Teşekkür ederim:)) akıl hastanesi, cezaevi, yoğun bakım ünitesi, çocuk/yaşlı bakım evleri, moteller... ayrıca bazı patolojik rahatsızlıklari olan insanları bu konuyu cidden besliyor.
Alıntı-bilgi: Atipik kadın seri katile örnek hemşire Jane Toppan cinayetlerinden yargılandığı duruşma esnasında öldürmenin onde cinsel tahrik uyandırdığını belirtmiştir.Seçtiği hasta kurbanlarına özel karışım bir ilaç vermiş ve öldükleri esnada yatakta yanlarına yatıp vücutlarına yakınen temas etmiştir.
Asansöre nefes nefese yetişmişti.. Asansörün duvarındaki aynadaki aksine bakıyordu.. Yine sesler…. ‘Şu haline bak. Tıpkı bir bok çuvalına benziyorsun. Yağlı ve incecik saçlarınla ve ineğe benzeyen vücudunla tıpkı bir hilkat garibesisin. Sen kadın bile sayılmazsın. Bütün erkekler senden tiksiniyor. Yattığın iki adam da ertesi sabah yüzüne bakmadan çekip gittiler. Zaten onlarda aynı sana benziyordu. Senin gibi bir pisliği kim ister ki ….‘ Gözlerinden kıvılcımlar çıkıyordu. Şişman karnını sıkıyor; eline gelen vıcık vıcık yağ kitlelerinden nefret ediyordu. Zayıflamak için her yolu denemişti. Oda Nermin gibi güzel bir kadın olabilirdi. Nermin bir sürtüktü.. Hastane deki bütün erkekler onu görünce başkalaşıyordu. Nermin aslında yaşamayı hak etmiyordu. Şimdilik bununla ilgilenmiyordu. Meleğin ilgilendiği hastalarıydı. Onların en çok ölü yüzlerini seviyordu. Bugün Hakanla evlenecekti. Bütün gece bunu hayal etmişti. Yine aklına gelince kalbi heyecandan deli gibi atıyordu. ’Sakin ol Melek’ diye telkin etti kendini ..Yoğun bakım katına geldiğinde asansörden inerken yine o iğrenç sevimli tebessümünü yüzüne yapıştırıp yürümeye başladı. Deskin önündeki hemşirelere selam verip hal hatır sordu. Bu canım cicimli sohbet midesini bulandırmıştı. Hepsinden nefret ediyordu. … Günlük rutin işlerini yaparken gözü hep Hakanın üzerindeydi…Onun monitördeki kalp ritimlerini takip ediyor ve o ritmin duracağı anı hayal ediyordu. Hakanla planladığı düğün seremonisi için sabırsızlanıyordu. Ve gece olmuştu. Beraber nöbet tuttuğu sürüngeni sevimli ifadelerle uyumaya göndermişti. Ağzında iğrenç bir tat …Gidip ağzını çalkaladı. Aynaya baktı.. Gözlerinden çıkan şeytani ateşi gördü. İşte bu anlarda kendisini çok çekici buluyordu. Bütün vücudu gerildi. Hakanı deli gibi istiyordu. Onun soğuk tenine dokunmak için sabırsızlanıyordu.
Hakan geçirdiği kafa travması sonucunda bir operasyon geçirmişti. Kafa içi basıncını düşürmek için bazı narkotik ilaçlarla bilinçli olarak uyutuluyordu. Bütün gün Hakanın ne kadar genç bir adam olduğundan , iyileşmesinin bütün çalışanları ne kadar mutlu edeceğinden bahsedilmişti. Daha otuzlu yaşlarda ki birinin şu anda ölmemesi gerekiyormuş. ‘Çok konuştunuz pislikler. Ama o bu gece benim olacak ‘
Temizlik personeline - -Gülsüm hanım hadi gidip bizim gece kahvaltılarımız getir . Çok acıktım - Melek hemşire adın gibi meleksin de biraz az yesen senin için daha iyi olacak biliyon mu ..? ‘Acaba öldürmeye bu geri zekâlıdan mı başlasam ‘ dedi içinden… - Haklısın bir tanem de elimde değil ki .. Yemezsem halsiz kalıyorum. Sana zahmet olmazsa alıp gelir misin yemekhaneden.? - - Tabi hemşire hanım hemen gidip geleyim ben o zaman . - - Sonunda defolup gitti .
Hakanın yattığı yatağın başucuna kadar gitti. Biliyor musun sevgilim buluşmamıza çok az kaldı. Senin ölü teninle sevişmek için yanıp tutuşuyorum.
Hakanın ellerini tutup kendi elleriyle buluşturdu. Kendi başını hafifçe yana eğip Hakanın
bedenindeki tüm hatlara dokunup inceliyordu. Onu sıcakken pek çekici bulmamıştı .Yinede
Hakanın gücenmesini istemediğinden bunu ona söylememişti.
-Aşkım çok çekicisin. Kalp atışlarını duymamak duymaktan daha tahrik edici ama olsun.
Eliyle hastanın bağlı olduğu solunum cihazının hortumunu gevşetti. Solunum cihazı alarm
vermesin diye alarm düğmesini kapattı. Ve solunum cihazının olan entübasyon tüpüne
(hastaları solunum cihazına bağlamak için soluk borusuna yerleştirilen boru benzeri
aparat)tutturulmuş olan hortumunu çıkardı.
Hasta soluksuz kalmıştı ve can çekişiyordu. Onunla bu yolla sevişiyordu. Onun soğuk ellerini
kendi vücudunda gezindiğini hayal ediyordu. Göğüslerine dokunduğunu düşünüyordu.
-Ahh aşkım beni çıldırtıyorsun. Sana deli oluyorum.
İsterikli bir kahkaha atıp solunum cihazının bağlantılarını yeniden eski haline getirdi. İlaç
dolabının yanına gidip bir insanın verilebilecek dozun çok çok üzerinde potasyumu enjektöre
çekip yeniden Hakanın yattığı yatağın başucuna gitti. - - Sevgilim söylesen ben güzel miyim ?Söyle hadi… Hastadan bir ses çıkmayınca sinirlendi. - Sende diğerleri gibisin değil mi ? Beni beğenmiyorsun. Bana bakınca acıyor yada iğreniyorsun. Hepinizi öldüreceğim. Şimdi seni ölürken izlerken zevkin doruklarına çıkacağım. Seni iğrenç sperm torbası sonun geldi. Bu gece benimle evleneceksin ve asla beni aldatamayacaksın. Başka bir kadın için beni terk edemeyeceksin. Avuçları terlemişti. Ellerini formasıyla silip cebine koyduğu ölüm ilacının çekili olduğu enjektörü serum setinin enjeksiyon kanalına itti. Yüzünde ki korkunç gülümseme ile hastanın çıplak vücudunu bir kez daha süzdü. Çok yakışıklı bir kocası olmuştu. Adama bakmaya doyamıyordu. …
-Ve işte EVET deme anımız geldi sevgilim. Hazır mısın? Hadi bana evet de.. Soluk alıp verişi sıklaşmıştı. Tüm bedeni bir sevişme anı yaşıyordu ve zevkin doruklarına doğru ilerliyordu. . -Hemşire hanım ne yapıyorsunuz ? Gece viziti için gelmiştim . Gelen nöbetçi doktordu …
Gözünden kaçmayan parlaklığın ise bizim gözlerimizi kamaştırıyor :)
Bir ara paylaşayım senin için tımarhanede bölüm bölüm... Önceden yazmıştım, edebi olarak o kadar başarılı bulmuyorum artık o yazdıklarımı. Sanırım biraz gelişim göstermemle ilgisi var bunun :))
"Melek" çağrışımlara gel :))şimdiden kısık bakan gözlerini ve zarif boynunu oluşturdu zihnim. .. Bahsi geçen bayan birçok korku filmine esin kaynağı olmuştur. . Aruoba'yi bende çok severim!seçtiğin şiirler zekanın farklı işlediğini ortaya koyuyor. Gözümden kaçmaz:))
Ya çok sinirlendirmişlerdi de iyi ki sen varsın sevgili ''A'' ... Yoksa ben bir edebiyat sitesinde olduğumdan neredeyse emin olamayacaktım.
