Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • şu an ne dinliyorum10.04.2009 - 12:16

    Loreena McKennitt- All Souls Night

  • pesimist09.04.2009 - 20:22

    Ye's ve vehmin beslediği halet-i ruhiye...

  • deist09.04.2009 - 20:20

    Genelde şu muhakeme neticesinde deist olunur:

    'Bu alemi Tanrı yaratmıştır; ama Onun gönderdiği dinlerin mesuliyetleri çekilecek gibi değildir; Tanrı'nın varlığı da çok aşikar, inkarı kar-ı akıl değil; o zaman insanla irtibata geçtiğini inkar edip kendi varlığını kabul etmek en uygunu olacak.'

  • musahhar02.04.2009 - 21:06

    Teshir edilmiş, emre amade kılınmış...

  • Diablo01.04.2009 - 01:13

    3 yıl boyunca beni meşgul edebilen tek oyun...

  • mel gibson31.03.2009 - 23:18

    Cehennem Silahı'nın yönetmeni Richard Donner 'Tanrı önce sinemayı yarattı, daha sonra da Mel Gibson'ı' demiş.

  • polat alemdar31.03.2009 - 05:30

    Polat'ı Kenan İmirzalıoğlu canlandırsaydı daha cool olurdu...

  • meta31.03.2009 - 05:25

    hulasa; kendisinden faydalanılan şey...

  • nedir30.03.2009 - 14:48

    Nedir zaman, nedir?
    Bir su mu, bir kuş mu?
    Nedir zaman, nedir?
    İniş mi, yokuş mu? '

  • evrim teorisi30.03.2009 - 10:41

    Evrim Teorisini Çökerten 10 Külli Delil

    1-Hayatın kökeni konusu evrim için tamamen bir açmaz. Darwin kitabında hayatın kökeninden hiç söz etmemiş. Çünkü onun dönemindeki bilim anlayışına göre canlıların cansız maddelerden, mesela böceklerin yemek artıklarından, farelerin de buğdaydan oluşabileceğini iddia eden 'spontane jenerasyon' adlı teori kabul görüyordu. Ancak Pasteur yaptığı uzun araştırmalar neticesinde bunun imkansızlığını ispat etti.

    İlk canlı hücresinin kendi kendine oluşabileceğini ispata soyunan Alexander Oparin ve Stanley Miller gibi bilimadamlarının çabaları da fayda vermedi. Sonuçta canlı bir hücre imal etmenin imkansızlığı anlaşıldığı için bu tür çalışmalar terk edildi. Şimdi soruyorum, insanoğlunun bütün akıl, bilgi ve teknoloji birikimiyle yapamadığı bir şey, doğada, kendi kendine nasıl var olmuş acaba?

    2-Bir canlı hücresi, hatta bir protein dahi tesadüfen ortaya çıkamayacak kadar komplekstir. Mesela bileşiminde 288 aminoasit bulunan bir proteinin tesadüfen oluşabilme ihtimali 10 üzeri 300'de 1 ihtimaldir. Bu, 1 rakamının yanına 300 tane sıfır gelmesiyle oluşan astronomik bir rakamdır. Zaten matematikte 10 üzeri 50'de 1'den küçük ihtimaller pratikte sıfır ihtimal kabul edilirler.

    3-Darwin ortaya attığı evrim teorisini tamamen 'soğal seleksiyon'a bağlamıştı. Mesela Darwin, ayıların suda balık avlamaya çalışırken zamanla balinalara dönüştüklerini iddia etmiştir. Bu iddiaya göre ayılar, suda balık avlamaya çalışırken kazandıkları fiziksel özellikleri gelecek nesillere aktara aktara balinaya dönüşmüşlerdir.

    Ama günümüzde doğal seleksiyonun evrimleştirici bir güce sahip olmadığı biliniyor. Çünkü Mendel'in keşfettiği ve genetik biliminin gelişmesiyle kesinlik kazanan kalıtım kanunları, kazanılan özelliklerin sonraki nesillere aktarılması efsanesini kesin olarak yıktı.

