'...aşkın da hayat gibi kendi kendine yeten bir büluğu vardır...
...zira cidden kusursuz ve ince terbiye,güzel tavırlar kalpten ve şahsi haysiyete büyük bir emniyetten ileri gelir...
...insan madde ile ruhtan mürekkeptir: hayvan gelip kendisinde nihayet bulur ve melek onda başlar...Hissettiğimiz müstakbel bir hüviyetle tamamıyla uzaklaşmamış olan eski sevki tabiilerimizin hatıraları arasında duyduğumuz bu mücadele,adali bir aşkla ilahi bir aşk mücadelesi bundan ileri gelir...Filan adam bu iki aşkı tek bir aşk içinde tatmin eder,falan adam bundan çekinir; şu adam kendilerinde evvelki istekleri bulup tatmin etmek üzere bütün kadın nevi içinde aranıp dolaşır; bu adam nefsinde kainatın toplandığı tek bir kadında bu istekleri tatmin eder; bazıları madde ile ruhun zevkleri arasında kararsız gidip gelirler,diğer bir kısım da vermeye kadir bulunmadığı bir şeyi kendinden isteyerek ete bir ruh hüviyeti maleder...
...başkalarının bahtiyarlığı kendisi artık mesut olmayanların saadetidir...
...aşkın ancak kendisine aciz karışınca güzel ve coşkun olduğunu,o zaman her zevk önünde,son oyununun önündeki oyuncu gibi kaldığı için insanın hakiki ihtirasları ancak olgunluk çağında duyabildiğini...'
'...ben yüreğimde hâsıl olan herhangi bir kuvvetli heyecanı objektif unsurlara ayırarak tahlil etmek hassasından mahrum bulunduğumdan ve soğukkanla müşahade etmenin ne olduğunu asla bilmediğimden,o vakittenberi de öğrenemediğimden...'
'...müstebitçe memnuniyetler bir merak ve iptilayı büyük insanlardan ziyade çocuklarda arttırıp keskinleştirir...Çünkü çocukların büyük insanlara karşı,o memnu şeye bütün düşüncelerini hasredebilmek imtiyazları vardır ve bu takdirde,o memnu şeyin mukavemet edilemez cazibeleri olur...
...bir san'atta melekeleri olmamakla beraber ondaki ideali evvelinden tasavvur edenler gibiydim; tabiatın güzellikleri hakkında,bu güzelliklerin yabancısı bulunduğum halde müşkülpesenttim...
...yuvarlak bel bir kuvvet alametidir,fakat bu biçimdeki kadınlar mütehakkim,anut,müşfikten ziyade zevkperver olurlar...Düz belli kadınlar ise bilakis fedakar,inceliklerle dolu,hüzne meyyaldirler; ötekilerden daha kadındırlar...Düz bel kıvrak ve yumuşak,yuvarlak bel anut ve kıskançtır...
-Yeni tahsil ve terbiye tarzı çocuklar için müthiş...Kendilerini riyaziyat ile tıkabasa dolduruyor,ilmin darbeleri altında öldürüyor ve vaktinden evvel yıpratıyoruz...'
