Hüznün kokusu bilirim siner odanıza da, inkisârınızı bir gözyaşına emanet edersiniz.. Melekler ağlar mı bilmem..? Lakin biz sessiz akan yaşlarınızın gölgesini hiç terketmedik..
Kapayın gözlerinizi..Leylak kokuları ile ruha yükselen nağmeleri dinleyelim beraber..
sa benim acilen tevhid asigiyla yazismam lazim.O kimseden ya- helallik yada bir mevzuuda rizasini almam lazim zira ben - tevhid asigina ait bazi yazilari müslümanlarin istifade etmesi icin- muvahhid bir sitede yayinladim ve altinada tevhid asigindan alintidir- yazdim ve müslümanlarcada ziyadesiyle istifade edildi. ve lakin- bir süre sonra bu yazinin altina benim nik im yazildi. önce elimde olmadan sonra bazi neden lerden dolayi göz yumdugum- Bu durumdan rahatsizim derhal görüsme talep ediyorum. sa.
İmanın şirksiz hali. Şirkin olmadığı hal. Allahın insanların yakıştırdığı bütün sıfatlardan münezzeh olduğunu, Allaha ait hiçbir yetkinin ya da zati sıfatın yaratılmış hiçkimseye yakıştırılamayacağı hal... Allahtan başkasına dua etmekten, Allahtan başka hiçkimsenin mutlak olarak hükmetmediğine inanmak, Allahtan gayri şefaatçinin/kayırıcının olamayacağına inanmak... Doğru yolun Ancak Allahtan geleceğini, Allaha tam teslimiyetin olduğu hal... Tevhid.
CENNET KAPISINI MAYMUNCUK AÇMAZ TEVHİDİ ÖĞRENİN BÜTÜN PEYGAMBERLERİN ORTAK MESAJI TEVHİD
Lâ İlahe İllallah demekle iman tamam oldu mu dersiniz? İnanılması gereken ve inanılmaması gereken nedir? Ebedî hayatın önemi varsa sizin için, tevhidi iyi öğrenin, ona şirk bulaştırmayın. Müşriklerin hepsi Allah'ı bilir ve O'na imanı vardır, fakat imanının yanısıra inancındaki şirke bu şirk değildir diyerek, ilahları artırır.Nitekim Zümer suresinde (Ayet 3) Allah onların kendilerini nasıl savunduklarını bize haber verir. 'Allah'tan başka veliler edinenler, (derler ki :) Biz onlara bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye (onların önünde) ibadet ediyoruz...' derler
Ahiretinizin sermayesine şirk faizini bulaştırmayın, bu artış zahirde fazla kâr gibi gözükse de tüm bereketi alır götürür.
Gelin tevhidi öğrenelim, bilerek tasdik edelim, şirki tanıyalım, hem ondan sakınmayı hem mücadele etmeyi hayatımızın birinci gayesi edinelim.
TEVHİD
Lâ ilâhe illallah İslam dininin temelini oluşturan tevhid sözüdür. Tevhid birleme demektir. Allah'ı Rablığında, İlahlığında, İsim ve sıfatlarında bir kabul etmek mü’min olabilmenin gereğidir. Bu birlemenin kaçınılmaz rüknü bütün bâtıl rab ve ilahları inkar etmektir. Kelime-i tevhid iki cümledir ve iki yönü vardır, birisi inkar diğeri isbat. Tevhid sözü önce inkarla başlar, şöyle ki: La ilahe, hiçbir ilah yoktur, hiçbir ilahı ve rabbı kabul etmiyorum demektir. Ondan sonra gelen cümle 'İllallah' ancak Allah müstesna, demektir. Bu cümle de isbat yani kabul ve tasdik etme cümlesidir. Böylelikle kelime-i tevhid “Allah'tan başka bütün (sahte) ilah ve rabları inkar ediyor ancak Allah'ı tasdik ediyorum” demektir.
Kul “inkar ediyorum” dediği sahte ilahların ne olduğunu bilmezse, gerçekten onları reddetmiş olamaz. “Kabul ediyorum” dediği ilahı da tanımazsa O'nu da layıkıyla birleyemez.
Tevhid aslen iki rükünden oluşmaktadır. Bunlar Rububiyyet ve Uluhiyyet tevhididir. Bu iki rüknün içeriği Allah'ın isim ve sıfatlarıdır. Konunun layıkıyla anlaşılması için isim ve sıfatlar da bir rükün olarak ilave edilmiştir. Bununla ilgili izah ilgili bölümde gelecektir.
Bu üç rükünden oluşan birleme gerçekleşmeden, kul şirkten ve küfürden arınmış muvahhid bir mü'min olamaz. Bu üç rüknü özlüce tanıyalım.
Rabb Olarak Allah Birdir Ortağı Yoktur (Rubûbiyyet Tevhidi) Yeryüzünde insanları başıboş bırakmayıp elçiler görevlendiren, yaratılmanın gayesini ve hayatın bilinmezlerini öğreten Rabbimiz, üzerinde yaşadığımız yerin, sapasağlam ve kusursuz gök kubbenin, gördüğümüz ve görmediğimiz, çeşitlerini saymaya güç yetiremeyeceğimiz bütün canlı ve cansız varlıkların yaratıcısıdır. Her nefsin hayatı, ölümü ve yeniden diriltilmesi her şeyin hükmü elinde olan, rahmeti ve adaletiyle cenneti ve cehennemi dolduran, din gününün, ebedi hayatın sahibi Allah ne yücedir. Yarattıklarını rızıklandırmak, idare etmek ona zor gelmez. Bir eşi, benzeri ve yardımcısı da yoktur. Yarattıklarının hayatını tanzim etmek onun emrine aykırı olamaz. Çünkü bütün kainatın yaratıcısı kendisinden başka Rabb olmayan Allah göklerde emir sahibi olduğu gibi insanın yaşadığı yeryüzünde de emir sahibidir. Bütün emir sahipleri onun emrine itaat etmedikçe azabı hak etmişlerdir.[1] Kendisini rahmet ve ihsan sahibi, bağışlayan tek Rabb olarak birlemeyi bize nasip eden Allah’a hamd olsun.
(Resûlüm!) De ki: 'Göklerin ve yerin Rabbi kimdir? ' De ki: 'Allah'tır.' O halde de ki: 'O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz? ' De ki: 'Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu? ' Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.[2]
Görüldüğü gibi Allah'ı Rabb olarak kabul etmek tevhidin birinci basamağıdır ve tek başına yeterli değildir. Bunun örneği Ebu Cehl ve avanesinin Allah'ı Rabb olarak kabul ettikleri halde kendilerinden bu inançlarının şirkten kurtaran iman olarak kabul edilmeyişidir. Allah Kur'an-ı Kerim'de bize onların şirklerini öğretmiştir.
(Resûlüm!) De ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım) , bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?
'Allah'a aittir' diyecekler. Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız! de.
Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş'ın Rabbi kimdir? diye sor.
'(Bunlar da) Allah'ındır' diyecekler. Şu halde siz Allah'tan korkmaz mısınız! De
Eğer biliyorsanız (söyleyin) , her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir? diye sor.
'(Bunların hepsi) Allah'ındır' diyecekler. Öyle ise nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz?
