Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Ümraniye Belediyesi Şiir Yarışması

tağut sizce ne demek, tağut size neyi çağrıştırıyor?

tağut terimi Ebubekir Korucu tarafından tarihinde eklendi

  • veli aslan
    veli aslan

    Tağud haddi asan yani allahın koyduğu sınırları asmak ve allaha sirk koşmak demektir fakat tekfirciler bu manayı yanlış anlıyorlar Türkiye deki herkese müşrik diyorlar ama ehli kıbleye hic kimsenin birkaç hatası yüzünden kimse tekfir edemez bu kimsenin haddi değildir

  • Meryem Mesih
    Meryem Mesih

    ...İbn-i Kayyım'ın (r.h) tağut hakkındaki görüşü ise; 'Tağut,kulun haddini aşarak,ibadet ettiği,tabi olduğu,itaat ettiği herşeydir.'Her kavmin tağutu,Allah ve Rasulü'nü bırakarak,muhakeme olmak istedikleri,Allah'tan başkasına ibadet ettikleri,Allah'tan bir delil olmaksızın izinden gittikleri,Allah'a itaat etmeleri gereken yerde,itaat ettikleri şeydir.İşte bunlar dünyanın tağutlarıdır.Onları ve onlarla birlikte insanların durumunu düşündüğün zaman,çoğunun Allah'a ibadetten uzak ve tağutlara ibadet etmekte olduklarını,Peygambere (s.a.v) itaatten uzak,tağut ve izleyicilerine itaat ettiklerini görürsün..

  • Meryem Mesih
    Meryem Mesih

    Tağut,tuğyan kelimesinden türemiştir.Haddi aşmak anlamındadır.Anlamının sınırları konusunda selefin görüşleri farklıdır.Hz. Ömer (r.a) 'Tağut şeytandır' demiştir.Cabir (r.a) şeytan kılığındaki kahinlerdir, demiştir.Malike göre ise tağut; Allah'tan başka ibadet edilen her şeydir.

  • Harun Aydin
    Harun Aydin

    bence tağutu inkar etmek için bu gün türkiyede oy kullanmak bile gerekmiyor ama biz kullanıyoruz tağut u inkar edip ALLAH a iman etmek şüphesiz ki bu allahın emri bunu için şüphesiz şeriat olmalı bence

  • Hasan Turgut
    Hasan Turgut

    TAĞUTA ÖRNEKLER



    Tağutu daha iyi anlayabilmek için şöyle örnekler verebiliriz:

    1) Allah (c.c) hırsızlık hakkında şöyle buyuruyor:

    “Hırsızlık yapan erkek ve kadının Allah’ tan bir ceza olmak üzere yaptıklarına karşılık olarak ellerini kesin.” [Maide: 38]

    Allah (c.c) bu ayette hırsızlık yapanın elinin kesilmesi için emir veriyor. Bir kişi çıkar da: “Hırsızlık yapan kişinin elinin kesilmesi doğru değildir. Hapse atılması gerekir.” Veya “boynunun kesilmesi lazım.” derse bu kişi açık bir şekilde: “Ben Allah’ın koyduğu kanunları kabul etmiyorum, beğenmiyorum” demese bile Allah’ın kanunlarından başka kanunlar çıkardığı için sadece ve sadece Allah’a ait olan hüküm koyma yetkisini kendisine vermiş, ilahlık taslamış ve böylece tağut olmuş olur. Her kim buna itaat ederse, desteklerse veya tekfir etmezse veya buna itaat edip destekleyenleri tekfir etmezse kafir olur. Bu kişi müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa, hacca gitse yine de kafirdir. Çünkü bu kişi Allah katında imanın geçerli olması için gerekli olan tağutu inkar şartını yerine getirmemiştir.

    2) Allah (c.c) faiz hakkında:

    “Allah alış-verişi helal faizi haram kıldı.” [Bakara: 275]

    buyurarak faizi kesin olarak haram (yasak) kıldığını bildiriyor. Bir kişi çıkar da Allah’ın yasakladı ğı faizi serbest bırakırsa, faizle çalışan bankaların açılması için kanun koyarsa bu kişi açık bir şekilde: “faiz helal” demese bile Allah’ın haram kıldığı faizi helalleştirmiş olur. Bu kişi kendisinde bu yetkiyi gördüğü için: “Ben ilahım” demese bile ilahlık taslamış ve tağut olmuş olur. Kim buna itaat ederse, desteklerse veya tekfir etmezse veya buna itaat edip destekleyenleri reddetmeyip tekfir etmezse veya onları tekfir etmeyenleri tekfir etmezse kafir olur. bu kişinin kafir oluşunun nedeni tağutu inkar etmemesinden dolayıdır.

    3) Allah (c.c) başörtüsü hakkında:

    “(Ey Muhammed!) Mü’min kadınlara söyle! Başörtülerini omuzlarına ve göğüslerinin üzerine indirsinler.” [Nur: 31] buyurarak mü’min kadınların örtünmeleri için emir veriyor. Bir kişi çıkar da: “Bu şekilde giyinmek şart değildir, isteyen istediği gibi giyinebilir” diye bir kanun koyarsa bu kişi Allah’ın koyduğu ölçüler dışında bir ölçü koyduğu ve yalnızca Allah’a aid olan bir sıfatı, yetkiyi kendisine verdiği için ilahlık taslamıştır. Bu kişi açık bir şekilde “ben ilahım” demese bile, namaz kılsa, oruç tutsa, hacca gitse yine de tağut olmuş olur. Kim buna itaat ederse, desteklerse veya tekfir etmezse veya buna itaat edip destekleyenleri reddetmeyip tekfir etmezse veya onları tekfir etmeyenleri tekfir etmezse kafir olur. Bu gibi kişiler müslüman olduğunu söyleseler, namaz kılsalar, oruç tutsalar, hacca gitseler bile yine de kafirdirler. Çünkü bunlar; Allah katında imanın geçerli olması için gerekli olan tağutu inkar şartını yerine getirmemişlerdir.

    4) Allah (c.c) gayb hakkında şöyle buyuruyor:

    “Gaybın anahtarları O’nun katındadır. O’ndan başkası onu bilemez. Karada ve denizde olanı yalnız O bilir.” [En'am: 59] Yine bu konuyla ilgili bir başka ayette Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

    “Görülmeyeni bilen Allah görülmeyeni kimseye muttali kılmaz (göstermez) . Ancak elçileri (nebi ve rasulleri) içinde razı olduğu, seçtiği kimseler müstesna. Çünkü O, bunların önüne ve arkasına izleyiciler (gözetleyiciler) dizer.” [Cin: 26-27] Allah (c.c) bu ayetlerde gaybı ve gayb ile ilgili tüm gerçekleri sadece kendisinin bildiğine ve bu konuda hiç kimsenin söz sahibi olamayacağına işaret ediyor. Ancak bazı gaybi bilgileri de seçmiş olduğu rasullerine sürekli olmamak suretiyle vahiyle bildirmiştir. Ve onlara inen vahyi de şeytanın etkisinden korumuştur. Yani rasullere gelen vahiy ve onlara bildirilen birtakım gaybi olayların gerçekliği muhakkaktır. Çünkü o, bizzat Allah tarafından bildirilmedir.

    Öyleyse günümüzde her kim kalkıp da gaybi bir takım gerçekleri örneğin; kalplerden geçeni bilebildiğini veyahut ileride olacak birtakım olayları bilebileceğini öne sürerse işte bu kimse (kendisine vahiy geldiğini iddia etmiş olacağından) her ne kadar: “Ben ilahım” demese de Allah’a ait olan bir sıfatı kendisinde gördüğü için ilahlık taslamış ve dolayısıyla tağut olmuş olur. Çünkü bu kişi Kur’an`ın vahyin kesildiğine dair haberini yalanlamakla kalmamış, aynı zamanda da Allah’a ait olan gaybı bilme yetkisini kendisinde görmekle Allah’a asi olmuş ve böylece kendisini ilah konumuna getirmek suretiyle tağutlaşmıştır. İşte bu kişiler her ne kadar müslüman olduklarını söyleseler, namaz kılsalar, oruç tutsalar, hacca gitselar, zekat verseler de Allah’a karşı iftira atmak suretiyle tağutlaşmış ve dolayısıyla kafir olmuşlardır. Kim bunlara itaat ederse, desteklerse veya tekfir etmezse veya bunlara itaat edip destekleyenleri reddetmeyip tekfir etmezse veya onları tekfir etmeyenleri tekfir etmezse o da kafir olmuş olur. Bu şekilde inanmayıp amel etmeyen kişi de müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa, hacca gitse yine de kafirdir. Çünkü bu kişi Allah katında imanın geçerli olması için gerekli olan tağutu inkar şartını yerine getirmemiştir.

    Yukarıdaki örneklerde bir mü’minin Allah’ın koyduğu ölçüleri değiştiremeyeceğini ve bu ölçüleri değiştirenlere de mü’min diyemeyeceğini net bir şekilde gördük.

    Allah (c.c) mü’mini bir başka ayette şöyle tarif ediyor:

    “Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe ve sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı kalplerinde hiçbir sıkıntı bulunmadan teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” [Nisa: 65] Allah (c.c) kendi nefsine yemin ederek diyor ki: “Bir kişi herhangi bir konuda Rasulullah’ın getirdiği hükümlere başvurmazsa hatta başvurduğu halde verilen hükümden dolayı kalbinde bir sıkıntı duyarsa bu kişi mü’min değildir. İnsanın mü’min ve müslüman olabilmesi için insanlar arasında vuku bulan ihtilaflarda Kur’an ve sünnetin hükmüne başvurması ve o hükümlere zahiren ve batınen tam bir teslimiyet göstermesi gerekir.”

  • Hasan Turgut
    Hasan Turgut

    TAĞUT



    O halde tağut nedir?

    Tağut; arapça bir kelime olup “tağa” (haddini aştı) kökünden türemiştir ve “haddini aşan mahluk” demektir.

    Şer’i manası ise; Allah’ın koyduğu ölçüler dışında ölçüler koyan, insanı Allah’a ibadetten alıkoyan, Allah ve Rasulüne tabi olmayı engelleyendir. Bu insi ve cinni şeytan, nefis, hayvan, ağaç, para, taş, kadın, mezar olabileceği gibi; Allah’ın hükümleri dışında hükümler koyan zalim bir diktatör, halkın seçtiği seçkin bir zümre, bir meclis, bir grup bilim adamı veya Allah’ ın kitabın dan kaynaklanmayan adet, alışkanlık ve düşünce (ideoloji) de olabilir.

