İstenen ölçüde birbiri içinde dağılmayan sıvı ve hamur şeklinde bulunan maddelerin karışımını sağlayabilmek için Emülsiyon yapıcı katkı maddeleri kullanılır.
İki tip Emulsiyon vardır:
1 – Yağ içinde su Emulsiyonu: Tereyağı
2 – Su içinde yağ Emulsiyonu: Süt
Öyle malzemeler vardır ki bunlar bir Emulsiyon’ un oluşumunu kolaylaştırırlar veya karışımı önlerler.
Emulsiyonlar istikrarsız yapılardır, bu sebeple kendiliğinden oluşmazlar. Bir emulsiyonu oluşturmak için gerekli enerji girişinin çalkalama, karıştırma, püskürtme ve homojenleştiriciler ile sağlanması gerekir.
Bunlara Emulsiyon yapıcılar veya Emulgatörler denir. Bazı gıda maddeleri Emulsiyon formlarında hazırlanır. Mesela margarin, Mayonez gibi.
Genellikle yağlı ve balmumlu, tozumsu maddelerdir. Bunlar emülsiyon’ un oluşumunu temin ederler ve emulsiyonu dayanıklı hale getirirler.
Açık anlamıyla yüzeysel aktif bağlantıları sağlarlar (nemlendiricidirler) , bunlar karışmayan iki maddeyi (yağ/su) temas yüzeyinde koyulaştırırlar ve sınırlayıcı alanın gerginliğini indirgeyerek dağılma imkanını mümkün kılar.(Emulsiyonlar Suspansiyonlar ve köpükler) bu oluşumun meydana gelmesini sağlayan sebep, aynı molekülde buluşan Lipofil (yağlı maddeler) ve Hidrofil (sulu Maddeler) gruplarıdır.
Gıda Emulgatörleri için ana maddeler nebat ve hayvan yağlarından elde edilen yağ asidi ve bunların tuzları, ayrıca gliserin ve de diğer tabii yenilir yağ asitleri ve bunların tuzları, sodyum hidratlar ve poli-oksi bileşimleridir. E322 Lesitin, E470 Mono ve digliserid ve E495 e kadar isimleri geçen katkı maddeleri homojenleştirici, stabilizatör, emülsiyon yapıcı,yani Emülgatör olarak kullanılan katkı maddeleridir. (Homojenleştiriciler, Stabilizatörler)
Emulgatörler sadece gıda sektöründe kullanılmazlar. Krem, Losyon ve deterjan gibi kozmetik ürünlerin ve ilaçların üretiminde de kullanılmaktadırlar.
Çok sayıda hammaddeler, çok değişik Emulgatör’ün imalini sağlar. Ayrıca karıştırılarak, kullanılma gayesine en uygun şekilde uygulanabilir. Günümüzün, dondurma, margarin, çikolata ekmek, pasta ve benzeri gıdaların yapımında gerekli olan kalite standardı, ancak Emülgatörlerin kullanımıyla sağlanabilmektedir.Bunlar klasik fonksiyonları yanında pek çok yiyecek maddelerinin özellikleri açısından da etkendirler.
Hayvan köken’li olanlar için dikkatli olmamız gerekir. Genellikle bu katkı maddeleri, ülkemize ithal edilmektedir. Üretici ülkelerde ise üretimde kullanılan hammaddeler domuz ve dinimizce yenmesi haram olan hayvanlardan elde edilebilmektedir. En iyisi, gerek üretici firmaların, gerek ithalatçıların bitkisel olanını ithal etmeleridir.Tüketici kardeşlerimiz de bu hususa dikkat ederek, sorgulayarak seçimlerini yapmalıdırlar.
Bilinen Uygulama Alanları:
1 – Yağlar (yemek yağları) , pasta yapımında kullanılan özel yağlar. 2 - Mayonezler. Salata sosları. Krema yağları. 3 – Etler ve etle yapılan malzemeler. Hazır çorbalar 4 – Süt ürünleri. 5 – Dondurma. 6 – Ekmek, pasta ve bisküviler. 7 – Nişastalı yiyecekler. Krem şantiler, pudingler 8 – Tatlılar. 9 – Kozmetik ve ilaç üretimi
'DOMUZ ETİNİN ZARARLARI': (Dinimizin yasakladığı husulardan birisİ de domuz etidir.Bu yasaklamanın pek çok hikmeti vardır.Biz burada sadece bir kaçına işaret edeceğiz.) ' YILDA 3 BİN TON DOMUZ YAĞININ KULLANILDIĞI ÜLKEMİZİN, TEMİZ İNSANLARININ DİKKATİNE' 1) ZEHİRLİ MADDELER: Domuz eti çok yağlıdır.Yenildiği takdirde bu yağ kana geçer.Kandaki fazla miktarda yağ atardamarların sertleşmesine,tansiyon yükselmesine ve kalp enfatüsüne sebep olur.Ayrıca domuz yağı içerisinde 'sutoksin'denilen zehirli maddeler mevcuttur.Vücuda giren bu maddelerin dışarı atılması için lenf bezlerinin çok çalışması gerekir.burum lenf düğümlerinin(nbademcik gibi) iltihaplanması ve şişmesine neden olur.Bu duruma DOMUZ HASTALIĞI da denilen 'skrofuloz a neden olur. 2) FAZLA MİKTARDA KÜKÜRT Domuz etinde bulunan anormal miktarda kükürt kıkırdak kas ve sinirlere oturarak eklemlerde iltihaplanmalara yol açar.Kireçlenme ve bel fıtığına yol açar. 3) AŞIRI BÜYÜME Domuzda büyüme hormonu çok fazladır.Domuz etiyle alınan bu anormal miktarda ki büyüme hormonu vücüdun düzensiz büyümesine neden olur.Ellerin ayakların yada kafanın anormal şekilde büyümesine yol açar. 4) DERİ HASTALIĞI Domuz eti ve yağı kullanan kişinin derisinde 'imidazol' denilen maddeler kaşıntıya yol açar.Egzama dermati, nörodermatit gibi iltihabi deri hastalıklarına zemin hazırlar. 5) TRİNŞİN Domuz etiyle insanlara geçen bu hastalık domuzlarda ağır bir hastaık yapmamasına rağmen insanlarda öldürücüdür.Bu hastalıkğın tek kaynağı domuzlardır. 6) SİROZ Ottowa Üniversitesi araştırmacıları domuz eti tüketimi ile karaciğer iltihaplanması olan siroz arasında orantılı bir artış tespit ettiler.Araştırmayı yapan Dr. Amin Nanji ve Dr.Samuel French domuz eti ile alkol tüketildiği zaman riskin dahada arttığını belirtiyor.İsviçre, Norveç ve Finlandiya gibi ülkelerde kişi başı kişi başı ortalama domuz eti tüketimi ile sirozdan ölenlerin oranları doğru orantılıdır. 7) KANSER Domuz eti ve yağı, cilt kanseri, mide kanseri, bağırsak kanseri, lenf kanseri gibi kanser çeşitlerine yakalanma riskini arttırmaktadır.Ayrıca taşıdığı aşırı büyüme hormonu nedeniyle kanserin gelişmesine zemin hazırlamaktadır. 8) OBEZİTE Yapılan araştırmalarda vücudun metabolizmasının dengesizliği ile oluşan bir tür hastalık olan obeziteye yakalanma riskinin domuz eti kullanımı ile doğru orantılı olduğu belirtilmekte.İşte bu nedenle özellikle hristiyan ülkelerde obezite çok yaygındır. 9) HAYA DUYGUSUNU AZALTMASI Yapılan araştırmalardadomuz etinin barındırdığı bir tür maddenin insanlardaki kıskanma ve haya duygusunu azalttığı kanıtlanmıştır.Bu durum toplum içinde fuhuşun ve ahlaksızlığın artmasına cinsel sapkınlıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.Özellikle ülkemiz için önemli olan Türk aile yapısı bu nedenle bir tehdit altındadır.Çünkü eşini kıskanmayan tek varlık domuzdur.Yani bir domuz aynı zamanlarda birçok domuzla birliklte olur.
Cep telefonlarının en yakın olduğu bölge başımız, dolayısıyla beynimiz. Bu da beynin, gönderilen elektromanyetik dalgaları emmesine yolaçıyor. Oysa beynin kendi içinde zaten dört ayrı elektromanyetik alan haritası var. Bunlar birbirleriyle içiçe geçmiş biçimde çalışıyor ve sinyalleri aktarıyorlar. Yani karmaşık bir düzen söz konusu.
Buna dışarıdan bir başka alan eklendiğinde, sinyaller gerçekten karmaşık bir hal alıyor. Dolayısıyla beyin, vücuda yanlış sinyaller gönderebiliyor. Dahası bu dalgalar, beyinde hücreleri çevreleyen bazı dokuları da olumsuz etkiliyorlar.
Sonuç, sinir sistemiyle ilgili hastalıklarda artış, hafıza zayıflaması, neurodejeneretif hastalıklar (beyinde dejenerasyon) ve hatta alzheimer olabiliyor.
Kulak
Cep telefonlarından etkilenen bir diğer bölge de kulak. Henüz kanıtlanmamış olmakla beraber, kulakta duyu bozukluklarının ileride yaşanabileceği varsayılıyor.
Manyetik alanlar, bir takım sesleri duymamamıza veya kalıcı çınlamalara yolaçabiliyor. Zira manyetik alan da bir gürültüdür. Bu da sinir sistemini olumsuz etkiliyor.
Gözler
Daha önce yapılan çalışmalarda, yüksek orandaki elektromanyetik dalgaların, görme bozuklukları yapabileceği ortaya konmuştu. Aynı durum, birikme etkisi sonucunda da ortaya çıkabiliyor.
