'milliyetçi', 'Türkçü' anlamına gelir.Ancak burada sorun Türkçü, milliyetçi derken, Türklüğün diğer tüm milliyetlerden üstün olduğunu savunmak mıdır, yoksa sadece 'vatanını, kültürünü sevmek, haksızlıklar karşısında korumak' mıdır? Yani 'Türklüğü SAVUNMAKmıdır, SALDIRTMAKmıdır? Çünkü eğer insan kendi milliyetinin diğerlerinden üstün olduğu görüşüne sahip olursa, bu saldırgan bir tavra doğru yönelebilir.Ve işte bu IRKÇILIKTIR. Nihal ATSIZ ın görüşleri 'ırkçılığa' kaymaktadır.
2 lafı biraraya getirip konuşmakta zorlanan gazeteci(!) Konuşurken sürekli 'iiiiii.....eeeee....aaaaa...iiiiiii....' şeklinde sesler çıkarır.'şey de şey oldu mu...? ' 'siz şey ettiniz mi? ' şeklinde soruları vardır.
'Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan' mısrası, genç bir Türkiye'nin onuncu yılında mutlu yarınlara seslenişiydi. Gel gör ki, birkaç on yılın ardından Türkiye batılı tarifiyle iktisaden geri kalmış bir ülke oldu. NATO subayları Türkiye'de çöl zammı alırlar. İktisadi durumumuz ve itibarımız için en acı misal... Geri kalmış ülke damgasını, Türk aydını, Türk halkı, bir suçlu gibi alnında taşıyor. Yıllarca kendi çilesine terk edilen fakir halk, geciken yarınların ıstırabı içinde. Toprak-parlamento ağalığına dayanan demokrasimiz, son on yılda sadece köşe başı milyonerleri türetmiş. Mutlu azınlıklar, umutsuz çoğunluğun ıstıraplarıyla zenginleşmiş. İktisadi planlar siyasi müteşebbislerin kasalarına bağlanmış. Vergiler dar gelirlilerin omuzlarına yüklenmiş. Vergi adaleti, sosyal adalet, işçi hakları fantezi bir edebiyattan ileri gidememiş ve en fenası, siyasi ve iktisadi ahlak yoksunluğu bir sari hastalık olmuştu. Son on yılın iktisadi tablosu karşısında ibretle düşünmeye mahkûm bir kuşağız. Gelecek nesilleri değil, gelecek seçimleri düşünen politikacılarımız bu tablonun ressamlarıdırlar. 'Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' parolası ile liberalizm, en acı örneğini Türkiye'de vermiştir. Amerikan kapitalizmini sosyalizme antitez misali olarak verenler; bünye farklarını tahlil edemeyenler, oluş şartlarını mukayese edemeyenlerdir. Ne kazandırmıştır on yıllık liberalizm memlekete? ! .. Kalkınma hızı mı? .. Sosyal adalet mi? .. Çalışma gücü mü? .. İktisadi itibar mı? .. Milli gelirde artma mı? .. Yoksa Ortak Pazar toplantılarında bir geri kalmış ülke ismi mi? .. Son on yılın örneğinden ve sonuçlarından hoşnut olanlar, dünün köşe başı milyonerlerinden başkaları değildir. Atatürk devletçiliği ne kaybettirmiştir, veyahut iktisadi şartlarımızda ne derece bir değişiklik olmuştur? Bu soruların cevapları Türk sosyalizminin anahtarıdırlar. Sistemleri, tarihi oluşlarıyla birlikte memleket şartlarıyla düşünmek gerek. Sosyalizm, Lenin'in tarifinde bir işçi diktatörlüğü, batılı tariflerde bir iktisadi demokrasi, yani halkın iktisaden kendi kendisini idare etmesidir. Bunun içindir ki, aynı sosyalizm altında çeşitli yönler vardır. Türk sosyalizmi ne Marks'ın sosyalizmine benzemeli, ne de batı sosyalizminin bir kopyası olmalı. Memleket şartlarının yarattığı ve siyasi rejime en uygun olan bir sosyalizm... Türkiye'de demokrasi, kadrosuzluktan dolayı ideal safhaya erişememiş ve acı sonuçlar vermiştir. Kadrosuz sosyalizm ise kötü bir liberalizm olur. Acılarını yine milletçe çekeriz. Bugünkü bürokrasi kartvizit imtiyazı, rüşvet alışkanlığı kalkmadıkça, bilgili, rasyonel, dinamik bir kadro bulamadıkça, sosyalizmden mucizeler beklemeyelim. Kelimelerin sihrine değil, tatbikine önem verelim. İşte Türk halkı, şartların yarattığı bir Türk sosyalizmin ve dinamik ve rasyonel bir kadroya muhtaç... Her şeye Atatürk gücüyle ve onuncu yıl umuduyla başlayacağız, başlamalıyız. (Cumhuriyet, 26 Ağustos 1962, Yunus Nadi Armağanı, Makale Yarışması Ödülü)
ulusal onurumuzun ayaklar altına alındığı gün.Ne yazıkki bugün başbakanımız yaptığı icraatları(!) sıralarken 'ulusal onurumuzu yükselttik' diyebilmektedir.
