Biliyor musun? Etrafımda dolanan mavi bir kedi var.Mırıltılarıyla zihnime asılıyor,kuş oluyor bazen bazen de piyano çalıyor.İnanmayacaksın ama senin gibi kargaları ve siyahı seviyor ..
Mavi bir kedi diyorum .Mavi bir kedi.. ............ .......
Konuşması gerekenlerin sustuğu, susması gerekenlerin pervasızca konuştuğu canım ülkemde; Zeki MÜREN’in de bizi göreceğini zannederdik. Büyüdük, ebemizin kucağını, dünyanın dört bucağını gördük. Hayatın ne getireceğini bilmesek de; ne'ler götürdüğünü iyi bildik. “Şerefin kadar konuş” deyip sonsuza dek susacak insanların yerine, sen susarsın "ölünün arkasından konuşulmaz" diye. Susunca da “değiştin” derler, seni daha fazla “harcayamadıkları” için. Hiç bir masraftan kaçınmayarak kurduğun hayallerde; ''tam bana göre biçilmiş kaftan'' dediğin kişilerin ''tamda sana göre biçilmiş kefen'' olduğunu anlaman uzun sürmez. Acıyı daha küçükken koluna yapılan “diş izi” saatlerde tadan birine; ne yapabilir ki, bu saatten sonra gelen acının erkeği, dişisi..! Haydi, arkadaş haydi; hüzünlerin sende saklı kalsın; giy elbiselerini, yap makyajını, tak mutluluk maskeni; palyaço misali insanların yüzüne güleceğiz, yine..!
Şarkının adı:bir dna sarmalını kaç kelebek taşır? Yanıp sönen imlece bakıyorum öylece… Yazmak istediğim öyle çok şey var ki! Kafamın içi öyle dolu ve yüreğim öyle ağır ki hangi yükü daha önce boşaltmam gerektiğini bilemiyorum. Hayatta her şeyin istediğimiz gibi olmadığını herkes gibi bende öğrendim. Hatalarımızın bazen geri dönüşü olmayan sonuçları olduğunu da pek güzel ezber ettim. İmleç bir şekilde ilerlemeye devam ediyor işte. Hayatımın eteklerinden ufak tefek taşlarını dökerken elimde mikrofon, yazlık bir sahnede, delice esen bir rüzgarın yüzüme savurduğu havanın coşkusuyla kucaklaşırken binlerce insana şarkımı söylüyormuşum gibi hissediyorum. Üzerimde uçuşan kırmızı bir elbise ile o sahne de söyledikçe küçülüyorum. Yangın yerine dönmüş ruhumun kızıllığını saçlarımdan savuruyorum. Yüksek ökçeli ayakkabılarımla sabrın ve acının kıymetini önce ayaklarıma sonra tüm bedenime ezberletiyorum. Kadın olmanın sancısı yüksek ökçelerin üzerinde durabilmekle sınanırmış gibi…
Nakaratında hayal kırıklıklarını tekrar ettiğim hüzünlü şarkımın sonunu getirmek için bazen ritmi çok ama hızlandırmak istesem de elimde olmayan sebeplerle… Aslında tek bir sebeple can yakan ağır bir makam da söylemeye mecbur bırakıyorum kendimi… Bazen en saçma nedenlerle hayatıma dahil olan sorunlar veya kimseler çok büyük bir pürüz olduklarını zannediyorlar. İşte o anlarda şarkımı biraz daha yüksek sesle söylemek istiyorum hep. Ben kendime rağmen, içimi defalarca öldürdüğüm halde, kendi canıma benden daha fazla kast edeceğini sanacak kadar büyük olduğunu nasıl zannedebilirsin ki sen? Yahu defalarca ölmüş birinin artık ölümsüz olduğunu sana kimse söylemedi mi?