    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

    “Allah hüküm koymada kendisine ortak ka buletmez.” [Kehf: 26]

    “Hüküm vermek yalnızca Allah’a aittir.” [Yusuf: 40]

  • Hasan Turgut
    Hasan Turgut

    TAĞUT



    O halde tağut nedir?

    Tağut; arapça bir kelime olup “tağa” (haddini aştı) kökünden türemiştir ve “haddini aşan mahluk” demektir.

    Şer’i manası ise; Allah’ın koyduğu ölçüler dışında ölçüler koyan, insanı Allah’a ibadetten alıkoyan, Allah ve Rasulüne tabi olmayı engelleyendir. Bu insi ve cinni şeytan, nefis, hayvan, ağaç, para, taş, kadın, mezar olabileceği gibi; Allah’ın hükümleri dışında hükümler koyan zalim bir diktatör, halkın seçtiği seçkin bir zümre, bir meclis, bir grup bilim adamı veya Allah’ ın kitabın dan kaynaklanmayan adet, alışkanlık ve düşünce (ideoloji) de olabilir.

    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

    “Allah hüküm koymada kendisine ortak ka buletmez.” [Kehf: 26]

    “Hüküm vermek yalnızca Allah’a aittir.” [Yusuf: 40]


    TAĞUTA ÖRNEKLER



    Tağutu daha iyi anlayabilmek için şöyle örnekler verebiliriz:

    1) Allah (c.c) hırsızlık hakkında şöyle buyuruyor:

    “Hırsızlık yapan erkek ve kadının Allah’ tan bir ceza olmak üzere yaptıklarına karşılık olarak ellerini kesin.” [Maide: 38]

    Allah (c.c) bu ayette hırsızlık yapanın elinin kesilmesi için emir veriyor. Bir kişi çıkar da: “Hırsızlık yapan kişinin elinin kesilmesi doğru değildir. Hapse atılması gerekir.” Veya “boynunun kesilmesi lazım.” derse bu kişi açık bir şekilde: “Ben Allah’ın koyduğu kanunları kabul etmiyorum, beğenmiyorum” demese bile Allah’ın kanunlarından başka kanunlar çıkardığı için sadece ve sadece Allah’a ait olan hüküm koyma yetkisini kendisine vermiş, ilahlık taslamış ve böylece tağut olmuş olur. Her kim buna itaat ederse, desteklerse veya tekfir etmezse veya buna itaat edip destekleyenleri tekfir etmezse kafir olur. Bu kişi müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa, hacca gitse yine de kafirdir. Çünkü bu kişi Allah katında imanın geçerli olması için gerekli olan tağutu inkar şartını yerine getirmemiştir.

    2) Allah (c.c) faiz hakkında:

    “Allah alış-verişi helal faizi haram kıldı.” [Bakara: 275]

    buyurarak faizi kesin olarak haram (yasak) kıldığını bildiriyor. Bir kişi çıkar da Allah’ın yasakladı ğı faizi serbest bırakırsa, faizle çalışan bankaların açılması için kanun koyarsa bu kişi açık bir şekilde: “faiz helal” demese bile Allah’ın haram kıldığı faizi helalleştirmiş olur. Bu kişi kendisinde bu yetkiyi gördüğü için: “Ben ilahım” demese bile ilahlık taslamış ve tağut olmuş olur. Kim buna itaat ederse, desteklerse veya tekfir etmezse veya buna itaat edip destekleyenleri reddetmeyip tekfir etmezse veya onları tekfir etmeyenleri tekfir etmezse kafir olur. bu kişinin kafir oluşunun nedeni tağutu inkar etmemesinden dolayıdır.

    3) Allah (c.c) başörtüsü hakkında:

    “(Ey Muhammed!) Mü’min kadınlara söyle! Başörtülerini omuzlarına ve göğüslerinin üzerine indirsinler.” [Nur: 31] buyurarak mü’min kadınların örtünmeleri için emir veriyor. Bir kişi çıkar da: “Bu şekilde giyinmek şart değildir, isteyen istediği gibi giyinebilir” diye bir kanun koyarsa bu kişi Allah’ın koyduğu ölçüler dışında bir ölçü koyduğu ve yalnızca Allah’a aid olan bir sıfatı, yetkiyi kendisine verdiği için ilahlık taslamıştır. Bu kişi açık bir şekilde “ben ilahım” demese bile, namaz kılsa, oruç tutsa, hacca gitse yine de tağut olmuş olur. Kim buna itaat ederse, desteklerse veya tekfir etmezse veya buna itaat edip destekleyenleri reddetmeyip tekfir etmezse veya onları tekfir etmeyenleri tekfir etmezse kafir olur. Bu gibi kişiler müslüman olduğunu söyleseler, namaz kılsalar, oruç tutsalar, hacca gitseler bile yine de kafirdirler. Çünkü bunlar; Allah katında imanın geçerli olması için gerekli olan tağutu inkar şartını yerine getirmemişlerdir.

    4) Allah (c.c) gayb hakkında şöyle buyuruyor:

    “Gaybın anahtarları O’nun katındadır. O’ndan başkası onu bilemez. Karada ve denizde olanı yalnız O bilir.” [En'am: 59] Yine bu konuyla ilgili bir başka ayette Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

    “Görülmeyeni bilen Allah görülmeyeni kimseye muttali kılmaz (göstermez) . Ancak elçileri (nebi ve rasulleri) içinde razı olduğu, seçtiği kimseler müstesna. Çünkü O, bunların önüne ve arkasına izleyiciler (gözetleyiciler) dizer.” [Cin: 26-27] Allah (c.c) bu ayetlerde gaybı ve gayb ile ilgili tüm gerçekleri sadece kendisinin bildiğine ve bu konuda hiç kimsenin söz sahibi olamayacağına işaret ediyor. Ancak bazı gaybi bilgileri de seçmiş olduğu rasullerine sürekli olmamak suretiyle vahiyle bildirmiştir. Ve onlara inen vahyi de şeytanın etkisinden korumuştur. Yani rasullere gelen vahiy ve onlara bildirilen birtakım gaybi olayların gerçekliği muhakkaktır. Çünkü o, bizzat Allah tarafından bildirilmedir.

    Öyleyse günümüzde her kim kalkıp da gaybi bir takım gerçekleri örneğin; kalplerden geçeni bilebildiğini veyahut ileride olacak birtakım olayları bilebileceğini öne sürerse işte bu kimse (kendisine vahiy geldiğini iddia etmiş olacağından) her ne kadar: “Ben ilahım” demese de Allah’a ait olan bir sıfatı kendisinde gördüğü için ilahlık taslamış ve dolayısıyla tağut olmuş olur. Çünkü bu kişi Kur’an`ın vahyin kesildiğine dair haberini yalanlamakla kalmamış, aynı zamanda da Allah’a ait olan gaybı bilme yetkisini kendisinde görmekle Allah’a asi olmuş ve böylece kendisini ilah konumuna getirmek suretiyle tağutlaşmıştır. İşte bu kişiler her ne kadar müslüman olduklarını söyleseler, namaz kılsalar, oruç tutsalar, hacca gitselar, zekat verseler de Allah’a karşı iftira atmak suretiyle tağutlaşmış ve dolayısıyla kafir olmuşlardır. Kim bunlara itaat ederse, desteklerse veya tekfir etmezse veya bunlara itaat edip destekleyenleri reddetmeyip tekfir etmezse veya onları tekfir etmeyenleri tekfir etmezse o da kafir olmuş olur. Bu şekilde inanmayıp amel etmeyen kişi de müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa, hacca gitse yine de kafirdir. Çünkü bu kişi Allah katında imanın geçerli olması için gerekli olan tağutu inkar şartını yerine getirmemiştir.

    Yukarıdaki örneklerde bir mü’minin Allah’ın koyduğu ölçüleri değiştiremeyeceğini ve bu ölçüleri değiştirenlere de mü’min diyemeyeceğini net bir şekilde gördük.

    Allah (c.c) mü’mini bir başka ayette şöyle tarif ediyor:

    “Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe ve sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı kalplerinde hiçbir sıkıntı bulunmadan teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” [Nisa: 65] Allah (c.c) kendi nefsine yemin ederek diyor ki: “Bir kişi herhangi bir konuda Rasulullah’ın getirdiği hükümlere başvurmazsa hatta başvurduğu halde verilen hükümden dolayı kalbinde bir sıkıntı duyarsa bu kişi mü’min değildir. İnsanın mü’min ve müslüman olabilmesi için insanlar arasında vuku bulan ihtilaflarda Kur’an ve sünnetin hükmüne başvurması ve o hükümlere zahiren ve batınen tam bir teslimiyet göstermesi gerekir.”


    GÜNÜMÜZ İNSANLARININ
    TAĞUTA MUHAKEME KONUSUNDA
    İLERİ SÜRDÜKLERİ İDDİA



    Günümüzdeki bazı kişiler şöyle diyebilirler: “Bizim yaşadığımız devlette şeriat hakim değildir. Eğer tağutun mahkemesine başvurmazsak hakkımızı alamayız. Hakkımızı almak için de tağutun mahkemesine başvurabiliriz.”

    Bu gibi kişilere şöyle denilir: “Birisi sizden hakkınızı alsa ve: “Bana namaz kılmadan hakkınızı alamazsınız” dese, siz bu hakkınızı almak için ona namaz kılarsanız Allah katında müslüman kalabilir misiniz? ” Elbette: “Müslüman kalamayız. Çünkü; namaz ibadettir ve ibadetler de yalnızca Allah’a yapılır. Başkasına namaz kıldığımızda onu ilah seviyesine çıkarmış oluruz” dersiniz. O halde düşünmez misiniz ki acaba Allah tağutun mahkemesine başvurulduğunda kafir olunacağına dair niçin hüküm vermiştir?

    Tağutun mahkemesine başvurulduğunda sadece Allah’a ait olan hüküm verme yetkisinin Allah’tan başkasına verilmesi sözkonusudur. Çünkü hüküm vermek yalnızca Allah’a aittir. Allah (c.c) sadece kendi hükmüne itaat edilmesini emretmiştir. Kendi hükmünden başkasına itaat edenlerin kimin hükmüne itaat ediyorlarsa ona ibadet ettiklerini apaçık bir şekilde:

    “Hüküm vermek yalnız Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil yalnız O’na kulluk etmenizi emretti.” [Yusuf: 40] ayetinde apaçık bir şekilde bildirmiştir.

