Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Elvanı Seba
Elvanı Seba

'YA RABBÎ! BENİM İLMİMİ ARTIR.' TAHA 114

  • vefa03.07.2010 - 18:37

    Necip Fazıl’ı, Ahmet Emin Yalman’ın vurulmasında yazıları ile teşvikkar oldu diye, Osman Yüksel Serdengeçti ile birlikte hapse atarlar:
    -Osman! ...Osman! ... diye gürler. Biz bu daracık yere nasıl sığacağız.?
    Necip Fazıl ne denli kabına sığmayan bir insan ise, Osman Yüksel de o kadar rahat, kalender, latifeli, mütevekkildir.
    -Üzülme Üstad, der. Esasında her yer böyle olmalı…yani dünya nizamı, mezarlık nizamı gibi olmalı…herkes boyuna göre yer edinmeli…ben şuracığa kıvrılırım, şu kadar yer sana yetmez mi? ...
    -Yetmez Osman yetmez…Ben bu deliklere sığmam! ...
    -Tabi Üstad tabi…sen büyük adamsın…tarihe bile sığmazsın…
    -Bırak şimdi bu lafları. Ben nerede yatacağım? Yerim neresi?
    -Bütün müminlerin gönlü…
    Onlar bir devirde, imkansızlıklarla dolu bir devirde ellerinden geleni yaptılar. Büyük Doğu hangi matbaada basılırsa o matbaa kapatılıyor, bir sonraki sayı başka bir matbaada basılıyordu. Dergi çıktığı gün, Necip Fazıl arkadaşları ile yemeğe çıkıyor, yemekte ne ile dönecekleri konuşulunca, “siz kendinize bakın, nasıl olsa beni birazdan polis jipi alır” diyordu. Kapıya çıktığında birinci şube polis şefiyle karşılaşıyordu…

  • sadakat03.07.2010 - 18:27

    IMAN VE SADAKAT

    İbni Abbas’tan Atâ şöyle rivayet etmiştir: Resulullah (s.a.s.) Mirac’da Mescid-i Aksa’ya götürüldüğünde Allahu Teala bütün peygamberleri (as) orada topladı. Cebrail (as) ezan okudu, kamet getirdi. Ve:
    -Ya Muhammed! Geç öne bunlara namaz kıldır, dedi.
    Resulullah (s.a.s.) namazı bitirince Cebrail (as) :
    -“Senden evvel gönderdiğimiz peygamberlerden sor ki, Biz Rahmandan başka ibadet olunacak ilahlar yapmış mıyız? ” Mealindeki ayeti okudu ve:
    -“Ya Muhammed! Sor bakalım” dedi. Efendimiz de (s.a.s.) :
    -“Sormam; çünkü: şüphelenmiyorum,” buyurdu.
    İşte tevhid budur. İşte tevhid akidesi yani iman ve itikad buna denir. Ve işte sadakat ve sebat budur…

  • sadakat03.07.2010 - 18:25

    SAHABİDEN SADAKAT ÖRNEKLERİ

    Hz. Hubeyb Mekke’de şehit edilmek üzere iken müşriklerin kendisine:
    -“Ne dersin, Şimdi O peygamber burada olsa idi de, senin yerine O’nu öldükse idik olmaz mı idi? ”
    Tüyler ürpertici bu teklife karşı:
    -“O’nun benim yerime öldürülmesi şöyle dursun, O’nun ayağına bir diken batacaksa, O’nun yerine benim gibi binlerce Hubeyb feda olsun” demişti ve sadakatini göstermişti.
    Hz. Sa’d bin Rebi uhudda şehit olarak vefat etmek üzere iken, Allah Resulünden selam getirip halini soran sahabiye, ölüm heyecanı taşıdığı o demlerde; cemaatime git söyle:
    -“Eğer göz açıp kapayıncaya kadar nefesleri olur da bu müddet zarfında Allah Resulüne her hangi bir şey olursa ahirette iki elim yakalarındadır”
    vasiyetinde bulunuyor ve sadakatini gösteriyordu.
    Uhud da Allah Resulü (s.a.s.) ’in dişinin kırıldığını duyan bir sahabi, bir kenara çekilmiş, eline bir taş almış “Resulallah’ın dişinin kırıldığı bir dünyada ben diş taşıyamam” diyerek bütün dişlerini kırmıştı.
    …Her türlü değer ölçüsünün sarsıldığı zamanımızda, insanımızın işbu sadakat meselesine ne kadar da çok ihtiyacı var.