Şimdi artık notaların hayat bulma vaktidir. Bu solfej değil… Şimdi canlı performans zamanıdır. Gökyüzünden inen yıldızların kocaman ağızları var ve çok güçlü bir tonda dalga sesi çıkarıyorlar. Bir ölünün kaç cenazesi olduğunu onlara söylediğimde denize dönüştüler. Sahilin bütün kumunu sahneye döküyorlar. Sahne tozu dedikleri bu olsa gerek. Ben sahnede iken karşımda gördüğüm insanlar hayatımdan gelip geçenlere benziyor. Aslında hepimiz aynıyız. İşte o birbirinin aynısı insanlar başka maskeleriyle başkalaşmaya başlıyorlar. Hepsi Dali’nin o ünlü tablosunun birer unsuruna dönüşüyorlar. ‘’Kazadan kurtarılan mobilya’’ yavaş yavaş tamamlanıyor. İçime yasladığım koltuk değneğim Dali’nin bıyıklarından sallanıyor. Oysa benim Dali’m hiç bıyık bırakmamıştı.
İzbe bir sahilde koşarken hissediyorum şarkının ortalarında. Bir an iyi şeyler olacakmış gibi hissediyorum. Oysa gövdemde açılmış o koca gedikten akıtıyorum tüm zehrimi o sahile… Şarkı akciğerlerime yapışıp kalıyor. O deniz gözler artık Deniz’in sahilinde değil. Bunu görebilmek tüm dağınıklığı açıklıyor. Sahilin kalan kısmına kör olarak devam edeceğiz. ‘’Bayım gözlerinizi gönlümüze takmıştık. Artık oyduğunuza göre çekilebilirsiniz.’’
Özgürlüğün tanımı tam da şarkının bu yerinde giriyor. Cesurca söylemekten geçer özgür kalmak. CESURCA!
Ben şarkı süresince hiç ama hiç özgür olmamışım meğer. Onca devrimci zırvalığın arasında kendi hayatımın yönetiminde bile söz sahibi değilim. İroni işte burada başlıyor. Arabesk bir makama geçerken göz yaşlarımın şık duracağını düşünüyorum. Kaç şehir eskittik gönlümüzde beyzadem… Bu senden vazgeçmek değil ki! Bu seni benden azad etmek. Tehlikeli düşler kurar olduk size dair. Olmayacak sözler yazarız sandık şarkımıza. Bir anlaşmanın tek taraflı ihlali söz konusu. Gidiniz…! O depderin bakışlarınızı, yüksek zekanızı ve dahi tatlı gülüşünüzü bir an önce cebinize koyup yola düşünüz. Kalmaya devam etmek senin zaman kaybındır. Gereksiz bir oyalamaya bu şarkıda yer yoktur. Bir kağıt kesiğinden daha fazla acımaz sen merak etme. Kaç şiir yazarım ben bu resme be!
Dilin bir kurmaca dan ibaret olduğunu düşünenlere bilinç altımızın rasyonel akıldan kurtuluşunun ifşasıdır demeliyim. Gerçek üstü bir kuramın içinde asla bilmediğimiz bir kelimeyi geçiremeyiz. Benim yaşanmışlıklarım bunlardan ibaretse ve okuduklarımın da hepsi buysa, şarkım bir başkasının yansıması olamazdı zaten. ‘’Aşk’’ bilinmezliğin en bilinenidir. Dilimize pelesenk olmuş bir kelimenin kıymeti yeni bir şarkı sözü yazdıracak değildi zaten. Fedakarlık benim bir özelliğim. Bunun aşkla bir ilgisi yok. İşte tüm bu nedenlerle seni kendimden ayırıyorum. ‘’ Hey oradakiler; şu sandalın yanına da bir mezar kazar mısınız? Ölü aşk kokusu hiç sevmiyorum ben.’’ İşte senden bana kalan bu. Seni çok özlüyor olmamın bu şarkıda sözü yok. Şarkının kaçırmış olduğunuz bölümlerini yeniden yayınlamıyoruz. Yayın ilkeleri gereğince şarkıyı güncelledik. Seni bir sesin yansıması gibi görüyordum. Kendi sesimin yansıması da benim. Mutlak bir karşılaşma zaten yaşanacaktı mutlak evrende. Bak bu iyi bir espriydi kabul etmelisin. Seyirciye oynamak konusunda pek başarılı değilimdir bilirsin. Şöyle bol acılı bir iki söz eklesem emin ol bu şarkı çok tutardı. Mesele şu ki o şarkıyı yaşamaktan okumaya vakit olmuyor ki paylaşalım. Ses demiştik oradan devam edelim… Edemiyorum… Aklımdan geçenleri sözlere dökmeden önce yaşadığım şaşkınlık kendime getiriyor beni. Bir bilinmeze merhaba dediğim de doğmanın ölümün başladığı an olduğunu ben de diğerleriniz gibi bilmiyordum. Bilmek ise şarkıyı söylemememize neden olmadığına göre bebekken bildiklerimizi hatırlamamış olmamızın bir kayıp olduğunu düşünmüyorum. İşte buradan yola çıkarsak sen ve ben bir bebeğin belleğindeki bilinç altı kadarız bunca yaşanmışlık arasında.
