Tolstoi'in şaheseri.. Savaş meydanlarında ölenler savaş kararı alanlar değildi nasıl olsa... Ah bir okusaydılar, anlasaydılar hiç savaş çığırtkanlığı yaparlar mıydı?
Rus edebiyatinin en guclu isimlerinden, Lev Nikolayeviç Tolstoy'un olumsuz romaninin ismidir. Rusca'daki orjinal ismi 'Voyna i Mir' dir. Dort ciltten olusan bu kitap icin Tolstoy; 'yapmacik bir alcakgonulluluk yapmak istemiyorum, bu eser Ilyada gibi bir seydir' demistir...
Barış bütün zamanlar içerisinde insanlığın hep esas özlemi olduğu halde bir türlü tam manasıyla tesis edilememiştir. Halk hep barış ve dostluktan yana olmasına rağmen dünyayı yönlendiren liderler küçük hesaplar peşinde koşarak şiddetin ve nefretin saltanatını devam ettirmişlerdir. Onun için de arzulanan barış bir ütopya olarak hep uzağımızda kalmıştır. Olan yine savaşta ölenlere ve cepheye sürülenlere olmuştur. Liderler her zamanki gibi kendilerini güvenlik çemberi içerisinde muhafaza etmişlerdir. Onların kılına zarar gelmemiştir. Barış deyince benim aklıma hep Can Yücel'in şu dörtlüğü gelir:
'Koyunlar keçiler ve koçlar için Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı Bu barış var ya, bu barış Cephedekiler için o kadar barış'
İnsanın en tabii haklarının başında yaşama hakkı gelir. Hiç kimsenin yaşama hakkına kastedilemez. Birilerinin çıkarlarının yerine gelmesi ve planlarının tutması için başkaları feda edilemez. Hangi dinden ve hangi milletten olursa olsun insanlar yaşama hakkı hususunda eşittirler. Kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur, olmamalıdır. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Tüm insanlar özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğar; birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin ilk on maddesinde özetle insana dair şu haklar sıralanır:
'Herkes; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka bir görüş, ulusal ve toplumsal köken, doğuş ya da benzeri başka bir statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin tüm hak ve özgürlüklere sahiptir. Herkesin yaşama ve kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır. Kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz; kölelik ve köle ticareti her türüyle yasaktır. Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış ve ceza uygulanamaz. Herkesin, nerede olursa olsun yasa önünde bir kişi olarak tanınma hakkı vardır.
Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eşit korunma hakkı vardır. Herkesin anayasa ya da yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır. Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez. Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine herhangi bir suç yüklenirken tam bir eşitlikle bağımsız ve yansız bir mahkeme tarafından hakça ve açık bir yargılanmaya hakkı vardır.'
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde bu haklar uzayıp gidiyor. Fakat bu hakların pratikte geçerliliği ve uygulanabilirliği ne kadardır? Asıl ele alınması gereken budur. Bütün mesele buradadır. Bu beyanname metnini yazanlar ve altına imza koyanlar söz konusu hakları en çok ihlal edenlerdir. Bunu günümüzde tüm çıplaklığıyla görüyoruz.
Bugün Irak'ta, Afganistan'da, Lübnan'da, Filistin'de, Çeçenistan'da, Doğu Türkistan'da, Keşmir'de ve daha ismini sayamadığım dünyanın pek çok bölgesinde kadın ve çocuk demeden insanlar öldürülüyor, yaralanıyor, ırzına geçiliyor, işkenceye tabi tutuluyor. Bunları yapanlar da isimlerinin önüne 'demokrat, medenî' sıfatlarını koyan sözüm ona Batılı devletler ve özellikle ABD'dir. Adama sorarlar 'Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu' diye! ... Fakat vicdanlar sağırlaşınca kulaklar duymaz, gözler görmez olur. Onlar söylediklerinin tam tersini yaparlar, üstelik yaptıklarını da utanmadan savunmaya, şirin göstermeye kalkarlar.
Dünyanın jandarmalığına soyunan ABD Irak'a ve Afganistan'a girmek gerekçesini 'demokratikleşme' zemini oluşturma olarak açıklamadı mı? Bu ne biçim demokratikleşmedir ki her gün onlarca insan ölüyor, bir o kadar da yaralanıyor, su misali oluk oluk kan akıyor. Kelimenin tam anlamıyla taş taş üstünde bırakılmıyor. Kardeşler birbirine düşürülüyor. Bütün bunlar olurken bir yandan da gizli gizli petrol sevkıyatı yapılıyor. Sizin insan haklarınızı ve demokrasinizi sevsinler! ... Sizden demokrasi isteyen mi oldu, koşup geldiniz. Gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz sizden…
Bilindiği gibi her yıl Eylül ayının birinci günü bütün dünyada 'Dünya Barış Günü' olarak kutlanır. Gün boyunca barış, demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi konularda sosyal mesajlar verilir. Fakat eylülün ikisinde savaş, katliam ve işkencelere kalındığı yerden devam edilir. Her şey bir anda unutulur.