    4-Bunun işe yaramadığını gören evrimciler 'mutasyon' adlı yeni bir evrim mekanizması ortaya attılar. Ancak bunun da tutarlı olmadığı açıktır. Zira mutasyonlar canlıları geliştirmez, aksine her zaman zarar verirler. Canlıların kusursuz DNA zincirlerini tahrip ederler. Bugüne kadar labaratuar ortamında canlılar üzerinde uygulanan mutasyonların hiçbiri olumlu bir sonuç doğurmamıştır. Evrim teorisi ise, göz, kulak, kalp, beyin gibi çok kompleks organların mutasyonların etkisiyle oluştuğunu iddia edecek kadar çıkmazdadır.

    5-Evrim teorisinin diğer bir çıkmazı da fosil kayıtlarıdır. Evrimciler, canlıların milyonlarca yılda yavaş yavaş evrimleştiklerini iddia ederler. Buna göre tarihte yarı balık-yarı sürüngen, yarı sürüngen-yarı kuş vb. milyarlarca canlı yaşamış olması gerekir. Evrimciler bu hayali canlılara “ara geçiş formu” derler. Ne ilginçtir ki Darwin’den bu yana, 140 yıldır yapılan kazı çalışmalarında hiç bir ara geçiş formuna rastlanmamıştır. Milyonlarca yıl önce yaşamış canlılar, fosil kayıtlarında bugünkü şekilleriyle belirirler.
    Evrimcilerin ara geçiş formu olarak tanıttıkları bazı fosillerin ise gerçekte birer aldatmacadan ibaret oldukları sonradan anlaşılmıştır. Mesela; evrimciler Coelacanth adlı bir balık fosilini ara geçiş formu olarak tanıttılar. Çoktan evrimleşerek soyu tükenmiş sayılan balığın gerçeği Hint okyanusunda bulunduğunda evrimciler büyük bir şok yaşadılar. Fosilin gerçek Coelacanth’tan hiçbir farkı yoktu.
    Evrimciler ikinci olarak Archoeopteryx adlı bir kuş fosilinin ara geçiş formu olduğunu iddia ettiler. Archoeopteryx’in sternuma, yani göğüs kasına sahip olduğu tespit edilince de, tam bir kuş olduğu, dolayısıyla ara geçiş formu sayılamayacağı anlaşıldı.
    Ayrıca bazı evrimciler, geçersiz olduğunun farkına vardıkları teorilerinin sözde ispatı adına birçok bilim sahtekarlığı düzenlemişlerdir. Mesela, Haeckel’in embriyo çizimleri veya bir insan kafatasına bir orangutan çenesi yerleştirilerek üretilen ve 40 yıl boyunca bilim dünyasını ve insanlığı aldatan “Piltdown adamı” fosili buna bir örnektir. Evrimcilerin bir diş fosiline dayanarak ürettikleri “Nebraska adamı” da buna örnek teşkil eder. Dişin bir yaban domuzuna ait olduğu anlaşıldığında evrimciler büyük bir hayal kırıklığına uğramışlardı.
    Ramapithecus ve Australopithecus türlerinin hepsinin de soyu tükenmiş maymun ırkları olduklarını, Cro-Magnon, Homo Sapiens, Homo Hapilis, Homo Erectus ve Neandertal adamının ve benzer fosillerin de geçmiş insan ırklarına ait olduklarını ve bu kafatasları arasındaki farklılıkların günümüz insan ırklarının kafatasları arasındaki farklılıklardan fazla olmadığını evrimcilerin kendileri dahi itiraf etmektedirler.