Kendisi idolümdür. Melek isimli bir seri katil öyküsü yazmıştım seri şekilde. Beşinci bölümde bıraktım nedense. Bu sebeple tarihteki bütün kadın seri katilleri incelemiştim. Ve bahsi geçen sayın bayan idolüm olmuştur :))
Şiirler evet bende çok seviyorum. Değerlerimizi yaşarken yaşatmıyoruz. Değerli şair, düşünür, felsefeci Aruoba yaşayan bir devdir. Nasıl bir şeyse ikidir kendisinin söyleşisini içeren video siliniyor. Şaşırsam mı, gülsem mi, kızsam mı bilemiyorum.
Burası torna tesviye atölyesi de biz mi yanlış geldik acaba sevgili 'A' ?
Karşılaşma Gitmesine engel ol AA, gitti/geri getir Bağışlama Başını döndür(mutluluktan mümkünse) Güven/lik (erkek ve kadındaki güven duyma hissi farkını çok iyi yakalanmış) Birbirinin yükünü omuzla
Birbirimize temelde insan bakmamız gerektiğinden olsa gerek kadın ve erkeğin kostümü aynı..
... sakinlikle ve yontarak gelecek bı mucize. Asılı şapkalar ve cesetler gibi;homurtusu duyulacak ince ruhlardan.Dostlarım,aldanmış sanmayın baharı.... ................ .....
Kırmızı topuklu ayakkabısı sessiz sokağın tek enstrümanı gibiydi. Terk edilmiş gibi görünen şehrin sis inmiş sokaklarında sabahın en erkeninde yine yetişmeye çalıştığı şeylerin peşine düşmüştü. Dalgın olmaya bile lüksü olmadan hayatın en hızlı ritminden tutturmuştu müziğini. Hangi tarz hayat seversiniz diyen hiç olmamıştı. Önüne bir menü getirip en lezzetli bulduğu yaşamayı seçmesi içinde kimse bir şey yapmamıştı. Böyle yaşaması gerektiğini bir yerlerden, bir şekilde ezberlemiş ve doğaçlama bestelenmişti yaşadıkları. Topuklar tık tık tık… Saatler tik tak tik tak… Metronomun tik taklarına uyarken kaldırımdan piyanosunu çalarak ilerliyordu yaşamın portesi üzerinde.
Aslında yılgın yaşanmışlık zamanları doldurduğu geçmişinden midir bilinmez hep melankolik bir havası vardı onun. Yine aynı pespaye, zavallı duygularını boşluklarına doldurup çıkmıştı evden. Oysa o evde bırakıp çıkmak istediği öyle çok şey vardı ki. ‘’Keşke istemediğim tüm eski anları post it kâğıtlara yazıp saatlere yapıştırınca saatler onları yese,’’ dedi içinden. Bir an panikle çantasını karıştırmaya başladı. Çalışmak için eve götürdüğü dosyanın olduğu dijital belleği evde unuttuğunu düşündü. Hem yürüyor hem de çantasını karıştırmaya devam ediyordu. Bir yandan da eğer gerçekten belleği yanına almadı ise atabileceği sıradaki adımı hesaplıyordu. Ve…!
- Hay aksi ya… Eh be topuk, kaldırımların arasına takılıp kalmakta neyin nesi şimdi. Hah! Bir de kırıldın, çok güzel… - Hanımefendi sanırım zor durumdasınız. Size yardımcı olabilirim isterseniz. - A! Şey şu durumda buna hayır diyemeyeceğim. Yerinden oynamış olan taşa sıkışmış topuğu çıkarabilirsek ben bir şekilde tamir ettireceğim daha sonra. - Ben hemen halledeceğim merak etmeyin. - Çok teşekkür ederim bayım, çok zarifsiniz. - Hah! İşte topuk çıktı.
Kadının elinde ayakkabı, adamın elinde ise topuk göz göze geldiler doğrulduklarında. Adam tam bir şey söyleyecekken yüksek sesli bir gök gürültüsü ile inledi tenha sokak. İkisi aynı anda başlarını gökyüzüne kaldırdılar. Sis dağılmış hava bir anda bulutlanmıştı. Her an yağacak olan yağmurun ayak sesleriydi bu gürültü. Kadın, adam ve sokaktaki birkaç kişi bir anlık şaşkınlıktan sonra yine yapacakları şeye geri döneceklerdi ki bu kez bir çığlık sesi duyuldu. İnsanın neredeyse kulaklarını kanatacak kadar acı ve tiz bir sesti bu kez sokağı dolduran. Kadın korku ile adamın elini tuttu. Adam diğer eli ile kadının eline sakin bir dokunuş bıraktı. Onun korkmaması için dokunarak teselli veriyordu parmak uçlarındaki sakinlikle. Oysa adam da en az kadın kadar korkmuştu bu tarifsiz ve ürkütücü sesten. Ama o, bir erkekti! Erkekler korkulacak bir şey yaşandığında tutunacak değil tutunulacak tarafta olurlardı. Kadınlar ise sadece anne kucağı olduklarında bunu yaparlardı. Dünya hiç adil değil…
Gökyüzünden gelen ağlama sesi ile artık herkes ne yapacağını bilemez bir halde idi. Bazı evlerin camlarından ve balkonlarından uykudan yeni uyanmış insanlar başlarını uzatmaya başladılar. Herkes şaşkın bir halde sağa sola ve sonra da gökyüzüne bakıyordu. Neredeyse bomboş olan sokak birer ikişer meraklı insanlarla dolmaya başladı.
‘’Bakmayın bana, utanıyorum’’ dedi bir kadın sesi. Herkesin şaşkınlık sesleri birbirine karıştı. Boş sokak artık uğuldayan bir karmaşaya dönüşmüştü. Kimse sesin geldiği yeri tam olarak kestiremiyordu. ‘’Ne yani, gökyüzü bizimle mi konuşuyor?’’ dedi kadın.’’ Yani, ben de bir anlam veremedim. Şey! Şu kocaman bulutun üzerinde duran şey, sudan bir insan silueti gibi sanki.’’ dedi adam. Kadın,’’ hani nerede? Ha! Şu.. A, evet, evet’’ derken bazı insanlarda aynı garipliği fark edip birbirlerine işaret etmeye başladılar. Şaşkınlık ve korku tüm sokağı sarmıştı artık. Bulutun üzerindeki sudan insan şekli ellerini beline koymuş kendisine bakanları izliyormuş gibiydi. Gözlerinin olması gereken yerde iki yuvarlak boşluk vardı. Bir süre o insanlara, insanlarda ona öylece baktılar. Sonunda bir elini insanların üzerine doğru yöneltip işaret etti Su ve sanki bir megafondan çıkıyor gibi güçlü, mekanik, ağlamaklı bir kadın sesi ile konuşmaya başladı. - Bakmayın bana öyle dehşet içinde. Asıl korkunç olan sizlersiniz. Şu gördüğünüz halimin sebebi her birinizsiniz. Başkalarına benzemeyenlere ellerinizle şekil vermeye çalışırsınız sizler. Günlük hayatınız içinde aslında kimse de ne bir zincir ne de ellerinde kelepçe vardır. Hepiniz birbirinize boynunuza takılmış tasmalarla bağlısınız. Görünmeyen tasmalarınız ile her biriniz bir diğerinin önünden giderken ardınızdan gelmek istemeyenleri ite kaka aynı yola sokarsınız. İster binlerce, ister milyonlarca olun tek istediğiniz sizin bir öncekine benzediğiniz kadar ardınızdan gelenin de size benzemesidir. Milyonlarca aynılık ile sabit bir düzenin huzurlu bir şey olduğuna inandınız, inandırıldınız. ‘’Kurallar’’ dediğiniz maddelerin bireysel özgürlükler olmadığını pekâlâ hepiniz biliyorsunuz. Ama yine o kurallar gereği bunu fısıltı ile bile dillendirmiyorsunuz. Hepinizin bildiği, sessiz bir itaatle uyduğu, birbirine dayattığı ahlak, namus, görgü, töre kurallarını gerekirse ölüp öldürerek devam ettiriyorsunuz. Hiç birinizin doğruluğunu sorgulamadığı inançlarınızı kutsallarınızın en üstüne koyup kendiniz bile açıp bakmadığınız kitaplar gibi seviyorsunuz. Anlamlarını bilmediğiniz, dilini öğrenmediğiniz ama uyulması uygun görülmüş emirleri sorgusuz sualsiz yaşıyorsunuz.
