ben bu döşeği sererim toprağın içine kimse bozmaz müşkülpesentliğimi kimse uğramaz vurdumduymazlığımın köşküne bir sonsuz bir ben kimse çakmaz kalemimin ucunu sivrilttiğim hecelerden
yaprakları arasından güneş süzülen selvilerin gümüş gölgesinde,toprağın altında mesut bahtiyar yatabilme ihtimalini,bir cennet bahçesinde ebediyeti beklemeyi..güneşi,toprağı,ılık tatlı havaları..böyle şeyleri çağrıştırıyor.
Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet! Al sana derya gibi sonsuz Karacaahmet! Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde; Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde? Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta; Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta... Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek. Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek. Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık; Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık. Ebedi gençlik ölüm, desem kimse inanmaz; Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz. Karacaahmet bana neler söylüyor, neler! Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler, Zaman deli gömleği, Onu yırtan da ölüm; Ölümde yekpare ân, ne kesiklik, ne bölüm.. Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep; Bu mu dersin, taşlarda donmuş sükûta sebep? Kavuklu, baş örtülü, fesli, baş açık taşlar; Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar, Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları; Süzüyor, sahi diye toprağa basanları. Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden, Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden. Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar; Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar. Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih! Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih
Dün güzel bir kadın geçti Kabrimin yakınından Doya doya seyrettim Gün hazinesi bacaklarını Gecemi altüst eden Söylesem inanmazsınız Kalkıp verecek oldum Düşürünce mendilini Öldüğümü unutmuşum
CAHİT SITKI TARANCI 1910 - 1956 (Ölüm temasının unutulmaz şairi.. öleli tam 50 yıl olmuş)
zeynep kamil'de doğmuş birisi olarak nihayetinde ebedi istirahatgahım olmasını temenni ettiğim yer.
ben bu döşeği sererim toprağın içine
kimse bozmaz müşkülpesentliğimi
kimse uğramaz vurdumduymazlığımın köşküne
bir sonsuz
bir ben
kimse çakmaz kalemimin ucunu sivrilttiğim hecelerden
yaprakları arasından güneş süzülen selvilerin gümüş gölgesinde,toprağın altında mesut bahtiyar yatabilme ihtimalini,bir cennet bahçesinde ebediyeti beklemeyi..güneşi,toprağı,ılık tatlı havaları..böyle şeyleri çağrıştırıyor.
Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet!
Al sana derya gibi sonsuz Karacaahmet!
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde?
Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta;
Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta...
Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek.
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.
Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;
Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.
Ebedi gençlik ölüm, desem kimse inanmaz;
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.
Karacaahmet bana neler söylüyor, neler!
Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler,
Zaman deli gömleği, Onu yırtan da ölüm;
Ölümde yekpare ân, ne kesiklik, ne bölüm..
Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;
Bu mu dersin, taşlarda donmuş sükûta sebep?
Kavuklu, baş örtülü, fesli, baş açık taşlar;
Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar,
Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları;
Süzüyor, sahi diye toprağa basanları.
Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,
Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.
Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar;
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.
Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih!
Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih
ebedi istirahat mekanı..kim istirahatte kim terlemede Allahû alem..
yükselir selvi ağaçları boy boy..kulak vermeyi bilene; bağrındaki insancıklardan kim bilir neler fısıldarlar..
DALGIN ÖLÜ
Dün güzel bir kadın geçti
Kabrimin yakınından
Doya doya seyrettim
Gün hazinesi bacaklarını
Gecemi altüst eden
Söylesem inanmazsınız
Kalkıp verecek oldum
Düşürünce mendilini
Öldüğümü unutmuşum
CAHİT SITKI TARANCI 1910 - 1956
(Ölüm temasının unutulmaz şairi.. öleli tam 50 yıl olmuş)
Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet...al sana derya gibi Karacaahmet.....
Bi alt terim.... :)) O ulu ağaçların altında ve dahi İstanbulda.... Dinlenmeeekkkk... :))