'O halde Lozan Konferansında son derece mütevazı Misak-ı Milli şartlarının dahi budanması nasıl açıklanabilir? Osmanlı İmparatorluğu'nun yaklaşık son yüzyılı, Avrupalı emperyalistlerden birine vaya diğerine yaslanıp, aralarındaki çelişkilerden yararlanarak ayakta kalma “ilkesine” dayanıyordu. Dönemin hegemonik emperyalist gücü olan İngiltere ve ikinci derecede emperyalist-sömürgeci bir güç olan Fransa, imparatorluğu doğrudan sömürge statüsüne indirgemek yerine - ki, bu diğer emperyalist güçlerle sorun yaratmak demekti- onu yarı-sömürge statüsünde muhafaza etmeyi yeğlediler. Bütün bu zaman zarfında Osmanlı yönetici elitinde emperyalist bir güce –tercihan Büyük Britanya’ya- dayanmadan varolamıyacaklarına dair bir “bilinç” oluştu. Fakat İngiltere 19. Yüzyılın sonuna doğru [1895] yukardaki yaklaşımdan uzaklaştı. Mondros Mütarekesi sonrası dönemde tüm kesimlere hakim olan bilinç emperyalistlerin insafına sığınmak şeklindeydi. İtilaf devletlerini incitecek, gücendirecek hiçbir söz söylememeye, hiçbir eylemde bulunmamaya büyük özen göstermeleri bu yüzdendir. Hepsinin kafasında az-çok su soru vardı: “Acaba başta ingiltere olmak üzere düvel- muazzama bize neyi münasip görüyordu...’ Anlamaya çalıştıkları o idi. Sivas Kongresi’nin manda tartışmalarıyla geçmesi bir tesadüf değildi. Kongreye katılan delegelerin sorunu, hangi devletin mandasına girmek ehven-i şerdir, ya da acaba bizi hangisi kabul eder sorularının tartışmasıyla geçmişti. Bir Amerikan mandasının ehven-i şer olduğu düşüncesi ağır basıyordu ama Amerika Birleşik Devletleri Anadolu’da bir manda rolü üstlenmeye yanaşmamıştı. Dönemin belgeleri, konuşmalar, emperyalistlerle temaslar süresince takınılan tavır, ‘Barış Konferanslarındaki’ Osmanlı delegasyonunun tavrı ve benimsenen üslûp, söylediğimizi doğrular niteliktedir. Durum böyle olduğu halde resmi tarih çok farklı bir söylem geliştirdi ki, bunların başında yedi düveli yenme safsatası geliyor. Fakat hepsi bu kadar da değil. Lozan, savaş meydanlarında kazanılan zaferin diplomatik alandaki taçlandırılması olarak sunuldu, hâlâ da sunulmaya devam ediyor. Oysa Lozanla ilgili gerçek tam da Tolga Ersoy’un kitabının başlığına uygun düşüyordu: “Lozan: Bir Antiemperyalizm Masalı Nasıl Yazıldı? ”. (6) Yedi düvel yenilmedi ama Lozan’da yedi düvelin her istediğine razı oldular. Oysa, mütareke’den sonra İtilaf devletlerine tek kurşun atılmadı. Bir tek Yunanlılarla savaşıldı ki, emperyalist güçler Yunanlılara desteği kesip 1920’den sonra Kuvayı Milliyecilerle uzlaşma tercihi yaptıkları andan itibaren Yunan ordusunun Anadolu’da tutunması imkânsızdı. Kaldı ki, Yunanlılarla savaş resmi tarihin ısrarla abarttığının aksine sınırlı bir savaştı. 15 Ekim 1921’de imzalanan Türk-Fransız İtilafnamesi emperyalistlerle uzlaşmanın başlangıcıydı ve söz konusu İtilafname Misak-ı Milli’nin açık ihlâli anlamına geliyordu.'
'...bugünün üstünden epeyce yıllar geçti...Babamın elinde tuttuğu şamdanın aksettiği merdiven duvar artık yoktur...Bende de her vakit devam edeceğini zannettiğim birçok şeyler yıkılıp gitmiştir ve bunların yerine bana birçok ıstıraplar,yeni sevinçler verenleri kaim olmuştur...Ben,şimdi,eski hislerimin,eski heyecanlarımın manasını anlamakta nasıl güçlük çekiyorsam; bu yenilerin de ne olabileceklerini,vaktiyle hiç tasavvur etmemiştim...Babamın da anneme: 'Küçükle beraber git! ' diyebildiği zamanlar artık geçmiştir...Buna benzer saatlerin tekrar geriye gelmesi imkanı artık kalmamıştır...Fakat pek yakın zamana kadar dikkatle kulak verecek olsam,babamın önünde tutmağa muvaffak olup da yatak odamda annemle yalnız kalınca bağrımdan boşanıveren hıçkırıkların sesini hala duyabiliyordum...Hakikatte bu hıçkırıklar hiç dinmemişti; şimdi,hayat,benim etrafımda her vakitten daha çok susmakta olduğu içindir ki,onların sesini daha iyi işitiyorum: gündüzleri,manastırın çan seslerini şehrin gürültüleri o derece boğar ki,insan bunları durmuş sanır ve ancak akşamın sessizliği içinde onların çalmakta devam ettiklerinin farkına varır...'
'...bizim kalbimiz pek acayiptir; zira, (bir gün Matmazel Swann'ın bana yaptığına hükmettiğim gibi) kah bir kadının bize hakaretle bakması ve bize elde edilmesinin imkansız olduğunu hissettirmesi,kah bunun aksine olarak Madam de Guermantes gibi tatlı tebessümleriyle bize elde edilmesinin kolay olduğu zannını vermesi zavallı kalbimizde aynı aşkın ateşini körükler...'
