Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • protestanlık22.04.2004 - 15:13

    Protestan mezhebi oncelikle kendi icinde 3 ana kola ayrilmistir.Bunlar,
    1-Lutheryanizm
    2-Kalvinizm
    3-Anglikanizm dir

  • protestanlık22.04.2004 - 15:11

    Martin Luther önderliğinde Romadaki papalığa ve Roma kilisesine karşı gelerek dinde reform hareketlerini başlatan mezhep.

  • anglikan kilisesi22.04.2004 - 15:09

    İngiltere kralı 8. henry'nin kurduğu hristiyan mezhebi.
    engizisyon mahkemeleri gibi hristiyanlığın iyice yoldan çıktığı devirlerde,Martin Luther gibi ingiltere Kralı 8. henry de Katolik kilisesini protesto edip, Protestanlık esasına uygun Anglikan kilisesini kurdu. böylece Anglikanlık mezhebi kuruldu ve ingiltere'nin Resmi Mezhebi oldu.

  • kapitalizm22.04.2004 - 15:04

    kapitalist düzen, doğası gereği tüketim toplumunu oluşturmaya çalışır. tüketici grubunu daha çok tüketmeye yöneltmek için kapitalist sistem, açıktan oynadığı el olan reklam dışında, gizli eli olan sosyal çalkantılar yaratma yöntemini de kullanır. moda yaratır, ünlü insanlar yaratır, ünlü insanlara markalar yükler, insanları marka, markaları moda eder. olan biteni uzaktan izleyen tüketiciler de, gaza gelerek bu moda ve marka fırtınası içinde tüketime koyulurlar.

  • kapitalizm22.04.2004 - 14:59

    Teknoloji sayesinde bir iş yarı süresinde yapılmaya başlandığında işçilerin çalışma süresini azaltmak yerine yarısının işten çıkarıldığı sistem.

  • kapitalizm22.04.2004 - 14:34

    çağımız, insanlık tarihinin en derin çelişkilerinin yaşandığı en akıldışı çağdır. Kapitalizm bir yanda inanılmaz bir zenginlik diğer yanda ise ölümcül bir yoksulluk üretiyor. Dünya Bankası ve Dünya kalkınma raporu verilerine göre;

    Dünya nüfusunun yarısı, yani 3 milyardan fazla insan günde 2 dolardan daha az, 1,5 milyar insan da 1 dolardan daha az bir gelirle “yaşıyor”. Buna karşılık dünya nüfusunun yüzde 10’u, dünya toplam gelirinin yüzde 70’ini alıyor.
    800 milyon insan aç yaşıyor. Yılda 11 milyon çocuk açlıktan ölüyor.
    Afganistan’da günlük ortalama gelir 44 cent, Etiyopya ve Kongo’da ise 27 cent.
    Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde yaşayan 267,1 milyon kişi, Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde yaşayan 17,6 milyon kişi, Latin Amerika ve Karayipler’de yaşayan 60,7 milyon kişi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan 6 milyon kişi, Güney Asya’da yaşayan 521,8 milyon kişi, Sahra altı Afrika’da yaşayan 301,6 milyon kişi, günde 1 dolardan daha az gelirle yaşamını sürdürüyor.
    Bugüne kadar Dünya Bankası’nın yoksullukla mücadele adına ileri sürdüğü öneri şuydu: Gelişmekte olan ülkelerde “zengin kesimden alınan vergiler azaltılacak” böylece yatırım ve istihdam artacak, uzun dönemde yoksulluk ortadan kalkacak! Yani yoksulluğu ortadan kaldırmanın yolu zengini daha zengin hale getirmektir. Bu mide bulandırıcı öneriler utanmaz kapitalist uzmanlar tarafından öneriliyor ve kapitalist rejimler tarafından uygulanıyor.