Kavramlar bu şarkının ana fikrine ışık tutuyor. Ama sizin okuduğunuz kelimeler pek çok gerçeğin şifresinden başka bir şey değil. Şu yazdıklarımdan çok az çıkarımınız olacak. Bunun böyle olmasını şarkıyı okurken değil yaşarken istedim. İnsanlara güvenilmeyeceğini ilk öğrendiğimde hissettiklerim bambaşka bir şarkı olurdu aslında. Ama benimde herkes gibi bir şarkı hakkım olduğuna göre o dosyayı zipleyip yola devam ettim. Zipli dosyaların orada öylece duruyor olması sizin beyninizi de yoruyor mu? Bir Alzheimer hiç de fena olmazdı dostum.
Şarkının bu yerinde çığlık çığlığa makamsızca bağırıyorum. Akciğerlerime yapışıp kalmış notaların öksürükle dansı bu.. Bir öksürüğün psikolojik nedenler yüzünden sizin yakanızı bırakmaması hissini anlatacak sözleri bu şarkıya koyamadık. Yok ki! Sanırım ben bir deliyim. Az önce yeni bir cenazemiz olacaktı ki bu sefer ki ruhsa değil bedensel, bilin bakalım ne oldu? Ben sahnede iken vücudumun değişik yerlerinde belirip kaybolan yaraların küçük bir ele dönüştüğü haberini aldım. Dönüp arkama baktığım da o küçük parmakların boğazıma saplanıp bir yumruya dönüştüklerini seyirciye söyleyemedim.
Dinlediğiniz bu şarkının kötü bir günün iz düşümünden başka bir şey olmadığını unutmayınız. Yani öyle çok da kafanıza takacak bir durum yok. Yarın yeni bir makamla huzurlarınızda olabilirim. Ya da olamayabilirim. Şimdi önümden açılır mısın? Gidip şu tabloda ki sandalın birinde bir kez daha ölmem gerekecek.
Evet .. Ancak tüm bunları yaparken her insan kendi gelişmişliği ve görmüşlüğü oranında değişik tatlar ve duygular hisseder. Bunu yansıtırken de gördüğün kadarım işte... Yine de karşımızdakinin düzeyi ölçüsünde değerleniriz.
Hepimiz aynı kitapları okuruz, aynı şarkıları dinleriz, aynı sokak kaldırımlarından yürürüz fakat farklı tatlar alırız. Hem de her gün aynı ‘Gökyüzü’ne, aynı ‘Güneş’ ve ‘Ay’a bakıp farklı duygular içinde yaşarız… O zaman göz bakan, fakat hisseden başka bir organ değil midir?
Antonin Artaud ama sen* kısaca A diyebilirsin..:))
*sadece sen..
Mavi kedi mi?
İrem hanfendi ikindi rüyasında sanırım. Dokunmayın! :)))
Mavi kediler tekin değildir. Kaçççççççççççç... Karga tespiti ilginç ama :))
Bilelim bakalım sen kimsin? :))))))))
Biliyor musun?
Etrafımda dolanan mavi bir kedi var.Mırıltılarıyla zihnime asılıyor,kuş oluyor bazen
bazen de piyano çalıyor.İnanmayacaksın ama senin gibi kargaları ve siyahı seviyor ..
Mavi bir kedi diyorum .Mavi bir kedi..
............
.......
............
.....
Bazıları o vicdana hiç sahip değiller...
Herkes kendi vicdanının önünü süpürse, bütün ülke bembeyaz olur...
KaybolMak..
