yanılmıyorsam esasen ingilizdir. duayen olmaktan ziyade eski kafali bir tarihcidir kanimca. turkiye ve israil disindaki ortadogu halklarinin ise yaramayan cahil musluman topluluklarini oldugunu savunur. bu yuzden bu geri kalmisliga karsi savasmak modern insanin en temel gorevidir lewis'in kitabinda. amerikali ve avrupali olmayan insanlar hakkindaki genellemelerden olusan-ve ben yazsam kimsenin kaale almayacagi-return of islam makalesi samuel huntington isimli sahsa ilham olmustur. bildigim kadariyla medeniyetler catismasi denilen zikkimi ortaya atan lewis'dir.
Bir Ermeni Teröristin İtirafları; Arşavir Şıracıyan; Söyleşi: Bernard Lewis Kastaş Yayınları; Anı-Günce-Mektup, Etnik Gruplar-Azınlıklar, Politika, Sosyal Bilimler, Genel, Genel Tarih, Tarih, Siyasal Bilim, Seyahatname; Türkçe (Orijinal Dili Fransızca) 340 s.10.5 x 19.5 cm. İstanbul, Mayıs 1997 ISBN: 975763966X,1. Baskı
İslam Dünyasında Yahudiler; Bernard Lewis; Yayına Hazırlayan: Mete Tunçay İmge Kitabevi Yayınları; Tarih, İslam-Tasavvuf, Genel Tarih, Diğer Dinler, Osmanlı Tarihi, İslam Tarihi, Dinler Tarihi, Din, Osmanlı Öncesi Türk Tarihi; Türkçe (Orijinal Dili İngilizce) 276 s.13.5 x 19.5 cm. Ankara, Nisan 1996 ISBN: 9755331433,1. Baskı
İslam Tarihi / Kültür ve Medeniyeti / (4 Cilt Takım): A. K. S. Lambton, Bernard Lewis Kitabevi Yayınları; Başvuru Kitapları, Genel, Tarih, İslam Tarihi, Din, İslam-Tasavvuf, Sözlükler; Türkçe (Orijinal Dili İngilizce) 4 s.1. Hamur 16 x 24 cm. İstanbul, Aralık 1997 4 Cilt,2. Baskı
İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti (4 cilt): A. K. S. Lambton, Bernard Lewis, P.M. Holt Kitabevi Yayınları; Din, İslam-Tasavvuf; İstanbul,1997,16x23 cm,480+480+400+480 sayfa, Türkçe, Karton kapak.
İslam'ın Krizi; Bernard Lewis Literatür Yayıncılık; Tarih, Dünya Tarihi, İslam Tarihi; Türkçe; 148 sayfa; ISBN No: 975-04-0182-4; Bernard Lewis; İstanbul 2003
İslam'ın Siyasal Söylemi; Bernard Lewis; Tercüme: Ünsal Oskay Cep Kitapları; Din, İslam-Tasavvuf, Tarih, İslam Tarihi; Türkçe (Orijinal Dili İngilizce) 192 s.12 x 19.5 cm. İstanbul,1993 ISBN: 9754800812,1. Baskı
Küreselleşme ve Terör / 2 Cilt Takım / Terör Kavramı ve Gerçeği / Terörizm, Saldırganlık, Savaş; ; Derleme: Ariel Dorfman, Arundhati Roy, Bernard Lewis, Samuel P. Huntington, Tarık Ali, Temel Demirer, Umberto Eco, Vanessa Redgrave, Zbigniew Brzezinski Ütopya Yayınevi; Sosyal Bilimler, Siyasal Bilim, Ortadoğu-Asya, Genel; Türkçe 697 s.13.5 x 19.5 cm. İstanbul, Aralık 2001 ISBN: 9758382675,1. Baskı
Küreselleşme ve Terör / Terörizm, Saldırganlık, Savaş / 2. Kitap; Bernard Lewis, Tarık Ali, Temel Demirer, Umberto Eco; Derleme: Arundhati Roy, Bernard Lewis, Tarık Ali, Temel Demirer, Umberto Eco, Zbigniew Brzezinski Ütopya Yayınevi; Politika, Sosyal Bilimler, Siyasal Bilim; Türkçe 333 s.13.5 x 19.5 cm. İstanbul, Aralık 2001 ISBN: 9758382691,1. Baskı
Müslümanların Avrupa'yı Keşfi; Bernard Lewis Birey Yayıncılık; Genel Tarih, Tarih; Türkçe 362 s.13 x 19.5 cm. Erzurum,1997 ISBN: 9757849529
Ortadoğu: Hırıstiyanlığın Doğuşundan Günümüze 2000 Yıllık Tarihi; Bernard Lewis; Tercüme: Mehmet Harmancı Sabah Kitapları; Genel, Coğrafya, Ortadoğu-Asya, Sosyal Bilimler, Politika, Tarih, Genel Tarih; Türkçe (Orijinal Dili İngilizce) 336 s.15.5 x 24 cm. İstanbul ISBN: 9757238260
Ortadoğu'nun Çoklu Kimliği; Bernard Lewis; Tercüme: Mehmet Harmancı Sabah Kitapları; Politika, Sosyal Bilimler, Ortadoğu-Asya, Genel; Türkçe (Orijinal Dili İngilizce) 109 s.2. Hamur 15 x 23.5 cm. İstanbul, Eylül 2000 ISBN: 9755790950,1. Baskı
Yılların oryantalist profesörü Bernard Lewis yeni kitabı 'What Went Wrong / İş Nerede Bozuldu? ' ile yine tarih gündeminde.