Yunus Nadi Armağanı, Makale Yarışması Ödülü kazanığı makale:
TÜRK SOSYALİZMİ
'Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan' mısrası, genç bir Türkiye'nin onuncu yılında mutlu yarınlara seslenişiydi. Gel gör ki, birkaç on yılın ardından Türkiye batılı tarifiyle iktisaden geri kalmış bir ülke oldu. NATO subayları Türkiye'de çöl zammı alırlar. İktisadi durumumuz ve itibarımız için en acı misal... Geri kalmış ülke damgasını, Türk aydını, Türk halkı, bir suçlu gibi alnında taşıyor. Yıllarca kendi çilesine terk edilen fakir halk, geciken yarınların ıstırabı içinde. Toprak-parlamento ağalığına dayanan demokrasimiz, son on yılda sadece köşe başı milyonerleri türetmiş. Mutlu azınlıklar, umutsuz çoğunluğun ıstıraplarıyla zenginleşmiş. İktisadi planlar siyasi müteşebbislerin kasalarına bağlanmış. Vergiler dar gelirlilerin omuzlarına yüklenmiş. Vergi adaleti, sosyal adalet, işçi hakları fantezi bir edebiyattan ileri gidememiş ve en fenası, siyasi ve iktisadi ahlak yoksunluğu bir sari hastalık olmuştu. Son on yılın iktisadi tablosu karşısında ibretle düşünmeye mahkûm bir kuşağız. Gelecek nesilleri değil, gelecek seçimleri düşünen politikacılarımız bu tablonun ressamlarıdırlar. 'Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' parolası ile liberalizm, en acı örneğini Türkiye'de vermiştir. Amerikan kapitalizmini sosyalizme antitez misali olarak verenler; bünye farklarını tahlil edemeyenler, oluş şartlarını mukayese edemeyenlerdir. Ne kazandırmıştır on yıllık liberalizm memlekete? ! .. Kalkınma hızı mı? .. Sosyal adalet mi? .. Çalışma gücü mü? .. İktisadi itibar mı? .. Milli gelirde artma mı? .. Yoksa Ortak Pazar toplantılarında bir geri kalmış ülke ismi mi? .. Son on yılın örneğinden ve sonuçlarından hoşnut olanlar, dünün köşe başı milyonerlerinden başkaları değildir. Atatürk devletçiliği ne kaybettirmiştir, veyahut iktisadi şartlarımızda ne derece bir değişiklik olmuştur? Bu soruların cevapları Türk sosyalizminin anahtarıdırlar. Sistemleri, tarihi oluşlarıyla birlikte memleket şartlarıyla düşünmek gerek. Sosyalizm, Lenin'in tarifinde bir işçi diktatörlüğü, batılı tariflerde bir iktisadi demokrasi, yani halkın iktisaden kendi kendisini idare etmesidir. Bunun içindir ki, aynı sosyalizm altında çeşitli yönler vardır. Türk sosyalizmi ne Marks'ın sosyalizmine benzemeli, ne de batı sosyalizminin bir kopyası olmalı. Memleket şartlarının yarattığı ve siyasi rejime en uygun olan bir sosyalizm... Türkiye'de demokrasi, kadrosuzluktan dolayı ideal safhaya erişememiş ve acı sonuçlar vermiştir. Kadrosuz sosyalizm ise kötü bir liberalizm olur. Acılarını yine milletçe çekeriz. Bugünkü bürokrasi kartvizit imtiyazı, rüşvet alışkanlığı kalkmadıkça, bilgili, rasyonel, dinamik bir kadro bulamadıkça, sosyalizmden mucizeler beklemeyelim. Kelimelerin sihrine değil, tatbikine önem verelim. İşte Türk halkı, şartların yarattığı bir Türk sosyalizmin ve dinamik ve rasyonel bir kadroya muhtaç... Her şeye Atatürk gücüyle ve onuncu yıl umuduyla başlayacağız, başlamalıyız. (Cumhuriyet, 26 Ağustos 1962)
