Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • üç şey22.10.2006 - 17:01

    Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

    “Allah Teâlâ kıyamet gününde üç kişiyle konuşmaz, onları temize çıkarmaz, suratlarına bile bakmaz; onlar için acıklı azâb vardır
    Bunlar zina eden ihtiyar, yalan söyleyen hükümdar, kibirlenen fakirdir.”

  • şeytan22.10.2006 - 16:55

    Mü’minlerin annesi Safiyye Binti Huyey radıyallahu anhâ şöyle dedi:

    Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem itikâfa girmişti. Bir gece onu ziyarete gidip konuştum. Sonra eve dönmek üzere kalktığım zaman o da beni evime götürmek üzere kalktı.

    Bu sırada ensardan iki kişi –Allah onlardan razı olsun– bizimle karşılaştı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i görünce oradan çabucak uzaklaşmak istediler. Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

    – “Biraz yavaş olun. Yanımdaki Safiyye Binti Huyey’dir” dedi. Onlar:

    – Elçisinin uygunsuz bir davranışta bulunmasından Allah’ı tenzih ederiz, Yâ Resûlallah! deyince de:

    – “Şeytan insanın vücudunda kan gibi dolaşır, Onun sizin kalbinize bir kötülük – veya bir şüphe– atmasından korktum” buyurdu

  • halife22.10.2006 - 16:33

    Hz. Ömer arkadaşlariyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derlerki
    Ey halife, bu aramizdaki arkadaş bizim babamizi öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.
    Bu söz üzerine Hz.Ömer suçlanan gence dönerek: Söyledikleri doğru mu diye sorar,
    Suçlanan genç der ki Evet doğru.
    Bu söz üzerine Hz Ömer; -Anlat bakalim nasil oldu diye sorar:
    Bunun üzerine genç anlatmaya başlar, der ki:

    'Ben bulundugum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanim ailemle beraber gezmeye çiktik, kader bizi arkadaslarin bulundugu yere getirdi. Afedersiniz hayvanlarimin arasinda bir güzel atim var ki
    dönen bir defa daha bakiyor, hayvana ne yaptiysam bu arkadaslarin bahçesinden meyva koparmasina engel olamadim, arkadaslarin babasi içerden hisimla çikti, atima bir taş, atti atim oracikta öldü. Nefsime bu durum
    agir geldi, ben de bir tas attim, babasi öldü. Kaçmak istedim fakat
    arkadaslar beni yakaladi, durum bundan ibaret' dedi.

    Bu söz üzerine Hz Ömer: 'Söyleyecek bir sey yok, bu suçun cezasi idam.Madem
    suçunu da kabul ettin' dedi.
    Bu sözden sonradelikanli söz alarak 'Efendim bir özrüm var' diyerek konusmaya basladi

    'Ben memleketinde zengin bir insanim, babam rahmetli
    olmadan bana epey bir altin birakti. Gelirken kardesim küçük oldugu için
    saklamak zorunda kaldim. Simdi siz bu cezayi infaz ederseniz yetimin
    hakkini zayi ettiginiz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz, bana üç
    gün izin verirseniz ben emaneti kardesime teslim eder gelirim, bu üç gün
    içinde yerime birini bulurum' der.

    Hz. Ömer dayanamaz der ki: -'Bu topluluga yabanci birisin, senin yerine kim kalir ki?
    Sözün burasinda genç adam ortama bir göz atar, der ki:
    'Bu zat benim yerime kalir.'
    O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşarindan daha yaşarken cennetle müjdelenen
    Amr Ibni As' dan başkasi değildir.
    Hz.Ömer Amr'a dönerek,
    Ey Amr, delikanliyi duydun' der.
    O yüce sahabi
    Evet, ben kefilim' der ve genç adam serbest birakilir.

    Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir
    haber yoktur. Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çikarak genc'in
    gelmeyecegi, dolayisiyla Amr Ibni As'a verilecek idam yerine maktülün
    diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razi olmaz ve 'babamizin
    kani yerde kalsin istemiyoruz' derler.

    Hz. Ömer der ki: 'Bu kefil babam olsa farketmez cezayi infaz ederim.'
    Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki: Biz de sözümün arkasindayiz.'

    Bu arada kalabalikta bir dalgalanma olur ve insanlarin
    arasindan genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek derki evladim gelmeme gibi
    önemli bir nedenin vardi neden geldin? ' Genç vakurla basini kaldirir ve
    (günümüz insani için pek de önemli olmayan)
    'AHDE VEFASIZLIK ETTI' demeyesiniz diye geldim der.

    Hz.Ömer basini bu defa çevirir ve Amr Ibni As'a der ki:

    Ey Amr, sen bu delikanliyi tanimiyorsun nasil oldu onun yerine kefil oldun'.
    Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyyen razi olsun,

    -'Bu kadar insanin içerisinden beni seçti.'INSANLIK ÖLDÜ 'dedirtmemek için kabul ettim' der.
    Sira gençlere gelir, derler ki:
    Biz bu davadan vazgeçiyoruz.'
    Bu sözün üzerine Hz Ömer:
    Ne oldu, biraz evvel 'babamizin kani yerde kalmasin'
    Gençlerin cevabi da dehsetlidir:
    MERHAMETLI INSAN KALMADI' DEMEYESINIZ DIYE...

  • Ali Rıza Demircan09.10.2006 - 04:11

    ALİ RİZA DEMİRCAN gerçekleri söylemekten asla korkmayan çekinmeyen nadide bir insan
    ilmide hakeza türkiyede sayılı 1kaç alimden biri
    ama ben en çok onu seviyorum
    nedenmi çok cesur
    7 ker devlet güvenlik mahkemesinde yargılanmasına rağmen gerçekleri söylemekten çekinmiyor
    meselelere yaklaşımı o kadar hoş ki
    türkiyede yaşayıp bu alimden faydalanmamak büyük kayıp
    allah amellerini boşa çıkarmasın
    onu cennetiyle ödüllendirsin

  • kadınım07.10.2006 - 09:40

    Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler.
    Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler.
    Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.
    Kocaları,
    babaları,
    kocalarının babaları
    , kendi oğulları,
    kocalarının oğulları,
    erkek kardeşleri,
    erkek kardeşlerinin oğulları,
    kız kardeşlerinin oğulları,
    mümin kadınlar
    , ellerinin altında bulunanlar (köleleri) ,
    ikdidarsız erkekler
    henüz kadınların avret yerini bilmeyen çocuklardan
    başkasına zinetlerini göstermesinler.
    Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar
    (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler)
    . Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.
    (nur 31)

  • irtica04.10.2006 - 19:51

    irtica: geri dönücülük
    yani batılılaşma karşıtı
    yani islam yanlısı
    günümüzdeki islamdan kopma batılılaşma oluyor
    ve islam ise geriye dönmek gericilik

    islamı gericilik olarak görenler allahtan daha iyi düzen kuracaklarını zannediyorlar

    kendilerini yaratan rızıklarını veren ve rahneti olmadan bir an bile hayatta kalamayacak olan acizmi aciz insan

    elbette allahın yasalarını küçük görenler kalplerin ve gözlerin korku ve dehşettten ters döneceği kıyamet gününde bunun hesabını verecekler

  • oruç03.10.2006 - 21:03

    orucu bozan 3 şey vardır
    1 yemek içmek
    2 ehlinle cima
    3 ağız dolusu kusmak
    oruçtaki ana maksat allahın emrine itaattir
    yemek ve su elinde olduğu halade o emreddi diye bunlarda bir süre uzak durmaktır

  • mezar30.09.2006 - 17:24

    TÜRBELER SİZE MUHTAÇ
    İSTEYEN DE ACİZ İSTENEN DE




    İslam dininde kesinlikle yeri olmayan ve şiddetle yasaklanan; ölülerden fayda beklemenin mantığını ve iddiaları cevaplayacağımız bu risalede Allah’ın yardımını umarak ve niyet ettiğimiz hayrın ümmete ulaşmasını niyaz ederek söze başlıyoruz.




