Kültür Sanat Edebiyat Şiir

cem uzan sizce ne demek, cem uzan size neyi çağrıştırıyor?

cem uzan terimi Selçuk Koçoğlu tarafından tarihinde eklendi

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    Uzanlardan film çıkar mı?

    Son birkaç gündür İmar Bankası'nda olup bitenler ve Uzan ailesinin yaptıklarıyla ilgili gerçekten inanılmaz hikâyeler dinliyorum, inanılması güç bazı belgeler görüyorum.
    Her şey aslında heyecanlı bir polisiye film gibi gözükmeye başladı bana. Çünkü olup bitenler, yapılanlar, kurulan planlar, hazırlanan tuzaklar vs. hepsi bana gerçek hayatta olmayacak şeyler gibi gözüküyor. Bütün bunları ancak hayal gücü çok kuvvetli biri uydurabilir sanki.
    Ama hayır. Her şey olmuş. Üstelik bildiklerimiz, bütün gerçeğin onda biri bile değil belki.
    Diyelim 100 lira yatırmak isteyen insanın parasını alıp resmi hesaba bunun sadece 10 lirasını yazmak, kalan 90 lirayı kayıt dışında bırakmak. Sonra ama o insanın her gelişinde ona sanki 100 lirası varmış gibi hesap vermek... Bu arada vergiden ve diğer yasal karşılıkları ayırmaktan kurtulmak...
    Bu, akla gelse bile öyle herkesin cesaret edebileceği bir şey değil. Ama burada da bitmiyor...
    Haziran ayının 21'inde aile bankayı elinde tutamayacağını anlıyor ve BDDK'ya çağrı yapıyor: 'Ya bankayı alın ya da bize kredi verin; çünkü her gün bankamızdan 20 trilyon lira çekiliyor, likidite sıkıntısına düştük.'
    BDDK'dan olumsuz yanıt gelince aile 25 Haziran akşamı bankadaki yönetim görevlerinden istifa ediyor, durumu BDDK ancak bir gün sonra öğreniyor. O ara dönem, ailenin BDDK'dan ve daha çok da AKP hükümetinden intikam almak için yaptığı planlarını uygulamaya koyduğu dönem aynı zamanda.
    BDDK,7 üyeli olması gerekirken sadece 4 üyeli. Hükümet aylardır boş koltukları doldurmuyor, o yüzden kurul karar alamıyor. Uzanlar da bunu biliyor herkes gibi.
    Ve o dönemde, başka kimsenin aklına hayaline gelmeyecek başka bir şeye cesaret ediyorlar: Bankaya gerçekte olmayan kişilerin adına hesaplar açıyorlar, bu hesaplara olmayan paraları konmuş gösteriyorlar. Banka kayıtları şişiriliyor da şişiriliyor.
    Ama gerçekte banka kayıtları bir yandan yok ediliyor, bilgisayar kartuşları siliniyor ya da bazı bölümleri şifreleniyor. Amaç belli: Bankaya el konulduğunda hesap sahiplerine para ödenememesini sağlamak.
    Nitekim Uzanlar ilk partiyi kazandılar. Banka mudilerine hâlâ para ödenemedi. Çünkü kimin bankada kaç parası olduğundan kimse emin değil.
    Uzanlar ile hükümet arasındaki satranç maçının ikinci partisi, BDDK'nın hesapları ortaya çıkarmasını daha da geciktirmek üzerine kurulu. Bu amaçla ailenin suç ortakları bankadan ayrılıyor. Bugüne kadar İmar Bankası'ndan 170 kişi istifa etmiş durumda. Bunlar şube müdürleri ve genel müdürlükteki her düzeydeki yönetici ve imza yetkisine sahip konumdaki insanlar.
    Hayali hesapları yaratanlar da bu insanlar, vatandaşın parasını bankanın resmi kayıtlarına geçirmeyenler de onlar.25 Haziran'la 3 Temmuz arasında banka kayıtlarını yok eden, bilgisayar disklerini silen, tahrif eden ve şifreleyenler de onlar.
    Yani ortada örgütlü bir soygun var. Ama burada da bitmiyor. İşin bir de yargı cephesi var.
    3 Temmuz'da bankaya yeni yönetim atanmış ve göreve başlayacak. BDDK tarafından atanan yeni yöneticiler bankaya giremiyor. Çünkü yanlarında polis yok, savcı desteği yok. Neden sonra Mali Polis onlara yardımcı oluyor ve bankaya girilebiliyor.
    Yargıda işler nedense hep çok ama çok uzun sürüyor. En basit yazışmalar istanbul Adliyesinden Şişli'ye beş günde ulaşabiliyor.
    Suç duyurularının soruşturması yavaş ilerliyor. Gözaltına alınan ya da sorgulanmak istenen eski İmar Bankası çalışanları ya da Uzan çalışanları
    'Benim bilgim yok' deyince hemen salıveriliyor.
    Kısacası, hükümetle Uzanlar arasındaki satrançta, Uzanlara vakit kazandırmaya çalışan çok... Bakalım maçın sonu nasıl bitecek?