Atatürk “Türk Devletinin dayandığı esaslar” “tam bağımsızlık” ve “kayıtsız şartsız Millî Egemenlik”ten ibarettir. demiştir. Bu iki temel esas Erzurum ve Sivas kongrelerinde ve ilk Büyük millet meclisinde şekillenmiştir. Atatürkçülükte Devletin bağımsızlığı, her yönden tam bağımsız olmayı öngörmektedir. Bu hususu Atatürk, “Tam bağımsızlık, bizim bu gün üzerimize aldığımız vazifenin asıl ruhudur. Biz yaşamak isteyen, onur ve şerefi ile yaşamak isteyen bir milletiz.... Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel ve her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir.”
“Bu saydıklarımızın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek manası ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir.” diyerek açıklamış ve tam bağımsızlığın hangi koşulların sağlanması ile gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir.
Tam Bağımsızlığın koşulları: 1.Tam bağımsızlık, milletin, varlığı ve hukuku için bütün kuvveti ile bizzat kendisinin meşgul olmasını öngörür. “Bir millet varlığı ve hakları için bütün kuvveti ile bütün maddî ve fikrî kuvvetiyle ilgili olmazsa..... kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz”
2.Tam bağımsızlık varlığın ve hayatın esasıdır. Millî ve ekonomik gelişme imkânı elde etmek ve daha çağdaş ve düzenli bir yönetim şeklinde işleri yürütmeyi başarabilmek için her devlet gibi, bizim de gelişme sebeplerimizin sağlanmasında tam bir hürriyet ve bağımsızlığa kavuşmamız, varlığımızın ve hayatımızın esasıdır.
3.Devlet, içişleri bakımından dışa karşı bağımsız olmalıdır. Bağımsızlık hiç bir dış tesirle zümrelere ayrıcalık tanımaz. Türk Devleti içinde yaşayanların,Türk vatandaşlarının hukuku birdir. Diğer devletlerin tesiri ile veya dinen hiç kimseye ayrıcalık tanınamaz.Atatürk bu konuda “...İçimizde yaşayan ve müslüman olmayan vatandaşlarımıza bizim siyasi egemenliğimizi ve sosyal dengemizi bozacak fazla bir takım ayrıcalıklar veremeyiz” demiştir.
4.Adaletin dış müdahalelere karşı bağımsız olması esastır. Atatürk, “Milletlerin yargı hakkı, bağımsızlığın birinci şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak varlığı kabul edilemez.” demek suretiyle Adaletin bağımsızlığını, Devletin bağımsızlığı için şart olarak öngörmüştür.
5. Tam bağımsızlık, hiçbir devletin himaye ve nüfuz sahasını kabul etmez. “yabancı devletlerin güdümü ve himayesi kabul edilemez”
6.Tam bağımsızlık, anlaşmalara ve devletlerle karşılıklı yardımlaşmaya karşı değildir.
7.Tam bağımsızlık, milletlerarası güvenlik antlaşmalarına ve kuruluşlarına karşı değildir.