Doğrusu biz onlara gerçeği getirdik; onlar ise hakikaten yalancılardır.[3]
İlâh Olarak Allah Birdir Ortağı Yoktur (Ulûhiyyet Tevhidi) Gökteki İlâh da, yerdeki İlâh da O'dur. O, hakîmdir, her şeyi bilendir.[4]
Senden önce hiçbir resûl göndermedik ki ona: 'Benden başka İlâh yoktur; şu halde bana kulluk edin' diye vahyetmiş olmayalım.[5]
İnsanları ve cinleri kendisine kulluk etmelerinden başka bir şey için yaratmadığını, dünyada istifade edilen bütün nimetlerin, sonu ölümle biten bütün hayatların, kendisine şirk koşmadan kulluk edenle etmeyeni birbirinden ayırdetme maksadına hizmet ettiğini, elçileri vasıtasıyla bildiren Allah'ın şânı ne yücedir. Tevhidin özü ulûhiyyet –tek ilah olma hususiyeti- Allah'a mahsustur. İmtihanın maksadı gereği iman etmek ve ubudiyet O tek ilaha mahsustur. Kendisine sığınılan, yardım dilenilen, ta'zim ve tesbih ile önünde secde edilen, hükmüne razı olunan Allah'a hamd olsun. O'ndan başka rızasına muhtaç olunan, O'ndan başka hoşnut edilmeye layık, O'ndan başka kayıtsız-şartsız itaat mercii, O'ndan başka hâmîliğine sığınılacak, O'ndan başka dünya ve ahirette tasarruf sahibi yoktur. Ondan başka af ve mağfiret istenecek, O'ndan başka gazabından korkulacak, yoktur. Ondan başka yeyüzünün huzurunu adaletle temin edici kanunlar vaz edecek ilah yoktur. O’nun kanunlarını iptal edip kendi hükmünü icraya kalkışan tağutlar ve onların tabiileri Rabb olarak Allah'a iman etseler de onun nizamına düşman oldukları sürece müşrik olmaktan kurtulamayacaklardır. Çünkü Allah kullarından tevhidi istemiştir. Müşrikler ise Allah'ı kısmen kabul etmiş menfaat zannederek başkalarını da Allah'a ortak etmişlerdir.
İsim ve Sıfatlarında Allah Birdir Ortağı Yoktur (İsim ve Sıfat Tevhidi) Tevhidin üçüncü rüknü diyebileceğimiz bu tevhid aslında bazısı ilahlığın isim ve sıfatı, bazısı rablığın isim ve sıfatıdır. İsim ve sıfatlardan soyutlanmış ne ilahlık ne de rablık olmayacağı gayet açıktır. Lakin ilah ve rab olarak Allah'ı birlediğini söyleyen birçok insan bu sıfatlardan bazısında Allah'a eşler edinmekte, -bu davranış kulu müşrik edeceği halde- ilah ve rab olarak Allah'ı kabul ettim demeyi mü'min kalmak için yeterli görmektedir. Bu tehlikeden hususiyetle sakındırma gayesiyle ayrı bir başlık altında ele alınan isim-sıfat tevhidi aslında uluhiyetin ve rububiyetin muhtevasıdır. Yoksa Allah'ın ilah ve rablığının gereği olan bütün sıfatlarıyla kabul edilmesinden sonra üçüncü bir rükün daha ihdas etmiş değiliz.
Kur'an ve sahih sünnette vârid olan isim ve sıfatların hepsinde Allah'ı birlemekle, tevhidin bütünü tamamlanmış olur.[6]
Hiçbir isim veya sıfatında Allah'ın ortağı veya nazîri yoktur. O'nun isim ve sıfatları zatıyla kaim ve ezelidir, hiçbirisi muhdes[7] değildir, O Kadîm'dir.
İnsanlardan çoğunun gerek kendisini gerek bir başkasını Allah'a ortak ettiği nice durumlar mevcuttur. Bilgisizlikle veya bilenleri bile şaşırtacak deccallikle yeryüzünde şirki devam ettiren ve ebedi cehenneme yârân-ı ateş biriktiren ins ve cin şeytanlarının hangi gediklerden kaleye girdiğini bilmedikçe tedbir almak mümkün değildir. Kalp kalesinin işgalini engellemek için açık gediğin nerede olduğu bulunmalı, sonra da oranın nasıl kapatılacağı bilinmelidir. Yani her iş gibi ebedi cenneti kazanma ve cehennemden sakınma işi de bilmeden olmuyor.
Şeytanın ilham ve vesveseleri ile veya menfaatçi yardakçıların şişirmesiyle kendisini Allah dostu zanneden, insanların kendisini yüceltmesini, rabıta etmesini, tevekkül etmesini, korkmasını, fayda ummasını, şifa beklemesini memnuniyetle karşılayan nice deccaller vardır ki bir kulun Allah’a has kılması gereken bu hususiyetlerde Allah'a karşı boy göstererek kendilerini Allah'a ortak saymışlardır. Onların bu ortaklığını onlara uyarak tasdik edenler de, onları Allah'a ortak etmişlerdir. Birçok hususta Allah'a ortak koşmakla bir tek hususta Allah'a ortak koşmak arasında kulun müşrik olması açısından bir fark yoktur. Bu durum Allah'ın bir hükmünü inkar edenle birçok hükmünü inkar edenin durumu gibidir. Her ikisi de ebedi cehennem ehlidir fakat birisi şirki çoğaltmakla sadece ebedi cehennemdeki ateşinin derecesini artırmış olur.
İsim ve sıfatlarında Allah'ın birlenmesinin gerekliliğini işlerken, O'na ortak koşmada yaygın olan şirklerden birkaç örnek de zikredelim.
Allah her şeyi işiten ve görendir, hiç kimse O'nun gibi işiten ve gören değildir. Cinlerin işitme ve görme istidadı bellidir, kendisi için gaib olanı ne işitebilir, ne görebilir. İnsanların işitme ve görme istidadı bellidir, kendisi için gaib olanı ne işitebilir, ne görebilir.
Allah her şeyi bilendir, insan ve cinler buna muktedir değildir. Nitekim Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) '…ben gaybı bilmem' buyurmuş ve Allah bunu te'yid etmiştir. [8] Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir keresinde yere düşmüş bir hurma gördü de “onun sadaka malından olmadığını bileydim muhakkak onu yerdim” buyurdu.[9] Yani o hurmanın sadaka malı olup olmadığını bilemedi. Şu çarpıcı örnekle öldükten sonra da Muhammed (aleyhisselam) ın bile olan biten olaylardan ve kulların durumundan haberdar olmadığını isbat edelim. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Havz başına sahabilerimden bir takım adamlar gelecekler de hav’dan uzaklaştırılıp kovulacaklardır. Ben de: “Ya Rab! Onlar benim sahabilerimdir” derim. Bana: Senin ardından onların dinde çıkardıkları bid’atlar hakkında senin hiçbir bilgin yoktur. Onlar arkalarına dönüp gerisin geri dinden çıkmış kimselerdir, buyurur.[10]
Hadis-i şerifte açıkça belirtildiği üzere Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinin vefatından sonra dinden çıkmış kimselerin durumunu bilmediği için onları savunmaya çalışacak fakat bunu yapamayacaktır. Kabirde bulunduğu halde yaşayanlardan haberdar olduğu söylenen kimseler Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) den daha üstün vasıflara mı sahip olmuşlar!
Allah Şafî'dir. Ondan başka insan ve cinden hiç kimse şifa verici değildir. Doktorun tedavisi, ilaç terkibi sadece sebep olabilir mutlak iyileştirici değildir, Allah şifa verecekse ilaç sebeptir, şifayı veren Allah'tır. Nitekim nice doktorlar tedavi ettikleri hastalıklardan kendilerini kurtaramamış ve ölmüşlerdir. Nice ilaçlar hastalıkları azdırmış, nice hastalar ilaçsız şifa bulmuşlardır. Kul derdinin devasını elbette meşru yollardan arayacak sebeplere sarılacaktır, fakat kalbini Allah’tan gayrı kimseye bağlamadan şifayı Allah'tan istemelidir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bedenine, kulağına, gözüne afiyeti Allah'tan isterdi ve sonra derdi ki “Senden başka ilah yoktur.” Yani şifayı, afiyeti ancak bir ilah verebilir, O da ancak Allah'tır. Hal böyleyken şifa için gidilen ziyaret yerlerine, hastahaneler gibi dolup taşan kabirlere ne demeli! Onlar maalesef Rasûlullah'ın Rabbinden istediği şifayı istememektedir ve Rasulullahın yolu üzere değillerdir. Allah da kendisinden başkasını şifa verici kabul edenleri yalvardıkları şeye havale etmekte veya imtihanını daha da ağırlaştırarak, ona şifayı verip Kendisini tamamen unutturmaktadır. Şöyle ki bir kabire şifa için giden kimseye Allah şifa verdiği halde o hasta kabir sahibinden dolayı iyileştiğini zannetmekte ve bu şirkin tellallığını yaparak başkalarını da o kabre teşvik etmektedir. Bundan büyük musibet olur mu?