    Öyleyse her ne kadar kalben tağutu sevmediğinizi ona düşman olduğunuzu iddia etseniz bile hareketiniz bunu yalanlamaktadır. Zira gerçekten tağuta düşman olmuş ve onu kalbinizle inkar etmiş olsaydınız ister hakkınız gitsin ister gitmesin tağutun mahkemesine başvurmazdınız. Mesele hak-hukuk meselesi değil, mesele yalnız Allah’a ait olan hüküm verme yetkisinin Allah’ tan başkasına veril mesidir. Bu ise şirkin ta kendisidir. Allah (c.c) Nisa suresinin 60. ayetinde tağuta muhakeme olmayı isteyenlerin iman iddialarının geçersiz olduğunu ve şeytanın bunları: “Tağuta muhakeme olmayı istediğiniz halde müslüman, mü’min kalabilirsiniz” diye vesvese vermek suretiyle derin bir sapıklığa saptırdığını bildiriyor.

    Bu söylediğimiz şeyler şu ayetler dikkatlice okunduğunda iyice anlaşılmış olacaktır.

    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

    “Kendilerine doğru yol açıkca belli olduktan sonra mürted olup tekrar küfre dönenlerin yaptıklarını şeytan kendilerine hoş göstermiştir. Çünkü onlar Allah’ın indirdiklerini hoş karşılamayanlara: “Biz size ileride bazı hususlarda itaat edeceğiz” dediler. Halbuki Allah onların gizlediklerini biliyor. Ya melekler yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırken halleri nice olacak? ”

    Çünkü onlar Allah’ı gazablandıracak şeylere uydular ve O’nun rızasını hoş karşılamadılar. Bunun üzerine Allah da onların amellerini boşa çıkarıverdi.” [Muhammed: 25-28]

    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

    “Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” [Nisa: 60]

  • Hüseyin Hızal
    Hüseyin Hızal

    TAĞUT: ALLAH ile kulları arasında ki ibadet bağını gaspeden herşey tağuttur.
    para. iş adamı, siyasetci,yönediciler,şeytan.cinler ve herhangi bir insan da olabilir
    , İNSAN I ALLAH A İBADETTEN ALIKOYAN HERŞEY TAĞUTTUR.
    İBADET büyüklüğünü kabul etmek, boyun eğmek manasına gelir.

    tağut u inkar etmeden islam a giriş olmaz,kısaca müslüman olunamaz.
    [EY RASULÜM SANA VE SENDEN ÖNCEKİLERE İNANDIKLARINI İDDİA EDENLERİ GÖRMÜYORMUSUN? HALBUKİ ONLAR TAĞUT U İNKAR ETMELERİ GEREKİRKEN TAĞUT UN ÖNÜNDE MUHAKEME OLMAK İSTİYORLAR. ŞEYTAN ONLARI DERİN BİR SAPIKLIĞIĞA DÜŞÜRMEK İSTİYOR.[ NİSA 60. AYET

  • Ferit Ala
    Ferit Ala

    Devrimiz Tağutlar devri...
    Mevla yardımcımız olsun.

  • İsmail Sevimli
    İsmail Sevimli

    T U Ğ Y Â N / TAĞUT




    Tuğyân; Anlam ve Mâhiyeti

    İnsanı Tuğyana Sevkeden Şeyler

    Siyasî Otoritenin Tuğyânı

    İnsanlara Zulüm de Siyasî Otoritenin Tuğyanıdır

    Tuğyâna Karşı Müslümanların ve Özellikle Âlimlerin Tavrı

    Siyasî Otorite ve Yöneticinin Tuğyânını Başkalarına Ulaştırması/Tâğut'laşması

    Tâğut Kimdir?

    Siyasî Rejimler, Hüküm ve Yetkiyi Allah'tan Almıyorsa Tâğuttur




    'Allah onlarla istihzâ (alay) eder, tuğyânlarında (azgınlıklarında) onlara mühlet verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.' (2/Bakara, 15)




    Tuğyân; Anlam ve Mâhiyeti


    Tuğyân, taşkınlık, azgınlık, sınırı aşmak demektir. Fiziksel güçlerin normal sınırları aşacak şekilde faal hale gelmeleri de tuğyanla ifade edilmiştir. 'Su tuğyan ettiğinde (kabarıp taştığında) sizi akıp giden (gemi) de taşıdık.' (69/Haakka, 11) Bu şekilde taşan ve her yeri kaplayan şeye tâğıye denilmektedir. Kavram olarak tuğyân, isyan ve günahta, sınır tanımayacak ölçüde ileri gitmektir. İnsanın haddi ve ölçüyü aşması demektir. İnsanın haddi; Allah'ın, onun için koyduğu sınırıdır ki, kişinin onu aşması caiz değildir. İnsanın değeri, Allah'a kul olması itibariyledir; onun için Rabbına itaatı ve sürekli kulluk sınırı içinde bulunması gerekir. Ne zaman, Allah'ın insan için koymuş olduğu aşılmaması gereken hududu aşar, ölçüyü kaçırırsa tuğyana düşmüş, Allah'a isyan etmiş olur. Tuğyân kelimesi, türevleriyle birlikte Kur'an'da 39 yerde geçer. Bu türevlerden 8'i, tâğût şeklindedir. Tâğût, tuğyanı yaşayan ve yaşatan kişi veya güç anlamındadır.


    Tuğyan, istikametten bir sapmadır (11/Hûd, 112) . Tuğyana sapmanın musallat edeceği denge bozukluğu (hastalık) insanı aldatır, kuruntu ve hayale esir eder. İnsan bu duruma gelince nefsinin oyuncağı olur ve karanlığı ışık zannetmeye başlar. Kur'an, bu özelliği belirtirken, inkârcıları 'tuğyanları içinde oynayıp oyalanan gafiller' olarak tanıtır. (Bkz. 6/En'âm, 110; 7/A'râf, 186)


    İnsan, belli nimetlere kavuştuğu ve kendisini başkalarından müstağnî zannettiği, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vehmettiği zaman, artık Allah'ı da unutur; gerçek kudret, ilim ve dilediğini yapabilme güç ve iradesine sahip olanın yalnızca Allah olduğunu aklından çıkarır. Bu durum, insan için tuğyana açılan bir kapıdır; artık dilediğini yapar, hak hukuk ve hiçbir sınır tanımaz. Allah'a ortak koşmaya, nefsini O'nun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinden gitmeğe girişir. İşte, bu hal tuğyan halidir. Bu tür insanlar da Kur'an diliyle tâğîdir.


    Kur'an, bozgunculuk yapmayı, kendi izinleri olmadan halkın, yoksulların din değiştirmelerine ve dinlerini yaşamalarına rıza göstermemeyi, kendi üstünlüklerini tartışmasız kabul etmeyi, sadece kendi kuvvetlerine güvenmeyi, bu nedenlerden dolayı şımarıp böbürlenmeyi, yeryüzünde çalım satıp gösteriş yaparak yürümeyi, kısacası velî edindikleri şeytanın taraftarı (hizbi) olmayı, tuğyana kalkışanların vasıflarından sayar. (Bkz. 17/İsrâ, 16; 20/Tâhâ, 71; 23/Mü'minûn, 47; 41/Fussılet, 15; 40/Mü'min, 75; 8/Enfâl, 47; 58/Mücadele, 19)


    Ayetlerden anlaşıldığına göre tuğyan, hak hukuk ve sınır tanımamak, inatçı ve zorba bir tavır içerisinde olmak, böbürlenmek, kibir göstermek ve zulmetmek, insanlığı ezmek, mallarını gasbetmek, insanlara acımamak ve dolayısıyla Allah'ı bir ve gerçek Rab olarak tanımayarak O'na ortak koşmak, kısacası nefsinin, heva ve hevesinin peşinde gitmek ve bâtıl ile hüküm vermektir.


    Yalancılık, isyan ve şerefsizlik etmek tuğyan olarak belirtilir. (79/Nâziât, 17, 21-24) Tuğyan, istikametten bir sapma olarak değerlendirilir. 'Sen, beraberindeki tevbe edenlerle birlikte, emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin. Doğrusu Allah, yaptıklarınızı bilir.' (11/Hûd, 112)


    Aşırı tüketim ve yemekte sınırı aşmak da bir tuğyandır. İsrail oğullarına verilen dünyevî nimetler belirtildikten sonra, aşırı gıda tüketiminin yasaklandığı anlatılır: 'Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin. Bunda aşırı (ölçüsüz) gitmeyin ki gazabıma çarpılmayasınız. Gazabımı hak eden, şüphesiz mahvolur.' (20/Tâhâ, 80-82)


    Dengeyi bozmak, tartı ve ölçüde adaletsizlik de tuğyandır. 'Sakın dengeyi bozmayın. Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın.' (55/Rahmân, 8-9) Buradaki ölçü ve tartıya riayet, doğruluk ve haklılık ölçüsünden şaşmamak biçiminde de anlaşılmıştır.


    Kur'an; Firavun'un, Nuh kavminin, Semud kavminin ve daha başka üzerlerine Allah'ın gazabının hak olduğu kavimlerin durumlarını tuğyan kelimesiyle açıklar. Bunlar, kendilerini yeryüzünün en büyük ve istediklerini istedikleri biçimde yapabilecek gücü olarak görüp tam bir istiğnanın içine girmişler, tuğyanın içine dalmışlardır. Semud kavmi bağlarda, bahçelerde, çeşme başlarında ve hurmalıklar arasında zevk ve safa içinde yaşayıp müsriflerin emrine itaat etmekle ve Salih (a.s.) 'ın uyarmalarına kulak tıkayarak Allah'ın ayetlerine yüz çevirip O'na şirk koştukları yetmiyormuş gibi bir de kendilerinin istedikleri bir mucize olan deveyi boğazlamakla (26/Şuarâ, 146, 157) tuğyankâr olmuşlardı. Âd kavmi, ebedi hayat umuduyla köşkler dikip boş şeylerle uğraşırken, yakaladıklarını zorbaca yakalar ve yeryüzünde fesat çıkarırken Hûd (a.s.) 'ın çağrısına uymayarak Allah'a şirk koşmaya devam etmekle tuğyan içine batmışlardı (26/Şuarâ, 128-130) .