(oğlan) -Where did we leave off? Ah,right,at Hobbes theory: Homo homini lupus,which means that man acts like a wolf towards other men...
(kız) -And what about women?
-You disappoint me...Can you really be that narrow-minded? Women are incidental in philosophy...Remember what Thomas Aquinas said in his Summa Theologica...
aldım gazı, tekrar çıktım alplerin tepesine, girdim bir mağaraya, daldım müşfik hayallere, göz kırptım scarlett o hara'ya günlerce aç bi ilaç bekledim, bir deri bir kemik seyrettim alpleri, kendimden geçmiş uyumuşum, rüyamda ağlarken gördüm charles baudelaire'i hastanedeymişim iyileşmişim, çağırdım doktoru dedim 'gideyim beni bırak'! olmaz dedi ziyaretçin var, bak kapıda bekliyor sayın jacques chirac. laf uzun ömür kısa, tekrar düştüm yola vardım eve, baktım her şey aynı, o kadar macera yaşadım, paylaşmalıyım deyip aradım david carradine'ı dedim david baba! bık bık bık! nasıl film olur mu bu hikayeden? elbette neden olmasın dedi, keşke yaşasaydı osman f seden
sekreter hatuna takılı kaldım, yine miniminiydi eteği, başıma bela alacam, en iyisi açayım okuyayım aslanlar gibi johann wolfgang von goethe'yi
telgrafın telleri, saygıyla anıyorum bi öztürk serengil olsun, bi yul brynner olsun, topluma mal olmuş bütün kelleri
hava soğuk dikkat et, üşüteceksin arkanı, sakın ha örnek almayasın karda kışta donla gezen altarın oğlu tarkan'ı
çayın tadı güzel, rengi de maşallah koyu, soğuttum tabi, dalıp gidince saatler boyu, sorsan, desen ne var aklında derim hatırlar mısın nasıl koymuştuk nöşetel'e boruyu, o zamanlardı, matah bir şey sanırdık zeynep hanlarova denen karıyı, bir de beyaz gömleğiyle özleyeyazdım sanki sakalına kurban olduğum atilla atasoy'u
murphy yasasıymış dert üstüne dert gelmesi başa ne oldu lan bu arada dayaklık insan atilla taş'a
bahçe sana bağ bana, elma sana eric bana
yedim mis gibi menemeni öptüm steve mcmanaman'i
arada kaaveye gel, açmayalım arayı, lan ciguli de bir tuhaf olmuştu, ilk albümde bulunca parayı
içtim bozayı, öptüm boz ayı içtim portakal suyu, öptüm ruhi su'yu
içtim frukoyu, optum asimoyu
içtim kolayi, optum kompelayi
attım formatı, öptüm hipokratı
ryu'yu hiç almazdım, hastaydım niyeyse ken'e, lan nerden aklıma geldiyse acıdım yine bülent bey diyip kovulan geri zekalı mankene
beş çayını demledim, donattım masayı keklerle, böreklerle, petit beurrelerle; çağırayım da çay keyfi yapalım, laflayalım azıcık mithat körler’le çok özledim, görmüyorum hanidir kızıl saçlı güzel tori amos duy istiyorum sesimi, en iyi sen anlarsın, bi elle bakim olmuş mu bizim oğlanın kesimi
'adalet hissi mevcuttur insanda doğuştan' der cicero, lakin ne zaman yapsam kapucino kendime, içer o
ne bilimsel kadınmış şu madam curie pierre olmuş ona bir ömürlük eküri
üsttekilerin gürültüsü bitmedi, nedir bu tantana; halbuki ne güzel komşumuzdun sen carlos santana
seyyah oldum dolandım, görmedim böyle bir beşer; sendeki nasıl bir yetenektir ey maurits cornelis escher
yedim maymun beyni öptüm john wayne'i
içtim şerbeti, öptüm frank herberti
içtim espresso'yu, takdir ettim jean jacques rousseau'yu
içtim en şahane suları ben yan pınardan,selamlar getirdim ahmet hamdi tanpınar'dan
425 milyon su faturası gelince telefon açıp küfür ettim iski'ye, sinirimi atmak için baleye gidip alkış tuttum vaslav fomich nijinski'ye
yedim çerezi, hayal ettim olivier martinez'i
geçen gün bi elemana rastladım; dedim ayakkabı yapmışşın, dedi baba ayıp ettin bak: gucci neden bilmem sen aklıma geldin, ne yapıyorsun liv tyler'ı keşfeden güzel kardeşim bernardo bertolucci?
