İki hasret arasında gelgitsin Yaşamla ölüm arasında? Sen ezelden beri Kayıp bir şiirin tutsağı. ?Hasretsin Biliyorum Yeni bir sevilmenin gölgesine.? Uzak sandığın bir umut Kirpiklerinin ucunda .? Bu kadar yakınlığa Neden uzaktan Bakmaktasın.
Sen yine Kırılganlığın masum yüzü? Ve yolcusun Benden gitmeye sebepsiz? Çevirirken sessiz Ağlamalara yüzünü? Son bakışın Geçmeyen yaradır ? Gülüşlerimde.
Ve Gidiyorsun şimdi ? Biliyorum düşeceksin Yine bir gece? Kanayan bir yaranın? Ağlayan bir çocuğun? Kanadı Kırık Bir kuşun yamacına? Zamansız elvedanın Yürek boğan ipinden Kurtarır belki bu selamım
Bir gün gelir, “Tanrım!” diyemezsin artık. Toptan bir temizlik zamanıdır. Artık “Sevgilim!” diyemeyeceğin bir gün. Çünkü boşunalığı kanıtlanmıştır aşkın. Ve gözlerden yaş akmaz. Ve ancak kaba işlere yarar eller. Ve kuruyup kalır yürek.
Kadınlar boşuna çalarlar kapını, açmazsın. Tek başınasındır, ışıklar söndürülmüş Ve karanlıkta parlar kocaman gözlerin. Belli ki acı çekmeyi bilmiyorsundur artık. Ve hiçbir şey istemiyorsundur dostlarından.
Kimin umurunda yaşlanmak, yaşlılık nedir ki? dünyayı taşıyor omuzların Ve bir çocuğun elinden daha hafif dünya. Savaşlar, kıtlıklar evlerde aile kavgaları Hayatın sürüp gittiğini kanıtlıyor Ve kimsenin özgür olamayacağını. Bu gösteriyi acımasız bulanlar (o yufka Yürekliler) Ölmeyi yeğ tutacaklardır. Bir gün gelir ölüm de işe yaramaz. Bir gün gelir bir komut olur yaşamak. Yalnızca yaşamak, hiç kaçış olmadan.
Neydi Hidayet’i ölümüne mutsuz eden şey ya da şeyler?
Hidayet yaşamın amacını sorguluyordu kendi kendine. Çevresine baktığında insanı mutsuzluğa sürükleyecek birçok neden buluyordu. Ülkesindeki yönetim, insanları etkilemişti. İyi bir gözlemci olan Hidayet yönetim mekanizması, insan, kültür, tarih ve çevre arasındaki ilişkileri tespit edip çözüm yolları aramaya çalıştı. Ama bu çabaları hep düş kırıklığıyla noktalandı.
Hidayet’e göre insan her şeyi değiştirecek kadar güçlü değildir. Bu yüzden sahip olunanlara razı olunmalı ve durumu değiştirmeye kalkışılmamalıdır. Kaza ve kader denilen doğaötesi güçler bu çabaları yok eder ve insanları umutsuzluk girdabına atar ve nihayet intihara sürükler.
Uzun ve kısa öykülerinin çoğu, bu umutsuzluk girdabına düşüp dünyada bulamadığı huzuru sessizlikler ve yokluk âleminde aramayı arzulayan insanların intihar girişimleri ile biter. Aslında bu öykülerin tümünde -hele hele Kör Baykuş, Diri Gömülen ve Üç Damla Kan trilojisinde- Hidayet kendini anlatır. Bu öyküler, onun intihar girişimlerinin yazılı provaları gibidir adeta.
Kafka ile tanışması, dünyanın anlamsızlığı hakkındaki düşüncelerini bir bakıma kesin yargıya dönüştürmesine yol açar. “Sampinge” adlı öyküsü dünyanın ve yaşamın anlamsızlığı konusu etrafında cereyan eder ve intiharla noktalanır. “Aylak Köpek” adlı öyküsünde aynı konunun yanı sıra inziva yaşamını da tahlil eder başarılı bir şekilde. Başıboş bir köpeğin cismine ve zihnine giren yazar, insanların ruhlarına bakar ve onların uzlet köşesinde yok oluşlarını seyreder. Çare aramak için maziye döner, doğaya sığınır. Ama hiçbir taraftan ümit ışığı belirmeyince ölümü beklemeye koyulur. Bazen beklenilen ölüm kolayca gelivermez. Bu özleyişi Diri Gömülen’de çarpıcı bir biçimde işler.
