Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • incil19.08.2004 - 12:58

    Yeni Ahit.

  • hz.ebubekir19.08.2004 - 12:56

    571'de doğdu. Teym oğulları kabilesinden köklü, geniş bir aileye mensup. İçki kumar, put gibi cahiliye adetlerinden uzak yaşamış, kumaş altın,elbise ticaretiyle meşgul olmuş, bugünkü tabirle ithalat ihracat yapan bir tüccardı. İsmi AbdülKabe iken, Resulullah 'Abdullah' şeklinde değiştirmiştir.
    Düzgün bir aile hayatı yaşayıp, üç oğlu üç kızı vardı. İlk Müslümanlardandı. Hazreti Ebu Bekir Müslümanalara maddeten yardım ettiği gibi Bilali Habeşi gibi köleleri satın alıp, azad ediyordu. 13 sene Mekke'de Peygamber ile birlikte kaldı, beraber hicret etti. Kuba Mescidi nin imarında çalıştı. Medine'de Peygamber'ın en yakınıydı, her savaş, her sefere nefer olarak katıldı, hiç kumandan olmadı. Ebu Bekir avuçlar dolusu paralar veriyordu, Peygamber ona dua ediyorlardı.
    Hastalanan Peygamber camiye gelemeyince, Hz.Ebu Bekir 17 vakit imamlık yaptı, bir sabah namazında da Peygamber cemaat o da imamdı. Peygamber vefat ettiğinde o Ali imran süresinin 114. ayetini okudu:' Muhammed bir peygamberdir, ondan öncede nice peygamberler gelip geçti. O ölünce İslam'dan gerimi döneceksiniz? Kim geri dönerse iyi bilsin ki Allah'a zarar vermez. Allah şükredenlere mükafatını verecektir.' 7 Haziran 632' de Peygamber vefat etti, aynı gün sahabenin ileri gelenlerinin biat etmesiyle Ebu Bekir halife seçildi.
    Ebu Bekir yöneticilik sıfatıyla Peygamber'ın makamına geçince şöyle buyurmuştur.
    -' Ey insanlar, sizin en hayırlınız olmadığım halde emir oldum..
    Vazifemi hakkıyla yerine getirirsem bana uyun, yardım edin,
    yanlışım olursa ikaz edin, doğruluk emanettir, yalancılık hıyanet...'

    Hz. Ebu Bekir 13 Temmuz 634'te 63 yaşında vefat etti. Hz. Ebu Bekir halife olunca İslam'a aykırı hareket eden veya dinden ayrılanlarla mücadele etti.

  • halife19.08.2004 - 12:55

    1-Ebubekir
    2-Ömer
    3-Osman
    4-Ali.

  • sendika19.08.2004 - 12:50

    İşçinin tek başına pazarlık gücünün zayıf olmasının sonucu olarak ihtiyaç duyulan birlik. İşçi emeğini saklayıp daha sonra toplu olarak kullanamaz ve bu yüzden iş gücünü boşa harcamamayı tercih ederek düşük ücret de olsa çalışmak zorunda hisseder kendini. Tek tek patron önüne çıkarak bir sonuca varamazlar çünkü birini kovsa nasıl olsa diğeri iş aramaktadır. Ama sendika olduğu zaman ve toplu halde tepki gösterebildikleri zaman istediklerini patrona yaptırmaları daha kolaydır.

  • sendika19.08.2004 - 12:47

    KESK ve Bağlı Sendikalar:

    -KESK Konfederasyonu
    -Tüm Bel-Sen
    -Egitim Sen
    Egitim Sen Kocaeli Şube
    -SES
    SES İzmir Şube

    Türk-İş ve Bağlı Sendikalar:

    Türk-İş Konfederasyonu
    Hava-İş Sendikası
    Yol-İş Sendikası
    Tes-İş Sendikası
    Petrol-İş Sendikası
    Türkiye Gazeteciler Sendikası
    TekGıda-İş Sendikası
    Kristal-İş Sendikası
    Türkiye Haber-İş Sendikası
    Harb-İş Sendikası

    DİSK ve Bağlı Sendikalar:

    DISK
    Oley-İş
    Birleşik Metal-İş Sendikası

    Hak-İş ve Bağlı Sendikalar:

    Hak-İş Konfederasyonu
    Öz İplik İş

    Diğer Sendikalar:

    Kıbrıs Türk Ögretmenler Sendikası

  • sendika19.08.2004 - 12:45

    www.sendika.org

  • darwin ve evrim19.08.2004 - 12:35

    '...Biliyorsunuz, son zamanlarda, insana dair her şeyin sırrı 'gen'lerde aranıyor. Darwinist teorisyenler, insanla şempaze arasındaki genetik benzerliğin yüzde 98 olduğunu tespit etmenin sevincini yaşıyor. Ne büyük ahmaklık! Genetik benzerliğin, daha az çıkması için duacı olmaları gerekirdi, o zaman insanın sırrının genlerde olduğu fikri ile bir müddet daha oyalanmak için gerekçe olurdu. Oysa, böylesi, insanlık muammasını
    daha da içinden çıkılmaz yapıyor; yüzde 2 gibi küçük bir genetik farka karşın insan ve şempaze arasındaki muazzam farkı düşünebiliyor musunuz? Yazı, felsefe, bilim, teknoloji, sanat, aşk, erotizm, öte tarafta, trajedi, savaş, hepsinin sırrı bu yüzde 2 genetik farka sığar mı? Ayrı mesele...'
    Nuray Mert - Radikal - 19 ağustos 04

  • nato19.08.2004 - 12:32

    'NATO'ya hayır'?

    NATO zirvesinin, dahası bu zirvenin İstanbul'da toplanmasının anlam ve mahiyetini tartışmakta tabii ki fayda var, önümüzdeki on yıllara ilişkin hesap kitap üzerine kafa yormak, yormamaktan iyidir. Ama tamamen bu hesap kitaba gömülüp, kendimizden geçmenin, strateji uzmanı/robotu haline gelmekten başka anlamı yok. Dahası 'Hayır! ' demekle de iş bitmiyor.
    Dünyayı bir iktidar satrancı tahtası olarak kavrayıp kabullenmek, kendini iyi santranç oyuncusu veya yorumcusu olmaya vermek de bir yol. Borsada/piyasada santranç oynayan babasına tepki olarak, kendini gitar çalmaya veren isyancı ergen gibi davranmak da bir yol. Ama, gitarının parasını babasından istediği sürece ergen çocuğun yolu hep babası ile çakışmak zorunda.
    Amacım, 'NATO'ya hayır! ' kampanyalarını karalamak değil, dayatılan her şeye 'hayır' diyerek işe başlamakta yarar var. Ama her şeye 'Hayır' deyip, geçiştirmemek koşuluyla. Aksi takdirde devran dönüyor, hayır diyenler, gün geliyor ya yorgun muhalif ya da bir ihtimal başbakan oluyor. Bakın, Tayyip Erdoğan bu istikamette, 'Bir zamanlar biz de hayır dedik, o devirler geçti' türünden bir açıklama yaptı. Neye, niçin hayır dediğini o zamanlar biliyor muydu veya nasıl biliyordu, şimdi neye evet dediğini biliyor