Barış gününün de bir hikâyesi vardır... Tarihî malumatlarımızı yokladığımızda İkinci Dünya Savaşı'nın 1 Eylül 1939'da Nazilerin Polonya'yı işgaliyle başladığı görülür. Bu tarihte başlayan savaş, ardında elli iki milyon ölü, milyonlarca yaralı, sakat ve moloz yığını haline gelmiş kentler ile acı ve gözyaşı bırakmıştır. Bu kirli savaş, Mayıs 1945'de son bulmuştur. İnsanlık tarihinin bu en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşının başladığı gün, yani 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kabul edilmiştir. Fakat bu gündeki dilek ve temenniler bir sürü kuru laftan öteye gitmemiştir.
Yine bir Dünya Barış Gününün sene-i devriyesindeyiz. Dört bir yanımızda savaşlar ve kanlı çatışmalar sürüyor. ABD'nin ve yandaşlarının Irak işgali(pardon demokratikleştirme faaliyeti! ...) devam ediyor. İsrail, Filistin ve Lübnan'a saldırıp taş taş üstünde koymuyor. Rusya, Çeçenlere özgürce yaşama hakkı tanımıyor. Afganistan'da piyonlar, şahı devirip mat etmenin peşindeler. Herkesin kanlı bir hesabı var. Böyle bir manzara karşısında barış türküleri söylemek ne kadar da uygun düşüyor! ...İnsanın gözleri yaşarıyor! ...
Yeni bir Dünya Barış Gününün yıldönümündeyiz. Bugün bu acıklı manzara karşısında hiçbir şey olmamış gibi yine bozuk plaklar çalınacak. Barış mesajları irat edilecek. Fakat bu süslü sözler havanda su dövmekten öteye gitmeyecek. Ustaca kurulmuş içi boş cümleler akan kanı durdurmayacak… Ne diyelim barış, sevgi ve hoşgörü ufukta görünmese de içimizde hâlâ umut var. Zaten umudun tükendiği yerde hayat da tükenmiş demektir.
Pardon anlayamadım! ... Dünya Barış Günü mü demiştiniz? Şimdi anlar gibi oldum… Barış haa, barış! …Eee ne diyelim Dünya Barış Günü mazlumlara olmasa da; Filistin ve Lübnan'ı yerle bir eden İsrail'e, Irak ve Afganistan'ı kan gölüne çeviren ABD'ye, onun sadık finosu İngiltere'ye, Çeçen liderleri bir bir öldüren Rusya'ya, Keşmir'i ikide bir kaşıyan Hindistan'a, Doğu Türkistan Türklerine işkence üstüne işkenceler eden Çin'e, Balkanlar'ın huzurunu kaçıran Sırbistan'a kutlu olsun…. Biz neyiz ki! ...Barış da, savaş da onların hakkıdır.
piyer in nataşa ile evleneceği başından belliydi ama...o kadar da olaylar döndü.. :) sevdim ben bu kitabı.. gerçi herkese prens ve prenses denilse de..
insanlar dünyaya barış için gelmiştirler,barış dilerim.bosnada çok savaş oluyor ama iyi olmasını dilerim.bosnada çok can kaybı oluyor ama olmamasını dilerim.bosnada annne baba ölüyor,çocuklar yetimhanede kalıyor ve sonunda birbirleriyle karşılaştıklarında birbirini tanımıyorlar.yetimhanede kalmamalarını dilerim.bebekler süt bulamıyor,süt bulmalarını dilerim. mesela bi filmde izledim.bi aile turşu suyu için ayrılıyor.savaşta her tarafta felaket oluyor.bunların olmamasını dilerim.savaş yapacaklarına barış dilerim.. yakup-orta 1 dikkat yazılı var :)
Tolstoi'in şaheseri.. Savaş meydanlarında ölenler savaş kararı alanlar değildi nasıl olsa...
Ah bir okusaydılar, anlasaydılar hiç savaş çığırtkanlığı yaparlar mıydı?
Korkuya dayanan barış,
Bastırılmış bir savaştan başka bir şey değildir.
..............................(Henry Von Dyke)
Eğer barış için umudun varsa,barıştıracağın düşmanları suçlayamazsın... Onları birbirine düşman eden savaşi suçlarsın...O zaman barışçı olursun.
Kötü barış iyi bir savaştan daha iyidir. (Puşkin)
Ne iyi bir savaş vardır, ne de kötü bir barış. (Benjamin Franklin)
Barış içinde yaşamak istiyorsan,
savaşa hazır olduğunu dosta düşmana hisssettirmelisin ki,
barış gelsin.
