Modernizm ve hedefleri Modernizm, aydınlanma ilkelerini temel alan toplumsal projenin adıdır. Aydınlanma ise, inanca karşı bilgiyi, teolojiye karşı bilimi ön plana alan bir düşünce sistemidir. Modernizm, aydınlanma düşüncesini temel alır. İlerlemeye inanır. Akıl ve bilimi ilerlemenin aracı olarak görür. Nesnel, evrensel ve yegâne bilginin akıl ve deney yoluyla edinilebilir olduğuna yönelik epistemolojik konum, bütün modernist öğretilerde sabit noktadır. Modernizm bu halde, her tür öğretiye dayanak olacak olan bir epistemolojik ve tarihsel bilinç zeminidir.
Ondan sorası da"Postmodernizimdir" Postmodernizm, modernizmin sonrası ve ötesi anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hatta bunların yadsınmasıyla birlikte yürütülmektedir. Bu kavram 1960 lı yıllardan itibaren kullanılmaktadır. 1979 yılında Jean François Lyotard'ın "Postmodern Durum" adlı kitabıyla bir tartışma başlatmıştır.
“...avrupalıların kıyafetinde, veya çocukların ders görürken hapsedildikleri çirkin binalarda, veya o insanların ömür boyu tıkıldıkları dört köşeli pencereleri olan dik ve düz duvarlı dört köşe evlerde değildir. modernizm, onların hanımlarının uyar uymaz taşıdıkları şapkalarda hiç değildir. bunlar modern değil, olsa olsa avrupalııdır.
gerçek modernizm zevke kölelik değil, zihnin hürriyetidir.
kemikleri sızlar şimdi Freud’un; karanlığa son çare, bir mum yakmada, bilinçaltı içgüdüselleşemiyor artık. sürüvari güdülen insanlık, gazetelerin büyük punto başlıklarında göz (sonrasında bilinç) kaymasına uğruyor. son sayfa da monotonluğa kapanınca, akılda hemen hiçbir şey kalmıyor. magazin edebiyatında güçlerini birleştirmiş bir (bilirkişi) çoban topluluğu, trendler ve modalar başlıkları altında besliyor sürüleri ve bilinçler fotoğraf karelerine müebbet oluyor. gökkuşağı artık renklerine acıyor, hayat siyah beyaz oluyor, gri ile boyanıyor günlükler.
modern sürüler, bencillik imparatorluklarında birleşik devletleşip, namlu uçlarında sırıtıyor rakımı düşük coğrafyalara. rüyalar iyelik eki üzerine temelleniyor; sahip olunanlar hülyalarda, elde edilemeyenler kabuslarda doğuyor.
zamana meydan okur notalar, zoreena da notalara! '. an'ı en iyi yaşamak şimdi tek amaç! hedonizmin bayrağı işte gönderdeki! zaman artık sebil, vasiyet edilecek ne bir anı var geride, ne de mezar taşlarına yazılabilecek bir dilek ki Fatiha’larca tütsü olsun ruhlara.
1. dünya savaşından sonra yayılan bir cultural movementtir. Wirginia Wolf aklıma gelen modernist yazarlardan birisi.Plottan çok characters psikolojisi önemlidir.
Benim bir süredir üzerinde düşünülmesi gerektiğini yazdığım modernlik ile muhafazakarlık arasındaki ilişki üzerine, başta Heidegger olmak üzere pek çok filozof ve sosyal bilimci aslında uğraşmış ve yeni anlamlar üretmemiz için gereken ipuçlarını bize bırakmışlardır.
Çıkış noktası olarak, geleneksel ile modern olanın arasında ne tür ilişki olabileceği sorusunu sorarak başlamalıyız. Geleneksel olan ile modern olan arasında bir zıtlık, bir uyumsuzluk olduğunu vurgulayan düşünce, hem geleneksel hem modern olduğunu iddia eden saflarda hakim olarak vardır. Bunların temel fikri ve ortak olarak paylaştıkları tavır, karşıdakini dışlamak, kendi tavrının tarihi ve hayatı anlamaya kendi başına tamamen yeteceğini sanmalarıdır. 'Modernliğe karşı gelenek' formülü birçok toplumda, ama özellikle İslam toplumlarında insanların tercih ettikleri, dahası tartışmadan inandıkları formül haline gelmiştir. Bunun nedeni bu formülün, karşı tarafı dışlamayı doğru sanmayı kolaylaştıran bir yol olmasıdır.