mu ayrı konu. Önemli olan, sonuçta, başbakan, olmadı bakan, olmadı hali vakti yerinde muhterem vatandaş olmaksa, aslında bunların önemi yok. Hayatın size biçtiği rol olarak bellediğinizi yapar, yolunuza devam edersiniz. Öğrenciyken protestocu, yetişkinken konumunuza göre şu veya bu konuda işbirlikçi olup iş tutarsınız, her iki durumda da dünyayı bulunduğunuz yerden görüp, onun doğru olduğuna inanırsınız. Hayatın seyri içinde 'konu mankeni' olanlar için hikâye hep aynı, bazısı top model olur, bazısı tanıtım figüranı o başka.
    Aslında hiçbir şeyin devri geçmedi, hatta gelmedi. Dünya hâlâ ateşten bir küre, biz bu kafayı değiştirmediğimiz sürecede öyle kalacak. İşgal de, haksızlık da, işkence de olacak, bunları idare edenler NATO gibi zirveler de yapacaklar, saygıyla da karşılanacaklar. 'Olmasın' demekle, 'Hayır',
    'Benim adıma yapmayın' demekle olmuyor. Bu işlerin failleri, Bush'dan, neocon'lardan ibaret değil, dünyanın yarısından çoğu sefalet içinde yaşarken, işleri tıkırında giden, dahası bundan hiç rahatsızlık duymayan herkes, hiç tereddüt etneden, listeye kendi adını da yazsın. İnsanın yeryüzündeki macerası başlayalı bunca zaman oldu, kendi kör nefsimizden öte köy bulamadık, kuramadık.
    Sol siyaset diye bir şeyler varken hiç olmazsa, ciddi bir itirazın sesi çıkıyordu, şimdi o ses de duyulmayacak kadar kısıldı. Sesi kısıldı, çünkü her şeyden önce, başka bir dünyanın mümkün olduğuna dair inanç kayboldu, aslında dünyanın büyüsünü kaybetmesinin nedeni de bu. Neye inanıyoruz da neye 'Hayır', 'Olmaz' diyoruz? İşgalciyle, işkenceciyle temelde aynı şeylere inanarak, bunlara karşı gelmenin yolu yok.
    Bakın, daha geçenlerde, gazetelerde, ülkesinde insanların açlıktan sokakalarda öldüğü Hindistan'dan bir çelik kralının, kızına trilyonlarca lira harcayarak yaptığı düğünün haberi vardı. Böyle bir şeyin doğal karşılandığı bir dünyada, binlerce insanın canı bir petrol kuyusundan daha değerli olacak, çaresi yok! 'Dünyanın düzeni bu', deyip geçemeyiz, dünyanın düzeninden biz sorumluyuz, 'Hayır' diye bağırıp çağırmakla geçiştirilemeyecek bir sorumluluk bu. Ya insan olmanın hakkını vermek için zor olanı seçeceğiz, 'hayır'ları çoğaltacağız ya da öyle veya böyle konu mankeni olarak yolumuza devam edeceğiz. Seçim bizim.

