Kültür Sanat Edebiyat Şiir

tımarhane duvarı sizce ne demek, tımarhane duvarı size neyi çağrıştırıyor?

tımarhane duvarı terimi Maria Puder tarafından tarihinde eklendi

  • Rüveyda Pamukçu
    Rüveyda Pamukçu

    Boşluk’um, 08/05/2019

    Sonu olan bu dünyada kesif yalnızlığım, beraberimdesin. İnsanlar ne kadar güzeller, değil mi… Hemen karşıya bakınca bir çift gözle karşılaşmak ne kadar insani bir yalnızlık doyurucusu oluyor, bir anlık da olsa. Bulunduğumuz ortamlarda o sağlıklı pembe küçük suratlara bakıp gözlerine gülücükler kondurmak, ses tonunun en yumuşatıcı dalgalarıyla kulaklarında hoş bir seda bırakmak da bir borç oluyor.

    Nasıl olduğunu yazdığın kafiyesi, ses uyumu kendince oluşmuş dizelerinden biraz çıkarabiliyorum. Baharın oraya da gelmiş olduğunu, susuzluğun manevi tat bıraktığı o kutsal ayın üzerine sindiğini de boş dolaşan harflerin dizelerinde yan yana gelerek sohbet etmesinden anlayabiliyorum. Hafif yanık kokulu hicran dumanın hecelerin arasından tütüp burnumu sızlatmıyor da değil. “Dünya arzuların tecelli mekânı değil.” ilacımsı sözü iyi merhem olur genellikle, kendime getirir beni.


    Düzeni mükemmeliyete oturtulmuş boşlukta yüzerken nasıl sakin yerküre. Oysa hızı ölçüyle tespit edildiğinde bu ağır tosuncuk başımızı nasılda döndürüyor. Kendimizi bu olguya benzetiyorum. İçimizdeki hızı o en kuvvetli kasırgalardan büyük olan duygularımız, nasıl da dışımızdan belli olmuyor. Kaç savaştan çıkıyoruz kim bilir birkaç dakika içinde. Kaç beyin hücremizi öldürüyoruz hüznümüzle, sevinçlerimizle kaç hastalığımızın oluşum aşamasını duraklatıyoruz. Düzenlenmiş bir hayat manzumesini kurallarına boyun eğerek okumaya, nefesimizde gerçekliğini belki hissedemeden seslendirmeye ayarlanmışız. Bu ayar sancılı akıl süzgecinden geçerken gönlümüzün ipliklerini deliklerine tıkayarak susturmuş bizi. Mükemmeliyetinde sahibi olunan hangi güzel gerçeklik var ki…


    Halin, tavırların dünyadaki erkeklere örnek olsun ezgisi söyletiyor bakanlara. Canım değil mi ki kaleminden bal damlıyor bademlerin acılığına. En ağır misafir olmak ve kaleminden damlayan yaşam özünü tek tek gözyaşı şişelerinden yudumlamak ne büyük zevk olsa gerek. Sıcaklığını duyup güneşin orada ağaçların arkasındaki ormanda saklı olması gibi, cismine vakıf olmadan kelimelerinin saflığında yüzmek… Orhan Veli’nin ölümsüz mısralarındaki “Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; / Anlatamıyorum.” durumu.


