Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • ayça tekindor02.02.2005 - 14:35

    Dökülüyoooooooo....

  • kuran-ı kerim29.01.2005 - 10:47

    Sağlam bilgi ve sağlam düşüncenin başı Kur'ân, doğru ifadenin, mantikî beyanın esası da yine Kur'ân'dır. O'nun ilk muhatab-ı zîşânı, bütün peygamberlerin efendisi, o Furkan-ı Zîşan da bütün semavî, gayri semavî kitapların sultanıdır.. öncekiler, O'nun gelip geçeceği yollara işaretler koymak ya da bayraklar dikmek için gelmişlerdir; sonrakiler de -biraz da kendi ruhlarının desenine göre- O'na şerh, haşiye ve dipnot düşmek için... eskiler, misalî fotoğraflarında, yeniler de, O'nun vücudî resimlerinde, meydana getirdiği büyük tesir ve inkılâplarda O'nu görmüş, O'nu tanımış ve O'na 'Söz Sultanı' diyerek saygıyla dillerini yutmuş ve karşısında el pençe divan durmuşlardır. Kur'ân, değişik dalga boyundaki ışık ve renklerini yeryüzüne salarken, kadirşinas ruhlar da gözlerini ondan hiç ayırmamış ve bütün gönülleri ile O'na yönelmişlerdir.. evet O, bir çağlayan gibi göklerden gönüllere boşalırken, hüşyar sineler de, bağırlarını O'na açıp, damlasını bile zayi etmemeye çalışmışlardır.

  • kuran-ı kerim29.01.2005 - 10:45

    Kur'an, bir hamlede en kuytu yerlere bile sesini duyurmuş ve şerare yapan bütün uğursuz hırıltıları bastırmış.. ön yargılı olmayan her düşüncede kevser çağıltıları duygusu uyarmış.. ve fethettiği sinelerde hicran ateşlerini söndürerek, bütün ruhlarda vuslat arzu ve ümidini coşturmuştur. Sopsoğuk tabiatlar onunla hararetlenmiş, ebed arzusuyla yanıp tutuşan gönüller de onunla serinlemişlerdir.

  • kuran-ı kerim29.01.2005 - 10:43

    Kur‘ân, dünden-bugüne kendisine gönül verenleri aldatıp-şaşırtmadığı gibi, bundan sonra da aydınlık iklîmine teveccüh edenleri aldatmayacak hayal kırıklığına uğratmayacaktır. Zirâ, inanıyoruz ki, zihinler müspet fenlerle aydınlandığı, gönüller Hakk mârifetiyle şahlandığı ve varlık, ilim ve hikmet adesesi altında tedkîk ve araştırmaya tâbî tutulduğu sürece, ilimler adına verilen her hüküm Kurân’ın ruhuna uygunluk içinde cereyan edecektir.

    Evet O, her zaman insanları ilme, ilmî araştırmaya, düşünce ve düşüncede sisteme, kâinat kitabını okumaya ve varlığın esrarını kavramaya davet edip yol gösteren bir kitap olmuş ve hakikî çıraklarını hep düşünen ve araştıran insanlar arasından seçmiştir.

  • hz.muhammed29.01.2005 - 10:19

    O’nun Sistemine Muhtacız

    Sendin gökler ötesi sırları, verâlardan akıp gelen ışıkları, dünya-ukbâ arasındaki münasebetleri; insanların emellerini, isteklerini, ihtiyaçlarını ve bütün bu hususlardaki beklentilere vadedilen ebediyetleri söyleyen. Mesajların gelip kulaklarımıza çarparken Seni aramızda hissediyor, beynimizin duyma merkezlerinde sesini duyar gibi oluyor, basiretlerimizle o ışıktan hayatının nuranî karelerini temâşâ ediyor ve bütün bir varlığı kendine has muhtevasıyla Sende görüp Sende okuyorduk. Senin terbiyen, Senin üslûbun ve Senin sisteminle yetişmiş olan nesiller yıllar ve yıllar boyu, Senden duydukları, Senden dinledikleri, Senden aldıkları o mesajların en renkli, en cazip, en derin ve en çarpıcılarıyla hep ra’şelerle ürperip heyecandan heyecana girdi; Seninle alâkaları ölçüsünde imanları iz’ân ufkuna erişti, muhabbetleri çağlayanlara dönüştü ve en engin bir aşk u şevk tufanıyla gidip tâ ruhanîlere ulaştılar.