ŞEBNEM ŞENYENER/NEW YORK
Lewis, İslam’da reform girişimlerinin neden sonuçsuz kaldığını irdelerken, 'suçlama oyununa' bölgeden iki cevap verildiğini, birinin İran’ın başını çektiği kötü İslam’a karşı iyi İslam, diğerinin Türkiye’nin başını çektiği laik demokrasi olduğunu vurguluyor. Edward Said, emperyalist bakış açısı olarak nitelendirdiği Oryantalizm’in otoriter ve ırkçı fikirleri sorgulamak yerine güçlendirdiğini anlattığı 'Oryantalizm' adlı kitabını 'Doğuyu tekrar tekrar doğulaştırmaktan kaçınmak şarttır... Oryantalizmin çözümü Batıcılık değildir. Oryantalizmin ancak bir anlamı olabilir, o da bilgiyi indirgemeye ve daraltmaya yönelik çekiciliğinden ibarettir...' değerlendirmesi ile bitirmişti. Princeton Üniversitesi profesörü Bernard Lewis’in 'İş Nerede Bozuldu? ' adlı üç eski konuşmasından oluşan yeni kitabının gördüğü ilgi bu tartışmanın bitmek söyle dursun bütün hararetiyle devam ettiğinin bir kanıtı.
Lewis’in soruları İslam dünyası yüzyıllar boyunca askeri ve ekonomik dünya gücü olmakla kalmayıp kültür ve sanatta, medeniyet bilimlerinde de lider durumunda iken, Hıristiyan Avrupa bu büyük gücün kuzey batı sınırında, barbarlığın ve karanlığın egemen olduğu ıssız bir toprak parçasından ibaret, ne korkutacak ne de ders alınacak vaziyeti yokken birdenbire bu denge neden tümüyle değişti? Nasıl oldu da Batı sadece askeri değil ekonomik alanda da zafer üstüne zafer kazanmakla kalmayıp, gerek kamu gerek kişisel hayatta her konuda ileriye geçti? Kitaba bu sorularla başlıyor Lewis. Kitabının ilk bölümünde islam dünyasının Batı’nın üst üste kazandığı zaferlere, ilerlemelere kulak asmadığını, sağır kaldığını, bu sağırlığı zaman zaman dil farklılığına bağladığını örnekliyor. Avrupa üniversitelerinde Doğu dillerine büyük ilgi gelişirken, Oryantalist adıyla akademisyenler yetişirken, Doğu’da 'Batıcı' denilen uzmanların çok yakın zamana dek olmadığını vurguluyor. Sonra geleneksel Batılı bakış açısını yeniliyor: Batı’nın kültürel mesajı özellikle de demokrasi ile ilgili olanı Müslüman toplumlarda işleri daha da zorlaştırdı. Müslüman toplumları yönetenler din ve devlet işlerini birbirinden ayırmakta, kadınların yerini değiştirerek topluma dahil etmekte, fikirlerin özellikle de sevimsiz fikirlerin özgürce değiş tokuşunda zorlandılar. Lewis’e göre Müslüman dünyasında reform yolundaki girişimleri, küresel eğilimlere ayak uydurma çabaları zayıf kaldı. Gerek Osmanlı gerek Arap ve İranlı aydınların reform çabaları ve Müslüman dünyasının kendi üstünlüğünü kaybettiğine hayıflanması özellikle 18. yy.’da çalınan alarm çanları, Müslüman toplumunda cevap bulamadı. Reform hareketi iki karşıt kampı ortaya çıkardı: Batı’ya ayak uydurmaya çalışanlar ve adaptasyonu, takliti, modernliği gerilemenin temel sebebi olarak gören, Muhammed’in yolunu kaybeden yöneticileri suçlayanlar. Lewis’e göre bütün bunlar bir suçlama değil, suç arama da değil, tarafsız bir akademisyenin bulguları. Milliyetçiliğin yükselişiyle birlikte, Araplar’ın suçu onları yüzyıllarca Batı’dan habersiz yönetip uyutan Türklerin üzerine attığını, Türklerin uygarlıklarındaki durgunluğun kabahatini Arap geçmişin getirdiği tembelliğe yüklediklerini, İranlıların eski uygarlıklarını Araplar, Türkler ve Moğollar yüzünden yitirdiklerini düşündüğünü vurgulayan Lewis, kimsenin kabahati kendinde aramadığını da belirtiyor. Bu şekilde bir 'suçlama oyununun' başladığını anlatıyor. Suçu karmaşık yerlerde arayanların dini ve islam’ı suçladığını vurgularken bir yandan da şu soruyu soruyor: Eğer din suçluysa orta çağlarda İslam dünyası niçin dünyanın en önde gelen kültürüydü?
İslam’ın ulvi mirası Yazar, İslam’da söz söyleme özgürlüğünün mevcut olduğu Ortaçağ günlerini hatırlatarak gerektiğinde Yahudilerin, Hıristiyanların dahi özgürlük için İslam dünyasına sığındığından örnek veriyor. Lewis, sosyalizm ve milliyetçiliğin güvenilirliğini yitirdiği şu dönemde bu soruya iki güçlü cevap çıktığını, birinin bütün kabahati İslam’ın ulvi mirasını terkedilmesinde bularak, hakiki ya da hayali geçmişe dönüşü savunan İran ve diğer köktenci hareketler ve rejimler, diğerinin ise kendini en iyi şekilde Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinde gösteren laik demokrasi olduğunu söylüyor. Suçlama oyununa katılmadığını iddia etmesine rağmen, Lewis çözümün Müslüman toplumunun kendisinde yattığını belirterek şöyle sonuçlandırıyor iddialarını: 'Ya nefret, kızgınlık, kendine acıma, fakirlik ve sömürüye devam ederek sorunlu bir geleceği tercih edecekler ya da acılarını, haksızlıkları, aralarındaki ayrımları bir kenara bırakıp yeteneklerini, enerjilerini ve kaynaklarını ortak bir yaratıcılığa sevkederek hem kendilerine hem de dünyaya bir yarar sağlayacaklar. ' Acaba, Usame Bin Ladin ve Bernard Lewis’in iki karşı kutuptan savunduğu gibi iki karşı kültürün çatışması mı tanık olduğumuz olaylar?
Amerika’da, en çok merak edilen konuların başında, AK Parti’nin değişim serüveni geliyor.