    Muhterem din kardeşim: Allah Azze ve Celle mü’minlere birbirini uyarmayı vazife kılmış ve onları; kendilerine hakikat ulaştığında, hemen iman ederler” buyurarak övmüştür. Hepimizin malumudur ki, müslümanlar dinlerini Kur’an ve Sahih sünnetten öğrenmeyi terk etmiş ve yüzyıllardır, atalarından miras kalarak artan ve eksilen bir dinle idare etmeyi kabullenmişlerdir. Bunun neticesi olarak dinin gerçeklerine, bilmeden muhalefet etmek ve karşı gelmek günümüz müslümanının dini yaşantısı olmuştur. Herkes yaşantısını ve gidişatını beğense de, kendisini Firdevs-î Â’lada görse de durum gerçekten çok vahimdir ve çare aranmalıdır. Toplumun tarif olunan bu hali, ta’lim ve tahsil görmeyen bir işçinin elindeki malzemeyi bozup zayi etmesi kadar doğaldır. Lakin bu zayiatın akıbeti ateş olunca durup düşünmeye, bir işe girişmeden önce bilip araştırmaya ihtiyaç vardır. Cahil cesur olur, sonra hem zarar görür, hem zarar verir. Bizler cahillerin yolunu terk etmeli, dinimizin her meselesini Kur’an ve Sahih Sünnet’te bulunduğu şekliyle kabul etmeli ve dinimize hurafeleri bulaştırmamalıyız. [1] Zira ebedi hayatın rahatlığını tercih edenler bu hesabı iyi yapmalıdır. İslam dininde kesinlikle yeri olmayan ve şiddetle yasaklanan; ölülerden fayda beklemenin mantığını ve iddiaları cevaplayacağımız bu risalede Allah’ın yardımını umarak ve niyet ettiğimiz hayrın ümmete ulaşmasını niyaz ederek söze başlıyoruz.

    KABİR NEDİR VE NİÇİNDİR?

    Kabir; ölünün dış etkenlerden (yırtıcı hayvan vs.) korunması ve yaşayanların da bozulan cesetlerin bulaştıracağı hastalıklardan ve açıkta kalan cesedin insanlar üzerinde oluşturacağı psikolojik tahribattan korunmak için ölülerin konulduğu yerin adıdır ki orası topraktır. O halde yapılan şu işlerin bu gaye ile ne alakası vardır. Ø Kabirleri yüksek yapmak, süslemek veya türbe yapmak. Ø Kabirde yatan ölüden şifa, bereket veya medet ummak, Ø Kabirlerin etrafında dönmek (tavaf etmek) , Ø Dilekte bulunmak, çaput bağlamak, Ø Kabirleri arefe veya bayram günlerinde ziyaret etmek, Ø Kabrin yanında namaz kılmak vb. Hristiyanlarda, yahudilerde, bütün putperestlerde yaygın olan bu inanç ve davranışlar hususunda yüce dinimiz nasıl bir yol göstermiştir ki, biz onun sırat-ı müstekıymi üzere olalım.

    KABİR NASIL OLMALIDIR?

    Müslümanlar için kabir laht[2] şeklinde olmalı, cenaze sağ yanına meyilli ve yüzü kıbleye dönük konulabilecek şekilde sırt kısmı toprakla beslenmiş olmalıdır. Ölünün yukarıdan önden veya yandan konulmasında bir fark yoktur. Kabrin dışı ise yer ile bir seviyede olmalı[3] baş ucuna konulacak bir karış yüksekliğinde bir taşla oranın kabir olduğu anlaşılmalıdır ki insanlar kabristanı herhangi bir şekilde kullanmasınlar üzerine oturmasınlar.[4] Kabri taşlarla örüp yükseltmek veya türbe yapmak Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ’in yasakladığı haram olan işlerdendir.[5]

    İNSANLAR KABİRLERİ NİÇİN YÜKSELTİRLER?

    Ölüler üzerlerine yapılan taş yapıların yüceliği ile yücelmezler, onların yüceliği varsa artık Allah katındadır. Kimi insan kendisi hayatta iken mezar satın alır ve üzerini kendisi inşa eder. Bu fiil her insanın nefsinde yatan unutulmama hissinden ve kendisine verdiği dünyalık değerden kaynaklanmaktadır. Bir de yaptığı işin gelenek haline gelmiş olması ve dindeki yasağı bilmemesi buna eklenince, kul kendine türbe bile yapmayı hoş görür. Hayattayken kadrini bilmeyen akraba ve yakınların, ölüye ikramı neticesinde yapılan kabirler de vardır. Kişinin yakınlarına göstereceği ilgi ve muhabbet de o öldükten sonra kabrini süslemek ve çiçek dikmekle değil, o hayattayken bu sevgiyi göstermekle olur. Çünkü ölü artık yapılan iyilikleri anlayacağı zamanı kaybetmiştir. Bazı kimselerin bir dağ başına gömülmeyi vasiyet etmesi neticesinde aradan geçen zamanla kim olduğu bile unutulan bu kabir sahibinin evliyadır denilerek üzerine yapılan türbeler de vardır. Her sene belli günlerde kabri başında kurban kesilen şenlik yapılan, yemekler dağıtılan bu yerler cahil insanların edindikleri puthaneler ve bayram yerleridir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:“ Ey Allah’ım, kabrimi tapılan bir put yapma...”[6] “... Kabrimi bayram (yeri) edinmeyin...” [7] “Evlerinizi kabirler, kabrimi de bayram (yeri) edinmeyiniz. Her nerede olursanız, oradan bana selam gönderiniz.”[8] Dinimizde Ramazan ve Kurbandan başka bayram yoktur. Türbe ve yatırların ve herkimin kabri başında olursa olsun, o kesilen kurbanların etleri necistir, haramdır ve yenilmez.[9] Bu kurbanlar asla Allah adına ve onun rızası gözetilerek kesilmemektedir. Ayrıca hayatında iken deli olduğu söylenen, namaz kılmaz, oruç tutmaz, küfürbaz kimseri de “deli olmadan velî olunmaz” diyerek velileştiren ve türbesini yapan cahiller de çoktur. Bir başka sebep de gerçekten salih olan, Allah’ın mü’min kulları vardır ki dindar insanlar onları sever, hatta imanı zayıf kimseler dahi çoğu zaman onlara gıpta eder. O insanlar da öldükten sonra, geri gelme imkanı kalmadığından, birileri tarafından büyütüldükçe büyütülür, övülür. Övülen elbette ki Allah’a kulluğu ve Allah’ın emirlerine teslimiyetidir. Sonraları bu övgüler onun kerametlerine dönüşür. Falanca zaman gitmediği halde Kâbe’de görenler olmuş, hem orda hem buradaymış, şunun olacağını bilmiş vs. gibi islamın reddettiği inançları o mümin kullara iftira ederek insanları dinlerinde şüpheye düşürürler. Bir anda birden fazla yerde olmak (tayy-î mekan - tayy-î zaman) Kur’an ve sünnette delili bulunmayan İslam öncesi putperestlerin inanışlarındandır. Olmadan önce olacağı bilmek ise mümkün değildir. Çünkü gaybı Allah’tan başkası bilemez, Allah’ın bildirdiği bazı gaybî haberler dışında peygamberler bile gaybı bilmezler.[10] Önceden olmuş veya karara bağlanmış bir hadiseyi insanlar henüz duymadan haber vermek ise o haberin cinlerden alınmasıyla mümkündür. Bu şekilde insanları dinlerinde şüpheye düşürüp, onları dinin gerçek emirleriyle irşad etmeyen cinli kimselerin ise ancak şeytan dostu olmaları mümkündür.[11] Zira Allah Azze ve Celle Kitabımızda “Şeytanlar kendi evliyası (dostları) na sizinle mücadele etmeleri[12] için ilham ederler. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz ki Allah’a ortak koşanlardan olursunuz.” [13] buyurmaktadır. Onların hilesini Allah böyle haber veriyor ki, şerlerinden emin olalım ve bize bildirilmedi ki demeyelim.