Hidayet’in kahramanları hiçbir varlıkla ilişki kuramazlar. Freudcu bir bakışla incelediği kimi kahramanları cinsel doyumsuzluklarını, ezilmişliklerini kendilerini ibadete verme gibi değişik alanlarda gidermeye çalışırlar. Ama bu da çare değildir. Aslında bu insanların yaptıkları tek iş, canlı cenazelerini o yana bu yana sürüklemektir. Daha güzel günlerin beklentisi yoktur onlarda. Bu yüzden uzaklarda, kayıp bir dünyada aramaya çalışırlar iç huzurunu, mutluluğu.
Mehmet Kanar
Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.
Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları...Lâkin tek korkum: yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan. — Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir.
---- Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. Yeryüzünün, gökyüzünün güçlülerine avuç açanlar, yaltaklanmasını bilenler için. Sadık Hidayet
Selim Işık tutunmamış değildir. Tutunmak istememiş de değildir. O elinden gelen her şeyi yapmış ama bir türlü insanların arasına karışamamış, onlardan biri olamamıştır. Her yaşam dönemecinde umutsuzca çırpınıp yeni tutamaklar aradıkça, hepsinin birer birer elinde patladığını görmüş ve bize de göstermiştir. Küçük burjuva yaşamının dayattığı ilişkilerin sahteliği, insanların çoğunun kaba ve vurdumduymaz oluşu, kimsenin kimseyi dinlemek ve anlamak için vakit bulamaması çocukluğundan beri çok yormuştur onu. Yaşamak ağır ve ağrılı bir oyun olmuştur artık onun için ve daha fazla acı çekmemesinin tek yolu gürültü yapmadan çekip gitmektir. Adına yakışır bir naiflikle, usulca… Turgut Özben’in, Günseli’nin, Süleyman Kargı’nın, hatta varlığı müphem Olric’in bile durumları kelimenin tam anlamıyla dramdır. Hepsi kendi iç çatışmalarında boğulup, Selim’in yarım hikâyesinde kendilerine kötü roller biçip, ebedi bir mutsuzluğa mahkûm olmuşlardır. Selim ise bütün bu olanlara bakıp sadece gülümser. Onun hikâyesi bitmiş, bizimki başlamıştır çünkü.
Ali Lidar.
“Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: "Buraya kadar!" dediler. Oysa bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin. Üstelik, "daha önce haber vermiştik" derler. "Her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. Yaşarken eskidiğini ve eskittiğini söylemiştik…"
Yağmurda gitme. İçimde bir sokak var, Seninle yürümediğim. Bir yolculuk var, Seninle daha gitmediğim. Gündüzler ve geceler var, Seninle daha geçirmediğim. Aşk sözleri var, Sana daha anlatmadığım.
… dağlar sonra oynadı yerinden ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca sen say ki yerin dibine geçti geçmeyesi sevdam ve ben seni sevdiğim zaman bu şehre yağmurlar yağdı yani ben seni sevdiğim zaman ayrılık kurşun kadar ağır gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın yine de bir adın kalmalı geriye bütün kırılmış şeylerin nihayetinde aynaların ardında sır yalnızlığın peşinde kuvvet evet nihayet bir adın kalmalı geriye bir de o kahreden gurbet beni affet Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç
… Şemsiye taşımak istemiyorum Islanmak daha güzelmiş Yitik kalbini arayan Bir şairin gözyaşlarıyla Yaktım sana dair isteklerimi Tutunmayacağım bulutlarına Avuçlamayacak yıldızlarını Gökkuşağına dokunmayacağım Ben Samanyolu bedevisiyim artık.
Beyaz bir buluttan birgün ansızın..
Bir karanfil düştü parmaklarıma.
Gözlerine kuşlar doldu bir kızın
Elleri karıştı ırmaklarıma..
Islak bir yürektir bende karanfil
Ruhum, kokusunun dilencisidir..
Haşim , bu bir alev damlası değil
Büyük yangınların habercisidir..
O kızıl bir deniz bense tenhayım
Onda umut,bende yalnızlık büyür..