Bunu bildiğim için Princeton’da yaptığım Türk Siyaseti ve Medyasında Değişim Dinamikleri başlıklı konuşmamın ikinci bölümünde, AK Parti’nin nasıl olup da 9 ay gibi kısa bir sürede ‘İslamcı’ siyasetten ‘muhafazakar demokrat’ çizgiye geldiğini analiz etmeye çalıştım.
Özetle, AK Parti’nin siyasal anlamda yaşadığı değişim tecrübesinin Türkiye’de sosyolojik bir karşılığının olduğunu, Milli Görüş rayından Menderes–Özal hattına makas değiştirmesinin, bir yanıyla 28 Şubat’ın öğretici tecrübesinden, ama esasta, İslam geleneğinin Türkiye’de hiçbir zaman Ortadoğu’daki gibi tepkisel İslamcı hareketlere yaslanmamasından kaynaklandığını anlattım.
AK Parti’nin genç ve eğitim düzeyi artan Türkiye’de, halkın içinden gelen bir hareket olarak bir yandan siyaset mühendisliğine kafa tuttuğunu, diğer yandan toplumsal değerlerin savunucusu olarak çevreyi merkeze taşıdığını belirttim. Bu değerlerin içinde kaçınılmaz olarak dinî değerlerin de bulunduğunu, fakat AK Parti’nin Refah Partisi’nden farklı olarak sadece dinî değerler üzerinden siyaset yapmadığını, bir yandan Avrupa Birliği’nin yılmaz savunucusuna dönüşürken, diğer yandan dinin ideolojik yorumlarından kaçındığını, bu yüzden de muhafazakar demokrat bir kitle partisine dönüşebildiğini vurguladım.
Bütün bu analizlerden sonra iki gazetecilik gözlemimden bahsettim.
Ve tartışma da o noktada başladı!
Birinci örneğim, Refah Partisi’nin iktidara geldiği dönemde Didim’de açılan Caprice Otel’di. Dinî değerlere uygun yaşayan insanların tatil ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulan Caprice bir ilk olarak çok büyük tartışmalara sebep olmuştu. Kadınlar için ayrı plaj ve havuzu bulunan Caprice’i, laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı tehdit olarak görenler derhal kapatılmasını isterken, oteli muhafazakar çevreleri modern yaşama entegre eden bir mekan olarak görenler tam tersini savunmuştu.
Kurulduğu yıllarda Caprice keskin ve katı uygulamalarıyla çok dar bir kesimin ilgisini çekti. Fakat zamanla sayıları giderek artan benzer otellerle Caprice modeli daha esnek ve kozmopolit bir anlayışla dinî duyarlıklara sahip geniş bir kitleye hizmet eder hale geldi. Böylece ayrımcılık yerini hoşgörü ve birlikte yaşamaya bıraktı. Dinî duyarlıklarla, tatil ihtiyacı arasında sıkışan geniş bir kitle, modern tatil kültürüne entegre edilmiş oldu.
İkinci örneğim Amerika’ya gitmeden hemen önce dikkatimi çeken iki tabelaydı. İstanbul’un en kozmopolit ve tarihî yerlerinden Beşiktaş’ta AK Parti ilçe teşkilatı tabelasının hemen yanı başında bir tabela asılı duruyordu; Erotic–Shop!
Evet, evet; AK Parti Beşiktaş İlçe Binası, yanı başında duran erotik malzemeler satan bir dükkanla yan yana görünüyordu. Bu birlikteliğin çok katmanlı okunması gerektiğini belirttim.
Bir kere Batı’da zannedildiği gibi Türkiye kapalı bir ülke değil. Bir erotic–shop İstanbul’un en kozmopolit meydanında açıkça görünebiliyor.
İkincisi, AK Parti gibi İslamcılıkla suçlanan bir siyasi hareketin tabelasıyla yan yana durabiliyor.
Üçüncüsü, ana omurgasını dinî duyarlıkları yüksek, muhafazakar bir kitlenin oluşturduğu AK Parti Beşiktaş yönetimi böylesi bir birlikte görünme durumundan rahatsız olmuyor.
Eminim bu görüntüden rahatsız olacaklar da vardır, mesela böylesi bir tabloyu İstanbul’un Fatih, Ümraniye ya da Sultanbeyli ilçelerinde görmek zor. Dolayısıyla Türkiye ve AK Parti’yi anlamaya çalışırken değerlendirmelerimizi mümkün mertebe benzer fotoğraflar ve dar kavramlarla değil, farklı açılardan çekilmiş görüntüler ve geniş bir perspektifle yapmamız gerekiyor.
Bütün bu anlattıklarıma sizlerin tepkisi ne olur bilmiyor ve cevabınızı bekliyorum; ama önce Bernard Lewis’in tepkisi. Anlattıklarımı etkileyici bulduğunu belirten Lewis ‘Geçenlerde bir Türk gazetesinde okudum. Bir imam hatip hocası İslam devleti kurulmasını öneren bir kitap yazmış, haberin var mı? ’ dedi.
‘Evet, o haberi ben de gördüm, böylesi marjinaller her zaman olabilir; ama geneli temsil etmez. Nitekim bahsettiğiniz hoca hakkında soruşturma başlatıldı.’ dedim. Bunun üzerine o kitabı bulup bulamayacağımı sordu, ben de bulunabileceğini, isterse kendisine gönderebileceğimi belirttim, çok memnun olacağını söyledi.
Arkasından AK Parti–erotic shop birlikteliğine akıl almaz bir yorum getirdi: ‘Seks shopların ne tür ürün sattığına baktığınızda bunların daha çok erkek dünyasına hitap ettiğini görürsünüz. Şeriat da daha çok erkek dünyasına hitap ettiği için bu birliktelik gayet normal! ’
Prof. Abraham Udovitch benden önce atılarak Lewis’e haksız yorumundan dolayı tepki gösterdi. Neler mi dedi?
Sizden gelecek yorumlarla onu da bir sonraki yazıya bırakıyorum...
Washington’da SND ödül töreni, New York’ta 11 Eylül Anma toplantısı derken, bu kez Türk Siyaseti ve Medyasında Değişim Dinamikleri üzerine konuşmak için Princeton Üniversitesi’ndeyim.