Eyyub aleyhisselamı düşünün. Hastalığına kendisi bir peygamber olduğu halde şifa veremedi. Ellerini açtı ve Rabbine kimseyi aracı etmeksizin yalvardı ki Rabbine yalvarmayı bilene Allah'ın icabet edeceğini kullar öğrensin diye de Allah ona iyilikler verdi. Onun duasını Kur’andan öğreniyoruz: “Eyyub'u da (an) . Hani Rabbine: 'Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin' diye niyaz etmişti. Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.”[11]
Halbuki bugün Eyyub peygamberin şifa olamadığı nice hastalıklar için bir başka Eyyub’un kabrine akın akın gidilmekte! İstanbul’da Peygamberimizin sahabisi Ebu Eyyub El-Ensarî’nin türbesinden istenmedik belki bir otobüs bileti ya da bir uzay mekiği kalmıştır. Felçli hastalar mı dersiniz, çocuğu olmayanlar mı dersiniz, üniversite imtihanına girecek öğrenciler mi dersiniz, Allah'a söyle dualarımızı kabul etsin diye ricacı gönderenler mi dersiniz! Heyhat! Ebû Eyyub el-Ensarî radıyallahu anh İstanbulu fethetmek için seferin meşakkatlerini çeken, savaşın zorluklarını göze alarak gelen İslam ordusunun bir neferiydi ve savaş başlamadan önce hastalandı ve kendi hastalığına bir şifa olamadı da orada vefat etti. Allah ona da bize de rahmet etsin.
Hayy (diri ve ölmeyen) , sadece Allah'tır insanlar ve cinler ise ölürler. Onlardan evliya saydıkları bazı kimselerin gömüldükten sonra bile ölmediğine inanmak cahiliyye inançlarındandır.
O Habîr'dir var olan her şeyin dış bilgisi O'na açık olduğu gibi iç bilgisi de O'na açıktır. Sinelerin özünü kalplerden geçeni bilmektedir. Kendisine iltimas olunmayacağı halde, “ben de bâtın ilmi var, benim kalp gözüm açık sizin kalbinizden geçen her şeyi bilirim” diyenin nasıl da Allah'a ortaklığa soyunduğuna bir bakın ve ona inanmanın kulu ne de kolay müşrik edeceğini görün. Ne cinler ne insanlar kalplerde olanı kesin bilgiyle bilemezler, bazen zan ile tahmin ederler, bazen teva***** olur. Kalpte olanı bilmek şöyle dursun, ruh bedenden çıkıp gitse, kişi ölse, bu ölüme bizzat insan veya cin şahit olmamışsa veya şahit olandan haber almamışsa gayb olarak bunu bile bilmezler. Nitekim Süleyman (aleyhi's Selam) öldüğünde onun emrinde çalışan cinler onun öldüğünü dahi bilemediler. Kaldı ki kalbin durduğunu bilemeyen cinler kalpten geçeni nasıl bilsinler? ! Allah buyurdu ki: 'Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki (o ölmüş) , cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmaz(çalışmaz) lardı.[12]
Allah'ın yüce peygamberi İbrahim aleyhisselam’a iki misafir gelmişti de İbrahim bunlar yabancılar demişti ve onlara ikram ettikten sonra onların kim olduklarını ve ne maksatla geldiklerini bilmediği için korkmaya başlamıştı.[13] Kendisine bir erkek çocuğu müjdelemek için gelen iki elçinin melek olduklarını bilemedi ve onların hangi haberle geldiğini de kalplerinden geçeni de. Vah gaybı bilirim, kalpleri bilirim diye tellal gezdiren deccallere, kendisini Halilullah olan İbrahim’den üstün görenlere ve onlara inananlara!
Allah Kahhâr olandır. Dilediği şekilde kahredicidir. Musibetle, hastalıkla, azalardan noksanlıkla, acı ve ıztırapla dilediğini kahreder. O'nun kahrından ve gazabından yine O'nun rahmetine ve mağfiretine sığınırız. Hiçbir insan veya cin dilediği kulu kahredici değildir. Falanca adam hakkında kötü söylersen veya onu ta'zim etmez, yüceliğini reddedersen başına bir sıkıntı gelir, bir belaya düçar olursun diyen kimsenin şirk çığırtkanlığı ne kadar da açık ve ona aldanıp bir kulu Kahhâr zannetmek ne kolay bir şirk yolu. İbrahim aleyhisselam kavminin putlarını kırdığında başına bir kötülük gelecek demişlerdi de hani İbrahim ben Allah'tan başkasından korkmam demişti.[14]
Allah Kâdir'dir. Hiçbir şeyin kendisini aciz bırakamayacağı, her şeye de güç yetirendir. İnsanlardan ve cinlerden hiçbirinin böyle bir kudreti yoktur, nitekim yeryüzündeki kargaşa insan ve cinlerin elindeki küçücük gücün eseridir. Şayet onlardan birinin elinde kudret bulunsa dünyaya tek başına hakim olmak isterdi.
Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.[15]
“Falanca kimse dilese şu topluluğu helak eder de etmiyor, bir işaretiyle yeri sallar da yapmıyor, ona kimse bir şey yapamaz” gibi basit fakat tehlikeli cümleleri kullanan cahil insanlar asla bu sözlerinde şirk bulunduğunu zannetmiyorlar. Halbuki bir insanın da Allah gibi Kâdir olduğunu ikrar ediyor, hem de hiçbir delile dayanmayan bu sözüyle tevhidini iptal ettiğini bile kabul etmeyerek!
O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.[16]
İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır.
Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.[17]
Allah müminlerin velisidir Mevlâ'sıdır. Kendisine sığınılan, yardımı umulan ve koruması altına girilen sahiptir. 'Ente Mevlânâ' Sen bizim Mevlamızsın 'Fensurnâ' bize yardım et, derken himayesine korumasına sığındığımız, yardımını dilendiğimiz sahibimiz Allah ne yücedir. Ya insanlara ve cinlere el açıp divan duran, onlara sığınan ve 'Mevlânâ fensurnâ' diyenler Allah'a eş Mevlalar mı buldular, kimi sahip bildiler, kim onları kollayıp gözetecek?
O (Allah) yaptıklarından sorguya çekilmez, oysa ki onlar (kullar) hesaba çekilirler.[18] “Şeriata muhalif olanı yapsa dahi hesaba çekilmemeli, bu âdâba aykırıdır, onun bir bildiği vardır”, denilen kimseleri bu haliyle Allah'a denk tutmuyorlar mı? Zira kendileri hesaba çekilecekler o ise hesaba çekilmeyecekmiş!
Allah Muîn’dir, kendisine istiâne ve istiğâse edi len, Muğîs'tir. Darda kalanın, yardım isteyenin yardımına koşandır. Muğîs, ğavs kelimesi ile eş anlamlıdır.[19] Hiçbir insan veya cin ne ölüsü ne dirisi Ğavs veya Muğîs değildir. Günde beş vakit farz namazının her rekatında Fatiha'yı okuyan, 'iyyâke na'budu ve iyyake nesteıyn' (yalnız Sana ibadet eder ve ancak Sen'den yardım dileriz) diyen bir kul nasıl olur da Allah'ı bırakıp bir başkasından yardım ister, nasıl olur da Allah'ın güç yetirebileceği bir işe başkasını ehil ve selahiyetli görür? İslamda hiçbir delili bulunmayan bu inanışı nasıl alır da bağrına basar? Yardıma yetişenlerin en yücesi Ğavs-ı A'zam diye bir ismi ölmüş bir insana nasıl nisbet eder de Allah'ı unutur? Bu insan yardıma yetişenlerin en yücesi olunca kendisine muhtaç olunan ilah makamına geçmez mi? Halbuki bu makam Allah'ın makamı değil mi? Bu makamda Allah'a ortak edilen bir insanın varlığına inanmak kulu müşrik etmeyecekse Allah'ı ne ile birleyip yalnız onu ilah kabul edeceğiz? Bu nasıl tevhiddir ki birilerinin çiftliğine dönmüştür!
Eğer onları çağırırsanız, sizin çağırmanızı işitmezler. Faraza işitseler bile, size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin ortak koşmanızı reddederler. (Bu gerçeği) sana, her şeyden haberi olan (Allah) gibi hiç kimse haber veremez.[20]
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 'ın öğrettiği İslam dininde delili bulunmayan, sahabenin dahi bilmediği bu çirkin inançları İslam’a bulaştıranlara Allah layıkıyla muamele etsin.