Göğüsler
World Health Organization/Dünya Sağlık Örgütü'nün yaptırdığı bir çalışmaya göre, cep telefonlarının yaydığı elektromanyetik dalgalar, melatonin hormonunu sıkıştırıyor. Bu hormonun bloke olması da bazı göğüs kanseri tiplerinin üremisine neden olabiliyor.
Kalp
Cep telefonları, kalbin ritmini hızlandırabiliyor. Özellikle kalp pili veya yapay kalp kapakçığı kullananlarda büyük tehlike yaratabiliyor. Kalbin kasılıp kalmasına yolaçıyor.
Cinsel Organlar
Yüksek frekanstaki elektromanyetik dalgaların, testisleri etkilediği biliniyor. Bunu, yapılan bütün çalışmalar kanıtlamış durumda. Bu durumda, cep telefonunu gereğinden fazla kullanan erkeklerin, ileride iktidarsızlık gibi bir sorun yaşayabilme olasılığı var.
Termoregülatör Sistem
Elektromanyetik dalgalar, vücudun termaregülatör yani ısı sistemini de etkiliyor. Bu durumda vücut ısısı ya durup dururken düşüyor ve titremeler görülüyor veya artıyor ve yüksek ateş ortaya çıkıyor. Tübitak'ın yaptığı bazı araştırmalar da bu yönde.
Yetkililer şöyle diyor: 'Fizik tedavi araçlarından biri ısıtma tedavisidir. Elektromanyetik dalgaların dokunun üzerinde ısı etkisi yarattığını burada gözlemleyebilirsiniz. Öyleyse bu dalgaların dokunun üzerinde bir ısınma etkisi yarattığı kesin. Yalnız cep telefonlarında bu kontrollü değil'.
Psikomotor Sistem
Yani kas/sinir ileti sistemi de cep telefonlarının yaydığı elektromanyetik dalgaların kurbanı olabiliyor. Kasların, beynin verdiği emri yerine getirebilmesi, sinirlerin bir uçtan diğer uca yolladığı sinyaller sayesinde oluyor.
Sinirlerin bir ucunun artı, diğer ucunun da eksi olduğunu düşünün. Bu mesajlara, dışarıdan müdahele, sürekli artı veya sürekli eksi mesaj gitmesine yolaçabiliyor. Bu da kontrol ve ileti bozuklukları demek.
Hücreler
Tüm hücrelerin, içiyle dışı arasında bir potansiyel farkı var. Yani hücrenin içine sodyum-potasyumun giriş çıkışı, belli orantıda gerçekleşiyor. Manyetik alan, bunların bazılarını değiştiriyor. Bir takım hücreler hiç etkilenmezken, bazıları biraz, bazıları da çok etkilenip ters çalışmaya başlıyor. Bu ters çalışmanın da olması gerek ama, bazıları gereğinden fazla gerçekleşiyor.
İlaç İletimi
Manyetik dalgalar, vücuttaki iyonları da etkiliyor. Bu da alınan ilaçların, gerekli yerlere daha yavaş ulaşmasına veya hiç ulaşmamasına yolaçıyor.
Özetle, insan vücudu entropi kanunlarına uyuyor. Yani, insanın içi, daima bir karmaşa içindedir. Bu dengeli ve kendi içinde düzeni olan bir karmaşa. Bu kimyasal kaos içinde olduğumuzdan, yaşamımıza devam ediyoruz. Ölünce bu kimyasal reaksiyonlar düz bir hale geliyor. Cep telefonu kullanmak, bu kaosun içine, dışarıdan bir fiziksel enerji sokmak demek. Bu durumda da enerjiyi koyduğunuz yerde bir takım etkiler söz konusu oluyor.
Domuz etinde insana zararlı parazitlerin bulunduğunu, bu eti yemenin damar sertliği, karaciğer kalp yetmezliğine zemin hazırladığını ifade eden Başkanlık, domuz etinin cinsiyet hayatını düzenleyen hormonlar üzerinde olumsuz etki yaptığını da bildirdi.
Diyanet İşleri Başkanlığı, domuz etinin cinsiyet hayatını düzenleyen hormonlar üzerinde olumsuz etki yaptığını belirtti.
Diyanet İşleri Başkanlığı, 'Diyanet' takviminde domuz etinin niçin haram kılındığını insan sağlığına ilişkin bazı verilere dayanarak anlattı. İslam dininin insanları maddi-manevi bir çok zarar ve kötülükten korumak için kurallar koyduğunu ifade eden Başkanlık, 'zararlı, kötü ve pis şeylerin' yasaklandığını, 'temiz ve faydalı olanların' ise helal kılındığını belirtti. Diyanet, İslamiyet'in beslenme konusunda da bazı temel prensipler belirlediğini, bu prensipler gereğince domuz etinin yasaklandığını kaydetti. İslam bilginlerice domuz etinin yasaklanışıyla ilgili olarak çeşitli gerekçeler ileri sürüldüğüne işaret eden Diyanet, şu bilgilere yer verdi: 'İslam bilginlerince domuzun, laşe, fare ve kendi pisliği dahil bir çok şeyi yemesi sebebiyle etinde insan sağlığına zararlı parazitler bulunduğu, domuz eti yiyenlerde trişinöz, domuz şeridi, yılancığı, domuz vebası, salmonallazlar gibi tehli bir çok hastalığın oluştuğu çok yağlı olan domuz etinin cinsiyet hayatını düzenleyen hormonlar üzerinde olumsuz etkiler yaptığı, bol miktarda kollestrol ihtiva ettiği, damar sertliği, karaciğer ve kalp yetmezliklerine zemin hazırladığı ifade edilmektedir.'
Domuz etinin Müslümanlara haram kılınmasının gerekçelerini sadece bunlara bağlamanın doğru olmayacağını ifade eden Başkanlık, bu gerekçeler ortadan kaldırılsa da İslam'da domuz eti hükmünün değişmeyeceğini bildirdi. Başkanlık, 'Çünkü yüce Allah'ın emir ve yasaklarında bilebildiğimiz ve bilemediğimiz bir çok sebep ve hikmet mevcuttur. Biz yüce Allah'ın emir ve yasaklarını yalnızca onun emri ve yasağı olduğu için yerine getiririz' ifadelerini kullandı.
Domuz eti yenmesinin sağlığa zararlı pek çok yönü bulunmaktadır. Bu zararlar geçmiş dönemlerde olduğu gibi, alınan her türlü tedbire rağmen günümüzde de söz konusudur. Herşeyden evvel domuz, her ne kadar çiftliklerde, bakımlı ortamlarda yetiştirilirse yetiştirilsin, kendi pisliğini yiyen bir hayvandır. Gerek pislikle beslenmesi gerekse biyolojik yapısı nedeniyle domuzun bünyesi diğer hayvanlara oranla çok fazla miktarlarda antikor üretir. Yine domuzun vücudunda diğer hayvanlara ve insana oranla çok yüksek dozda büyüme hormonu üretilir. Doğal olarak bu yüksek dozdaki antikorlar ve büyüme hormonu, dolaşım yoluyla domuzun kas dokusuna da geçerek birikir. Bunun yanı sıra domuz eti çok yüksek oranlarda kolesterol ve lipid içerir. Bunların sonucunda tüm bu aşırı düzeydeki antikorlar, hormonlar, kolesterol ve lipidlerle yüklü olan domuz etinin insan sağlığı açısından önemli bir tehdit olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Bugün domuz etinin yoğun olarak tüketildiği ABD, Almanya gibi ülkelerin nüfuslarının önemli bir bölümünü oluşturan normalin çok ötesinde şişman kimselerin varlığı, artık alışılmış bir durum olmuştur. Domuz etine dayalı bir beslenme sonucunda, aşırı büyüme hormonuna maruz kalan insan bünyesi, önce çok fazla kilo toplamakta, sonra da vücut deformasyona -şekil bozukluklarına- uğramaktadır.
Bunların dışında, domuz etindeki sağlığa zararlı maddelerden biri de “trişin” parazitidir. İnsan vücuduna girdiğinde doğrudan kalp kaslarına yerleşerek ölümcül tehlike oluşturan trişin parazitine domuz etinde sıklıkla rastlanmaktadır. Günümüz teknolojisiyle trişinli domuzları teknik olarak tespit etmek mümkünse de önceki asırlarda böyle bir yöntem bilinmiyordu. Bu nedenle, domuz eti yiyen herkes için trişin parazitini kapma ve ölümle karşı karşıya kalma riski vardı.
Görüldüğü gibi tüm bu sebepler, Rabbimiz'in domuz etini yasaklanmasının hikmetlerinden bir kısmıdır. Ayrıca Rabbimiz'in bu emri, her koşulda sağlığa zararlı etkilerini sürdüren, denetimsiz üretiminde ise ölümcül bile olabilen domuz etinin yenmesine karşı tam bir korumadır.
20. yüzyıla kadar domuz etinin insan sağlığını doğrudan tehdit eden zararları olduğundan haberdar olmak mümkün değildi. Bugünkü tıbbi cihazlarla, biyolojik testlerle somut biçimde ortaya konmuş bu zarara karşı, daha kimsenin mikrop, bakteri, trişin, hormon, antikor gibi kavramlardan haberi olmadığı 14. yüzyılda indirilen Kuran'da kesin önlem alınması da, Kuran'ın üstün ilim sahibi Rabbimiz'in vahyi olduğunu gösteren mucizelerdendir. Bugün de domuz üretiminde alınan her türlü önlem ve denetime rağmen, domuz etinin fizyolojik olarak insan vücuduna uygun bir besin türü olmadığı, insan sağlığına kesin zararı olan bir et çeşidi olduğu gerçeği değişmemiştir.