Ne dünya sonsuzluk,ne ben dehayım,
İçimde sadece şairler uyur..
Bütün şiirleri söyleyen benim
Bütün çiçeklerin adı Karanfil
Her akşam bir yaprak olur kefenim
Haşim, bu bir alev damlası değil.
Nurullah Genç
İki hasret arasında gelgitsin
Yaşamla ölüm arasında?
Sen ezelden beri
Kayıp bir şiirin tutsağı.
?Hasretsin
Biliyorum
Yeni bir sevilmenin gölgesine.?
Uzak sandığın bir umut
Kirpiklerinin ucunda .?
Bu kadar yakınlığa
Neden uzaktan
Bakmaktasın.
Sen yine
Kırılganlığın masum yüzü?
Ve yolcusun
Benden gitmeye sebepsiz?
Çevirirken sessiz
Ağlamalara yüzünü?
Son bakışın
Geçmeyen yaradır ?
Gülüşlerimde.
Ve
Gidiyorsun şimdi ?
Biliyorum düşeceksin
Yine bir gece?
Kanayan bir yaranın?
Ağlayan bir çocuğun?
Kanadı Kırık
Bir kuşun yamacına?
Zamansız elvedanın
Yürek boğan ipinden
Kurtarır belki bu selamım
Beni Unutma …
(Kalbim) eyvah beni artık anlamıyorsun
Sanki Kendini Acımasızlıkla Cezalandırıyorsun…
Bir gün gelir, “Tanrım!” diyemezsin artık.
Toptan bir temizlik zamanıdır.
Artık “Sevgilim!” diyemeyeceğin bir gün.
Çünkü boşunalığı kanıtlanmıştır aşkın.
Ve gözlerden yaş akmaz.
Ve ancak kaba işlere yarar eller.
Ve kuruyup kalır yürek.
Kadınlar boşuna çalarlar kapını, açmazsın.
Tek başınasındır, ışıklar söndürülmüş
Ve karanlıkta parlar kocaman gözlerin.
Belli ki acı çekmeyi bilmiyorsundur artık.
Ve hiçbir şey istemiyorsundur dostlarından.
Kimin umurunda yaşlanmak, yaşlılık nedir ki?
dünyayı taşıyor omuzların
Ve bir çocuğun elinden daha hafif dünya.
Savaşlar, kıtlıklar evlerde aile kavgaları
Hayatın sürüp gittiğini kanıtlıyor
Ve kimsenin özgür olamayacağını.
Bu gösteriyi acımasız bulanlar (o yufka
Yürekliler)
Ölmeyi yeğ tutacaklardır.
Bir gün gelir ölüm de işe yaramaz.
Bir gün gelir bir komut olur yaşamak.
Yalnızca yaşamak, hiç kaçış olmadan.
Carlos Drummond De Andrade
Neydi Hidayet’i ölümüne mutsuz eden şey ya da şeyler?
Hidayet yaşamın amacını sorguluyordu kendi kendine. Çevresine baktığında insanı mutsuzluğa sürükleyecek birçok neden buluyordu. Ülkesindeki yönetim, insanları etkilemişti. İyi bir gözlemci olan Hidayet yönetim mekanizması, insan, kültür, tarih ve çevre arasındaki ilişkileri tespit edip çözüm yolları aramaya çalıştı. Ama bu çabaları hep düş kırıklığıyla noktalandı.
Hidayet’e göre insan her şeyi değiştirecek kadar güçlü değildir. Bu yüzden sahip olunanlara razı olunmalı ve durumu değiştirmeye kalkışılmamalıdır. Kaza ve kader denilen doğaötesi güçler bu çabaları yok eder ve insanları umutsuzluk girdabına atar ve nihayet intihara sürükler.
Uzun ve kısa öykülerinin çoğu, bu umutsuzluk girdabına düşüp dünyada bulamadığı huzuru sessizlikler ve yokluk âleminde aramayı arzulayan insanların intihar girişimleri ile biter. Aslında bu öykülerin tümünde -hele hele Kör Baykuş, Diri Gömülen ve Üç Damla Kan trilojisinde- Hidayet kendini anlatır. Bu öyküler, onun intihar girişimlerinin yazılı provaları gibidir adeta.