Geleneğin hayatın bütün alanlarına hakim olmasını isteyenler ile modernliğin hayatın bütün alanlarına hakim olmasını isteyenler, bu karşıtlığa sarılarak çatışmayı sürdürürler ve bir türlü uzlaşacak yol bulamazlar; çünkü arayışı da bırakmışlardır.
Geleneği 'geçmişe ait' veya 'geride kalmış' bir fenomen olarak görmek, sadece modern düşüncede değil geleneğe bağlı olduğunu savunan düşüncede de vardır. Hem modernlik karşıtı düşünürler hem de modern düşünürler, gelenek-modern karşıtlığını olabildiğince keskinleştirerek kendilerini haklı çıkarma yoluna başvururlar. Bu kolay olan yoldur. Çıkış noktası bu olunca daha sonra 'gelenek ile modernite birbirini dışlar' veya 'modernleşme, geleneği zayıflatır' şeklindeki sonuçlara atlamak kolaylaşır ve de bakış açısı böyle olunca toplumları bölen en önemli ikileme çözüm bulmak imkansız hale de gelir.
Bu ikilemi aşma yolunda en büyük uğraş Heidegger tarafından verilmiştir.
Heidegger'e göre geleneğe atfedilen geçmişe ait olma, 'geride bırakılmışlık' vurgusu yanlıştır ve bu vurgu bizi, ya geleneksel olanın ya da modern olanın esiri haline getirir.
Halbuki modernizm geleneğin içinden çıkmıştır ve bu yüzden de kendi bünyesinde, tamamen geleneğe ait olan birçok öğeyi de taşır. Modernizmin birçok ülkede ve Türkiye'de geleneksele şiddetle karşı çıkması, modernizmin geleneksel olanın izleri taşıdığının fark edilmesiyle ve bunlardan arınıp, kopuş sağlamanın zorunluluk olarak algılanmasıyla alakalıdır. Bu uğraş bir savaş ortamı doğmasına neden olur; çünkü geleneksel olan da bu sefer kendi içinden çıkardığı modern düşünceye karşı uzlaşmaz olur ve hayatın her alanını tek başına doldurma iddiasında bulunmaya başlar.
Her toplumu çalkantıya, huzursuzluğa itecek bu ikilem ve çatışmacı ortamın Türkiye'yi ne kadar üzdüğünü ve bize ne kadar vakit kaybettirdiğini gördüğümden, bir süre önce yeni bir kavram olarak gördüğüm modern-muhafazakar-milliyetçilik kavramını öne sürdüm.
Geleneği ve modernliği, birbirinden bağımsız yaşayabilen soyut formlar gibilermiş gibi görmek yerine, bunların insanların pratikleriyle yani düşünce ve gündelik davranışlarıyla şekillenen dinamik süreçler olduklarını görmeliyiz.
Bu pratiğe bağımlılık durumu, oluşturulmak istenen yeni kavramı teorik düzeyde anlatmayı güç hale getirmektedir. Ben geleneğin geçmişe ait olmadığını, geride kalıp bittiğini düşünmüyorum; modern düşüncenin bu zıtlıktan çıkarak geleneği devralıp bunu geleceğe hazırlamakla mümkün olacağını düşünüyorum. Ancak bu zor sürece girildiği zaman modern olunabileceğini görüyorum; ama süreç zor diye ve de bu sürecin netleşmesi seçilen yaşam biçimleriyle doğrudan bağlantılı diye, bu işten vazgeçmenin ikilem içindeki bir toplum olarak kalma tuzağına düşmek olacağını görüyorum. Tutucular ancak sadece geleneğe sahip çıkarlar, modern olanlar ise buna 'gericilik' diye karşı çıkarlar ve durum böyle kilitlenilince tek bir adım atamadan yerimizde sayıp dururuz.
Modernizmin, içinden çıktığı ve bu nedenle daima içinde parçalarını taşıdığı geleneğe sahip çıkıp onu geleceğe hazırlayacağı sürece girildiği takdirde, büyük iş başarılmış olur. Batılı toplumların başardığı budur ve bunu başarmak İslam toplumlarında da sanıldığı kadar zor değildir. Örneğin Marshall Hodgson 'The Venture of Islam' adlı 3 ciltlik İslam tarihi çalışmasında modernliği 'köklerinden kopma' şeklindeki kaba sosyolojik tanımlamanın, özellikle İslam toplumları söz konusu olduğunda ne kadar kısır kaldığını anlatmıştır.