    İsmet Berkan Radikal 17.08.2003

  • Gamze Uzun
    Gamze Uzun

    dolandırıcının ve mafyanın ta kendisi deniyor kendisi hakkında.bende katılıyorum.

  • Zeynel Celik
    Zeynel Celik

    Ah babacığım. Emekli ikramiyeni yatıracak başka banka bulamadın da gidip İmar Bankası'na yatırdın! Haydi şimdi uğraş ki alasın paranı.

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    Göçen bir imparatorluk; işte onun kuruluşlarından biri;


    Uzanlar için deniz bitiyor

    İmar Bankası'nın bankacılık yapma izni kaldırılalı ve banka yönetimi BDDK tarafından devralınalı neredeyse 45 gün oldu. Başka bankalarda, bankanın devralındığı günün akşamı çıkan kamu zararı bilançosu İmar Bankası'nda hâlâ çıkarılabilmiş değil. Başka bankalara el konulduğunda vatandaşın mevduatını çekmesi ya da başka bankaya aktarmasında da hiçbir sorun yaşanmamıştı;
    İmar Bankası'nda daha bir tek kişi bile parasını alabilmiş değil.
    Neden böyle oldu? Daha önce 21 bankaya el koyan ve burada yaşadığı sorunların hiçbirini yaşamayan BDDK bu kez neden beceriksiz çıktı? Sahiden beceriksiz mi BDDK yoksa, ortada başkalarına hiç benzemeyen bir başka örnek mi var?
    Sorunun en azından İmar Bankası'nda hesabı bulunan ve paralarına ulaşmak isteyenleri ilgilendiren bir boyutu bu. Ama bir de İmar Bankası ile hiç ilgisi olmadığı halde bu bankadan doğan zararı üstlenecek olan, vergileri ve diğer katkılarıyla Uzan ailesi ve bankanın bir kısım çalışanları tarafından bankadan alınan parayı ödeyecek olan bizler, yani sade vatandaşlar açısından yaşananlar var.
    Vatandaş, devleti karşısında bir bütün olarak görür. 'Devlet' bir bankaya el koyduğuna göre, bu bankayı hortumlayanlardan da hesap sorar diye düşünür. Böyle düşünürken sonuna kadar haklıdır da... Çünkü 'normal' ülkelerde işler böyle yürür, özellikle adalet duygusunun incinmesine izin verilmez. Bir bankanın içinden milyarlarca doları çalanların eski hayat tarzlarına aynen devam etmesine ve vatandaşla alay etmesine izin verilmez.
    Ama gelin görün ki burası Türkiye. Devletin her bakanlığı ve her kurumu kendine göre bağımsız biçimde çalışır. Devlet pek az defa gerçekten koordineli hareket eder, yasaların gereği pek az seferde bu koordineli hareketler sayesinde yerine getirilebilir. İmar Bankası'nda da durum bu. Şu an, Uzan ailesinin mal kaçırmasını önlemek için top Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'nda. Ama nedense burası konunun gerektirdiği hızda hareket etmiyor. Savcılıkta şimdiden çok sayıda suç duyurusu birikmiş durumda. Bunların büyük bir bölümü BDDK'dan geliyor. Ama sadece BDDK da değil,
    konuya karapara açısından yaklaşan MASAK da Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunmuş durumda.
    Savcılık yavaş davranmakla suçlanıyor ama bu arada Uzan ailesi çok hızlı. Zaten başından beri devlet kurumlarının yavaşlığından çok iyi yararlanıyorlar. Bu yararlanma taa haziran ayında başladı, hâlâ devam ediyor. Son olarak bu ailenin elindeki cep telefonu operatörü Telsim de bu mal kaçırma operasyonlarının konusu edilmek istendi ama bu alanda başarılı olunması pek kolay değil; çünkü 'mal' ortada, öylece duruyor. Zaten yasalardaki boşlukları, hukuk sisteminin açıklarını ve yargıdaki insanların
    zaaflarını kendi lehine kullanmada bu ailenin üstüne yok.
    İmar Bankası'nda yok yok... Çifte kayıt var, çifte hesap var, sahte
    isimlere hesap var, bakiyesiz hesap var, vergi kaçırma var, mevduat munzam karşılığı ve disponibilite kaçağı var, karapara aklama şüphesi var, sahte para basmakla eşdeğer tutulabilecek nitelikte bir suç olan hayali Hazine bonosu satışı var... Yani var oğlu var.
    Buna karşılık BDDK ağır bir dille eleştiriliyor, 'Göz göre göre soyguna göz yumuldu' deniyor. Oysa durum bu kadar basit değil. Kayıtlarda gözükmeyen hesapların gerçekte olup olmadığını denetlemesi imkânsız BDDK'nın... Ve aslında Çukurova Elektrik ve Kepez'e el konulmasa, yani Uzan ailesi açısından saadet zinciri kırılmasa belki İmar Bankası'na hiçbir zaman bu operasyon da düzenlenmeyecekti; çünkü banka bütün denetimlerden başarıyla geçiyordu aslında. Değil BDDK, Uzanlar ve suç