Kafka ile tanışması, dünyanın anlamsızlığı hakkındaki düşüncelerini bir bakıma kesin yargıya dönüştürmesine yol açar. “Sampinge” adlı öyküsü dünyanın ve yaşamın anlamsızlığı konusu etrafında cereyan eder ve intiharla noktalanır. “Aylak Köpek” adlı öyküsünde aynı konunun yanı sıra inziva yaşamını da tahlil eder başarılı bir şekilde. Başıboş bir köpeğin cismine ve zihnine giren yazar, insanların ruhlarına bakar ve onların uzlet köşesinde yok oluşlarını seyreder. Çare aramak için maziye döner, doğaya sığınır. Ama hiçbir taraftan ümit ışığı belirmeyince ölümü beklemeye koyulur. Bazen beklenilen ölüm kolayca gelivermez. Bu özleyişi Diri Gömülen’de çarpıcı bir biçimde işler.
Hidayet’in kahramanları hiçbir varlıkla ilişki kuramazlar. Freudcu bir bakışla incelediği kimi kahramanları cinsel doyumsuzluklarını, ezilmişliklerini kendilerini ibadete verme gibi değişik alanlarda gidermeye çalışırlar. Ama bu da çare değildir. Aslında bu insanların yaptıkları tek iş, canlı cenazelerini o yana bu yana sürüklemektir. Daha güzel günlerin beklentisi yoktur onlarda. Bu yüzden uzaklarda, kayıp bir dünyada aramaya çalışırlar iç huzurunu, mutluluğu.
Mehmet Kanar
Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.
Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları...Lâkin tek korkum: yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan. — Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir.
----
Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. Yeryüzünün, gökyüzünün güçlülerine avuç açanlar, yaltaklanmasını bilenler için.
Sadık Hidayet
Selim Işık tutunmamış değildir. Tutunmak istememiş de değildir. O elinden gelen her şeyi yapmış ama bir türlü insanların arasına karışamamış, onlardan biri olamamıştır. Her yaşam dönemecinde umutsuzca çırpınıp yeni tutamaklar aradıkça, hepsinin birer birer elinde patladığını görmüş ve bize de göstermiştir. Küçük burjuva yaşamının dayattığı ilişkilerin sahteliği, insanların çoğunun kaba ve vurdumduymaz oluşu, kimsenin kimseyi dinlemek ve anlamak için vakit bulamaması çocukluğundan beri çok yormuştur onu. Yaşamak ağır ve ağrılı bir oyun olmuştur artık onun için ve daha fazla acı çekmemesinin tek yolu gürültü yapmadan çekip gitmektir. Adına yakışır bir naiflikle, usulca… Turgut Özben’in, Günseli’nin, Süleyman Kargı’nın, hatta varlığı müphem Olric’in bile durumları kelimenin tam anlamıyla dramdır. Hepsi kendi iç çatışmalarında boğulup, Selim’in yarım hikâyesinde kendilerine kötü roller biçip, ebedi bir mutsuzluğa mahkûm olmuşlardır. Selim ise bütün bu olanlara bakıp sadece gülümser. Onun hikâyesi bitmiş, bizimki başlamıştır çünkü.
Ali Lidar.
“Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana?
Birdenbire: "Buraya kadar!" dediler.
Oysa bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin. Üstelik, "daha önce haber vermiştik" derler. "Her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. Yaşarken eskidiğini ve eskittiğini söylemiştik…"
Kitaptan…
Yağmurda gitme.
İçimde bir sokak var,
Seninle yürümediğim.
Bir yolculuk var,
Seninle daha gitmediğim.
Gündüzler ve geceler var,
Seninle daha geçirmediğim.
Aşk sözleri var,
Sana daha anlatmadığım.
Mohammad GHOLİPOUR
…
dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
Kaybetmek için erken,
sevmek için çok geç
A.H.Tanpınar
…
Şemsiye taşımak istemiyorum
Islanmak daha güzelmiş
Yitik kalbini arayan
Bir şairin gözyaşlarıyla
Yaktım sana dair isteklerimi
Tutunmayacağım bulutlarına
Avuçlamayacak yıldızlarını
Gökkuşağına dokunmayacağım
Ben Samanyolu bedevisiyim artık.
N.Genç
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.
B.Necatigil