Bilemedim ben onu :))
kesin feridun a sempati duymuyorlar yoksa 6 hoşnutsuzluk oyu :/ hiç hakkettigimi düşünmüyorum hiç!!!!!!!!!¡
duvar duvar söyle bana, bu sevgili halk niye sevmiyi beni acaba ?????¿
Konuşması gerekenlerin sustuğu, susması gerekenlerin pervasızca konuştuğu canım ülkemde; Zeki MÜREN’in de bizi göreceğini zannederdik. Büyüdük, ebemizin kucağını, dünyanın dört bucağını gördük.
Hayatın ne getireceğini bilmesek de; ne'ler götürdüğünü iyi bildik. “Şerefin kadar konuş” deyip sonsuza dek susacak insanların yerine, sen susarsın "ölünün arkasından konuşulmaz" diye. Susunca da “değiştin” derler, seni daha fazla “harcayamadıkları” için. Hiç bir masraftan kaçınmayarak kurduğun hayallerde; ''tam bana göre biçilmiş kaftan'' dediğin kişilerin ''tamda sana göre biçilmiş kefen'' olduğunu anlaman uzun sürmez. Acıyı daha küçükken koluna yapılan “diş izi” saatlerde tadan birine; ne yapabilir ki, bu saatten sonra gelen acının erkeği, dişisi..!
Haydi, arkadaş haydi; hüzünlerin sende saklı kalsın; giy elbiselerini, yap makyajını, tak mutluluk maskeni; palyaço misali insanların yüzüne güleceğiz, yine..!
Şarkının adı:bir dna sarmalını kaç kelebek taşır?
Yanıp sönen imlece bakıyorum öylece… Yazmak istediğim öyle çok şey var ki! Kafamın içi öyle dolu ve yüreğim öyle ağır ki hangi yükü daha önce boşaltmam gerektiğini bilemiyorum. Hayatta her şeyin istediğimiz gibi olmadığını herkes gibi bende öğrendim. Hatalarımızın bazen geri dönüşü olmayan sonuçları olduğunu da pek güzel ezber ettim.
İmleç bir şekilde ilerlemeye devam ediyor işte. Hayatımın eteklerinden ufak tefek taşlarını dökerken elimde mikrofon, yazlık bir sahnede, delice esen bir rüzgarın yüzüme savurduğu havanın coşkusuyla kucaklaşırken binlerce insana şarkımı söylüyormuşum gibi hissediyorum. Üzerimde uçuşan kırmızı bir elbise ile o sahne de söyledikçe küçülüyorum. Yangın yerine dönmüş ruhumun kızıllığını saçlarımdan savuruyorum. Yüksek ökçeli ayakkabılarımla sabrın ve acının kıymetini önce ayaklarıma sonra tüm bedenime ezberletiyorum. Kadın olmanın sancısı yüksek ökçelerin üzerinde durabilmekle sınanırmış gibi…
Nakaratında hayal kırıklıklarını tekrar ettiğim hüzünlü şarkımın sonunu getirmek için bazen ritmi çok ama hızlandırmak istesem de elimde olmayan sebeplerle… Aslında tek bir sebeple can yakan ağır bir makam da söylemeye mecbur bırakıyorum kendimi… Bazen en saçma nedenlerle hayatıma dahil olan sorunlar veya kimseler çok büyük bir pürüz olduklarını zannediyorlar. İşte o anlarda şarkımı biraz daha yüksek sesle söylemek istiyorum hep. Ben kendime rağmen, içimi defalarca öldürdüğüm halde, kendi canıma benden daha fazla kast edeceğini sanacak kadar büyük olduğunu nasıl zannedebilirsin ki sen? Yahu defalarca ölmüş birinin artık ölümsüz olduğunu sana kimse söylemedi mi?