Savaşma ama savaşa hazır olduğunu blli et.
Rus edebiyatinin en guclu isimlerinden, Lev Nikolayeviç Tolstoy'un olumsuz romaninin ismidir. Rusca'daki orjinal ismi 'Voyna i Mir' dir. Dort ciltten olusan bu kitap icin Tolstoy; 'yapmacik bir alcakgonulluluk yapmak istemiyorum, bu eser Ilyada gibi bir seydir' demistir...
pkk nın kokunun kazınması benım ıcın en onemlı barıscıl yasamaktır.kardeslerımız orda pısı pısıne olurken nasıl barıs ıcınde yasarım hergun televızyonda gazatede onların olum haberlerını duyunca nasıl barıs ıcınde olurum kendımle bıle barısık olamam.
BENDE ONU
SORUYOM
LEv Tolstoy'un iki başyapıtından bir tanesi
DÜNYA BARIŞ GÜNÜ MÜ DEMİŞTİNİZ! ...
M.NİHAT MALKOÇ
Barış bütün zamanlar içerisinde insanlığın hep esas özlemi olduğu halde bir türlü tam manasıyla tesis edilememiştir. Halk hep barış ve dostluktan yana olmasına rağmen dünyayı yönlendiren liderler küçük hesaplar peşinde koşarak şiddetin ve nefretin saltanatını devam ettirmişlerdir. Onun için de arzulanan barış bir ütopya olarak hep uzağımızda kalmıştır. Olan yine savaşta ölenlere ve cepheye sürülenlere olmuştur. Liderler her zamanki gibi kendilerini güvenlik çemberi içerisinde muhafaza etmişlerdir. Onların kılına zarar gelmemiştir. Barış deyince benim aklıma hep Can Yücel'in şu dörtlüğü gelir:
'Koyunlar keçiler ve koçlar için
Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı
Bu barış var ya, bu barış
Cephedekiler için o kadar barış'
İnsanın en tabii haklarının başında yaşama hakkı gelir. Hiç kimsenin yaşama hakkına kastedilemez. Birilerinin çıkarlarının yerine gelmesi ve planlarının tutması için başkaları feda edilemez. Hangi dinden ve hangi milletten olursa olsun insanlar yaşama hakkı hususunda eşittirler. Kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur, olmamalıdır. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Tüm insanlar özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğar; birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin ilk on maddesinde özetle insana dair şu haklar sıralanır:
'Herkes; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka bir görüş, ulusal ve toplumsal köken, doğuş ya da benzeri başka bir statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin tüm hak ve özgürlüklere sahiptir. Herkesin yaşama ve kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır. Kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz; kölelik ve köle ticareti her türüyle yasaktır. Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış ve ceza uygulanamaz. Herkesin, nerede olursa olsun yasa önünde bir kişi olarak tanınma hakkı vardır.
Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eşit korunma hakkı vardır. Herkesin anayasa ya da yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır. Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez. Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine herhangi bir suç yüklenirken tam bir eşitlikle bağımsız ve yansız bir mahkeme tarafından hakça ve açık bir yargılanmaya hakkı vardır.'
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde bu haklar uzayıp gidiyor. Fakat bu hakların pratikte geçerliliği ve uygulanabilirliği ne kadardır? Asıl ele alınması gereken budur. Bütün mesele buradadır. Bu beyanname metnini yazanlar ve altına imza koyanlar söz konusu hakları en çok ihlal edenlerdir. Bunu günümüzde tüm çıplaklığıyla görüyoruz.
Bugün Irak'ta, Afganistan'da, Lübnan'da, Filistin'de, Çeçenistan'da, Doğu Türkistan'da, Keşmir'de ve daha ismini sayamadığım dünyanın pek çok bölgesinde kadın ve çocuk demeden insanlar öldürülüyor, yaralanıyor, ırzına geçiliyor, işkenceye tabi tutuluyor. Bunları yapanlar da isimlerinin önüne 'demokrat, medenî' sıfatlarını koyan sözüm ona Batılı devletler ve özellikle ABD'dir. Adama sorarlar 'Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu' diye! ... Fakat vicdanlar sağırlaşınca kulaklar duymaz, gözler görmez olur. Onlar söylediklerinin tam tersini yaparlar, üstelik yaptıklarını da utanmadan savunmaya, şirin göstermeye kalkarlar.