    Oturduğum bankın çamlarından akma olmuş ekran. Alışamadıysa da günün ışığına karanlığının içine düşen birkaç yaramaz cümleler olsun yazdıklarım. Hafif hava akımı tozlarını çöplerini bıraktım savursun mektubuma. Yüzümü öyle hoş okşuyor ki salt rahatlığın ruhsal tanımı yüzümde hayat buluyor. Ünlü kemancının nefis melodileri sokak seslerinden soyutluyor bir nebze. Geçmişimin kalıp anlarına yeni moda oldu bu haller. İçeride duramama; dışarıda yazma ve rahatlama. Belli ki zihnim gürültülere kapatıyor kulaklarını, yoldan geçen gürültülü taşıtları önemsemiyor. Bankın altından telaşlı ufak ayaklarıyla yol bulmaya çalışan karıncacık, çam pürülerinin kaldırım taşlarının arasına yaptığı yoldan engeller aşıyor. Engeller aşılmak, bu imtihan geçilmek zorunda. Çalıştık mı, bildiğimiz sorular var mı, ya heyecana ne demeli… Yüzümüzün bu sorularda aldığı şekil sence önemli mi? İmtihan bir değil ki nefeslenip arkamıza yaslansak, oh deyip keyfimize baksak. “Sakarya”nın kaderinden daha ağır değil elbet ezilmek ve sonunda yok olmak. Bak aklıma ne geldi, yüzümüz diyorum. Olaylar karşısında aldığı ifade; ben ciddi olmayı, insanların bana baktığı gibi bakmayı çoğu zaman istemişimdir. Denemeye de çalışmışımdır, her bir örneğini aklımda tutarak yüzlerin. Olmadı, tahmin ettiğin gibi yapamadım. İnsan mizacını değiştiremiyor bunu anladım.


    Genç insan olmak, hormonların tavana vurduğu aşırı duygulardan kendini birden dipte hissetmek ansızın, ne kadar zor. Biz şimdikiler kadar rahat değildik tabii. Geriye dönüp bakacakları zamanları çok olacak. Bakıp da sihirli değneklerinin olmadığını anladıklarında yanlarında kimsenin olmasını istemeyecekler, gözyaşlarını görmemeleri için. Yalnız ağlamak gerek, kıskanılası gözyaşlarımız var bizim, kirletilmesi namus meselesi olan. Arada dudaklarımıza kadar inmesine izin verip tuzunu dilimizin ucunda hissetmeliyiz. Acının tadı tuzu böyle çıkar değil mi, Boşluk’um. Karıncalara da çok izin vermemek lazım, beynin loblarında dolaşmalarına yani, baygınlık halinde nereye düştüğünü bilemez insan. Şimdilik bankın altında dolaşabilirler, orada daha sevimli görünüyor siyah renkleriyle hem rahatsız da etmiyor yürümeleri.


    Sevgili Boşluk, Boşluğum,
    Öyle üşüdüm ki bugün temizlik sonrası enerji tüketimiyle ısınan kaslarım anlayamadan dışarının içeriye attığı soğuk halatlarını ortalıkta yakalanıverdi. Allah’tan, küslüğüm olmadığı için insanlara onların da bana olmuyor; teklif etti geniş hırkasını biri, sıcaklığına büründüm. Yalnız iyi hissetmiyorum, ruh olarak. Beynim kaybediyor yaşama sevincini. Attığım bir adım boşlukta bir anlam bulmuyor, donuk bakışlarım buz kristallerine dönüyor. Bu kristallere fark etmeden çarpıyorum. Kuzeyden gelen rüzgâr mutsuz mavi bakışların acısını kristallerin renklerinde gözlerime yansıtıyor. Melankoli ruhumun bütün yüzölçümünü ele geçirmeye çalışıyor. Bu durum hiç yabancı gelmiyor bana. Acının anlardaki boşluklara dalıp hava alma mekanizmasını yok etmesini izlemek. Sık fiilinin alması gereken bütün yapım ekleriyle göğsüme toplanıp alem yapmasına izin vermek. Mısralarından kopardığım gülleri alemcilerin üstlerinden dökmek. Davetiyesinde adresi olmayan buluşmaların tarihlerini buketlerin kartlarından ezberlemek.


    Bugün güneş gül yüzünü düne göre gösterdi çamlı tepelerin ardından. Asar’da dalgalanıyor bayrak şükür bugün de. Birkaç defa okudum ama sürçü lisan edip seni üzmüşsem şimdiden özür dilerim. Bol enerjili günlerin olsun, kelimeler yazılmak için bekliyorlar. Kendi kahramanlarını, seni… Boşluklarından hasretle öperim. Mektuplarını okumayı ne kadar özlediğini gözlerim anlatabilir ancak kelimelerim değil.