    En zâlim ve en tuğyankâr olarak nitelendirilen Hz. Nuh'un kavmi (53/Necm, 52) kendilerini üstün görüşlü ve mü'minleri de ayak takımı olarak değerlendirmeleri, Hz. Nuh'u taşlamakla tehdit etmeleri ve bir an önce kaçınmaya çağırdığı azabı getirmesini istemeleri, çağrısına kulaklarını tıkayıp kibirli kibirli ayak diremeleri, büyük büyük tuzaklar kurup taptıkları sahte tanrıları bırakmamalarıyla (11/Hûd, 27, 32; 26/Şuarâ, 11, 116, 71/Nuh, 7, 22-23) şehirlerde tuğyanda bulunmuş ve fesadı artırmış oluyorlardı. (89/Fecr, 11-12) Aynı şekilde Firavun da İsrailoğullarına akla gelmedik zulümler yapıyor, erkeklerini boğazlatıp kadınlarını kirletiyor, Hz. Mûsâ'nın çağrısına sağır kesilip Allah'a şirk koşuyor ve kendisini insanların en büyük Rabbi ilan ediyordu.


    Kur'an, Nuh tufanı sırasında suların köpürüp azmasını tuğyan kökünden bir fiille (tağâ = tuğyan etti) ifade etmektedir. İlginçtir ki, suların tuğyanı ile boğulan Nuh devrinin zalimlerini Kur'an, 'zulme sapan, tuğyan edip azan' bir kavim olarak anmaktadır. 'Ceza, amel cinsindendir' prensibi bu olayda net olarak kendini göstermekte ve insanın tuğyanını tabiatın tuğyanı ile cezalandıran sünnetullaha bu ayetler dikkatimizi çekmektedir. Yine benzer bir durum Semud kavmi için de söz konusu edilmiştir. Haakka suresi 5. ayette, Semud kavmi azgınlarının 'tâğıye' ile helak edildikleri belirtilmektedir. Bu 'tâğıye' de tuğyan kökünden türeyen bir isim olup, tuğyan eden insanları cezalandırmak için Allah tarafından devreye sokulan tuğyan edici bir tabiat kuvvetini ifade etmektedir. Bu ayette cümle o şekilde düzenlenmiştir ki, tâğıye, hem Semud kavmini helak eden kuvveti, hem de bu kavmin helakine sebep olan tavrı aynı anda ifade etmektedir: 'Semud kavmine gelince, onlar tâğıye (tuğyan eden, azan) bir topluluk oldukları için tâğıye ile (yani azıp kuduran bir tabiat kuvvetiyle) mahvedildiler.' (69/Haakka, 5)


    Esas ceza ahirette olduğu halde, özellikle eski kavimlerden haddi aşıp isyan eden, azarak kendinden başka güç tanımayan insana, Allah'ın emrine boyun eğen tabiî hadiseler (tufan, fırtına, zelzele vb.) yoluyla haddi bildirilir. Akıl sahibi ve şerefli olarak yaratıldığı halde baş kaldırıp isyan eden, her istediğini yapabileceğini zanneden azgın insan, akıl sahibi olmadığı halde her emre boyun eğen 'Allah'ın askerleri' (48/Fetih, 7) olan tabiat güçleri, yani doğal âfetler tarafından mağlup ve perişan edilir.




    İnsanı Tuğyana Sevkeden Şeyler


    Tuğyan, insanın tabiatında vardır: 'İnsan gerçekten azar.' (96/Alak, 6) Ayetin hemen devamında, insanın tuğyanının temel sebebi gösterilir: İstiğnâ; yani insanın kendini kendine yeterli görmesi, kendisini hiç kimseye muhtaç olmayan bir konumda zannetmesi ve okumaması, vahiyden/ilimden uzak olması. (bkz. 96/Alak, 7 ve 1-5) . İnsanı istiğnâya, dolayısıyla tuğyâna sürükleyen en büyük etken, ya malının çokluğu veya nüfuzlu otoritesidir. Birincisi malın tuğyânıdır; ikincisi ise otoritenin. Siyasî otoritenin tuğyânı tâğut kavramıyla ifade edilir. Tuğyanın her iki türü de değişmez sünnetullah gereği, helâk edicidir.


    Allah, insanların azıp sapmamaları için her şeyi ölçü ile yaratmış, rızkı da belli bir ölçü ile insanlara vermiştir: 'Eğer Allah rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir.' (42/Şûrâ, 27) 'İnsanın açık bir düşmanı olan şeytan' (12/Yûsuf, 5) ve 'kötülüğü çok emreden nefis' (12/Yûsuf, 53) insanı azgınlığa ve sapıklığa teşvik eder. Bunun için Kur'an, nefis ve şeytana karşı insanı sık sık uyarır ve onların vesvese ve saptırmalarına karşı uyanık bulunmayı emreder. Allah'ın bu uyarısı, insanlara olan lütuf ve merhametinin bir eseridir. Allah insanı başıboş bırakmamıştır (75/Kıyâme(t) , 36) . Başıboş bıraksaydı, insanın aleyhine olurdu; ademoğlu azıp sapardı. Bununla beraber, insanların çoğu bilgisizlikleri ve akılsızlıklar yüzünden iman etmemişlerdir.


    Tuğyan, insan egosunun, kendini ilahlaştırması, her şeyin, herkesin üstünde görmesi halinde ortaya çıktığında doruk noktadır. Kur'an'a göre, bu doruk noktanın tipik temsilcisi Firavun'dur. (Bkz. 20/Tâhâ, 24, 43; 79/Nâziât, 17) Firavun, bütün gücün kendi elinde olduğunu vehmediyor, insanları küçük görüyor, onları öldürüyor ve en kötü işkenceye maruz bırakıyordu. (2/Bakara, 49; 144/İbrahim, 6) . Firavun mantığına göre bütün insanlar onun kulu kölesi; Mısır ve başta Nil olmak üzere tüm nehirler onun mülkü idi: 'Firavun, milletine şöyle seslendi: Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz? (43/Zuhruf, 51) Firavunlar medeniyeti bir tuğyan medeniyeti idi; batışları bu yüzden olmuştur: 'Görmedin mi Rabbin ne yaptı? O sütunlar, saraylar sahibi Firavunlara. Onlar ki, ülkeler boyunca tuğyan sergilediler (azgınlık ettiler) ve oraları fesada boğdular. Sonunda Rabbin onların üzerine azap kamçısı yağdırdı.' (89/Fecr, 11-13)


    Sünnetullah gereklerinden birini Kur'an belirtir: Bütün uygarlık ve saltanatların çöküşü tuğyan (azgınlık) yüzündendir. Bu, daha çok, maddî değerlere aldanarak azmaktır. Her çöküşün altında bu yatar. Tuğyana sapanların cezaları, bir tabiat tuğyanı olan ateşle verilecektir. Cehennem, tabiat kuvvetleri tuğyanının çok güçlü bir belirişidir.


    Tuğyancı zalimlerin cezalandırılmasında en uygun yol, cehennemle ceza yoludur. (Bkz. 79/Nâziât, 39) Cehennem, bir gözetleme yeridir, tuğyana sapmışlar için bir dönüş/varış yeridir. (78/Nebe', 21-22) Böyle olduğu içindir ki, cehennem ehli, birbirlerini suçlarken sürekli: 'seni tuğyana ben itmedim' şeklinde konuşacaklar; 'tuğyana sapmış bir topluluk idiniz, haydi görün sonunuzu! ' hitabını duyacaklardır. (50/Kaaf, 27; 37/Saffât, 23, 31; 38/Sâd, 55-56)




    Siyasî Otoritenin Tuğyânı


    Siyasî otoritenin tuğyânı, insanın kendisine verilen emretme ve yasaklama yetkisi ve gerektiğinde başkalarına zorla yaptırımı sebebiyle ölçü ve haddini aşması, Allah'ın koyduğu hükümlerle belirtilen hududullahın dışına çıkmasıdır. Bu tuğyan türü, genelde yönetici ve emir sahiplerinde olur. Çünkü onların güç ve yetkileri ve bu konulardaki azgınlık ve taşkınlıkları insanların genelini ilgilendirir. Siyasî otoritenin tuğyânı, bazan insanı rububiyet iddiasına kadar götürür. Bu, ya Firavun'un yaptığı gibi lisan-ı kaliyle (konuşma diliyle) veya nice tâğutun yaptığı gibi lisan-ı haliyle rablık iddia etmekle olur. '(Adamlarını) topladı ve (onlara) bağırdı: 'Ben sizin en yüce rabbinizim' dedi.' (79/Nâziât, 23-24)


    Siyasî otoritenin tuğyânına baş örnek Firavun'un tuğyanıdır. Onun haddini aşması ve ölçüyü kaçırmasının bir görüntüsü, rububiyet dâvâsı güdecek kadar gerçek Rabb'e; haklarını küçümseyecek, zulmedecek ve köleleştirecek kadar da insanlara karşı büyüklenmesidir. Nitekim Allah, birçok ayetinde ibret ve öğüt almak için, Firavun'un tuğyanını ve bu azgınlığı yüzünden başına gelenleri tekrar tekrar anlatmıştır. Bu da insanların çoğunun otorite tuğyânıyla imtihana tâbi tutulduğunu gösterir. 'Musa'nın haberi sana geldi mi? Hani Rabbi ona Kutsal Vadi'de Tuvâ'da seslenmişti: 'Firavun'a git, çünkü o tuğyan etti (azdı) .' (79/Nâziât, 15-17) Buradaki tuğyanı, hem Yaratıcı'ya karşı, hem yaratılanlara karşı haddi aşmak olarak anlayabiliriz. Yani Firavun, küfürle Yaratıcı'ya karşı baş kaldırdı; halkı köleleştirmek ve onlara zulmetmek suretiyle de yaratılanlara büyüklük tasladı.