Yakındoğu Çalışmaları Direktörü Prof. Şükrü Hanioğlu’nun nazik daveti üzerine,3 Kasım seçimlerinden sonra Türkiye’de yaşanan değişimin arka planını anlatacağım.
Amerika’da, özellikle de üniversitelerde yaygın olan hoş bir gelenek vardır; öğle arasını yemek eşliğinde bir prezantasyon ve akabinde yapılan tartışmayla geçirmek. Kısaca luncheon diyorlar. Hanioğlu’nun önerisi üzerine sunumumu bu geleneğe uygun yapıyorum. Tabii konuşmacı olarak mönüde bulunan güzelim somondan feragat etmeyi baştan kabul etmiş oluyorum!
Gerçi salona girip, dinleyicileri görünce balığı falan unutuyorum ama midemin guruldamasına yine de engel olamıyorum!
Ha gurultu açlıktan mı, yoksa her biri sahasında otorite olan Princeton’lu seçkin dinleyici topluluğu karşısında konuşacak olmamdan mı derseniz, inanın ben de bilmiyorum! Yanı başımda, modern Türkiye tarihi üzerine yazılmış en kapsamlı kitap, Emergence Of Modern Turkey’nin yazarı Bernard Lewis oturuyor. Princeton’da olduğunu,87 yaşına rağmen arka arkaya kitaplar çıkardığını biliyorum ama böylesi toplantıları kaçırmadığını tahmin edemiyorum.
Lewis’in yanında İslam Deniz Hukuku konusunda otorite sayılan Abraham Udovitch ve Amerika’nın iki ay öncesine kadar Afganistan büyükelçiliğini yapmış Robert Finn oturuyor. Allah’tan yanı başlarında Princeton’da doktora yapan İtalyan asıllı gazeteci Claudia Gazzini’yi görüyorum da meslektaş dayanışmasıyla gurultuları bastırıyorum!
Konuşmamın ilk bölümünde, AK Parti’nin zaferiyle sonuçlanan 3 Kasım seçimlerinden sonra yaşananları anlamak için, Susurluk Kazası’ndan 28 Şubat’a, Marmara Depremi’nden,2001 Ekonomik Krizi’ne uzanan süreci doğru ve bütünlüklü analiz etmenin gerekliliğine dikkat çekiyorum.
Özet olarak şunları anlatıyorum: 3 Kasım seçimleri öncesi Gallup’un yaptığı ankette halkın güven sıralamasında siyaset (% 47) ve medya (% 42) dibe vurdu. Susurluk kazasıyla ortaya çıkan mafya–polis–siyasetçi üçgeni politikacılardan sonra devlete olan güveni de zedelemişti.
Kirli ve karanlık ilişkilere yaslanan Susurluk Kazası, siyaset bilimi literatürüne Derin Devlet kavramını hediye etti. Oysa aynı dönemde siyaset ve medyanın gündemi rejim tehdidiyle belirlendi. Bu tehdidin psikolojik bir savaşın sonucunda kurgulandığı bugün daha iyi anlaşılıyor ama Refah Partisi’nin provokatif politikalarının da etkisiyle, asker sivil ilişkisi kopma noktasına geldi.28 Şubat kararları literatüre Post–modern Darbe kavramını hediye etti.
Ne acı ki, Ağustos 1999’da Marmara depremiyle psikolojisi sarsılan Türkiye, kısa bir süre sonra Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik kriziyle karşı karşıya kaldı. Banka–Siyaset–Medya üçgeninde kurulan akıl almaz soygun, Türk halkına 50 milyar dolarlık bir bedel yüklerken, literatüre Hortumculuk olarak geçti. Her iki kirli üçgenin odağında bulunan siyaset sınıfı işte bu nedenle topyekün tasfiye edildi. % 52’lik bir oranla kurulan DSP–MHP–ANAP koalisyonu,3 Kasım seçimlerinde %15’i zor buldu.
Güven sıralamasında siyasetçilerin bile gerisinde bulunan medya ise banka hortumculuğunun gölgesinde ciddi bir sorgulamayla karşı karşıya kaldı.20’nin üzerinde batık bankanın 6’sı, ödeme yapma sözüyle hapisten kurtulmuş medya patronlarının eseri.30 yıldır tirajı yerinde sayan medyanın imajı yerlerde sürünüyor.
Bu arada RP’den kopup muhafazakar demokrat kimlikle siyaset yapan AK Parti, AB uyum paketleri ve ekonomik reform çalışmalarıyla siyasete olan güveni 26 puan yükselterek % 73’lere çıkarmış bulunuyor.
Peki AK Parti takiyye mi yapıyor?
Marjinal bir kitle dışında bu soru artık anlamını yitirdi. Sorulması gereken; ‘AK Parti hangi oranda değişti ve bu değişimin koordinatları nedir? ’ Konuşmamın ikinci kısmında medya ile birlikte AK Parti’nin değişim koordinatlarını analiz ettim. Gazetecilik gözlemlerimle süslediğim analiz, özellikle Lewis’in manidar soru ve yorumlarıyla hararetli ama bir o kadar da keyifli bir tartışmaya dönüştü. Önyargılı bulduğum yorumundan dolayı bir Lewis’e, bir de önümde soğuyan güzelim somona baktım. Prof. Udovitch, Lewis’in saldırgan yorumuna dayanamayarak benden önce sözü alıp savunma yapınca, ben de fırsattan istifade balığa saldırdım. Fakat balığın soğukluğu, tartışmanın harareti ile ısınmadı. Ben de daha sıcak olanı seçtim.
Lewis ile neyi mi tartıştık? O da bir sonraki yazıya...
aslen yahudidir. İngiliz vatandaşıdır bildiğim kadarıyla. Dünyanın en meşhur şarkiyatçılarından. İyi oryantalisttir.....