    6-Bu mesele tek başına evrim teorisini gömmeye yeter. Evrimin mantığına göre, ara geçiş formlarının sayısı normal canlıların sayısından fazla olmalıdır. Farzedelim bir sürüngen türünden 10 tane varsa, sürüngenle kuş arasındaki, her biri farklı bir canlı türü olarak kabul edilebilecek olan 1000 değişik hilkat garibesiyle karşılaşırız. Belki de daha fazla.
    Yani bu mantığa göre şu an insanoğlunun bulduğu sürüngen fosili sayısı 1000'se, bulunan ara geçiş formlarının sayısı belki yüzbinleri aşmalıydı. Niye bu canlılardan eser yok..?

    7-Biyokimya, anatomi ve mikrobiyolojinin gelişmesi, canlılardaki organ ve sistemlerin ne derece kompleks ve mükemmel olduklarını ortaya koymuştur. Mesela, vücudumuzda paralı askerler gibi çalışan antikorlar, bilim adamlarının kompleksliği karşısında dehşete düştükleri hücrelerimiz, bir bilgi bankası gibi bütün özelliklerimizi içinde saklayan DNA’larımız, bilim adamlarının sırrını hala çözemedikleri beynimiz, kendisinden haberdar olmadığımız halde üzerine beş yüzden fazla görev yüklenmiş olan karaciğerimiz, Darwin’in; “Bu organı düşünmek beni teorimden soğuttu.” dediği gözlerimiz ve daha burada sayamayacağımız nice organ ve bu organların birbirleriyle olan münasebetleri, evrim teorisinin tesadüf mantığını kesinlikle geçersiz kılmaktadır.

    8-“İndirgenemez komplekslik” denilen bilimsel kaideye göre, bir canlı, evrim teorisinin iddia ettiği şekilde; zamanla, küçük değişiklerle ve kademe kademe ortaya çıkmış olamaz. Mesela gözü ele alalım. Yaklaşık kırk farklı organelden oluşan insan gözünün çalışabilmesi için, gözün her organalinin tam ve eksiksiz olarak bulunması ve görevini kusursuz bir şekilde yerine getirmesi gerekir. Sadece bir organel, mesela gözyaşı bezleri olmasa veya gerektiği gibi çalışmasa, göz beş-on dakika içinde kurur ve kör olur. Bu şu demektir: Göz, bütün organelleriyle birlikte “tam ve eksiksiz” olarak oluşmuş olmalıdır. Bu da yaratılışın tarifidir.
    Gözün kademe kademe oluştuğunu varsaysak, evrimin mantığına göre, işe yaramayan organların körelmiş organ kategorisine gireceğini ve evrimin bir kanunu olarak eleneceklerini kabul etmemiz gerekir. Ama gözün elenmediğini, yani gözün bir anda var olduğunu görmekteyiz.

    9-Bir kutunun içine bir ampulü oluşturabilecek materyalleri koyup onu milyarlarca yıl orada bekletsek, meydana bir ampulün çıkabileceğini iddia edebilir miyiz? Peki karada ve denizde yer alıp da teknolojik aletlerle kıyaslanamayacak kadar kaliteli ısı, elektrik ve ışık üretebilen canlılar kör tesadüfler sonucu oluşabilirler mi?
    Sahilde dolaşırken birkaç kelimeden oluşan bir yazı görsek, onun, dalgaların sahile vurmasıyla tesadüfen oluştuğunu mu iddia ederiz, bilinçli bir tasarlayıcının elinden çıktığını mı? Peki kelebeklerin üzerindeki geometrik desen, kuşların kanatlarındaki mükemmel düzen ve hayvanlardaki, tasarlanmış olduğunu her yönden belli eden göz alıcı sanatlar tesadüfen oluşabilir mi?
    Veya doğada kamuflaj yapan yüzlerce canlı tesadüfen oluşabilir mi? Kendileri farkında olmadıkları halde bulundukları ortamla aynı rengi alan bukalemunlar ve bazı ahtapotlar, kanat kısmı en ince ayrıntısına kadar bir yaprağa benzeyen bazı böcekler, bir asker gibi otlardan faydalanarak kamuflaj yapan yengeçler, mevsim değişikliğiyle beraber tüyleri bulunduğu ortamın rengini alan kutup kuşları ve dahası... Bu kamuflaj sistemlerinin tesadüfen oluştuklarını hiçbir akıl sahibi iddia edemez.