    Firavun, rububiyet (rab'lık) iddia ederek tuğyanın zirvesine ulaştı. O, bu bâtıl iddiasıyla, yöneticiliğini yaptığı vatandaşların kendisine, kendi kanunlarına uymalarını; Allah da olsa, kendi ilkelerine ters düşenlere itaat etmelerini yasaklıyor, bu mutlak itaat edilmeye kendini yetkili görüyordu. Fahreddin Râzî'nin yorumuna göre Firavun, rablık iddiasıyla şunları diyordu: 'Ben, sizin terbiye eden, büyütüp geliştiren, ihsan eden rabbinizim. Size âlemde emredecek ve yasak koyacak da ancak benim! '




    İnsanlara Zulüm de Siyasî Otoritenin Tuğyanıdır


    'Görmedin mi Rabbın ne yaptı Âd kavmine? Yüksek sütunlarla dolu İrem'e? Ki şehirler arasında onun eşi yaratılmamıştı. Vâdide kayaları oyan Semûd'a? Ve kazıklar sahibi Firavun'a? Bunlar ülkelerde azmışlardı. Oralarda çok kötülük etmişlerdi. Bu yüzden Rabbın onların üzerine azap kırbacını çarptı. Elbette Rabbın her an gözetlemededir.' (89/Fecr, 6-14) Bunlar ülkelerinde azmışlardı; yani isyan edip günah işlediler. İnsanlara eziyetle ve yeryüzünü fesâda uğratmakla haddi aştılar. Kazıklar sahibi Firavun denilmesi: Firavun, yere dört kazık çaktırır, işkence edeceği kimseleri ellerinden ve ayaklarından bu kazıklara bağlatır, o şekilde işkence ederdi. Bunun için veya kazık gibi askerleri çok olduğundan böyle nitelenmiştir. Ayetlerde ifade edilen azdıkları ve çok kötülük ettikleri de gösteriyor ki, bu azgın ve zâlim yöneticiler, Allah'a isyan edip baş kaldırdıkları gibi; zulüm ve düşmanlıkta da haddi ve ölçüyü aşmışlar, halklarına işkence ve eziyeti çoğaltmışlardı.




    Tuğyâna Karşı Müslümanların ve Özellikle Âlimlerin Tavrı


    Tuğyanın temelinde 'kibir' ve 'benlik' yatar. Tağutlardan biri olan Şeytanın azgınlığının sebebi de kibir ve benlik idi. Tuğyan, küfür, şirk ve zulüm olarak insanlara yansır. 'Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.' (31/Lokman, 13) Çünkü şirk, bile bile hakkı inkâr etmek, nimeti görmemek ve onu verene isyan etmektir. Bu, iman noktasından bir tuğyandır. İman açısından tuğyan içinde bulunan kimsenin, uygulama bakımından da zâlim olması doğaldır. Firavun'un tuğyanı buna örnektir. Uygulama açısından tuğyan ise, zulüm ve haksızlıktır. Özellikle yetki sahibi bir kimsenin, kendisini haklı gösterecek bazı gerekçelerle(!) adaletten ayrılması ve emri altındakilere zulmetmesidir. Zaten, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen yöneticinin zâlim olmaması beklenemez. (5/Mâide, 45) Böyle kişilerin, hakkı korkusuzca söyleyen müslümanlar, özellikle de âlimler tarafından uyarılması gerekir. Tağutlaşan yöneticiye (sultanun câirun) karşı hakkı söylemek, mazlumları savunmak ve zulme engel olmaya çalışmak, en önemli ibadetlerdendir. 'Cihadın en üstünü, zâlim yöneticiye karşı hak sözü söylemektir.' (İbn Mâce, Fiten 20)


    İslâm tarihi, zâlim sultanlara ve kötü yöneticilere karşı gelen güçlü bilginlerle doludur. Çoğu kez bu muhalefet, dil ve kalemden mızrak ve kılıca dönüştü. Tıpkı Abdurrahman b. el-İş'as

    ve beraberindeki fakih ve muhaddislerin, Haccac'ın tuğyanına ve Emevî devletinin sapmasına baş kaldırmaları gibi. Medine'nin ünlü fakihi Said bin Müseyyeb, Hulefa-i Raşidin'in yolundan gitmeyen, mal-mevki ve nüfuz peşinde koşan Emevî emîr ve valilerinin, kendi itibarından yararlanmak için yaptıkları mal ve mevki tekliflerini reddediyor ve onların kötü emellerine âlet olmuyordu. Velid bin Abdülmelik'e biatı reddeden Said bin Müseyyeb'e 60 değnek ceza vuruldu. Tâbiin dönemi âlimlerinden Said bin Cübeyr, Haccac'ın zulmünü önce vaaz ve nasihatle önlemeye çalıştı, bu fayda vermeyince ona karşı ayaklandı ve şehid edildi. (Yusuf el-Kardavi, bu destansı mücadeleyi tiyatro eseri şeklinde Âlim ve Tâğut adıyla kitaplaştırmıştır.)


    Halife Mansur'un zulmüne boyun eğmeyerek onun isteklerine âlet olmamak için teklif edilen kadılık görevini reddeden Ebu Hanife de işkenceyle şehid edilmiştir. Diğer bir mezheb imamı Malik bin Enes de Halife Mansur'dan haksızlık ve zulüm gördü. Hz. Ali (r.a.) taraftarlarının isyanına fetva vermesi üzerine ona da işkenceler yapıldı. Her dönem, tâğutî düzenler tarafından zulüm ve işkence gören, hatta idam edilen âlimler çok sayıda âlim vardır. Bu konuda son dönemdeki âlimleri göz önüne getirirsek, hemen meşhur bütün âlimlerin isimlerini saymak gerekecektir: Said Nursi, Şeyh Said, İskilipli Âtıf Hoca, Süleyman Efendi, Ali Haydar Efendi, Hasan el-Bennâ, Seyyid Kutub, Abdülkadir Udeh, Mevdudi, Ali Şeriati, İmam Humeyni, Muhammed Bâkır es-Sadr...


    Örneklerden de anlaşıldığı gibi tuğyan (zulüm) , ister mü'min geçinsin, ister kâfir, maddî gücü ve siyasî iktidarı elinde bulunduran yöneticilerin yakalandıkları bulaşıcı bir hastalıktır. Yöneticiler, bu hastalıktan ancak hiç taviz vermeden Allah'ın kitabıyla hükmederek adalete sarılmak suretiyle ve yanlarına müttakî âlim yardımcılar (müşavirler) alarak kurtulabilirler. Bunun gerçekleşmesi için de, öncelikle sistemin tâğutî olmayıp İslamî olması gerekir. Adaletin gerçekleşmesi buna bağlıdır. Çünkü Allah'ın hükmü adalet; onun zıddı ise zulümdür. 'Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.' (5/Mâide, 45)




    Siyasî Otorite ve Yöneticinin Tuğyânını

    Başkalarına Ulaştırması/Tâğut'laşması


    Tuğyankâr insanların özellikle elebaşıları ve önde gelenleri, kendi tuğyanlarını haklı göstermek ve insanlar üzerinde rableşip onların dünya hayatlarını düzenlemek için belli hükümler koyarlar. Böylece diğer insanlar da bunların koydukları hükümleri kabul eder, Allah'ın hükmünü bırakır, tuğyankârların hükümleriyle muhâkeme olunmak ister ve böylece tuğyankârlara hem ibadet etmiş, hem de onları velî edinmiş olurlar. İşte, Kur'an, bunlardan birinci tür, yani tuğyankâr olan ve başkaları üzerinde rableşip tuğyanlarını haklı çıkarmaya, dünya hayatını yönlendirip vatandaşlarının rabbi kesilmeye girişen insanlara tâğut der. Bu kelimenin tekili de çoğulu da aynıdır; yani tağut bir yerde bir tane olabildiği gibi, işbirliği içinde birden fazla da olabilir. Tağut, kendisini velî/dost edinenleri nurdan zulümâta çıkarır. Kendisi zulümât, yani karanlıklar içinde olduğu için kendi peşinden gidenleri de baş aşağı bu karanlıkların içine yuvarlar (2/Bakara, 257) . Böylece, tağutun peşinden gidenler, onu velî/dost edinmekle ona ibadet etmiş (5/Mâide, 60) olurlar. Allah'a imandan önce 'lâ/hayır' silahıyla tağuta küfretmeleri, onu tanımamaları gerekirken onun koyduğu hükümlerle muhâkeme olunmak istemekle Allah'a küfretmiş ve tağuta iman etmiş olurlar (4/Nisâ, 60) . Artık, karanlıkları yırtıcı birer ışık olan Kur'an ayetleri böylelerinin ancak tuğyan ve küfrünü arttırır (5/Mâide, 64) . Böylelikle, şirk toplumunun üzerine oturduğu üçlü de (tağut, onun tanrısı olan nefsi, yani heva ve hevesi ile yardımcılarıyla tağuta ibadet edenler) tamamlanmış olur; tevhid toplumunun yerini alır veya karşısına geçer. (1)




    Tâğut Kimdir?


    Tağut, kelime olarak haddi aşan, azan, hakikatten sapan, taşkınlık gösteren ve her sapıklığın başı gibi anlamlara gelir; Istılahta ise Allah'a isyan eden anlamında kullanılır. Allah'ın

    indirdiği hükümlere alternatif olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler koyan her varlık tağuttur. Bunun insan olması, put, şeytan veya bunların dışında herhangi bir şey olması farketmez. Kur'an-ı Kerim'de: 'Andolsun ki, biz her kavme; 'Allah'a ibadet edin, tağuta kulluktan kaçının' diye (tebliğat yapması için) bir peygamber gönderdik.' (16/Nahl, 36) İnsanlar, sadece Allah'a kul olma, yalnız O'na ibadet etme hususunda istisnasız uyarılmışlardır. 'İman edenler Allah yolunda cihad ederler; küfredenler ise tağut yolunda savaşırlar.' (4/Nisâ, 76) Yani insanlar ya Allah'a ibadet edecekler veya tağuta kul olacaklardır; bu iki yolun dışında üçüncü bir hal yoktur.