'(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah ile birlikte başka bir ilah mı var? Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz! '[21]
(O gün) her ümmetten bir şahit çıkarır, (kâfirlere) : Kesin delilinizi getirin! deriz. O zaman bilirler ki hakikat Allah'a aittir ve uydura geldikleri şeyler (putlar) da kendilerinden ayrılıp kaybolmuşlardır.[22]
Allah Muhyî ve Mumît (dirilten ve öldüren) dir. …
Allah Müdebbir'dir. İşleri sonucu güzel olacak şekilde evirip çeviren, idare edendir. Hiçbir insan veya cinni kendisine ortak edinmemiştir. Halbuki kutup(!) lardan bir kısmının dünya işlerini evirip çevirdiğine, savaş ve barışın, hastalıkların bile onlar eliyle olduğuna, üçsüz-yedisiz hiçbir işin yürümediğine inanan kimseler bahsettikleri kutup(!) ları Müdebbir saymış ve müşrik olmuşlardır. Allah'ın işlerinden el atmadıkları daha ne kaldı ve ortak koşmadıkları kaç sıfat bıraktılar? Onların şirkinden ve gittikleri karanlık yoldan Allah'a sığınırız.
Unutma o günü ki- onları hep birden toplayacağız; sonra da, Allah'a ortak koşanlara: Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız? diyeceğiz. Sonra onların mazeretleri, 'Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık! ' demekten başka bir şey olmadı. Gör ki, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler ve (ilah diye) uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti! [23]
“Hûd dedi ki: “Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? ..[24]
Allah Mukît'tir, Rezzâk'tır. Her canlıya takdir ettiği yaşama süresince azıklarını, rızıklarını verendir.[25] Hiçbir insan ve cin rızkın maliki ve bereket vericisi değildir. İnsanların himmetiyle rızıklandıklarına, bereketlendiklerine, o dilerse rızıktan mahrum kalacaklarına inananların bu inancı, nimetin asıl sahibine nankörce ve sahte ilahları yücelten batıl bir davranıştır.
“Allah size verdiği rızkı kesiverse, size rızık verebilecek olan kimdir? Hayır, onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar.”[26]
Bereketi şeyhinin himmetinde veya efendi babasının koyun cebinde zannedenler bilsinler ki; Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabı Mekke'de boykot edildiklerinde ağaç yapraklarını ve yerdeki otları yemek zorunda kalmışlardı da 3 yıl bu çile devam etmişti. Muvahhid müslümanlar yardımı Allah'tan isteyip sabrederken, bolluk Ebu Cehl tarafındaydı, müşriklerin tandırları yanıyor, kazanları kaynıyordu. Ellerinin altındaki bolluk onları daha da şımartmış ve bu rahatlık onları davalarında haklı zannetmeye götürmüştü. Kendilerine bir hayır isabet etse sahte ilahlarının lütfu, himmeti olarak görür Allah da bizden yana derlerdi. Medine'de bile Aişe (r.a) çoğu zaman yiyeceğimiz şu iki siyah (su ve hurma) dır diyordu. Yiyeceğin yokluğundan nafile oruca niyet ediyorlar, yiyeceği bulunca oruçlarını bozuyorlardı. Hal böyleyken Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bile kendilerinin rızkını veremiyor Allah'tan istiyordu. Bu samimi müminlere ne bir gün ölmüş olan İbrahim aleyhisselam bir öğle yemeği ısmarladı! ne de ölmez dedikleri Hızır aleyhisselam geçmiş olsun demeye gelmedi! Hayatın gerçekliği, peygamberin bir masal kahramanı olmasına mani idi çünkü Allah her şeyi bir sebep ile yaratmaktaydı ve sebepler için de kurallar yaratmıştı.
HÜLÂSA Rububiyyet ve uluhiyyet tevhidinin muhtevasını oluşturan isim ve sıfatların tamamında Allah'ı birledikten sonra kul, Lâ ilâhe illallah sözünün sahibidir ve cennetin anahtarını eline almıştır. Bundan sonra o anahtara iyi sahip olmak, onun yukarıda bahsi geçen üç dişinden hiçbirini bozmamak gerekir. Çünkü tevhid bu üç dişiyle[27] cennetin ahahtarıdır. Bununla birlikte Muhammedun Rasulullah sözünün gerçekliği, bu sözü söyleyen kimsenin kalben onun (S) tebliğ ettiği şeriata inanması ve hayatına uyarlaması ile isbat edilir. Mü'min kul mükellef olduğu şeriata göre yaşayışıyla kendisini cehennemden korumuş olur. Faziletli amellerle de cennette yüksek dereceler elde eder.
Allah azze ve celle bizlere kendisini tevhid, ta'zim ve tesbih eden muvahhid kulları gibi inanarak yaşamayı, müşriklerden, kafirlerden, münafıklardan teberrî edip, peygamberlerin, şehitlerin ve sıddîkların derecelerine yükselecek amelleri işleyerek ölmeyi nasib etsin. (Amin)
[1] Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir! A’raf Suresi (Ayet 54)
[2] Ra’d 16
[3] Mü'minun Suresi 84-90
[4] Zuhruf 84.
[5] Enbiya 25
[6] En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır. Araf Suresi (Ayet 180)
Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O'na mahsustur. TA HA Suresi (Ayet 8)
[7] Muhdes sonradan olmuş manasında bir kelimedir.
[8]
[9] Buhari (ter.1904)
[10] Buhari (ter.6481)
[11] Enbiya Sûresi 83,84
[12] Sebe Suresi 14
Cinler Süleyman aleyhis Selam'a istemeyerek de olsa boyun eğmiş ve emrinde çalışmaktaydı. Süleyman öldüğünde değneğine yaslanmış olarak ayaktaydı ve cinler onun yaşadığını zannederek çalışmaya devam ettiler. Ta ki yaslandığı değnek, bir ağaç kurdunun çürüttüğü yerden kırılıp, Süleyman yere yıkılıncaya kadar çalıştılar. İşte o zaman çalışmayı bıraktılar. Allah bu ayetle cinlerin gaybı bildiğine inananların inancını çürütmüş, reddetmiştir. Hal böyle olunca cinlerin bilmediği haberi, kendisine cinlerin haber getireceği kimse de bilemez.
[13] Zariyat Suresi 24-28
[14] En’am Sûresi 80,81
[15] Enbiya 22
[16] Haşr 23
[17] Bakara 165
[18] Enbiya Suresi 23
[19] İbn-i Kayyim el-Cevziyye der ki “O, bütün mahlukatı için “Muğîs’tir” (yardıma koşan) ’dır. Esma’ül Hüsnâ (Tercüme Karınca Yayınları Sf. 634)
[20] Fatır 14
[21] Neml Suresi 62
[22] Kasas 75
[23] En'am Suresi 22,23,24
[24] A’raf Suresi 71
[25] Zariyat 58
[26] Mülk Suresi 21
[27] Rububiyyet tevhidi, uluhiyyet tevhidi, isim ve sıfat tevhidi.
LA İLAHE İLLA ALAH dır başı elbet, Allah'ın tekliğini tasdikten sonra, O'ndan başka herşeyin, yaratılmış ne varsa, yaratılmışlıkta denk olduğunu bilmektir TEVHİD. kim olursa olsun, ne kadar yüce olursa olsun şanı, yaratıkdır ve kuldur. ŞİRK de tam bu noktada başlar, dikkat edilmezse.
Âşıktan gayriye mahremdir..
Maşuk'a bile..
..
Bahası ağırdı/r..
..
..
Başlamaz ve dahî bitmez..
Hep var olandı/r..Lahzanın olmadığı lahzalarda bile..
Ezelle ebed arası tek bir nokta değil mi/ydi..?
..
Cân/an/ım Efendim..
Hüznün kokusu bilirim siner odanıza da, inkisârınızı bir gözyaşına emanet edersiniz..
Melekler ağlar mı bilmem..? Lakin biz sessiz akan yaşlarınızın gölgesini hiç terketmedik..
Kapayın gözlerinizi..Leylak kokuları ile ruha yükselen nağmeleri dinleyelim beraber..