Bu muhtemelen kanser üzerine okuyacaginiz en önemli makaledir. Çalışmasına devam eden ve bunu genişleten Johanna Budwig ile bir görüşme yaptım. Ofisime döndüm ve sonunda, ne olup bittiğini tam olarak anladım ve bunu size aktarıyorum.
Önce, bir kanser hücresinin metabolizmasini tanımladığı için, Otto Warburg tıp dalında 1931 Nobel Ödülünü kazandi. O, hücrenin aniden anaerobic(oksijensiz) olduğunu ve sadece fermentasyon olarak tanımlanabilecek bir formda metabolize etmek için büyük miktarlarda glukoza (seker) gereksinim duyduğunu belirtti:
“Kanserin başlıca nedeni beden hücrelerinin normal oksijen solunumunun, anaerobic hücre solunumu ile yerdeğiştirmesidir” - Otto Warburg
Hücre, glukozu (seker; kanser sekeri sever) alır ve laktik asit salgılar, laktik asit asidik bir çevre meydana getirir.. Kanser beslenmesi için asidik bir çevreye gereksinim duyar ve bunun tersine dengeli alkali bir çevrede ise yasayamaz.
Dr. Garnett Poly – MVA için araştırmasında keşfettiği gibi, kanser ile ilgili elektriksel bir bağlantı vardır.
Çin tıbbı, yüzyıllardır (4 – 6 bin yıldır) yaşam gücünü enerji olarak tanımladı. Çinliler meridyen sisteminin haritasını çıkardı, meridyen sistemi 1994’te geleneksel tıp tarafından yeniden haritalandı (en küçük elektrik miktarını ölçen yüksek – teknolojili alet kullanarak) . Bu meridyenler boyunca bizim yaşam gücümüz yolculuk yapar: Çinlilere göre Chi (Ki) , biz bunu enerji olarak adlandırabiliriz.
1968’de canlı hücrelerin ışık ürettiği keşfedildi. Işığın miktarı hücrenin sağlığını tayin eder. Işık ne kadar parlak olursa, hücre o kadar sağlıklı olur. Ilginç, değil mi?
Ellili yillarda, Johanna Budwig kanser denklemine ekleme yapti. O, normal, sağlıklı hücrelerde “elektriksel olarak pozitif olan çekirdek ve yüksek derecede doymamış yağ asidiyle elektriksel olarak negatif olan hücre zarı arasinda bir iki kutupluluk (dipolarite) buluyoruz” dedi.
O, “Elektronların oksijene büyük ilgisi var, oksijeni seviyorlar. Elektronlar oksijeni çekiyor ve nefes alıp vermemizi canlandırıyorlar.” diye devam ediyor. “Nefes alma” ile, Budwig her canlı hücrede yaşamın nefesinden sözediyor.
Şimdi, sağlıklı bir hücrenin resmine sahibiz, normal bir tarzda büyüyen, gelişen ve kendi kopyasını yapan bir hücre. Sonra Budwig, öncelikle hücre zarındaki değişimleri tanımlayarak kanserin oluşumunu tanımlamaya devam ediyor.
Hücre zarı lipidler veya yağlardan oluşur. Budwig’in sözünü ettiği yüksek derecede doymamış yağ asidi omega – 3 yağ asitleri olarak adlandırılır. Bunlar “balık yağları” ile ilgilidir, geleneksel tıp bile bunu tavsiye eder. Amerika’da bir dizi balık yağı satmayan bir eczane bulamazsınız. Bu yağlar ayrıca başka gidalarda da bulunur, ama en çok ketende (keten tohumu) bulunur.
Bir hücre duvarındaki başka bir lipid de kolesteroldur. Ve siz bunun korkunç bir şey olduğunu düşünürsünüz. Hücrelerinizin her birindeki kolesterol hücre duvarı içinde “hidrofobik” bir bağ oluşturur. Hidrofobik “sudan korkan” anlamına gelir. Bu, hücrelerimizin bu fonksiyonunu tanımlamak için hoş bir yoldur, ancak yaşamlarımızda bu, basitçe bir yağmurda erimememizin veya duş aldığımızda çözülmememizin nedenini belirtir. Hücrelerimiz suya direnç gösterir. bu direnç olmasaydı, suda – çözünür olurduk ve bir yağmurda çözünürdük.
Bu ülkede diyetlerimiz bu yüksek derecede doymamış yağ asitlerinden yoksundur ve trans yağlar (veya kismen hidrojene edilmiş yağlar) olarak bilinen insan yapımı yağları aşırı miktarda içerir. Bu yağlar (hidrojene yağlar) kolesterole çok benzer ve bedenlerimiz farkı anlayamaz. Bu yağlar hücre duvarlarımıza girer ve elektrik yükünü bozar. Elektrik yükü olmayınca, hücrelerimiz boğulmaya başlar. Oksijen olmayınca, hücrenin bunun yerine koyabileceği tek yol anaerobic olarak solunum yapmaktir.(Bunlar ayrıca çok dayanıklı yağlardır ve 20 – yıllık raf ömürleri vardir. Bunlar hücresel değişim işlemini engeller veya besinleri içeri almayı ve atıkları dışarı atmayı önler. Trans yağlar ayrıca Tip II diabetlerden sorumludur, çünkü insulin çok büyük bir moleküldür, kolesterol olmayan ve insan yapımı yağlarla oluşturulan hücre duvarından geçmesi çok uzun sürer.)
Neler olduğunu görüyor musunuz?
Bir dakika diyetlerimize bakalım. Bir naturopat ile markete gittim, yanında çok küçük elektrik miktarlarını ölçen bir alet vardı. Bu alet o kadar hassastı ki, gitmeden önce meridyenlerimdeki ve akupunktur noktalarındaki yükleri ölçtü.
Markette, çesitli gıdaların içindeki enerjiyi ölçtü. Evet, her şeyin enerjisi var ve daha iyi bir gıdanın daha fazla enerjisi vardır. O bana organik sebzelerin geleneksel olarak üretilmiş sebzelerden daha fazla enerjiye sahip olduğunu gösterdi. Dışarı çıktığımızda, aldığımız birkaç kutulanmis sebzeyi açtı. Taze fasulye ve domatesin (ikisi de kutulanmış) kuşkonmaz ve kutulanmış meyvelerden daha fazla enerjisi vardı. O, domates ve taze fasulyenin kutulanmış olarak alınabilecek tek sebzeler olduğunu söyledi.
Yaşam elektrikseldir. Doğulu hekimlere göre, hastalık enerji akışındaki blokaj veya bozulma ile başlar. Bu ülkede, hastalık belirtilerle başlar. Enerji akışındaki blokaj veya bozulma, belirtilerden 7 veya 8 adım öncedir. Böylece, tahmin edebileceğiniz gibi, Dogu’da koruyucu hekimlik uygulanır ve burada, batıda geleneksel tıp uygulanır.
Küçük kanser hücremize ve Dr. Budwig’e geri dönersek: O, bir hücrenin elektriksel yükünü kaybetmesinin bir çok nedeni olduğunu, ama fıstık yağının (peanut butter) kanserli hücrenin çok genel bir nedeni olduğunu belirtiyor. Buna inanabilir misiniz? Fıstık yağı gibi basit bir şey kansere neden oluyor? Çoğu fıstık yağları hidrojene edilmiştir. Neden? Ayrılmasını (ayrışmasını) önlemek için. Doğal fıstık yağlarınıza gidip bir bakın. Çoğu buzdolabında tutulur, çünkü bu ayrışmayı önlemek için onların uyguladığı bir şeydir.
Budwig ayrıca, kemoterapi nedeniyle oluşan ikincil/paralel (collateral) hasarları tanımlayarak devam ediyor. O, kemoterapinin de sağlıklı hücrelerde bu enerji kaybına neden olduğunu söylüyor; kemoterapi ve radyasyon sağlıklı hücrelerdeki normal enerji akışını tahrip ederek, onları kanserli olmaya hazır hale getiriyor. Budwig, daha sağlıklı hücrelerin iyileşmesi üzerine odaklanacaklarına, kanser hücrelerini çoğalttıkları için kanser endüstrisine karşı çıktı. Başka bir deyişle, sağlıklı hücreleri koruyun, özen gösterin ve kanser kendi kendini iyileştirir diyordu.
Bu kemotoksik ilaçları araştıran ve ürettiren Kanser Araştırmaları Merkez Komitesi, onların endüstrisini yaralayan bu kadının etrafta dolaşıp bu beyanatları vermesinden hoşlanmadı ve yalanlar söylediği, iftira attığı ve bu olaganüstü ilaçlari yapan bu mükemmel insanlari incittiği için Budwig’e karşı dava açtılar. Mahkemede, yargıç, her iki tarafın ifadelerini inceledikten sonra, kanser araştırıcılarını bir kenara çekti ve onlara bu kadının üzerine gitmemelerini söyledi. Mahkeme, yönetici yargıcın sözlerini kaydetti: “Doktor Budwig’in dökümanları ve raporları kesindir. Bilimsel dünyada bir skandal olacakır, çünkü halk kesinlikle Doktor Budwig’i destekleyecektir.”
Bunun önemini anlıyor musunuz? Bu kadın kanseri iyileştirmek için dökümante edilmiş bir yönteme sahipti ve tibbi topluluk buna sahip değildi. Onlar kanser hücrelerini öldüreceklerdi, ama onu tedavi edemeyeceklerdi. Budwig sadece diyet ile kanserin iyileştirilebileceğini bildiriyordu.