    Kur'an-ı Kerim'de: 'Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye boş iddialarda bulunanlara bakmaz mısın? Onlar tağutun huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine boyun eğmek) istiyorlar. Halbuki tağutu inkâr etmekle (tekfir etmek, lanetlemekle) emrolunmuşlardır.' (4/Nisâ, 60) buyrulmaktadır. Kur'an'daki bütün bu ayetleri dikkate alarak şu hususu belirtmekte fayda vardır: Tağutun hükümlerine râzı olanlar ve boyun eğenler, kâfirlerdir. Nitekim İbn Kesir, bu hususta şunları kaydediyor: 'Bu ayet-i kerimede (4/Nisâ, 60) Hz. Muhammed (s.a.s.) 'e ve diğer peygamberlere iman ettiklerini söylemekle beraber, ihtilaf ettikleri hususlarda, Allah'ın kitabından ve Peygamber'in sünnetinden kaçınıp, insanların kendi akıllarına göre (beşerî kanunlarla) hüküm vermesini isteyen kişinin iman iddiasını Allah reddetmektedir.' (İbn Kesir, 1/519)


    Bugün dünyada; vahyi inkâr ederek, insanların çoğunluğunun rızasına göre kurulduğu iddia olunan bütün demokratik sistemler, Allah'ın hükümlerine mukabil ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad etmektedir. Dolayısıyla bütün demokratik sistemler, bu noktada 'tâğutî' özellikler taşırlar. Bu, bir anlamda bütün ideolojik sistemler için de geçerlidir. Daha genel bir ifade ile, İslam'ın dışındaki bütün sistemler tağutîdir. Tağutların hükümlerine göre yönetilen bütün yerlerde yaşayan mü'minlerin, Allah'ın indirdiği hükümlerin galip gelmesi uğruna cihad etmeleri farz-ı ayndır. Şurası unutulmamalıdır ki, tağutun hükümlerine 'evet' diyenler, Allah'ın dinine 'hayır ' demiş, küfretmiş durumundadırlar. Bunu ister bilerek, ister bilmeyerek yapsınlar durum asla değişmez. Çünkü bütün peygamberlerin insanlara; 'Allah'a ibadet edin, tağuta kulluktan kaçının' diye tebliğat yaptıkları ayetlerle sabittir. Tağutun hükümlerini inkâr etmeyen ve tağutî güçlerle mücadele vermeyen kimse, ne kadar âlim olursa olsun, 'müsteşrik' çizgisini asla geçemez. (2)


    Tağut, Hakkı tanımayıp azan ve sapan her kişi ve güce verilen addır. Şeytana da bu yüzden tağut denmiştir. Tağut, hakka, hakikate ve imana karşı gelen, Allah'ın kulları için çizdiği nizamı ve sınırları aşan herşeyi ifade eder. Tağut, bir şahıs olabileceği gibi, Allah nizamından alınmamış her türlü sistem, Allah'a bağlanmayan her çeşit fikir, düşünce, âdet ve alışkanlık da olabilir. Kim bütün bunları ne şekilde olursa olsun reddeder ve yalnız Allah'a iman edip bağlanır, sadece Allah'ın kanun ve nizamlarını kabul eder ve tüm yaşantısını buna göre düzenlerse, sağlam bir kulpa bağlanmış, yani kurtulmuş olur. (2/Bakara, 256) Tağutu reddetmeden iman eksiktir, yarımdır; böyle bir iman geçerli olmaz. Bu durum, aynen müşriklerin Allah'a inanması gibidir. Tağut, Allah'a ibadetten alıkoyan, Allah'a giden yolu tıkayan, dini Allah'a has kılmayı, Allah ve Rasülü'ne tâbi olmayı önleyendir. Bu, cinnî ve insî şeytan olabileceği gibi, ağaç, beton, tunç, taş, mezar, inek, para, ateş, âdet ve sistem de olabilir. Günümüzdeki medya araçlarının çoğunu da bu kavramın içine koyabiliriz.


    Mevdudi'ye göre tağut kelimesi, sözlük anlamıyla, sınırları aşan herkes için kullanılır. Kur'an bu kelimeyi Allah'a isyan eden, Allah'ın kullarının hâkimi olduğunu iddia eden ve onları kendi kulu olmaya zorlayan kimse için kullanır. Eğer bir kimse Allah'a isyan eder ve O'nun kullarını kendisine boyun eğmeye zorlarsa, o zaman tağuttur. Böyle bir kimse; şeytan, rahip, dinî veya politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bu nedenle bir kimse tağutu reddetmedikçe Allah'a inanmış sayılamaz. Tağutun, tekil ve çoğul anlamı birlikte kullanılır. Çünkü Allah'ı inkâr eden kimse, sadece bir tek değil; binlerce tağutun kölesi olur. (3) Tağut, ilahî olmayan hükümlere göre kararlar veren otorite demektir. Tağut kelimesiyle, aynı zamanda, Allah'ı tek hâkim / egemen ve Rasülü'nü nihâî otorite olarak tanımayan hüküm sistemleri de kastedilir. (4)


    Seyyid Kutub da tağutu şu şekilde tanımlar: Allah'ın emri dışındaki her çeşit sistem, Allah'ın şeriatına dayanmayan her türlü nizam tağuttur. Tağut, Allah'ın şeriatından başka bütün idare şekilleridir. Zira insan, ülûhiyet özelliklerinden birisini kendisine mal edip, adaletin ve hakkın ta kendisi olan şeriatın hudutlarını aşarak kendi egemenliğini ileri sürerse tuğyan etmiş ve kendi haddini aşmış demektir. Böyle bir şey, tuğyandır ve böyle iddialar ileri sürenler tâğî denilen haddini aşmış âsilerdir. Bunlara inananlar, bunlara tâbi olanlar şirk içerisindedirler, küfür içerisindedirler. (5)


    Yusuf el-Kardavi'ye göre, Allah'ın şeriatı ile çatışan bütün gelenekler, rejimler, zâtında güç görülen eşya, insan ve putlar tağuttur. Tağut, kulun haddi tecavüz ederek, ibadet ettiği, tâbi olduğu ve itaat ettiği şeydir. Her kavmin tağutu, kendisine hüküm götürdükleri, huzurunda muhakemeleştikleri, ibadet ettikleri, tâbi oldukları, yalnız Allah'a itaat edilmesi gerektiği yerde itaat ettikleri kimse veya varlıklardır. Bunların ve bunlarla ilişkisi olan insanların durumlarını düşündüğümüz zaman, insanların çoğunu Allah'a ibadet ve itaatten yüz çevirmiş, tağutlara ibadet ve itaat eder halde görürüz. (6)


    Nisa, 76. Ayetine göre tağut, Allah'a karşı olanların, uğruna savaştığı şey, nesne, insan, dâvâ, ideoloji olarak anlaşılmaktadır. Tağut, itaatte Allah'a ortak koşulan her şeydir. Kendisine kayıtsız şartsız itaat edilecek tek merci Allah'tır. O'nun dışındakilere O'ndan dolayı itaat edilir. Bu tür itaatler, meşruiyetini Allah'tan alırlar. Kur'an, Allah'tan başkasına itaati, tağuta itaat ve ibadet olarak nitelemektedir (16/Nahl, 36) . İtaat edilen şey, Allah'ın hükümlerine aykırı olursa, itaat tağuta itaatin ta kendisi olmaktadır (4/Nisâ, 60) .


    Tağut bir semboldür; küfrün, zulmün, şerrin, haksızlığın, adaletsizliğin, putçuluğun, azgınlığın, sapkınlığın ve daha aklınıza gelen tüm kötülüklerin sembolü. Bu sembol, bazan kendini Firavun ilan eden antik ya da çağdaş bir yönetici, bazan cansız bir eşya, bazan bir ideoloji, bazan da şeytan, uğur, şans, talih gibi soyut şeylerdir. Tağut, insanoğlunun ilahlaştırdığı her şeydir. Daha doğrusu tağut, insanla Allah arasına gerilen şeylerin tümüne verilen ortak isimdir. Allah'ın koyduğu sınırları çiğneyen insan tuğyan etmiştir. İşte tağut, o insana bu sınırları çiğneten şeydir. Eğer o şey insansa ve kâfirse ona itaat eden de kâfir olur; yok eğer insanın itaat ettiği tağut münâfıksa ona itaat eden de münâfık olur. Tabii fâsıksa fâsık; zâlimse zâlim olur. (7)


    Bütün bu açıklamalar çerçevesinde tağut, her türlü azgınlık, sapkınlık, aşırılık ve bâtıl inanç ve davranışları sembolize eder. Tağut, tuğyanı yaşayan ve yaşatmaya çalışan kişi ve güçtür.


    Tâğut, her devirde Firavun ruhlu kişilerle, onların yardakçıları olan grubun genel adı, cins ismidir. Her devirde birden çok tağut bulunur. Tağutların, kabile çapında, millet çapında olanları yanında bölgesel ve enternasyonal olanları da bulunacaktır. Bunlar, birbirlerinden habersiz olabilecekleri gibi, organize de olabilirler. Hatta, İblisler parlamentosu (hizbu'ş-şeytan, evliyâu'ş-şeytan) gibi birlikler, beraberlikler vücuda getirebilirler. Tağutlar, aralarında hiyerarşik bir düzen kurabilir, paralellik veya entegrasyona gidebilirler. Böyle olunca tâğutî sistemler, parlamentolar, prensipler geliştirilebilir. Mesala, Muhammed İkbal, emperyalist batılıların oluşturdukları sömürü düzeninin temsilcilerinin vücut verdikleri organizasyonu, İblisler parlamentosu diye anmıştır. Aynen bunun gibi tâğutlar parlamentosu deyimini de kullanabiliriz. Kur'an, bu noktada evliyâu't-tâğut (tağutun dostları, görev arkadaşları, destekçileri) deyimini kullanıyor (2/Bakara, 257) . (8)


    Bir kimse, Allah'a, meleklerine... inandığını ikrar etse, buna mukabil, tağutî rejimleri (demokratik, laik, hümanist, kapitalist, sosyalist vs.) çağdaş devlet modelleri adı altında benimsese, doğruluklarına itikat etse, irtidat etmiş olur, yani dinden çıkar. Kim, insanların maslahat ve iyiliklerini Allah'tan daha iyi bildiğini iddia ederek, insanlar üzerinde hükümler koymaya ve bunları tatbik etmeye gayret ederse 'ilahlık' iddiasına girişmiş olur. Her kim de bunların bu iddialarını doğrulayarak onlarla işbirliği yaparsa, tevhid akidesini parçalamış, ilahlara iman etmiş, kâfirler zümresine dahil olmuş demektir. Bu açıdan 'çağdaş devlet modelleri' iyi değerlendirilmeli, isimleri milliyetçi-mukaddesatçı dahi olsa, Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere doktrinler imal eden, bu doktrinleri insanların hayatına tatbik edeceğini ilân eden insanların tağut olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Bu gün dünyada insanların beşikten mezara hayatlarını düzenlemek iddiasındaki meclisler, konsüller, krallar, kavimlerarası kuruluşlar, insanları teslim almış görünmektedirler. (9)


    Hz. Adem'den günümüze kadar, genel anlamda insanlığın iki tanrısı var olagelmiştir: Allah ve tağut... Tarih boyunca insanoğlu ya tevhid dinine mensup olmuş ve bu dinin tanrısı olan Allah'ı kendisi için yegâne ilah edinmiş; ya da şirk dinine mensup olmuş ve bu dinin çok çeşitli olan tanrı veya tanrılarına ittiba etmiştir. İşte Kur'an, şirk dininin tanrı veya tanrılarına genel olarak tağut demektedir.