  • eşref bitlis22.04.2004 - 13:36

    diyarbakır’a gitmek üzere 17 şubat 1993’-te ankara güvercinlik askeri havaalanı’ndan kalkış yaptıktan yaklaşık 9 dakika sonra, uçağın düşmesi sonucu hayatını kaybeden jandarma eski genel komutanı. öldürülmeden bir hafta önce suriye, iran, ırak dışişleri bakanlarıyla görüsmeler yapması ve pkk'yı bitirmeye calısması, cekic güc'ün ülkeden cıkarılması için ugraslar vermesi, halen insanları kaza mı-suikast mı diye arada bırakmaktadır

  • Claude Henry de Saint-Simon22.04.2004 - 13:32

    ilk Sosyolog ve ilk Sosyalist. agust comte'un hocası.pozitivizm terimini de ilk kez kullanan Simon dur.

  • attila ilhan22.04.2004 - 13:01

    Atatürk'ün bir tabu haline getirildiği, Atatürkçülüğün ise sadece altı okla tanımlandığı günümüzde Hangi Atatürk kitabı farklı bir çizgi izlemektedir. Attilâ İlhan'ın kitabı, düzen sahiplerinin yaratmak istediği sağcı Atatürk portresine karşı gerçek ve devrimci Atatürk'ü ortaya koyan temel başvuru kaynağı niteliği taşımaktadır. Atatürkçülüğün antiemperyalist, devrimci bir hareket olduğunu vurgulayan ve İnönü Atatürkçülüğü ile Atatürkçülüğü küçümseyen anlayışlarla tartışan İlhan, özellikle genç kuşaklara Atatürk gerçeğini somut olgulara dayanarak anlatmaktadır.

    Attilâ İlhan kitabının tamamını iki ana konu etrafında yazmıştır;

    1-Atatürkçülük, antiemperyalist bir mücadeledir. Bu özelliğiyle Türk ulusunun mücadelesi mazlum milletlere örnek olan ilk mücadeledir.
    2-Atatürkçülük Batıcılığın karşısındadır.

    Atatürkçülüğün Antiemperyalizmi

    Emperyalizm, kapitalist ülkelerin gelişimini tamamlayamayan ülkeler üzerinde kurduğu sömürü sisteminin adıdır. Emperyalist ülkeler sömürge devletin gerici, tutucu güçleriyle işbirliğine girer. Osmanlı İmparatorluğu'nda emperyalizmin destekçileri saray çevresi ve feodal düzen savunucuları olmuştur.

    Dolayısıyla Atatürk önderliğindeki Milli Kurtuluş Mücadelesi sadece emperyalizme karşı verilmiş bir mücadele değildir. Aynı zamanda ülkedeki işbirlikçilerle de mücadele edilmiştir. Attilâ İlhan kitabının önsöz kısmında bu durumu şöyle açıklar; 'Mustafa Kemal'in iç içe eylemi var. Emperyalizme karşı kurtuluş savaşı, padişaha karşı demokratik devrim, toplumun ümmet aşamasından millet aşamasına dönüşümü...' (sf.13)

    Atatürk önderliğindeki halk, emperyalizme karşı Kurtuluş Mücadelesi'ni başlatarak dünyanın ezilen uluslarına örnek olmuştur. Savaştan yeni çıkmış, yorgun ve her şeyden yoksun Türk halkı bağımsızlığı için cepheye koşmuş ve ezilen halkların ezenleri yenebileceğini göstermiştir. Halkın bu azim ve kararlılığı ise Atatürk'ün devrimciliğinden kaynaklanmaktadır. Atatürk bütün dünyaya devrimci kararlılığın, en güçlü ülkeleri bile yeneceğini göstermiştir.

    Attilâ İlhan, Atatürk'ün antiemperyalist mücadelesi hakkında şunları söylemektedir:

    '...Dünya sosyalist hareketi, Anadolu İhtilali'ni antiemperyalist bir devrim olarak nitelendirmiş, nitelendirmekle de kalmamış, emperyalizme karşı savaşımında, onu her bakımdan desteklemiştir. Müdafaa-i Hukuk öğretisinin bu temel özelliğini ne unutmalı, ne de unutturmalıyız.