  • Hamza Demır
    Hamza Demır

    Asil deliler bu duvarın dışında kalan insanımsı robotlar .neyseki bu bahsi konu edilen duvar dışardaki zır delilerden içerdeki delileri koruyor..

  • Rüveyda Pamukçu
    Rüveyda Pamukçu

    Boşluk'a Mektuplar, 02/05/2019

    Bahar demini ormanların kekik kokulu sabahlarından alır Ege’de. Yeşilliğin biteviye uzandığı çalı çırpı dolu sıklığı içinde gezinmeyi engelleyen parmakları vardır. Belki de geniş yalnızlığına acemi bileklerimden tutunarak arkadaş aramaktadır. Ne de olsa coşkulu mesire alanlarının kahkaha dolu insan seslerine aşinalığı yoktur.
    Nefesimin bile farkına varamadan görevlerimize ayrılmış saat çiziklerinde başımı kaldırıp tomurcuklanan dallarını gözlerimle öpmeliydim. Okşamalıydım tek tek o saat muhafızına aldırmadan her gün büyüyen yapraklarını. Heyhat, bulutların gökyüzünü kapladığı gibi vazifelerin de gözümü kör etmesinin acısını neyden çıkarmalıyım. Duraksayıp gözyaşlarına boğulduğum vazife bitimlerinde kalbime ayırdığım bir şarkılık molalardan mı… Ayakkabılarımdan kurtulup yere çıplak ayak basmanın ferahlatmasından, sıkıcı giysilerden kurtulup çay bardağının sıcaklığıyla üşüyen yüreğimin kalbe aşina ezgilerle ısınmasından ya da derslerden boşluk oluşturup bahçedeki çam ağaçlarının gölgesinde geçen ömrümün iniltililerine kulak vermemden mi…
    Uzayan boş asfaltlar… Arabalardan sızan insan sırlarını tekerleriyle buluşan beyaz çizgilerinden ele vermez. Yola çivilenmiş bakışları gözlerinden öpüp, acısını ziftlerinde eritene kadar da gönlü karasevdalıların türkülerini söylemeye devam eder. O ezgileri, yıllar sonra bile salındığında annesini bulan minik kuzular gibi yine sahibine iletir. Asla kaybolmaz şifreleri diğer hikâyelerin arasında. İçli hıçkırıkları ancak aynı bakışlar okuyabilir nazarından. Kavuşmaları anlamlarından sıyrılmıştır, zamansızlıkta ve imkânsızlıkta vücut bulmuştur.
    Bir ferahlığı var ebruli mavinin yeşile bulanmış bahar saatlerinde. Dalların yapraklara kendini bıraktığı canlı müziklerdir bu saatler; sadece sessizliği dinler. Sabrının teveccühünü yıllara teslim etmiş her anı değişken manzara el gibi davranmaz. Ayaklarına buyur ederken çakıllı patika yollarını, önceki buluşmayı senden önce hatırlar; ne de olsa hisler ormanıdır bir adı. Senede bir gün bu hasret giderme kandırmış gibi görünse de kekikleri, o yumuşak dallarına dokunmana izin verir. Vefasızlığına aldırmadan sevgilinin bazen hoyratça dokunan bu çıplak eller, mazideki uykusundan uyanan kokusunun sarhoşluğuna bırakarak kendinden geçer. Allah’ım o ne şık tüylü kıyafet ne naif salınış hafif esen rüzgârda… Son kalan küçük kuru yapraklar çalıların arasına uzanan ellerimden baharın tozlarını bağrıma savurmakta… Açılan