Şimdi artık notaların hayat bulma vaktidir. Bu solfej değil… Şimdi canlı performans zamanıdır. Gökyüzünden inen yıldızların kocaman ağızları var ve çok güçlü bir tonda dalga sesi çıkarıyorlar. Bir ölünün kaç cenazesi olduğunu onlara söylediğimde denize dönüştüler. Sahilin bütün kumunu sahneye döküyorlar. Sahne tozu dedikleri bu olsa gerek. Ben sahnede iken karşımda gördüğüm insanlar hayatımdan gelip geçenlere benziyor. Aslında hepimiz aynıyız. İşte o birbirinin aynısı insanlar başka maskeleriyle başkalaşmaya başlıyorlar. Hepsi Dali’nin o ünlü tablosunun birer unsuruna dönüşüyorlar. ‘’Kazadan kurtarılan mobilya’’ yavaş yavaş tamamlanıyor. İçime yasladığım koltuk değneğim Dali’nin bıyıklarından sallanıyor. Oysa benim Dali’m hiç bıyık bırakmamıştı.
İzbe bir sahilde koşarken hissediyorum şarkının ortalarında. Bir an iyi şeyler olacakmış gibi hissediyorum. Oysa gövdemde açılmış o koca gedikten akıtıyorum tüm zehrimi o sahile… Şarkı akciğerlerime yapışıp kalıyor. O deniz gözler artık Deniz’in sahilinde değil. Bunu görebilmek tüm dağınıklığı açıklıyor. Sahilin kalan kısmına kör olarak devam edeceğiz. ‘’Bayım gözlerinizi gönlümüze takmıştık. Artık oyduğunuza göre çekilebilirsiniz.’’
Özgürlüğün tanımı tam da şarkının bu yerinde giriyor. Cesurca söylemekten geçer özgür kalmak. CESURCA!
Ben şarkı süresince hiç ama hiç özgür olmamışım meğer. Onca devrimci zırvalığın arasında kendi hayatımın yönetiminde bile söz sahibi değilim. İroni işte burada başlıyor. Arabesk bir makama geçerken göz yaşlarımın şık duracağını düşünüyorum. Kaç şehir eskittik gönlümüzde beyzadem… Bu senden vazgeçmek değil ki! Bu seni benden azad etmek. Tehlikeli düşler kurar olduk size dair. Olmayacak sözler yazarız sandık şarkımıza. Bir anlaşmanın tek taraflı ihlali söz konusu. Gidiniz…! O depderin bakışlarınızı, yüksek zekanızı ve dahi tatlı gülüşünüzü bir an önce cebinize koyup yola düşünüz. Kalmaya devam etmek senin zaman kaybındır. Gereksiz bir oyalamaya bu şarkıda yer yoktur. Bir kağıt kesiğinden daha fazla acımaz sen merak etme. Kaç şiir yazarım ben bu resme be!
Dilin bir kurmaca dan ibaret olduğunu düşünenlere bilinç altımızın rasyonel akıldan kurtuluşunun ifşasıdır demeliyim. Gerçek üstü bir kuramın içinde asla bilmediğimiz bir kelimeyi geçiremeyiz. Benim yaşanmışlıklarım bunlardan ibaretse ve okuduklarımın da hepsi buysa, şarkım bir başkasının yansıması olamazdı zaten. ‘’Aşk’’ bilinmezliğin en bilinenidir. Dilimize pelesenk olmuş bir kelimenin kıymeti yeni bir şarkı sözü yazdıracak değildi zaten. Fedakarlık benim bir özelliğim. Bunun aşkla bir ilgisi yok. İşte tüm bu nedenlerle seni kendimden ayırıyorum. ‘’ Hey oradakiler; şu sandalın yanına da bir mezar kazar mısınız? Ölü aşk kokusu hiç sevmiyorum ben.’’ İşte senden bana kalan bu. Seni çok özlüyor olmamın bu şarkıda sözü yok.
Şarkının kaçırmış olduğunuz bölümlerini yeniden yayınlamıyoruz. Yayın ilkeleri gereğince şarkıyı güncelledik. Seni bir sesin yansıması gibi görüyordum. Kendi sesimin yansıması da benim. Mutlak bir karşılaşma zaten yaşanacaktı mutlak evrende. Bak bu iyi bir espriydi kabul etmelisin. Seyirciye oynamak konusunda pek başarılı değilimdir bilirsin. Şöyle bol acılı bir iki söz eklesem emin ol bu şarkı çok tutardı. Mesele şu ki o şarkıyı yaşamaktan okumaya vakit olmuyor ki paylaşalım. Ses demiştik oradan devam edelim… Edemiyorum… Aklımdan geçenleri sözlere dökmeden önce yaşadığım şaşkınlık kendime getiriyor beni. Bir bilinmeze merhaba dediğim de doğmanın ölümün başladığı an olduğunu ben de diğerleriniz gibi bilmiyordum. Bilmek ise şarkıyı söylemememize neden olmadığına göre bebekken bildiklerimizi hatırlamamış olmamızın bir kayıp olduğunu düşünmüyorum. İşte buradan yola çıkarsak sen ve ben bir bebeğin belleğindeki bilinç altı kadarız bunca yaşanmışlık arasında.