Geleneksel ile modern arasında var olduğu sanılan uçurumu kapatmak aslında o kadar da zor değildir. Önemli olan kendi yaşamlarımızda, yani pratikte bu uçurumu kapamaya yarayacak bireysel yaklaşımları sergilememiz ve de modernitenin içinden çıktığı geleneği kendi içine alıp geleceğe hazırlayacağı yeni kavramlar üzerine düşünmemizle mümkün olacaktır. Kavramlar zor ve süreç de güç gözükebilir; ancak bir adım atılması gerekiyor. Ben de bu adımlardan bir tanesi olarak modern muhafazakar ve modern milliyetçi kavramını görüyorum. Her teorik meseleyi kendi başıma çözebilecek kapasiteye sahip olduğumu gayet tabii ki düşünmüyorum; ama ortada hiç mesele yokmuş gibi davranmak, sadece bir taraftan olup da karşıdakini dışlamayı tercih edenlerden biri haline gelmek anlamına gelecektir. Ben bunu istemiyorum ve gerçekten modern Türkiye'nin, benim gibi düşünen insanların sayısının çoğalması ve ortaya yeni felsefi, sosyolojik metinlerin ortaya konulmasıyla mümkün olacağını düşünüyorum.
Dipnot: Bu yazıyı oluştururken çok yararlandığım kaynaklar şöyledir: Mustafa Armağan 'Heidegger, Nasr ve Hodgson: Gelenekle Yeniden Yüzleşme' ('Muhafazakar Düşünce: Kadim Bilgeliğin Kutsal Yolculuğu: Gelenek' kitabı içinde) , Joseph Gusfield 'Toplumsal Değişim Araştırmalarında Yersiz Kutuplaşma: Gelenek ve Modernite' (Çeviren: Bilal Candan, yine aynı eser içinde) , Martin Heidegger 'Varlık ve Zaman' (Çeviren: Aziz Yardımlı.)
Çağdaşlaşma
Modernizm ve hedefleri
Modernizm, aydınlanma ilkelerini temel alan toplumsal projenin adıdır. Aydınlanma ise, inanca karşı bilgiyi, teolojiye karşı bilimi ön plana alan bir düşünce sistemidir. Modernizm, aydınlanma düşüncesini temel alır. İlerlemeye inanır. Akıl ve bilimi ilerlemenin aracı olarak görür. Nesnel, evrensel ve yegâne bilginin akıl ve deney yoluyla edinilebilir olduğuna yönelik epistemolojik konum, bütün modernist öğretilerde sabit noktadır. Modernizm bu halde, her tür öğretiye dayanak olacak olan bir epistemolojik ve tarihsel bilinç zeminidir.
Ondan sorası da"Postmodernizimdir"
Postmodernizm, modernizmin sonrası ve ötesi anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hatta bunların yadsınmasıyla birlikte yürütülmektedir.
Bu kavram 1960 lı yıllardan itibaren kullanılmaktadır. 1979 yılında Jean François Lyotard'ın "Postmodern Durum" adlı kitabıyla bir tartışma başlatmıştır.
“...avrupalıların kıyafetinde, veya çocukların ders görürken hapsedildikleri çirkin binalarda,
veya o insanların ömür boyu tıkıldıkları
dört köşeli pencereleri olan dik ve düz duvarlı dört köşe evlerde değildir.
modernizm, onların hanımlarının uyar uymaz taşıdıkları şapkalarda hiç değildir.
bunlar modern değil, olsa olsa avrupalııdır.
gerçek modernizm zevke kölelik değil, zihnin hürriyetidir.
düşünce ve eylemin bağımsızlığıdır.
avrupalı öğretmenlerin vesayeti değil. ”
kemikleri sızlar şimdi Freud’un; karanlığa son çare, bir mum yakmada, bilinçaltı içgüdüselleşemiyor artık. sürüvari güdülen insanlık, gazetelerin büyük punto başlıklarında göz (sonrasında bilinç) kaymasına uğruyor. son sayfa da monotonluğa kapanınca, akılda hemen hiçbir şey kalmıyor. magazin edebiyatında güçlerini birleştirmiş bir (bilirkişi) çoban topluluğu, trendler ve modalar başlıkları altında besliyor sürüleri ve bilinçler fotoğraf karelerine müebbet oluyor. gökkuşağı artık renklerine acıyor, hayat siyah beyaz oluyor, gri ile boyanıyor günlükler.