    ortakları dışında kimse hayali hesapların varlığını bilemezdi.
    ÇEAŞ ve Kepez'e el konulduğunda, BDDK İmar Bankası'na durumunu sordu. Aylardan hazirandı. Uzanlar, biraz etkileneceklerini ama sağlam olduklarını söylediler. Oysa durum o kadar da iyi değildi. Bankadan her gün 20 trilyon liralık mevduat çekiliyordu, işler giderek kötüye gidiyordu.
    21 Haziran'da Uzanlar, BDDK'ya başvurarak likidite sıkıntısına düştüklerini
    söylediler, 'Ya bize kredi verin ya da bankayı devralın' dediler. Bankaya kredi verilmesi söz konusu olamazdı, çünkü krediye teminat teşkil edecek Hazine bonosu yoktu bankada. Öte yandan BDDK bankaya el de koyamıyordu, çünkü kuruldaki üye sayısı karar sayısının altına düşmüştü. Neden sonra hükümet kurula beşinci üyeyi atadı, ancak ondan sonra İmar Bankası'yla ilgili karar alınabilir hale geldi. Ama bu arada Uzanlar 25 Haziran günü bankanın yönetimini terk etmişti bile...
    İşte, ÇEAŞ'a el konulan 12 Haziran tarihiyle İmar Bankası'nın bankacılık yapma izninin BDDK'ca kaldırıldığı 3 Temmuz arasında ne olduysa oldu. Bankanın kayıtları yok edildi, karartıldı. BDDK hâlâ bankanın 'defteri kebiri'ni bulabilmiş değil. Bankada kimin kaç parasının olduğu çözülemeyen bir muamma gibi. Bankadaki toplam mevduat miktarı hakkında hâlâ sadece spekülasyon yapılabiliyor, kimi 5 katrilyon diyor, kimi 8.5... Oysa BDDK'daki son denetim raporlarında bankada toplam 750 trilyon mevduat gözüküyor, bankanın toplam riski ise 1.3 katrilyon seviyesinde gibi duruyordu.
    İşte bu yüzden BDDK hükümetten yardım istedi ve şu an sadece Uzan ailesi için gibi duran ama aslında gelecekte bu çeşit şeylere kalkışacakları caydırmayı da amaçlayan bir yasa çıkarıldı. Yasanın ikinci fıkrası şöyle:
    '.... banka tarafından yetkili mercilere beyan edilen sigortaya tabi tasarruf mevduatı tutarı ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından tespit edilen tasarruf mevduatı arasında bir fark bulunması halinde, bu fark nispetince, bankanın yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları, imzaları bankayı ilzam eden memurları ve şube müdürleri ile yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının, kendilerine, eşlerine ve çocuklarına ait bankalar ve banka dışı mali kurumlar ile diğer gerçek ve tüzel kişiler nezdindeki, kiralık kasa mevcutları da dahil olmak üzere, hak ve alacakların dondurulmasına, her türlü mal, hak ve alacakları üzerindeki tasarruf yetkisinin tamamen veya kısmen kaldırılmasına, mal, kıymetli evrak, nakit ve diğer değerlerin zaptına, bunların bir tevdi mahalline yatırılmasına ve hak ve alacakların üzerine diğer tedbirlerin konulmasına, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun talebi üzerine ilgili bankanın merkezinin bulunduğu yerdeki Sulh Ceza Hâkimi, yargılama sırasında ise mahkeme tarafından karar verilebilir.'
    Şimdi bu uzun fıkrayı TMSF yasalaşır yasalaşmaz harekete geçirmek istedi ve bu amaçla üç gün önce, yani çarşamba akşamı bir karar aldı. Karar, çarşamba akşamı saat 23.00'te, yani hiç geciktirilmeksizin Şişli Adliyesi'ne götürüldü ama adliyede nöbetçi savcı ve hâkim yerine sadece güvenlik görevlileri vardı.
    Bunun üzerine TMSF ve BDDK yetkilileri perşembe sabahı 08.30'da yeniden adliyeye gittiler. Gün boyunca uğraşılmasına rağmen bürokratik işlemlerin uzunluğu ve karmaşıklığı yüzünden ancak cuma sabahı ilgili mahkemeden tedbir kararı çıkarılabildi.
    Ancak kararı çıkarmak yeterli değildi, bunu bir de uygulamak lazımdı ve kim uygulayacaktı? TMSF, dün bütün gün bu sorunu çözmeye uğraştı ve nihayet akşam saatlerinde, binbir güçlükten sonra kararın İcra Dairesi tarafından infaz edilmesini sağlayabildi.
    Yani, Uzanlar bir günde şirketlerin içini boşaltırken devletin yasaların gereğini yerine getirmek üzere altyapı oluşturması bile iki günden fazla zaman alabiliyordu.
    İmar Bankası'nın öyküsü anlatmakla bitecek gibi değil.
    O yüzden konuya önümüzdeki hafta da devam edeceğim...
    İsmet Berkan/ 16.08.2003/Radikal

