Sustu içimdeki Yorgun yüzündeki Düştü elindeki Öldü Bir melekti
Sen sen sen giderken Kalbim burada kalırken Ellerim sessiz soğuk ve suskun öyle dururken Yalnızlık gittiğin yoldan bana geri gelirken Gözlerimden yaş yerine sessiz harfler damlarken
Sen sen sen giderken Ben ben ben kalırken Ayak seslerinle bütün camlar pencereler inerken Bir veda saçlarımdan tutup beni yerlerde sürüklerken Yüzümde ne acı ne keder Sana son kez bakarken
Sen sen sen giderken Bir kalp burada kalırken Bir şehri bir tekmeyle benim üstüme yıkarken Bir dua dudaklarından düşüp paramparça olurken Sen sen sen giderken Ben ben ben kalırken
Sustu içimdeki Yorgun yüzündeki Düştü elindeki Öldü Bir melekti
Yağmur gecenin karanlığını gökten söküp atarken Rüzgar vurup bulutlarına beyaz şimşekler çakarken Uykusundan uyanmış çocuklar korkmuşlar ağlarlarken İçlerinden biri neden tanrı çok mu üzgün ki derken Göç yollarında kuşlar kaybolmuş ölürlerken Bir deniz kıyısında bir adam hala onu sayıklarken Gökyüzüne açılmış eller birer birer kapanırken Sen sen sen giderken Bir meleği öldürürken!
Veda etmeden gidilmez çocuk Bu vedadan sayılmaz çocuk Bir melek ölürken Böyle sessiz durulmaz Çocuk
Senin varlığındı kalbimin kapılarını açan, sendin anahtarı kalbimin. Ne kelimeler yeter anlatmaya, ne de kağıt kabul eder kalemden dökülenleri. Sadece yaşadığım anlardan kalan anılarım yetebilir seni anlatmaya…
Aşk yok, aşka inanmam dediğim anlarda çıktın karşıma. Önce gülüşündü seni bana çeken, sonrasında o gülüşün altındaki yaralı yüreğin…
O gün, hani seni gördüğüm ilk gün; tren istasyonunda yağmur altında saatlerce oturduğumuz ilk gün. Sözde tren beklerken onlarcası geçip gitmişti de aldırmamıştık. Yağmur bedenimi ıslatırken, her damlada bir kat daha sana aşık olduğum gün… Yaşama döndüğüm, aşkın varlığının kanıtını gördüğüm gün…
Ve sonra…. Sonu olmayan bir yaşam içinde asla gecesi olmayan bir gün gibi doğdun hayatıma. Oysa senden once “yağmurlar bile isyan ederdi akıttığım yaşlara onlar bile benim kadar ağlayamazdı”. Ya bu ben değilim, yada zaten ben bende değildim… Hayallerde yaşatılabilirdin, bir rüyada yer alabilirdin, belki de bir masal karamanı olabilirdin ama benim olamazdın...
Sen gideli iki gün oldu.. Asırlara bedel iki gün.. Ellerim ceplerimde caddelerde yürüyorum. Birlikte dinlediğimiz şarkılar kulağımda. Ya da odama kapıyorum kendimi, görmek istemiyorum senden başkasını. O kadar çok alışmışım ki sana. Senin üzerine kurulmuş tüm hayallerim. Sen gittin, ben bittim, hayallerim yok artık geleceğe dair...
Bil ki; içimde her zaman sıcacık kanayan bir yara olarak kalacaksın. Sana istediğim zaman söyleyemeyeceğim belki sevgimi ve ulaşamayacak uzattığım ellerim ellerine. Ama ne olursa olsun sana olan sevgim her an artarak yaşayacak bende.'......
İşte bitti; “Vazgeçtim Senden” ve belki de seninle birlikte kendimden…
Delikanlı kızı çok seviyordu.Evleneceklerdi. Ama sorunları birden artmıştı.. işte ve evde.. Asabileşmiş sevgilisini üzer olmuştu. Hatta ağlatmıştı bir keresinde.. Bir gün...Mutlu bir gün.. Birbirlerine sarılmışken, delikanlı sordu: 'Bana neden katlanıyorsun? .. Ama hemen cevap verme..iyi düşün! .. Ben aynısoruyu senin için kendime sordum ve cevabı buldum. Bakalım sen ne cevap bulacaksın? ' Kız düşündü ve yanıt verdi: 'Seni sevdiğim için' Delikanlının suratı asılır gibi oldu. Kız Beklenen yanıtı vermediğini hissetti. Bakalım doğru cevap neydi? .. O da sordu: 'Peki sen bana neden katlanıyorsun? .. 'Delikanlı sımsıkı sarıldı kıza... 'Ben sana katlanmıyorum ki! ! ! ..'