  • sadakat03.07.2010 - 18:17

    İLİM SADAKATİ

    Ahmet Şahin Hoca, herşeyin ölçülerinin maddeye endekslendiği ve değer yargılarının alt-üst olduğu günümüz dünyasında gerçek bir âlimin nasıl olması gerektiğini, bizzat yaşadığı akıllara durgunluk veren şu hâtırası ile nazarımıza arz ediyor:
    O devrin âlimlerinden Hüsrev Efendi vardı. Ben bunlar gibi insanları görünce 'Böyle insanlar daha gelmemiştir' diye düşünüyorum. Bu âlimleri zamanımızın profesörleriyle kıyaslamak bile yanlıştır.
    Hüsrev Efendi Çengelköy'de oturur, her sabah oradan yürüyerek sahile iner, vapura binip Sirkeciye gider, oradan da otobüsle Fatih'e geçerdi. Öyleden ikindiye kadar dersini okutur, aynı yoldan geri dönerdi. Bütün bu zahmetli iş karşısında çok maaş almasını beklersiniz yanılırsınız. Çünkü değil normal maaş, bir kuruş bile almazdı. Sadece üzerine düşen Hak vazifesini yerine getirmek için bunu yapardı.
    Birgün dersini anlatıyor, ama her zamankinden farklı olarak çok neşesiz ve hareketsizdir. Biz de dayanamayıp;
    - Hocam bugün çok durgunsunuz, nedir bu hâl? diye sor¬duk.
    'Yok birşey' gibilerinden birşeyler söylese de, biz çok ısrar edince söyledi:
    - Tüberküloz olan kızım bugün vefat etti. Onun cenaze işleri vardı. Sonra 'Cenaze şöyle de olsa böyle de olsa kalkacak, ama dersi aksatırsam mesul olabilirim' diye düşündüm ve buraya geldim. Geldim ama onun verdiği bir sıkıntıyla da durgunum, dedi.
    Bu ne vazife şuuru Allah aşkına! Bu ne ilim sadâkati!
    İnsanoğlu için gerçek hayat,ilim ve irfanla kabil olacağından, öğrenip öğretmeyi ihmâl edenler, hayatta dahi olsalar ölü sayılırlar. Zira, insanın yaratılışının gayesi, görüp bilmek ve öğrendiklerini başkalarına bildirmekten ibarettir. (M. FETHULLAH GÜLEN)

  • kendini bilmek03.07.2010 - 18:13

    Kendini Bil!

    İnsanın en zor keşfedeceği şey, onun kendi iç aleminde meydana gelen inhiraflar ve başkalaşmalardır.
    İnsana en yakın olan yine insanın kendisi olmasına rağmen o, eline iki ayna almayınca ense kökünü dahi göremeyecek kadar kendine yabancıdır.
    Insanın kendini bilmesi ve iç alemini tanıması ise, onun bedenini bilmesinden çok daha zor ve karmaşıktır.
    Bu açıdan da insanın, mutlaka bir mürşit ve muallimin rahle-i tedrisinden geçip kendini bulmaya ihtiyacı vardır

  • vefa03.07.2010 - 17:55

    VEFÂYA ELVEDÂ
    Artık vefâya eyledik vedâ
    Sızlıyor içim herşeyden cüdâ,
    Her çehrede yalancı bir edâ.

    Bir zamanlar canlı ve kıvraktık,
    Çaylar gibi sonsuzluğa aktık
    Her tarafda bir meş’ale yaktık.

    Biz neş’eliyken herkes de şendi,
    Ruhlara bir uğursuzluk sindi,
    Sanki üstümüze belâ indi.

    Kalmadı eski günlerin tadı
    Bilinmez nedir Hakk’ın murâdı,
    Her yanı bir belirsizlik sardı.

    m.f.g.
    kırık mızrab

  • bir03.07.2010 - 17:42

    VEFA ÂBİDESİ

    Mithat Cemal Kuntay'ın şu hâtırası, 'insan' Mehmet Akif'i, onun vefa ve merhamet hislerinin nasıl zirveleştiğini en iyi şekilde ortaya koyması ve bugünün İnsanına rehber olması bakımından oldukça ibretâmizdir.
    Balkan Harbi başlarken Mehmet Akif Bey yegane geçim1 yolu olan resmî memuriyetinden istifa etti. Kirada oturduğu evine bir cuma günü gittim. Beş çocuğundan başka dört çocuğu daha vardı.
    - Bunlar kim, dedim.
    - Çocuklarım, dedi.
    - Bir hafta içinde fazladan dört çocuk sahibi olmakta tuhaflık var, dedim. Bunun üzerine işin aslını anlattı.
    Baytar mektebindeyken bir arkadaşıyla anlaşmışlar. Kim Önce ölürse, ölenin çocuklarına arkada kalan bakacak. Arka¬daşı vefat etmiş. Akif Bey de anlaşmanın gereğini yerine getirmişti.
    Evet, Mehmet Akif'in 'arkadaşım' dediği, baytar mekte¬binde birlikte okudukları İslimyeli Hasan Tahsin Beydir. Hasan Bey, Edirne baytar müfettişi olarak bulunduğu sırada, 1912 yılında vefat edince Akif -her zaman olduğu gibi- sözünde durarak, merhumun çocuklarının bakımını üzerine almıştır.

  • aşktanda öte27.06.2010 - 04:32

    ŞEVKATTİR..

  • Sedd i zerai26.06.2010 - 20:45

    Ahlaki değerlere bağlı ve günahlardan azade yaşamanın en mühim vesilelerindendir.
    Ayakları kaydıracak zeminlere hiç yaklaşmamaktır..

  • bir26.06.2010 - 20:41

    Toplumu sözlerle inşa etmek mümkün olsaydı onu feylesoflar yaparlardı..
    HAL AZİZİM HAL....M.F.G.