8.Tam bağımsızlık ve millî egemenliğin gerçekleşmesi, ekonomik güce bağlıdır: Atatürk bu hususu;
“Tam bağımsızlık için şu genel kural vardır. Millî Egemenlik için bir kanun vardır diyoruz.Bu günde büyük zaferin etkenleri ve yapıcıları olduğumuzu ifade ediyoruz.Bu noktada, çok kesin olan bir gerçeği hep beraber tekrar etmek zorundayız.Bu kadar büyük, bu kadar kutsal ve ulu hedefler, yalnız kağıt üzerinde prensiplerle ve kanun maddeleri ile ve sadece hırslarla, arzularla elde edilemez.Tam olarak gerçekleştirebilmek için tek kuvvet, hakiki en kuvvetli temel ekonomidir.” şeklinde ifade etmiştir.
Etajenero' nun, 5 Mayıs 1789 ' da toplanmasıyla başlayan bu dönemde, köylü ve Burjuvaların milletvekilleriyle, soylu ve rahiplerin milletvekilleri arasında toplanma konusunda anlaşmazlık baş göstermiştir. Toplantıların ayrı ayrı salonlarda değil, aynı salonda yapılmasını isteyen köylü milletvekillerinin isteği, soylu ve rahip milletvekilleri tarafından reddedilmiş, bunun üzerine bir araya gelen köylü ve burjuva milletvekilleri, halkın % 96 ' sını temsil ettiklerini ileri sürerek, Etajenero' ya, 'Milli Meclis' adını vermişlerdir.
Kral' ın soylu ve rahip milletvekillerinin etkisinde kalarak,meclise karşı zor kullanmak istemesi, ve maliye bakanı Neker' i görevinden atması üzerine halk ayaklanarak, siyasal hükümlülerin hapsedildikleri ' Bastil Hapishanesi' ni basmıştır. Hükümlüleri kurtardıktan sonra hapishaneyi yakmış, yıkmıştır. (14 Temmuz 1789)
Bu olaydan sonra Fransız halkı silahlanmış ve İhtilale katılmıştır.
jakobenler iktidarda oldugu donemin basinda 1793 haziraninda fransanin 80 ilinden 60i parise karsi ayaklanmistir,alman prensliklerinin ordulari dogudan ve kuzeyden fransaya girmistir, ingilizler hem guneyden hem batidan fransaya saldirmislardir, ulke caresiz ve tukenmis bir haldedir ve tam bu tarihten 14 hafta sonra butun fransada denetim jakobenler tarafindan saglanmis ve duzen kurulmustur, isgalciler kovulmustur ve kesintisiz ve zahmetsiz 20 yil suren bir fransiz askeri hegemonyasi baslamistir. 1794 yilinda eskisinden 4 kat fazla olan ordu eskisinin yarisi kadar bir maliyetle cekilip cevrilmektedir. jakobenlerin terorle ozdeslestirilmeside biraz abartili bir tanimdir. 14 ayda 17.000 kisi idam edilmistir. bu savas sartlari icerisinde 20.yy sartlarinda abartilmamasi gereken bir tanimdir. unutulmamalidirki yalnizca 1936 da sscbnin ukrayna sovyetinde 6milyon kisi oldurulmustur ve gene 1917 ihtilalinin sonucunda bolseviklerin iktidarinin ilk bir iki ayinda oldurulenler bundan kat kat fazladir. ancak genede belirli bir teror doneminin olduguda yadsinamaz. jakobenler bunlardan baska fransanin temel bir cok kurulunu olusturmuslar ve son derece guclu bir anayasa etrafinda toplanmislardir. jakobenler meclis siralari uzerinde yatarak, kotu bira ve bayat ekmek yiyerek gece gunduz calisarak fransayi bir noktadan bir diger noktaya bir ideal esliginde tasima basarisinin yaninda bugun bakildiginda daha farkli olsa olamazmiydi diye sorduran islerde yapmislardir ancak donem kosullari ile bakildiginda bu fransiz ihtilalinin aydinlanmaci zihniyetine asik insanlar tum dunyaya onemli bircok gelisim noktasi katmayi basarmislardir.
