Ewet yalan soylememek erdemdir. Susmakta baska bir erdemdir. Susarak yalanlara gerek kalmadan ve kIrmadan anlasmakta baska bi boyutudur olayIn. Simdi bunLa ne aradIgImIn ne alakasI var dimi? ama var iste..var ve sen bunun ne kadar onemli oldugunu yada benimm ne cok onem werdigimi anlayamadIn.
Karşımıza erken çıkmış insanları yolun dışına sürerken; bir gün geri dönüp, onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyor muyuz? Hayat her zaman cömert davranmaz bize. Tersine, çoğu kez zalimdir.
Her zaman aynı fırsatları sunmaz. Toyluk zamanlarını ödetir. Hoyratça kullandığımız arkadaşlıkların, eskitmeden yıprattığımız dostlukların, savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalırız bir gün…
Bir akşamüstü yanımızda kimsecikler olmaz; ya da olması gerekenler yanımızdakiler değildir…
İkinci sur’a üflendikten (nesha-i saniyeden) sonra insanların hepsinin diriltilerek kabirlerinden kalkıp muhakeme edilmeleri için toplandıkları yer anlamına gelir. Birinci neshada (sur’a ilk üflendiğinde) Allah’ın kalmasını dilediği melekler müstesna, canlıların hepsi ölecek, yerin ve göklerin nizamı bozulacaktır. Sonra göklerin ve genişletilen yerin nizamı başka bir şekilde sağlandıktan sonra ikinci nesha esnasında (sur’a ikinci defa üfürülünce) her insan ve cinnin ruhları, diriltilen bedenleri ile birleşir. Herkes, diriltildikten sonra, “mahşer” denilen yere sevkedilir ve burada toplanır. Diriltilen mahlukatın toplandıkları “mahşer” fevkalade geniş, düz, binasız ve yapısız yepyeni bir yer olacaktır. Peygamberimiz (s.a.v.) , “Kıyamet günü insanlar, halis undan yapılmış dümdüz ekmek gibi esmere yakın beyaz bir yer üzerinde toplanacaklardır” buyurmuştur. (Buhari)
İnsanlar ve cinler, mahşerde toplandıktan sonra muhakeme olunmak için çeşitli korku ve sıkıntılar içinde uzun müddet bekletileceklerdir. Bu müddetin bin ila ellibin yıl arası olduğu söylenir. Mahşer yerinde Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) ’in yerine “Livaü’l-Hamd” sancağı verilecektir. Başta Hz. Adem olmak üzere bütün peygamberler, Resulullah (s.a.v.) ’in sancağı altında toplanacaklardır. (Tirmizi)
Büyük bir adalet mahkemesi kurularak herkese dünya da yaptığı her iş sorulacak, amel defterleri verilecek ve mizan konulacaktır. Herkes küfr ve dalaletteki veya iman ve hidayetteki rehberleriyle birlikte çağırılacaktır. Bu konuda Kur’an da şöyle buyuruluyor: “O gün insan sınıflarından her birini rehberleriyle (izinden gittiği kimselerle birlikte) çağıracağız. Artık kimin kitabı (defteri) , sağından verilirse, onlar kitablarını en küçük haksızlığa uğratılmayarak okuyacaklardır.” (el-isra, 17/71) Herkese “amel defterini oku” denilecek (el-isra, 17/14) . Her insan da amel defterinde neler yazılı olduğunu anlayacaktır. “Yüce Allah, kula bu gün şahid olarak nefsin ve şahidler olarak Kiramen Katibin melekleri kafidir, der ve sonra ağzı mühürlenir ve azaları da dünyada neler yaptıklarını anlatır” (Müslim) . “O gün onların ağızlarını mühürleriz. işleyip kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şehadet eder” (Yasin, 36/65) .
En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Ana avrat dümdüz gideceksin En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin En azından üç dil Birisi ana dilin Elin ayağın kadar senin Ana sütü gibi tatlı Ana sütü gibi bedava Nenniler, masallar, küfürler de caba Ötekiler yedi kat yabancı Her kelime arslan ağzında Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla Kök sökercesine söküp çıkartacaksın Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek Her kelimede bir kat daha artacaksın
En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Canımın içi demesini Kırmızı gülün alı var demesini Nerden ince ise ordan kopsun demesini Atın ölümü arpadan olsun demesini Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini İnsanın insanı sömürmesi Rezilliğin dik alası demesini Ne demesi be Gümbür gümbür gümbür demesini becereceksin En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Ana avrat dümdüz gideceksin En azından üç dil Çünkü sen ne tarih ne coğrafya Ne şu ne busun Oğlum Memiş Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.