    Günümüzde müslümanlık iddiasında bulunanların birçoğu bu bakımdan profan / bölmeli bir kafa yapısına sahip bulunmaktadır. Bu kimseler, bir yandan Allah'a iman ettikleri iddiasında bulunurken, diğer yandan İslam'ın açıkça emrettiği ve yasakladığı şeylere ters düşebilmekte ve tağutların yasalarına kabulleri arasında yer verebilmektedirler. Oysa bir kalpte hem imana, hem de küfre yer verilmesi İslam'a göre açık bir paradoks, gerçek bir çelişkidir. 'Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil ve rüsvaylıktır. Kıyamet gününde de azabın en şiddetlisine itilirler. Allah, yaptıklarınızı bilmez değildir.' (2/Bakara, 85)


    Bir kalpte hem iman ve hem de aynı zamanda küfür bulunamaz. Bu iki olgu, ateş ile barut gibi yanyana bulunamazlar. Birisinin yerleştiği kalpte bir diğerine yer yoktur. Mü'min, kâfir ve münâfıktan farklıdır; kendisine İslam ile beraber bir veya birkaç dünya görüşünden veya ideolojiden sentezler yapan, bukalemun bir şahsiyete sahip olamaz. Çünkü tevhidi, şirkten farklı kılan; başka felsefelere, herhangi bir dünya görüşüne veya ideolojiye ihtiyaç duymaması, mü'minin bütün bir hayatını kuşatan yetkin bir inanç, bir pratik; kısacası bir sistem, bir yaşam biçimi olmasıdır. Bugün beşeriyet, Tevhid dininden uzaklaşarak, yeryüzünde egemen olan tağutların dinine sapmış bulunuyor. Müslümanlık iddiasında bulunan yığınların Allah'a değil; tağutlara ibadet ettikleri su götürmez bir gerçektir. Bu gerçekten hareketle Kur'an'ı öğrenmek, manasının derinliklerine dalmak ve onu pratik hayatlarına indirgemek isteyen her müslümanın, tağut kavramının gerçek anlamını kavraması ve kavradığı tağutu tüm kuralları ve kurumlarıyla birlikte reddetmesi, bu reddi davranışlarıyla göstermesi itikadî bir sorumluluktur.




    Siyasî Rejimler, Hüküm ve Yetkiyi Allah'tan Almıyorsa Tâğuttur


    Bugün yeryüzünde yürürlükte olan rejimlerin hemen hepsi, beşerî rejimlerdir ve hükümlerini kendileri koymakta; dolayısıyla da Allah'ın hükümlerine muhalefet etmektedirler. O yüzden bu rejimlerin hepsi 'tağut' olarak isimlenir.


    Bir kimse; Allah'a, ahirete ve inanılacak hususlara inandığını açıklasa; fakat demokratik, laik, sosyalist, kapitalist vb. rejimlerden herhangi birinin hükümlerini kabul edip itaat etse, böyle bir kimsenin irtidadına hükmedilir. Zira insanları yaratan Allah'tan başkası, insanların nasıl idare olunacağı hususunda ve onların sosyal yaşamlarına yönelik hükümler koyma yetkisine sahip değildir. Çükün hüküm koyan insan, o hükme tâbi olmasını istediği insanlardan üstün ve herhangi bir ayrıcalığa sahip değildir. Allah katında üstünlük, sadece takva iledir. (49/Hucurât, 13) Kendisinde böyle yetkiler gördükten sonra, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyip, heva ve hevesleri doğrultusunda hükümler koyanlar aynı zamanda 'ilâhlık' iddiâsı içindedirler. Dolayısıyla Allah'ın hükümleri dışında hüküm koyanlar ve o hükümlere tâbi olanlar da, tevhid akidesinin dışına çıkarlar. Tâğut, müslümanın en büyük düşmanıdır. Tâğut, devlet sistemlerini, ahlakî değerleri ele geçirmiş ve onları müslümana zarar verecek bir hale dönüştürmüştür. Kısaca tağut, müslümanı dört yanından kuşatmış bulunmakta ve müslümana müslümanca hayat hakkı tanımamaktadır. Tağutî güçler, Allah'ın arzında, O'nun hükümlerine karşı tuğyan eden ve insanların üzerinde ilahlık iddiasında bulunan otoritelerdir. Bunlarla sürekli olarak savaşmak farzdır (4/Nisâ, 76) .


    Günümüzde Allah'ın indirdiği hükümleri bir kenara bırakarak, 'hakimiyet kayıtsız ve şartsız insanındır' sloganına sarılan ve insanların çoğunun rızasına göre kurulduğu iddia edilen siyasî otoriteler, iktidar haline gelmişlerdir. Bu siyasî otoritelerin tağut hükmünde olduğu unutulmamalıdır. Daha açık bir ifade ile İslam nizamının dışındaki bütün sistemler 'tağutî' özellikleri taşırlar. Kelime-i şehadet getirerek, başka ilahları ve tağutları reddeden müslümanlar, bu sözlerini davranışlarıyla da ispatlamak zorundadırlar.


    Allah, zâlim yöneticilere yardım etmeyi de haram kılmış, onlara küçük çapta meyil ve yardım anlamı taşıyan sözlerden, davranış veya tasvipten nehyetmiştir: 'Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız) . Sizin Allah'tan başka evliyânız/dostlarınız yoktur. Sonra (O'ndan da) yardım göremezsiniz.' (11/Hûd, 113)


    İnsanlara zulmeden tâğutî siyasal otorite konusunda, unutulmaması gereken hususlardan biri, zâlim yöneticilerin, yardımcıları olmasa, zulmetmeye güçlerinin yetmeyeceğidir. Tâğutî yönetim ve kurumlardaki bu yardımcılar, zulüm ve tuğyanda yöneticinin kullandığı malzemeleridir. Zulüm ve tuğyan çarklarının dönmesi için bir taraftan ezen ve diğer taraftan ezilen dişlilerdir. Bu sebeple, onlar da aynen o zâlim tuğyankâr gibi suçlu ve zulmünün cezasında ortaktırlar. Bundan dolayı Allah, Firavun ve avanelerini aynı vasıfla anmıştır: 'Gerçekten Firavun, Hâmân ve askerleri yanlış yolda idiler.' (28/Kasas, 8) Allah, Firavun'u helak edince, onları da helak ettiğini açıklar: 'Firavun, askerleriyle birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi.' (20/Tâhâ, 78) 'Biz de onu (Firavun'u) ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bak, işte zâlimlerin sonu nasıl oldu! ' (28/Kasas, 40)


    Tağut tanımına girenler şunlardır:

    a- Arzuları mâbudlaştırılan nefis, tağuttur.

    b- Allah'ın emir ve yasaklarını tanımayan, İslam nizamı ile çatışan düzen ve düsturlara çağıran her fert ve önder tağuttur.

    c- Allah'tan gayrı, zâtında güç görülen eşya, insan ve putlar tağuttur.

    d- Şeytan tağuttur.

    e- Allah'ın şeriatı ile çatışan bütün gelenekler, esas alınan bütün rejimler tağuttur. (10)


    Tağutları destekleyen, onları ölçü alan, onlara sevgi besleyen her insan, Allah'a ibadet ve kulluktan vazgeçip tağutun kulluğunu kabullenen şeytan askeridir. Allah'ın emirleri ve yasaklarıyla çatışan nefsi, fertleri, önderleri, rejimleri ve ilkeleri reddetmedikçe, hâkimiyetin yalnız Allah'a ve O'nun nizamı İslam nizamına ait olduğunu tasdik etmedikçe, tevhid kulpuna yapışılamaz. (Bkz. 2/Bakara, 256) Müslüman olmak için şart olan tağutun şiddetle reddedil-mesi, sadece sözle yeterli değildir. Ruhun derinliklerinde kasırgalaşan ve amelî hayatta neticeler doğuran fiilî bir red gerekir. Bunun için de tağutla savaşmak lazımdır. Bu savaşın gerekleri:

    a- Allah'ın emir ve yasaklarına tâbi oluncaya kadar tağut olan nefisle savaşmak,

    b- Kişisel ve toplumsal hayatımızı Allah'a döndürmemize engel olan ve tağut olan cahiliyye düzenleri ve tâğutî fikir babaları ile savaşmak.


    İslam'da emrolunan cihad, işte bu tağutlara karşı verilmesi gerekli olan mücadeledir. Tağutla çatışmak, hakkı getirmek ve bâtılı gidermek için olacağından, her kesimden ve her iş yapanlardan bütün mü'minler, tağutla mücadele edeceklerdir. Bu, farz bir görevdir. Rabbimiz, mü'minleri tağuta karşı kendi nizamının savaşçıları olarak takdim ediyor (4/Nisâ, 76) . Tâğuta ve ondan yana olanlara karşı mücadele vermeyenler mü'min kalamazlar. Bunun içindir ki, Peygamberimiz: 'Her kim (tağuta karşı) cihad etmeden ve onunla mücadele (ederek Hakkı hâkim kılma) arzusunu ruhunda duymadan ölürse nifaktan bir şube üzerinde ölür.' (Sahih-i Müslim; Riyâzü's- Sâlihin, II, no: 1346) buyurmuşlardır. Tağutu kalben reddetseler dahi, fiilen onunla vuruşmayanlar, amelî hayatın icabı onunla anlaşma ve dostluk kurma yoluna gitmeye mecbur kalırlar. Bu da Allah ve tağut dostluğunu bir araya getirmek olan nifakın ilk tezahürü olur. Halbuki Allah, tağuta ancak kâfirlerin dostluk gösterebileceğini açık bir şekilde belirtmiştir. (Bkz. 2/Bakara, 257)