    Nedeni belli; değil mi ki Türkiye'nin kuruluş felsefesi böyle antiemperyalist bir felsefedir, emperyalizm elbette zamanla bu felsefenin yaratıcısı ve eyleme çeviricisi olan Mustafa Kemal Paşa'yı aşındırmak, kendi ulusunun gözünde küçük düşürmek isteyecektir, istemiştir de. Daha Kurtuluş Savaşı sırasında başlayan, uzun süre yakamızı bırakmayan şeriat isyanları, dinselliğe ve bölücülüğe dayanılarak, antiemperyalist ve demokratik yeNi iktidarın yıpratılması için kullanılmamış mıdır? Dün olduğu gibi bugün de, kullanılmamakta mıdır? Kemal Paşa'nın antiemperyalist düşünce platformuna ve eylemine sahip çıkmalıyız.'(sf.35)

    Başta Amerika olmak üzere emperyalist ülkeleri kızdıran kurtuluş mücadelesi ezilen dünya tarafından alkışlanmış, saygıyla karşılanmıştır. Lenin önderliğinde kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, bu mücadeleye her anlamda destek vermiştir.

    '...Türkiye'nin işçileri çağdaş ulusların yağmaya karşı direnişlerinin hesaba katılması gereken bir şey olduğunu kanıtlamışlardır. Türkiye, emperyalist devletlerce yağma edilmeye öyle bir şiddetle karşı koydu ki içlerinden en kabadayı olanları bile ondan elini çekmek zorunda kaldı.'(sf.34) Lenin'in bu sözleri ezilen sınıf ve ulusların kurtuluş mücadelemize verdikleri desteğin göstergesidir aslında. Mücadelemizin başarıya ulaşması ise ezilen bütün ulusları cesaretlendirmiştir. Atatürkçülük ezilen ulusların emperyalizmle mücadelelerinde onların yolunu aydınlatan bir meşale olmuştur.

    Atatürkçülüğü Küçümsemeye Çalışanlar

    'Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur.' diyen Mustafa Kemal, bütün kurumları emperyalist ve feodal artıklardan temizlemiş ve her alanda tam bağımsızlıkçı bir politika yürütmüştür. Fakat bu anlayış, onun ölümüyle son bulmuştur. İnönü iktidarıyla tekrar Batıcı anlayış içerisine girilmiştir.

    1938'den sonra iktidarı ele geçiren Batı taraftarları Atatürkçülüğün içini boşaltmışlar ve Milli Mücadele önderini, reformist bir put haline getirmişlerdir. Sağ ve sol kesimlerce de insafsızca eleştirilen Atatürkçülük, bir burjuva diktatörlüğü olarak nitelendirilmiştir. Atatürkçülüğün antiemperyalist yönü ise unutturulmaya çalışılmıştır.

    Atillâ İlhan, kitabında bu eleştirilere yer vermiş ve Atatürkçülüğü küçümseyen bu bakış açısının tutarsızlığını göstermiştir bizlere:

    'Birincisi bazı delikanlılarımızda fark ettiğim, cumhuriyeti küçümseme eğilimi. Bunlara bakarsanız, Mustafa Kemal hiçbir şey yapmamış, cumhuriyet Anadolu halkının kaderine hiçbir değişiklik getirmemiş, hep yerimizde saymışız; o kadar ki bugün herhangi bir üçüncü dünya ülkesi bile bizden ilerde bulunuyormuş! bu iddialar ipe sapa gelmez iddialardır...' (sf.29)

    Anadolu halkı, devrimci bir bilinçle hareket ederek kaderini değiştirmiştir. Anadolu İhtilali, yüzyıllarca ezilen Anadolu halkının emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine verdiği cevaptır.