bigün yine havuzdayız; dediler zorunlu, verdik 10 milyon aldık sikindirik bir bone, spagetti western bilmem, bir zamanlar amerika'nın hastasıyım canına yandığım sergio leone
klasik müzik aşkım depreşti yine ah, 20 çocuk yaptığını öğrenince biraz soğudum senden pek sevgili ve de ölü johann sebastian bach
6 yaşında senfoni besteledin, bugün bile müziğin state of the art, karı kızın da hastasıydın, çapkın pezevenk wolfgang amadeus mozart
berlin müzesi müdürünün ahşap yelkenli teknesinin adıymış odin, alemde adın pek geçmez ama garip gönlümde yerin başkadır alexander borodin
50 lerde müzik alemi geçilmiyordu kopuktan itten, hatırlarım, güneş gibi doğmuştun ortama ingiliz besteci benjamin britten
polonya'dan adam çıkmaz diyeni notalarla döven, alemlerin delisi, karı kız düşkünü frederic chopin
italyan olduğun soyadından belli, neden kimse sikine sallamaz seni büyük besteci arcangelo corelli
aslan gibi hatundun yazık oldu sana özbek güzeli şahsenem, sen de dolandırıcı çıktın, hayallerimi yıktın trt'cilerin deyimiyle arjantin eski başkanı temiz yüzlü carlos menem
ne güzelmiş bu böğürtlen çayı, yanılmıyorsam doğadan; bununla kakaolu bisküvi ne güzel gider, hadi isteyelim ali riza binboğa'dan...vardır onda...
aldım elime haydarı, dövdüm winona ryder'ı
yedim elmali turtayı, öptüm costacurtayı
yumuldum şerbetli tatlıya, selam söyledi leo busgaglia
tarlaya ektim darı rüyamda fırın basarken gördüm sevgili ve de pek saygıdeğer uğur dündar'ı
'...aşkın da hayat gibi kendi kendine yeten bir büluğu vardır...
...zira cidden kusursuz ve ince terbiye,güzel tavırlar kalpten ve şahsi haysiyete büyük bir emniyetten ileri gelir...
...insan madde ile ruhtan mürekkeptir: hayvan gelip kendisinde nihayet bulur ve melek onda başlar...Hissettiğimiz müstakbel bir hüviyetle tamamıyla uzaklaşmamış olan eski sevki tabiilerimizin hatıraları arasında duyduğumuz bu mücadele,adali bir aşkla ilahi bir aşk mücadelesi bundan ileri gelir...Filan adam bu iki aşkı tek bir aşk içinde tatmin eder,falan adam bundan çekinir; şu adam kendilerinde evvelki istekleri bulup tatmin etmek üzere bütün kadın nevi içinde aranıp dolaşır; bu adam nefsinde kainatın toplandığı tek bir kadında bu istekleri tatmin eder; bazıları madde ile ruhun zevkleri arasında kararsız gidip gelirler,diğer bir kısım da vermeye kadir bulunmadığı bir şeyi kendinden isteyerek ete bir ruh hüviyeti maleder...
...başkalarının bahtiyarlığı kendisi artık mesut olmayanların saadetidir...
...aşkın ancak kendisine aciz karışınca güzel ve coşkun olduğunu,o zaman her zevk önünde,son oyununun önündeki oyuncu gibi kaldığı için insanın hakiki ihtirasları ancak olgunluk çağında duyabildiğini...'
'...ben yüreğimde hâsıl olan herhangi bir kuvvetli heyecanı objektif unsurlara ayırarak tahlil etmek hassasından mahrum bulunduğumdan ve soğukkanla müşahade etmenin ne olduğunu asla bilmediğimden,o vakittenberi de öğrenemediğimden...'
'...müstebitçe memnuniyetler bir merak ve iptilayı büyük insanlardan ziyade çocuklarda arttırıp keskinleştirir...Çünkü çocukların büyük insanlara karşı,o memnu şeye bütün düşüncelerini hasredebilmek imtiyazları vardır ve bu takdirde,o memnu şeyin mukavemet edilemez cazibeleri olur...
...bir san'atta melekeleri olmamakla beraber ondaki ideali evvelinden tasavvur edenler gibiydim; tabiatın güzellikleri hakkında,bu güzelliklerin yabancısı bulunduğum halde müşkülpesenttim...