'milliyetçi', 'Türkçü' anlamına gelir.Ancak burada sorun Türkçü, milliyetçi derken, Türklüğün diğer tüm milliyetlerden üstün olduğunu savunmak mıdır, yoksa sadece 'vatanını, kültürünü sevmek, haksızlıklar karşısında korumak' mıdır? Yani 'Türklüğü SAVUNMAKmıdır, SALDIRTMAKmıdır? Çünkü eğer insan kendi milliyetinin diğerlerinden üstün olduğu görüşüne sahip olursa, bu saldırgan bir tavra doğru yönelebilir.Ve işte bu IRKÇILIKTIR.
Nihal ATSIZ ın görüşleri 'ırkçılığa' kaymaktadır.
2 lafı biraraya getirip konuşmakta zorlanan gazeteci(!) Konuşurken sürekli 'iiiiii.....eeeee....aaaaa...iiiiiii....' şeklinde sesler çıkarır.'şey de şey oldu mu...? ' 'siz şey ettiniz mi? ' şeklinde soruları vardır.
'TÜRK SOSYALİZMİ'
'Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan' mısrası, genç bir Türkiye'nin onuncu yılında mutlu yarınlara seslenişiydi. Gel gör ki, birkaç on yılın ardından Türkiye batılı tarifiyle iktisaden geri kalmış bir ülke oldu.
NATO subayları Türkiye'de çöl zammı alırlar. İktisadi durumumuz ve itibarımız için en acı misal... Geri kalmış ülke damgasını, Türk aydını, Türk halkı, bir suçlu gibi alnında taşıyor.
Yıllarca kendi çilesine terk edilen fakir halk, geciken yarınların ıstırabı içinde. Toprak-parlamento ağalığına dayanan demokrasimiz, son on yılda sadece köşe başı milyonerleri türetmiş. Mutlu azınlıklar, umutsuz çoğunluğun ıstıraplarıyla zenginleşmiş. İktisadi planlar siyasi müteşebbislerin kasalarına bağlanmış. Vergiler dar gelirlilerin omuzlarına yüklenmiş. Vergi adaleti, sosyal adalet, işçi hakları fantezi bir edebiyattan ileri gidememiş ve en fenası, siyasi ve iktisadi ahlak yoksunluğu bir sari hastalık olmuştu.
Son on yılın iktisadi tablosu karşısında ibretle düşünmeye mahkûm bir kuşağız. Gelecek nesilleri değil, gelecek seçimleri düşünen politikacılarımız bu tablonun ressamlarıdırlar. 'Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' parolası ile liberalizm, en acı örneğini Türkiye'de vermiştir. Amerikan kapitalizmini sosyalizme antitez misali olarak verenler; bünye farklarını tahlil edemeyenler, oluş şartlarını mukayese edemeyenlerdir. Ne kazandırmıştır on yıllık liberalizm memlekete? ! .. Kalkınma hızı mı? .. Sosyal adalet mi? .. Çalışma gücü mü? .. İktisadi itibar mı? .. Milli gelirde artma mı? .. Yoksa Ortak Pazar toplantılarında bir geri kalmış ülke ismi mi? .. Son on yılın örneğinden ve sonuçlarından hoşnut olanlar, dünün köşe başı milyonerlerinden başkaları değildir.
Atatürk devletçiliği ne kaybettirmiştir, veyahut iktisadi şartlarımızda ne derece bir değişiklik olmuştur? Bu soruların cevapları Türk sosyalizminin anahtarıdırlar. Sistemleri, tarihi oluşlarıyla birlikte memleket şartlarıyla düşünmek gerek. Sosyalizm, Lenin'in tarifinde bir işçi diktatörlüğü, batılı tariflerde bir iktisadi demokrasi, yani halkın iktisaden kendi kendisini idare etmesidir. Bunun içindir ki, aynı sosyalizm altında çeşitli yönler vardır. Türk sosyalizmi ne Marks'ın sosyalizmine benzemeli, ne de batı sosyalizminin bir kopyası olmalı. Memleket şartlarının yarattığı ve siyasi rejime en uygun olan bir sosyalizm...