modern sürüler, bencillik imparatorluklarında birleşik devletleşip, namlu uçlarında sırıtıyor rakımı düşük coğrafyalara. rüyalar iyelik eki üzerine temelleniyor; sahip olunanlar hülyalarda, elde edilemeyenler kabuslarda doğuyor.
zamana meydan okur notalar, zoreena da notalara! '. an'ı en iyi yaşamak şimdi tek amaç! hedonizmin bayrağı işte gönderdeki! zaman artık sebil, vasiyet edilecek ne bir anı var geride, ne de mezar taşlarına yazılabilecek bir dilek ki Fatiha’larca tütsü olsun ruhlara.
1. dünya savaşından sonra yayılan bir cultural movementtir.
Wirginia Wolf aklıma gelen modernist yazarlardan birisi.Plottan çok characters psikolojisi önemlidir.
bknz online dua servisi
..)))
tesbit 10 üzerinden 10
İnsanları farkında olmayan aşağalayan salakca bişi
aytimen@hotmail.com
Serdar Turgut
serdarturgut@superonline.com
Yeni kavramlara ihtiyaç var
Benim bir süredir üzerinde düşünülmesi gerektiğini yazdığım modernlik ile muhafazakarlık arasındaki ilişki üzerine, başta Heidegger olmak üzere pek çok filozof ve sosyal bilimci aslında uğraşmış ve yeni anlamlar üretmemiz için gereken ipuçlarını bize bırakmışlardır.
Çıkış noktası olarak, geleneksel ile modern olanın arasında ne tür ilişki olabileceği sorusunu sorarak başlamalıyız. Geleneksel olan ile modern olan arasında bir zıtlık, bir uyumsuzluk olduğunu vurgulayan düşünce, hem geleneksel hem modern olduğunu iddia eden saflarda hakim olarak vardır. Bunların temel fikri ve ortak olarak paylaştıkları tavır, karşıdakini dışlamak, kendi tavrının tarihi ve hayatı anlamaya kendi başına tamamen yeteceğini sanmalarıdır. 'Modernliğe karşı gelenek' formülü birçok toplumda, ama özellikle İslam toplumlarında insanların tercih ettikleri, dahası tartışmadan inandıkları formül haline gelmiştir. Bunun nedeni bu formülün, karşı tarafı dışlamayı doğru sanmayı kolaylaştıran bir yol olmasıdır.
Geleneğin hayatın bütün alanlarına hakim olmasını isteyenler ile modernliğin hayatın bütün alanlarına hakim olmasını isteyenler, bu karşıtlığa sarılarak çatışmayı sürdürürler ve bir türlü uzlaşacak yol bulamazlar; çünkü arayışı da bırakmışlardır.
Geleneği 'geçmişe ait' veya 'geride kalmış' bir fenomen olarak görmek, sadece modern düşüncede değil geleneğe bağlı olduğunu savunan düşüncede de vardır. Hem modernlik karşıtı düşünürler hem de modern düşünürler, gelenek-modern karşıtlığını olabildiğince keskinleştirerek kendilerini haklı çıkarma yoluna başvururlar. Bu kolay olan yoldur. Çıkış noktası bu olunca daha sonra 'gelenek ile modernite birbirini dışlar' veya 'modernleşme, geleneği zayıflatır' şeklindeki sonuçlara atlamak kolaylaşır ve de bakış açısı böyle olunca toplumları bölen en önemli ikileme çözüm bulmak imkansız hale de gelir.
Bu ikilemi aşma yolunda en büyük uğraş Heidegger tarafından verilmiştir.
Heidegger'e göre geleneğe atfedilen geçmişe ait olma, 'geride bırakılmışlık' vurgusu yanlıştır ve bu vurgu bizi, ya geleneksel olanın ya da modern olanın esiri haline getirir.
Halbuki modernizm geleneğin içinden çıkmıştır ve bu yüzden de kendi bünyesinde, tamamen geleneğe ait olan birçok öğeyi de taşır. Modernizmin birçok ülkede ve Türkiye'de geleneksele şiddetle karşı çıkması, modernizmin geleneksel olanın izleri taşıdığının fark edilmesiyle ve bunlardan arınıp, kopuş sağlamanın zorunluluk olarak algılanmasıyla alakalıdır. Bu uğraş bir savaş ortamı doğmasına neden olur; çünkü geleneksel olan da bu sefer kendi içinden çıkardığı modern düşünceye karşı uzlaşmaz olur ve hayatın her alanını tek başına doldurma iddiasında bulunmaya başlar.