...yuvarlak bel bir kuvvet alametidir,fakat bu biçimdeki kadınlar mütehakkim,anut,müşfikten ziyade zevkperver olurlar...Düz belli kadınlar ise bilakis fedakar,inceliklerle dolu,hüzne meyyaldirler; ötekilerden daha kadındırlar...Düz bel kıvrak ve yumuşak,yuvarlak bel anut ve kıskançtır...
-Yeni tahsil ve terbiye tarzı çocuklar için müthiş...Kendilerini riyaziyat ile tıkabasa dolduruyor,ilmin darbeleri altında öldürüyor ve vaktinden evvel yıpratıyoruz...'
'O halde Lozan Konferansında son derece mütevazı Misak-ı Milli şartlarının dahi budanması nasıl açıklanabilir? Osmanlı İmparatorluğu'nun yaklaşık son yüzyılı, Avrupalı emperyalistlerden birine vaya diğerine yaslanıp, aralarındaki çelişkilerden yararlanarak ayakta kalma “ilkesine” dayanıyordu. Dönemin hegemonik emperyalist gücü olan İngiltere ve ikinci derecede emperyalist-sömürgeci bir güç olan Fransa, imparatorluğu doğrudan sömürge statüsüne indirgemek yerine - ki, bu diğer emperyalist güçlerle sorun yaratmak demekti- onu yarı-sömürge statüsünde muhafaza etmeyi yeğlediler. Bütün bu zaman zarfında Osmanlı yönetici elitinde emperyalist bir güce –tercihan Büyük Britanya’ya- dayanmadan varolamıyacaklarına dair bir “bilinç” oluştu. Fakat İngiltere 19. Yüzyılın sonuna doğru [1895] yukardaki yaklaşımdan uzaklaştı. Mondros Mütarekesi sonrası dönemde tüm kesimlere hakim olan bilinç emperyalistlerin insafına sığınmak şeklindeydi. İtilaf devletlerini incitecek, gücendirecek hiçbir söz söylememeye, hiçbir eylemde bulunmamaya büyük özen göstermeleri bu yüzdendir. Hepsinin kafasında az-çok su soru vardı: “Acaba başta ingiltere olmak üzere düvel- muazzama bize neyi münasip görüyordu...’ Anlamaya çalıştıkları o idi. Sivas Kongresi’nin manda tartışmalarıyla geçmesi bir tesadüf değildi. Kongreye katılan delegelerin sorunu, hangi devletin mandasına girmek ehven-i şerdir, ya da acaba bizi hangisi kabul eder sorularının tartışmasıyla geçmişti. Bir Amerikan mandasının ehven-i şer olduğu düşüncesi ağır basıyordu ama Amerika Birleşik Devletleri Anadolu’da bir manda rolü üstlenmeye yanaşmamıştı. Dönemin belgeleri, konuşmalar, emperyalistlerle temaslar süresince takınılan tavır, ‘Barış Konferanslarındaki’ Osmanlı delegasyonunun tavrı ve benimsenen üslûp, söylediğimizi doğrular niteliktedir. Durum böyle olduğu halde resmi tarih çok farklı bir söylem geliştirdi ki, bunların başında yedi düveli yenme safsatası geliyor. Fakat hepsi bu kadar da değil. Lozan, savaş meydanlarında kazanılan zaferin diplomatik alandaki taçlandırılması olarak sunuldu, hâlâ da sunulmaya devam ediyor. Oysa Lozanla ilgili gerçek tam da Tolga Ersoy’un kitabının başlığına uygun düşüyordu: “Lozan: Bir Antiemperyalizm Masalı Nasıl Yazıldı? ”. (6) Yedi düvel yenilmedi ama Lozan’da yedi düvelin her istediğine razı oldular. Oysa, mütareke’den sonra İtilaf devletlerine tek kurşun atılmadı. Bir tek Yunanlılarla savaşıldı ki, emperyalist güçler Yunanlılara desteği kesip 1920’den sonra Kuvayı Milliyecilerle uzlaşma tercihi yaptıkları andan itibaren Yunan ordusunun Anadolu’da tutunması imkânsızdı. Kaldı ki, Yunanlılarla savaş resmi tarihin ısrarla abarttığının aksine sınırlı bir savaştı. 15 Ekim 1921’de imzalanan Türk-Fransız İtilafnamesi emperyalistlerle uzlaşmanın başlangıcıydı ve söz konusu İtilafname Misak-ı Milli’nin açık ihlâli anlamına geliyordu.'