Üzücü gerçek şu ki, bilim kanser/yağ bağlantısını yıllardır biliyordu. Budwig’in araştırmasından yıllar önce, onlar yağda bir şeyler olduğunu biliyordu. Onun ilk çalışmasından yıllar sonra, çok yağ içeren diyetin kansere götürebileceğini artık biliyoruz. Ayrica, Akdeniz diyetinin % 60 yağ içerdiğini biliyoruz, ancak onlarda çok az kanserli oranı olduğu da biliniyor.. Buradan, tüm yağların aynı durumda olmadığını öğrenmiş oluyoruz. Çünki Akdeniz diyeti zeytinyağı ağırlıklıdır.
Ve şimdi, omega – 3 yağ asitleri olarak tanınan yüksek derecede doymamış yağ asitlerini biliyoruz. Bunlar ayrıca Temel Yağ Asitleri (EFAs - Essential Fatty Acids) olarak adlandırılır. Bunlar temel olarak adlandırılır, isteğe bağlı oldukları için değil, bunlar isteğe bağlı/seçmeli değildir. Bunlar sağlık için zorunludur, çünkü beden bunları kendisi yapamaz.
Zamanın başlangıcından beri bunlar sağlık için zorunlu olsa da, ancak son zamanlarda, Omega 3 yağ asitlerinin insan sağlığı için önemi tartışılmaktadır. (Çeviri; Saffet)
1 bardak organic(kimyasal katkı bulunmayan) ev peyniri(az yağlı, çok sert olmayan, en iyisi evde kendinizin yaptığı) veya ev yoğurdu 2-5 çorba kaşığı keten tohumu yağı 1-3 çorba kaşığı taze öğütülmüş keten tohumu Kitleyi yumuşatmak için yeteri miktar su Küçük bir arnavut biberi
İsteğe bağlı: Az bir miktar sarmısak Az bir miktar kırmızı biber
Bu karışımı blendırda çok yumuşak oluncaya kadar karıştırın
Hergün isteğinize uygun bir miktarı yemeye devam edin.
Keten tohumu yağı(Bezir yağı) diyetini ilk defa gündeme getiren Dr. Johanna Budwig bir Alman biyokimyacı ve katı ve sıvı yağlar üzerinde uzmandır. Uluslar arası pekçok kanser araştırmacısı Dr. Budwig’in önerdiği diyeti olumlu karşılamıştır. Bunlardan biri olan Dr Dan C. Roehm şöyle iddia etmiştir.”bu diyet, diğer diyetlerden kat kat üstün ve anti kanser diyeti olarak çok başarılıdır.”
Budwig’in düşüncesine göre; diyet hem durdurucu(önleyici) , hem de tedavi edici olmalıdır. Kanser oluşumunu teşvik eden ve diğer pekçok kronik hastalıklara neden olan Oksidas oluşumunun sorumlusu ise linolik asidin yokluğudur.
Faydalı oksidas fermentleri etleri korumak için kullanılan nitratlar ile ve gıdalardaki yağların yüksek sıcaklıkta ısıtılmaları veya kaynatılmaları ile yok edilmektedir.
Teori şöyledir: Organizmadaki oksijenin kullanımı, yağları suda eriyebilir yapan ve peynirde, cevizde, soğanda, prasada, sarmısakta ve bilhassa ev peynirinde mevcut olan sülfirik içeriğinin protein bileşenleri tarafından uyarılabilir.
Hücre solunumunun fermentleri yüksek derecede doymamış yağ asitleri ile yakından ilişkilidir. Burada söz konusu olan yağlar yüksek linolik asit içeren rafine edilmemiş ve soğuk pres edilmiş yağlardır. Bu yağların dışındaki yağların tüketilmesi ise faydadan çok zarar verir.
En iyi kombinasyon, ev peyniri ve keten tohumu yağıdır. Keten tohumu taze ürün olmalıdır. Hurma, incir, armut, elma ve üzüm gibi doğal şeker içeren karbonhidratlar da diyetin içindedir. Bal da faydalıdır. Sentetik Avitamin preparasyonlarının çoğu kötüdür. Çünki oksidasyon ürünleri içerirler, fakat havuçtan oluşturulan provitamin karoten tüketilebilir. B Vitaminin, yayık ayranı, yoğurt ve doğal maya ile alınması faydalıdır.
Önerilen diyet her çeşit kronik hastalıklar için bilhassa kalp hastalıkları, sinir bozuklukları, mavsal iltihapları ve habis urlar için ilaç olarak gösteriliyor. İşitme ve görme bozukluklarını iyileştiriyor. Çocuk ve bebekler için ideal bir besleyicidir. Bu diyetin laktik asit fermentleri ile desteklenmesi ile etkinliğinin arttırılabileceği ifade edilebilir.
Bu diyette yasak olan gıdalar:
1-Şeker mutlak olarak yasaktır. Taze sıkılmış diğer sebze/meyve sularını tatlandırmak için üzüm suyu eklenebilir. 2-Diğer yasaklar: Tüm hayvani yağlar Tüm salata yağları(piyasadaki mayonezler) Kimyasal katkılı ve hormonlu bütün etler Tereyağlar Margarinler Koruyucu katkı maddeli etler(koruyucular keten tohumu yağının metabolize olmasını bloke eder)
Faydalı uygulamalar:
1- Havuç, kereviz, elma ve kırmızı pancar gibi sebzelerin taze sıkılmış suları
2- Günde 3 defa nane, kuşburnu veya üzüm çayı isteğe bağlı olarak balla tatlandırılabilir. Bir bardak çay öğlenden evvel içilebilir.
GÜNLÜK PLAN
Kahvaltıdan önce- Bir bardak tatlı yoğurt veya lahana suyu alınır.
Kahvaltı- 2çorba kaşığı keten tohumu yağı ve balla kaplanmış mısır gevreği ve mevsimine göre kiraz, çilek, kayısı, şeftali ve rendelenmiş elma gibi yaş meyve. Hergün çeşni değiştirilebilir. Kabuklu kuru yemişler ve özellikle yer fıstığı yenmeyecek.Bitki çayları veya siyah çay.
Sabah çayı(saat10) - Bir bardak taze havoc suyu, elma, kereviz veya pancar-elma suyu alınır.
Öğle- Yoğurtlu çiğ salata-Keten tohumu yağlı mayonez. Yeşil salatalara ilave olarak rendelenmiş şalgam, havoc, yer lahanası, turp, lahana veya karnabahar. Ayrıca maydanoz eklenebilir.
Öğleden Sonra-(saat 16) küçük bir bardak taze sıkılmış meyve suyu ile birlikte 1-2 çorba kaşığı bal ve keten tohumu karışımı.
Zeytin, sıcak ülkelerde yetişen, uzun ömürlü olan bir ağacın meyvesidir. Gıda değeri yüksektir. Taze iken yeşil renkli olup sonradan kahverengi veya siyaha dönüşen, yağlı bir meyvedir. Zeytin, Cenâb-ı Hakk'ın, Kurân-ı Kerîm'inde de birkaç yerde zikrettiği, esrârına yemin ettiği ve mübârek bir meyvedir. Hadîs-i şeriflerde de zikredilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de meâlen; 'Ve bir ağaç da inşâ ettik (yarattık) ki, Tûr-i Sinâ'dan çıkar, yiyecekler için yağ ile ve bir katık ile biter.' (Mü'minûn Sûresi, âyet 20) buyuruldu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) , 'Zeytinyağını ekmeğe katık ediniz ve onunla yağlanınız. Zirâ o, mübârek bir ağaçtandır.' buyurdular. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) 'in, zâtülcenp (akciğer zarı iltihabı) hastalığının tedâvisi için zeytinyağını tavsiye etmiştir. Zeytinyağı; hem gıda, hem ilaç ve hem de aydınlatmada kullanılmıştır. Tedâvi için ağızdan alınır veya merhem gibi hâricen kullanılır. Zeytinyağı; vücuttaki sertliklere sürülüp ovulursa faydalıdır. (Çiğ olarak alındığı zaman) Basur hastalığı için gayet faydalıdır. Karın ağrılarını dindirir ve karnı yumuşatır, bağırsak kurtlarını düşürür. Katı ve sıvı yağlar arasında hazmı en kolay olan bu yağ, kalp ve damar hastalıklarına iyi gelir. Midenin ülsere karşı korunması, kemiklerin güçlenmesi, hücrelerin yenilenmesi gibi birçok fâidesi vardır. İhtivâ ettiği 'tanen' maddesi sebebiyle, mikrop öldürücü olduğundan, basit yaraların ve hafif yanıkların tedâvisinde kullanılır. İçinde bulunan E vitamini, insan vücudunu yaşlanmaya karşı korumaktadır. Bütün bu fâidelerinden dolayı, 'Zeytinyağı fakirlerin tedâvi oldukları ilaçtır' denilmiştir.
miğde rahatsızlığı için dikkat:Midesi yaralı olan kardeşlerim Buğday suyunu kullansınlar.
İLACI: 1 nci Tertib: Limon suyuna biraz şeker katılarak her sabah aç karna bir çay bardağı içilir. 2 nci Tertib: Buğday kaynatılarak suyundan hergün yatmadan önce bir çay bardağı içilir. 3 ncü tertib: Yemekten sonra Bir tane Ekşi nar kabuğu ile birlikte sıkılarak suyu içilir.
Emulgatörler
İstenen ölçüde birbiri içinde dağılmayan sıvı ve hamur şeklinde bulunan maddelerin karışımını sağlayabilmek için Emülsiyon yapıcı katkı maddeleri kullanılır.
İki tip Emulsiyon vardır:
1 – Yağ içinde su Emulsiyonu: Tereyağı
2 – Su içinde yağ Emulsiyonu: Süt
Öyle malzemeler vardır ki bunlar bir Emulsiyon’ un oluşumunu kolaylaştırırlar veya karışımı önlerler.