    Atatürkçülüğe yöneltilen diğer bir eleştiri ise şudur; Cumhuriyet rejiminin gerek sanayide gerekse eğitim ve öğretimde gösterdiği gelişme doğal bir gelişmedir. Her ülkede böyle bir ilerleme yaşanır. Attilâ İlhan bir soruyla karşılık verir bu eleştiriye; '...Osmanlı rejimi, son iki yüzyıl içerisinde acaba neden zaman içinde doğal ilerlemeyi gösterememiş de, batmıştır? Bizi de batırmıştır? ...'(sf.30)

    Devam ediyor Attilâ İlhan: '...birisini küçümsemek istediler mi, dudaklarından aynı kelime dökülüyor! Atatürkçü. Aslında küçümsediklerinin Mustafa Kemal'le de, onun savunduklarıyla da alakası yok, 1950'den bu yana ülkemizde görmeye alıştığımız o biçimsel Atatürkçüler yok mu hani, Amerikan Soğuk Savaşı'nı Mustafa Kemal'in Müdafaa-i Hukuk doktrini yerine koyan, aşırı uçlar edebiyatını icat eden, Jeep'lerde Kemal Paşa'nın büstünü gezdirip halkı selam vermek zorunda bırakan, işte onlar. Gel gör ki, Mustafa Kemal'i de, antiemperyalist kurtuluş savaşını da, teokratik bir iktidarı halk rejimine dönüştürerek, toplumsal iktidarın yapısını değiştirişini de es geçip, doğruyla yanlışı birbirine karıştırıyorlar.' (sf36)

    İnönü Atatürkçülüğü

    Attilâ İlhan, kitabının bir bölümünde İnönü Atatürkçülüğüne değiniyor. İnönü'nün uyguladığı politikaların Atatürkçülükle uzlaşmadığını vurguluyor. 1939'da İngiltere ve Fransa ile yapılan ittifak, IMF'ye üye oluş ve Batıcı eğitim modeli bağımsızlığımızdan verdiğimiz ilk ödünlerdir. İnönü döneminde 'çağdaş uluslar seviyesi', Batı uluslarının seviyesi şekline dönüştürülmüş ve Batılılaşma cereyanı başlamıştır. Türk kültürünün küçümsendiği bu dönem, Yunan-Latin klasiklerinin Türkçe'ye çevrildiği dönemdir.

    Attilâ İlhan, İnönü Atatürkçülüğünü İnönü diktası olarak nitelerken çok yerinde bir göndermede de bulunuyor günümüz solcularına: '40 yıllarında İnönü diktası, Mustafa Kemal hareketinin antiemperyalist niteliğini unutturmaya çalışırken, bunun altını çizen kimlerdi bilir misiniz? Cezaevinde süründürülen, sürgünden sürgüne gönderilen solcular. Açın o yıllarda yayınlanmış dergileri, gazeteleri, açıkça görürsünüz. Buna ne hacet, Nâzım Hikmet 'Kurtuluş Savaşı Destanı'nı tam da o yıllarda yazmamış mıdır? Tarihin şu garip cilvesine bakın ki, 70 yıllarının solcuları Kurtuluş Savaşı'nın antiemperyalistliğine dudak büküyorlar...' (sf.33)

    Atatürk ne bir burjuva diktatörü ne de dine savaş açmış biridir. Atatürk'ü bu şekilde tanımlayanlar bir takım dogmatik fikirlere saplanıp kalmış zavallıdır. Peki, kimdir Atatürk? Atatürk, tarihe müdahale etmiş bir ulusal kurtuluş savaşçısı, bir devrimcidir. O, 1919'da Samsun'a hareket ederken de, hakkında idam fermanı çıkartılırken de sadece Türk ulusunun bağımsızlığını düşünüyordu.

    'Ya istiklal ya ölüm' sözleri boşa sarf edilmiş sözler değildir. Bu sözler, Kuvayı Milliye örgütleyicisinin zafer sözleridir. Atatürkçülük ise ezilen ulusların emperyalizmle mücadelesindeki yol göstericidir.

