Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • biz evleniyoruz17.02.2005 - 09:14

    Allah mes'ud etsin...

  • Gevheri17.02.2005 - 09:06

    Dağlara gel dağlara...

  • hz.muhammed16.02.2005 - 17:25

    O bir beyan sultanıydı; söz cevheri gerçek değerini O'nda bulmuştu. Eline ne hokka ne de kalem almamış, hiçbir kitapla tanışmamış, kimsenin tedris rahlesi önünde oturmamış, kimseye üstad deme mecburiyetinde kalmamış ve üstad-ı küll olduğuna asla toz kondurmamıştı. Bu, ilâhî emirlerin yorumunda zihnî müktesebat ve yabancı malumatın konuyu bulandırmaması, ayrı bir renk ve kalıba ifrağ etmemesi adına, Allah'ın evvelen ve bizzat kendi emirlerini, saniyen ve bilaraz O'nun fıtrî melekelerini haricî tesirat ve mülâhazalardan sıyaneti demekti.. ve işte O bu mânâda ümmîydi –O ümmîye canlarımız feda olsun- ama dünya ve ukbâ işleriyle alâkalı hemen her alanda üstad-ı küll olarak öyle sözler söylemiş, öyle hükümler vaz'etmiş ve yerinde öyle kararlar almıştı ki, en mütebahhir âlimlerden en seçkin dâhilere, en mütefelsif dimağlardan en münevver ruhlara kadar hemen herkes o sözler, o hükümler, o kararlar karşısında hayret ve dehşet yaşıyordu. Tarih şahit, hiç kimse, O'nun beyan gücüne karşı bir şey söyleyememiş, hiçbir hükmünü sorgulayamamış, hiçbir icraatını da tenkide cesaret edememiştir.

    O, bütün muhtevası pırıl pırıl öyle bir bilgi havzı ve hazinesiydi ki, ne geçmiş zamanın küllenmiş hâdiselerinden verdiği haberlerinde ne de tarih öncesi farklı milletlerin din, mezhep, kültür, an'ane ve örfleriyle alâkalı ihbarlarında hiçbir itirazla karşılaşmamıştı; karşılaşmazdı da; zira O, Allah'ın elçisiydi ve O'nun bilgi havzına akan o yanıltmayan malumat da hep O'ndan geliyordu. O, ifadelerinde söz kesen bir beyan sultanı, mantığında bir muhakeme abidesi ve düşüncelerinde de misyonunun enginliğine denk bir okyanustu. İfadeleri o kadar kıvrak, beyanı o denli vâzıh, üslûbu öylesine zengin ve rengin idi ki, bazen bir-iki cümle ile muhataplarına dünya kadar hakikatleri birden arz eder, bazen mücelletlere sığmayacak kadar geniş konuları bir solukluk söze sıkıştırır, bazen de tevil ve tefsir üstadlarına yorumlamak üzere ne söz cevherleri ne söz cevherleri emanet ederdi. 'Bana cevâmiu'l-kelim verilmiştir' sözleri O'nun işte bu enginliğini işaretlemektedir.

    Her zaman O'na yüz cepheden yüz türlü soru yöneltilirdi. Sorulan soruların bütününe, hem de herhangi bir tereddüde düşmeden, hemen cevap verir.. konuşmalarında büyük çoğunluğun anlayabileceği bir üslup kullanır.. her türlü teşevvüşten uzak olduğu gibi teşvişe de sebebiyet vermeden, gayet vecîz ve fakat arı-duru bir ifade ile maksadını ortaya kor; âlim-cahil, zeki-gabî, az bilen-mütefennin, genç-ihtiyar, kadın-erkek herkesin istifade edeceği bir seviyede konuşur ve muhataplarının gönlünde mutlaka itminan hâsıl ederdi.

    İnsanlık tarihinde iman ve aksiyonu başkaları ile mukayese edilmeyecek ölçüde atbaşı götürebilmiş birisi varsa o da Hazreti Muhammed (aleyhi ekmelü't–tehâyâ) 'dır. O, her zaman aşkın bir inançla Allah'a bağlanmış, bütün benliğiyle O'nun elçisi olduğuna inanmış, O'na tam teslim olmuş; her zaman ciddî bir sorumluluk duygusuyla hareket etmiş; ne inancında, ne dâvâsında, ne yürüdüğü yolun doğruluğunda, ne de Allah'ın muvaffak kılacağında hiç mi hiç tereddüt yaşamamıştır; yaşamamış ve hep bir güven âbidesi olarak görülüp kabul edilmiştir. Bu itibarla da, O'nu tanıma bahtiyarlığına eren hemen herkes O'na güvenmiş, O'na itimat etmiş ve O'nun arkasında bulunmayı da ilâhî bir mazhariyet saymıştır.