Emulsiyonlar istikrarsız yapılardır, bu sebeple kendiliğinden oluşmazlar. Bir emulsiyonu oluşturmak için gerekli enerji girişinin çalkalama, karıştırma, püskürtme ve homojenleştiriciler ile sağlanması gerekir.
Bunlara Emulsiyon yapıcılar veya Emulgatörler denir. Bazı gıda maddeleri Emulsiyon formlarında hazırlanır. Mesela margarin, Mayonez gibi.
Genellikle yağlı ve balmumlu, tozumsu maddelerdir. Bunlar emülsiyon’ un oluşumunu temin ederler ve emulsiyonu dayanıklı hale getirirler.
Açık anlamıyla yüzeysel aktif bağlantıları sağlarlar (nemlendiricidirler) , bunlar karışmayan iki maddeyi (yağ/su) temas yüzeyinde koyulaştırırlar ve sınırlayıcı alanın gerginliğini indirgeyerek dağılma imkanını mümkün kılar.(Emulsiyonlar Suspansiyonlar ve köpükler) bu oluşumun meydana gelmesini sağlayan sebep, aynı molekülde buluşan Lipofil (yağlı maddeler) ve Hidrofil (sulu Maddeler) gruplarıdır.
Gıda Emulgatörleri için ana maddeler nebat ve hayvan yağlarından elde edilen yağ asidi ve bunların tuzları, ayrıca gliserin ve de diğer tabii yenilir yağ asitleri ve bunların tuzları, sodyum hidratlar ve poli-oksi bileşimleridir. E322 Lesitin, E470 Mono ve digliserid ve E495 e kadar isimleri geçen katkı maddeleri homojenleştirici, stabilizatör, emülsiyon yapıcı,yani Emülgatör olarak kullanılan katkı maddeleridir. (Homojenleştiriciler, Stabilizatörler)
Emulgatörler sadece gıda sektöründe kullanılmazlar. Krem, Losyon ve deterjan gibi kozmetik ürünlerin ve ilaçların üretiminde de kullanılmaktadırlar.
Çok sayıda hammaddeler, çok değişik Emulgatör’ün imalini sağlar. Ayrıca karıştırılarak, kullanılma gayesine en uygun şekilde uygulanabilir. Günümüzün, dondurma, margarin, çikolata ekmek, pasta ve benzeri gıdaların yapımında gerekli olan kalite standardı, ancak Emülgatörlerin kullanımıyla sağlanabilmektedir.Bunlar klasik fonksiyonları yanında pek çok yiyecek maddelerinin özellikleri açısından da etkendirler.
Hayvan köken’li olanlar için dikkatli olmamız gerekir. Genellikle bu katkı maddeleri, ülkemize ithal edilmektedir. Üretici ülkelerde ise üretimde kullanılan hammaddeler domuz ve dinimizce yenmesi haram olan hayvanlardan elde edilebilmektedir. En iyisi, gerek üretici firmaların, gerek ithalatçıların bitkisel olanını ithal etmeleridir.Tüketici kardeşlerimiz de bu hususa dikkat ederek, sorgulayarak seçimlerini yapmalıdırlar.
Bilinen Uygulama Alanları:
1 – Yağlar (yemek yağları) , pasta yapımında kullanılan özel yağlar.
2 - Mayonezler. Salata sosları. Krema yağları.
3 – Etler ve etle yapılan malzemeler. Hazır çorbalar
4 – Süt ürünleri.
5 – Dondurma.
6 – Ekmek, pasta ve bisküviler.
7 – Nişastalı yiyecekler. Krem şantiler, pudingler
8 – Tatlılar.
9 – Kozmetik ve ilaç üretimi
bu çay sürekli kanundan kaçar.yakalandığında demlenir içilir.
'DOMUZ ETİNİN ZARARLARI':
(Dinimizin yasakladığı husulardan birisİ de domuz etidir.Bu yasaklamanın pek çok hikmeti vardır.Biz burada sadece bir kaçına işaret edeceğiz.)
' YILDA 3 BİN TON DOMUZ YAĞININ KULLANILDIĞI ÜLKEMİZİN, TEMİZ İNSANLARININ DİKKATİNE'
1) ZEHİRLİ MADDELER:
Domuz eti çok yağlıdır.Yenildiği takdirde bu yağ kana geçer.Kandaki fazla miktarda yağ atardamarların sertleşmesine,tansiyon yükselmesine ve kalp enfatüsüne sebep olur.Ayrıca domuz yağı içerisinde 'sutoksin'denilen zehirli maddeler mevcuttur.Vücuda giren bu maddelerin dışarı atılması için lenf bezlerinin çok çalışması gerekir.burum lenf düğümlerinin(nbademcik gibi) iltihaplanması ve şişmesine neden olur.Bu duruma DOMUZ HASTALIĞI da denilen 'skrofuloz a neden olur.
2) FAZLA MİKTARDA KÜKÜRT
Domuz etinde bulunan anormal miktarda kükürt kıkırdak kas ve sinirlere oturarak eklemlerde iltihaplanmalara yol açar.Kireçlenme ve bel fıtığına yol açar.
3) AŞIRI BÜYÜME
Domuzda büyüme hormonu çok fazladır.Domuz etiyle alınan bu anormal miktarda ki büyüme hormonu vücüdun düzensiz büyümesine neden olur.Ellerin ayakların yada kafanın anormal şekilde büyümesine yol açar.
4) DERİ HASTALIĞI
Domuz eti ve yağı kullanan kişinin derisinde 'imidazol' denilen maddeler kaşıntıya yol açar.Egzama dermati, nörodermatit gibi iltihabi deri hastalıklarına zemin hazırlar.
5) TRİNŞİN
Domuz etiyle insanlara geçen bu hastalık domuzlarda ağır bir hastaık yapmamasına rağmen insanlarda öldürücüdür.Bu hastalıkğın tek kaynağı domuzlardır.
6) SİROZ
Ottowa Üniversitesi araştırmacıları domuz eti tüketimi ile karaciğer iltihaplanması olan siroz arasında orantılı bir artış tespit ettiler.Araştırmayı yapan Dr. Amin Nanji ve Dr.Samuel French domuz eti ile alkol tüketildiği zaman riskin dahada arttığını belirtiyor.İsviçre, Norveç ve Finlandiya gibi ülkelerde kişi başı kişi başı ortalama domuz eti tüketimi ile sirozdan ölenlerin oranları doğru orantılıdır.
7) KANSER
Domuz eti ve yağı, cilt kanseri, mide kanseri, bağırsak kanseri, lenf kanseri gibi kanser çeşitlerine yakalanma riskini arttırmaktadır.Ayrıca taşıdığı aşırı büyüme hormonu nedeniyle kanserin gelişmesine zemin hazırlamaktadır.
8) OBEZİTE
Yapılan araştırmalarda vücudun metabolizmasının dengesizliği ile oluşan bir tür hastalık olan obeziteye yakalanma riskinin domuz eti kullanımı ile doğru orantılı olduğu belirtilmekte.İşte bu nedenle özellikle hristiyan ülkelerde obezite çok yaygındır.
9) HAYA DUYGUSUNU AZALTMASI
Yapılan araştırmalardadomuz etinin barındırdığı bir tür maddenin insanlardaki kıskanma ve haya duygusunu azalttığı kanıtlanmıştır.Bu durum toplum içinde fuhuşun ve ahlaksızlığın artmasına cinsel sapkınlıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.Özellikle ülkemiz için önemli olan Türk aile yapısı bu nedenle bir tehdit altındadır.Çünkü eşini kıskanmayan tek varlık domuzdur.Yani bir domuz aynı zamanlarda birçok domuzla birliklte olur.
bu arada NOSTALJİ şeytanın insanları üzmek için kullandığı etkili silahlardan biriymiş...aç parantez bunuda belirtmekde yarar var.
Beyin
Cep telefonlarının en yakın olduğu bölge başımız, dolayısıyla beynimiz. Bu da beynin, gönderilen elektromanyetik dalgaları emmesine yolaçıyor. Oysa beynin kendi içinde zaten dört ayrı elektromanyetik alan haritası var. Bunlar birbirleriyle içiçe geçmiş biçimde çalışıyor ve sinyalleri aktarıyorlar. Yani karmaşık bir düzen söz konusu.
Buna dışarıdan bir başka alan eklendiğinde, sinyaller gerçekten karmaşık bir hal alıyor. Dolayısıyla beyin, vücuda yanlış sinyaller gönderebiliyor. Dahası bu dalgalar, beyinde hücreleri çevreleyen bazı dokuları da olumsuz etkiliyorlar.
Sonuç, sinir sistemiyle ilgili hastalıklarda artış, hafıza zayıflaması, neurodejeneretif hastalıklar (beyinde dejenerasyon) ve hatta alzheimer olabiliyor.
Kulak
Cep telefonlarından etkilenen bir diğer bölge de kulak. Henüz kanıtlanmamış olmakla beraber, kulakta duyu bozukluklarının ileride yaşanabileceği varsayılıyor.
Manyetik alanlar, bir takım sesleri duymamamıza veya kalıcı çınlamalara yolaçabiliyor. Zira manyetik alan da bir gürültüdür. Bu da sinir sistemini olumsuz etkiliyor.
Gözler
Daha önce yapılan çalışmalarda, yüksek orandaki elektromanyetik dalgaların, görme bozuklukları yapabileceği ortaya konmuştu. Aynı durum, birikme etkisi sonucunda da ortaya çıkabiliyor.
