu kar havasında kilometrelerce yolu yürümesine gönlüm razı olmaz…
-Peki…Denerim…diye cevap verdi……
Gözlerindeki yaşları silerek…babadan taraf bakıp da gururunu incitmemeye çalmak adına gözlerini kaçırarak…başka bir hastanın yanına doğru yürüdü genç kadın..…
Düşünmekten kendini alamıyordu…
2006’ya üç kala….
Ümit-li miydi?
Yoksa…
Ümit-SİZ mi?
Eternalflame
***Nazım Hikmet/26 Eylül 1945
AİKİDO
diğer bir yolun olduğunu pes etmemem gerektiğini
Insanin fitrati o ilk safligindan siyrilip denî bir hal aldigindan niçe ye katiliyorum ' ümit isgenceyi uzatir.'
pandoranın kutusunda kalan tek kötülük....................)
karamsar bir öykünün herhangi bir yerinde 'sonuna kadar beklemek lazım' dedirtir.............. oysa karanlık artarak çoğalır ve ümitler kırılarak tükenir...............)
ümit kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır...der nietzche.ne kadar da doğru biz kendimizi kandırmayı çok ii beceriyoruz ve o da bunu yüzümüze vurmayı.ii ki böle biri çıkmış aramızdan..
Iyiliğin kazanacağına olan inancımızı yitirmemek...
Burun
SUSUZLUGUMU GIDEREN BIR BARDAK SU,ACIKTIGIMDA YEDIGIM BIR DILIM EKMEK,OZLEDIGIMDE RESMINE BAKTIGIM ANNEM
Bir Üsküdar vapurunda martılardan ödünç aldık...
edilipte gerçekleştiği görülmeyen, sadece edilen
Gami-tasayi birak, iraden canli ise!
Ümit kaynagi ol,olabilirsen herkese!
***
Rüzgar karşısında yakılan mumdur.
...ümit etmekteyim :)
sokakta omuz atan, can sıkan, bulaşılmaması gereken kız. bana salaklığımı hatırlatıyor.
ümit benim..gerçi bunu ailem seçmiş ama arkadaşlar bana kısaca hemşo diyor....
aşk zonguldak 24 bay