Bati'daki Dogu/Islam dunyasini tekillestiren sarkiyatci/oryentalist akimdan biri, Princeton Universitesi tarih profesoru, Huntington'un 'medeniyetler catismasi' tezinin ortaklarindan, 10-15 tane dil bildigi soylenmekte...
yanılmıyorsam esasen ingilizdir. duayen olmaktan ziyade eski kafali bir tarihcidir kanimca. turkiye ve israil disindaki ortadogu halklarinin ise yaramayan cahil musluman topluluklarini oldugunu savunur. bu yuzden bu geri kalmisliga karsi savasmak modern insanin en temel gorevidir lewis'in kitabinda. amerikali ve avrupali olmayan insanlar hakkindaki genellemelerden olusan-ve ben yazsam kimsenin kaale almayacagi-return of islam makalesi samuel huntington isimli sahsa ilham olmustur. bildigim kadariyla medeniyetler catismasi denilen zikkimi ortaya atan lewis'dir.
Bir Ermeni Teröristin İtirafları; Arşavir Şıracıyan; Söyleşi: Bernard Lewis
Kastaş Yayınları; Anı-Günce-Mektup, Etnik Gruplar-Azınlıklar, Politika, Sosyal Bilimler, Genel, Genel Tarih, Tarih, Siyasal Bilim, Seyahatname;
Türkçe (Orijinal Dili Fransızca) 340 s.10.5 x 19.5 cm. İstanbul, Mayıs 1997 ISBN: 975763966X,1. Baskı
İslam Dünyasında Yahudiler; Bernard Lewis; Yayına Hazırlayan: Mete Tunçay
İmge Kitabevi Yayınları; Tarih, İslam-Tasavvuf, Genel Tarih, Diğer Dinler, Osmanlı Tarihi, İslam Tarihi, Dinler Tarihi, Din, Osmanlı Öncesi Türk Tarihi;
Türkçe (Orijinal Dili İngilizce) 276 s.13.5 x 19.5 cm. Ankara, Nisan 1996 ISBN: 9755331433,1. Baskı
İslam Tarihi / Kültür ve Medeniyeti / (4 Cilt Takım): A. K. S. Lambton, Bernard Lewis
Kitabevi Yayınları; Başvuru Kitapları, Genel, Tarih, İslam Tarihi, Din, İslam-Tasavvuf, Sözlükler;
Türkçe (Orijinal Dili İngilizce) 4 s.1. Hamur 16 x 24 cm. İstanbul, Aralık 1997 4 Cilt,2. Baskı
İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti (4 cilt): A. K. S. Lambton, Bernard Lewis, P.M. Holt
Kitabevi Yayınları; Din, İslam-Tasavvuf;
İstanbul,1997,16x23 cm,480+480+400+480 sayfa, Türkçe, Karton kapak.
İslam'ın Krizi; Bernard Lewis
Literatür Yayıncılık; Tarih, Dünya Tarihi, İslam Tarihi;
Türkçe; 148 sayfa; ISBN No: 975-04-0182-4; Bernard Lewis; İstanbul 2003
İslam'ın Siyasal Söylemi; Bernard Lewis; Tercüme: Ünsal Oskay
Cep Kitapları; Din, İslam-Tasavvuf, Tarih, İslam Tarihi;
Türkçe (Orijinal Dili İngilizce) 192 s.12 x 19.5 cm. İstanbul,1993 ISBN: 9754800812,1. Baskı
Küreselleşme ve Terör / 2 Cilt Takım / Terör Kavramı ve Gerçeği / Terörizm, Saldırganlık, Savaş; ; Derleme: Ariel Dorfman, Arundhati Roy, Bernard Lewis, Samuel P. Huntington, Tarık Ali, Temel Demirer, Umberto Eco, Vanessa Redgrave, Zbigniew Brzezinski
Ütopya Yayınevi; Sosyal Bilimler, Siyasal Bilim, Ortadoğu-Asya, Genel;
Türkçe 697 s.13.5 x 19.5 cm. İstanbul, Aralık 2001 ISBN: 9758382675,1. Baskı
Küreselleşme ve Terör / Terörizm, Saldırganlık, Savaş / 2. Kitap; Bernard Lewis, Tarık Ali, Temel Demirer, Umberto Eco; Derleme: Arundhati Roy, Bernard Lewis, Tarık Ali, Temel Demirer, Umberto Eco, Zbigniew Brzezinski
Ütopya Yayınevi; Politika, Sosyal Bilimler, Siyasal Bilim;
Türkçe 333 s.13.5 x 19.5 cm. İstanbul, Aralık 2001 ISBN: 9758382691,1. Baskı
Müslümanların Avrupa'yı Keşfi; Bernard Lewis
Birey Yayıncılık; Genel Tarih, Tarih;
Türkçe 362 s.13 x 19.5 cm. Erzurum,1997 ISBN: 9757849529
Ortadoğu: Hırıstiyanlığın Doğuşundan Günümüze 2000 Yıllık Tarihi; Bernard Lewis; Tercüme: Mehmet Harmancı
Sabah Kitapları; Genel, Coğrafya, Ortadoğu-Asya, Sosyal Bilimler, Politika, Tarih, Genel Tarih;
Türkçe (Orijinal Dili İngilizce) 336 s.15.5 x 24 cm. İstanbul ISBN: 9757238260
Ortadoğu'nun Çoklu Kimliği; Bernard Lewis; Tercüme: Mehmet Harmancı
Sabah Kitapları; Politika, Sosyal Bilimler, Ortadoğu-Asya, Genel;
Türkçe (Orijinal Dili İngilizce) 109 s.2. Hamur 15 x 23.5 cm. İstanbul, Eylül 2000 ISBN: 9755790950,1. Baskı
Oryantalizm cevap peşinde
Yılların oryantalist profesörü Bernard Lewis yeni kitabı 'What Went Wrong / İş Nerede Bozuldu? ' ile yine tarih gündeminde.
ŞEBNEM ŞENYENER/NEW YORK
Lewis, İslam’da reform girişimlerinin neden sonuçsuz kaldığını irdelerken, 'suçlama oyununa' bölgeden iki cevap verildiğini, birinin İran’ın başını çektiği kötü İslam’a karşı iyi İslam, diğerinin Türkiye’nin başını çektiği laik demokrasi olduğunu vurguluyor.