yaralarımdan doya doya kana bulanmakta… Güneşinin sakin bakışlarını gölgesinden azat ederek saçlarıma savurmakta… Toz duman hicranlı anlardan kalan tek mekân beni acılarımdan kurtarmakta. Tarifsiz kederlerine ciltlerce sözlük maddeleri yazdırmakta… Rüzgâr, mayhoş rüzgâr, ayrılık türkülerin şımarıkça kayalıklarda yankılanmakta… Ellerim yorgun, her birinin hatırını sorarken kekik ruhunun, ellerim kanamakta acılarına bazılarının dokundum. Hikâyelerinde acıklı mektuplara davetsiz misafir olduğum.
    Ruhum kayıp hangi ağaçtan, kuştan, kurttan sorayım. Ruhumun izlerini hangi çiçek avuçlarından okuyayım. Dallarında kadim dostluklar kurduğum, çağıldayan renklerinde gözlerimi doyurduğum. Ruhumu hangi makinin dikenine düşürdüm, hafızamdan umutsuzum. Uzanan dallarında temiz kadınların uğurundan bir parça verir diye kekiğine vurulduğum. Kokunun şişelere hükmü yok, tenim kavruldu dertlerinden. Üşüyorum sanma, titreyişim gönlüme inat broşunu takmana izin verdiğimden. İğnesi paslı kanatıyor; al yuvarlar, ak yuvarlar ordusunu peşinden köklerine akıtıyor. Kanımla süslenen bu akıcı şenlikte ağaçlar konfeti gibi yaprak döküyor. Pamuk yapraklarından kalbime baskı yapsan da karışsa kanıma yumuşaklığın. Doymak bilmeyen keçilerine ayırdığın yaprakların merhem olsun yarama. Türk keçisi alışkındır acı tadına, sütünden atalarım emmiş ki bulaşmış inadın damarıma.
    Elveda diyesim gelmiyor. Senede bir hatırım nasıl sen de kalıyor. Türkülerin kulağımda yalnız burada anlam buluyor. Tatlı yamaçlarından aşağı ayağım kayıyor, ruhum parçalarını nazlı yapraklarından toplayamıyor. Esintinin tatlı hengamesinde güneş yavru kuşları uyutuyor. Kuşlarda yavrularını uçurma telaşı dinmiş, teslimiyette şimdi. Benim telaşım bir küçük kekiğin hikâyesinde gizli. Kısa ve öz ki saklamakta hiçbir zorluk yok. Kişileri az, anlamı boz; kırların içinde çiçeksiz kalmış, yapraklarını yel almış. Adı gelincik.
    Mevsiminde açan çiçekler, nadasa bırakılmış bir tarlada en güzel tablo olur. Seyredilmesi keyifli, saatlerce dikilip seyredebileceğiniz güzellikte, renkleri haz veren bir siluette. Kırmızının kadifemsi okşayışı ruha dinginlik vermesi gerekirken, ortasındaki siyah noktalardan çingene benleri uçuşur. Tedirgin eder, tutup avuçlarından sırt üstü seni kucağına itekler. Diz boyu kırmızıların kolları öğle uykusu dinginliğinde sarar hayallerini. Düşünü kurmak kalır sadece uzandığın yerden. Mavi gökyüzüne bir bulut beyazlığı saflığında dalar gidersin.
    Gelincik kahkahaları kulaklarını sarıyorsa saadet çığlıklarıyla, o sihirli hikâyede kaybolma zamanıdır. Kapansın gözler, son bulsun vuslatın imkansızlığında zamanın. Sızısı son bulsun kahramanların, kavisli yollarında anlamsız kahroluşların.