    ÖLMÜŞ OLAN MÜ’MİNLERİ İLAHLAŞTIRMAK VE ONLARA TAPMAK

    Tapmak, insanın gücünün yetmediği şeyleri, güç yetirebileceğine inanılan varlıktan, onun yardımını dilenerek istemek, onu övmek, sevmek ve ululamaktır. Gerçekten Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmiş mü’min kulların putlaştırıldığı da Kur’anın bize haber verdiği gerçeklerdendir. Kabirler Nuh peygamberden bu yana insanların tapınağıdır. Nuh Suresinde ismi geçen, salih insanları[14], ölümlerinden sonra putlaştıran, onları övmede ve sevmede aşırı giden, velilerin kabirlerinden ve heykellerinden yardım isteyen putperestler, evliya olan insanlara tapmaları yüzünden helak olmaya müstehak olmuşlardır. Bu durum Allah’ın asla affetmeyeceği şirktir ve akıbeti ebedi ateştir. Oysa insanların Allah’a kul olmasından başka bir şey istenmemiştir. Yeryüzünde Allahtan gayrına, tapılan ilk put Allah’ın salih bir kulu, Nuh kavminin taptığı “Vedd” olmuştur.[15] Üstelik tapılan, yardım istenilen onun ölüsüdür. Bu şirk Allah’ı o derece gazaplandırdı ki, büyük tûfan ile müşrik kavim helak edilmiş ve bu cezanın daha şiddetlisi de ahirette onları beklemektedir. Bütün peygamberlerin mücadele ettiği bu şirk Muhammed (S) zamanında da mevcut idi. İşte bu yüzden Rasulullah (S) iman eden kimseler imanı tam manasıyla öğrenip, şirk tehlikesi kalmayıncaya kadar kabir ziyaretlerini yasaklamıştır. Ne zaman ki insanlar yalnızca Allah’a yönelmeyi, O’ndan yardım istemeyi, öğrendiler işte o vakit Kabir ziyareti yasağı kaldırıldı.[16] Ziyaretten maksat sadece ölümü hatırlayıp ibret almaktır. İşte bu yüzden kendilerine dua edilmesi yasak olduğu halde müşrik ve kafir anne-babanın kabri de ziyaret edilebilir. Zira ölümü hatırlatmakta kabirler müsavidir.[17] Bu gün de insanlar kabirlere ve türbelere Allah’a şirk koşmak için akın akın gitmekte, oraları tavaf etmekte, dilekler ve dualarda bulunmaktadırlar. Elbette bunu yapmayı Kur’andan veya peygamberin sünnetinden öğrenmediler. Dolayısıyla bu sapkınlığın din adına savunulacak tarafı yoktur.

    KABİR EHLİ ÖLÜ MÜDÜR YOKSA DİRİ Mİ? !

    Tasavvuf ehlinden bazı mülhid ve zındık kimseler Allah dostu evliya kimselerin ölmeyeceğini çünkü Allahın Kurandaki “şehitlere ölüler demeyin zira onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar”[18] ayetini kanıt gösterirler. Bu iddiaya üç yönden cevap veririz. Birincisi: Allah Azze ve Celle Peygamberleri için bile ölüm kelimesini kullanmış, onların öleceklerini, öldüklerini birçok ayette zikretmiştir. Örneğin; “Biz senden önce de hiçbir beşere ebedilik vermedik. Şimdi sen ölürsen sanki onlar ebedi mi kalacaklar.”[19] “Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi.[20] “Size gelen peygamberlerden bir kısmını yalanlarken, bir kısmını da öldürüyordunuz.”[21] “Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır.”[22] Hal böyleyken bütün mahlukat ölümlü olduğu ve peygamberler de öldüğü halde bu zavallılar kabirlerde kimlerle konuşuyorlar aceba? ! İlle de onlar ölmedi diyorlarsa, diri ve güçlü kuvvetli şifa veren evliyalarını niçin gömüyorlar toprağa? ! İkincisi: Şehitlere ölüler demeyin demek Allah onları diriltti ve cennet nimetlerini ikram etti demektir. Burada şehitliğe teşvik ve onun makamının övülmesinden başka, o şehitlerden yardım dileneceğine dair hiçbir anlayışa yer yoktur. Nice şehitler biliyoruz ki onlar da herkes gibi birer insandı ve olağanüstü kerametler göstermez, birilerine şifa ve bereket vermezlerdi. Hayatta iken insanların yardımına yetişemeyen, onlara rızık ve evlat veremeyen, hastalıklara şifa veremeyen aciz insan öldükten sonra da asla bunlara güç yetiremez. Bu inanışlar İslamın şiddetle reddettiği şirktir. Üçüncüsü: Şehit Allah yolunda öldürülen kimseye verilen isimdir. Oysa onların yardımını, şifasını, bereketini, şefaatını dilendikleri yatırların neredeyse hiçbirisi savaş yüzü görmemiş çilehanelerinde ömür tüketmiş, kaygısız kimselerdir. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak da cihattır lakin o sahte veliler kalpleriyle konuştukları için ya da gûyâ batınî ilim bildikleri için! kimse onların seviyesinde olamamış ve onların halinden bir şey anlamamıştır. İşte bu yüzden onlar kendilerinden istifade edilmeden ölmüşlerdir. Evliyalık demek falanca tarikatın şeyhi olmak, ölünce postu oğluna bırakmak, insanların dini hassasiyelerini istismar ederek saltanat kurmak demek değildir. Evliya Allah’ın emir ve yasaklarına riayet eden, din adına konuştuğu ve yaptığı her şeyi Kur’andan ve sahih sünnetten isbat eden,din kardeşlerinin hayrı için gecesini gündüzüne katan, gerekirse Allah için canını veren fedakar mü’minlerin vasfıdır. Bu vasıfları taşıyan her mü’min velidir, Allah dostudur ve onun hiçbir keramet göstermesi de gerekmez. Zira cennetle müjdelenen sahabelerin veya dört halifenin hangi kerametini biliyorsunuz.[23] Oysa post düşkünü riyakarlar adına uydurulan gûya kerametler saymakla bitmez. Abdullah ibn-î Mübarek der ki: Sünnet üzere yaşayıp ölerek Allah’ın huzuruna gitmek her Müslüman için bir keramettir (şeref ve seçkinliktir) . Türbelerde yatan kimselerin ölmediğine inanmak, onların ibadet ettiğine, savaşa gittiğine inanmak tamamen batıl ve asılsız hurafelerin dine bulaşmasından kaynaklanmaktadır. Bakarsınız ki bir türbenin kapısında su ibriği doldurulmuş, yanına havlu asılmış; ölü kalkıp abdest alsın diye! Oysa Allah Azze ve Celle Kur’anda Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘e hitaben “Ölüm sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”[24] buyurmaktadır. Yani ölüm geldiği andan itibaren ibadet imkanı yoktur, mükellefiyet sona ermiştir. Şu inanca bakın ki bir ölü üzerindeki yüzlerce kilo ağırlığındaki sandukanın altından kalkıp abdest uzuvlarını yıkayabiliyor! Oysa onu başkaları yıkayıp gömmüştü toprağa! Yok eğer ruhu çıkıyor, bedeni orada kalıyor ise ruhun abdest alması için su getirmek ne garip iştir. Yahut Uhud’da, Bedir’de şehit olan sahabelerden kalkıp abdest alır diye hangisinin başına su kabı bırakıldı. Bunlar bu meseledeki ayet ve hadisleri bilerek düşünen aklın kabul etmeyeceği yönlerden sadece birkaçı. Bu inanışların hiçbir ayete ve hadise dayanmadığını, tamamen aykırı ve safsata olduğunu bilseler tövbe etmezler mi aceba? Cehalet insana neler yaptırmaz ki? İlacın, sobanın, yüksekten düşmenin tehlikelerini bilmeyen bir çocuğu düşünün. Aklı ermemek veya öğrenmemiş olmak bilmeden birçok tehlikeye atıverir insanı. Bir de bu cehaleti körükleyen sapkın fırkalar, bu işten dünyalık elde eden mel’unlar hesaba katılırsa, dinini saf menbaından almamış, o menbaı hiç aramamış insanın hali nice olur.

    KABİRDE YATANDAN YARDIM İSTENİR Mİ?