Edward Said, emperyalist bakış açısı olarak nitelendirdiği Oryantalizm’in otoriter ve ırkçı fikirleri sorgulamak yerine güçlendirdiğini anlattığı 'Oryantalizm' adlı kitabını 'Doğuyu tekrar tekrar doğulaştırmaktan kaçınmak şarttır... Oryantalizmin çözümü Batıcılık değildir. Oryantalizmin ancak bir anlamı olabilir, o da bilgiyi indirgemeye ve daraltmaya yönelik çekiciliğinden ibarettir...' değerlendirmesi ile bitirmişti. Princeton Üniversitesi profesörü Bernard Lewis’in 'İş Nerede Bozuldu? ' adlı üç eski konuşmasından oluşan yeni kitabının gördüğü ilgi bu tartışmanın bitmek söyle dursun bütün hararetiyle devam ettiğinin bir kanıtı.
Lewis’in soruları
İslam dünyası yüzyıllar boyunca askeri ve ekonomik dünya gücü olmakla kalmayıp kültür ve sanatta, medeniyet bilimlerinde de lider durumunda iken, Hıristiyan Avrupa bu büyük gücün kuzey batı sınırında, barbarlığın ve karanlığın egemen olduğu ıssız bir toprak parçasından ibaret, ne korkutacak ne de ders alınacak vaziyeti yokken birdenbire bu denge neden tümüyle değişti? Nasıl oldu da Batı sadece askeri değil ekonomik alanda da zafer üstüne zafer kazanmakla kalmayıp, gerek kamu gerek kişisel hayatta her konuda ileriye geçti? Kitaba bu sorularla başlıyor Lewis.
Kitabının ilk bölümünde islam dünyasının Batı’nın üst üste kazandığı zaferlere, ilerlemelere kulak asmadığını, sağır kaldığını, bu sağırlığı zaman zaman dil farklılığına bağladığını örnekliyor. Avrupa üniversitelerinde Doğu dillerine büyük ilgi gelişirken, Oryantalist adıyla akademisyenler yetişirken, Doğu’da 'Batıcı' denilen uzmanların çok yakın zamana dek olmadığını vurguluyor.
Sonra geleneksel Batılı bakış açısını yeniliyor: Batı’nın kültürel mesajı özellikle de demokrasi ile ilgili olanı Müslüman toplumlarda işleri daha da zorlaştırdı. Müslüman toplumları yönetenler din ve devlet işlerini birbirinden ayırmakta, kadınların yerini değiştirerek topluma dahil etmekte, fikirlerin özellikle de sevimsiz fikirlerin özgürce değiş tokuşunda zorlandılar. Lewis’e göre Müslüman dünyasında reform yolundaki girişimleri, küresel eğilimlere ayak uydurma çabaları zayıf kaldı. Gerek Osmanlı gerek Arap ve İranlı aydınların reform çabaları ve Müslüman dünyasının kendi üstünlüğünü kaybettiğine hayıflanması özellikle 18. yy.’da çalınan alarm çanları, Müslüman toplumunda cevap bulamadı. Reform hareketi iki karşıt kampı ortaya çıkardı: Batı’ya ayak uydurmaya çalışanlar ve adaptasyonu, takliti, modernliği gerilemenin temel sebebi olarak gören, Muhammed’in yolunu kaybeden yöneticileri suçlayanlar. Lewis’e göre bütün bunlar bir suçlama değil, suç arama da değil, tarafsız bir akademisyenin bulguları.
Milliyetçiliğin yükselişiyle birlikte, Araplar’ın suçu onları yüzyıllarca Batı’dan habersiz yönetip uyutan Türklerin üzerine attığını, Türklerin uygarlıklarındaki durgunluğun kabahatini Arap geçmişin getirdiği tembelliğe yüklediklerini, İranlıların eski uygarlıklarını Araplar, Türkler ve Moğollar yüzünden yitirdiklerini düşündüğünü vurgulayan Lewis, kimsenin kabahati kendinde aramadığını da belirtiyor. Bu şekilde bir 'suçlama oyununun' başladığını anlatıyor. Suçu karmaşık yerlerde arayanların dini ve islam’ı suçladığını vurgularken bir yandan da şu soruyu soruyor: Eğer din suçluysa orta çağlarda İslam dünyası niçin dünyanın en önde gelen kültürüydü?
İslam’ın ulvi mirası
Yazar, İslam’da söz söyleme özgürlüğünün mevcut olduğu Ortaçağ günlerini hatırlatarak gerektiğinde Yahudilerin, Hıristiyanların dahi özgürlük için İslam dünyasına sığındığından örnek veriyor. Lewis, sosyalizm ve milliyetçiliğin güvenilirliğini yitirdiği şu dönemde bu soruya iki güçlü cevap çıktığını, birinin bütün kabahati İslam’ın ulvi mirasını terkedilmesinde bularak, hakiki ya da hayali geçmişe dönüşü savunan İran ve diğer köktenci hareketler ve rejimler, diğerinin ise kendini en iyi şekilde Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinde gösteren laik demokrasi olduğunu söylüyor.
Suçlama oyununa katılmadığını iddia etmesine rağmen, Lewis çözümün Müslüman toplumunun kendisinde yattığını belirterek şöyle sonuçlandırıyor iddialarını: 'Ya nefret, kızgınlık, kendine acıma, fakirlik ve sömürüye devam ederek sorunlu bir geleceği tercih edecekler ya da acılarını, haksızlıkları, aralarındaki ayrımları bir kenara bırakıp yeteneklerini, enerjilerini ve kaynaklarını ortak bir yaratıcılığa sevkederek hem kendilerine hem de dünyaya bir yarar sağlayacaklar. '
Acaba, Usame Bin Ladin ve Bernard Lewis’in iki karşı kutuptan savunduğu gibi iki karşı kültürün çatışması mı tanık olduğumuz olaylar?
Bernard Lewis’den akıllara ziyan yorum!
Amerika’da, en çok merak edilen konuların başında, AK Parti’nin değişim serüveni geliyor.