Göğüsler
World Health Organization/Dünya Sağlık Örgütü'nün yaptırdığı bir çalışmaya göre, cep telefonlarının yaydığı elektromanyetik dalgalar, melatonin hormonunu sıkıştırıyor. Bu hormonun bloke olması da bazı göğüs kanseri tiplerinin üremisine neden olabiliyor.
Kalp
Cep telefonları, kalbin ritmini hızlandırabiliyor. Özellikle kalp pili veya yapay kalp kapakçığı kullananlarda büyük tehlike yaratabiliyor. Kalbin kasılıp kalmasına yolaçıyor.
Cinsel Organlar
Yüksek frekanstaki elektromanyetik dalgaların, testisleri etkilediği biliniyor. Bunu, yapılan bütün çalışmalar kanıtlamış durumda. Bu durumda, cep telefonunu gereğinden fazla kullanan erkeklerin, ileride iktidarsızlık gibi bir sorun yaşayabilme olasılığı var.
Termoregülatör Sistem
Elektromanyetik dalgalar, vücudun termaregülatör yani ısı sistemini de etkiliyor. Bu durumda vücut ısısı ya durup dururken düşüyor ve titremeler görülüyor veya artıyor ve yüksek ateş ortaya çıkıyor. Tübitak'ın yaptığı bazı araştırmalar da bu yönde.
Yetkililer şöyle diyor: 'Fizik tedavi araçlarından biri ısıtma tedavisidir. Elektromanyetik dalgaların dokunun üzerinde ısı etkisi yarattığını burada gözlemleyebilirsiniz. Öyleyse bu dalgaların dokunun üzerinde bir ısınma etkisi yarattığı kesin. Yalnız cep telefonlarında bu kontrollü değil'.
Psikomotor Sistem
Yani kas/sinir ileti sistemi de cep telefonlarının yaydığı elektromanyetik dalgaların kurbanı olabiliyor. Kasların, beynin verdiği emri yerine getirebilmesi, sinirlerin bir uçtan diğer uca yolladığı sinyaller sayesinde oluyor.
Sinirlerin bir ucunun artı, diğer ucunun da eksi olduğunu düşünün. Bu mesajlara, dışarıdan müdahele, sürekli artı veya sürekli eksi mesaj gitmesine yolaçabiliyor. Bu da kontrol ve ileti bozuklukları demek.
Hücreler
Tüm hücrelerin, içiyle dışı arasında bir potansiyel farkı var. Yani hücrenin içine sodyum-potasyumun giriş çıkışı, belli orantıda gerçekleşiyor. Manyetik alan, bunların bazılarını değiştiriyor. Bir takım hücreler hiç etkilenmezken, bazıları biraz, bazıları da çok etkilenip ters çalışmaya başlıyor. Bu ters çalışmanın da olması gerek ama, bazıları gereğinden fazla gerçekleşiyor.
İlaç İletimi
Manyetik dalgalar, vücuttaki iyonları da etkiliyor. Bu da alınan ilaçların, gerekli yerlere daha yavaş ulaşmasına veya hiç ulaşmamasına yolaçıyor.
Özetle, insan vücudu entropi kanunlarına uyuyor. Yani, insanın içi, daima bir karmaşa içindedir. Bu dengeli ve kendi içinde düzeni olan bir karmaşa. Bu kimyasal kaos içinde olduğumuzdan, yaşamımıza devam ediyoruz. Ölünce bu kimyasal reaksiyonlar düz bir hale geliyor. Cep telefonu kullanmak, bu kaosun içine, dışarıdan bir fiziksel enerji sokmak demek. Bu durumda da enerjiyi koyduğunuz yerde bir takım etkiler söz konusu oluyor.
Domuz etinde insana zararlı parazitlerin bulunduğunu, bu eti yemenin damar sertliği, karaciğer kalp yetmezliğine zemin hazırladığını ifade eden Başkanlık, domuz etinin cinsiyet hayatını düzenleyen hormonlar üzerinde olumsuz etki yaptığını da bildirdi.
Diyanet İşleri Başkanlığı, domuz etinin cinsiyet hayatını düzenleyen hormonlar üzerinde olumsuz etki yaptığını belirtti.
Diyanet İşleri Başkanlığı, 'Diyanet' takviminde domuz etinin niçin haram kılındığını insan sağlığına ilişkin bazı verilere dayanarak anlattı.
İslam dininin insanları maddi-manevi bir çok zarar ve kötülükten korumak için kurallar koyduğunu ifade eden Başkanlık, 'zararlı, kötü ve pis şeylerin' yasaklandığını, 'temiz ve faydalı olanların' ise helal kılındığını belirtti.
Diyanet, İslamiyet'in beslenme konusunda da bazı temel prensipler belirlediğini, bu prensipler gereğince domuz etinin yasaklandığını kaydetti.
İslam bilginlerice domuz etinin yasaklanışıyla ilgili olarak çeşitli gerekçeler ileri sürüldüğüne işaret eden Diyanet, şu bilgilere yer verdi:
'İslam bilginlerince domuzun, laşe, fare ve kendi pisliği dahil bir çok şeyi yemesi sebebiyle etinde insan sağlığına zararlı parazitler bulunduğu, domuz eti yiyenlerde trişinöz, domuz şeridi, yılancığı, domuz vebası, salmonallazlar gibi tehli bir çok hastalığın oluştuğu çok yağlı olan domuz etinin cinsiyet hayatını düzenleyen hormonlar üzerinde olumsuz etkiler yaptığı, bol miktarda kollestrol ihtiva ettiği, damar sertliği, karaciğer ve kalp yetmezliklerine zemin hazırladığı ifade edilmektedir.'
Domuz etinin Müslümanlara haram kılınmasının gerekçelerini sadece bunlara bağlamanın doğru olmayacağını ifade eden Başkanlık, bu gerekçeler ortadan kaldırılsa da İslam'da domuz eti hükmünün değişmeyeceğini bildirdi. Başkanlık, 'Çünkü yüce Allah'ın emir ve yasaklarında bilebildiğimiz ve bilemediğimiz bir çok sebep ve hikmet mevcuttur. Biz yüce Allah'ın emir ve yasaklarını yalnızca onun emri ve yasağı olduğu için yerine getiririz' ifadelerini kullandı.
Domuz eti yenmesinin sağlığa zararlı pek çok yönü bulunmaktadır. Bu zararlar geçmiş dönemlerde olduğu gibi, alınan her türlü tedbire rağmen günümüzde de söz konusudur. Herşeyden evvel domuz, her ne kadar çiftliklerde, bakımlı ortamlarda yetiştirilirse yetiştirilsin, kendi pisliğini yiyen bir hayvandır. Gerek pislikle beslenmesi gerekse biyolojik yapısı nedeniyle domuzun bünyesi diğer hayvanlara oranla çok fazla miktarlarda antikor üretir. Yine domuzun vücudunda diğer hayvanlara ve insana oranla çok yüksek dozda büyüme hormonu üretilir. Doğal olarak bu yüksek dozdaki antikorlar ve büyüme hormonu, dolaşım yoluyla domuzun kas dokusuna da geçerek birikir. Bunun yanı sıra domuz eti çok yüksek oranlarda kolesterol ve lipid içerir. Bunların sonucunda tüm bu aşırı düzeydeki antikorlar, hormonlar, kolesterol ve lipidlerle yüklü olan domuz etinin insan sağlığı açısından önemli bir tehdit olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Bugün domuz etinin yoğun olarak tüketildiği ABD, Almanya gibi ülkelerin nüfuslarının önemli bir bölümünü oluşturan normalin çok ötesinde şişman kimselerin varlığı, artık alışılmış bir durum olmuştur. Domuz etine dayalı bir beslenme sonucunda, aşırı büyüme hormonuna maruz kalan insan bünyesi, önce çok fazla kilo toplamakta, sonra da vücut deformasyona -şekil bozukluklarına- uğramaktadır.
Bunların dışında, domuz etindeki sağlığa zararlı maddelerden biri de “trişin” parazitidir. İnsan vücuduna girdiğinde doğrudan kalp kaslarına yerleşerek ölümcül tehlike oluşturan trişin parazitine domuz etinde sıklıkla rastlanmaktadır. Günümüz teknolojisiyle trişinli domuzları teknik olarak tespit etmek mümkünse de önceki asırlarda böyle bir yöntem bilinmiyordu. Bu nedenle, domuz eti yiyen herkes için trişin parazitini kapma ve ölümle karşı karşıya kalma riski vardı.
Görüldüğü gibi tüm bu sebepler, Rabbimiz'in domuz etini yasaklanmasının hikmetlerinden bir kısmıdır. Ayrıca Rabbimiz'in bu emri, her koşulda sağlığa zararlı etkilerini sürdüren, denetimsiz üretiminde ise ölümcül bile olabilen domuz etinin yenmesine karşı tam bir korumadır.
20. yüzyıla kadar domuz etinin insan sağlığını doğrudan tehdit eden zararları olduğundan haberdar olmak mümkün değildi. Bugünkü tıbbi cihazlarla, biyolojik testlerle somut biçimde ortaya konmuş bu zarara karşı, daha kimsenin mikrop, bakteri, trişin, hormon, antikor gibi kavramlardan haberi olmadığı 14. yüzyılda indirilen Kuran'da kesin önlem alınması da, Kuran'ın üstün ilim sahibi Rabbimiz'in vahyi olduğunu gösteren mucizelerdendir. Bugün de domuz üretiminde alınan her türlü önlem ve denetime rağmen, domuz etinin fizyolojik olarak insan vücuduna uygun bir besin türü olmadığı, insan sağlığına kesin zararı olan bir et çeşidi olduğu gerçeği değişmemiştir.