  • Işıl Erkurt
    Işıl Erkurt

    Kendisinden ve medya kuruluşlarından hiç hoşlanmadığım şahsiyet...

  • One Aloneman
    One Aloneman

    herif üç kağıtçının teki... batacağını gördüğü için parti kurdu. meclise girip dokunulmazlık almak istiyor. olay bu kadar basit. cem uzan'a oy verenlerin aklına şaşarım doğrusu... bu millet hakkaten balık hafızalı olmalı...

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    Uzanlar’ın ideolojisi ne?

    Uzanlar’ın kendisi Uzanlar olayının sosyolojik, adli ve giderek magazinel kısmını oluşturmakta. Sonuçta bu ‘münferit’ bir durum denebilir.



    İşadamları arasında yer alan bir ailenin, sistemi kendi güç ve rant maksimizasyonu amacıyla bilinçli olarak kullandığı söylenebilir. Bu arada milliyetçi bir dil geliştirip, bu kimlikle bir siyasi parti kurmalarını da bu bağlama oturtabilir ve Uzanlar’ın milliyetçiliği kendilerini korumak üzere bir zırh gibi kullanmakta olduklarını öne sürebiliriz. Ne de olsa orada burada konuşan mafya üyelerinin de benzer bir dile sahip olduğunu hep duymuşuzdur… Oportünist zihniyetteki kişilerin resmi ideolojiyi emellerine kılıf yapmasının, bu resmi ideolojinin ‘kötü’lüğünü göstermediğini savunabiliriz...

    Yukarıdaki gibi bir bakış tarzı gerçekten de epeyce rahatlatıcı. Ne var ki gerçekliğin sadece bir yüzünü, yani Uzanlar’ın eyleminin ahlaki temelini, o eylemi barındıran sistemden ayrımlaştırarak sorgulamakta. Oysa bu ülkede yaşamakta olan bizler için önemli olan Uzanlar’ın ne yapmış olduğundan ziyade, resmi ideolojinin Uzanlar’ı barındırmakta niçin bu denli uygun olduğu... Çünkü gelecekte yeni Uzanlar’ın çıkıp çıkmaması veya kendisini devlete yakın konumlandıran bazı ‘girişimcilerin’ Uzanca davranıp davranmaması buna bağlı.