    Nuray Mert - 29/06/2004 - Radikal

  • alevi19.08.2004 - 12:29

    Aleviler ve Sünnilik

    Hiç kuşku yok, demokrasi adabı, onun ötesinde insani duyarlılık, her türden azınlığın haklarına titizlenmeyi gerektirir. Çoğunluk, zaten, sadece çoğunluk olması yüzünden bile 'baskın' ve dolayısı ile 'baskı' olmaya yatkındır. Dahası, bu baskınlık kolaylıkla, 'çoğunluk hoyratlığı'na dönüşebilir. Ve dahası, bu ihtimali göz önünde bulundurmadan sergilenecek her davranış, söylenecek her söz, hoyratlık yoluna en azından zemin hazırlar.
    Buraya kadar, her türden azınlığın her türden şikâyetine, talebine, sonuna kadar katılmaya hazırım. Ancak, bu başka; azınlıklarla ilgili her konuda, azınlıkların her söylediğinin, koşulsuz olarak, haklı, adil, demokratik kabul edilmesi, tartışılmasına tahammül edilememesi ve nihayet, çoğunluk diye, her konuda 'Sünni Türk'ü, sanık sandalyesine oturtmaya çalışmak ayrı.
    Alevilik, hukuki çerçevede 'azınlık statüsünde' olmasa da, toplumsal çerçevede Türkiye'nin en kalabalık dini azınlığı, bu anlamda siyasal-toplumsal taleplerinin tartışılması son derece doğal. Ancak, Hacı Bektaş Şenlikleri vesilesiyle, şu günlerde, Aleviliğin gündeme gelmesiyle, bir kez daha aynı şey oldu, bu çerçevedeki talep ve şikâyetler, yine Sünnileri itham üslubuna büründü. Örneğin, Radikal İki'de Yüksel Işık, yine, başörtüsünün siyasal simge olması yolundaki 'değerlendirmelerini' Alevilerin haklarının görmezden gelinmesine sorunsuzca bağlayan bir yazı yazmış.
    Cevap yazmak niyetinde değilim, ama yaklaşımı çok tipik ve bu tartışmanın gelişmesi açısından dikkate değer. Yüksel, 'Başörtüsü konusunda duyarlı olanlar, inanç özgürlüğüne duyarlı iseler, Alevilere kulak vermeliler' dediği sürece haklı. Nitekim, tren kazasında sergiledikleri yaklaşım dolayısıyla, demokratik hassasiyet açısından, İslami çevreleri ben de, tutarsız olmakla eleştirdim. Ancak, Sünnilerden, kendileri adına bir şey talep ederken, sadece ve sadece Alevilerin taleplerine kulaklarını kapatmamayı, set çekmemelerini bekleyebiliriz. Demokratik hassasiyet, herkes herkesin talebini canhıraş bir şekilde savunacak anlamına gelmiyor. Bu, her grup ve düşünce için geçerli, kendi talebinize yoğunlaşırsınız, başkalarınınkine kör ve engel olmazsınız, o kadar. Aksi takdirde zaten, demokrasiye, azınlıklara hassasiyete gerek kalmazdı, her konuda aynı düşünen, eşit hassasiyet gösteren homojen bir 'kitle' olurduk.
    Aleviler de, tabii ki, öncelikle kendi taleplerine yoğunlaşacaklar, ama bu noktada bir sorun var. Sünniler çoğunluk diye, her taleplerini, Sünnilere yüklenmek biçiminde ifade etme alışkanlığından vazgeçmeliler. Alevilerin, nedense, kendilerine ilişkin özgürlük alanını genişletme talebi, hep Sünnilerin alanını daraltma talebi ile birlikte geliyor. Örneğin, imam-hatip liselerinin önündeki engellere tam destek veriyorlar. Diyanet İşleri'nde ve İHL konusunda mesele vergilerinin Sünni kurumlarına akması ise, bunu bir şekilde düzeltmenin yolu bulunur. Ancak, onların itikadı, uzun bir ilahiyat eğitimini gerektirmiyor, ibadet alışkanlıkları farklı diye, Sünni kurumlarının topyekûn ortadan kalkmasını öngöremezler.
    Dahası var, bu ülkede Sünnilik çoğunluk mezhebi olabilir, toplumsal ve kültürel bir hegemonyası da olabilir, ama bu çoğunluk halen, çok gündelik
    bazı haklarının bile kısıtlandığı bir çoğunluk.
    Alevilik ise, sırası geldiğinde, Sünniliğe karşı resmi ideolojiyle birlikte davranabilen, dahası, yeri geldiğinde 'gerçek İslam' söylemi ile, Sünnilik üzerine otorite iddiasında bulunan bir 'azınlık'. Burada da çok ciddi bir sorun yok mu?
    Dışarıdan bakıldığında, şöyle bir tuhaflık olduğu doğru; resmi bir kurum olan Diyanet İşleri, Sünniliğin uzantısı, ama sürekli İslam'ı modernize etme yönündeki, yine 'resmi' gayretlerin baş müttefiki ise Aleviler. Olay biraz karmaşık görünüyor değil mi? Evet, öyle. Öyle olduğu için, tartışmanın cemevi-başörtüsü çekişmesinden öteye götürülmesi gerekiyor

    Nuray Mert - 17/08/2004 - Radikal

  • ırak savaşı19.08.2004 - 12:25

    Bırakın bu safsataları!