    Yukarıda da izahı geçtiği üzere kabirde yatanın ruhunu Allah Azze ve Celle kabzetmiştir ve Allah kullarından hiçbirini yardımcı da edinmemiştir. Onlara yardım etme selahiyeti vermemiştir, üstelik bu inancı yermiştir. [25] Hal böyleyken bizler günde beş vakit, huzurunda iyyâke na’büdü ve iyyâke nesteıyn[26] yalnız sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz, dediğimiz Rabbimizi terk edip de falanca ölüden mi yardım isteyelim. Bakın Rabbimiz ne buyuruyor: ”Kendilerine bu kadar nimetler verildiği halde yine onlar, yardımlarını umarak Allah’tan başka ilahlar edindiler. Halbuki o ma’bud edindikleri putların onlara yardım etmeye asla güçleri yetmez. Bilakis onlar bu ma’budlar için yardıma hazır askerlerdir.”[27] Ø Şafi’ ismi ile şifa verici olan Rabbimizi bırakıp da falanca ölüden hastalığımıza şifa vermesini mi temenni edelim? Ø Nimetlerine muhtaç olduğumuz rızkımızı veren Rabbimizi terk edelim de bize ölüler mi bolluk versin ve bizi doyursun diye yalvaralım.[28] Ø Bu kadar şirkin ve küfrün içinde Rabbimizin gazabından korkmayalım da kendisine söz söylersek çarpılırız diye ölülerden mi korkalım.[29] Ölünün diriye hiçbir faydası ve zararı olmayacağını Allah Azze ve Celle şöyle bldirmektedir:” Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.[30] “Halbuki (putlar) ne onlara bir yardım edebilirler ne de kendilerine bir yardımları olur.” [31] “Allah'ın dışında taptıklarınızın ne size yardıma güçleri yeter ne de kendilerine yardım edebilirler.”[32] “Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah'ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” [33] “Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir velî (dost) olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.”[34] “(Böyle iken inkârcılar) Allah'ı bırakıp kendilerine ne fayda ne de zarar verebilen şeylere kulluk ediyorlar. İnkârcı da Rabbine karşı uğraşıp durmaktadır.” [35] Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar. De ki: 'Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.'[36] “El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O'dur. O'nun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır. O halde, yaratan (Allah) , yaratmayan (putlar) gibi olur mu? Hâla düşünmüyor musunuz? Allah'ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız. Hakikaten Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”[37] “Allah'ı bırakıp da taptıkları (putlar) , hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır. Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.”[38]

    YATIR VE TÜRBE ZİYARETLERİ SEVAP KAZANDIRIR MI?

    Rasululah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:“Kim üç mescidin dışında bir yere yükler bağlayıp (sevap kazanmak için) yola çıkarsa Muhammed’e indirileni (Kur’anı) inkar etmiştir. Bu üç mescid; Mescid-î Haram, (Mekke’de Kâ’be) Benim mescidim (Medine’de Mescid-î Nebevî) ve Mescid-î Aksa (Kudüs’te Beytü’l Makdis) ’ dir.[39] İşte bu sayılan mescitlerde kılınan namazların sevabının fazlalığı sebebiyle oraları ziyaret teşvik edilmiş ve bunun dışında sevap kazanmak maksadıyla bir ziyaretgâh (mescid dahi) şiddetle yasaklanmış ve bu fiilin Kur’anı inkar etmek demek olduğunu bildirmiştir. Çünkü Kur’an insanların şirk batağına düştüğü kutsal saydıkları ve putlaştırdıkları her yeri yasaklamıştır.

    DİRİNİN ÖLÜYE FAYDASI OLUR MU?

    Kabir ziyaretinde yardıma muhtaç olan –Allah katındaki derecesi ne olursa olsun- kabirde yatan kimsedir. O meyyit diri olan müslüman kardeşinin duasına muhtaçtır. Bu dua da ona nerde yapılsa müsavidir. Kabir ziyareti yapan kimse Allah’ım bu dünyadan göçmüş din kardeşlerimizin günah ve kusurlarını bağışla, onları kabir azabından, kabir sıkmasından koru, kabirlerine cennetten bir pencere aç, diye dua etmelidir. Zira Rasulullah böyle dua eder ve böyle yapılmasını tavsiye buyururdu. Enes b. Malik (r) ölünün defin işini tamamlayıp üzerindeki toprağını düzelttiği zaman ayağa kalkar sonra onun için şöyle dua ederdi: “ Ey Allah’ım kulun sana iade edildi. Ona şefkat gösterip merhamet et. Ey Allah’ım onun cisminden toprağı uzaklaştır. Ruhu için sema kapılarını aç. Onu güzel bir kabülle kabul et. Ey Allah’ım bu kulun ihsan sahibi ise, ihsanını kat kat eyle ve artır. Eğer hatalı ise, onun hatalarını bağışla ve onu affet.” [40] Ziyaret yapanın elde edeceği faydaya gelince; ölmüşleri düşünüp, kendi ölümünü hatırlaması ve bu durumdan ibret almasından ibarettir. Bunun dışında dirinin ölüden alacağı hiçbir fayda yoktur. Allah her dert için, her sıkıntı için, mesut ve mesrur bir hayat için ne güzel vekil ve ne güzel yardımcıdır. İnsanlar dinlerini, Kur’an ve pak sünnetten öğrenseler bu denli haddi aşmaları mümkün değildir. Hatta kabirleri de bu derece yükseltmez ve zengine, fakire, takva sahibine veya günahkar olana ayrı ayrı kabir inşa etmezlerdi. Rasulullah (S) yeryüzünden bir karış yüksek kabir yapmayı yasaklamasına rağmen, hepimiz görüyoruz ki camilere gelmeyen halk türbelere akın ediyor. Allah’a yalvarmadığı kadar ölülere yalvarıyor. Bakınız Allah (Azze ve Celle) Kitabımızda ne buyuruyor. “(Kâfirler) O'nu (Allah'ı) bırakıp, hiçbir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen ilahlar edindiler.”[41] Yine Cenâb-ı Hak bu hususta şöyle buyurmaktadır. “Yoksa kendilerini bize karşı savunacak birtakım ilâhları mı var? (O ilâh dedikleri şeyler) kendilerine bile yardım edecek güçte değildirler. Onlar bizden de alâka ve destek görmezler.” [42] “Onlar, kendilerine bir itibar ve kuvvet (vesilesi) olsun diye Allah'tan başka tanrılar edindiler. Hayır, hayır! (Taptıkları) , onların ibadetlerini tanımayacaklar ve onlara hasım olacaklar.”[43] “Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefaatçılar mı edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (Şefaatçı edineceksiniz) ? . De ki: Bütün şefâat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz. Allah, tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah'tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.[44]

    KABRİSTAN VE TÜRBELERDE NAMAZ KILINMAZ

    Kabirlere karşı namaz kılınmaz.[45] Türbelerde namaz için ayrılan kısımlarda da olsa kabristanı mescid edinmek asla caiz değildir.[46] Çünkü bir ölünün kabri başında namaz kılan bir kimse kalbini Allah’a bağlayamadan, zihni orada yatan ile meşgul namaz kılmaktadır. Bir de hayatta olmayan velilerden yardım isteme, onu vesile edinme[47], ona tevekkül etme gibi batıl inançların yaygın olduğu şu asrımızda, kabirlerde kılınan namazlar bilgisiz insanların amelidir ve başka insanların da dini yanlış anlamalarına sebep olmaktadır. Zaten türbeler, insanların cahilce tavaf ettiği, orada yatan kimseden yardım, şifa, şefaat talep ettiği, kurban kestiği şirk işlenen puthanelere çevrilmiştir. Son yıllarda, sünnet ettirilecek çocuğun, evlenenlerin, bir işe başlamadan önce memur, amir, tacir kimselerin dahi bereket umarak türbeleri ziyaret ettiğine, üzüntüyle şahit olmaktayız. Bu davranışlar Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) tebliğ ettiği islam dininde yasaklanan davranışlardır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi kabrinin dahi mescit edinilmesini yasaklamış ve şöyle buyurmuştur:”Allah’ın lâneti Yahudilerin ve Hrıstiyanların üzerine olsun. Onlar peygamberlerinin kabirelerini mescidler edindiler.”[48] Yine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “…Dikkat edin! Sizden evvelkiler peygamberlerinin ve aralarındaki iyi kimselerin kabirlerini birer mescid ediniyorlardı. Dikkat edin! Sakın kabirleri mescidler edinmeyin. Ben sizleri bundan kesin olarak men ediyorum,”[49] buyurmuştur. Türbelerde ve içerisinde kabir olan mescidlerde kılınacak namazlarda Allah’ın rızası gözetilmemektedir, kalp tamamen kabir ehli ile meşguldür, bu gibi yerlerde namaz kılan, etrafını tavaf eden, onlardan yardım uman kimseler için bakınız Allah (c.c.) ne buyuruyor. “Dikkat et, halis din Allah’ındır. O’nu bırakıp bir takım veliler edinenler, ”onlara, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz” derler. Allah (doğru yoldan) ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve inkarcı kimseyi hidayete erdirmez.”[50] İşte bu gibi ameller Kur’anda ve sünnette şiddetle yasaklanan, Allah’ın asla affetmeyeceği şirktir, putperestliktir, böyle bir durumdan Allah’a sığınırız. Şu an gelinen nokta açıkça gösteriyor ki duvarlarda asılı duran Kur’an bizim elimizden tutmuyor, bize kılavuzluk etmiyor. Kitabımız diyoruz lakin ondan habersiz yaşıyoruz, peygamberimiz diyoruz, onun gösterdiği yol ne taraftır bilmiyoruz. Bizim olduğu halde tanışmadığımız, ilgilenmediğimiz bir eşyamız var mı? Dinimiz bir eşyadan kıymetsiz mi, ebedi hayatımız ve biz bir eşya kadar değere sahip değimliyiz ki kıymetimizi bilmiyoruz? İşte bu sual yolun başlangıç noktasıdır. Kendisine doğru cevabı verebilen yolun sonunu hayırla bulur inşaallah. Bu yol sırat-ı müstekıym yoludur. Bu yol hakiki kılavuza uyanların ebedi rahatına ilerlediği dosdoğru istikamet yoludur. Aziz Kardeşim, Muhammed (sallallahu aleyhi ve selem) ’in karşısına çıkıp da siz cehenneme, biz cennete gideceğiz diyen müşriklerin halini bir düşünün. Onlar bile şirk içerisinde olmalarına, Allah’ın peygamberi ile savaşmalarına rağmen cennete gideceklerini sanıyorlar. Şeytanın aldatması bizi zararda bırakmasın. Eyvah demeden, fırsat varken, ahiretten köşk almanın, ateşin etrafına set çekip hem kendimizi, hem de çoluk çocuğumuzu korumanın yollarını arayalım. Dedelerimiz, babalarımız bilmiyor muydu sen bunları nerden uyduruyorsun diyen, bu sözlerle peygamberi yalanlayan müşriklerin hali gibi hakikati yanlış ölçülerle tartmayalım. İman ettik dediğimiz Kitabımız ve Nebîmiz ne derse o olsun. Fakat bize ayeti ve hadisi getirenin de bir hilesi bu işe karışmasın. İki kilo elmayı alırken nasıl teraziye bakıyorsan, din adına bir sözü duyduğunda da Kur’ana ve sünnete bakmalısın. Kısa dünya hayatında kullanacağın bir metaın, iyisini ucuza almak için nasıl araştırıyorsan, ebedi rahatını temin edecek doğru yolun işaret levhalarını da öyle araştırmalısın. İşte bu meseledeki sözlerimiz görücüye açık, saf menbaın zerreleridir. De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine O'na ortak koşarsınız. De ki: 'Allah'ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter.' Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Kur'an hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: Ben size vekil (kefil) değilim. Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz. [51] “Allah'ı bırakıp da taptıkları (putlar) , hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır. Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.”[52] Asra yemin ederim ki; İnsan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.[53]