Bunu bildiğim için Princeton’da yaptığım Türk Siyaseti ve Medyasında Değişim Dinamikleri başlıklı konuşmamın ikinci bölümünde, AK Parti’nin nasıl olup da 9 ay gibi kısa bir sürede ‘İslamcı’ siyasetten ‘muhafazakar demokrat’ çizgiye geldiğini analiz etmeye çalıştım.
Özetle, AK Parti’nin siyasal anlamda yaşadığı değişim tecrübesinin Türkiye’de sosyolojik bir karşılığının olduğunu, Milli Görüş rayından Menderes–Özal hattına makas değiştirmesinin, bir yanıyla 28 Şubat’ın öğretici tecrübesinden, ama esasta, İslam geleneğinin Türkiye’de hiçbir zaman Ortadoğu’daki gibi tepkisel İslamcı hareketlere yaslanmamasından kaynaklandığını anlattım.
AK Parti’nin genç ve eğitim düzeyi artan Türkiye’de, halkın içinden gelen bir hareket olarak bir yandan siyaset mühendisliğine kafa tuttuğunu, diğer yandan toplumsal değerlerin savunucusu olarak çevreyi merkeze taşıdığını belirttim. Bu değerlerin içinde kaçınılmaz olarak dinî değerlerin de bulunduğunu, fakat AK Parti’nin Refah Partisi’nden farklı olarak sadece dinî değerler üzerinden siyaset yapmadığını, bir yandan Avrupa Birliği’nin yılmaz savunucusuna dönüşürken, diğer yandan dinin ideolojik yorumlarından kaçındığını, bu yüzden de muhafazakar demokrat bir kitle partisine dönüşebildiğini vurguladım.
Bütün bu analizlerden sonra iki gazetecilik gözlemimden bahsettim.
Ve tartışma da o noktada başladı!
Birinci örneğim, Refah Partisi’nin iktidara geldiği dönemde Didim’de açılan Caprice Otel’di. Dinî değerlere uygun yaşayan insanların tatil ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulan Caprice bir ilk olarak çok büyük tartışmalara sebep olmuştu. Kadınlar için ayrı plaj ve havuzu bulunan Caprice’i, laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı tehdit olarak görenler derhal kapatılmasını isterken, oteli muhafazakar çevreleri modern yaşama entegre eden bir mekan olarak görenler tam tersini savunmuştu.
Kurulduğu yıllarda Caprice keskin ve katı uygulamalarıyla çok dar bir kesimin ilgisini çekti. Fakat zamanla sayıları giderek artan benzer otellerle Caprice modeli daha esnek ve kozmopolit bir anlayışla dinî duyarlıklara sahip geniş bir kitleye hizmet eder hale geldi. Böylece ayrımcılık yerini hoşgörü ve birlikte yaşamaya bıraktı. Dinî duyarlıklarla, tatil ihtiyacı arasında sıkışan geniş bir kitle, modern tatil kültürüne entegre edilmiş oldu.
İkinci örneğim Amerika’ya gitmeden hemen önce dikkatimi çeken iki tabelaydı. İstanbul’un en kozmopolit ve tarihî yerlerinden Beşiktaş’ta AK Parti ilçe teşkilatı tabelasının hemen yanı başında bir tabela asılı duruyordu; Erotic–Shop!
Evet, evet; AK Parti Beşiktaş İlçe Binası, yanı başında duran erotik malzemeler satan bir dükkanla yan yana görünüyordu. Bu birlikteliğin çok katmanlı okunması gerektiğini belirttim.
Bir kere Batı’da zannedildiği gibi Türkiye kapalı bir ülke değil. Bir erotic–shop İstanbul’un en kozmopolit meydanında açıkça görünebiliyor.
İkincisi, AK Parti gibi İslamcılıkla suçlanan bir siyasi hareketin tabelasıyla yan yana durabiliyor.
Üçüncüsü, ana omurgasını dinî duyarlıkları yüksek, muhafazakar bir kitlenin oluşturduğu AK Parti Beşiktaş yönetimi böylesi bir birlikte görünme durumundan rahatsız olmuyor.
Eminim bu görüntüden rahatsız olacaklar da vardır, mesela böylesi bir tabloyu İstanbul’un Fatih, Ümraniye ya da Sultanbeyli ilçelerinde görmek zor. Dolayısıyla Türkiye ve AK Parti’yi anlamaya çalışırken değerlendirmelerimizi mümkün mertebe benzer fotoğraflar ve dar kavramlarla değil, farklı açılardan çekilmiş görüntüler ve geniş bir perspektifle yapmamız gerekiyor.
Bütün bu anlattıklarıma sizlerin tepkisi ne olur bilmiyor ve cevabınızı bekliyorum; ama önce Bernard Lewis’in tepkisi. Anlattıklarımı etkileyici bulduğunu belirten Lewis ‘Geçenlerde bir Türk gazetesinde okudum. Bir imam hatip hocası İslam devleti kurulmasını öneren bir kitap yazmış, haberin var mı? ’ dedi.
‘Evet, o haberi ben de gördüm, böylesi marjinaller her zaman olabilir; ama geneli temsil etmez. Nitekim bahsettiğiniz hoca hakkında soruşturma başlatıldı.’ dedim. Bunun üzerine o kitabı bulup bulamayacağımı sordu, ben de bulunabileceğini, isterse kendisine gönderebileceğimi belirttim, çok memnun olacağını söyledi.
Arkasından AK Parti–erotic shop birlikteliğine akıl almaz bir yorum getirdi: ‘Seks shopların ne tür ürün sattığına baktığınızda bunların daha çok erkek dünyasına hitap ettiğini görürsünüz. Şeriat da daha çok erkek dünyasına hitap ettiği için bu birliktelik gayet normal! ’
Prof. Abraham Udovitch benden önce atılarak Lewis’e haksız yorumundan dolayı tepki gösterdi. Neler mi dedi?
Sizden gelecek yorumlarla onu da bir sonraki yazıya bırakıyorum...