Bir tevhid bestesi Efendim..
“Kalbimin sahibi sensin orda yalnız sen varsın..”
..
Âşık'ın gönlünün eğlencesi..
..
sa
benim acilen tevhid asigiyla yazismam lazim.O kimseden ya-
helallik yada bir mevzuuda rizasini almam lazim zira ben -
tevhid asigina ait bazi yazilari müslümanlarin istifade etmesi icin-
muvahhid bir sitede yayinladim ve altinada tevhid asigindan alintidir-
yazdim ve müslümanlarcada ziyadesiyle istifade edildi. ve lakin-
bir süre sonra bu yazinin altina benim nik im yazildi.
önce elimde olmadan sonra bazi neden lerden dolayi göz yumdugum-
Bu durumdan rahatsizim derhal görüsme talep ediyorum. sa.
sa
tevhid: tagut-u ret edip ALAH a rububiyetde- uluhiyetde- ve esma-
ve sifatlarinda bir lemek ibadeti ancak ALLAH a yapmak ve-
kücük de olsa bir pay bir baskasina ayirmamakdir.
bu kimse ister mukarreb bir melek ister ALLAHin rasulü olsun.
'Bugün mülk kimindir? ' 'Bir olan, herşeyi kudreti altında tutan Allah'ındır.'
(Mümin 16)
İmanın şirksiz hali. Şirkin olmadığı hal. Allahın insanların yakıştırdığı bütün sıfatlardan münezzeh olduğunu, Allaha ait hiçbir yetkinin ya da zati sıfatın yaratılmış hiçkimseye yakıştırılamayacağı hal... Allahtan başkasına dua etmekten, Allahtan başka hiçkimsenin mutlak olarak hükmetmediğine inanmak, Allahtan gayri şefaatçinin/kayırıcının olamayacağına inanmak... Doğru yolun Ancak Allahtan geleceğini, Allaha tam teslimiyetin olduğu hal... Tevhid.
CENNET KAPISINI MAYMUNCUK AÇMAZ TEVHİDİ ÖĞRENİN
BÜTÜN PEYGAMBERLERİN ORTAK MESAJI TEVHİD
Lâ İlahe İllallah demekle iman tamam
oldu mu dersiniz? İnanılması gereken ve inanılmaması gereken nedir? Ebedî
hayatın önemi varsa sizin için, tevhidi iyi öğrenin, ona şirk bulaştırmayın.
Müşriklerin hepsi Allah'ı bilir ve O'na imanı vardır, fakat imanının yanısıra
inancındaki şirke bu şirk değildir diyerek, ilahları artırır.Nitekim Zümer
suresinde (Ayet 3) Allah onların kendilerini nasıl savunduklarını bize haber
verir. 'Allah'tan başka veliler edinenler, (derler ki :) Biz
onlara bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye (onların önünde) ibadet
ediyoruz...' derler
Ahiretinizin sermayesine şirk faizini bulaştırmayın,
bu artış zahirde fazla kâr gibi gözükse de tüm bereketi alır götürür.
Gelin tevhidi öğrenelim, bilerek tasdik
edelim, şirki tanıyalım, hem ondan sakınmayı hem mücadele etmeyi hayatımızın
birinci gayesi edinelim.
TEVHİD
Lâ ilâhe illallah İslam dininin temelini oluşturan tevhid sözüdür. Tevhid birleme demektir. Allah'ı Rablığında, İlahlığında, İsim ve sıfatlarında bir kabul etmek mü’min olabilmenin gereğidir. Bu birlemenin kaçınılmaz rüknü bütün bâtıl rab ve ilahları inkar etmektir. Kelime-i tevhid iki cümledir ve iki yönü vardır, birisi inkar diğeri isbat. Tevhid sözü önce inkarla başlar, şöyle ki: La ilahe, hiçbir ilah yoktur, hiçbir ilahı ve rabbı kabul etmiyorum demektir. Ondan sonra gelen cümle 'İllallah' ancak Allah müstesna, demektir. Bu cümle de isbat yani kabul ve tasdik etme cümlesidir. Böylelikle kelime-i tevhid “Allah'tan başka bütün (sahte) ilah ve rabları inkar ediyor ancak Allah'ı tasdik ediyorum” demektir.
Kul “inkar ediyorum” dediği sahte ilahların ne olduğunu bilmezse, gerçekten onları reddetmiş olamaz. “Kabul ediyorum” dediği ilahı da tanımazsa O'nu da layıkıyla birleyemez.
Tevhid aslen iki rükünden oluşmaktadır. Bunlar Rububiyyet ve Uluhiyyet tevhididir. Bu iki rüknün içeriği Allah'ın isim ve sıfatlarıdır. Konunun layıkıyla anlaşılması için isim ve sıfatlar da bir rükün olarak ilave edilmiştir. Bununla ilgili izah ilgili bölümde gelecektir.
Bu üç rükünden oluşan birleme gerçekleşmeden, kul şirkten ve küfürden arınmış muvahhid bir mü'min olamaz. Bu üç rüknü özlüce tanıyalım.
Rabb Olarak Allah Birdir Ortağı Yoktur (Rubûbiyyet Tevhidi)
Yeryüzünde insanları başıboş bırakmayıp elçiler görevlendiren, yaratılmanın gayesini ve hayatın bilinmezlerini öğreten Rabbimiz, üzerinde yaşadığımız yerin, sapasağlam ve kusursuz gök kubbenin, gördüğümüz ve görmediğimiz, çeşitlerini saymaya güç yetiremeyeceğimiz bütün canlı ve cansız varlıkların yaratıcısıdır. Her nefsin hayatı, ölümü ve yeniden diriltilmesi her şeyin hükmü elinde olan, rahmeti ve adaletiyle cenneti ve cehennemi dolduran, din gününün, ebedi hayatın sahibi Allah ne yücedir. Yarattıklarını rızıklandırmak, idare etmek ona zor gelmez. Bir eşi, benzeri ve yardımcısı da yoktur. Yarattıklarının hayatını tanzim etmek onun emrine aykırı olamaz. Çünkü bütün kainatın yaratıcısı kendisinden başka Rabb olmayan Allah göklerde emir sahibi olduğu gibi insanın yaşadığı yeryüzünde de emir sahibidir. Bütün emir sahipleri onun emrine itaat etmedikçe azabı hak etmişlerdir.[1] Kendisini rahmet ve ihsan sahibi, bağışlayan tek Rabb olarak birlemeyi bize nasip eden Allah’a hamd olsun.
(Resûlüm!) De ki: 'Göklerin ve yerin Rabbi kimdir? ' De ki: 'Allah'tır.' O halde de ki: 'O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz? ' De ki: 'Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu? ' Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.[2]
Görüldüğü gibi Allah'ı Rabb olarak kabul etmek tevhidin birinci basamağıdır ve tek başına yeterli değildir. Bunun örneği Ebu Cehl ve avanesinin Allah'ı Rabb olarak kabul ettikleri halde kendilerinden bu inançlarının şirkten kurtaran iman olarak kabul edilmeyişidir. Allah Kur'an-ı Kerim'de bize onların şirklerini öğretmiştir.
(Resûlüm!) De ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım) , bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?
'Allah'a aittir' diyecekler. Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız! de.
Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş'ın Rabbi kimdir? diye sor.
'(Bunlar da) Allah'ındır' diyecekler. Şu halde siz Allah'tan korkmaz mısınız! De
Eğer biliyorsanız (söyleyin) , her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir? diye sor.
'(Bunların hepsi) Allah'ındır' diyecekler. Öyle ise nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz?