  • Berika Kut
    Berika Kut

    Gün geceden kısa bu aralar yoğun bakımda
    Bir acı aldı bir ağrıya terfi etti kendini
    Sözden alacaklı kalmasın diye anı
    Bir karalama defteri gibi
    Ömrüme iliştirdiğim o serseri
    Şiirle aldattı seni

  • Dex Der Kori
    Dex Der Kori

    ?t=57

  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann

    Eğer bir hak başkalarına
    'Helal' ama size 'Haram' ise,
    bilin ki o din Allah'ın dini değil, sömürgecilerinizin dinidir.

    Malcolm X

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Bazen, olmuyor bazen...

  • İki Baharın Valsi
    İki Baharın Valsi

    şımarıklığımın tek suçlusuyum. ;)

  • Maria Puder
    Maria Puder

    En zorundan başlamalı, kendini sevmek gibi

  • İki Baharın Valsi
    İki Baharın Valsi

    bi ''y'' si yenik abimiz demiş..

    kehanet' adlı kısacık bir şiir buldum
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

  • İki Baharın Valsi
    İki Baharın Valsi

    biz, gurur emziğini çok emmiş olmalıyız ki yalnızlığımızla çok güzeliz...

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Rüveyda hanım yazınız başarılı. Tımarhanede paylaştığınız için teşekkür ederim.

  • Rüveyda Pamukçu
    Rüveyda Pamukçu

    Boşluk'a Mektuplar,

    Nazlı nazlı bir bayrak dalgalanıyor şehrin en mahrem sokaklarına meydan okur gibi tepelerin üstüne sererek postunu. Bu post ki tüyleri çimenden, dikenden. Oradan mağrur bedeniyle denizler ötesine gönderilmiş anlam yüklü ıslıklı türküleri var. O ıslıkta kalbindeki masum çiçekleri sulayan bir Rüveyda, pencere camından bakarken geçmişin ıslığının ezgisinde ıslanan yıldızlı hülyalarını kırmızı bezinde kurulamak ister. Ders zilinin melodisi henüz sıyrılmışken teneffüsten.
    Bu mavilik ne kadar asil ve değişken, huzurunun içimi yumuşatan ahengi sarıyor bedenimi. Kayalıkları kendine çeken bir mıknatıs misali kollarını uzatıyor penceremden. Boynuma sarıyor kırmızı bakışlarını al bayrağın sıcacık manaları. Gel diyor yanıma, yamacıma. Gölgemdeki yerin hazır bir tutam uçurum saflığında. Ne masum bakıyor bana rüzgarlarında yanan yıldızın. Harlanan bağrımda sınırlarında duran dikenli tellerinin izi var. İzin isteyen narin bir kuş misali konmak ister yalnızlığıma. Parlak yıldızının kaldırımlara düşen bakışlarına değsin ister gözlerim. Salındığın direğinden, bu çukur misali şehir, sana borçlu olduğu nihayetsiz nöbetinden seni emekli etmek istemez.
    Ah, uçurumun ne kadar derin ve keskin. Altında küçük ağaçların toprağına girgin. En güzel salıncak olur bana uçurumdan sallanan ellerin. Turuncu kiremitler yağmurlarında 'Fikrimin İnce Gülü'nü söylüyorlar. O keman, titreşen bedeninde ruh bulmuş sihirli ezgilerde tuzlu yağmurlar yağdırıyor başımdan aşağı. Kaldığım yollarda bir kedi masumluğu yumuşaklığıvar; içimde aranan huzur olsa gerek bu.