    10-Kaplumbağa doğar doğmaz denize ulaşması gerektiğini, ördek yumurtadan çıktığı an yüzmeyi, arı doğduğu an altıgen petekler yapabilmeyi, kunduz modern barajlarla eşdeğer barajlar inşa edebilmeyi, sivrisinek kanı emmeye başlamadan narkoz kullanması gerektiğini ve bu narkozu üretebilmeyi, örümcek kauçuk ipliğinden %30 esnek, aynı kalınlıktaki çelikten 5 kat sağlam iplik yapacak kimyasal malzemeyi bulmayı ve onu kullanmayı, kör termitler topraktan havalandırma sistemli gökdelenler inşa etmeyi ve birçok hayvan, insanın aklını başından alan savunma ve avlanma tekniklerini nereden bilmektedirler? Evrimciler bunlara şu cevabı verirler; “Hayvanlar milyonlarca yıl önce tesadüfen bir şey keşfetmiş, bu alışkanlık haline gelmiş ve kan yoluyla gelecek nesillere aktarılmıştır. Buna içgüdü denir.”
    Bir kere hayvanların kesinlikle akıl etme, keşfetme ve öğrenme gibi özellikleri yoktur. İkincisi, hayvanlarda sonradan kazanılan özellikler gelecek nesillere kesinlikle hiçbir şekilde aktarılamaz. Dahası bu hayvanlar bu özelliklere yeryüzünde belirdikleri anda sahip olmak zorundadırlar. Bu özelliklere sahip olmayan hayvanlar hayatiyetlerini devam ettiremezler.
    Hayvanlarda bulunan şefkat ve merhamet duygusunu ise evrimciler kesinlikle açıklayamamaktadırlar. Çünkü evrim teorisine göre doğada daimi bir çatışma vardır ve evrim bu şekilde gerçekleşir. Halbuki farklı türler (farkında olarak veya olmayarak) birbirleriyle devamlı olarak yardımlaşırlar. Bir hayvanda o kadar büyük bir şefkat ve fedakarlık duygusu vardır ki, yavrusu için her an ölümü göze alır. Bir penguen, yavrusu için 4 ay aç kalıp onu soğuktan korumak için ayaklarının üzerinde taşımaktadır. Vahşi hayvanlar dahi yavrularına karşı aşırı derece merhametlidirler.

    *********************************************************
    Evrim teorisi bilimsel bir gerçek değil, materyalizmi ve ateizmi desteklemek için ayakta tutulan bir aldatmacadır. Evrim teorisi, tarih boyunca insanlığa zarardan başka hiçbir şey getirmeyen ideolojilere de ilham kaynağı olmuştur. Mesela emperyalist devletler evrim teorisi sayesinde şuçlarını meşru hale getiriyorlardı. Köleleştirdikleri zencilerin, daha evrimini tamamlayamamış hayvanlar olduklarını iddia ediyorlardı. Darwin de Avrupalı beyaz adamın haricindeki tüm milletleri (Türklerde dahil olmak üzere) “aşağı ırklar” olarak nitelendiriyordu. Ve evrimin kuralı olarak, bu aşağı ırkların zamanla Avrupalılar tarafından yok edileceklerini iddia ediyordu.
    Ayrıca evrim teorisi, Nazizm ve Komünizm gibi ideolojilere ilham kaynağı olarak milyonlarca insanın katliamına sebebiyet vermiştir.
    Evet, yüce Yaratıcıyı inkar edip şerefli insan oğlunu hayvanlarla aynı kefeye koymanın sonucunda katliamdan başka ne beklenebilir ki?
    **********************************************************