Maviye Maviye çalar gözlerin, Yangın mavisine Rüzgarda asi, Körsem, Senden gayrısına yoksam, Bozuksam, Can benim, düş benim, Ellere nesi? Hadi gel, Ay karanlık...
İtten aç, Yılandan çıplak, Vurgun ve bela Gelip durmuşsam kapına Var mı ki doymazlığım? İlle de ille Sevmelerim, Sevmelerim gibisi? Oturmuş yazıcılar Fermanım yazar N'olur gel, Ay karanlık...
Dört yanım puşt zulası, Dost yüzlü, Dost gülücüklü Cıgaramdan yanar. Alnım öperler, Suskun, hayın, çıyansı. Dört yanım puşt zulası, Dönerim dönerim çıkmaz. En leylim gecede ölesim tutmuş, Etme gel, Ay karanlık...
Buyrun, oturun dostlar, hoş gelip sefalar getirdiniz. Biliyorum, ben uyurken hücreme pencereden girdiniz. Ne ince boyunlu ilâç şişesini ne kırmızı kutuyu devirdiniz. Yüzünüzde yıldızların aydınlığı başucumda durup el ele verdiniz. Buyrun, oturun dostlar hoş gelip sefalar getirdiniz.
Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor? Osman oğlu Hâşim. Ne tuhaf şey, hani siz ölmüştünüz kardeşim. İstanbul limanında kömür yüklerken bir İngiliz şilebine, kömür küfesiyle beraber ambarın dibine...
Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız simsiyah başınızı. Kim bilir nasıl yanmıştır canınız... Ayakta durmayın, oturun, ben sizi ölmüş zannediyordum, hücreme pencereden girdiniz. Yüzünüzde yıldızların aydınlığı hoş gelip sefalar getirdiniz...
Yayalar-köylü Yakup, iki gözüm, merhaba. Siz de ölmediniz miydi? Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp çok sıcak bir yaz günü yapraksız kabristana gömülmediniz miydi? Demek ölmemişsiniz?
Ya siz? Muharrir Ahmet Cemil? Gözümle gördüm tabutunuzun toprağa indiğini.
Hem galiba tabut biraz kısaydı boyunuzdan. Onu bırakın Ahmet Cemil, vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan, o ilâç şişesidir rakı şişesi değil. Günde elli kuruşu tutabilmek için, yapyalnız dünyayı unutabilmek için ne kadar çok içerdiniz... Ben sizi ölmüş zannediyordum. Başucumda durup el ele verdiniz, buyrun, oturun dostlar, hoş gelip sefalar getirdiniz...
Bir eski Acem şairi: «Ölüm âdildir» - diyor,- «aynı haşmetle vurur şahı fakiri.»
Hâşim, neden şaşıyorsunuz? Hiç duymadınız mıydı kardeşim, herhangi bir şahın bir gemi ambarında bir kömür küfesiyle öldüğünü? ...
Bir eski Acem şairi: «Ölüm âdildir» - diyor. Yakup, ne güzel güldünüz, iki gözüm. Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir... Fakat bekleyin, bitsin sözüm. Bir eski Acem şairi: «Ölüm âdil...» Şişeyi bırakın Ahmet Cemil. Boşuna hiddet ediyorsunuz. Biliyorum, ölümün âdil olması için hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...
Bir eski Acem şairi... Dostlar beni bırakıp, dostlar, böyle hışımla nereye gidiyorsunuz?
Unutursun
Sus, sessiz ol çocuk.
Şarkı henüz bitmedi.
Kalbine, hakim ol çocuk,
Umut daha tükenmedi.
Yürü, yolları çocuk,
Yollar henüz, bitmedi.
İnan, sakin ol çocuk,
Tanrı seni terk etmedi.
Bir masal biter,
Sessizlik başlar.
Kalbini okşar,
Uyutursun, uyutursun.
Gözlerin dolar,
Avuçların terler.
Bir yalan söyler,
Avutursun, avunursun.
Yerle bir olmuş bu,
Yıkık dökük şehre.
Bir şarkı söyler,
Susturursun, susturursun.
Acıya acıya, acıta acıta,
Kendini acıya, dolaya dolaya.