    VE SELAMÜN ALEL MÜRSELİN VE’L HAMDÜ LİLLAHİ RABBİ’L ALEMİN

  • tevhid29.09.2006 - 22:17

    CENNET KAPISINI MAYMUNCUK AÇMAZ TEVHİDİ ÖĞRENİN
    BÜTÜN PEYGAMBERLERİN ORTAK MESAJI TEVHİD




    Lâ İlahe İllallah demekle iman tamam
    oldu mu dersiniz? İnanılması gereken ve inanılmaması gereken nedir? Ebedî
    hayatın önemi varsa sizin için, tevhidi iyi öğrenin, ona şirk bulaştırmayın.
    Müşriklerin hepsi Allah'ı bilir ve O'na imanı vardır, fakat imanının yanısıra
    inancındaki şirke bu şirk değildir diyerek, ilahları artırır.Nitekim Zümer
    suresinde (Ayet 3) Allah onların kendilerini nasıl savunduklarını bize haber
    verir. 'Allah'tan başka veliler edinenler, (derler ki :) Biz
    onlara bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye (onların önünde) ibadet
    ediyoruz...' derler



    Ahiretinizin sermayesine şirk faizini bulaştırmayın,
    bu artış zahirde fazla kâr gibi gözükse de tüm bereketi alır götürür.



    Gelin tevhidi öğrenelim, bilerek tasdik
    edelim, şirki tanıyalım, hem ondan sakınmayı hem mücadele etmeyi hayatımızın
    birinci gayesi edinelim.



    TEVHİD

    Lâ ilâhe illallah İslam dininin temelini oluşturan tevhid sözüdür. Tevhid birleme demektir. Allah'ı Rablığında, İlahlığında, İsim ve sıfatlarında bir kabul etmek mü’min olabilmenin gereğidir. Bu birlemenin kaçınılmaz rüknü bütün bâtıl rab ve ilahları inkar etmektir. Kelime-i tevhid iki cümledir ve iki yönü vardır, birisi inkar diğeri isbat. Tevhid sözü önce inkarla başlar, şöyle ki: La ilahe, hiçbir ilah yoktur, hiçbir ilahı ve rabbı kabul etmiyorum demektir. Ondan sonra gelen cümle 'İllallah' ancak Allah müstesna, demektir. Bu cümle de isbat yani kabul ve tasdik etme cümlesidir. Böylelikle kelime-i tevhid “Allah'tan başka bütün (sahte) ilah ve rabları inkar ediyor ancak Allah'ı tasdik ediyorum” demektir.

    Kul “inkar ediyorum” dediği sahte ilahların ne olduğunu bilmezse, gerçekten onları reddetmiş olamaz. “Kabul ediyorum” dediği ilahı da tanımazsa O'nu da layıkıyla birleyemez.

    Tevhid aslen iki rükünden oluşmaktadır. Bunlar Rububiyyet ve Uluhiyyet tevhididir. Bu iki rüknün içeriği Allah'ın isim ve sıfatlarıdır. Konunun layıkıyla anlaşılması için isim ve sıfatlar da bir rükün olarak ilave edilmiştir. Bununla ilgili izah ilgili bölümde gelecektir.

    Bu üç rükünden oluşan birleme gerçekleşmeden, kul şirkten ve küfürden arınmış muvahhid bir mü'min olamaz. Bu üç rüknü özlüce tanıyalım.

    Rabb Olarak Allah Birdir Ortağı Yoktur (Rubûbiyyet Tevhidi)
    Yeryüzünde insanları başıboş bırakmayıp elçiler görevlendiren, yaratılmanın gayesini ve hayatın bilinmezlerini öğreten Rabbimiz, üzerinde yaşadığımız yerin, sapasağlam ve kusursuz gök kubbenin, gördüğümüz ve görmediğimiz, çeşitlerini saymaya güç yetiremeyeceğimiz bütün canlı ve cansız varlıkların yaratıcısıdır. Her nefsin hayatı, ölümü ve yeniden diriltilmesi her şeyin hükmü elinde olan, rahmeti ve adaletiyle cenneti ve cehennemi dolduran, din gününün, ebedi hayatın sahibi Allah ne yücedir. Yarattıklarını rızıklandırmak, idare etmek ona zor gelmez. Bir eşi, benzeri ve yardımcısı da yoktur. Yarattıklarının hayatını tanzim etmek onun emrine aykırı olamaz. Çünkü bütün kainatın yaratıcısı kendisinden başka Rabb olmayan Allah göklerde emir sahibi olduğu gibi insanın yaşadığı yeryüzünde de emir sahibidir. Bütün emir sahipleri onun emrine itaat etmedikçe azabı hak etmişlerdir.[1] Kendisini rahmet ve ihsan sahibi, bağışlayan tek Rabb olarak birlemeyi bize nasip eden Allah’a hamd olsun.

    (Resûlüm!) De ki: 'Göklerin ve yerin Rabbi kimdir? ' De ki: 'Allah'tır.' O halde de ki: 'O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz? ' De ki: 'Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu? ' Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.[2]

    Görüldüğü gibi Allah'ı Rabb olarak kabul etmek tevhidin birinci basamağıdır ve tek başına yeterli değildir. Bunun örneği Ebu Cehl ve avanesinin Allah'ı Rabb olarak kabul ettikleri halde kendilerinden bu inançlarının şirkten kurtaran iman olarak kabul edilmeyişidir. Allah Kur'an-ı Kerim'de bize onların şirklerini öğretmiştir.

    (Resûlüm!) De ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım) , bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?

    'Allah'a aittir' diyecekler. Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız! de.

    Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş'ın Rabbi kimdir? diye sor.

    '(Bunlar da) Allah'ındır' diyecekler. Şu halde siz Allah'tan korkmaz mısınız! De

    Eğer biliyorsanız (söyleyin) , her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir? diye sor.

    '(Bunların hepsi) Allah'ındır' diyecekler. Öyle ise nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz?