Mesela aşkı dokunmak, soymak ve sevişmek olarak anlamışsınız ve öyle de yaşıyorsunuz. Birbirinize çok rahat sunduğunuz gönlünüzün onlarca benzeri var. Öyle çok gönlünüz var ki dağıtmakta asla tereddüt yaşamıyorsunuz. İnsan birini ‘’canı pahasına sevmeli’’ dersiniz de ilk ihanette yaşadığınız üzüntüyü ‘’ can alarak’’ ödetirsiniz. Her biriniz kendi küstah gururlarınız için yaşıyorsunuz. Oysa sahip olduğunuz gururu sizden daha güçlü olana sunmaktan hiç çekinmiyorsunuz. Ne sevmeyi ne de gururunuza sahip çıkmayı beceremiyorsunuz. Bir kadını sevmeyi ona sahip olmak sanıyorsunuz. Sizin olan sizin kalmak zorunda. Mülk edindiğiniz sevdiğinize bunu değer vermek gibi gösteriyorsunuz. Bu, sadece sizin lanet egonuzdan başka bir şey değil. Eşitiniz olan dişiler size ait değiller. Onları severken, özlerken, sevişirken, konuşurken tek hissettirdiğiniz gücünüz. Sahip olduğunuz gücün kadınlara güven verdiğini söylerken aslen istediğiniz onların bu gücün karşısında eğilip sizlere itaat etmesidir. Siz, güce itaat etmeyi zaten öğrenmediniz mi? Eş olmayı, çift olmayı çoğul bir şey sanıyorsunuz, bir olmayı ise tekil bir şey. Farklı iki insandan illaki biri diğerine uyum sağlayacak, güç kim de ise onun kuralları ile yaşanacak. Bunun adı tek olmak değil. Teklik onca kalabalığın için de bir kalabilmektir. Bir sürü nedene, bir sürü gereksizliğe, bir sürü farklılığa rağmen bunlarla beraber, onları yok edip değiştirmeye çalışmadan bir arada kalabilmektir. Yoksa biri zaten tek başına çok kolay ‘’tek’’ olabilir. Bazılarınızın daha eşit olduğunu severken bile öğrete öğrete aşk oluyorsunuz.
Kadınlar, hayatlarınıza dâhil ettiğiniz adamları sizleri taşısın diye seviyorsunuz. Sevmekten anladığınız kendinizi bir başkasının ahlakı olarak görüp ona sahip çıkmak sanıyorsunuz. Siz, birey olmayı kendinize inandırmadan erkeklerin sizi öyle görmesini istiyorsunuz. Bir işte çalışmayı özgürleşmek sanıyorsunuz. Nereye giderseniz gidin, hangi işte çalışırsanız çalışın kendinizin size ait olduğunuzu bilip öğrenmeden birilerinin olmaya devam edeceksiniz. Bununla gurur duyacaksınız. Gururun ve ahlakın bacaklarınızın arasında sakladığınız şeyden ibaret olduğuna, onu birine sunmanın büyük bir lütuf olduğuna, buna sadece bir kez hakkınız olduğuna, o hakkı kullandığınızda ya da kullandırıldığınızda artık o çok değer verdiğiniz şeyin bile artık size ait olmadığına inandığınız sürece mülk olmaya devam edeceksiniz. Bazılarından daha az eşit olmak bir dişinin kabul etmesi ve bununla uysal bir şekilde yaşaması gerektiğine inandırılmış olmanız sizin suçunuz değil. Ama tüm yaşamınız boyunca size dayatılan bu ikincil yaşam haklarında bir terslik olduğunu görüp isyan etmemek ve bununla koca bir ömrü yaşamak sizin suçunuz.
Benim tek istediğim farklı olduğumun bilinip kabul edilmesiydi. Aslında her biriniz farklısınız. Ancak aynı olmaya çalışmakta ısrar ediyorsunuz. Ben istemedim. Aynı olamadım. ‘’Konuşmamız lazım’’ dediğim her sevgili ‘’kavga etmeliyiz’’ diye anlamıştır. Şikayet ettiğim şeylerle ilgilenmek onlara hep önemsiz, gereksiz, çocukça gelmiştir. İçimin dağınıklığını toplayıp en çok kendimden bir kez daha giderken parmak uçlarımda hareket ettim hep. Gidişimin gürültüsü ile bile rahatsızlık vermek istemedim önemsediğime. Kendi inançlarımın mahkûmu olduğumu anladığımda özgür kalmaya başlamıştım. Şiddet ve ötelenmekle dersimi vermeye çalışan gerçek deccal sizlerin kurallarından başka bir şey değildir. Çocukluğumdan beri beni çepeçevre saran korunaklı güven ortamının en büyük zayıflığım olduğunu gerçeğin ortasına öylece bırakıldığımda çok acı bir şekilde öğrendim. Aranızda gezinirken biraz hissettirip biraz şüphe ettirdiğim isyanımı, acıyan ruhumun sessiz çığlığını duymak istemediğinizi görünce hep yeniden sustum. Duymak istemediniz! O kıymetli vicdanlarınıza ‘’ben iyiyim’’ dediğim anda sorumluluktan azad olundunuz. Size istediğinizi verdim.
Hayat katlanılacak kadar acımasız bir tecrübeden başka bir şey değildi. Kaybedilen inançların verdiği özgürlüğün çok daha acı verici bir yolculuk olduğunu sizler anlayamazsınız. Her aştığım korkuyla bir parçamı aranıza bıraktım. Önce derilerimden soyundum. Çıplak kalan etimle nereye değip dokunsam daha çok canım yanıyordu. Gerçek hissetmenin huzur veren, rahat bir tarafı yoktur. Etlerimin yaşadığı dayanılmaz acılara tahammül edemeyip birer birer kemiklerimi terk etmesinden sonra oldukça hafif ve bir o kadar da korkunç bir yansımaya kavuşmuştu ruhum. Acıya rağmen kemiklerim yürüyüşüne devam etti. Bütün kurallarınızın üzerinde gerçek olan şeyleri görmek için gözlere ihtiyacım olmadığını boş göz çukurlarım öğretmişti bana. Hayatı yaşamaya değer kılan tek şey sanatın ta kendisi oldu. Felsefenin yeniden doğuşuna sanatın kollarında şahit olduğumda yükselen bir egoya da sahip olmuştum. Ödenen onca bedelle acı veren bu ego aslında hiç öyle böbürlenecek bir şey değildi. Daha ağır bir yalnızlıkla sizlerden biri gibi aranızda gezinemiyordum. Ağlayan sokak kedilerinin açlığı bile bende derin izler bırakıyordu. Birbirinize kıran kıran yapıp ettikleriniz toplumsal bir çıldırış gibi. Toplumlar birbirinden ayrışıp kendi kurallarını yeniden şekillendirse de hep aynı dayatmaların temelinde büyütüyordu yeni gelenleri. Ayrışmak için hep nedenleriniz oldu. Etnik, dinsel, tinsel ve başka ve başka pek çok nedene sahiptiniz artık. Aranızda sadece havada asılı kalmış su zerrecikleri gibi geziniyordum. Sizlere tahammül etmek, kendime tahammül etmekten çok daha ağır. Aynı mahallenin çocukları iken bile ayrışacak bir şey buluyor olmanızı çaresiz bir şaşkınlık ile izliyordum.