Doğrusu biz onlara gerçeği getirdik; onlar ise hakikaten yalancılardır.[3]
İlâh Olarak Allah Birdir Ortağı Yoktur (Ulûhiyyet Tevhidi)
Gökteki İlâh da, yerdeki İlâh da O'dur. O, hakîmdir, her şeyi bilendir.[4]
Senden önce hiçbir resûl göndermedik ki ona: 'Benden başka İlâh yoktur; şu halde bana kulluk edin' diye vahyetmiş olmayalım.[5]
İnsanları ve cinleri kendisine kulluk etmelerinden başka bir şey için yaratmadığını, dünyada istifade edilen bütün nimetlerin, sonu ölümle biten bütün hayatların, kendisine şirk koşmadan kulluk edenle etmeyeni birbirinden ayırdetme maksadına hizmet ettiğini, elçileri vasıtasıyla bildiren Allah'ın şânı ne yücedir. Tevhidin özü ulûhiyyet –tek ilah olma hususiyeti- Allah'a mahsustur. İmtihanın maksadı gereği iman etmek ve ubudiyet O tek ilaha mahsustur. Kendisine sığınılan, yardım dilenilen, ta'zim ve tesbih ile önünde secde edilen, hükmüne razı olunan Allah'a hamd olsun. O'ndan başka rızasına muhtaç olunan, O'ndan başka hoşnut edilmeye layık, O'ndan başka kayıtsız-şartsız itaat mercii, O'ndan başka hâmîliğine sığınılacak, O'ndan başka dünya ve ahirette tasarruf sahibi yoktur. Ondan başka af ve mağfiret istenecek, O'ndan başka gazabından korkulacak, yoktur. Ondan başka yeyüzünün huzurunu adaletle temin edici kanunlar vaz edecek ilah yoktur. O’nun kanunlarını iptal edip kendi hükmünü icraya kalkışan tağutlar ve onların tabiileri Rabb olarak Allah'a iman etseler de onun nizamına düşman oldukları sürece müşrik olmaktan kurtulamayacaklardır. Çünkü Allah kullarından tevhidi istemiştir. Müşrikler ise Allah'ı kısmen kabul etmiş menfaat zannederek başkalarını da Allah'a ortak etmişlerdir.
İsim ve Sıfatlarında Allah Birdir Ortağı Yoktur (İsim ve Sıfat Tevhidi)
Tevhidin üçüncü rüknü diyebileceğimiz bu tevhid aslında bazısı ilahlığın isim ve sıfatı, bazısı rablığın isim ve sıfatıdır. İsim ve sıfatlardan soyutlanmış ne ilahlık ne de rablık olmayacağı gayet açıktır. Lakin ilah ve rab olarak Allah'ı birlediğini söyleyen birçok insan bu sıfatlardan bazısında Allah'a eşler edinmekte, -bu davranış kulu müşrik edeceği halde- ilah ve rab olarak Allah'ı kabul ettim demeyi mü'min kalmak için yeterli görmektedir. Bu tehlikeden hususiyetle sakındırma gayesiyle ayrı bir başlık altında ele alınan isim-sıfat tevhidi aslında uluhiyetin ve rububiyetin muhtevasıdır. Yoksa Allah'ın ilah ve rablığının gereği olan bütün sıfatlarıyla kabul edilmesinden sonra üçüncü bir rükün daha ihdas etmiş değiliz.
Kur'an ve sahih sünnette vârid olan isim ve sıfatların hepsinde Allah'ı birlemekle, tevhidin bütünü tamamlanmış olur.[6]
Hiçbir isim veya sıfatında Allah'ın ortağı veya nazîri yoktur. O'nun isim ve sıfatları zatıyla kaim ve ezelidir, hiçbirisi muhdes[7] değildir, O Kadîm'dir.
İnsanlardan çoğunun gerek kendisini gerek bir başkasını Allah'a ortak ettiği nice durumlar mevcuttur. Bilgisizlikle veya bilenleri bile şaşırtacak deccallikle yeryüzünde şirki devam ettiren ve ebedi cehenneme yârân-ı ateş biriktiren ins ve cin şeytanlarının hangi gediklerden kaleye girdiğini bilmedikçe tedbir almak mümkün değildir. Kalp kalesinin işgalini engellemek için açık gediğin nerede olduğu bulunmalı, sonra da oranın nasıl kapatılacağı bilinmelidir. Yani her iş gibi ebedi cenneti kazanma ve cehennemden sakınma işi de bilmeden olmuyor.
Şeytanın ilham ve vesveseleri ile veya menfaatçi yardakçıların şişirmesiyle kendisini Allah dostu zanneden, insanların kendisini yüceltmesini, rabıta etmesini, tevekkül etmesini, korkmasını, fayda ummasını, şifa beklemesini memnuniyetle karşılayan nice deccaller vardır ki bir kulun Allah’a has kılması gereken bu hususiyetlerde Allah'a karşı boy göstererek kendilerini Allah'a ortak saymışlardır. Onların bu ortaklığını onlara uyarak tasdik edenler de, onları Allah'a ortak etmişlerdir. Birçok hususta Allah'a ortak koşmakla bir tek hususta Allah'a ortak koşmak arasında kulun müşrik olması açısından bir fark yoktur. Bu durum Allah'ın bir hükmünü inkar edenle birçok hükmünü inkar edenin durumu gibidir. Her ikisi de ebedi cehennem ehlidir fakat birisi şirki çoğaltmakla sadece ebedi cehennemdeki ateşinin derecesini artırmış olur.
İsim ve sıfatlarında Allah'ın birlenmesinin gerekliliğini işlerken, O'na ortak koşmada yaygın olan şirklerden birkaç örnek de zikredelim.
Allah her şeyi işiten ve görendir, hiç kimse O'nun gibi işiten ve gören değildir. Cinlerin işitme ve görme istidadı bellidir, kendisi için gaib olanı ne işitebilir, ne görebilir. İnsanların işitme ve görme istidadı bellidir, kendisi için gaib olanı ne işitebilir, ne görebilir.
Allah her şeyi bilendir, insan ve cinler buna muktedir değildir. Nitekim Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) '…ben gaybı bilmem' buyurmuş ve Allah bunu te'yid etmiştir. [8] Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir keresinde yere düşmüş bir hurma gördü de “onun sadaka malından olmadığını bileydim muhakkak onu yerdim” buyurdu.[9] Yani o hurmanın sadaka malı olup olmadığını bilemedi. Şu çarpıcı örnekle öldükten sonra da Muhammed (aleyhisselam) ın bile olan biten olaylardan ve kulların durumundan haberdar olmadığını isbat edelim. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Havz başına sahabilerimden bir takım adamlar gelecekler de hav’dan uzaklaştırılıp kovulacaklardır. Ben de: “Ya Rab! Onlar benim sahabilerimdir” derim. Bana: Senin ardından onların dinde çıkardıkları bid’atlar hakkında senin hiçbir bilgin yoktur. Onlar arkalarına dönüp gerisin geri dinden çıkmış kimselerdir, buyurur.[10]
Hadis-i şerifte açıkça belirtildiği üzere Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinin vefatından sonra dinden çıkmış kimselerin durumunu bilmediği için onları savunmaya çalışacak fakat bunu yapamayacaktır. Kabirde bulunduğu halde yaşayanlardan haberdar olduğu söylenen kimseler Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) den daha üstün vasıflara mı sahip olmuşlar!
Allah Şafî'dir. Ondan başka insan ve cinden hiç kimse şifa verici değildir. Doktorun tedavisi, ilaç terkibi sadece sebep olabilir mutlak iyileştirici değildir, Allah şifa verecekse ilaç sebeptir, şifayı veren Allah'tır. Nitekim nice doktorlar tedavi ettikleri hastalıklardan kendilerini kurtaramamış ve ölmüşlerdir. Nice ilaçlar hastalıkları azdırmış, nice hastalar ilaçsız şifa bulmuşlardır. Kul derdinin devasını elbette meşru yollardan arayacak sebeplere sarılacaktır, fakat kalbini Allah’tan gayrı kimseye bağlamadan şifayı Allah'tan istemelidir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bedenine, kulağına, gözüne afiyeti Allah'tan isterdi ve sonra derdi ki “Senden başka ilah yoktur.” Yani şifayı, afiyeti ancak bir ilah verebilir, O da ancak Allah'tır. Hal böyleyken şifa için gidilen ziyaret yerlerine, hastahaneler gibi dolup taşan kabirlere ne demeli! Onlar maalesef Rasûlullah'ın Rabbinden istediği şifayı istememektedir ve Rasulullahın yolu üzere değillerdir. Allah da kendisinden başkasını şifa verici kabul edenleri yalvardıkları şeye havale etmekte veya imtihanını daha da ağırlaştırarak, ona şifayı verip Kendisini tamamen unutturmaktadır. Şöyle ki bir kabire şifa için giden kimseye Allah şifa verdiği halde o hasta kabir sahibinden dolayı iyileştiğini zannetmekte ve bu şirkin tellallığını yaparak başkalarını da o kabre teşvik etmektedir. Bundan büyük musibet olur mu?