Bir kalbi, kanata kanata,
Unutursun, unutursun..
Gökyüzünde batarken güneş,
Yeryüzünde sessizliğin.
Ateşe aşık yanarken sen,
Unutursun, unutursun..
Bir masalda ölürken kahraman,
Bir şehir düşerken içinde.
İzlerken gözyaşlarınla,
Unutursun, unutursun..
Bir yalan devrilirken önünde,
Maskesi düşerken mucizelerin.
Korkmadan koşarak katilinin üstüne,
Unutursun, unutursun..
Düştüğün o çukurun dibinde,
Silkinerek tozdan, topraktan.
Sanki, hiç olmamış gibi..
Unutursun, unutursun..
Bir masal biter,
Sessizlik başlar.
Kalbini okşar,
Uyutursun, uyutursun..
Gözlerin dolar,
Avuçların terler.
Bir yalan söyler,
Avutursun, avunursun..
Yerle bir olmuş bu,
Yıkık dökük şehre.
Bir şarkı söyler,
Susturursun, susturursun..
Acıya acıya, acıta acıta,
Kendini acıya, dolaya dolaya.
Bir kalbi, kanata kanata,
Unutursun, unutursun..
Unutursun, unutursun...
Unutursun, unutursun...
Sanki hiç olmamış gibi..
Unutursun, unutursun...
Sanki hiç olmamış gibi....
Cem Adrian
Bir Melek Ölürken - Cem Adrian
Sustu içimdeki
Yorgun yüzündeki
Düştü elindeki
Öldü
Bir melekti
Sen sen sen giderken
Kalbim burada kalırken
Ellerim sessiz soğuk ve suskun öyle dururken
Yalnızlık gittiğin yoldan bana geri gelirken
Gözlerimden yaş yerine sessiz harfler damlarken
Sen sen sen giderken
Ben ben ben kalırken
Ayak seslerinle bütün camlar pencereler inerken
Bir veda saçlarımdan tutup beni yerlerde sürüklerken
Yüzümde ne acı ne keder
Sana son kez bakarken
Sen sen sen giderken
Bir kalp burada kalırken
Bir şehri bir tekmeyle benim üstüme yıkarken
Bir dua dudaklarından düşüp paramparça olurken
Sen sen sen giderken
Ben ben ben kalırken
Sustu içimdeki
Yorgun yüzündeki
Düştü elindeki
Öldü
Bir melekti
Yağmur gecenin karanlığını gökten söküp atarken
Rüzgar vurup bulutlarına beyaz şimşekler çakarken
Uykusundan uyanmış çocuklar korkmuşlar ağlarlarken
İçlerinden biri neden tanrı çok mu üzgün ki derken
Göç yollarında kuşlar kaybolmuş ölürlerken
Bir deniz kıyısında bir adam hala onu sayıklarken
Gökyüzüne açılmış eller birer birer kapanırken
Sen sen sen giderken
Bir meleği öldürürken!
Veda etmeden gidilmez çocuk
Bu vedadan sayılmaz çocuk
Bir melek ölürken
Böyle sessiz durulmaz
Çocuk
Senin varlığındı kalbimin kapılarını açan, sendin anahtarı kalbimin. Ne kelimeler yeter anlatmaya, ne de kağıt kabul eder kalemden dökülenleri. Sadece yaşadığım anlardan kalan anılarım yetebilir seni anlatmaya…
Aşk yok, aşka inanmam dediğim anlarda çıktın karşıma. Önce gülüşündü seni bana çeken, sonrasında o gülüşün altındaki yaralı yüreğin…
O gün, hani seni gördüğüm ilk gün; tren istasyonunda yağmur altında saatlerce oturduğumuz ilk gün. Sözde tren beklerken onlarcası geçip gitmişti de aldırmamıştık. Yağmur bedenimi ıslatırken, her damlada bir kat daha sana aşık olduğum gün… Yaşama döndüğüm, aşkın varlığının kanıtını gördüğüm gün…
Ve sonra…. Sonu olmayan bir yaşam içinde asla gecesi olmayan bir gün gibi doğdun hayatıma. Oysa senden once “yağmurlar bile isyan ederdi akıttığım yaşlara onlar bile benim kadar ağlayamazdı”. Ya bu ben değilim, yada zaten ben bende değildim… Hayallerde yaşatılabilirdin, bir rüyada yer alabilirdin, belki de bir masal karamanı olabilirdin ama benim olamazdın...