Yaşadıklarımı bir araya getirip bütünü ile kabul edemeyişim işte benim başarısızlığım olmuştu. Üzüntülerin, kayıpların, aşkların,gitmelerin, gelmelerin sonunda hep yeni başlangıçlar olduğunu göremiyordum. Her gelenle yeniden başka sonlara yol alınacağını hesap etmekten ikisi arasında olabilecek iyi şeylerin farkına varamadım. Önceleri sonunu göremeden yaşadıklarım beni böyle binlerce zerreye dönüştürmüştü. Sonra da bitişlerin yeniden başlayanlara gebe olduklarını görememekten yılgın düştüm. Umudun kaybolduğu karanlık bir boşluğa savrulup kimsesiz bir avuç Suya dönüştüm.
Seçimlerimi kendim yapamadığım için onları sevmeyi de beceremedim belki de. Acı çekmek asla ruhani bir ödül değildir. Acı, acıdır sadece… Yaratıcının değil yarattıklarının bize yaşattıkları şeydir acı. Buna tanrısal bir yön vermek ise yine insanın başka bir illüzyonu oldu. Hurafeleriniz kadınlara ikincil bir hayat, erkeklere ağır güç sorumlukları verdi. Hepiniz mutsuz ve öteki oldurulmuş hayatlara mahkûm edildiniz. Bunların dışında kalmak isteyen bazılarımızı da aranızda parçalayıp en küçük boyutlarına bölünene dek öğüttünüz.
Bu yaşadığınız sisli ve kasvetli sabah sizin ömrünüzün yarısı idi. Gözle görülemeyecek kadar sisler içinde yürüyorsunuz. ‘’Zerdüşt,’’ ilham verdiği onlarca düşüncenin ve melodinin buyurdukları ile sizleri acıya davet etti hep. Var olmanın ne olduğunu değil de ne olmadığını bilenlerin üstün bir yalınlık ile ödüllendirildiği bilinç. İşte bedenimin kalanında var olan şeye dönüştüm artık. ‘’Su’’ olarak bir araya gelen zerreciklerim ile size benzeyen bir siluetim en sonunda. Az sonra damla damla üzerinize yağacak olan ben, son kez veya belki de ilk kez sesimi duymanızı istedim. Geldiğim toprağa dönüşümün bana başka bir acı vereceğini düşünmüyorum. Hiç olan şey sadece Hiçtir. Hiç!
- Dur! Bir intiharın çözüm olacağını mı düşünüyorsun? Su, yaptığımız ve yaptığın hataların bedelini hepimize senin kendini yok etmeni izleyerek mi ödeteceksin. Bunu yapma. Madem sonunda her şeyi öğrendin ve farkında oldun. Bizlere de bunu öğretmek senin yaşamak için yeni nedenin değil mi? Sen böyle çekip gidersen bizlere yaşadıklarının böyle bir sonla biteceğini göstermiş olacaksın. Eğer senin yolun doğru olansa bize onun sonunu da göstermiş olduğun için yanlış bile olsa kendi hayatımızı yaşamaya devam etmeyi seçeceğiz. Bunun sebebi de sen olacaksın.
Elindeki ayakkabıyı heyecandan ve korkudan sallayarak konuşan kadın ne sebeple olursa olsun hiçbir canlının yaşamına bu şekilde son vermesine seyirci kalmak istememişti. Yapabileceği tek şeyi yaptı ve onunla konuştu. Bunun bir işe yaraması için büyük büyük dualar ediyordu içinden.
- Elif, yanında ayakkabının topuğunu tutan Mehmet ile büyük bir aşk yaşayacaksın. Bütün kuralların üzerinde, toplumun asla kabul görmeyeceği ilişkinizi sıra dışı bir şekilde büyüteceksiniz. Bu aşkı sadece ikinizin bileceği bir dünyada yaşıyor olmanız bile size ağır gelmeyecek. Sen kendi yükünü taşıyamadığından Mehmet’in şımarık bencilliğine katlanamayacaksın. Uzun lafın kısası soyulan derilerinin farkında olamadan sürdürdüğün ağır hasarlı hayatından eninde sonunda Mehmet’i çıkaracaksın. Sonunda sen bu bulutun üzerine çıkıp sessizce yok olacaksın.
Bu bir Gılgameş destanı değil ve hiçbir gölün dibinde ölümsüzlük otu yok. Ekindu ve Gılgameş ancak yeniden toprakta buluşacaklar. Onları bekleyen sadece soğuk, nemli bir yatak ve bir sürü böcekten başka bir şey olmayacak.
Su bulutun en ucuna gelip son kez insanlara bakınca ‘’dur, yapma!’’ gibi yükselen çığlıkların arasında kendini boşluğa bıraktı. Ardından başlayan şiddetli yağmur tüm olanları yıkadı.
İnsan, kendine ceza vermek ister mi? Canını her yaktığında intikam mı almış olur kendinden ? Ya da kendine verdigi zararlarla mı unutur ihaneti. Oysa topraktı insan. Tırmiklarsin ,çapalarsın ,Eker diker horlarsin . Ama yılmaz ,durmaz . Tenini yakan güneşe gülümser . Ürünler yetiştirir bağrında. Vefakar,cefakar,sadık ,güçlü,merhametli ....
İlla bulutlardan yağmur umma. Yağmurda yüreğinde gizli. Hıı buna rağmen cezalarla rahatlatacaksan ki ,rahatlıyamazsın , bedenini yakıp kül et. Değersiz olmanın doruğuna çıkar. Ama bı bilsen öyle değerli kılmış ki seni yaradan. Ne makyajına bakar ne boyuna posuna. Neyse uzattım . Ağacına iyi bak . Herşeyden ,herkesten önce SEV ONU_
Teşekkür ederim:)) akıl hastanesi, cezaevi, yoğun bakım ünitesi, çocuk/yaşlı bakım evleri, moteller... ayrıca bazı patolojik rahatsızlıklari
olan insanları bu konuyu cidden besliyor.
Valla buldum seriyi , işte ilk bölümü :))))))))))
Katil Melek
Alıntı-bilgi: Atipik kadın seri katile örnek hemşire Jane Toppan cinayetlerinden yargılandığı
duruşma esnasında öldürmenin onde cinsel tahrik uyandırdığını belirtmiştir.Seçtiği hasta kurbanlarına
özel karışım bir ilaç vermiş ve öldükleri esnada yatakta yanlarına yatıp vücutlarına yakınen temas
etmiştir.
Asansöre nefes nefese yetişmişti.. Asansörün duvarındaki aynadaki aksine bakıyordu.. Yine sesler….