    Attilâ İlhan ise Atatürkçülüğü şöyle açıklar: 'Günümüzde Atatürkçü olmak, Mustafa Kemal'in gerçekleştirdiği ulusal demokratik devrimi, toplumsal sürekli değişme içerisinde, bir sonrakine ulaşmak için geçerli bir birikim, bir aşama saymakla başlar.(...) Türk ulusu, ulusluğunu saldırgan emperyalist sisteme karşı savaşarak elde etmiştir, bu da Müdafaa-i Hukuk doktrinini, ülkenin sonraki yaşantısı için geçerli ve sürekli kılar.' (sf.37)

    Milli Bağımsızlık Politikası Olarak Devletçilik ve Halkçılık

    1838 yılında İngiltere ile imzalanan bir ticaret antlaşması Osmanlı'yı Batının açık pazarı haline getirir. Arkasından azınlıklardan oluşan işbirlikçi burjuvazinin güvenliğini sağlayan Tanzimat ve Islahat Fermanları imzalanır. Dış borçların artmasıyla Düyun-u Umumiye kurulur. İşte Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne kalan miras!

    Ekonomik anlamda bağımsızlığını yitiren bir ülke, her anlamda sömürgeleşmeye mahkumdur. Bundan dolayı, Atatürk, bağımsız bir ekonomi kurmayı öncelikle hedef olarak seçmiştir. 1930'dan sonra devletçilik ve planlı ekonomi ülkenin ekonomik politikasını oluşturur. Ekonomide 5 yıllık sanayi planları uygulanır.

    Atatürk'ün devletçilik programı Attilâ İlhan tarafından 'Devlet sosyalizmi' olarak nitelendirilmiştir. Ekonomide izlenen yol devletçilik ve halkçılık ilkeleri doğrultusunda, halkın ihtiyaçlarına cevap verir nitelikteki uygulamalardır. Kapitalist ekonominin yarattığı burujuvaziyi yaratmak değildir amaç. Amaç, halkın ihtiyaçlarına cevap verecek ve halk arasındaki dayanışmayı arttıracak bir ekonomik sistemdir.

    Attilâ İlhan kitabındaki bazı bölümlerin sonuna eklediği 'meraklısı için notlar' kısmında Atatürk'ün kalkınma modeli için şunları söyler: 'Mustafa Kemal Paşa'nın kalkınma modeli yabancılardan en çok da yabancı sermayeden mümkün mertebe uzak durmaya, ülkenin kendi olanaklarına güvenmeye dayalıdır. Türkiye yoksuldu, sermayesi kıttı, bırakın teknik kadroları klasik anlamda yeterince tüccarı bile yoktu, ne var ki bu yokluklar müdafa-i hukuk iktidarlarını yıldırmıyordu. Başından itibaren ekonomiyi Türkleştirmek sürecine girmişlerdi. Bunda direndiler...' (sf.149.)

    Mazlum Milletlerin Kurtuluşunda Atatürk Milliyetçiliğinin Önemi

    Atatürk milliyetçiliği, Atatürkçülüğün temel unsurlarındandır. Çünkü teokratik yönetime ve sömürüye karşı ulusal egemenliği ve tam bağımsızlığı sağlamıştır. Günümüz solcularınca ırkçılıkla eş tutulan Atatürk milliyetçiliği, Batı karşıtı bir mazlum milletler milliyetçiliğidir.

    Attilâ İlhan'ın da Atatürk milliyetçiliği bölümünde ele aldığı milliyetçilik bu düşünceleri destekler mahiyettedir: '...Müdafaa-i Hukuk milliyetçiliği gerçekte bir mazlum milletler milliyetçiliğidir, dolayısıyla antiemperyalist, antikolonyalisttir.' (sf.77)

    Atatürk milliyetçiliği insanlığı temel alan bir milliyetçiliktir. Dolayısıyla dil, din, ırk farkını reddeden bir mazlum milletler milliyetçiliğidir. Mustafa Kemal, bu durumu şu sözlerle açıklıyor: '...Türkiye önemli ve büyük bir çaba harcıyor. Çünkü savunduğu bütün mazlum milletlerin, bütün Şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.'(1922)

    Batı, sömürüyü, bir ulusun dilini ve tarihini yok ederek gerçekleştirmiştir. Atatürk milliyetçiliği ile bu durumun önüne bir set çekilmiştir. Ulus bilincini oluşturmanın yoluysa Batıdan kopuş, öze dönüş olmuştur. Batının tarih anlayışı reddedilmiş ve ulusal tarihi oluşturabilmek için Türk Tarih Kurumu kurulmuştur. Türk Dil Kurumu da böyle bir çabanın ürünüdür.