    Burada karşımızda farklı nitelikte bir soru var: Acaba bütün ideolojiler oportünizme aynı derecede açık mıdırlar, yoksa bazı ideolojiler oportünizmi barındırmaya daha müsait bir atmosfer mi oluşturmakta? Örneğin katılıma, iknaya, şeffaflığa, delegasyona ve yetki/sorumluluk bütünleşmesine dayanan demokrat bir çerçeve içinde oportünizmin barınması kolay olabilir mi? Tarih ve sosyoloji aksini ima ediyor. Ama nerede gizlilik, hiyerarşi, otorite temerküzü, hamilik ve hamaset varsa, orada oportünistlerin kendilerine yer bulmasının kolaylaştığını gözlemliyoruz.

    Ancak siyasi tercihlerin salt çıkar modeli içinde şekillendiğini düşünmek belki de fazla basit bir varsayım... Belki de oportünizme eğilimli kişiler ‘doğal olarak’ da gizliliğe, hiyerarşiye, otorite temerküzüne, hamiliğe ve hamasete dayanan ideolojileri ‘doğru’ bulmaktalar. Belki de bize ‘doğru’ gelen ideolojiler, aslında sosyopsikolojik ihtiyaçlarımızın uzantısı... Çünkü unutmayalım ki biz eylemlerimizi bir ideolojiye uygun yaptığımızı zannederken; belki de aslında yaşanmakta olan, bize ‘doğru’ gelen ideolojinin eylemlerimizi kendi gözümüzde meşru kılmasıdır.

    Dolayısıyla Uzanlar’ın samimi olarak otoriter zihniyete sahip birer milliyetçi olma ihtimallerini açık tutmak gerek. Nitekim Genç Parti’nin nasıl bir Türkiye istediğini anlatan tam sayfa reklamlarında şu ibare yer almaktaydı: “Devletinin ve milletinin menfaatlerini doğru tespit eden, bu menfaatlerin kaybedilmesi, ertelenmesi ve zedelenmesine tahammülsüz bir Türkiye.” Bu apaçık milliyetçi bir istek... Devlet ve milletten söz ediyor, toplumdan değil; devleti ve milleti belirgin bir menfaati olan bir özne olarak tanımlıyor; üstelik bu menfaatin doğru tespit edilebileceğini savunuyor... Dolayısıyla zihni temeliyle tutarlı bir milliyetçi tezle karşı karşıyayız. Aynı ilan şu ilkeye de yer vermekteydi: “Kendini, daima mutlak doğruyu bulmaya ve bilmeye mecbur tutan bir Türkiye.” Mutlak doğruların var olmakla kalmayıp, bilinebileceğini de savunan bir bakış... Bu ise otoriter zihniyetin gerçeklik ve bilgiye yönelik en temel önermesi...

    Sonuç olarak Uzanlar’ın gerçek birer milliyetçi olmadıklarını söylememiz zor. ‘Milliyetçiler ahlaklı olur’ cinsli normatif tanımlamalarla da bu yükten kurtulmak mümkün değil. Çünkü asıl soru nasıl olup da milliyetçiliğin ‘bu tür insanları’ kuşatıp taşıdığı olmalı...


    15.08.2003/Zaman/Etyen Mahçupyan

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    'uzancılık' yeni bir ideoloji, bir inanç, bir fikir, bir değer, bir sistem ya da bir din?
    uzanlar ve onların milliyetçilik kavramı üzerine yoğunlaşması üzerine bir kaç yazı


    Uzanlar niçin milliyetçi?

    Olayın gündeme taşınması Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın Çukurova ve Kepez’e el koyması ile olmuştu.