‘Şu haline bak. Tıpkı bir bok çuvalına benziyorsun. Yağlı ve incecik saçlarınla ve ineğe benzeyen
vücudunla tıpkı bir hilkat garibesisin. Sen kadın bile sayılmazsın. Bütün erkekler senden tiksiniyor.
Yattığın iki adam da ertesi sabah yüzüne bakmadan çekip gittiler. Zaten onlarda aynı sana benziyordu.
Senin gibi bir pisliği kim ister ki ….‘
Gözlerinden kıvılcımlar çıkıyordu. Şişman karnını sıkıyor; eline gelen vıcık vıcık yağ
kitlelerinden nefret ediyordu. Zayıflamak için her yolu denemişti. Oda Nermin gibi güzel bir kadın
olabilirdi. Nermin bir sürtüktü.. Hastane deki bütün erkekler onu görünce başkalaşıyordu. Nermin
aslında yaşamayı hak etmiyordu. Şimdilik bununla ilgilenmiyordu.
Meleğin ilgilendiği hastalarıydı. Onların en çok ölü yüzlerini seviyordu. Bugün Hakanla
evlenecekti. Bütün gece bunu hayal etmişti. Yine aklına gelince kalbi heyecandan deli gibi atıyordu.
’Sakin ol Melek’ diye telkin etti kendini ..Yoğun bakım katına geldiğinde asansörden inerken yine o
iğrenç sevimli tebessümünü yüzüne yapıştırıp yürümeye başladı. Deskin önündeki hemşirelere selam
verip hal hatır sordu. Bu canım cicimli sohbet midesini bulandırmıştı. Hepsinden nefret ediyordu. …
Günlük rutin işlerini yaparken gözü hep Hakanın üzerindeydi…Onun monitördeki kalp
ritimlerini takip ediyor ve o ritmin duracağı anı hayal ediyordu. Hakanla planladığı düğün seremonisi
için sabırsızlanıyordu.
Ve gece olmuştu. Beraber nöbet tuttuğu sürüngeni sevimli ifadelerle uyumaya
göndermişti. Ağzında iğrenç bir tat …Gidip ağzını çalkaladı. Aynaya baktı.. Gözlerinden çıkan şeytani
ateşi gördü. İşte bu anlarda kendisini çok çekici buluyordu. Bütün vücudu gerildi. Hakanı deli gibi
istiyordu. Onun soğuk tenine dokunmak için sabırsızlanıyordu.
Hakan geçirdiği kafa travması sonucunda bir operasyon geçirmişti. Kafa içi basıncını
düşürmek için bazı narkotik ilaçlarla bilinçli olarak uyutuluyordu. Bütün gün Hakanın ne kadar genç
bir adam olduğundan , iyileşmesinin bütün çalışanları ne kadar mutlu edeceğinden bahsedilmişti.
Daha otuzlu yaşlarda ki birinin şu anda ölmemesi gerekiyormuş. ‘Çok konuştunuz pislikler. Ama o bu
gece benim olacak ‘
Temizlik personeline
- -Gülsüm hanım hadi gidip bizim gece kahvaltılarımız getir . Çok acıktım
- Melek hemşire adın gibi meleksin de biraz az yesen senin için daha iyi olacak biliyon mu ..?
‘Acaba öldürmeye bu geri zekâlıdan mı başlasam ‘ dedi içinden…
- Haklısın bir tanem de elimde değil ki .. Yemezsem halsiz kalıyorum. Sana zahmet olmazsa alıp gelir misin yemekhaneden.?
-
- Tabi hemşire hanım hemen gidip geleyim ben o zaman .
-
- Sonunda defolup gitti .
Hakanın yattığı yatağın başucuna kadar gitti. Biliyor musun sevgilim buluşmamıza çok
az kaldı. Senin ölü teninle sevişmek için yanıp tutuşuyorum.
Hakanın ellerini tutup kendi elleriyle buluşturdu. Kendi başını hafifçe yana eğip Hakanın
bedenindeki tüm hatlara dokunup inceliyordu. Onu sıcakken pek çekici bulmamıştı .Yinede
Hakanın gücenmesini istemediğinden bunu ona söylememişti.
-Aşkım çok çekicisin. Kalp atışlarını duymamak duymaktan daha tahrik edici ama olsun.
Eliyle hastanın bağlı olduğu solunum cihazının hortumunu gevşetti. Solunum cihazı alarm
vermesin diye alarm düğmesini kapattı. Ve solunum cihazının olan entübasyon tüpüne
(hastaları solunum cihazına bağlamak için soluk borusuna yerleştirilen boru benzeri
aparat)tutturulmuş olan hortumunu çıkardı.
Hasta soluksuz kalmıştı ve can çekişiyordu. Onunla bu yolla sevişiyordu. Onun soğuk ellerini
kendi vücudunda gezindiğini hayal ediyordu. Göğüslerine dokunduğunu düşünüyordu.
-Ahh aşkım beni çıldırtıyorsun. Sana deli oluyorum.
İsterikli bir kahkaha atıp solunum cihazının bağlantılarını yeniden eski haline getirdi. İlaç
dolabının yanına gidip bir insanın verilebilecek dozun çok çok üzerinde potasyumu enjektöre
çekip yeniden Hakanın yattığı yatağın başucuna gitti.
-
- Sevgilim söylesen ben güzel miyim ?Söyle hadi…
Hastadan bir ses çıkmayınca sinirlendi.
- Sende diğerleri gibisin değil mi ? Beni beğenmiyorsun. Bana bakınca acıyor yada iğreniyorsun. Hepinizi öldüreceğim. Şimdi seni ölürken izlerken zevkin doruklarına çıkacağım. Seni iğrenç sperm torbası sonun geldi. Bu gece benimle evleneceksin ve asla beni aldatamayacaksın. Başka bir kadın için beni terk edemeyeceksin.
Avuçları terlemişti. Ellerini formasıyla silip cebine koyduğu ölüm ilacının çekili olduğu
enjektörü serum setinin enjeksiyon kanalına itti. Yüzünde ki korkunç gülümseme ile hastanın
çıplak vücudunu bir kez daha süzdü. Çok yakışıklı bir kocası olmuştu. Adama bakmaya
doyamıyordu. …
-Ve işte EVET deme anımız geldi sevgilim. Hazır mısın? Hadi bana evet de..
Soluk alıp verişi sıklaşmıştı. Tüm bedeni bir sevişme anı yaşıyordu ve zevkin doruklarına doğru
ilerliyordu. .
-Hemşire hanım ne yapıyorsunuz ? Gece viziti için gelmiştim .
Gelen nöbetçi doktordu …
D...
Gözünden kaçmayan parlaklığın ise bizim gözlerimizi kamaştırıyor :)
Bir ara paylaşayım senin için tımarhanede bölüm bölüm... Önceden yazmıştım, edebi olarak o kadar başarılı bulmuyorum artık o yazdıklarımı. Sanırım biraz gelişim göstermemle ilgisi var bunun :))
"Melek" çağrışımlara gel :))şimdiden kısık bakan gözlerini ve zarif boynunu oluşturdu zihnim.
..
Bahsi geçen bayan birçok korku filmine esin kaynağı olmuştur.
.
Aruoba'yi bende çok severim!seçtiğin şiirler zekanın farklı işlediğini ortaya koyuyor.
Gözümden kaçmaz:))
hahhahaha
Ya çok sinirlendirmişlerdi de iyi ki sen varsın sevgili ''A'' ... Yoksa ben bir edebiyat sitesinde olduğumdan neredeyse emin olamayacaktım.