24.09.2003/Eyüp Can/Zaman
Princeton’da Türk siyaseti ve medyasını konuşmak
Washington’da SND ödül töreni, New York’ta 11 Eylül Anma toplantısı derken, bu kez Türk Siyaseti ve Medyasında Değişim Dinamikleri üzerine konuşmak için Princeton Üniversitesi’ndeyim.
Yakındoğu Çalışmaları Direktörü Prof. Şükrü Hanioğlu’nun nazik daveti üzerine,3 Kasım seçimlerinden sonra Türkiye’de yaşanan değişimin arka planını anlatacağım.
Amerika’da, özellikle de üniversitelerde yaygın olan hoş bir gelenek vardır; öğle arasını yemek eşliğinde bir prezantasyon ve akabinde yapılan tartışmayla geçirmek. Kısaca luncheon diyorlar. Hanioğlu’nun önerisi üzerine sunumumu bu geleneğe uygun yapıyorum. Tabii konuşmacı olarak mönüde bulunan güzelim somondan feragat etmeyi baştan kabul etmiş oluyorum!
Gerçi salona girip, dinleyicileri görünce balığı falan unutuyorum ama midemin guruldamasına yine de engel olamıyorum!
Ha gurultu açlıktan mı, yoksa her biri sahasında otorite olan Princeton’lu seçkin dinleyici topluluğu karşısında konuşacak olmamdan mı derseniz, inanın ben de bilmiyorum! Yanı başımda, modern Türkiye tarihi üzerine yazılmış en kapsamlı kitap, Emergence Of Modern Turkey’nin yazarı Bernard Lewis oturuyor. Princeton’da olduğunu,87 yaşına rağmen arka arkaya kitaplar çıkardığını biliyorum ama böylesi toplantıları kaçırmadığını tahmin edemiyorum.
Lewis’in yanında İslam Deniz Hukuku konusunda otorite sayılan Abraham Udovitch ve Amerika’nın iki ay öncesine kadar Afganistan büyükelçiliğini yapmış Robert Finn oturuyor. Allah’tan yanı başlarında Princeton’da doktora yapan İtalyan asıllı gazeteci Claudia Gazzini’yi görüyorum da meslektaş dayanışmasıyla gurultuları bastırıyorum!
Konuşmamın ilk bölümünde, AK Parti’nin zaferiyle sonuçlanan 3 Kasım seçimlerinden sonra yaşananları anlamak için, Susurluk Kazası’ndan 28 Şubat’a, Marmara Depremi’nden,2001 Ekonomik Krizi’ne uzanan süreci doğru ve bütünlüklü analiz etmenin gerekliliğine dikkat çekiyorum.
Özet olarak şunları anlatıyorum: 3 Kasım seçimleri öncesi Gallup’un yaptığı ankette halkın güven sıralamasında siyaset (% 47) ve medya (% 42) dibe vurdu. Susurluk kazasıyla ortaya çıkan mafya–polis–siyasetçi üçgeni politikacılardan sonra devlete olan güveni de zedelemişti.
Kirli ve karanlık ilişkilere yaslanan Susurluk Kazası, siyaset bilimi literatürüne Derin Devlet kavramını hediye etti. Oysa aynı dönemde siyaset ve medyanın gündemi rejim tehdidiyle belirlendi. Bu tehdidin psikolojik bir savaşın sonucunda kurgulandığı bugün daha iyi anlaşılıyor ama Refah Partisi’nin provokatif politikalarının da etkisiyle, asker sivil ilişkisi kopma noktasına geldi.28 Şubat kararları literatüre Post–modern Darbe kavramını hediye etti.
Ne acı ki, Ağustos 1999’da Marmara depremiyle psikolojisi sarsılan Türkiye, kısa bir süre sonra Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik kriziyle karşı karşıya kaldı. Banka–Siyaset–Medya üçgeninde kurulan akıl almaz soygun, Türk halkına 50 milyar dolarlık bir bedel yüklerken, literatüre Hortumculuk olarak geçti. Her iki kirli üçgenin odağında bulunan siyaset sınıfı işte bu nedenle topyekün tasfiye edildi. % 52’lik bir oranla kurulan DSP–MHP–ANAP koalisyonu,3 Kasım seçimlerinde %15’i zor buldu.
Güven sıralamasında siyasetçilerin bile gerisinde bulunan medya ise banka hortumculuğunun gölgesinde ciddi bir sorgulamayla karşı karşıya kaldı.20’nin üzerinde batık bankanın 6’sı, ödeme yapma sözüyle hapisten kurtulmuş medya patronlarının eseri.30 yıldır tirajı yerinde sayan medyanın imajı yerlerde sürünüyor.
Bu arada RP’den kopup muhafazakar demokrat kimlikle siyaset yapan AK Parti, AB uyum paketleri ve ekonomik reform çalışmalarıyla siyasete olan güveni 26 puan yükselterek % 73’lere çıkarmış bulunuyor.
Peki AK Parti takiyye mi yapıyor?
Marjinal bir kitle dışında bu soru artık anlamını yitirdi. Sorulması gereken; ‘AK Parti hangi oranda değişti ve bu değişimin koordinatları nedir? ’ Konuşmamın ikinci kısmında medya ile birlikte AK Parti’nin değişim koordinatlarını analiz ettim. Gazetecilik gözlemlerimle süslediğim analiz, özellikle Lewis’in manidar soru ve yorumlarıyla hararetli ama bir o kadar da keyifli bir tartışmaya dönüştü. Önyargılı bulduğum yorumundan dolayı bir Lewis’e, bir de önümde soğuyan güzelim somona baktım. Prof. Udovitch, Lewis’in saldırgan yorumuna dayanamayarak benden önce sözü alıp savunma yapınca, ben de fırsattan istifade balığa saldırdım. Fakat balığın soğukluğu, tartışmanın harareti ile ısınmadı. Ben de daha sıcak olanı seçtim.
Lewis ile neyi mi tartıştık? O da bir sonraki yazıya...
17.09.2003 /Eyüp Can/Zaman
Oryantalist!