    O’nun Mesajı Bütün Zamanları İçine Alıyordu

    Sen bizim için hem geçmiş hem gelecek hem de hâldin; zaman üstü ve büyüleyen öyle bir duruşun vardı ki, nurunla her vakit içimizde gibiydin.. kendi ışık çağında durur, günümüzü kucaklar, ileriye işaretlerde bulunur ve bütün zamanlara kendini dinletirdin. Sînelerimiz otağındı; gönüllerimizde yaşar, bizi kendin gibi yaşatır, annelerimizin kucaklarından daha sıcak o mübarek atmosferinde bizlere yumuşak yumuşak ninniler söylüyormuşçasına hafakanlarımızı dağıtır ve rahatlatırdın hepimizi. Çok defa mânevî huzurunun câzibesine kendimizi salar ve ışığınla taçlandırdığın çağlarda dolaşır, bir zamanlar milletçe ortaya koymuş olduğumuz tarihî güzellikleri temâşâ eder; yitirdiğimiz ya da terk ettiğimiz değerleri yeniden bulmuş gibi olur, çocuklar gibi sevinir, derken Senden fışkırıp gelen o nazlı ve hülyalı günler, hafızalarımızda bir kez daha çiçekler gibi açar, açar ve milletçe Nur Çağı’nın memelerinden süt emiyor gibi olurduk; olurduk da o küflenmiş, kirlenmiş dünyalarımız yeniden pırıl pırıl bir hâl alır; kırılmış, yırtılmış, şirazeden çıkmış hülyalarımızın parçaları bir araya gelir ve Seninle nuranîleşen zamanlar, yaşadığımız günlerin, saatlerin, dakikaların içine akar ve bize gerçek hayatın rengini, desenini, şivesini fısıldardı.


    O’nun Mesajı Her Zaman Taze İdi

    Hemen her zaman böyle kısa bir kopukluktan sonra, kendi kendimize: “Eyvah, meğer ne kadar O’nsuz kalmışız.” der ve gönüllerimizde Seni bir kere daha taptaze bulmuş olurduk. Her sürçme, her inhiraf, her bulantıdan sonra âdeta Rahmeti Sonsuz Seni bir kez daha bize iade ederdi de duyardık bütün benliğimizle sesini-soluğunu, ışığını-kokunu ve mesajının büyüleyen şivesini; duyar ve sihirli bir balona binmiş gibi bir hamlede yer çekiminden kurtulur, ruhlarımızda sonsuza doğru bir hareket havası hissederdik. Böyle bir havanın sihriyle bize ait kirlenmiş atmosferden hemen sıyrılıverir ve âdeta semavîleşirdik. Öyle ki, ruhumuzu ne zaman yoklasak, Senin o ışıktan dünyandan sızıp gelen ve gönlümüzün derinliklerine akan bir ziya, bir ümit, bir inşirah hisseder ve kendimizi Senin o sımsıcak huzurunda sanırdık. Çünkü, içimizde her zaman Sen vardın ve varlığınla her şey çok güzeldi.