Kendisi idolümdür. Melek isimli bir seri katil öyküsü yazmıştım seri şekilde. Beşinci bölümde bıraktım nedense. Bu sebeple tarihteki bütün kadın seri katilleri incelemiştim. Ve bahsi geçen sayın bayan idolüm olmuştur :))
Şiirler evet bende çok seviyorum. Değerlerimizi yaşarken yaşatmıyoruz. Değerli şair, düşünür, felsefeci Aruoba yaşayan bir devdir. Nasıl bir şeyse ikidir kendisinin söyleşisini içeren video siliniyor. Şaşırsam mı, gülsem mi, kızsam mı bilemiyorum.
Burası torna tesviye atölyesi de biz mi yanlış geldik acaba sevgili 'A' ?
:))
Sevgili "D" baktım olmuyor, horror kuşağına başladım. Merhaba Madam LaLaurie :))
..
Bide geçen gün serbest kürsü için seçtiğin şiirler çok güzeldi.
Bir inandıgım ve her gün bakacagım tek şey
Sevgili ''A' :))
Karşılaşma
Gitmesine engel ol
AA, gitti/geri getir
Bağışlama
Başını döndür(mutluluktan mümkünse)
Güven/lik
(erkek ve kadındaki güven duyma hissi farkını çok iyi yakalanmış)
Birbirinin yükünü omuzla
Birbirimize temelde insan bakmamız gerektiğinden olsa gerek kadın ve erkeğin kostümü aynı..
Sunumun bitti:))
Biz :)))
Sevgili "D" iliş/ki..
Bir bir bıraktım onları..
''işte yine doğumlardayız yine sevinçte
bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek''
?t=43
O zaman seriyi bozmayalım :)))
Deli değilim,hasta/yım :))
Günaydın..!
Deli kadın :))
Aaa, hepsi gitmiş! :)))
Deri mont ve gözlük takıntım ortaya çıkmış.
..
Hemen pes etme,ince bı metalle/şiir /şarkı ile sersemletirdik çocuğu.:))
Aynı oğlan ..!!! Bu iş bize gelmez, gerekirse yoldan çekiliriz apla :)))
Arkadaşın aşkına yandan bakılmaz o kadarrrrrrrrrrrrrrr
:))))))))))))))))))))))))
Hadi o zaman önce kordona :)))
Waay,son zamanlarda aldığım en iyi teklif bu.
Nerede nerede bu,hah buldum.!
Deri mont/gözlükler, hazırım:))
Nerede nerede,hah işte buldum .!Deri montum ve güneş gözlüğüm..
Hazırım "D" belki aynı oğlan için :)))
... sakinlikle ve yontarak gelecek bı mucize. Asılı şapkalar ve cesetler gibi;homurtusu duyulacak
ince ruhlardan.Dostlarım,aldanmış sanmayın baharı....
................
.....
Beklemeyelim sevgili ''A'' , gel gezelim, çapkınlık edelim :))))
Beklemeyi burada mı yapıyoruz:)?
BELKİ BİR SABUKLAMA NÖBETİ
Kırmızı topuklu ayakkabısı sessiz sokağın tek enstrümanı gibiydi. Terk edilmiş gibi görünen şehrin sis inmiş sokaklarında sabahın en erkeninde yine yetişmeye çalıştığı şeylerin peşine düşmüştü. Dalgın olmaya bile lüksü olmadan hayatın en hızlı ritminden tutturmuştu müziğini. Hangi tarz hayat seversiniz diyen hiç olmamıştı. Önüne bir menü getirip en lezzetli bulduğu yaşamayı seçmesi içinde kimse bir şey yapmamıştı. Böyle yaşaması gerektiğini bir yerlerden, bir şekilde ezberlemiş ve doğaçlama bestelenmişti yaşadıkları. Topuklar tık tık tık… Saatler tik tak tik tak… Metronomun tik taklarına uyarken kaldırımdan piyanosunu çalarak ilerliyordu yaşamın portesi üzerinde.
Aslında yılgın yaşanmışlık zamanları doldurduğu geçmişinden midir bilinmez hep melankolik bir havası vardı onun. Yine aynı pespaye, zavallı duygularını boşluklarına doldurup çıkmıştı evden. Oysa o evde bırakıp çıkmak istediği öyle çok şey vardı ki. ‘’Keşke istemediğim tüm eski anları post it kâğıtlara yazıp saatlere yapıştırınca saatler onları yese,’’ dedi içinden. Bir an panikle çantasını karıştırmaya başladı. Çalışmak için eve götürdüğü dosyanın olduğu dijital belleği evde unuttuğunu düşündü. Hem yürüyor hem de çantasını karıştırmaya devam ediyordu. Bir yandan da eğer gerçekten belleği yanına almadı ise atabileceği sıradaki adımı hesaplıyordu. Ve…!
- Hay aksi ya… Eh be topuk, kaldırımların arasına takılıp kalmakta neyin nesi şimdi. Hah! Bir de kırıldın, çok güzel…
- Hanımefendi sanırım zor durumdasınız. Size yardımcı olabilirim isterseniz.
- A! Şey şu durumda buna hayır diyemeyeceğim. Yerinden oynamış olan taşa sıkışmış topuğu çıkarabilirsek ben bir şekilde tamir ettireceğim daha sonra.
- Ben hemen halledeceğim merak etmeyin.
- Çok teşekkür ederim bayım, çok zarifsiniz.
- Hah! İşte topuk çıktı.
Kadının elinde ayakkabı, adamın elinde ise topuk göz göze geldiler doğrulduklarında. Adam tam bir şey söyleyecekken yüksek sesli bir gök gürültüsü ile inledi tenha sokak. İkisi aynı anda başlarını gökyüzüne kaldırdılar. Sis dağılmış hava bir anda bulutlanmıştı. Her an yağacak olan yağmurun ayak sesleriydi bu gürültü. Kadın, adam ve sokaktaki birkaç kişi bir anlık şaşkınlıktan sonra yine yapacakları şeye geri döneceklerdi ki bu kez bir çığlık sesi duyuldu. İnsanın neredeyse kulaklarını kanatacak kadar acı ve tiz bir sesti bu kez sokağı dolduran. Kadın korku ile adamın elini tuttu. Adam diğer eli ile kadının eline sakin bir dokunuş bıraktı. Onun korkmaması için dokunarak teselli veriyordu parmak uçlarındaki sakinlikle. Oysa adam da en az kadın kadar korkmuştu bu tarifsiz ve ürkütücü sesten. Ama o, bir erkekti! Erkekler korkulacak bir şey yaşandığında tutunacak değil tutunulacak tarafta olurlardı. Kadınlar ise sadece anne kucağı olduklarında bunu yaparlardı. Dünya hiç adil değil…
Gökyüzünden gelen ağlama sesi ile artık herkes ne yapacağını bilemez bir halde idi. Bazı evlerin camlarından ve balkonlarından uykudan yeni uyanmış insanlar başlarını uzatmaya başladılar. Herkes şaşkın bir halde sağa sola ve sonra da gökyüzüne bakıyordu. Neredeyse bomboş olan sokak birer ikişer meraklı insanlarla dolmaya başladı.
‘’Bakmayın bana, utanıyorum’’ dedi bir kadın sesi. Herkesin şaşkınlık sesleri birbirine karıştı. Boş sokak artık uğuldayan bir karmaşaya dönüşmüştü. Kimse sesin geldiği yeri tam olarak kestiremiyordu. ‘’Ne yani, gökyüzü bizimle mi konuşuyor?’’ dedi kadın.’’ Yani, ben de bir anlam veremedim. Şey! Şu kocaman bulutun üzerinde duran şey, sudan bir insan silueti gibi sanki.’’ dedi adam. Kadın,’’ hani nerede? Ha! Şu.. A, evet, evet’’ derken bazı insanlarda aynı garipliği fark edip birbirlerine işaret etmeye başladılar. Şaşkınlık ve korku tüm sokağı sarmıştı artık. Bulutun üzerindeki sudan insan şekli ellerini beline koymuş kendisine bakanları izliyormuş gibiydi. Gözlerinin olması gereken yerde iki yuvarlak boşluk vardı. Bir süre o insanlara, insanlarda ona öylece baktılar. Sonunda bir elini insanların üzerine doğru yöneltip işaret etti Su ve sanki bir megafondan çıkıyor gibi güçlü, mekanik, ağlamaklı bir kadın sesi ile konuşmaya başladı.