Türkiye'de demokrasi, kadrosuzluktan dolayı ideal safhaya erişememiş ve acı sonuçlar vermiştir. Kadrosuz sosyalizm ise kötü bir liberalizm olur. Acılarını yine milletçe çekeriz. Bugünkü bürokrasi kartvizit imtiyazı, rüşvet alışkanlığı kalkmadıkça, bilgili, rasyonel, dinamik bir kadro bulamadıkça, sosyalizmden mucizeler beklemeyelim. Kelimelerin sihrine değil, tatbikine önem verelim.
İşte Türk halkı, şartların yarattığı bir Türk sosyalizmin ve dinamik ve rasyonel bir kadroya muhtaç...
Her şeye Atatürk gücüyle ve onuncu yıl umuduyla başlayacağız, başlamalıyız.
(Cumhuriyet, 26 Ağustos 1962,
Yunus Nadi Armağanı, Makale Yarışması Ödülü)
ulusal onurumuzun ayaklar altına alındığı gün.Ne yazıkki bugün başbakanımız yaptığı icraatları(!) sıralarken 'ulusal onurumuzu yükselttik' diyebilmektedir.
Yunus Nadi Armağanı, Makale Yarışması Ödülü kazanığı makale:
TÜRK SOSYALİZMİ
'Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan' mısrası, genç bir Türkiye'nin onuncu yılında mutlu yarınlara seslenişiydi. Gel gör ki, birkaç on yılın ardından Türkiye batılı tarifiyle iktisaden geri kalmış bir ülke oldu.
NATO subayları Türkiye'de çöl zammı alırlar. İktisadi durumumuz ve itibarımız için en acı misal... Geri kalmış ülke damgasını, Türk aydını, Türk halkı, bir suçlu gibi alnında taşıyor.
Yıllarca kendi çilesine terk edilen fakir halk, geciken yarınların ıstırabı içinde. Toprak-parlamento ağalığına dayanan demokrasimiz, son on yılda sadece köşe başı milyonerleri türetmiş. Mutlu azınlıklar, umutsuz çoğunluğun ıstıraplarıyla zenginleşmiş. İktisadi planlar siyasi müteşebbislerin kasalarına bağlanmış. Vergiler dar gelirlilerin omuzlarına yüklenmiş. Vergi adaleti, sosyal adalet, işçi hakları fantezi bir edebiyattan ileri gidememiş ve en fenası, siyasi ve iktisadi ahlak yoksunluğu bir sari hastalık olmuştu.
Son on yılın iktisadi tablosu karşısında ibretle düşünmeye mahkûm bir kuşağız. Gelecek nesilleri değil, gelecek seçimleri düşünen politikacılarımız bu tablonun ressamlarıdırlar. 'Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' parolası ile liberalizm, en acı örneğini Türkiye'de vermiştir. Amerikan kapitalizmini sosyalizme antitez misali olarak verenler; bünye farklarını tahlil edemeyenler, oluş şartlarını mukayese edemeyenlerdir. Ne kazandırmıştır on yıllık liberalizm memlekete? ! .. Kalkınma hızı mı? .. Sosyal adalet mi? .. Çalışma gücü mü? .. İktisadi itibar mı? .. Milli gelirde artma mı? .. Yoksa Ortak Pazar toplantılarında bir geri kalmış ülke ismi mi? .. Son on yılın örneğinden ve sonuçlarından hoşnut olanlar, dünün köşe başı milyonerlerinden başkaları değildir.
Atatürk devletçiliği ne kaybettirmiştir, veyahut iktisadi şartlarımızda ne derece bir değişiklik olmuştur? Bu soruların cevapları Türk sosyalizminin anahtarıdırlar. Sistemleri, tarihi oluşlarıyla birlikte memleket şartlarıyla düşünmek gerek. Sosyalizm, Lenin'in tarifinde bir işçi diktatörlüğü, batılı tariflerde bir iktisadi demokrasi, yani halkın iktisaden kendi kendisini idare etmesidir. Bunun içindir ki, aynı sosyalizm altında çeşitli yönler vardır. Türk sosyalizmi ne Marks'ın sosyalizmine benzemeli, ne de batı sosyalizminin bir kopyası olmalı. Memleket şartlarının yarattığı ve siyasi rejime en uygun olan bir sosyalizm...