Eyyub aleyhisselamı düşünün. Hastalığına kendisi bir peygamber olduğu halde şifa veremedi. Ellerini açtı ve Rabbine kimseyi aracı etmeksizin yalvardı ki Rabbine yalvarmayı bilene Allah'ın icabet edeceğini kullar öğrensin diye de Allah ona iyilikler verdi. Onun duasını Kur’andan öğreniyoruz: “Eyyub'u da (an) . Hani Rabbine: 'Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin' diye niyaz etmişti. Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.”[11]
Halbuki bugün Eyyub peygamberin şifa olamadığı nice hastalıklar için bir başka Eyyub’un kabrine akın akın gidilmekte! İstanbul’da Peygamberimizin sahabisi Ebu Eyyub El-Ensarî’nin türbesinden istenmedik belki bir otobüs bileti ya da bir uzay mekiği kalmıştır. Felçli hastalar mı dersiniz, çocuğu olmayanlar mı dersiniz, üniversite imtihanına girecek öğrenciler mi dersiniz, Allah'a söyle dualarımızı kabul etsin diye ricacı gönderenler mi dersiniz! Heyhat! Ebû Eyyub el-Ensarî radıyallahu anh İstanbulu fethetmek için seferin meşakkatlerini çeken, savaşın zorluklarını göze alarak gelen İslam ordusunun bir neferiydi ve savaş başlamadan önce hastalandı ve kendi hastalığına bir şifa olamadı da orada vefat etti. Allah ona da bize de rahmet etsin.
Hayy (diri ve ölmeyen) , sadece Allah'tır insanlar ve cinler ise ölürler. Onlardan evliya saydıkları bazı kimselerin gömüldükten sonra bile ölmediğine inanmak cahiliyye inançlarındandır.
O Habîr'dir var olan her şeyin dış bilgisi O'na açık olduğu gibi iç bilgisi de O'na açıktır. Sinelerin özünü kalplerden geçeni bilmektedir. Kendisine iltimas olunmayacağı halde, “ben de bâtın ilmi var, benim kalp gözüm açık sizin kalbinizden geçen her şeyi bilirim” diyenin nasıl da Allah'a ortaklığa soyunduğuna bir bakın ve ona inanmanın kulu ne de kolay müşrik edeceğini görün. Ne cinler ne insanlar kalplerde olanı kesin bilgiyle bilemezler, bazen zan ile tahmin ederler, bazen teva***** olur. Kalpte olanı bilmek şöyle dursun, ruh bedenden çıkıp gitse, kişi ölse, bu ölüme bizzat insan veya cin şahit olmamışsa veya şahit olandan haber almamışsa gayb olarak bunu bile bilmezler. Nitekim Süleyman (aleyhi's Selam) öldüğünde onun emrinde çalışan cinler onun öldüğünü dahi bilemediler. Kaldı ki kalbin durduğunu bilemeyen cinler kalpten geçeni nasıl bilsinler? ! Allah buyurdu ki: 'Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki (o ölmüş) , cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmaz(çalışmaz) lardı.[12]
Allah'ın yüce peygamberi İbrahim aleyhisselam’a iki misafir gelmişti de İbrahim bunlar yabancılar demişti ve onlara ikram ettikten sonra onların kim olduklarını ve ne maksatla geldiklerini bilmediği için korkmaya başlamıştı.[13] Kendisine bir erkek çocuğu müjdelemek için gelen iki elçinin melek olduklarını bilemedi ve onların hangi haberle geldiğini de kalplerinden geçeni de. Vah gaybı bilirim, kalpleri bilirim diye tellal gezdiren deccallere, kendisini Halilullah olan İbrahim’den üstün görenlere ve onlara inananlara!
Allah Kahhâr olandır. Dilediği şekilde kahredicidir. Musibetle, hastalıkla, azalardan noksanlıkla, acı ve ıztırapla dilediğini kahreder. O'nun kahrından ve gazabından yine O'nun rahmetine ve mağfiretine sığınırız. Hiçbir insan veya cin dilediği kulu kahredici değildir. Falanca adam hakkında kötü söylersen veya onu ta'zim etmez, yüceliğini reddedersen başına bir sıkıntı gelir, bir belaya düçar olursun diyen kimsenin şirk çığırtkanlığı ne kadar da açık ve ona aldanıp bir kulu Kahhâr zannetmek ne kolay bir şirk yolu. İbrahim aleyhisselam kavminin putlarını kırdığında başına bir kötülük gelecek demişlerdi de hani İbrahim ben Allah'tan başkasından korkmam demişti.[14]
Allah Kâdir'dir. Hiçbir şeyin kendisini aciz bırakamayacağı, her şeye de güç yetirendir. İnsanlardan ve cinlerden hiçbirinin böyle bir kudreti yoktur, nitekim yeryüzündeki kargaşa insan ve cinlerin elindeki küçücük gücün eseridir. Şayet onlardan birinin elinde kudret bulunsa dünyaya tek başına hakim olmak isterdi.
Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.[15]
“Falanca kimse dilese şu topluluğu helak eder de etmiyor, bir işaretiyle yeri sallar da yapmıyor, ona kimse bir şey yapamaz” gibi basit fakat tehlikeli cümleleri kullanan cahil insanlar asla bu sözlerinde şirk bulunduğunu zannetmiyorlar. Halbuki bir insanın da Allah gibi Kâdir olduğunu ikrar ediyor, hem de hiçbir delile dayanmayan bu sözüyle tevhidini iptal ettiğini bile kabul etmeyerek!
O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.[16]
İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk ilahlar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır.
Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.[17]
Allah müminlerin velisidir Mevlâ'sıdır. Kendisine sığınılan, yardımı umulan ve koruması altına girilen sahiptir. 'Ente Mevlânâ' Sen bizim Mevlamızsın 'Fensurnâ' bize yardım et, derken himayesine korumasına sığındığımız, yardımını dilendiğimiz sahibimiz Allah ne yücedir. Ya insanlara ve cinlere el açıp divan duran, onlara sığınan ve 'Mevlânâ fensurnâ' diyenler Allah'a eş Mevlalar mı buldular, kimi sahip bildiler, kim onları kollayıp gözetecek?
O (Allah) yaptıklarından sorguya çekilmez, oysa ki onlar (kullar) hesaba çekilirler.[18] “Şeriata muhalif olanı yapsa dahi hesaba çekilmemeli, bu âdâba aykırıdır, onun bir bildiği vardır”, denilen kimseleri bu haliyle Allah'a denk tutmuyorlar mı? Zira kendileri hesaba çekilecekler o ise hesaba çekilmeyecekmiş!
Allah Muîn’dir, kendisine istiâne ve istiğâse edi len, Muğîs'tir. Darda kalanın, yardım isteyenin yardımına koşandır. Muğîs, ğavs kelimesi ile eş anlamlıdır.[19] Hiçbir insan veya cin ne ölüsü ne dirisi Ğavs veya Muğîs değildir. Günde beş vakit farz namazının her rekatında Fatiha'yı okuyan, 'iyyâke na'budu ve iyyake nesteıyn' (yalnız Sana ibadet eder ve ancak Sen'den yardım dileriz) diyen bir kul nasıl olur da Allah'ı bırakıp bir başkasından yardım ister, nasıl olur da Allah'ın güç yetirebileceği bir işe başkasını ehil ve selahiyetli görür? İslamda hiçbir delili bulunmayan bu inanışı nasıl alır da bağrına basar? Yardıma yetişenlerin en yücesi Ğavs-ı A'zam diye bir ismi ölmüş bir insana nasıl nisbet eder de Allah'ı unutur? Bu insan yardıma yetişenlerin en yücesi olunca kendisine muhtaç olunan ilah makamına geçmez mi? Halbuki bu makam Allah'ın makamı değil mi? Bu makamda Allah'a ortak edilen bir insanın varlığına inanmak kulu müşrik etmeyecekse Allah'ı ne ile birleyip yalnız onu ilah kabul edeceğiz? Bu nasıl tevhiddir ki birilerinin çiftliğine dönmüştür!