    Kızıl süs, maviliklerin hırçın kızı; senden bana armağan bu alınyazısı. Sen de şöyle salınsan rüzgarında uçuşan çiçek tozlarına bulasan gözyaşlarımı. Efil efil esiyor bak, yosun kokusunda bin ahını işittiğim nağmeler. Boynuma sarıyor notalarını nefessizim, duyamıyorum sesinin haricinde hiçbir nida. Bu keman değil, tellerinde kalbimin bileylendiği bir hemzemin geçit. Çukurunda hayat bulduğum sığınağında portakal çiçekleri kokladığım. Ürpermesin tenim soğuğunda; soluğunu ısıt. Tatlı severim, acıyı bile… Acım büyükşehirlerden kalma. Acım, hatıra bir çift mavi gözden kayan satırlarıma.
    Baş döndürücü yalnızlığında yanına sokulayım, portakal ekşisi dudaklarından merhem ol yarama. Ekşiyi de tatlı severim ben, öldüresiye acılarım yanında. Kavrulmuş kırmızı biberlerin, yağda kurutulmuşluğu gözlerimde, alevinin tuz renginde hırçınlığı güneşte. Sızım yardan hatıra, yeşil bir portakal kadar taze uçurumunun yamaçlarında…
    Bak beyaz şalıyla leylekler uçmakta süzgün şafaklarında. Kızıl gelininim uçurum yuvalarında düğünüm. Tüllerinden bulutlar asılır duvağımın, eteklerine çalılar takılır. Yürüyemem topuklularla kırılır kayalıklarında. Bakışlarındaki gururdan bana da ver, gözlerime sürme diye süreyim. Kirpiklerimde yıldızların uçuşsun ışıl ışıl, bugün çok mutlu görünmeliyim…
    Yeşilinde saklı iklimsiz küçük şehrinin kollarında şımarık çocuğun olayım, oyuncak bebeklerinle oynayayım. Yorulunca gamsız, huzurlu kucağında uyuyayım. Acıkınca kızıl kahramanım çiçeklerinin mis kokulu ballarından beynime kekik damlatayım. Yalnız vakit geçmekte, saatler “geçti”yi göstermekte… Mekanlar ve yüzler an be an değişmekte; ya ben hangi saatin yelkovanında evcilik oynamaktayım. Hangi yabancı yüzlerin masum bakışlarından hüzün toplamaktayım.
    Gelip geçen milli saatlerin çoşkulu kalabalığında şık giysilerimle s beden boşluğu dolduruyorum. Kırmızınla süsledikleri sade avluların çınar diplerinde bayram bitimlerini bekliyorum. Saba rüzgarının şen bülbüllerinin cıvıltısına eşlik ediyorum. O rüzgâr ki önce beni sonra seni sürükler yerlerde. Parçalarımız birbirine karışırken bir hamasın dansını toza bulanan eşarbında şekilleniyor. Uçarken salınan kumaşından tozlar, kızıllığına doğru yurt arıyor. Tutmak, dudaklarıma götürmek istiyorum... Asil ruhundan yeniden doğuyorum.
    Şimdi bakıyorsun yine ve yine yükseklerden kalbimin derinliklerine, umudumda saklı olana, yerdeki bana ayrılmış boşluğuma. Boşlukların alnımın yazıdır, yaratandan hediye diye baktığım gençliğime. Sevenlerim için dolmasına izin verdiğim manalı boşluklar. Doluluğumla anlam kazanan üç noktalı varoluşlar. Başımın üstünde çaprazlanmış sıkı düğümlerin arasına sıkıştırılmış dize dize ayrılıklar.
    Ay yıldızının bütünden dağıtılmış balonlara yuva olan yalnızlığına vedalar olsun. Tek ve hür fakat çoklukta ve benzerlikte aldırmadan ders sonu teneffüslere.