(devam edecek)
'...bugünün üstünden epeyce yıllar geçti...Babamın elinde tuttuğu şamdanın aksettiği merdiven duvar artık yoktur...Bende de her vakit devam edeceğini zannettiğim birçok şeyler yıkılıp gitmiştir ve bunların yerine bana birçok ıstıraplar,yeni sevinçler verenleri kaim olmuştur...Ben,şimdi,eski hislerimin,eski heyecanlarımın manasını anlamakta nasıl güçlük çekiyorsam; bu yenilerin de ne olabileceklerini,vaktiyle hiç tasavvur etmemiştim...Babamın da anneme: 'Küçükle beraber git! ' diyebildiği zamanlar artık geçmiştir...Buna benzer saatlerin tekrar geriye gelmesi imkanı artık kalmamıştır...Fakat pek yakın zamana kadar dikkatle kulak verecek olsam,babamın önünde tutmağa muvaffak olup da yatak odamda annemle yalnız kalınca bağrımdan boşanıveren hıçkırıkların sesini hala duyabiliyordum...Hakikatte bu hıçkırıklar hiç dinmemişti; şimdi,hayat,benim etrafımda her vakitten daha çok susmakta olduğu içindir ki,onların sesini daha iyi işitiyorum: gündüzleri,manastırın çan seslerini şehrin gürültüleri o derece boğar ki,insan bunları durmuş sanır ve ancak akşamın sessizliği içinde onların çalmakta devam ettiklerinin farkına varır...'
'...bizim kalbimiz pek acayiptir; zira, (bir gün Matmazel Swann'ın bana yaptığına hükmettiğim gibi) kah bir kadının bize hakaretle bakması ve bize elde edilmesinin imkansız olduğunu hissettirmesi,kah bunun aksine olarak Madam de Guermantes gibi tatlı tebessümleriyle bize elde edilmesinin kolay olduğu zannını vermesi zavallı kalbimizde aynı aşkın ateşini körükler...'
'I Pugni in tasca' (1965)
Marco Bellocchio
(oğlan)
-Where did we leave off? Ah,right,at Hobbes theory: Homo homini lupus,which means that man acts like a wolf towards other men...
(kız)
-And what about women?
-You disappoint me...Can you really be that narrow-minded? Women are incidental in philosophy...Remember what Thomas Aquinas said in his Summa Theologica...
aldım gazı, tekrar çıktım alplerin tepesine, girdim bir mağaraya,
daldım müşfik hayallere, göz kırptım scarlett o hara'ya
günlerce aç bi ilaç bekledim, bir deri bir kemik seyrettim alpleri,
kendimden geçmiş uyumuşum, rüyamda ağlarken gördüm charles baudelaire'i
hastanedeymişim iyileşmişim, çağırdım doktoru dedim 'gideyim beni bırak'!
olmaz dedi ziyaretçin var, bak kapıda bekliyor sayın jacques chirac.
laf uzun ömür kısa, tekrar düştüm yola vardım eve, baktım her şey aynı,
o kadar macera yaşadım, paylaşmalıyım deyip aradım david carradine'ı
dedim david baba! bık bık bık! nasıl film olur mu bu hikayeden?