  • allah (c.c)29.01.2005 - 10:07

    Hazreti Vacibü'l-Vücûd'un zâtına tahsis buyurduğu tevhide gelince; o, evvelâ enbiyâ, sonra da asfiyâya mahsus bir mazhariyettir.. ve bizim için böyle bir mârifet ve zevk ufkunu tam idrak edip duymak da imkânsız gibidir; zira o, Rabb'in, kendi rubûbiyetine şâyeste ve 'Allah'tan başka ilâh bulunmadığına şahit bizzat Allah'tır... (Âl-i İmrân, /18) , 'Allah o ilâhtır ki kendisinden başka ilâh yoktur. Hayy'dır, Kayyûm'dur...' (Bakara, 255) , 'Allah'tır gerçek İlâh! O'ndan başka yoktur ilâh...' (Haşr, 22) , 'Muhakkak ki Benim gerçek İlâh. Benden başka yoktur ilâh. O hâlde sen de yalnız Bana ibadet et.' (Tâhâ, 14) gibi âyetlerle ifade buyurduğu 'tevhid-i tâmm'ı erbâbının dupduru gönüllerine ifâzası ve onlara gönül dilleriyle bunu seslendirme imkânını bahşedip hususî bir tevhidle şereflendirmesi; şereflendirip o engin ihsanlarını, onların aczlerinin çehresinde daha bir derinleştirmesi, sonra da bu incelerden ince hususu, 'Seni hakkıyla bilemedik ey Ma'ruf! .', 'Sana hakkıyla ibadet edemedik ey Mâ'bud! .', 'Ey her dilde meşkûr olan Allahım, Sana hakkıyla şükredemedik! .', 'Ey Mezkûr, Seni hakkıyla zikredemedik! .' gibi sözlerle bir mârifet mülâhazası, bir ibadet şuuru, bir acz u fakr tavrı, bir şevk u şükür iştiyakıyla ifade ettirmesi büyük bir mazhariyettir. Ve onlardan olmayanın da bunu kavraması mümkün değildir. Nasıl mümkün olabilir ki bu, hususî bir mevhibedir ve hangi şart-ı âdiye bina edilirse edilsin, Hazreti Vehhâb'ın bir atıyyesidir; O'nun atıyyelerini de ancak matıyyeleri yüklenir ve temsil eder.

    Böyle bir tevhidi kâmil mânâda ancak enbiyâ-yı izâm ve asfiyâ-yı fihâm efendilerimiz duyup hissedebilirler; hissedebildiklerinin de ancak mezun oldukları miktarını fâş edebilirler. Asfiyâ o vadide her zaman at koşturur, kapalı motif ve sembollerle -hadlerinin elverdiği ölçüde- onu soluklamaya çalışır; daha gerilerdeki evliyâ ise, gerektiğinde onu kelâm-ı nefsiyle mırıldanır; ama bunların hepsi de, gereksiz yere hâl ve zevk ifşâsından fevkalâde sakınır, hattâ fâş etmeyi ulûhiyet haysiyetine karşı irtikap edilmiş bir hata sayar ve ağyâra sır vermiş olmadan ötürü tir tir titrerler.

    Her halde böyle bir konuda, enbiyâ-yı izâmın mesajlarını yeterli bularak, mevzuu onların idrak ufkuna göre seslendirip itirafıyla hakikatin ilmini ve ehassü'l-havâssın tevhid telâkkisini Allah'a havale etmek en selâmetli yol olsa gerek.


    Ulûhiyette bir celâl-i kâhir ve bu celâlin zirvesinde de bir cemal-i bâhir nümâyandır. Zira ulûhiyet dairesi, bütün evsaf-ı kemaliye ve esmâ-i sübhaniyenin biricik merciidir. Bu itibarla da onda hem bir azamet ve celâl-i daim, hem de bir lütuf ve cemal-i lâyezâlînin mevcudiyetinden söz edilebilir ki, bütün tecelliler, bütün cilveler hep o hususî menbadan nebean etmektedir: Evet teayyün mertebesindeki bir nebean, inkişaf çerçevesindeki bir feyezan, tafsil dairesindeki bir tecelli gibi her şey ulûhiyet arşından kaynayıp gelmektedir.

  • allah (c.c)29.01.2005 - 10:01

    “Bulunmaz Rabbimin zıddı ve niddi, misli âlemde,
    Ve suretten münezzehtir, mukaddestir teâlallah.
    Şeriki yok, berîdir doğmadan doğurmadan ancak,
    Ehaddir, küfvü yok, ihlâs içinde zikreder Allah.
    Ne cism u ne arazdır, ne mütehayyiz ne cevherdir
    Yemez, içmez, zaman geçmez berîdir cümleden Allah.
    Tebeddülden, tagayyürden, dahi elvân u eşkâlden,
    Muhakkak ol müberrâdır budur selbî sıfâtullah.
    Ne göklerde ne yerlerde, ne sağ u sol ne ön ardda,
    Cihetlerden münezzehtir ki hiç olmaz mekânullah.”