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Toprak kokan bir kabuktu
    Kendimindi kopardığım
    Bazı düşlerin ölümü yakın
    Toprak bakır
    Toprak demir
    Bense kum…
    Kalk dedi ömrüm
    Bir çiçeğin yaprağındasın
    Yok!
    Acımasa
    İyiyim böyle
    Ölmeye yakın…


    D...


  • Maria Puder
    Maria Puder 24.04.2019 - 00:53

  • Maria Puder
    Maria Puder




    BİR MONOLOG: SAUDADE
    Bazıları için bir parkın içinden geçmek keyif vericidir. Ben ise hışırdayan yaprakların hüzünlü tınısını duyarken, yalnız çiçeklerin ağladığını hissedebilirim. Defalarca üzerine oturulmuş ama kimse tarafından dönüp bakılmamış, yıpratılmışlığının kimsenin umurunda olmadığı o pejmürde bankı fark edebilirim. Kitaplarda okuduğumuz yaratılmış, kurmaca Dünyadan çok başkadır gerçeğin tek düzeliği. Cervantes’in zırva İspanya’sı dağlardaki şair çobanları ile buram buram romantik ve alabildiğine sade bir ihtişam sunarken bizlere aslında hiç bilmediği yerleri ve insanları yazdığını düşündüğümde demirleri paslanmış bir bankın gerçekliği daha çok etkiliyor beni. Vergilus’un o geçişindeki uzun tasvirlerin arasından yayılan yasemin kokusu burnumuzun direğini delecek kadar gerçekmiş gibi görünse de tüm epikler kadar abartılı be Odysseus. Hiç biri bir parkta çaresizliğine terk edilmiş yaban çiçekleri kadar gerçek değil.
    Portekiz’in hüznü kadar sahici olan bir sanat eseri görmedim ben. Tıpkı asla benim olmayacak bir çift elin yabancılığı kadar soğuk ve yalın. Önceki hayatımda bir Portekizli idim belki de. Ya da öyle isterdim ki Lizbon’un orta yerinde yüzüm gözüm melankoliye boyanmış gri bir heykel olmayı. Belki fark edilmenin tek yolu budur. Ben o heykelken bir sokak sanatçısının ayaklarımın dibinde fado müziği çaldığını düşünmek istiyorum. Amália Rodrigues müziği yükselse gökyüzüne ve taştan tenime çarpıp yayılsa melankoli tüm evrene.

    Bir zamandan beri asla iyi olmadım ki ben. İmkansız şeyleri sevmekten yorulmayan uslanmaz bir yüreğim var. Bu güzel… Asla tam olarak iyi olamamak, mutsuz olmayı sevmekten başka bir şey değildir gibi gelir bazılarına. Oysa gitarın acılı solosunu gerçekten hissedemeyenler asla anlayamaz ki hüznün bunca sevilesi olduğunu. Olasılıksız bir sevmenin ortasında iken yaşamadığın bir duyguyu özlemenin karmaşık yudumlarını kimseyle paylaşmak istemiyorumdur belki de. Kendi paradoksum içinde havayı tutmaya çalışmaktan çok daha anlamlı bir resimden bahsediyorum aslında. İhtiyacım olan nefesin bu hüzünle sevişmekten geçtiğini bir Portekizliye anlatmak zorunda kalmazdım. Hiç dokunmadığın bir teni arzulamanın saçma bir his olmadığı kadar gerçek bir mutsuzluğum var benim.

    Portekiz sokaklarında gezen Perhan’ın hayaleti ile karşılaştığımda Azra’nın karnındaki bebek kadar talihsiz bir yaşamanın beni beklediğini bilemeyecek kadar zavallı olmak içimi yakan tatlı bir acı veriyor her zaman. Çingeneler zamanında bir meyhaneye gidip sarhoş olduğumda kendi hüznüme aşık oluyorum ben. İnsan kendine söylediği yalanlardan sonra diyor hani işte kimseye böyle inanmaz ya hani öyle bir vazgeçiş bu insandan artık. Davor Dujmovic’in Perhan’ı taşımaktan yorulması kadar yorgun bir ruhum varken insana yabancılaşmamak mümkün olmuyor. Sislerin kalkıp gerçeğin ortasında kaldığımdan beri ben Lizbon’da gri bir heykelim artık.

    Ellerimi uzatsam tutabilecekmişim gibi sıcak bir gülüşün yüzlerce ışık yılı uzağında kalmanın sancısına talip olmak benim seçimimdi. Öyle kirli ki her şey… Parasal edimlerin kontrolünde güdümlenmiş plaza şıklığından geçerken en çok duymuştum bu bulantıyı. Sonra fakirliğin asil bir şey olduğunu sanmanın yanılgısı başka bir kurşun deliğidir ruhumdaki. Onların ki bir tercih değil zorunluluktan ibaret çoğu zaman. Seçenekleri olduğunda bir plaza için yapamayacakları şey olmadığını görmek, görebilmek içimdeki insan şeyleri öldürüyor bir bir.