    Türkiye'yi ABD'nin kanlı Irak işgalinin peşinden sürüklemeye çalışanlar, şimdi de, Irak'ta bir Türk işçisinin öldürülmesini, zihin bulandırma gayretlerine alet etme çabası içine girdiler.
    Üç-beş kuruş için canını tehlikeye atanların hali çok can acıtıcı, trajik, ama lütfen kimse hedef saptırmaya çalışmasın. Irak'ta, işgalden sonra, tam anlamıyla bir kaos var ve masum Irak halkı başta olmak üzere, herkesin canı tehdit altında. Böyle bir ortamda, konuyu, kime 'direnişçi' denecek kime denmeyecek tartışmasına çekmek kadar aymazca bir tavır olamaz.
    Bunlar direnişçi değilmiş, 'katil sürüsü'ymüş! Öldürenlerin direnişçi olduğuna kanaat getirsek, rahat bir nefes mi almış olacağız? Hem Irak'ta kimin kim olduğuna, kim, nasıl karar verecek? Irak'a savaşmak için El Kaide militanları geliyormuş, bunların yerli halkla alakası yokmuş. Onlar yabancı da, Amerika başta olmak üzere işgal güçleri yerli mi? Kim kime, ne adına kafa tutabilir? Irak'ta kimin, ne adına, ne yaptığı belli değil ki, gönül rahatlığı ile tasnif yapalım. Dahası, Ortadoğu'daki İslami grupların birçoğu, El Kaide'yi hâlâ ABD istihbarat faaliyetlerinin uzantısı olarak görüyor. Öyle olduğunu da, olmadığını da söylemek imkânsız, en azından olaylara dışarıdan bakan biz faniler için, durum bu.
    Siyasetin, şiddete endekslenmesi, 'terör' adı altında tescillenmesi, insanlık için tam bir felaket. Ama bunun tek faili, dünyada, çıkış yolunu şiddet olarak görenlerin artması değil. Bir yandan, dış müdahale, daha doğrusu işgal, diğer yandan, sindirme ve güvenlik adına katliam meşru olacak, buna direnmenin tüm imkânları ortadan kalkacak, dahası el altından şiddet müptelası haline gelmiş gruplar manipüle edilecek, koskoca bir ülke ve masum halkı iki ateş arasında bırakılacak, sonra da kimi kime şikayet ettiği belirsiz birileri, 'Katiller' diye çıkış yapmaya girişecek. İnsanda biraz utanma, sıkılma olur. Hadi, 'Süper güçle baş edilmez, ne yapıyorsa sineye çekmek lazım' gibi aşağılık bir boyun eğişe ikna oldunuz, bari 'insanlık' adına kükremek iddiasından vazgeçin.
    Öldürülen 'Türk' olursa, millet her şeyi unutur, bunun peşine takılır mantığına sığınmak türünden bir hesapçılık insanın kanını donduruyor. Tabii, bu hesap, sadece Irak'ta üç-beş ihale kırıntısı alma hesabı değil, şu veya bu biçimde insanları galeyena getirip, Türkiye'yi ABD öncülüğündeki işgal koalisyonunun peşine takma hesabı. Ölen gariban işçinin canı ardına gizlenmeye çalışılan kirli hesap bu.
    Ne günlere geldik, eski Humeyniciler, 'dinci terör'le hesaplaşma, mesafe koyma çağrısında bulunuyor. Ama aslında şaşılacak bir şey yok, 80'li yıllarda da, vahşi kapitalizmi her türlü eleştiriye karşı savunup, önünü açanlar, eski hızlı Marksistlerdi. Böylesi daha etkili oldu. Şimdi aynı şeyi, eski İslam devrimcileri üstlenmiş vaziyette.
    Ne dini, ne 'dini terör'ü? Bu safsatalarla hiçbir şeyi anlamaya, açıklamaya imkân yok, bunlarla ancak üç-beş fukara akıllı kanıp büyük hesaplara alet olur. Bu zamana kadar bu din 'terör' üretmiyordu da, şimdi mi 'terör' referansı oldu? Geçin bunları. İnsanlığın talihsizliği, emperyalizmin bu kez, solun din paranoyasını da, bir ölçüde de olsa, yanına alabiliyor olması. Uyanın artık, dünya büyük bir talan mücadelesi içinde ve bunun dinle, terörle açıklanacak tarafı yok. Tam zamanı, açın yeniden, başta Marx, sol klasikleri okuyun. Onlara alerjiniz varsa, açın, herhangi bir kaynaktan dünya tarihi okuyun. 19. yüzyıldan beri, dünya nasıl paylaşım savaşları ile perişan oldu hatırlayın, Soğuk Savaş dönemi bitti diye sevinecek yerde, açın, o dönem kim neyi, ne için, hangi yöntemlerle yapmış hafızanızı tazeleyin. İnternet ve cep telefonu
    icat oldu diye, insanlık kurtuldu mu sanıyorsunuz? Soğuk Savaş'ın sıcak savaşla, kültürel hegemonyanın askeri işgalle iç içe girdiği muazzam bir kuşatma yaşıyor insanlık. İçinde bulunduğumuz kaosun failinin, El Kaide veya hatta Bush ailesi olduğunu mu zannediyorsunuz? Olabilir mi? Aptal mısınız, yoksa, herkesi aptal mı sanıyorsunuz?

    Nuray Mert - 10/08/2004 -Radikal