Her toplumu çalkantıya, huzursuzluğa itecek bu ikilem ve çatışmacı ortamın Türkiye'yi ne kadar üzdüğünü ve bize ne kadar vakit kaybettirdiğini gördüğümden, bir süre önce yeni bir kavram olarak gördüğüm modern-muhafazakar-milliyetçilik kavramını öne sürdüm.
Geleneği ve modernliği, birbirinden bağımsız yaşayabilen soyut formlar gibilermiş gibi görmek yerine, bunların insanların pratikleriyle yani düşünce ve gündelik davranışlarıyla şekillenen dinamik süreçler olduklarını görmeliyiz.
Bu pratiğe bağımlılık durumu, oluşturulmak istenen yeni kavramı teorik düzeyde anlatmayı güç hale getirmektedir. Ben geleneğin geçmişe ait olmadığını, geride kalıp bittiğini düşünmüyorum; modern düşüncenin bu zıtlıktan çıkarak geleneği devralıp bunu geleceğe hazırlamakla mümkün olacağını düşünüyorum. Ancak bu zor sürece girildiği zaman modern olunabileceğini görüyorum; ama süreç zor diye ve de bu sürecin netleşmesi seçilen yaşam biçimleriyle doğrudan bağlantılı diye, bu işten vazgeçmenin ikilem içindeki bir toplum olarak kalma tuzağına düşmek olacağını görüyorum. Tutucular ancak sadece geleneğe sahip çıkarlar, modern olanlar ise buna 'gericilik' diye karşı çıkarlar ve durum böyle kilitlenilince tek bir adım atamadan yerimizde sayıp dururuz.
Modernizmin, içinden çıktığı ve bu nedenle daima içinde parçalarını taşıdığı geleneğe sahip çıkıp onu geleceğe hazırlayacağı sürece girildiği takdirde, büyük iş başarılmış olur. Batılı toplumların başardığı budur ve bunu başarmak İslam toplumlarında da sanıldığı kadar zor değildir. Örneğin Marshall Hodgson 'The Venture of Islam' adlı 3 ciltlik İslam tarihi çalışmasında modernliği 'köklerinden kopma' şeklindeki kaba sosyolojik tanımlamanın, özellikle İslam toplumları söz konusu olduğunda ne kadar kısır kaldığını anlatmıştır.
Geleneksel ile modern arasında var olduğu sanılan uçurumu kapatmak aslında o kadar da zor değildir. Önemli olan kendi yaşamlarımızda, yani pratikte bu uçurumu kapamaya yarayacak bireysel yaklaşımları sergilememiz ve de modernitenin içinden çıktığı geleneği kendi içine alıp geleceğe hazırlayacağı yeni kavramlar üzerine düşünmemizle mümkün olacaktır. Kavramlar zor ve süreç de güç gözükebilir; ancak bir adım atılması gerekiyor. Ben de bu adımlardan bir tanesi olarak modern muhafazakar ve modern milliyetçi kavramını görüyorum. Her teorik meseleyi kendi başıma çözebilecek kapasiteye sahip olduğumu gayet tabii ki düşünmüyorum; ama ortada hiç mesele yokmuş gibi davranmak, sadece bir taraftan olup da karşıdakini dışlamayı tercih edenlerden biri haline gelmek anlamına gelecektir. Ben bunu istemiyorum ve gerçekten modern Türkiye'nin, benim gibi düşünen insanların sayısının çoğalması ve ortaya yeni felsefi, sosyolojik metinlerin ortaya konulmasıyla mümkün olacağını düşünüyorum.
Dipnot: Bu yazıyı oluştururken çok yararlandığım kaynaklar şöyledir: Mustafa Armağan 'Heidegger, Nasr ve Hodgson: Gelenekle Yeniden Yüzleşme' ('Muhafazakar Düşünce: Kadim Bilgeliğin Kutsal Yolculuğu: Gelenek' kitabı içinde) , Joseph Gusfield 'Toplumsal Değişim Araştırmalarında Yersiz Kutuplaşma: Gelenek ve Modernite' (Çeviren: Bilal Candan, yine aynı eser içinde) , Martin Heidegger 'Varlık ve Zaman' (Çeviren: Aziz Yardımlı.)