Eğer onları çağırırsanız, sizin çağırmanızı işitmezler. Faraza işitseler bile, size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin ortak koşmanızı reddederler. (Bu gerçeği) sana, her şeyden haberi olan (Allah) gibi hiç kimse haber veremez.[20]
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 'ın öğrettiği İslam dininde delili bulunmayan, sahabenin dahi bilmediği bu çirkin inançları İslam’a bulaştıranlara Allah layıkıyla muamele etsin.
'(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah ile birlikte başka bir ilah mı var? Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz! '[21]
(O gün) her ümmetten bir şahit çıkarır, (kâfirlere) : Kesin delilinizi getirin! deriz. O zaman bilirler ki hakikat Allah'a aittir ve uydura geldikleri şeyler (putlar) da kendilerinden ayrılıp kaybolmuşlardır.[22]
Allah Muhyî ve Mumît (dirilten ve öldüren) dir. …
Allah Müdebbir'dir. İşleri sonucu güzel olacak şekilde evirip çeviren, idare edendir. Hiçbir insan veya cinni kendisine ortak edinmemiştir. Halbuki kutup(!) lardan bir kısmının dünya işlerini evirip çevirdiğine, savaş ve barışın, hastalıkların bile onlar eliyle olduğuna, üçsüz-yedisiz hiçbir işin yürümediğine inanan kimseler bahsettikleri kutup(!) ları Müdebbir saymış ve müşrik olmuşlardır. Allah'ın işlerinden el atmadıkları daha ne kaldı ve ortak koşmadıkları kaç sıfat bıraktılar? Onların şirkinden ve gittikleri karanlık yoldan Allah'a sığınırız.
Unutma o günü ki- onları hep birden toplayacağız; sonra da, Allah'a ortak koşanlara: Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız? diyeceğiz. Sonra onların mazeretleri, 'Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık! ' demekten başka bir şey olmadı. Gör ki, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler ve (ilah diye) uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti! [23]
“Hûd dedi ki: “Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? ..[24]
Allah Mukît'tir, Rezzâk'tır. Her canlıya takdir ettiği yaşama süresince azıklarını, rızıklarını verendir.[25] Hiçbir insan ve cin rızkın maliki ve bereket vericisi değildir. İnsanların himmetiyle rızıklandıklarına, bereketlendiklerine, o dilerse rızıktan mahrum kalacaklarına inananların bu inancı, nimetin asıl sahibine nankörce ve sahte ilahları yücelten batıl bir davranıştır.
“Allah size verdiği rızkı kesiverse, size rızık verebilecek olan kimdir? Hayır, onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar.”[26]
Bereketi şeyhinin himmetinde veya efendi babasının koyun cebinde zannedenler bilsinler ki; Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabı Mekke'de boykot edildiklerinde ağaç yapraklarını ve yerdeki otları yemek zorunda kalmışlardı da 3 yıl bu çile devam etmişti. Muvahhid müslümanlar yardımı Allah'tan isteyip sabrederken, bolluk Ebu Cehl tarafındaydı, müşriklerin tandırları yanıyor, kazanları kaynıyordu. Ellerinin altındaki bolluk onları daha da şımartmış ve bu rahatlık onları davalarında haklı zannetmeye götürmüştü. Kendilerine bir hayır isabet etse sahte ilahlarının lütfu, himmeti olarak görür Allah da bizden yana derlerdi. Medine'de bile Aişe (r.a) çoğu zaman yiyeceğimiz şu iki siyah (su ve hurma) dır diyordu. Yiyeceğin yokluğundan nafile oruca niyet ediyorlar, yiyeceği bulunca oruçlarını bozuyorlardı. Hal böyleyken Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bile kendilerinin rızkını veremiyor Allah'tan istiyordu. Bu samimi müminlere ne bir gün ölmüş olan İbrahim aleyhisselam bir öğle yemeği ısmarladı! ne de ölmez dedikleri Hızır aleyhisselam geçmiş olsun demeye gelmedi! Hayatın gerçekliği, peygamberin bir masal kahramanı olmasına mani idi çünkü Allah her şeyi bir sebep ile yaratmaktaydı ve sebepler için de kurallar yaratmıştı.
HÜLÂSA
Rububiyyet ve uluhiyyet tevhidinin muhtevasını oluşturan isim ve sıfatların tamamında Allah'ı birledikten sonra kul, Lâ ilâhe illallah sözünün sahibidir ve cennetin anahtarını eline almıştır. Bundan sonra o anahtara iyi sahip olmak, onun yukarıda bahsi geçen üç dişinden hiçbirini bozmamak gerekir. Çünkü tevhid bu üç dişiyle[27] cennetin ahahtarıdır. Bununla birlikte Muhammedun Rasulullah sözünün gerçekliği, bu sözü söyleyen kimsenin kalben onun (S) tebliğ ettiği şeriata inanması ve hayatına uyarlaması ile isbat edilir. Mü'min kul mükellef olduğu şeriata göre yaşayışıyla kendisini cehennemden korumuş olur. Faziletli amellerle de cennette yüksek dereceler elde eder.
Allah azze ve celle bizlere kendisini tevhid, ta'zim ve tesbih eden muvahhid kulları gibi inanarak yaşamayı, müşriklerden, kafirlerden, münafıklardan teberrî edip, peygamberlerin, şehitlerin ve sıddîkların derecelerine yükselecek amelleri işleyerek ölmeyi nasib etsin. (Amin)
[1] Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir! A’raf Suresi (Ayet 54)
[2] Ra’d 16
[3] Mü'minun Suresi 84-90
[4] Zuhruf 84.
[5] Enbiya 25
[6] En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır. Araf Suresi (Ayet 180)
Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O'na mahsustur. TA HA Suresi (Ayet 8)
[7] Muhdes sonradan olmuş manasında bir kelimedir.
[8]
[9] Buhari (ter.1904)
[10] Buhari (ter.6481)
[11] Enbiya Sûresi 83,84
[12] Sebe Suresi 14
Cinler Süleyman aleyhis Selam'a istemeyerek de olsa boyun eğmiş ve emrinde çalışmaktaydı. Süleyman öldüğünde değneğine yaslanmış olarak ayaktaydı ve cinler onun yaşadığını zannederek çalışmaya devam ettiler. Ta ki yaslandığı değnek, bir ağaç kurdunun çürüttüğü yerden kırılıp, Süleyman yere yıkılıncaya kadar çalıştılar. İşte o zaman çalışmayı bıraktılar. Allah bu ayetle cinlerin gaybı bildiğine inananların inancını çürütmüş, reddetmiştir. Hal böyle olunca cinlerin bilmediği haberi, kendisine cinlerin haber getireceği kimse de bilemez.
[13] Zariyat Suresi 24-28
[14] En’am Sûresi 80,81
[15] Enbiya 22
[16] Haşr 23
[17] Bakara 165
[18] Enbiya Suresi 23
[19] İbn-i Kayyim el-Cevziyye der ki “O, bütün mahlukatı için “Muğîs’tir” (yardıma koşan) ’dır. Esma’ül Hüsnâ (Tercüme Karınca Yayınları Sf. 634)
[20] Fatır 14
[21] Neml Suresi 62
[22] Kasas 75
[23] En'am Suresi 22,23,24
[24] A’raf Suresi 71
[25] Zariyat 58
[26] Mülk Suresi 21
[27] Rububiyyet tevhidi, uluhiyyet tevhidi, isim ve sıfat tevhidi.
ancak ALLAH var demek için hayır diyebilmek.
temiz bir dimağ oluşturmak için la ilahe illallah diyebilmek.
LA İLAHE İLLA ALAH dır başı elbet,
Allah'ın tekliğini tasdikten sonra, O'ndan başka herşeyin,
yaratılmış ne varsa, yaratılmışlıkta denk olduğunu bilmektir TEVHİD.
kim olursa olsun, ne kadar yüce olursa olsun şanı, yaratıkdır ve kuldur.
ŞİRK de tam bu noktada başlar, dikkat edilmezse.
Allah'ı birlemek,yani tek ilah olduğunu tasdik etmek.