Kavramlar bu şarkının ana fikrine ışık tutuyor. Ama sizin okuduğunuz kelimeler pek çok gerçeğin şifresinden başka bir şey değil. Şu yazdıklarımdan çok az çıkarımınız olacak. Bunun böyle olmasını şarkıyı okurken değil yaşarken istedim. İnsanlara güvenilmeyeceğini ilk öğrendiğimde hissettiklerim bambaşka bir şarkı olurdu aslında. Ama benimde herkes gibi bir şarkı hakkım olduğuna göre o dosyayı zipleyip yola devam ettim. Zipli dosyaların orada öylece duruyor olması sizin beyninizi de yoruyor mu? Bir Alzheimer hiç de fena olmazdı dostum.
Şarkının bu yerinde çığlık çığlığa makamsızca bağırıyorum. Akciğerlerime yapışıp kalmış notaların öksürükle dansı bu.. Bir öksürüğün psikolojik nedenler yüzünden sizin yakanızı bırakmaması hissini anlatacak sözleri bu şarkıya koyamadık. Yok ki! Sanırım ben bir deliyim. Az önce yeni bir cenazemiz olacaktı ki bu sefer ki ruhsa değil bedensel, bilin bakalım ne oldu? Ben sahnede iken vücudumun değişik yerlerinde belirip kaybolan yaraların küçük bir ele dönüştüğü haberini aldım. Dönüp arkama baktığım da o küçük parmakların boğazıma saplanıp bir yumruya dönüştüklerini seyirciye söyleyemedim.
Dinlediğiniz bu şarkının kötü bir günün iz düşümünden başka bir şey olmadığını unutmayınız. Yani öyle çok da kafanıza takacak bir durum yok. Yarın yeni bir makamla huzurlarınızda olabilirim. Ya da olamayabilirim. Şimdi önümden açılır mısın? Gidip şu tabloda ki sandalın birinde bir kez daha ölmem gerekecek.
Müsaadenizle…
D...
Tımarhane duvarı kırmızı bir çizgi gibi ve yaşam bu çizgiden sonra mı başlıyor ne?
Kendini mutsuz hissettiğin tüm dört duvarlar bu kapsamdadır..
ne diyordu feridun hani, "şimdi belki mutlusundur diye ödüm kopuyor, bana acı acı hatıran lazım" aynısının tıpkısından banada lazım...........
Evet .. Ancak tüm bunları yaparken her insan kendi gelişmişliği ve görmüşlüğü oranında değişik tatlar ve duygular hisseder. Bunu yansıtırken de gördüğün kadarım işte... Yine de karşımızdakinin düzeyi ölçüsünde değerleniriz.
Her organ kendi görevini yapıyor o zaman. Göz görüyor, kulak duyuyor, dil tadıyor vs. Değil mi?
Hepimiz aynı kitapları okuruz, aynı şarkıları dinleriz, aynı sokak kaldırımlarından yürürüz fakat farklı tatlar alırız. Hem de her gün aynı ‘Gökyüzü’ne, aynı ‘Güneş’ ve ‘Ay’a bakıp farklı duygular içinde yaşarız… O zaman göz bakan, fakat hisseden başka bir organ değil midir?
Gözün bakıp göremediğini yürek nasıl görebilir?
İnsan, ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayasını gözler göremez.
“Gerçeği bildiğimde yalanı dinlemekten keyif alıyorum”
yüzün soldu bende,
biraz buğulu camlar,
göremiyorum seni,
gülüşünde kayboluyor yavaş yavaş.
sen de bırakıp gitme be arkadaş!
Senin iç dünyanda kıyamet koparken, başkası kendi bayramını yaşıyordur belki de...