KANSERİ NASIL İYİLEŞTİRİRSİNİZ?
Bu muhtemelen kanser üzerine okuyacaginiz en önemli makaledir. Çalışmasına devam eden ve bunu genişleten Johanna Budwig ile bir görüşme yaptım. Ofisime döndüm ve sonunda, ne olup bittiğini tam olarak anladım ve bunu size aktarıyorum.
Önce, bir kanser hücresinin metabolizmasini tanımladığı için, Otto Warburg tıp dalında 1931 Nobel Ödülünü kazandi. O, hücrenin aniden anaerobic(oksijensiz) olduğunu ve sadece fermentasyon olarak tanımlanabilecek bir formda metabolize etmek için büyük miktarlarda glukoza (seker) gereksinim duyduğunu belirtti:
“Kanserin başlıca nedeni beden hücrelerinin normal oksijen solunumunun, anaerobic hücre solunumu ile yerdeğiştirmesidir” - Otto Warburg
Hücre, glukozu (seker; kanser sekeri sever) alır ve laktik asit salgılar, laktik asit asidik bir çevre meydana getirir.. Kanser beslenmesi için asidik bir çevreye gereksinim duyar ve bunun tersine dengeli alkali bir çevrede ise yasayamaz.
Dr. Garnett Poly – MVA için araştırmasında keşfettiği gibi, kanser ile ilgili elektriksel bir bağlantı vardır.
Çin tıbbı, yüzyıllardır (4 – 6 bin yıldır) yaşam gücünü enerji olarak tanımladı. Çinliler meridyen sisteminin haritasını çıkardı, meridyen sistemi 1994’te geleneksel tıp tarafından yeniden haritalandı (en küçük elektrik miktarını ölçen yüksek – teknolojili alet kullanarak) . Bu meridyenler boyunca bizim yaşam gücümüz yolculuk yapar: Çinlilere göre Chi (Ki) , biz bunu enerji olarak adlandırabiliriz.
1968’de canlı hücrelerin ışık ürettiği keşfedildi. Işığın miktarı hücrenin sağlığını tayin eder. Işık ne kadar parlak olursa, hücre o kadar sağlıklı olur. Ilginç, değil mi?
Ellili yillarda, Johanna Budwig kanser denklemine ekleme yapti. O, normal, sağlıklı hücrelerde “elektriksel olarak pozitif olan çekirdek ve yüksek derecede doymamış yağ asidiyle elektriksel olarak negatif olan hücre zarı arasinda bir iki kutupluluk (dipolarite) buluyoruz” dedi.
O, “Elektronların oksijene büyük ilgisi var, oksijeni seviyorlar. Elektronlar oksijeni çekiyor ve nefes alıp vermemizi canlandırıyorlar.” diye devam ediyor. “Nefes alma” ile, Budwig her canlı hücrede yaşamın nefesinden sözediyor.
Şimdi, sağlıklı bir hücrenin resmine sahibiz, normal bir tarzda büyüyen, gelişen ve kendi kopyasını yapan bir hücre. Sonra Budwig, öncelikle hücre zarındaki değişimleri tanımlayarak kanserin oluşumunu tanımlamaya devam ediyor.
Hücre zarı lipidler veya yağlardan oluşur. Budwig’in sözünü ettiği yüksek derecede doymamış yağ asidi omega – 3 yağ asitleri olarak adlandırılır. Bunlar “balık yağları” ile ilgilidir, geleneksel tıp bile bunu tavsiye eder. Amerika’da bir dizi balık yağı satmayan bir eczane bulamazsınız. Bu yağlar ayrıca başka gidalarda da bulunur, ama en çok ketende (keten tohumu) bulunur.
Bir hücre duvarındaki başka bir lipid de kolesteroldur. Ve siz bunun korkunç bir şey olduğunu düşünürsünüz. Hücrelerinizin her birindeki kolesterol hücre duvarı içinde “hidrofobik” bir bağ oluşturur. Hidrofobik “sudan korkan” anlamına gelir. Bu, hücrelerimizin bu fonksiyonunu tanımlamak için hoş bir yoldur, ancak yaşamlarımızda bu, basitçe bir yağmurda erimememizin veya duş aldığımızda çözülmememizin nedenini belirtir. Hücrelerimiz suya direnç gösterir. bu direnç olmasaydı, suda – çözünür olurduk ve bir yağmurda çözünürdük.
Bu ülkede diyetlerimiz bu yüksek derecede doymamış yağ asitlerinden yoksundur ve trans yağlar (veya kismen hidrojene edilmiş yağlar) olarak bilinen insan yapımı yağları aşırı miktarda içerir. Bu yağlar (hidrojene yağlar) kolesterole çok benzer ve bedenlerimiz farkı anlayamaz. Bu yağlar hücre duvarlarımıza girer ve elektrik yükünü bozar. Elektrik yükü olmayınca, hücrelerimiz boğulmaya başlar. Oksijen olmayınca, hücrenin bunun yerine koyabileceği tek yol anaerobic olarak solunum yapmaktir.(Bunlar ayrıca çok dayanıklı yağlardır ve 20 – yıllık raf ömürleri vardir. Bunlar hücresel değişim işlemini engeller veya besinleri içeri almayı ve atıkları dışarı atmayı önler. Trans yağlar ayrıca Tip II diabetlerden sorumludur, çünkü insulin çok büyük bir moleküldür, kolesterol olmayan ve insan yapımı yağlarla oluşturulan hücre duvarından geçmesi çok uzun sürer.)
Neler olduğunu görüyor musunuz?
Bir dakika diyetlerimize bakalım. Bir naturopat ile markete gittim, yanında çok küçük elektrik miktarlarını ölçen bir alet vardı. Bu alet o kadar hassastı ki, gitmeden önce meridyenlerimdeki ve akupunktur noktalarındaki yükleri ölçtü.
Markette, çesitli gıdaların içindeki enerjiyi ölçtü. Evet, her şeyin enerjisi var ve daha iyi bir gıdanın daha fazla enerjisi vardır. O bana organik sebzelerin geleneksel olarak üretilmiş sebzelerden daha fazla enerjiye sahip olduğunu gösterdi. Dışarı çıktığımızda, aldığımız birkaç kutulanmis sebzeyi açtı. Taze fasulye ve domatesin (ikisi de kutulanmış) kuşkonmaz ve kutulanmış meyvelerden daha fazla enerjisi vardı. O, domates ve taze fasulyenin kutulanmış olarak alınabilecek tek sebzeler olduğunu söyledi.
Yaşam elektrikseldir. Doğulu hekimlere göre, hastalık enerji akışındaki blokaj veya bozulma ile başlar. Bu ülkede, hastalık belirtilerle başlar. Enerji akışındaki blokaj veya bozulma, belirtilerden 7 veya 8 adım öncedir. Böylece, tahmin edebileceğiniz gibi, Dogu’da koruyucu hekimlik uygulanır ve burada, batıda geleneksel tıp uygulanır.
Küçük kanser hücremize ve Dr. Budwig’e geri dönersek: O, bir hücrenin elektriksel yükünü kaybetmesinin bir çok nedeni olduğunu, ama fıstık yağının (peanut butter) kanserli hücrenin çok genel bir nedeni olduğunu belirtiyor. Buna inanabilir misiniz? Fıstık yağı gibi basit bir şey kansere neden oluyor? Çoğu fıstık yağları hidrojene edilmiştir. Neden? Ayrılmasını (ayrışmasını) önlemek için. Doğal fıstık yağlarınıza gidip bir bakın. Çoğu buzdolabında tutulur, çünkü bu ayrışmayı önlemek için onların uyguladığı bir şeydir.
Budwig ayrıca, kemoterapi nedeniyle oluşan ikincil/paralel (collateral) hasarları tanımlayarak devam ediyor. O, kemoterapinin de sağlıklı hücrelerde bu enerji kaybına neden olduğunu söylüyor; kemoterapi ve radyasyon sağlıklı hücrelerdeki normal enerji akışını tahrip ederek, onları kanserli olmaya hazır hale getiriyor. Budwig, daha sağlıklı hücrelerin iyileşmesi üzerine odaklanacaklarına, kanser hücrelerini çoğalttıkları için kanser endüstrisine karşı çıktı. Başka bir deyişle, sağlıklı hücreleri koruyun, özen gösterin ve kanser kendi kendini iyileştirir diyordu.
Bu kemotoksik ilaçları araştıran ve ürettiren Kanser Araştırmaları Merkez Komitesi, onların endüstrisini yaralayan bu kadının etrafta dolaşıp bu beyanatları vermesinden hoşlanmadı ve yalanlar söylediği, iftira attığı ve bu olaganüstü ilaçlari yapan bu mükemmel insanlari incittiği için Budwig’e karşı dava açtılar. Mahkemede, yargıç, her iki tarafın ifadelerini inceledikten sonra, kanser araştırıcılarını bir kenara çekti ve onlara bu kadının üzerine gitmemelerini söyledi. Mahkeme, yönetici yargıcın sözlerini kaydetti: “Doktor Budwig’in dökümanları ve raporları kesindir. Bilimsel dünyada bir skandal olacakır, çünkü halk kesinlikle Doktor Budwig’i destekleyecektir.”
Bunun önemini anlıyor musunuz? Bu kadın kanseri iyileştirmek için dökümante edilmiş bir yönteme sahipti ve tibbi topluluk buna sahip değildi. Onlar kanser hücrelerini öldüreceklerdi, ama onu tedavi edemeyeceklerdi. Budwig sadece diyet ile kanserin iyileştirilebileceğini bildiriyordu.