  • hz.muhammed16.02.2005 - 17:17

    O'ydu varlığın mânâsını şerh ederek gerçek sahibine bağlayan; eşya ve hâdiselerin özündeki hikmet ve maslahatları ortaya çıkaran; bize burada yalnız olmadığımızı sık sık hatırlatan; görülüp gözetildiğimizi ruhlarımıza duyurarak içlerimize inşirah salan; vahşetlerimizi izale edip gönüllerimizi ünsiyetle şahlandıran ve bize, baba ocağı gibi bir yerde bulunuyor olma duygularını yudumlatan. Eğer bugün bu sımsıcak yuvada her şeyin yerli yerince dizayn edildiğini görüp hissediyorsak, eğer kalplerimiz hakikat aşkıyla çarpıyorsa, eğer varlığı tahlil ve tanıma adına bir şeyler yapıp ortaya koyabiliyorsak bu dimağlarımızda O'nun tutuşturduğu çerağdandır. Evet, insan, varlık ve topyekün kâinatlar hakkında ne biliyorsak bütün bunlar O'nun, ruhlarımıza duyurduğu icmâlin inkişâfından ibarettir.

    O'na kadar gelip geçmiş bütün nebiler O'nun dediğini demiş, O'ndan sonra gelen bütün evliyâ ve asfiyâ ise -fevkalâde halleri davalarına senet- O'nu tasdik etmiş ve mazhariyetlerinin de O'ndan olduğu itirafında bulunmuşlardır.. evet O, 'Allah' deyip nazarları tevhide çevirmişse, bütün enbiyâ ve mürselînin sesi-soluğu, bütün evliyâ ve asfiyânın müşahede ve keşifleri de bunu müeyyiddir.

    O, emin bir iman abidesiydi; dediklerini kılı kırk yararcasına yaşıyor, tavırlarını hep ötelere göre ayarlıyor ve hayatını Hakk'ı görüyor ve O'nun tarafından görülüyor olma derinliğiyle yaşıyordu; herkesten daha hassas davranıyor, her haliyle ciddî bir sorumluluk tavrı sergiliyor; her zaman hüsn-ü akıbet peşinde koşuyor ve gözünü bir lâhza olsun hedeften ayırmadan hep namzet olduğu noktaya doğru koşuyordu; koşuyor ve herkese Allah'la arasındaki o derin münasebetten çizgi çizgi mânâlar sunuyordu.

    O, dünü, bugünü ve yarını itibarıyla insanlığı yeniden inşa etmiştir, ediyor ve edecektir. Kendi devrinde, tabiatlara sinmiş binlerce senelik çarpık anlayışları, gayriinsanî davranışları, sû-i ahlâk ve mizaç inhiraflarını bir hamlede, bir nefhada değiştirdiği gibi; tamamen şirazeden çıkmış günümüzün yığınlarına da sözünü dinleterek er-geç onları da zabturabt altına alıp mesajının gücünü göstereceğine inancımız tamdır. Siz buna, insan, kâinat ve ulûhiyet hakikatinin yeniden bir kere daha doğru okunup doğru yorumlanması ve insanoğlunun varlık içindeki yerine göre bir duruşa geçmesi ve geçeceği de diyebilirsiniz.

    Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) herkesi ve her şeyi alâkadar eden bir mesajla gelmişti ve vazifesi itibarıyla gönülleri, gözleri dolduracak bir derinlik ve cazibeye sahipti. Yaratılışında olabildiğine bir mükemmeliyet, davranışlarında fevkalâde inandırıcılık ve tavırlarında da her zaman cismâniyetini aşan bir lâhûtîlik nümâyandı. Bu göz kamaştıran zâhirî çizgilerin arkasında O, bugüne kadar hiç kimseye müyesser olmamış, Kur'ân'ın 'huluk-u azîm' dediği öyle yüce bir ahlâka sahipti ki önyargısız, bir kerecik olsun O'nun atmosferine giren, bir daha da tesirinden kurtulamazdı. Bu güzellik ve fâikiyetlerinin yanında bir büyülü beyanı vardı ki, en mahir söz sarrafları dahi O konuşunca dillerini yutar, sessizlik murakabesine dalar ve O'nun ifadelerinin sihrine kapılıverirlerdi.

  • hz.muhammed16.02.2005 - 17:15

    Allah Resûlü, mekteb-medrese görmemiş bir mürşid-i kâmildi. Maddî-manevî yapısının sağlamlığı, duygularının duruluğu, düşüncelerinin rasâneti ve meâliyâta açık vicdanının enginliğiyle, Hakk’ın mesajlarını olduğu gibi almaya, alıp orijinini koruyarak insanlığa aktarmaya müsaid ve müstaid bir fıtratta yaratılmış, özü ve ruh safveti korunmuş, beşerî tâlim ve terbiyenin, tâlim ve terbiyedeki beşerî sistemlerin tesirine karşı kapalı kalmış; sonra da vahiyle donatılarak insanlığa gönderilmiş olma manâsında, mekteb-medrese görmemiş bir mürşid-i kâmil-i mükemmeldir.