    Doğrusu biz onlara gerçeği getirdik; onlar ise hakikaten yalancılardır.[3]

    İlâh Olarak Allah Birdir Ortağı Yoktur (Ulûhiyyet Tevhidi)
    Gökteki İlâh da, yerdeki İlâh da O'dur. O, hakîmdir, her şeyi bilendir.[4]

    Senden önce hiçbir resûl göndermedik ki ona: 'Benden başka İlâh yoktur; şu halde bana kulluk edin' diye vahyetmiş olmayalım.[5]

    İnsanları ve cinleri kendisine kulluk etmelerinden başka bir şey için yaratmadığını, dünyada istifade edilen bütün nimetlerin, sonu ölümle biten bütün hayatların, kendisine şirk koşmadan kulluk edenle etmeyeni birbirinden ayırdetme maksadına hizmet ettiğini, elçileri vasıtasıyla bildiren Allah'ın şânı ne yücedir. Tevhidin özü ulûhiyyet –tek ilah olma hususiyeti- Allah'a mahsustur. İmtihanın maksadı gereği iman etmek ve ubudiyet O tek ilaha mahsustur. Kendisine sığınılan, yardım dilenilen, ta'zim ve tesbih ile önünde secde edilen, hükmüne razı olunan Allah'a hamd olsun. O'ndan başka rızasına muhtaç olunan, O'ndan başka hoşnut edilmeye layık, O'ndan başka kayıtsız-şartsız itaat mercii, O'ndan başka hâmîliğine sığınılacak, O'ndan başka dünya ve ahirette tasarruf sahibi yoktur. Ondan başka af ve mağfiret istenecek, O'ndan başka gazabından korkulacak, yoktur. Ondan başka yeyüzünün huzurunu adaletle temin edici kanunlar vaz edecek ilah yoktur. O’nun kanunlarını iptal edip kendi hükmünü icraya kalkışan tağutlar ve onların tabiileri Rabb olarak Allah'a iman etseler de onun nizamına düşman oldukları sürece müşrik olmaktan kurtulamayacaklardır. Çünkü Allah kullarından tevhidi istemiştir. Müşrikler ise Allah'ı kısmen kabul etmiş menfaat zannederek başkalarını da Allah'a ortak etmişlerdir.

    İsim ve Sıfatlarında Allah Birdir Ortağı Yoktur (İsim ve Sıfat Tevhidi)
    Tevhidin üçüncü rüknü diyebileceğimiz bu tevhid aslında bazısı ilahlığın isim ve sıfatı, bazısı rablığın isim ve sıfatıdır. İsim ve sıfatlardan soyutlanmış ne ilahlık ne de rablık olmayacağı gayet açıktır. Lakin ilah ve rab olarak Allah'ı birlediğini söyleyen birçok insan bu sıfatlardan bazısında Allah'a eşler edinmekte, -bu davranış kulu müşrik edeceği halde- ilah ve rab olarak Allah'ı kabul ettim demeyi mü'min kalmak için yeterli görmektedir. Bu tehlikeden hususiyetle sakındırma gayesiyle ayrı bir başlık altında ele alınan isim-sıfat tevhidi aslında uluhiyetin ve rububiyetin muhtevasıdır. Yoksa Allah'ın ilah ve rablığının gereği olan bütün sıfatlarıyla kabul edilmesinden sonra üçüncü bir rükün daha ihdas etmiş değiliz.

    Kur'an ve sahih sünnette vârid olan isim ve sıfatların hepsinde Allah'ı birlemekle, tevhidin bütünü tamamlanmış olur.[6]

    Hiçbir isim veya sıfatında Allah'ın ortağı veya nazîri yoktur. O'nun isim ve sıfatları zatıyla kaim ve ezelidir, hiçbirisi muhdes[7] değildir, O Kadîm'dir.

    İnsanlardan çoğunun gerek kendisini gerek bir başkasını Allah'a ortak ettiği nice durumlar mevcuttur. Bilgisizlikle veya bilenleri bile şaşırtacak deccallikle yeryüzünde şirki devam ettiren ve ebedi cehenneme yârân-ı ateş biriktiren ins ve cin şeytanlarının hangi gediklerden kaleye girdiğini bilmedikçe tedbir almak mümkün değildir. Kalp kalesinin işgalini engellemek için açık gediğin nerede olduğu bulunmalı, sonra da oranın nasıl kapatılacağı bilinmelidir. Yani her iş gibi ebedi cenneti kazanma ve cehennemden sakınma işi de bilmeden olmuyor.

    Şeytanın ilham ve vesveseleri ile veya menfaatçi yardakçıların şişirmesiyle kendisini Allah dostu zanneden, insanların kendisini yüceltmesini, rabıta etmesini, tevekkül etmesini, korkmasını, fayda ummasını, şifa beklemesini memnuniyetle karşılayan nice deccaller vardır ki bir kulun Allah’a has kılması gereken bu hususiyetlerde Allah'a karşı boy göstererek kendilerini Allah'a ortak saymışlardır. Onların bu ortaklığını onlara uyarak tasdik edenler de, onları Allah'a ortak etmişlerdir. Birçok hususta Allah'a ortak koşmakla bir tek hususta Allah'a ortak koşmak arasında kulun müşrik olması açısından bir fark yoktur. Bu durum Allah'ın bir hükmünü inkar edenle birçok hükmünü inkar edenin durumu gibidir. Her ikisi de ebedi cehennem ehlidir fakat birisi şirki çoğaltmakla sadece ebedi cehennemdeki ateşinin derecesini artırmış olur.

    İsim ve sıfatlarında Allah'ın birlenmesinin gerekliliğini işlerken, O'na ortak koşmada yaygın olan şirklerden birkaç örnek de zikredelim.

    Allah her şeyi işiten ve görendir, hiç kimse O'nun gibi işiten ve gören değildir. Cinlerin işitme ve görme istidadı bellidir, kendisi için gaib olanı ne işitebilir, ne görebilir. İnsanların işitme ve görme istidadı bellidir, kendisi için gaib olanı ne işitebilir, ne görebilir.

    Allah her şeyi bilendir, insan ve cinler buna muktedir değildir. Nitekim Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) '…ben gaybı bilmem' buyurmuş ve Allah bunu te'yid etmiştir. [8] Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir keresinde yere düşmüş bir hurma gördü de “onun sadaka malından olmadığını bileydim muhakkak onu yerdim” buyurdu.[9] Yani o hurmanın sadaka malı olup olmadığını bilemedi. Şu çarpıcı örnekle öldükten sonra da Muhammed (aleyhisselam) ın bile olan biten olaylardan ve kulların durumundan haberdar olmadığını isbat edelim. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Havz başına sahabilerimden bir takım adamlar gelecekler de hav’dan uzaklaştırılıp kovulacaklardır. Ben de: “Ya Rab! Onlar benim sahabilerimdir” derim. Bana: Senin ardından onların dinde çıkardıkları bid’atlar hakkında senin hiçbir bilgin yoktur. Onlar arkalarına dönüp gerisin geri dinden çıkmış kimselerdir, buyurur.[10]

    Hadis-i şerifte açıkça belirtildiği üzere Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinin vefatından sonra dinden çıkmış kimselerin durumunu bilmediği için onları savunmaya çalışacak fakat bunu yapamayacaktır. Kabirde bulunduğu halde yaşayanlardan haberdar olduğu söylenen kimseler Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) den daha üstün vasıflara mı sahip olmuşlar!

    Allah Şafî'dir. Ondan başka insan ve cinden hiç kimse şifa verici değildir. Doktorun tedavisi, ilaç terkibi sadece sebep olabilir mutlak iyileştirici değildir, Allah şifa verecekse ilaç sebeptir, şifayı veren Allah'tır. Nitekim nice doktorlar tedavi ettikleri hastalıklardan kendilerini kurtaramamış ve ölmüşlerdir. Nice ilaçlar hastalıkları azdırmış, nice hastalar ilaçsız şifa bulmuşlardır. Kul derdinin devasını elbette meşru yollardan arayacak sebeplere sarılacaktır, fakat kalbini Allah’tan gayrı kimseye bağlamadan şifayı Allah'tan istemelidir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bedenine, kulağına, gözüne afiyeti Allah'tan isterdi ve sonra derdi ki “Senden başka ilah yoktur.” Yani şifayı, afiyeti ancak bir ilah verebilir, O da ancak Allah'tır. Hal böyleyken şifa için gidilen ziyaret yerlerine, hastahaneler gibi dolup taşan kabirlere ne demeli! Onlar maalesef Rasûlullah'ın Rabbinden istediği şifayı istememektedir ve Rasulullahın yolu üzere değillerdir. Allah da kendisinden başkasını şifa verici kabul edenleri yalvardıkları şeye havale etmekte veya imtihanını daha da ağırlaştırarak, ona şifayı verip Kendisini tamamen unutturmaktadır. Şöyle ki bir kabire şifa için giden kimseye Allah şifa verdiği halde o hasta kabir sahibinden dolayı iyileştiğini zannetmekte ve bu şirkin tellallığını yaparak başkalarını da o kabre teşvik etmektedir. Bundan büyük musibet olur mu?