    Atatürk milliyetçiliğinin oluşturduğu ulus anlayışını Attilâ İlhan şöyle ifade eder: '...İnsan gruplarını ırksal kökenlerine göre ayırmaz da, tarihsel yazgı beraberliklerine, ekonomik ortaklıklarına, kültür birikimlerine göre birlikte düşünürsen, çağdaş ulus anlayışı ortaya çıkar, bunda da esas yurttaşın kendini içinde yaşadığı ulusun hissetmesidir, böyle hissetti mi, bitti, o ulusun çocuğudur, ama şu ya da bu asıldandır, farketmez.' (82)

    Ana hatlarını çizmeye çalıştığımız 'Hangi Atatürk? ' kitabı günümüze ışık tutar niteliktedir. Herkesin Atatürkçü geçindiği bir dönemde yaşıyoruz. Amerika'nın onayıyla 1980'de darbe yapan Kenan Evren, kendisine 'Atatürkçüyüm diyebiliyor. Diğer taraftan okullarımızda 'Tören Atatürkçüleri' ya da 'Rozet Atatürkçüleri' yetiştiriliyor. Atatürkçülüğün antiemperyalizmi ve devrimci yönü ise unutturulmaya çalışılıyor.

    Sistem, Atatürk'ü bizlere bir put olarak sunmaktan geri durmuyor. Atatürkçülük ise Batıcı bir çağdaşlaşma hareketi olarak sunuluyor. İşte Attilâ İlhan, bu noktadan hareket ederek, Atatürkçü olmanın antiemperyalist ve Batı karşıtı olmakla aynı anlama geldiğini vurguluyor defalarca.

  • a.b.d22.04.2004 - 11:53

    Saddam Hüseyin ile Amerika Birlesik Devletleri’nin (ABD) suikastle koltugundan indirilen iki baskanı John F. Kennedy ve Abraham Lincoln arasında bir benzerliği hiç düşündünüz mü?

    Bu benzerligi anlayabilmek için cebinizdeki Amerikan bankınotuna bir göz atmanız gerekiyor.

    Cebimde Amerikan bankınotu yok demeyin, mutlaka vardir. Hani rahmetli Özal “Türk Parasini Koruma Yasasini” dinazorluk olarak gösterip ülkeyi yesil dolarlara bogmustu ya.

    Ön yüzündeki FEDERAL RESERVE NOTE yazisini gördünüz mü?

    O halde şimdi John F. Kennedy ile baslayalim hikayemize. John F. Kennedy, vatansever ve zeki bir baskandi. Eger ABD su an teknolojide süper güç konumunda ise bunu John F. Kennedy’nin kısa süren baskanlıgı döneminde baslattıgı bazı projelere borçludur. Bu vatansever ve zeki insan, 4 Haziran 1963 tarihli bir emirle Amerikan banknotlarında gördügünüz FEDERAL RESERVE NOTE yazısını sildirmek istemistir.

    Bunun ne anlama geldigini birazdan daha iyi anlayacağız! ..

    Federal Reserve Bank, çogu kisinin zannettiginin aksine Türkiye’deki Merkez Bankası’nın karsılıgı bir banka degildir. Hatta çogu Amerikan vatandasının zannettigi gibi Amerika Birlesik Devletleri’nin bir kurumu da degildir. Federal Reserve Bank (FRB) , aralarında kan bagı ve sirket bagı olan, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek birkaç ailenin ve sirketin sahip oldugu özel bir bankadır. Bank of England’ın sahibi Rothschilds ailesi FRB’nin gerçek sahibidir dersek çok yanlıs olmaz. Rothschild ailesinin Amerika’daki temsilcileri olan Morgan gibi Amerika’nın bilinen dev firmaları FRB’nin yönetimini elinde tutmaktadır. Bunlara ilave olarak Chase Manhattan’ın sahibi Rockfeller ailesi gibi birkaç zengin aile, Texaco gibi petrol sirketleri de FRB’in sahipleri arasında. Sistemin çalısmasına gelince:

    ABD’nin piyasaya sürecegi para FRB’nin matbaalarında basılıyor. FRB, bu bankınotları ABD’ye borç olarak veriyor. Yanlıs okumadınız. ABD, FRB’den aldıgı kagıtlar karsılıgında FRB’ye faiz ödüyor. Piyasaya sürülen bankınotların karsılıgının olup olmadıgına bakılmıyor. Nasıl olsa kimse karsılıgını sormuyor, karsılıgını soran çıkarsa defteri dürülüyor, tıpkı Fransa’nın 1969’da basına geldigi gibi..

    Iste vatansever Kennedy, bu “borç para vererek devletten faiz toplama gücünü” FRB’nin elinden almak istemistir. John F. Kennedy’nin 4 Haziran 1963 tarihli ve 11110 sayılı emri ile Amerikan hükümetine kendi parasını kendi basması yolu açılmıstı. Amerikan Hazinesi, kasasında tuttugu gümüs karsılıgında basacagı bankınotları piyasaya sürebilecekti. ABD, artık FRB’ye faiz ödemek zorunda kalmayacaktı.

    Kennedy’nin bu emri aynı zamanda FRB’nin iflası anlamına geliyordu. Kagıt basıp yüklü miktarda faiz geliri almak gibi tatlı bir ticaret sona ermek üzereydi.

    22 Kasım 1963 tarihinde Kennedy suikaste ugradı ve öldü. Kenndy öldürüldükten 5 ay sonra Amerika yine eskiden oldugu gibi FRB’den aldıgı kagıtları (dolarları) piyasaya sürüp, FRB’ye faiz ödemeye devam etti. Ne büyük tesadüftür ki Abraham Lincoln de ulusal para politikasını düzenleyen bir yasa çıkarttıktan sonra suikaste ugramıstı. Doların dünyadaki hakimiyeti, sokaktaki Amerikan vatandasından çok, Federal Reserve Bank için önemli. Piyasaya sürülen her dolar, FRB’nin kasasına girecek faiz gelirinin artması demek. Doların hakimiyetinin sona ermesi ise FRB’nin kolaydan kazandıgı faizlerin buharlasması anlamına geliyor. Madalyonun nasıl iki yüzü varsa, doların da bir görünen bir de uluslararası “böyle bir karanlık yüzü” var.

    Dünyadaki resmi rezervlerin %60’ı Amerikan doları cinsinden kasalarda tutuluyor. Euro henüz piyasaya çıkmadan önce Alman Mark’ı sadece %13 gibi düsük bir paya sahipti. Yen ise %5 düzeyindeydi. Avrupa Birligi (AB) 1999 senesinden itibaren Euro kullanacagını ilan ettigi zaman bu para biriminin pek tutmayacagı yönündeki görüsler agırlık kazanıyordu. Federal Rezerv Bank için tehlike çanları henüz çalmıyordu, hatta tam tersine dolarin hakimiyeti daha da köklesebilirdi.

    Gelin görün ki Saddam gibi bazı Amerikan düsmanları doları tahtından indirip Euro’yu birinci sınıf para koltuguna oturtmaya kalkıstı. Hem de bu durum düsünüldügünden daha hızlı gelismeye basladı. Iran ve Venezuella gibi petrol zengini diger ülkeler de “petrolü dolarla satmam, euro ile satarım” diyen Saddam’ı kendilerine örnek alınca doların “rengi” aniden degisti; yesilligini kaybedip morarmaya basladı. İki Amerikan başkanı, kagıt basıp faiz toplayanların dümenine çomak sokunca suikaste ugradı. Saddam da aynı dümene çomak sokunca bazılarının aklına “Irak halkına demokrasi getirmek” geldi. Yasasın demokrasi!