- Bakmayın bana öyle dehşet içinde. Asıl korkunç olan sizlersiniz. Şu gördüğünüz halimin sebebi her birinizsiniz. Başkalarına benzemeyenlere ellerinizle şekil vermeye çalışırsınız sizler. Günlük hayatınız içinde aslında kimse de ne bir zincir ne de ellerinde kelepçe vardır. Hepiniz birbirinize boynunuza takılmış tasmalarla bağlısınız. Görünmeyen tasmalarınız ile her biriniz bir diğerinin önünden giderken ardınızdan gelmek istemeyenleri ite kaka aynı yola sokarsınız. İster binlerce, ister milyonlarca olun tek istediğiniz sizin bir öncekine benzediğiniz kadar ardınızdan gelenin de size benzemesidir. Milyonlarca aynılık ile sabit bir düzenin huzurlu bir şey olduğuna inandınız, inandırıldınız. ‘’Kurallar’’ dediğiniz maddelerin bireysel özgürlükler olmadığını pekâlâ hepiniz biliyorsunuz. Ama yine o kurallar gereği bunu fısıltı ile bile dillendirmiyorsunuz. Hepinizin bildiği, sessiz bir itaatle uyduğu, birbirine dayattığı ahlak, namus, görgü, töre kurallarını gerekirse ölüp öldürerek devam ettiriyorsunuz. Hiç birinizin doğruluğunu sorgulamadığı inançlarınızı kutsallarınızın en üstüne koyup kendiniz bile açıp bakmadığınız kitaplar gibi seviyorsunuz. Anlamlarını bilmediğiniz, dilini öğrenmediğiniz ama uyulması uygun görülmüş emirleri sorgusuz sualsiz yaşıyorsunuz.
Mesela aşkı dokunmak, soymak ve sevişmek olarak anlamışsınız ve öyle de yaşıyorsunuz. Birbirinize çok rahat sunduğunuz gönlünüzün onlarca benzeri var. Öyle çok gönlünüz var ki dağıtmakta asla tereddüt yaşamıyorsunuz. İnsan birini ‘’canı pahasına sevmeli’’ dersiniz de ilk ihanette yaşadığınız üzüntüyü ‘’ can alarak’’ ödetirsiniz. Her biriniz kendi küstah gururlarınız için yaşıyorsunuz. Oysa sahip olduğunuz gururu sizden daha güçlü olana sunmaktan hiç çekinmiyorsunuz. Ne sevmeyi ne de gururunuza sahip çıkmayı beceremiyorsunuz. Bir kadını sevmeyi ona sahip olmak sanıyorsunuz. Sizin olan sizin kalmak zorunda. Mülk edindiğiniz sevdiğinize bunu değer vermek gibi gösteriyorsunuz. Bu, sadece sizin lanet egonuzdan başka bir şey değil. Eşitiniz olan dişiler size ait değiller. Onları severken, özlerken, sevişirken, konuşurken tek hissettirdiğiniz gücünüz. Sahip olduğunuz gücün kadınlara güven verdiğini söylerken aslen istediğiniz onların bu gücün karşısında eğilip sizlere itaat etmesidir. Siz, güce itaat etmeyi zaten öğrenmediniz mi? Eş olmayı, çift olmayı çoğul bir şey sanıyorsunuz, bir olmayı ise tekil bir şey. Farklı iki insandan illaki biri diğerine uyum sağlayacak, güç kim de ise onun kuralları ile yaşanacak. Bunun adı tek olmak değil. Teklik onca kalabalığın için de bir kalabilmektir. Bir sürü nedene, bir sürü gereksizliğe, bir sürü farklılığa rağmen bunlarla beraber, onları yok edip değiştirmeye çalışmadan bir arada kalabilmektir. Yoksa biri zaten tek başına çok kolay ‘’tek’’ olabilir. Bazılarınızın daha eşit olduğunu severken bile öğrete öğrete aşk oluyorsunuz.
Kadınlar, hayatlarınıza dâhil ettiğiniz adamları sizleri taşısın diye seviyorsunuz. Sevmekten anladığınız kendinizi bir başkasının ahlakı olarak görüp ona sahip çıkmak sanıyorsunuz. Siz, birey olmayı kendinize inandırmadan erkeklerin sizi öyle görmesini istiyorsunuz. Bir işte çalışmayı özgürleşmek sanıyorsunuz. Nereye giderseniz gidin, hangi işte çalışırsanız çalışın kendinizin size ait olduğunuzu bilip öğrenmeden birilerinin olmaya devam edeceksiniz. Bununla gurur duyacaksınız. Gururun ve ahlakın bacaklarınızın arasında sakladığınız şeyden ibaret olduğuna, onu birine sunmanın büyük bir lütuf olduğuna, buna sadece bir kez hakkınız olduğuna, o hakkı kullandığınızda ya da kullandırıldığınızda artık o çok değer verdiğiniz şeyin bile artık size ait olmadığına inandığınız sürece mülk olmaya devam edeceksiniz. Bazılarından daha az eşit olmak bir dişinin kabul etmesi ve bununla uysal bir şekilde yaşaması gerektiğine inandırılmış olmanız sizin suçunuz değil. Ama tüm yaşamınız boyunca size dayatılan bu ikincil yaşam haklarında bir terslik olduğunu görüp isyan etmemek ve bununla koca bir ömrü yaşamak sizin suçunuz.
Benim tek istediğim farklı olduğumun bilinip kabul edilmesiydi. Aslında her biriniz farklısınız. Ancak aynı olmaya çalışmakta ısrar ediyorsunuz. Ben istemedim. Aynı olamadım. ‘’Konuşmamız lazım’’ dediğim her sevgili ‘’kavga etmeliyiz’’ diye anlamıştır. Şikayet ettiğim şeylerle ilgilenmek onlara hep önemsiz, gereksiz, çocukça gelmiştir. İçimin dağınıklığını toplayıp en çok kendimden bir kez daha giderken parmak uçlarımda hareket ettim hep. Gidişimin gürültüsü ile bile rahatsızlık vermek istemedim önemsediğime. Kendi inançlarımın mahkûmu olduğumu anladığımda özgür kalmaya başlamıştım. Şiddet ve ötelenmekle dersimi vermeye çalışan gerçek deccal sizlerin kurallarından başka bir şey değildir. Çocukluğumdan beri beni çepeçevre saran korunaklı güven ortamının en büyük zayıflığım olduğunu gerçeğin ortasına öylece bırakıldığımda çok acı bir şekilde öğrendim. Aranızda gezinirken biraz hissettirip biraz şüphe ettirdiğim isyanımı, acıyan ruhumun sessiz çığlığını duymak istemediğinizi görünce hep yeniden sustum. Duymak istemediniz! O kıymetli vicdanlarınıza ‘’ben iyiyim’’ dediğim anda sorumluluktan azad olundunuz. Size istediğinizi verdim.