  • hz.muhammed16.02.2005 - 17:13

    Gelmiş-geçmiş ötelere açık bütün söz erleri, tecellî arşını terennüm eden koronun birer ferdiydi... O bu bülbüller topluluğunun idârecisi oldu.. nebîler ve velîler gelip gelip bir halka-i zikir teşkil ediyorlardı. O bu kudsîler halkasının serzâkirliği vazifesiyle geldi.. geldi ve o tok sesiyle arş u ferşi velveleye verdi. O’nun sözlerle donatıp insanlığa takdim ettiği semâvî sofrasındaki her yemiş, dost bağının en mahrem noktalarından alınıp, kimseye açılmadan mahfazası içinde O’na sunulmuş eltâf-ı şâhâneden has meyvelerdi. O’ndan evvel o meyveleri ne başkaları bakıp görmüş, ne de onlara el sürülmüştü...

    Hele, mahremlerden mahrem en has bahçelerin, en has güllerini, en lâtif nağmelerle terennüm eden bu Andelîb-i Zîşân’ın (sav) ilham üveyki şahlandığı vakit bütün diller susar, sîneler kulak kesilir ve ruhlar O’nun beyân zemzemesi karşısında kendilerinden geçerlerdi.

  • fethullah gülen16.02.2005 - 17:07

    Fethullah Gülen, Türkiye'deki dini cemaat liderleri içinde en fazla ilgi uyandıran, hem spekülasyonlara hem de iltifatlara muhatap olan bir kişi. Bazı laik çevrelerde rejim için sinsi bir tehdit olarak görülürken; bazı radikal İslamcı çevrelerde, Türkiye'de İslami hareketin gelişme seyrini olumsuz etkileyen bir 'ajan' olarak görülür. Yine bazı laik çevrelerce 'ılımlı' İslami söylemiyle irtica tehlikesine karşı bir 'kutsal' baraj; bazı İslamcı kesimlerce ise hizmetleriyle İslamı yayan bir mücahittir o. Fethullah Gülen'in bu müphemliği, üzerinde karar verilemezliği, karizmasının önemli bir unsurudur.

    Burada ilgi odağımızı oluşturan popülerliğinin ana unsuru ise, Türk halkının ortalamasını buluşturan geleneksel değerleri dini bir etikle bağdaştırıp, 'seçkin' bir üslupla gündelik hayata tekrar aktarmasıdır. Bu niteliğiyle Gülen, muhafazakâr-milliyetçi taşra kültürünü modernist medeniyetle buluşturan aktördür. Milliyetçilik ve muhafazakârlığın gelenekle birleştiği yerde, katı bir ahlakçılık ve ona bağlı disiplinci söylem tamamlayıcı boyutları oluştururlar. Bu bir anlamda Osmanlı'nın 'Din-ü Devlet' sentezinin sivil bir yeniden tesisidir. Gülen'de Osmanlı nostaljisinin, kendi hizmet anlayışını güdüleyici bir etmen olarak önemli bir yeri vardır. 'Daha çocuk yaşlarında, dünyaya medeniyet götürdüğümüz günlerin hicranını duyduğu'nu belirtir Gülen.

    Onun duygu yüklü vaazlarından aşina olduğumuz ağlamaklı hal bu acziyet kederindendir. Gülen'in zihinlerimizde yer eden portresi, ağlayan kederli halidir. Bu ağlama, özel yaşantısı itibariyle sıradan insana özgü hiçbir meziyet taşımayan Gülen'e popüler bir boyut kazandırma işlevi görür. O, ne sıradan insanlar gibi bir aşk yaşamıştır, ne de bir ahbaplığı olmuştur. Konuşması hep bir edebi üslup taşır. Eğlence meclislerinde asla yer almayacak kadar derindir Hoca Efendi. Ama o da sıradan insanlar gibi ağlar ve gözyaşlarıyla insanları kederine ortak eder. Böylece ağlama, aynı zamanda hitap ettiği cemaati üzerindeki iktidarın bir fonksiyonudur.

    O, ulaşılmaz bir 'erdem abidesi' olarak cemaatinin bilincinde oluşturduğu kendine yetersizlik hissiyle gücünü tesis eder. Gülen'in yaşantısıyla ilgili tercihleri takdim ediş biçimi, katı ahlakçılığa tüm meşruluğunu sağlar. Dünya nimetlerinden uzak duran ama dünyadan uzak durmayan bir ahlakçı yaklaşımdır onunkisi. Öğretisinde dünyayı bir hedefe doğru götürmek üzere çileci bir ahlakın izleri vardır.

  • türk-kürt kardeştir16.02.2005 - 16:18

    Sadece Türk-Kürt değil İman edenler kardeştirler.

  • abdürrahim karakoç16.02.2005 - 16:16

    Mihriban

  • mülteci16.02.2005 - 15:30

    Çeçenler... :(