Haklı olmak ne kadar önemli! Haksızlığa uğradığımızda, nasıl kabarıyor göğüs kafesimizin içinde bir şeyler; damarlarımızda nasıl bir gerilme...Gücümüz yetiyorsa, açık bir savaşım başlatmak; yetmiyorsa, kararıp içe kapanmak için gerekçe oluyor haksızlığa uğramış olmanın haklılığı. Acı bir keyif. Hep duymaz mıyız (söylemez miyiz): “her şeyi kabul edebiliyorum da, haksızlığa hiç dayanamıyorum”. Neden acaba? Neden bu kadar önemli sürekli haklı olmak? Doyuramadığımız, doyuramayacağımız onca açlığımız varken, onların arasından sıyrılıp bu kadar yukarılara nasıl çıkabiliyor haklı olma tutukusu? Bir tür bağımlılık sanki... Haklı olmaktan alınan tad öyle çok ki, başka şeyler o tadı vermiyor. Hep haklı olma peşindeyiz.
Oysa, haklı olma durumunun bir gerçekliği olduğu bile kuşkulu. Haklılık “göreceli”. Birinin kendini veya başkasını “haklı bulması” bir yargılamadan başka ne ki? Karşıt konumdaki iki kişinin de aynı anda kendini haklı görmesi sık rastlanan bir durum. Yukarıdan bakıldığında, ikisi de nasıl küçülüp önemsizleşiveriyorlar. Nasreddin Hoca haklıymış “ikiniz de haklısınız” derken...
Bir de, haklı olmak ile mutlu olmak arasında seçim yapmak zorunda kalıp, haklı olmayı seçenler var. Canlarım benim!
Dünyada bu kadar çok haklıya yer yok; ben hakkımdan vaz geçiyorum. Duyuruyorum...
Ewet yalan soylememek erdemdir. Susmakta baska bir erdemdir. Susarak yalanlara gerek kalmadan ve kIrmadan anlasmakta baska bi boyutudur olayIn.
Simdi bunLa ne aradIgImIn ne alakasI var dimi? ama var iste..var ve sen bunun ne kadar onemli oldugunu yada benimm ne cok onem werdigimi anlayamadIn.
D.A
Karşımıza erken çıkmış insanları yolun dışına sürerken; bir gün geri dönüp, onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyor muyuz? Hayat her zaman cömert davranmaz bize. Tersine, çoğu kez zalimdir.
Her zaman aynı fırsatları sunmaz. Toyluk zamanlarını ödetir. Hoyratça kullandığımız arkadaşlıkların, eskitmeden yıprattığımız dostlukların, savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalırız bir gün…
Bir akşamüstü yanımızda kimsecikler olmaz; ya da olması gerekenler yanımızdakiler değildir…
Suskunluk da bir cevaptIr, bir adIm gelmeyene kosmamak esastIr. Nokta ve soru isareti aynI anda olmaz ve ben zaten sormuyorum...