    Gökyüzüne baktığımda asla benim olamayacak bir çift gözün rengine tesadüf ediyorum her sabah ve bu beni yine yeniden Portekiz’in fırtınalı sahillerine götürüyor. Asla benim olmayan bir denizcinin gidişine içiyorum Çingeneler meyhanesinde. İçin için yanmayı sevmekte vardır hayatta. Kendi hüznüne aşık bir kadın tanıyanlar gözlerindeki derinlikten kaçmayı seçerler hep. Belki de haklıdır onlar. Her biri bir kuyu olan bir çift gözün bilinmezliğine dalmak ve bütün bütün oradan çıkamamak var ya! Zordur o, zor…

    Bir eriği tuza batırıp yemekten duyduğum hazzı bir insanın gülümseyen yüzünde bulamamak sıyırıyor beni normal olmaktan. Ayrıksı bir ot gibi tutunmuşum çoğunluğun kenarına. Zamanla tenimin kabuklarının, ruhumun da acıyan bir teni olduğunu öğrendim. Dokunmak isteyip de hissedemediğim de gerçek şeyleri uzakları özlemeyi seçtim. Benliğin içine çökmesi böyle bir şey bence, bende…

    İçimdeki açlığı sanatla gidermeye çalıştığımda da başka bir ucube küreselliğin kucağında buluyorum kendimi. Öykünmek zırvalığı ile eskinin ısıtılıp yeniden servis edildiğini görebilmiş olmaktan nefret ediyorum. Narsist bir oburlukla her şeyin kılık değiştirdiği ve aslında eskinin cam bir meşenin içinde hapsedildiği çağlar devirip duruyor insanoğlu. Nefret etmekten yorulunca tenimin kabuklarını soyuyorum. Ah! Benim uslanmaz benliğim… Savunmasız ve apaçık bıraktığım tenimi en uzaktaki bir arzu için mum alevinde gezdiriyorum. Sermayenin sanata sızdığı zamanlarda ölen bir Çingene şarkısını dilime dolayıp Lizbon’da öldürüyorum tüm heykelleri.

    Sevgilinin teni kadar gerçek dışıdır yaşama sevinci… !



    D...

  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann

    Üç ilahi dinin kutlamaları (Müslümanlar için Berat Kandili - Hristiyanlar için Paskalya Bayramı - Yahudiler için Pesah Bayramı) aynı döneme denk geldi. Tuğçe Kazaz ibadetten çok yorulacak bu hafta!

  • İrem Başar
    İrem Başar


    ..insan tımarhaneye bile giremiyor.Eee bu mendili icat edenin...:)

    Tamam tamam o değil bu..





  • İrem Başar
    İrem Başar 19.04.2019 - 11:31




  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim 16.04.2019 - 01:32


  • Maria Puder
    Maria Puder 14.04.2019 - 00:27

  • Maria Puder
    Maria Puder 14.04.2019 - 00:21

  • Maria Puder
    Maria Puder 12.04.2019 - 19:26

  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann

    Bu kente yalnızlık çöktüğü zaman
    Uykusunda bir kuş ölür ecelsiz
    Alıpta başını gitmek istersin karanlık
    Sokaklar kör sağır dilsiz

    Ey sevda kuşanıp yollara düşen
    Bilesin bu yollar dağlar dolanır
    Yare ulaşmadan düşersen eyer
    Yarin hasretinin yankısı kalır...

  • İrem Başar
    İrem Başar


    Bu tımarhane böyle bişey:))






  • İki Baharın Valsi
    İki Baharın Valsi

    Seden Gürel - Hopterelelli


  • İrem Başar
    İrem Başar


    ... o tekne ile Yunanistan'a "Hangimiz Sevmedik"şarkısıyla gider ve "Sarı Gelin"türküsü ile döneriz. :))

    #biz başka alem isteriz.

  • Dex Der Kori
    Dex Der Kori

    Kiralık teknenin en tepesinden, denizin en derin yerine atlanır .

  • Maria Puder
    Maria Puder

    silmişler yine ya :))

    dur ben bunları toplayıp yazı haline getireyim. Sayfama asarım.

    :)))))

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Gelip gidiyorlar, uyuyup uyanıyorlar falan işte :)))

    Bak ne düşündüm. Şimdi buradan bi tekne bulup kiralayalım, ver elini mazbata adası..

    Offff ne eğleniriz ama demi?

    :))))))))))))))))