Türkiye'de demokrasi, kadrosuzluktan dolayı ideal safhaya erişememiş ve acı sonuçlar vermiştir. Kadrosuz sosyalizm ise kötü bir liberalizm olur. Acılarını yine milletçe çekeriz. Bugünkü bürokrasi kartvizit imtiyazı, rüşvet alışkanlığı kalkmadıkça, bilgili, rasyonel, dinamik bir kadro bulamadıkça, sosyalizmden mucizeler beklemeyelim. Kelimelerin sihrine değil, tatbikine önem verelim.
İşte Türk halkı, şartların yarattığı bir Türk sosyalizmin ve dinamik ve rasyonel bir kadroya muhtaç...
Her şeye Atatürk gücüyle ve onuncu yıl umuduyla başlayacağız, başlamalıyız.
(Cumhuriyet, 26 Ağustos 1962)
Atatürk “Türk Devletinin dayandığı esaslar” “tam bağımsızlık” ve “kayıtsız şartsız Millî Egemenlik”ten ibarettir. demiştir. Bu iki temel esas Erzurum ve Sivas kongrelerinde ve ilk Büyük millet meclisinde şekillenmiştir.
Atatürkçülükte Devletin bağımsızlığı, her yönden tam bağımsız olmayı öngörmektedir.
Bu hususu Atatürk, “Tam bağımsızlık, bizim bu gün üzerimize aldığımız vazifenin asıl ruhudur. Biz yaşamak isteyen, onur ve şerefi ile yaşamak isteyen bir milletiz.... Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel ve her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir.”
“Bu saydıklarımızın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek manası ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir.” diyerek açıklamış ve tam bağımsızlığın hangi koşulların sağlanması ile gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir.
Tam Bağımsızlığın koşulları:
1.Tam bağımsızlık, milletin, varlığı ve hukuku için bütün kuvveti ile bizzat kendisinin meşgul olmasını öngörür. “Bir millet varlığı ve hakları için bütün kuvveti ile bütün maddî ve fikrî kuvvetiyle ilgili olmazsa..... kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz”
2.Tam bağımsızlık varlığın ve hayatın esasıdır. Millî ve ekonomik gelişme imkânı elde etmek ve daha çağdaş ve düzenli bir yönetim şeklinde işleri yürütmeyi başarabilmek için her devlet gibi, bizim de gelişme sebeplerimizin sağlanmasında tam bir hürriyet ve bağımsızlığa kavuşmamız, varlığımızın ve hayatımızın esasıdır.
3.Devlet, içişleri bakımından dışa karşı bağımsız olmalıdır. Bağımsızlık hiç bir dış tesirle zümrelere ayrıcalık tanımaz. Türk Devleti içinde yaşayanların,Türk vatandaşlarının hukuku birdir. Diğer devletlerin tesiri ile veya dinen hiç kimseye ayrıcalık tanınamaz.Atatürk bu konuda “...İçimizde yaşayan ve müslüman olmayan vatandaşlarımıza bizim siyasi egemenliğimizi ve sosyal dengemizi bozacak fazla bir takım ayrıcalıklar veremeyiz” demiştir.
4.Adaletin dış müdahalelere karşı bağımsız olması esastır.
Atatürk, “Milletlerin yargı hakkı, bağımsızlığın birinci şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak varlığı kabul edilemez.” demek suretiyle Adaletin bağımsızlığını, Devletin bağımsızlığı için şart olarak öngörmüştür.
5. Tam bağımsızlık, hiçbir devletin himaye ve nüfuz sahasını kabul etmez. “yabancı devletlerin güdümü ve himayesi kabul edilemez”
6.Tam bağımsızlık, anlaşmalara ve devletlerle karşılıklı yardımlaşmaya karşı değildir.
7.Tam bağımsızlık, milletlerarası güvenlik antlaşmalarına ve kuruluşlarına karşı değildir.