Hayat katlanılacak kadar acımasız bir tecrübeden başka bir şey değildi. Kaybedilen inançların verdiği özgürlüğün çok daha acı verici bir yolculuk olduğunu sizler anlayamazsınız. Her aştığım korkuyla bir parçamı aranıza bıraktım. Önce derilerimden soyundum. Çıplak kalan etimle nereye değip dokunsam daha çok canım yanıyordu. Gerçek hissetmenin huzur veren, rahat bir tarafı yoktur. Etlerimin yaşadığı dayanılmaz acılara tahammül edemeyip birer birer kemiklerimi terk etmesinden sonra oldukça hafif ve bir o kadar da korkunç bir yansımaya kavuşmuştu ruhum. Acıya rağmen kemiklerim yürüyüşüne devam etti. Bütün kurallarınızın üzerinde gerçek olan şeyleri görmek için gözlere ihtiyacım olmadığını boş göz çukurlarım öğretmişti bana. Hayatı yaşamaya değer kılan tek şey sanatın ta kendisi oldu. Felsefenin yeniden doğuşuna sanatın kollarında şahit olduğumda yükselen bir egoya da sahip olmuştum. Ödenen onca bedelle acı veren bu ego aslında hiç öyle böbürlenecek bir şey değildi. Daha ağır bir yalnızlıkla sizlerden biri gibi aranızda gezinemiyordum. Ağlayan sokak kedilerinin açlığı bile bende derin izler bırakıyordu. Birbirinize kıran kıran yapıp ettikleriniz toplumsal bir çıldırış gibi. Toplumlar birbirinden ayrışıp kendi kurallarını yeniden şekillendirse de hep aynı dayatmaların temelinde büyütüyordu yeni gelenleri. Ayrışmak için hep nedenleriniz oldu. Etnik, dinsel, tinsel ve başka ve başka pek çok nedene sahiptiniz artık. Aranızda sadece havada asılı kalmış su zerrecikleri gibi geziniyordum. Sizlere tahammül etmek, kendime tahammül etmekten çok daha ağır. Aynı mahallenin çocukları iken bile ayrışacak bir şey buluyor olmanızı çaresiz bir şaşkınlık ile izliyordum.
Yaşadıklarımı bir araya getirip bütünü ile kabul edemeyişim işte benim başarısızlığım olmuştu. Üzüntülerin, kayıpların, aşkların,gitmelerin, gelmelerin sonunda hep yeni başlangıçlar olduğunu göremiyordum. Her gelenle yeniden başka sonlara yol alınacağını hesap etmekten ikisi arasında olabilecek iyi şeylerin farkına varamadım. Önceleri sonunu göremeden yaşadıklarım beni böyle binlerce zerreye dönüştürmüştü. Sonra da bitişlerin yeniden başlayanlara gebe olduklarını görememekten yılgın düştüm. Umudun kaybolduğu karanlık bir boşluğa savrulup kimsesiz bir avuç Suya dönüştüm.
Seçimlerimi kendim yapamadığım için onları sevmeyi de beceremedim belki de. Acı çekmek asla ruhani bir ödül değildir. Acı, acıdır sadece… Yaratıcının değil yarattıklarının bize yaşattıkları şeydir acı. Buna tanrısal bir yön vermek ise yine insanın başka bir illüzyonu oldu. Hurafeleriniz kadınlara ikincil bir hayat, erkeklere ağır güç sorumlukları verdi. Hepiniz mutsuz ve öteki oldurulmuş hayatlara mahkûm edildiniz. Bunların dışında kalmak isteyen bazılarımızı da aranızda parçalayıp en küçük boyutlarına bölünene dek öğüttünüz.
Bu yaşadığınız sisli ve kasvetli sabah sizin ömrünüzün yarısı idi. Gözle görülemeyecek kadar sisler içinde yürüyorsunuz. ‘’Zerdüşt,’’ ilham verdiği onlarca düşüncenin ve melodinin buyurdukları ile sizleri acıya davet etti hep. Var olmanın ne olduğunu değil de ne olmadığını bilenlerin üstün bir yalınlık ile ödüllendirildiği bilinç. İşte bedenimin kalanında var olan şeye dönüştüm artık. ‘’Su’’ olarak bir araya gelen zerreciklerim ile size benzeyen bir siluetim en sonunda. Az sonra damla damla üzerinize yağacak olan ben, son kez veya belki de ilk kez sesimi duymanızı istedim. Geldiğim toprağa dönüşümün bana başka bir acı vereceğini düşünmüyorum. Hiç olan şey sadece Hiçtir. Hiç!
- Dur! Bir intiharın çözüm olacağını mı düşünüyorsun? Su, yaptığımız ve yaptığın hataların bedelini hepimize senin kendini yok etmeni izleyerek mi ödeteceksin. Bunu yapma. Madem sonunda her şeyi öğrendin ve farkında oldun. Bizlere de bunu öğretmek senin yaşamak için yeni nedenin değil mi? Sen böyle çekip gidersen bizlere yaşadıklarının böyle bir sonla biteceğini göstermiş olacaksın. Eğer senin yolun doğru olansa bize onun sonunu da göstermiş olduğun için yanlış bile olsa kendi hayatımızı yaşamaya devam etmeyi seçeceğiz. Bunun sebebi de sen olacaksın.
Elindeki ayakkabıyı heyecandan ve korkudan sallayarak konuşan kadın ne sebeple olursa olsun hiçbir canlının yaşamına bu şekilde son vermesine seyirci kalmak istememişti. Yapabileceği tek şeyi yaptı ve onunla konuştu. Bunun bir işe yaraması için büyük büyük dualar ediyordu içinden.
- Elif, yanında ayakkabının topuğunu tutan Mehmet ile büyük bir aşk yaşayacaksın. Bütün kuralların üzerinde, toplumun asla kabul görmeyeceği ilişkinizi sıra dışı bir şekilde büyüteceksiniz. Bu aşkı sadece ikinizin bileceği bir dünyada yaşıyor olmanız bile size ağır gelmeyecek. Sen kendi yükünü taşıyamadığından Mehmet’in şımarık bencilliğine katlanamayacaksın. Uzun lafın kısası soyulan derilerinin farkında olamadan sürdürdüğün ağır hasarlı hayatından eninde sonunda Mehmet’i çıkaracaksın. Sonunda sen bu bulutun üzerine çıkıp sessizce yok olacaksın.
Bu bir Gılgameş destanı değil ve hiçbir gölün dibinde ölümsüzlük otu yok. Ekindu ve Gılgameş ancak yeniden toprakta buluşacaklar. Onları bekleyen sadece soğuk, nemli bir yatak ve bir sürü böcekten başka bir şey olmayacak.
Su bulutun en ucuna gelip son kez insanlara bakınca ‘’dur, yapma!’’ gibi yükselen çığlıkların arasında kendini boşluğa bıraktı. Ardından başlayan şiddetli yağmur tüm olanları yıkadı.
D...
İnsan, kendine ceza vermek ister mi? Canını her yaktığında intikam mı almış olur kendinden ? Ya da kendine verdigi zararlarla mı unutur ihaneti.
Oysa topraktı insan. Tırmiklarsin ,çapalarsın ,Eker diker horlarsin . Ama yılmaz ,durmaz . Tenini yakan güneşe gülümser . Ürünler yetiştirir bağrında. Vefakar,cefakar,sadık ,güçlü,merhametli ....
İlla bulutlardan yağmur umma. Yağmurda yüreğinde gizli.
Hıı buna rağmen cezalarla rahatlatacaksan ki ,rahatlıyamazsın , bedenini yakıp kül et. Değersiz olmanın doruğuna çıkar. Ama bı bilsen öyle değerli kılmış ki seni yaradan. Ne makyajına bakar ne boyuna posuna.
Neyse uzattım . Ağacına iyi bak . Herşeyden ,herkesten önce SEV ONU_