    Uzanlar’ın devletle yapmış oldukları sözleşmeye uymadıkları, ellerindeki imtiyazın yükümlülüklerini yerine getirmedikleri, durumu kendi tekelci konumları lehine kullandıkları, kamu mallarının tapularını üzerlerine geçirdikleri, kamu kuruluşlarından satın aldıkları enerjinin bedelini eksik ödedikleri ve bu arada da muhtemel müşteriler üzerinde şantaja kadar varan baskılar uyguladıkları ortaya çıkmıştı. Bugünlerde de Motorola ve Nokia’yı dolandırmalarının sonucu olan devasa tazminat miktarlarını okumaktayız. Anlaşılan Uzanlar dolandırma konusunda içle dışı birbirinden ayıran ‘millici’ bir tavra sahip değiller. Oysa seçimler sırasında ortaya çıkan Motorola dolandırıcılığı, birçok kişinin ‘helal olsun adamlara ABD’yi bile dize getirdiler’ demesine neden olmuş ve bu ihtilafın Genç Parti’nin oy oranını olumlu etkilediği bile öne sürülmüştü.

    Uzanlar’ı kendilerine benzer birçok ‘iş’ adamından ayıran nokta, taşınması ve hazmedilmesi zor bir müdanaasızlık içinde davranmaları. Çünkü onlar yapmakla kalmıyor, yaptıklarıyla böbürleniyorlar da... Bu durum yolsuzluk denen olayın bile cılkının çıktığını göstermekte. Uzanlar Türkiye’deki yozlaşmanın kendi ‘rasyoneli’ doğrultusunda ‘gelişerek’ mantıksal sonucuna ulaşmasını simgelemekte. Muhtemelen Uzanlar iş hayatında ancak oportünist bir tavırla başarılı olunacağını; iş ahlakı denen şeyin bir yutturmaca olduğunu; genel ahlaki kodların enayiler için üretildiğini düşünmekteler. Hayatın sunduğu güç ilişkilerinin ahlaksızlığı ima ettiği bir dünyada, akıllı kişinin herkesten daha da ahlaksız olmaya çalışmasında bir gariplik yok...

    Buradaki kritik nokta ahlaksızlığın meşru gösterilebileceği bir dünya algılamasının varlığıdır. Hiçbir dolandırıcı kendisini ‘iyi’leri suiistimal eden bir ‘kötü’ olarak algılamaz. Yaptıklarının rasyoneli zaten dünyada herkesin eline fırsat geçerse bu işleri yapacağı; yapmayanların kişisel zayıflık ya da korku nedeniyle bu işlerden uzak durduğudur. Somuta indirgersek, Motorola gibi şirketler çok mu ahlaki bir misyona sahiptirler ki, onları iş ortamında punduna getirerek zarara sokan bizler suçlanalım?

    Dolayısıyla oportünist zihniyet açısından dünya, başkalarının kuyruğundan giden kişiliksiz takipçiler ile kendi fırsatlarını yaratan başarılı girişimciler olarak ikiye ayrılabilir. Bu noktadan hareket edersek, kişinin kendi başarısı için genel ahlakı zorlamasından daha doğal bir şey olamaz... Çünkü bu ahlak esas olarak o kişiliksiz takipçiler açısından işlevseldir; yeterince gücü olanlar ise söz konusu ahlakın dışında kalırlar ve (biraz felsefi olma pahasına diyebiliriz ki) gerçekten ‘özgür’ olurlar...

    Böylece özgürlükle güç arayışını bir araya getiren bir anlayışa ulaşmaktayız. Bunun anlamı oportünistlerin kendilerini gücü kutsallaştıran ideolojilerin içinde gizlemelerinin kolaylığıdır. Çünkü güce dayanmanın ideolojik temeli ne kadar sağlamsa, sistem içindeki irili ufaklı fırsatçıların güce ulaşarak kendilerine çıkar sağlama çabası da o derece meşru gözükür. Öte yandan oportünist bakış kendisini meşrulaştırma yolunun güç elde etmekten geçtiğini bildiği için, gücü temel alan ideolojilerin destekçisi olur.

    Uzanlar bu güce ulaşmak için gazete ve siyasi parti kurdular... Gücü temel alan bir ideolojinin kendi çıkarlarına olduğunu bildikleri için de milliyetçi oldular... Ama işin asıl püf noktası şuydu: Milliyetçiler de Uzanlar’a arka çıktılar... Bu milliyetçiliği herhalde biraz daha tartışmak gerekiyor.

    11.08.2003 /Zaman/Etyen Mahçupyan