    Müslümanlar, bugün Allah ve tağut hâkimiyetini, dostluğunu bir arada yaşatmağa çalışmak gibi sonu zulmet ve ateş olan çıkmaz bir yolun üzerindedirler. Namazı, orucu... kabul edip, hatta yerine getiren niceleri, İslam'ın asrımızın yaşayan bir toplumsal ve siyasal düzeni olmasını lüzumlu bulmayanlar, Allah ve tağut hâkimiyetini bir arada tanımış oluyorlar. İslam insanının yetiştirilmesini isteyen niceleri, materyalist eğitim sistemine mücadele etmeksizin rızâ göstermekle tağut dostluğuna sine açıyorlar. Ferdî mülkiyeti, Allah'ın mülk vb. hâkimiyetini kabul eden niceleri, faiz düzenini zaruri görmekle, tağut egemenliğine baş eğiyorlar. Ahlâk ve fazilet ölçülerinin yaşanmasını isteyen niceleri, kişisel çıkarları uğruna çeşitli çirkinlik ve kötülükleri yapmakla tağut dostluğunu açığa vuruyorlar. Bütün bu durumlar, kendisinden râzı olundukça veya tağuta karşı bir iman ve amel harbi açılmadıkça bir küfürdür. (Bkz. 4/Nisâ, 60)


    Yaşadığımız toplum düzeni, fikir putlarıyla, cahiliyye örfü ve sistemleri ile ve sapıttırdığı öz nefsimizle, bizleri kuşatmış, tağutu hâkim ve dost tanımak sapıklığı ile karşı karşıya getirmiştir. Öyle ki, fert, aile, cemiyet, sanat, ticaret, memuriyet, eğitim ve politika hayatının her bölümü bir kavşak noktası olmuştur. Bu kavşakta bir tek yol İslam nizamına; diğer yollar tağuta gidiyor: Abdullah bin Mes'ud anlatıyor: Hz. Peygamber bize bir hat çizdi ve sonra, 'bu Allah'ın yoludur' dedi. Bu hattın sağına ve soluna da birçok hatlar (çizgiler) çizdi ve 'bunlar, birtakım yollardır ki her biri üzerinde kendisine çağıran bir tağut vardır.' buyurdu ve şu ayeti okudu: 'Şüphesiz ki bu (İslam) benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun. (Tağuta ait) yollara tâbi olmayın ki, sizi O'nun yolundan saptırıp parçalamasınlar. İşte Allah (tağutun kötülüklerinden) sakınasınız diye size bunları emretti.' (6/En'âm, 153) (11)




    Yolların ayrılış noktasındayız: İnsan, ya tağuta tâbi olup geçici zevkler peşinde koşacak; o zaman sonuç, dünyada zillet ve kullara kulluk; tağuta kalben teslim olmak (iman etmek) suretiyle hevâ ve heveslerine göre yaşamanın sonucu ahirette de varış, cehennem olacaktır. Veya tağutları reddedip Allah'a dostluk; hayatını İslam'ın hükümlerine göre tanzim edip izzetli, onurlu bir hayat ve cennet: 'Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah'a yönelenlere müjde vardır. (Ey Muhammed!) Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.' (39/Zümer, 17-18) Bu iki inanç ve yaşama biçiminin dışında üçüncü bir durumdan söz etmek mümkün değildir!


    “İman edenler Allah yolunda savaşır; küfredenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde, şeytanın dostlarıyla savaşın; çünkü şeytanın hilesi zayıftır.” (4/Nisâ, 76) 9; 9;



    Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, s. 320-321

    Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 316-317

    Mevdûdi, Tefhimü'l- Kur'an, c. 1, s. 202

    Mevdûdi, a.g.e. c. 1, s. 375

    Seyyid Kutub, Fi Zılali'l Kur'an, c.3, s. 269

    Yusuf el-Kardavî, Tevhidin Hakikatı, s. 57

    Mustafa İslâmoğlu, İman Risalesi, 170

    Kur'an'ın Temel Kavramları, 562

    Hüsnü Aktaş, Medeni Vahşet, 140

    Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. 2, s. 869

    Ali Rıza Demircan, İslâm Nizamı, II/ 41






    A- Tuğyanla İlgili Ayet-i Kerimeler


    Bakara, 15; En'am, 110; Maide, 64, 68; A'raf, 186; Hud, 112; Yunus, 11; Mü'minun, 75; İsra, 60; Kehf, 80; Taha, 24, 43, 45, 81; Saffat, 30; Sat, 55; Kaf, 27; Zariyat, 53; Tur, 32; Rahman, 8; Kalem, 31; Nebe', 22; Necm, 17, 52; Hakka, 5, 11, Naziat, 17, 37; Fecr, 11; Alak, 6; Şems, 11.


    B- Tağutla İlgili Ayet-i Kerimeler


    Bakara, 256-257; Nisa, 51, 60, 76; Maide, 60; Nahl, 36; Zümer, 17.




    Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar


    1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 215-216

    2. Hadislerle Kur’an Tefsiri, İbni Kesir, Çağrı Y. c. 2, s. 193-196

    3. Tefsir-i Kebir (Mefatihu'l-Gayb) , Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2, s. 49-51

    4. Fi Zılali'l Kur'an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 90-91,; c 3, 269

    5. Tefhimül Kur'an, Mevdudi, İnsan Y. c. 1, 202, 375

    6. Min Vahyi'l-Kur'an, M. Hüseyin Fadlullah, Akademi Y. c. 1, s. 81-83

    7. Bakara Suresi Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y. 140-141

    8. Tağut, Ahmed Kettan, Muhammed ez Zeyn, Esra Y.

    9. İslam Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 6, s. 226-228, 77-79

    10. Kur'an'da Siyasi Kavramlar, Vecdi Akyüz, Kitabevi Y. s. 297-307

    11. Kur'an'da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 319-321

    12. Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. s. 316-317

    13. Kur'an'da Günah Kavramı, Sadık Kılıç, Hibaş Y. s. 143-145

    14. Tevhid ve Değişim, Celalettin Vatandaş, Pınar Y. s. 105-109

    15. İlahi Kanunların Hikmetleri, Abdülkerim Zeydan, İhtar Y. s. 248-261

    16. İman Risalesi, Mustafa İslamoğlu, Denge Y. s. 166-171

    17. Lâ, Mustafa Çelik, Ölçü Y. c. 1, s. 31-45, 203-211

    18. Kur'an'da Tevhid, Mehmet Kubat, Şafak Y. s. 67-70, 149-162

    19. Tevhidin Hakikatı, Yusuf el-Kardavi, Saff Y. s. 55-58

    20. Tevhid ve Akaid, Muhammed Karaca, Ribat Y. s. 53-57

    21. Tuğyana Karşı Ulema, M. Recep el-Beyyumi, Eksen Y.

    22. Alim ve Tağut, Yusuf el-Kardavi, Bengisu Y.

    23. Medeni Vahşet, Hüsnü Aktaş, Düşünce Y. s. 135-141

    24. İslam Nizamı, Ali Rıza Demircan, Eymen Y. c. 2, s. 41-46

  • Fuat Öz
    Fuat Öz

    taga kelımesınden turemştır.ilahlaştırmak anlamndadır...

  • Mehmet İnci
    Mehmet İnci

    tağut şeytan demek.Allah tan başka ilahlara inanmak.Kanun koyucu.Hüküm koyucu...Bunlar tağuttur

  • Muharrem Kömürcü
    Muharrem Kömürcü

    De ki: 'Allah katında cezaya çarptırılma bakımından bunlardan daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allah, kimlere lanet etmiş ve gazabına uğratmışsa; kimlerden maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar yapmışsa, işte bunların makamı daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır'. (Maide 60)

    Andolsun ki biz her ümmete, 'Allah'a ibadet edin ve tağuttan sakının.' diye bir peygamber gönderdik. Allah, bu ümmetlerden bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yer yüzünde bir gezip dolaşın da bakın ki, peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu bir görün? (Nahl 36)

    Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece 'zann'a uyarlar ve yalnız kendi ölçülerine göre hüküm verirler. (En'am 116)

    Şunları görmüyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürüyorlar da tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor. (Nisa 60)

    Ayetlerde de açıkca görüldüğü gibi hüküm verme, kanun koyma yetkisi Allah'tan başkasına ait değildir. Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur.Bu bir kişide olabilir (firavun gibi.) bir sistemde olabilir (parlementer yönetimler gibi) bir eşyada olabilir (putlar gibi.) insanın kendi nefsi de olabilir. Aynı zamanda şeytanda bir tağuttur.

  • Muvahhid Duranoglu
    Muvahhid Duranoglu

    allah 'in hukumleri disinda hukumler koyan ve bunu uygulatan rejimlerin tumu.kaldi ki allah in hukumleri uzerine hukum koymak ve bu hukumlere bilerek veya bilmeyerek uymak allah'a şirk kosmaktir.
    şirk ise cehennem in tam ortasıdır.
    insanlar firavun un, nemrud un, yaraticilik davasinda bulundugunu, Allah lik davasinda bulundugunu zannederler. onlarin ' biz sizin ilahiniziz ' demelerinden kasit, bizler sizin hukum koyuculariniz ve yoneticileriniziz dir. kimse Allah lik ve yaraticilik davasinda bulunmamistir. ilahlik davasi ise kiyamete kadar devam edecektir. bu ilahlik davasinda bulunanlara denir tagut.
    birde tagutun hizmetkarlari vardir. onlar kursulere cikarlar, insanlara Allah in dinini anlatirlar. tagutun izin verdigi kadar. eger tagutun sinirini asarsalar evlerinden, televizyonlarindan, taksitlerin den olurlar. onlar pisliktir. domuzun islam alimi seklinde gorunusudur. veyl onlara!
    tagut uyusmus beyinler ister. kendi istedigi kadar musluman olunmasini ister. sistemine zarar geldigi anda hapisler ve iskenceler devreye girer. muslumanlar hem Allah i razi ederler..hem tagutu.. hem Allah in emrettigini yapmaya calisirlar..hem tagutun dedigini..arti kutupla eksi kutup u yan yana getirirler. hic rahmanla seytan bir arada olurmu. iste sirk burda baslar ve milyonlarca musluman bilmeden sirk bataginin tam ortasina duser.
    'tağuta kulluk etmekten kaçınan ve allah' a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver. (zümer sûresi, 17. ayet) '

  • Fatma Malkoç
    Fatma Malkoç

    ALLAH'I tanımayan,inkar eden kişi ve kişiler veya sistemlerin ta kendileri...

  • Oguzcan Demir
    Oguzcan Demir

    insanları Allah a karşı isyana sevkeden isyankar.
    her batıl mabud. şeytan
    islamiyetten önce Ka'be deki putlardan birisinin ismi

  • Ebubekir Korucu
    Ebubekir Korucu

    insanı ALLAH tan uzaklaştıran şeytan, insan ve cin şeytanların ortak adıdır.