elbette neden olmasın dedi, keşke yaşasaydı osman f seden
yedim patates tavayı, andım akira kurosawayı
aradım kayıp kıta muyu, unutmadım kemalettin kamu'yu
içtim bozayı, öptüm mercedes sosa'yı
sekreter hatuna takılı kaldım, yine miniminiydi eteği,
başıma bela alacam, en iyisi açayım okuyayım aslanlar gibi johann wolfgang von goethe'yi
telgrafın telleri,
saygıyla anıyorum bi öztürk serengil olsun, bi yul brynner olsun, topluma mal olmuş bütün kelleri
hava soğuk dikkat et, üşüteceksin arkanı,
sakın ha örnek almayasın karda kışta donla gezen altarın oğlu tarkan'ı
çayın tadı güzel, rengi de maşallah koyu,
soğuttum tabi, dalıp gidince saatler boyu,
sorsan, desen ne var aklında
derim hatırlar mısın nasıl koymuştuk nöşetel'e boruyu,
o zamanlardı, matah bir şey sanırdık zeynep hanlarova denen karıyı,
bir de beyaz gömleğiyle özleyeyazdım sanki sakalına kurban olduğum atilla atasoy'u
murphy yasasıymış dert üstüne dert gelmesi başa
ne oldu lan bu arada dayaklık insan atilla taş'a
bahçe sana bağ bana,
elma sana eric bana
yedim mis gibi menemeni öptüm steve mcmanaman'i
arada kaaveye gel, açmayalım arayı,
lan ciguli de bir tuhaf olmuştu, ilk albümde bulunca parayı
içtim bozayı, öptüm boz ayı
içtim portakal suyu, öptüm ruhi su'yu
içtim frukoyu, optum asimoyu
içtim kolayi, optum kompelayi
attım formatı, öptüm hipokratı
ryu'yu hiç almazdım, hastaydım niyeyse ken'e,
lan nerden aklıma geldiyse acıdım yine bülent bey diyip kovulan geri zekalı mankene
beş çayını demledim, donattım masayı keklerle, böreklerle, petit beurrelerle;
çağırayım da çay keyfi yapalım, laflayalım azıcık mithat körler’le
çok özledim, görmüyorum hanidir
kızıl saçlı güzel tori amos duy istiyorum sesimi,
en iyi sen anlarsın, bi elle bakim olmuş mu bizim oğlanın kesimi
'adalet hissi mevcuttur insanda doğuştan' der cicero,
lakin ne zaman yapsam kapucino kendime, içer o
ne bilimsel kadınmış şu madam curie
pierre olmuş ona bir ömürlük eküri
üsttekilerin gürültüsü bitmedi, nedir bu tantana;
halbuki ne güzel komşumuzdun sen carlos santana
seyyah oldum dolandım, görmedim böyle bir beşer;
sendeki nasıl bir yetenektir ey maurits cornelis escher
yedim maymun beyni öptüm john wayne'i
içtim şerbeti, öptüm frank herberti
içtim espresso'yu, takdir ettim jean jacques rousseau'yu
içtim en şahane suları ben yan pınardan,selamlar getirdim ahmet hamdi tanpınar'dan
425 milyon su faturası gelince telefon açıp küfür ettim iski'ye,
sinirimi atmak için baleye gidip alkış tuttum vaslav fomich nijinski'ye
yedim çerezi, hayal ettim olivier martinez'i
geçen gün bi elemana rastladım; dedim ayakkabı yapmışşın, dedi baba ayıp ettin bak: gucci
neden bilmem sen aklıma geldin, ne yapıyorsun liv tyler'ı keşfeden güzel kardeşim bernardo bertolucci?
bigün yine havuzdayız; dediler zorunlu, verdik 10 milyon aldık sikindirik bir bone,
spagetti western bilmem, bir zamanlar amerika'nın hastasıyım canına yandığım sergio leone
klasik müzik aşkım depreşti yine ah,
20 çocuk yaptığını öğrenince biraz soğudum senden pek sevgili ve de ölü johann sebastian bach
6 yaşında senfoni besteledin, bugün bile müziğin state of the art,
karı kızın da hastasıydın, çapkın pezevenk wolfgang amadeus mozart
berlin müzesi müdürünün ahşap yelkenli teknesinin adıymış odin,
alemde adın pek geçmez ama garip gönlümde yerin başkadır alexander borodin
50 lerde müzik alemi geçilmiyordu kopuktan itten,
hatırlarım, güneş gibi doğmuştun ortama ingiliz besteci benjamin britten
polonya'dan adam çıkmaz diyeni notalarla döven,
alemlerin delisi, karı kız düşkünü frederic chopin
italyan olduğun soyadından belli,
neden kimse sikine sallamaz seni büyük besteci arcangelo corelli
aslan gibi hatundun yazık oldu sana özbek güzeli şahsenem,
sen de dolandırıcı çıktın, hayallerimi yıktın trt'cilerin deyimiyle arjantin eski başkanı temiz yüzlü carlos menem
ne güzelmiş bu böğürtlen çayı, yanılmıyorsam doğadan;
bununla kakaolu bisküvi ne güzel gider, hadi isteyelim ali riza binboğa'dan...vardır onda...