İkinci sur’a üflendikten (nesha-i saniyeden) sonra insanların hepsinin diriltilerek kabirlerinden kalkıp muhakeme edilmeleri için toplandıkları yer anlamına gelir. Birinci neshada (sur’a ilk üflendiğinde) Allah’ın kalmasını dilediği melekler müstesna, canlıların hepsi ölecek, yerin ve göklerin nizamı bozulacaktır. Sonra göklerin ve genişletilen yerin nizamı başka bir şekilde sağlandıktan sonra ikinci nesha esnasında (sur’a ikinci defa üfürülünce) her insan ve cinnin ruhları, diriltilen bedenleri ile birleşir. Herkes, diriltildikten sonra, “mahşer” denilen yere sevkedilir ve burada toplanır. Diriltilen mahlukatın toplandıkları “mahşer” fevkalade geniş, düz, binasız ve yapısız yepyeni bir yer olacaktır. Peygamberimiz (s.a.v.) , “Kıyamet günü insanlar, halis undan yapılmış dümdüz ekmek gibi esmere yakın beyaz bir yer üzerinde toplanacaklardır” buyurmuştur. (Buhari)
İnsanlar ve cinler, mahşerde toplandıktan sonra muhakeme olunmak için çeşitli korku ve sıkıntılar içinde uzun müddet bekletileceklerdir. Bu müddetin bin ila ellibin yıl arası olduğu söylenir. Mahşer yerinde Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) ’in yerine “Livaü’l-Hamd” sancağı verilecektir. Başta Hz. Adem olmak üzere bütün peygamberler, Resulullah (s.a.v.) ’in sancağı altında toplanacaklardır. (Tirmizi)
Büyük bir adalet mahkemesi kurularak herkese dünya da yaptığı her iş sorulacak, amel defterleri verilecek ve mizan konulacaktır. Herkes küfr ve dalaletteki veya iman ve hidayetteki rehberleriyle birlikte çağırılacaktır. Bu konuda Kur’an da şöyle buyuruluyor: “O gün insan sınıflarından her birini rehberleriyle (izinden gittiği kimselerle birlikte) çağıracağız. Artık kimin kitabı (defteri) , sağından verilirse, onlar kitablarını en küçük haksızlığa uğratılmayarak okuyacaklardır.” (el-isra, 17/71) Herkese “amel defterini oku” denilecek (el-isra, 17/14) . Her insan da amel defterinde neler yazılı olduğunu anlayacaktır. “Yüce Allah, kula bu gün şahid olarak nefsin ve şahidler olarak Kiramen Katibin melekleri kafidir, der ve sonra ağzı mühürlenir ve azaları da dünyada neler yaptıklarını anlatır” (Müslim) . “O gün onların ağızlarını mühürleriz. işleyip kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şehadet eder” (Yasin, 36/65) .
http://img451.imageshack.us/img451/8484/1708hv.jpg
masallah..
Varsin Eller gönül yarasi
kapanir sansin..
Kabugun altinda Sevgili,
Sen kanayansin..
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
En azından üç dil
Birisi ana dilin
Elin ayağın kadar senin
Ana sütü gibi tatlı
Ana sütü gibi bedava
Nenniler, masallar, küfürler de caba
Ötekiler yedi kat yabancı
Her kelime arslan ağzında
Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
Her kelimede bir kat daha artacaksın
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik alası demesini
Ne demesi be
Gümbür gümbür gümbür demesini becereceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Memiş
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.
Güzel Allahım, Senden ne gelecekse gelsin;
Sen ki, rahmetinle de kahrınla da güzelsin..
Necip Fazıl Kısakürek
Haklı olmak ne kadar önemli! Haksızlığa uğradığımızda, nasıl kabarıyor göğüs kafesimizin içinde bir şeyler; damarlarımızda nasıl bir gerilme...Gücümüz yetiyorsa, açık bir savaşım başlatmak; yetmiyorsa, kararıp içe kapanmak için gerekçe oluyor haksızlığa uğramış olmanın haklılığı. Acı bir keyif. Hep duymaz mıyız (söylemez miyiz): “her şeyi kabul edebiliyorum da, haksızlığa hiç dayanamıyorum”. Neden acaba? Neden bu kadar önemli sürekli haklı olmak? Doyuramadığımız, doyuramayacağımız onca açlığımız varken, onların arasından sıyrılıp bu kadar yukarılara nasıl çıkabiliyor haklı olma tutukusu? Bir tür bağımlılık sanki... Haklı olmaktan alınan tad öyle çok ki, başka şeyler o tadı vermiyor. Hep haklı olma peşindeyiz.
Oysa, haklı olma durumunun bir gerçekliği olduğu bile kuşkulu. Haklılık “göreceli”. Birinin kendini veya başkasını “haklı bulması” bir yargılamadan başka ne ki? Karşıt konumdaki iki kişinin de aynı anda kendini haklı görmesi sık rastlanan bir durum. Yukarıdan bakıldığında, ikisi de nasıl küçülüp önemsizleşiveriyorlar. Nasreddin Hoca haklıymış “ikiniz de haklısınız” derken...
Bir de, haklı olmak ile mutlu olmak arasında seçim yapmak zorunda kalıp, haklı olmayı seçenler var. Canlarım benim!
Dünyada bu kadar çok haklıya yer yok; ben hakkımdan vaz geçiyorum. Duyuruyorum...
“masumsun sen
masumsun bana göre
sarılmak istiyorken yorgun argın bedeninle
ben meşgulum savaşlarda boyalarla gözlerimde”
“ağladım boyam aktı
her gün sana yenilişte
biraz sev sakinleştir
sevdiğinim ben işte
boşver, sev, sakinleşir,
sevgilin serzenişte”