Sen gideli iki gün oldu.. Asırlara bedel iki gün.. Ellerim ceplerimde caddelerde yürüyorum. Birlikte dinlediğimiz şarkılar kulağımda. Ya da odama kapıyorum kendimi, görmek istemiyorum senden başkasını. O kadar çok alışmışım ki sana. Senin üzerine kurulmuş tüm hayallerim. Sen gittin, ben bittim, hayallerim yok artık geleceğe dair...
Bil ki; içimde her zaman sıcacık kanayan bir yara olarak kalacaksın. Sana istediğim zaman söyleyemeyeceğim belki sevgimi ve ulaşamayacak uzattığım ellerim ellerine. Ama ne olursa olsun sana olan sevgim her an artarak yaşayacak bende.'......
İşte bitti; “Vazgeçtim Senden” ve belki de seninle birlikte kendimden…
VAZGEÇTİM SENDEN
unutmaya çalışmak ne kötü bi kaderdir,senin olan şeyleri çöpe atmak gibi...
Sadece bir şey, Belki her şey...
SEVGİ BUDUR
Delikanlı
kızı çok
seviyordu.Evleneceklerdi.
Ama
sorunları birden
artmıştı.. işte ve evde..
Asabileşmiş sevgilisini üzer olmuştu.
Hatta
ağlatmıştı bir keresinde..
Bir
gün...Mutlu bir gün..
Birbirlerine sarılmışken,
delikanlı sordu:
'Bana neden
katlanıyorsun? ..
Ama hemen
cevap verme..iyi düşün! ..
Ben aynısoruyu senin için
kendime sordum ve
cevabı buldum.
Bakalım
sen ne cevap bulacaksın? ' Kız
düşündü ve yanıt verdi:
'Seni
sevdiğim için'
Delikanlının suratı asılır
gibi oldu.
Kız
Beklenen yanıtı vermediğini hissetti.
Bakalım
doğru cevap
neydi? ..
O da sordu:
'Peki sen
bana neden katlanıyorsun? ..
'Delikanlı sımsıkı sarıldı
kıza...
'Ben sana katlanmıyorum ki! ! ! ..'
O bir...
O bir...
O bir...
Kadıköy bir tanedirrrrrrr :)))
O ada senin bu ada benim, yelkovan kuşlarının peşisıra :)
Ay Karanlık
Maviye
Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine
Rüzgarda asi,
Körsem,
Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
Ay karanlık...
İtten aç,
Yılandan çıplak,
Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille
Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N'olur gel,
Ay karanlık...
Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık...
Ahmed Arif
Ölüme Dair
Buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilâç şişesini
ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
başucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun, oturun dostlar
hoş gelip sefalar getirdiniz.
Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?
Osman oğlu Hâşim.
Ne tuhaf şey,
hani siz ölmüştünüz kardeşim.
İstanbul limanında
kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,
kömür küfesiyle beraber
ambarın dibine...
Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı
ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız
simsiyah başınızı.
Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...
Ayakta durmayın, oturun,
ben sizi ölmüş zannediyordum,
hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
hoş gelip sefalar getirdiniz...
Yayalar-köylü Yakup,
iki gözüm,
merhaba.
Siz de ölmediniz miydi?
Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp
çok sıcak bir yaz günü
yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemişsiniz?
Ya siz?
Muharrir Ahmet Cemil?
Gözümle gördüm
tabutunuzun
toprağa indiğini.
Hem galiba
tabut biraz kısaydı boyunuzdan.
Onu bırakın Ahmet Cemil,
vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,
o ilâç şişesidir
rakı şişesi değil.
Günde elli kuruşu tutabilmek için,
yapyalnız
dünyayı unutabilmek için
ne kadar çok içerdiniz...
Ben sizi ölmüş zannediyordum.
Başucumda durup el ele verdiniz,
buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz...
Bir eski Acem şairi:
«Ölüm âdildir» - diyor,-
«aynı haşmetle vurur şahı fakiri.»
Hâşim,
neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
herhangi bir şahın bir gemi ambarında
bir kömür küfesiyle öldüğünü? ...
Bir eski Acem şairi:
«Ölüm âdildir» - diyor.
Yakup,
ne güzel güldünüz, iki gözüm.
Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...
Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
Bir eski Acem şairi:
«Ölüm âdil...»
Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.
Boşuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum,
ölümün âdil olması için
hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...
Bir eski Acem şairi...
Dostlar beni bırakıp,
dostlar, böyle hışımla
nereye gidiyorsunuz?
Nazım Hikmet Ran