aldım elime haydarı,
dövdüm winona ryder'ı
yedim elmali turtayı, öptüm costacurtayı
yumuldum şerbetli tatlıya, selam söyledi leo busgaglia
tarlaya ektim darı
rüyamda fırın basarken gördüm sevgili ve de pek saygıdeğer uğur dündar'ı
döktüm lavaboya por-çöz'ü
saygıyla andım sevgili petek dinçöz'ü
SANAT DÜNYASI
Abdülhak Hamit Tarhan
Altan Erbulak
Aziz Üstel
Ayşe Kulin
Ayten Gökçer
Aliye Berger
Azra Erhat
Ayten Alpman
Ayşe Gencer
Attila İlhan
Ajda Pekkan
Ali Rıfat Çağatay
Ali Uras
Arsen Gürzap
Aysel Gürel
Ahmet Adnan Saygun
Alpay
Arif Mardin
Ahmet Ertegün
Aziz Basmacı
Asuman Tuğberk
Ahmet Say
Bülent Ersoy
Bülent Fenmen
Bora Gencer
Barış Manço
Bülent Ortaçgil
Bülent Tarcan
Behzat Butak
Cüneyt Gökçer
Cem Davran
Celal Sahir Erozan
Cenk Eren
Cem Mansur
Can Gürzap
Cemil İpekçi
Cüneyt Tanman
Çolpan İlhan
Çetin Tekindor
Çiğdem Talu
Duygu Aykal
Doğa Rutkay
Derya Alabora
Deniz Gökçer
Erman Kunter
Enis Fosforoğlu
Erdem Buri
Emin Ongan
Engin Noyan
Eser Noyan
Erkan Özerman
Filiz Ali Lazlo
Fazıl Say
Füreyya Koral
Faiz Kapancı
Gönül Yazar
Günseli Başar
Gürer Aykal
Hüseyin Kutman
Haldun Dormen
Halikarnas Balıkçısı
Halit Ziya Uşaklıgil
Halit Refiğ
Hüseyin Saadettin Arel
Hande Ataizi
Hüseyin Baradan
Hulusi Kentmen
Işıl Yücesoy
İdil Biret
Kerem Alışık
Kenan Kalav
Köksal Engür
Levent Kırca
Leyla Saz
Leyla Gencer
Levent Yüksel
Müşfik Kenter
Mustafa Alabora
Mehmet Ali Alabora
Mehveş Emeç
Munis Faik Ozansoy
Mehmet Ali Erbil
Mete İnselel
Muazzez Tahsin Berkant
Müjde Ar
Mehtap Ar
Melih Kibar
Mısırlı İbrahim
Mahmud Celalettin Paşa
Mustafa Altıoklar
Meral Orhonsay
Mehmet Fehmi Tokay
Mükerrem Berk
Melike Demirağ
Mithat Fenmen
Metin Serezli
Metin Erksan
Muzaffer İlkar
Metin Bükey
Mustafa Denizli
Murat Özaydınlı
Meltem Hakarar
Muhip Arcıman
Neşe Erberk
Nevra Serezli
Nisa Serezli
Nermin Bezmen
Orhan Pamuk
Oya Başar
Orhan Gencebay
Osman Nihat Akın
Oya Küçümen
Okan Karacan
Okan Bayülgen
Oktay Rifat
Ömür Göksel
Özlem Savaş
Ömer Karacan
Peride Celal
Pakize Suda
Perran Kutman
Rutkay Aziz
Reşat Nuri Güntekin
Renan Fosforoğlu
Refik Kemal Arduman
Refik Talat Halman
Rakım Elkutlu
Rüçhan Çamay
Sevgi Soysal
Saltuk Kaplangı
Samim Değer
Semiramis Pekkan
Sibel Egemen
Selahattin Pınar
Selanikli Ahmet Efendi
Suna Kan
Semiha Berksoy
Sertap Erener
Selin Dilmen
Selin Toktay
Samih Rifat
Şinasi
Şerif İçli
Şekip Memduh
Şanar Yurdatapan
Şemsi İnkaya
Tarkan
Turgut Boralı
Turgut Demirağ
Tülay German
Talat Artemel
Tuncel Kurtiz
Tuğrul Dağcı
Uğur Akdora
Ulvi Cemal Erkin
Ümran Baradan
Ülkü Kuranel
Yıldız Kenter
Yusuf Atılgan
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yasemin Kozanoğlu
Yıldırım Gencer
Yesari Asım Arsoy
Yıldız Sertel
Yasemin Baradan
Yasemin Kumral
Zeki Müren
Zeki Alasya
Zeliha Berksoy
Zihni Küçümen