    Eyyub aleyhisselamı düşünün. Hastalığına kendisi bir peygamber olduğu halde şifa veremedi. Ellerini açtı ve Rabbine kimseyi aracı etmeksizin yalvardı ki Rabbine yalvarmayı bilene Allah'ın icabet edeceğini kullar öğrensin diye de Allah ona iyilikler verdi. Onun duasını Kur’andan öğreniyoruz: “Eyyub'u da (an) . Hani Rabbine: 'Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin' diye niyaz etmişti. Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.”[11]

    Halbuki bugün Eyyub peygamberin şifa olamadığı nice hastalıklar için bir başka Eyyub’un kabrine akın akın gidilmekte! İstanbul’da Peygamberimizin sahabisi Ebu Eyyub El-Ensarî’nin türbesinden istenmedik belki bir otobüs bileti ya da bir uzay mekiği kalmıştır. Felçli hastalar mı dersiniz, çocuğu olmayanlar mı dersiniz, üniversite imtihanına girecek öğrenciler mi dersiniz, Allah'a söyle dualarımızı kabul etsin diye ricacı gönderenler mi dersiniz! Heyhat! Ebû Eyyub el-Ensarî radıyallahu anh İstanbulu fethetmek için seferin meşakkatlerini çeken, savaşın zorluklarını göze alarak gelen İslam ordusunun bir neferiydi ve savaş başlamadan önce hastalandı ve kendi hastalığına bir şifa olamadı da orada vefat etti. Allah ona da bize de rahmet etsin.

    Hayy (diri ve ölmeyen) , sadece Allah'tır insanlar ve cinler ise ölürler. Onlardan evliya saydıkları bazı kimselerin gömüldükten sonra bile ölmediğine inanmak cahiliyye inançlarındandır.

    O Habîr'dir var olan her şeyin dış bilgisi O'na açık olduğu gibi iç bilgisi de O'na açıktır. Sinelerin özünü kalplerden geçeni bilmektedir. Kendisine iltimas olunmayacağı halde, “ben de bâtın ilmi var, benim kalp gözüm açık sizin kalbinizden geçen her şeyi bilirim” diyenin nasıl da Allah'a ortaklığa soyunduğuna bir bakın ve ona inanmanın kulu ne de kolay müşrik edeceğini görün. Ne cinler ne insanlar kalplerde olanı kesin bilgiyle bilemezler, bazen zan ile tahmin ederler, bazen teva***** olur. Kalpte olanı bilmek şöyle dursun, ruh bedenden çıkıp gitse, kişi ölse, bu ölüme bizzat insan veya cin şahit olmamışsa veya şahit olandan haber almamışsa gayb olarak bunu bile bilmezler. Nitekim Süleyman (aleyhi's Selam) öldüğünde onun emrinde çalışan cinler onun öldüğünü dahi bilemediler. Kaldı ki kalbin durduğunu bilemeyen cinler kalpten geçeni nasıl bilsinler? ! Allah buyurdu ki: 'Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki (o ölmüş) , cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmaz(çalışmaz) lardı.[12]

    Allah'ın yüce peygamberi İbrahim aleyhisselam’a iki misafir gelmişti de İbrahim bunlar yabancılar demişti ve onlara ikram ettikten sonra onların kim olduklarını ve ne maksatla geldiklerini bilmediği için korkmaya başlamıştı.[13] Kendisine bir erkek çocuğu müjdelemek için gelen iki elçinin melek olduklarını bilemedi ve onların hangi haberle geldiğini de kalplerinden geçeni de. Vah gaybı bilirim, kalpleri bilirim diye tellal gezdiren deccallere, kendisini Halilullah olan İbrahim’den üstün görenlere ve onlara inananlara!

    Allah Kahhâr olandır. Dilediği şekilde kahredicidir. Musibetle, hastalıkla, azalardan noksanlıkla, acı ve ıztırapla dilediğini kahreder. O'nun kahrından ve gazabından yine O'nun rahmetine ve mağfiretine sığınırız. Hiçbir insan veya cin dilediği kulu kahredici değildir. Falanca adam hakkında kötü söylersen veya onu ta'zim etmez, yüceliğini reddedersen başına bir sıkıntı gelir, bir belaya düçar olursun diyen kimsenin şirk çığırtkanlığı ne kadar da açık ve ona aldanıp bir kulu Kahhâr zannetmek ne kolay bir şirk yolu. İbrahim aleyhisselam kavminin putlarını kırdığında başına bir kötülük gelecek demişlerdi de hani İbrahim ben Allah'tan başkasından korkmam demişti.[14]

    Allah Kâdir'dir. Hiçbir şeyin kendisini aciz bırakamayacağı, her şeye de güç yetirendir. İnsanlardan ve cinlerden hiçbirinin böyle bir kudreti yoktur, nitekim yeryüzündeki kargaşa insan ve cinlerin elindeki küçücük gücün eseridir. Şayet onlardan birinin elinde kudret bulunsa dünyaya tek başına hakim olmak isterdi.

    Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.[15]

    “Falanca kimse dilese şu topluluğu helak eder de etmiyor, bir işaretiyle yeri sallar da yapmıyor, ona kimse bir şey yapamaz” gibi basit fakat tehlikeli cümleleri kullanan cahil insanlar asla bu sözlerinde şirk bulunduğunu zannetmiyorlar. Halbuki bir insanın da Allah gibi Kâdir olduğunu ikrar ediyor, hem de hiçbir delile dayanmayan bu sözüyle tevhidini iptal ettiğini bile kabul etmeyerek!

    O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.[16]

    İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır.

    Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.[17]

    Allah müminlerin velisidir Mevlâ'sıdır. Kendisine sığınılan, yardımı umulan ve koruması altına girilen sahiptir. 'Ente Mevlânâ' Sen bizim Mevlamızsın 'Fensurnâ' bize yardım et, derken himayesine korumasına sığındığımız, yardımını dilendiğimiz sahibimiz Allah ne yücedir. Ya insanlara ve cinlere el açıp divan duran, onlara sığınan ve 'Mevlânâ fensurnâ' diyenler Allah'a eş Mevlalar mı buldular, kimi sahip bildiler, kim onları kollayıp gözetecek?

    O (Allah) yaptıklarından sorguya çekilmez, oysa ki onlar (kullar) hesaba çekilirler.[18] “Şeriata muhalif olanı yapsa dahi hesaba çekilmemeli, bu âdâba aykırıdır, onun bir bildiği vardır”, denilen kimseleri bu haliyle Allah'a denk tutmuyorlar mı? Zira kendileri hesaba çekilecekler o ise hesaba çekilmeyecekmiş!

    Allah Muîn’dir, kendisine istiâne ve istiğâse edi len, Muğîs'tir. Darda kalanın, yardım isteyenin yardımına koşandır. Muğîs, ğavs kelimesi ile eş anlamlıdır.[19] Hiçbir insan veya cin ne ölüsü ne dirisi Ğavs veya Muğîs değildir. Günde beş vakit farz namazının her rekatında Fatiha'yı okuyan, 'iyyâke na'budu ve iyyake nesteıyn' (yalnız Sana ibadet eder ve ancak Sen'den yardım dileriz) diyen bir kul nasıl olur da Allah'ı bırakıp bir başkasından yardım ister, nasıl olur da Allah'ın güç yetirebileceği bir işe başkasını ehil ve selahiyetli görür? İslamda hiçbir delili bulunmayan bu inanışı nasıl alır da bağrına basar? Yardıma yetişenlerin en yücesi Ğavs-ı A'zam diye bir ismi ölmüş bir insana nasıl nisbet eder de Allah'ı unutur? Bu insan yardıma yetişenlerin en yücesi olunca kendisine muhtaç olunan ilah makamına geçmez mi? Halbuki bu makam Allah'ın makamı değil mi? Bu makamda Allah'a ortak edilen bir insanın varlığına inanmak kulu müşrik etmeyecekse Allah'ı ne ile birleyip yalnız onu ilah kabul edeceğiz? Bu nasıl tevhiddir ki birilerinin çiftliğine dönmüştür!