Üzücü gerçek şu ki, bilim kanser/yağ bağlantısını yıllardır biliyordu. Budwig’in araştırmasından yıllar önce, onlar yağda bir şeyler olduğunu biliyordu. Onun ilk çalışmasından yıllar sonra, çok yağ içeren diyetin kansere götürebileceğini artık biliyoruz. Ayrica, Akdeniz diyetinin % 60 yağ içerdiğini biliyoruz, ancak onlarda çok az kanserli oranı olduğu da biliniyor.. Buradan, tüm yağların aynı durumda olmadığını öğrenmiş oluyoruz. Çünki Akdeniz diyeti zeytinyağı ağırlıklıdır.
Ve şimdi, omega – 3 yağ asitleri olarak tanınan yüksek derecede doymamış yağ asitlerini biliyoruz. Bunlar ayrıca Temel Yağ Asitleri (EFAs - Essential Fatty Acids) olarak adlandırılır. Bunlar temel olarak adlandırılır, isteğe bağlı oldukları için değil, bunlar isteğe bağlı/seçmeli değildir. Bunlar sağlık için zorunludur, çünkü beden bunları kendisi yapamaz.
Zamanın başlangıcından beri bunlar sağlık için zorunlu olsa da, ancak son zamanlarda, Omega 3 yağ asitlerinin insan sağlığı için önemi tartışılmaktadır.
(Çeviri; Saffet)
Kaynak: http://www.mnwelldir.org/docs/cancer1/budwig.htm http://home.online.no/~dusan/diseases/cancer/cancer_dr_budwig.html Dr.Johanna Budwig’in önerdiği Diyet:
Blendirinize aşağıdaki maddeleri koyun:
1 bardak organic(kimyasal katkı bulunmayan) ev peyniri(az yağlı, çok sert olmayan, en iyisi evde kendinizin yaptığı) veya ev yoğurdu
2-5 çorba kaşığı keten tohumu yağı
1-3 çorba kaşığı taze öğütülmüş keten tohumu
Kitleyi yumuşatmak için yeteri miktar su
Küçük bir arnavut biberi
İsteğe bağlı:
Az bir miktar sarmısak
Az bir miktar kırmızı biber
Bu karışımı blendırda çok yumuşak oluncaya kadar karıştırın
Hergün isteğinize uygun bir miktarı yemeye devam edin.
Keten tohumu yağı(Bezir yağı) diyetini ilk defa gündeme getiren Dr. Johanna Budwig bir Alman biyokimyacı ve katı ve sıvı yağlar üzerinde uzmandır. Uluslar arası pekçok kanser araştırmacısı Dr. Budwig’in önerdiği diyeti olumlu karşılamıştır. Bunlardan biri olan Dr Dan C. Roehm şöyle iddia etmiştir.”bu diyet, diğer diyetlerden kat kat üstün ve anti kanser diyeti olarak çok başarılıdır.”
Budwig’in düşüncesine göre; diyet hem durdurucu(önleyici) , hem de tedavi edici olmalıdır. Kanser oluşumunu teşvik eden ve diğer pekçok kronik hastalıklara neden olan Oksidas oluşumunun sorumlusu ise linolik asidin yokluğudur.
Faydalı oksidas fermentleri etleri korumak için kullanılan nitratlar ile ve gıdalardaki yağların yüksek sıcaklıkta ısıtılmaları veya kaynatılmaları ile yok edilmektedir.
Teori şöyledir: Organizmadaki oksijenin kullanımı, yağları suda eriyebilir yapan ve peynirde, cevizde, soğanda, prasada, sarmısakta ve bilhassa ev peynirinde mevcut olan sülfirik içeriğinin protein bileşenleri tarafından uyarılabilir.
Hücre solunumunun fermentleri yüksek derecede doymamış yağ asitleri ile yakından ilişkilidir. Burada söz konusu olan yağlar yüksek linolik asit içeren rafine edilmemiş ve soğuk pres edilmiş yağlardır. Bu yağların dışındaki yağların tüketilmesi ise faydadan çok zarar verir.
En iyi kombinasyon, ev peyniri ve keten tohumu yağıdır. Keten tohumu taze ürün olmalıdır. Hurma, incir, armut, elma ve üzüm gibi doğal şeker içeren karbonhidratlar da diyetin içindedir. Bal da faydalıdır. Sentetik Avitamin preparasyonlarının çoğu kötüdür. Çünki oksidasyon ürünleri içerirler, fakat havuçtan oluşturulan provitamin karoten tüketilebilir. B Vitaminin, yayık ayranı, yoğurt ve doğal maya ile alınması faydalıdır.
Önerilen diyet her çeşit kronik hastalıklar için bilhassa kalp hastalıkları, sinir bozuklukları, mavsal iltihapları ve habis urlar için ilaç olarak gösteriliyor. İşitme ve görme bozukluklarını iyileştiriyor. Çocuk ve bebekler için ideal bir besleyicidir. Bu diyetin laktik asit fermentleri ile desteklenmesi ile etkinliğinin arttırılabileceği ifade edilebilir.
Bu diyette yasak olan gıdalar:
1-Şeker mutlak olarak yasaktır. Taze sıkılmış diğer sebze/meyve sularını tatlandırmak için üzüm suyu eklenebilir.
2-Diğer yasaklar:
Tüm hayvani yağlar
Tüm salata yağları(piyasadaki mayonezler)
Kimyasal katkılı ve hormonlu bütün etler
Tereyağlar
Margarinler
Koruyucu katkı maddeli etler(koruyucular keten tohumu yağının metabolize olmasını bloke eder)
Faydalı uygulamalar:
1- Havuç, kereviz, elma ve kırmızı pancar gibi sebzelerin taze sıkılmış suları
2- Günde 3 defa nane, kuşburnu veya üzüm çayı isteğe bağlı olarak balla tatlandırılabilir. Bir bardak çay öğlenden evvel içilebilir.
GÜNLÜK PLAN
Kahvaltıdan önce- Bir bardak tatlı yoğurt veya lahana suyu alınır.
Kahvaltı- 2çorba kaşığı keten tohumu yağı ve balla kaplanmış mısır gevreği ve mevsimine göre kiraz, çilek, kayısı, şeftali ve rendelenmiş elma gibi yaş meyve. Hergün çeşni değiştirilebilir. Kabuklu kuru yemişler ve özellikle yer fıstığı yenmeyecek.Bitki çayları veya siyah çay.
Sabah çayı(saat10) - Bir bardak taze havoc suyu, elma, kereviz veya pancar-elma suyu alınır.
Öğle- Yoğurtlu çiğ salata-Keten tohumu yağlı mayonez. Yeşil salatalara ilave olarak rendelenmiş şalgam, havoc, yer lahanası, turp, lahana veya karnabahar. Ayrıca maydanoz eklenebilir.
Öğleden Sonra-(saat 16) küçük bir bardak taze sıkılmış meyve suyu ile birlikte 1-2 çorba kaşığı bal ve keten tohumu karışımı.
ZEYTİNYAĞI
Zeytin, sıcak ülkelerde yetişen, uzun ömürlü olan bir ağacın meyvesidir. Gıda değeri yüksektir. Taze iken yeşil renkli olup sonradan kahverengi veya siyaha dönüşen, yağlı bir meyvedir.
Zeytin, Cenâb-ı Hakk'ın, Kurân-ı Kerîm'inde de birkaç yerde zikrettiği, esrârına yemin ettiği ve mübârek bir meyvedir. Hadîs-i şeriflerde de zikredilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de meâlen; 'Ve bir ağaç da inşâ ettik (yarattık) ki, Tûr-i Sinâ'dan çıkar, yiyecekler için yağ ile ve bir katık ile biter.' (Mü'minûn Sûresi, âyet 20) buyuruldu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) , 'Zeytinyağını ekmeğe katık ediniz ve onunla yağlanınız. Zirâ o, mübârek bir ağaçtandır.' buyurdular. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) 'in, zâtülcenp (akciğer zarı iltihabı) hastalığının tedâvisi için zeytinyağını tavsiye etmiştir.
Zeytinyağı; hem gıda, hem ilaç ve hem de aydınlatmada kullanılmıştır. Tedâvi için ağızdan alınır veya merhem gibi hâricen kullanılır.
Zeytinyağı; vücuttaki sertliklere sürülüp ovulursa faydalıdır. (Çiğ olarak alındığı zaman) Basur hastalığı için gayet faydalıdır. Karın ağrılarını dindirir ve karnı yumuşatır, bağırsak kurtlarını düşürür. Katı ve sıvı yağlar arasında hazmı en kolay olan bu yağ, kalp ve damar hastalıklarına iyi gelir. Midenin ülsere karşı korunması, kemiklerin güçlenmesi, hücrelerin yenilenmesi gibi birçok fâidesi vardır.
İhtivâ ettiği 'tanen' maddesi sebebiyle, mikrop öldürücü olduğundan, basit yaraların ve hafif yanıkların tedâvisinde kullanılır. İçinde bulunan E vitamini, insan vücudunu yaşlanmaya karşı korumaktadır.
Bütün bu fâidelerinden dolayı, 'Zeytinyağı fakirlerin tedâvi oldukları ilaçtır' denilmiştir.
(fazilet takvimi 30/01/2007)
miğde rahatsızlığı için
dikkat:Midesi yaralı olan kardeşlerim Buğday suyunu kullansınlar.
İLACI:
1 nci Tertib: Limon suyuna biraz şeker katılarak her sabah aç karna bir çay bardağı içilir.
2 nci Tertib: Buğday kaynatılarak suyundan hergün yatmadan önce bir çay bardağı içilir.
3 ncü tertib: Yemekten sonra Bir tane Ekşi nar kabuğu ile birlikte sıkılarak suyu içilir.