kardelenler gibi tek başına kalsa da, kendi dünyasında baharın müjdesini verebilmek adına … münferit bırakılmış olunması sarsmadan yolcuyu, yürümesi gereken bir yol olduğunun bilinciyle inanç, dua ve sabır ve tevekkül mefhumlarıyla harmanlayıp soluğunu “ben yolumun yolcusuyum” diyebilmek… bu mudur acep “yürümek”! belki… ve sokaklar hep bomboş!
denilir ki; vefa, arkada bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamaktır.. vefa, dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamaktır… ve vefa, sadece ‘has’ların vasfıdır! nisyan -unutmak- ise ‘ham’ların... bedene tutsak olmuş hoyratların nasibi yoktur vefadan! ve öğrendik ki; sadece “gönlümüzün kitabında; “bize bir defa selâm vereni kıyamete kadar unutmayız” düstûru kayıtlıdır” diyenlere vefalı olunmalı! sadece onlara! ..
hocammm: bu konu hakkında sen ne düşünüyorsun? (konu ağırdı.. kısa bir sessizlik) ben: düşüncelerimi kaybettim! biraz belirsiz.. biraz aşikâr ve aslında masumca güldüler oysa vakarlıydı söyleyişim… ruh halim espri yapmaya müsait değildi! .. (tamam… az öncesinde mizahiydi konuşmalarımız… ama o an…) baksalardı... bir noktaya odaklanmış gözlerimi görebilirlerdi ve dinleselerdi... derin bir kuyuda kalmışlığın tedirginliğini yaşayan sesimi… duyabilirlerdi ama onlar bakmamışlardı…ve dinlememişlerdi dolayısıyla; göremediler….ve duyamadılar yadırgamadım(!) ben de güldüm (biraz eğritiydi) üstelik… hava ne de güzeldi hele kaldırımlar…
riyakârlık… gücü başkasında görüp yaratana karşı ilkesizleşme… peygamberin övüneceği/şefaat edeceği bir ümmet olmanın bilinciyle izzeti yakalamak yerine, dini sulandırmaya çalışanların gözüne girmeye çalışıp, zillete duçar olmak… konuştuğunda, zulme lanet yağdırırken; tavır vaktinde işi başkasına devretmek veya “tavır vakti” oluşturmamak… konuşma zamanı konuşmamak… ilkesizlik ve başka ifadesi zor, başka şeyler… hani, boğazda düğümlenip, dile getirilemeyen doğrular…
beyazdır hayat, başlarken inanç düşer, leke düşer, kan düşer doğan ağlar, güldürür çevresini sayfalara sonradan, gözyaşı düşer... gül ve zehir, birlikte aynı ağaca düşer...
Ey Rabbim, bizi, Sana yaklaşmak ve yakın olmak için “İsmaillerini” (...mevkii, şerefi, mesleği, parayı, evi, arabayı, aşkı, aileyi, bilgiyi, sosyal sınıfı, sanatı, elbiseyi, ismi, hayatı, gençliği, güzelliği...) kurban edenlerden eyle... amin
kahramanlarımız... asil ruhlarıyla yılların ötesinden; gafletimize, hissizliğimize ve vefasızlığımıza bakıp da: ' sizi gibi miras yediler, biz kanlarımızı, köklerine ve değerlerine sırt çevirip, kurtuluşu Hakk'a esarette aramayı unutmuş dünyaperest bir nesil yetişsin diye mi akıttık' diyorlardır... eminim
Allah bizleri yalnızca
“amin” diyenler değil,
amin dedikten sonra
“amin” tabirinin yüklediği yükün
ağırlığını hisseden müslümanlar kılsın…
(amin)
kardelenler gibi tek başına kalsa da, kendi dünyasında
baharın müjdesini verebilmek adına …
münferit bırakılmış olunması sarsmadan yolcuyu,
yürümesi gereken bir yol olduğunun bilinciyle
inanç, dua ve sabır ve tevekkül mefhumlarıyla
harmanlayıp soluğunu
“ben yolumun yolcusuyum” diyebilmek…
bu mudur acep “yürümek”!
belki…
ve sokaklar hep bomboş!
denilir ki;
vefa, arkada bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamaktır..
vefa, dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere,
hayallere ihanet katmamaktır…
ve
vefa, sadece ‘has’ların vasfıdır!
nisyan -unutmak- ise ‘ham’ların...
bedene tutsak olmuş hoyratların nasibi yoktur vefadan!
ve öğrendik ki; sadece
“gönlümüzün kitabında;
“bize bir defa selâm vereni kıyamete kadar unutmayız”
düstûru kayıtlıdır”
diyenlere vefalı olunmalı!
sadece onlara! ..
hocammm: bu konu hakkında sen ne düşünüyorsun?
(konu ağırdı.. kısa bir sessizlik)
ben: düşüncelerimi kaybettim!
biraz belirsiz.. biraz aşikâr ve aslında masumca güldüler
oysa vakarlıydı söyleyişim…
ruh halim espri yapmaya müsait değildi! ..
(tamam… az öncesinde mizahiydi konuşmalarımız…
ama o an…)
baksalardı... bir noktaya odaklanmış gözlerimi görebilirlerdi
ve dinleselerdi... derin bir kuyuda kalmışlığın tedirginliğini
yaşayan sesimi… duyabilirlerdi
ama onlar
bakmamışlardı…ve dinlememişlerdi
dolayısıyla;
göremediler….ve duyamadılar
yadırgamadım(!)
ben de güldüm (biraz eğritiydi)
üstelik… hava ne de güzeldi
hele kaldırımlar…
riyakârlık…
gücü başkasında görüp yaratana karşı ilkesizleşme…
peygamberin övüneceği/şefaat edeceği bir ümmet olmanın bilinciyle
izzeti yakalamak yerine, dini sulandırmaya çalışanların
gözüne girmeye çalışıp, zillete duçar olmak…
konuştuğunda, zulme lanet yağdırırken;
tavır vaktinde işi başkasına devretmek veya
“tavır vakti” oluşturmamak…
konuşma zamanı konuşmamak…
ilkesizlik ve başka ifadesi zor, başka şeyler…
hani, boğazda düğümlenip, dile getirilemeyen doğrular…
“inkârın kazancı, kandırdıklarıdır.
ama kandırdıklarına kazandıracağı birşeyi yoktur.”
diye söylenilir
beyazdır hayat, başlarken
inanç düşer, leke düşer, kan düşer
doğan ağlar, güldürür çevresini
sayfalara sonradan, gözyaşı düşer...
gül ve zehir, birlikte aynı ağaca düşer...
Ey Rabbim, bizi, Sana yaklaşmak ve yakın olmak için
“İsmaillerini” (...mevkii, şerefi, mesleği, parayı, evi, arabayı, aşkı, aileyi,
bilgiyi, sosyal sınıfı, sanatı, elbiseyi, ismi, hayatı, gençliği, güzelliği...)
kurban edenlerden eyle...
amin
kahramanlarımız...
asil ruhlarıyla yılların ötesinden;
gafletimize, hissizliğimize ve vefasızlığımıza bakıp da:
' sizi gibi miras yediler, biz kanlarımızı,
köklerine ve değerlerine sırt çevirip,
kurtuluşu Hakk'a esarette aramayı unutmuş
dünyaperest bir nesil yetişsin diye mi akıttık'
diyorlardır... eminim
harfler dokuyamaz imiş
bu derin halin
adını...
sükut, can'ın lisanıdır!
...ve aklım sükût u sever benim!