    Eğer onları çağırırsanız, sizin çağırmanızı işitmezler. Faraza işitseler bile, size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin ortak koşmanızı reddederler. (Bu gerçeği) sana, her şeyden haberi olan (Allah) gibi hiç kimse haber veremez.[20]

    Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 'ın öğrettiği İslam dininde delili bulunmayan, sahabenin dahi bilmediği bu çirkin inançları İslam’a bulaştıranlara Allah layıkıyla muamele etsin.

    '(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah ile birlikte başka bir ilah mı var? Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz! '[21]

    (O gün) her ümmetten bir şahit çıkarır, (kâfirlere) : Kesin delilinizi getirin! deriz. O zaman bilirler ki hakikat Allah'a aittir ve uydura geldikleri şeyler (putlar) da kendilerinden ayrılıp kaybolmuşlardır.[22]

    Allah Muhyî ve Mumît (dirilten ve öldüren) dir. …

    Allah Müdebbir'dir. İşleri sonucu güzel olacak şekilde evirip çeviren, idare edendir. Hiçbir insan veya cinni kendisine ortak edinmemiştir. Halbuki kutup(!) lardan bir kısmının dünya işlerini evirip çevirdiğine, savaş ve barışın, hastalıkların bile onlar eliyle olduğuna, üçsüz-yedisiz hiçbir işin yürümediğine inanan kimseler bahsettikleri kutup(!) ları Müdebbir saymış ve müşrik olmuşlardır. Allah'ın işlerinden el atmadıkları daha ne kaldı ve ortak koşmadıkları kaç sıfat bıraktılar? Onların şirkinden ve gittikleri karanlık yoldan Allah'a sığınırız.

    Unutma o günü ki- onları hep birden toplayacağız; sonra da, Allah'a ortak koşanlara: Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız? diyeceğiz. Sonra onların mazeretleri, 'Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık! ' demekten başka bir şey olmadı. Gör ki, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler ve (ilah diye) uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti! [23]

    “Hûd dedi ki: “Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? ..[24]

    Allah Mukît'tir, Rezzâk'tır. Her canlıya takdir ettiği yaşama süresince azıklarını, rızıklarını verendir.[25] Hiçbir insan ve cin rızkın maliki ve bereket vericisi değildir. İnsanların himmetiyle rızıklandıklarına, bereketlendiklerine, o dilerse rızıktan mahrum kalacaklarına inananların bu inancı, nimetin asıl sahibine nankörce ve sahte ilahları yücelten batıl bir davranıştır.

    “Allah size verdiği rızkı kesiverse, size rızık verebilecek olan kimdir? Hayır, onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar.”[26]

    Bereketi şeyhinin himmetinde veya efendi babasının koyun cebinde zannedenler bilsinler ki; Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabı Mekke'de boykot edildiklerinde ağaç yapraklarını ve yerdeki otları yemek zorunda kalmışlardı da 3 yıl bu çile devam etmişti. Muvahhid müslümanlar yardımı Allah'tan isteyip sabrederken, bolluk Ebu Cehl tarafındaydı, müşriklerin tandırları yanıyor, kazanları kaynıyordu. Ellerinin altındaki bolluk onları daha da şımartmış ve bu rahatlık onları davalarında haklı zannetmeye götürmüştü. Kendilerine bir hayır isabet etse sahte ilahlarının lütfu, himmeti olarak görür Allah da bizden yana derlerdi. Medine'de bile Aişe (r.a) çoğu zaman yiyeceğimiz şu iki siyah (su ve hurma) dır diyordu. Yiyeceğin yokluğundan nafile oruca niyet ediyorlar, yiyeceği bulunca oruçlarını bozuyorlardı. Hal böyleyken Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bile kendilerinin rızkını veremiyor Allah'tan istiyordu. Bu samimi müminlere ne bir gün ölmüş olan İbrahim aleyhisselam bir öğle yemeği ısmarladı! ne de ölmez dedikleri Hızır aleyhisselam geçmiş olsun demeye gelmedi! Hayatın gerçekliği, peygamberin bir masal kahramanı olmasına mani idi çünkü Allah her şeyi bir sebep ile yaratmaktaydı ve sebepler için de kurallar yaratmıştı.

    HÜLÂSA
    Rububiyyet ve uluhiyyet tevhidinin muhtevasını oluşturan isim ve sıfatların tamamında Allah'ı birledikten sonra kul, Lâ ilâhe illallah sözünün sahibidir ve cennetin anahtarını eline almıştır. Bundan sonra o anahtara iyi sahip olmak, onun yukarıda bahsi geçen üç dişinden hiçbirini bozmamak gerekir. Çünkü tevhid bu üç dişiyle[27] cennetin ahahtarıdır. Bununla birlikte Muhammedun Rasulullah sözünün gerçekliği, bu sözü söyleyen kimsenin kalben onun (S) tebliğ ettiği şeriata inanması ve hayatına uyarlaması ile isbat edilir. Mü'min kul mükellef olduğu şeriata göre yaşayışıyla kendisini cehennemden korumuş olur. Faziletli amellerle de cennette yüksek dereceler elde eder.

    Allah azze ve celle bizlere kendisini tevhid, ta'zim ve tesbih eden muvahhid kulları gibi inanarak yaşamayı, müşriklerden, kafirlerden, münafıklardan teberrî edip, peygamberlerin, şehitlerin ve sıddîkların derecelerine yükselecek amelleri işleyerek ölmeyi nasib etsin. (Amin)

    [1] Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir! A’raf Suresi (Ayet 54)

    [2] Ra’d 16

    [3] Mü'minun Suresi 84-90

    [4] Zuhruf 84.

    [5] Enbiya 25

    [6] En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır. Araf Suresi (Ayet 180)

    Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O'na mahsustur. TA HA Suresi (Ayet 8)

    [7] Muhdes sonradan olmuş manasında bir kelimedir.

    [8]

    [9] Buhari (ter.1904)

    [10] Buhari (ter.6481)

    [11] Enbiya Sûresi 83,84

    [12] Sebe Suresi 14

    Cinler Süleyman aleyhis Selam'a istemeyerek de olsa boyun eğmiş ve emrinde çalışmaktaydı. Süleyman öldüğünde değneğine yaslanmış olarak ayaktaydı ve cinler onun yaşadığını zannederek çalışmaya devam ettiler. Ta ki yaslandığı değnek, bir ağaç kurdunun çürüttüğü yerden kırılıp, Süleyman yere yıkılıncaya kadar çalıştılar. İşte o zaman çalışmayı bıraktılar. Allah bu ayetle cinlerin gaybı bildiğine inananların inancını çürütmüş, reddetmiştir. Hal böyle olunca cinlerin bilmediği haberi, kendisine cinlerin haber getireceği kimse de bilemez.

    [13] Zariyat Suresi 24-28

    [14] En’am Sûresi 80,81

    [15] Enbiya 22

    [16] Haşr 23

    [17] Bakara 165

    [18] Enbiya Suresi 23

    [19] İbn-i Kayyim el-Cevziyye der ki “O, bütün mahlukatı için “Muğîs’tir” (yardıma koşan) ’dır. Esma’ül Hüsnâ (Tercüme Karınca Yayınları Sf. 634)

    [20] Fatır 14

    [21] Neml Suresi 62

    [22] Kasas 75

    [23] En'am Suresi 22,23,24

    [24] A’raf Suresi 71

    [25] Zariyat 58

    [26] Mülk Suresi 21

    [27] Rububiyyet tevhidi, uluhiyyet tevhidi, isim ve sıfat tevhidi.

  • çingene29.09.2006 - 19:54

    ırkçı deyilim ama çingeneler sanki geneli için konuşulacak tek millet
    ben çingenelerin düzgün bir işte çalıştıklarını görmedim
    yani bir sanatkarı sanayiciyi esnafı doktoru hakimi vs. görmedim
    onların işi vur patlasın çal oynasın
    ama önemli olan nasıl kazandıkları
    çok az bir kısmı çalgıcı ve şarkıcıdır geri kalanların hepsi ya hırsızlıkla
    yada yasal olmayan işler yaparlar
    bu yüzden bir kısmı sürekli hapistedir
    dindar olanları nadirdir
    erkeklerin yaklaşık hepsi içki içer
    halkla ilişkileri çok zayıftır
    çünkü mal ve hizmetin karşılığını tam vermezler
    kısacası çingeneler türkiyenin kenesidir