8.Tam bağımsızlık ve millî egemenliğin gerçekleşmesi, ekonomik güce bağlıdır: Atatürk bu hususu;
“Tam bağımsızlık için şu genel kural vardır. Millî Egemenlik için bir kanun vardır diyoruz.Bu günde büyük zaferin etkenleri ve yapıcıları olduğumuzu ifade ediyoruz.Bu noktada, çok kesin olan bir gerçeği hep beraber tekrar etmek zorundayız.Bu kadar büyük, bu kadar kutsal ve ulu hedefler, yalnız kağıt üzerinde prensiplerle ve kanun maddeleri ile ve sadece hırslarla, arzularla elde edilemez.Tam olarak gerçekleştirebilmek için tek kuvvet, hakiki en kuvvetli temel ekonomidir.” şeklinde ifade etmiştir.
Etajenero' nun, 5 Mayıs 1789 ' da toplanmasıyla başlayan bu dönemde, köylü ve Burjuvaların milletvekilleriyle, soylu ve rahiplerin milletvekilleri arasında toplanma konusunda anlaşmazlık baş göstermiştir. Toplantıların ayrı ayrı salonlarda değil, aynı salonda yapılmasını isteyen köylü milletvekillerinin isteği, soylu ve rahip milletvekilleri tarafından reddedilmiş, bunun üzerine bir araya gelen köylü ve burjuva milletvekilleri, halkın % 96 ' sını temsil ettiklerini ileri sürerek, Etajenero' ya, 'Milli Meclis' adını vermişlerdir.
Kral' ın soylu ve rahip milletvekillerinin etkisinde kalarak,meclise karşı zor kullanmak istemesi, ve maliye bakanı Neker' i görevinden atması üzerine halk ayaklanarak, siyasal hükümlülerin hapsedildikleri ' Bastil Hapishanesi' ni basmıştır. Hükümlüleri kurtardıktan sonra hapishaneyi yakmış, yıkmıştır. (14 Temmuz 1789)
Bu olaydan sonra Fransız halkı silahlanmış ve İhtilale katılmıştır.
jakobenler iktidarda oldugu donemin basinda 1793 haziraninda fransanin 80 ilinden 60i parise karsi ayaklanmistir,alman prensliklerinin ordulari dogudan ve kuzeyden fransaya girmistir, ingilizler hem guneyden hem batidan fransaya saldirmislardir, ulke caresiz ve tukenmis bir haldedir ve tam bu tarihten 14 hafta sonra butun fransada denetim jakobenler tarafindan saglanmis ve duzen kurulmustur, isgalciler kovulmustur ve kesintisiz ve zahmetsiz 20 yil suren bir fransiz askeri hegemonyasi baslamistir. 1794 yilinda eskisinden 4 kat fazla olan ordu eskisinin yarisi kadar bir maliyetle cekilip cevrilmektedir.
jakobenlerin terorle ozdeslestirilmeside biraz abartili bir tanimdir. 14 ayda 17.000 kisi idam edilmistir. bu savas sartlari icerisinde 20.yy sartlarinda abartilmamasi gereken bir tanimdir. unutulmamalidirki yalnizca 1936 da sscbnin ukrayna sovyetinde 6milyon kisi oldurulmustur ve gene 1917 ihtilalinin sonucunda bolseviklerin iktidarinin ilk bir iki ayinda oldurulenler bundan kat kat fazladir. ancak genede belirli bir teror doneminin olduguda yadsinamaz.
jakobenler bunlardan baska fransanin temel bir cok kurulunu olusturmuslar ve son derece guclu bir anayasa etrafinda toplanmislardir.
jakobenler meclis siralari uzerinde yatarak, kotu bira ve bayat ekmek yiyerek gece gunduz calisarak fransayi bir noktadan bir diger noktaya bir ideal esliginde tasima basarisinin yaninda bugun bakildiginda daha farkli olsa olamazmiydi diye sorduran islerde yapmislardir ancak donem kosullari ile bakildiginda bu fransiz ihtilalinin aydinlanmaci zihniyetine asik insanlar tum dunyaya onemli bircok gelisim noktasi katmayi basarmislardir.
Türkçesi 'toplumsalcılık' yada 'toplumculuk'
devletin zamanında legal olarak halledemediği işleri haletmek için yarattığı mafya babası.