Dünyanın jandarmalığına soyunan ABD Irak'a ve Afganistan'a girmek gerekçesini 'demokratikleşme' zemini oluşturma olarak açıklamadı mı? Bu ne biçim demokratikleşmedir ki her gün onlarca insan ölüyor, bir o kadar da yaralanıyor, su misali oluk oluk kan akıyor. Kelimenin tam anlamıyla taş taş üstünde bırakılmıyor. Kardeşler birbirine düşürülüyor. Bütün bunlar olurken bir yandan da gizli gizli petrol sevkıyatı yapılıyor. Sizin insan haklarınızı ve demokrasinizi sevsinler! ... Sizden demokrasi isteyen mi oldu, koşup geldiniz. Gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz sizden…
Bilindiği gibi her yıl Eylül ayının birinci günü bütün dünyada 'Dünya Barış Günü' olarak kutlanır. Gün boyunca barış, demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi konularda sosyal mesajlar verilir. Fakat eylülün ikisinde savaş, katliam ve işkencelere kalındığı yerden devam edilir. Her şey bir anda unutulur.
Barış gününün de bir hikâyesi vardır... Tarihî malumatlarımızı yokladığımızda İkinci Dünya Savaşı'nın 1 Eylül 1939'da Nazilerin Polonya'yı işgaliyle başladığı görülür. Bu tarihte başlayan savaş, ardında elli iki milyon ölü, milyonlarca yaralı, sakat ve moloz yığını haline gelmiş kentler ile acı ve gözyaşı bırakmıştır. Bu kirli savaş, Mayıs 1945'de son bulmuştur. İnsanlık tarihinin bu en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşının başladığı gün, yani 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kabul edilmiştir. Fakat bu gündeki dilek ve temenniler bir sürü kuru laftan öteye gitmemiştir.
Yine bir Dünya Barış Gününün sene-i devriyesindeyiz. Dört bir yanımızda savaşlar ve kanlı çatışmalar sürüyor. ABD'nin ve yandaşlarının Irak işgali(pardon demokratikleştirme faaliyeti! ...) devam ediyor. İsrail, Filistin ve Lübnan'a saldırıp taş taş üstünde koymuyor. Rusya, Çeçenlere özgürce yaşama hakkı tanımıyor. Afganistan'da piyonlar, şahı devirip mat etmenin peşindeler. Herkesin kanlı bir hesabı var. Böyle bir manzara karşısında barış türküleri söylemek ne kadar da uygun düşüyor! ...İnsanın gözleri yaşarıyor! ...
Yeni bir Dünya Barış Gününün yıldönümündeyiz. Bugün bu acıklı manzara karşısında hiçbir şey olmamış gibi yine bozuk plaklar çalınacak. Barış mesajları irat edilecek. Fakat bu süslü sözler havanda su dövmekten öteye gitmeyecek. Ustaca kurulmuş içi boş cümleler akan kanı durdurmayacak… Ne diyelim barış, sevgi ve hoşgörü ufukta görünmese de içimizde hâlâ umut var. Zaten umudun tükendiği yerde hayat da tükenmiş demektir.
Pardon anlayamadım! ... Dünya Barış Günü mü demiştiniz? Şimdi anlar gibi oldum… Barış haa, barış! …Eee ne diyelim Dünya Barış Günü mazlumlara olmasa da; Filistin ve Lübnan'ı yerle bir eden İsrail'e, Irak ve Afganistan'ı kan gölüne çeviren ABD'ye, onun sadık finosu İngiltere'ye, Çeçen liderleri bir bir öldüren Rusya'ya, Keşmir'i ikide bir kaşıyan Hindistan'a, Doğu Türkistan Türklerine işkence üstüne işkenceler eden Çin'e, Balkanlar'ın huzurunu kaçıran Sırbistan'a kutlu olsun…. Biz neyiz ki! ...Barış da, savaş da onların hakkıdır.
piyer in nataşa ile evleneceği başından belliydi ama...o kadar da olaylar döndü.. :) sevdim ben bu kitabı.. gerçi herkese prens ve prenses denilse de..
Tolstoy'u tanımamı sağlayan roman...dünyanın en güzel romanı bence..
barış, savaşın somut halinin geçici olarak örtünmesidir.
Birbirinin karşıtı değildir.
Savaş her zaman vardır.
Birbirinin tamamlayıcısı
insanlar dünyaya barış için gelmiştirler,barış dilerim.bosnada çok savaş oluyor ama iyi olmasını dilerim.bosnada çok can kaybı oluyor ama olmamasını dilerim.bosnada annne baba ölüyor,çocuklar yetimhanede kalıyor ve sonunda birbirleriyle karşılaştıklarında birbirini tanımıyorlar.yetimhanede kalmamalarını dilerim.bebekler süt bulamıyor,süt bulmalarını dilerim.
mesela bi filmde izledim.bi aile turşu suyu için ayrılıyor.savaşta her tarafta felaket oluyor.bunların olmamasını dilerim.savaş yapacaklarına barış dilerim..
yakup-orta 1
dikkat yazılı var :)
Tolstoy'un 'harp ve sulh' diye bilinen eserinin yeni türkce ile adi belki de bu oluyodur...
Almancada Krieg und Frieden...
yanayana uyumlu olmuyo...