  • allah (c.c)28.01.2005 - 11:56

    Münâcât

    Yâreli dilim zahmine bir çâre İlâhi! .
    Aç kapını lütfet bu günahkâre İlâhi!

    Yüzler süreyim eşiğine kovma ne olur!
    Yeter artık dolaştığım âvâre İlâhi!

    Yıllarca bâb-ı kereminde inleyip durdum;
    Âh u efgânım hicrâna emâre İlâhi!

    Gerçi isyanla âlûde yaşadım her zaman,
    Kıl keremler ne olur bu nâçâre İlâhi!

    Yakma nâr-ı ağyâre yanayım ocağında,
    Püryân-ı aşk olup erem şikâre İlâhi!

    Dağlar kadar isyanla dayanmış eşiğine,
    Arza ne hâcet, bak tam bir bîçâre İlâhi!

    Kıtmîre lûtfeyle ki dursun efgân u zârı;
    Ersin her cilvesi bin şevk gülzâre İlâhi! ..



    M.F.Gülen

  • hz.muhammed28.01.2005 - 11:53

    Ay Yüzlü

    Ay yüzlüm, apaçık sözlüm rûhum Sana kurban;
    Gönlüm Sana hayran! .

    Nergis bakışlarının tesiri ne de yaman!
    Sultânım el-amân..!

    Bak sînemde bir ok var, derûnumda bir acı,
    Sendedir ilâcı...

    Ey varlığı nûr, dünyası sürûr, sözü Kur’ân!
    Her derdime derman...

    Pür âteşim bırakma hicranda beni zinhâr!
    Rûhumda âh u zâr...

    Hem mahzûn, hem de perişan dertlerle kıvrandım;
    Kapına dayandım!

    Bilmem başka kor, başka ateş, ben Sana yandım;
    Seninle uyandım.

    Ey dünyaya arştan gelen nûr, ey meh-i tâbân!
    Aydınlattı ziyân...

    Bakıp da evsâfına hep dîdârını andım;
    Aşkınla kıvrandım.

    Ey taptaze gül, kâkülü amber, saçı reyhan!
    Câziben ne yaman!

    Görmemiştir cihanda gözler Sen gibi dilber...
    Güneşlerden enver...

    Aç lütufla bağrını aç ki kıtmîr kulundur!
    Dergâhın uludur...

    Deryâlara denk kereminden bir katre ihsân,
    Ey gönlüme Sultân!

    Lütfeyle ne olur bildiğim başka kapı yok!
    Derdim herkesten çok.


    M.F.Gülen

  • hz.muhammed28.01.2005 - 11:51

    Ey Nebi - 1

    Hicranla yandı gönlüm hâlimi sormaz mısın?
    Dil ucuyla olsun melâlimi sormaz mısın?
    Bilmem ki yoksa, dost vefâsından şüphen mi var..!
    Lütfedip bir kere hayâlimi sormaz mısın?

    Dostlara ülfet yağdı, bize iltifat yok mu?
    Kebap oldu sînem âhıma itimat yok mu?
    Yüz sürüp izine bekledim bilmem kaç eyyâm.!
    Yoksa bende Senin sevgine istidat yok mu..?




    Ey Nebi - 2

    Gözlerim yolunu sînemdeki tepelerde,
    Gönlümde belirdin de daldım kaldığım yerde;
    Hayalin ağarırken rûhumda perde perde,
    Gözlerim yolunu sînemdeki tepelerde...

    Sen, o ışıktan ikliminle en tatlı rüyâ,
    Sen, mor, pembe renklerle rûhumu saran hülyâ..
    Kararır, Seni duyup Seni anmazsam dünyâ,
    Dostlarınla elele gezdiğin tepelerde...

    M.F.Gülen