. ... . sen endamı zarif dağlar gibi, gönlü dipsiz ummanlar gibi, güzeller güzeli bir toroslar çelebisi, olgun ve mütekâmilsin,
hiç nefessiz kalmadım sende…; hiçbir ikliminde soluğum kesilmedi, gözlerinin derinliklerindeyken…, varlığımı bağlayıp tutunduğum cansın, alın yazım, müjdemsin sen benim, sevincim; simsiy/ah hakikatim ve hakikatlim, kaderim…,
işaretlerinle yükseliyorum basamak basamak, uzaklıkta yakınımsın sen benim, serinliğim, ışığımsın sen benim, sır kâtibim…, ah;
bana pür/nûrdur senin nârın, ağyarını alev alev yakar, kandilimsin gönlüm ve lisanımda, yıkandım yüreğindeki esrarlı ırmakta ve çağladım; aşkınla yoğrulup ötelere ağladım…,
seni üzgün bulsam ben solarım, iyi görmeliyim sürekli seni, ki belki bencillik, belki haksızlık bu bilemem, yakıştıran yaradan sana sevdanın karasını, bir de ben yakıştırdım kendimi yamacına, senden habersiz, ah;
hasreti içime dolan, bendesi olduğum yârim, beni özleyen beni anan yârim, vadesizim, mecalsizim, çaresizim, şu kandil gününde, münzevi bir derviş kadar sensizim, sahipsizim, garibim, bir fukara isimsizim, ah;
yüreğine kara kirpiklerle diktin beni, sana bulutları göstererek, - bu tabloyu kim yapmış diye sormuştum, sense, - gökyüzümsün dedin bana madem, o halde söyle hekimim; hangi yeryüzü gökyüzüne bakmaz…, ve sanılıyor mu ki, gökyüzü de yeryüzüne meftun değildir…,
ve sen tekil bir itikaf çal kendine…, felek rüzgarında ağaran şakaklarının ak ışıltısı ve gece gözlerinden süzülen hüznünle bakarken uzaklara, aşkın soldurduğu dudakların kapalı, omzunda reyhanlıdan ayrılığın ağır yükü, kederlisin…, duru sular kadar yorgun, ve yoksun...,
güzde terkedilmiş bir sahil kasabası kadar ıssızım... olduğun yerde, okyanus maviler içinde kal, siy/ah/ın hakikatine bürüneyim bense, ve bütün bir ömür, vuslata gönül düşürmemiş hasretinle ve kendi azığımla kavrulayım, ah;
çingene bir sarmaşık güldür hatıralar, insanın nefesini çemberini daraltan, sırnaşık ve yapma dedikçe yapan hayata tuzak, hayata kapan, yol ortası kurbanını şaşkın bırakan…, . ... .
Yazdı... Alev ve ışık tarçın renkli güz bahçemde ıssızlığım.
Ah! bakışlarını içime kaydırmadın hiç bakışlarını içimin karanlık köşesine bakışlarını içime...
Taşra kasabalarının soluk rüyalarını bölen hırçın bir tren senin henüz parçalanmamış süslü düşlerini taşıdı kompartımanın camından ölü kelebekleri okşayan geceyi, ayın gümüşünde uzayıp giden zeytinlikleri, gözlerini yumup gözlerimi seyrettin
hayatı sokaklardan öğrenen kimsesiz çocuklar ve pırıltılı suların koynundan sıyrılmış mahmur şehrim karşıladı seni.
Yazdı... Alev ve ışık benimse tekrar tekrar terk ettiğim ve sevdiğim eski bir seviye geri dönen düşlerim, yalnız bir keşişin gizli günahları kadar yalındı artık içimin karanlık köşelerine kaydırsan da bakışlarını, bir rüzgâr kandilleri söndürür, gizliden gizliye tat aldığım yıpranmış acılarım, alacakaranlığım, umudunun yırtılan yerinden, yalnızlığına karışırdı.
Yazdı... Alev ve ışık tarçın renkli güz bahçemde ıssızlığım.
Ah! saçlarımı okşamadın hiç saçlarımı okşamadın saçlarımı hiç...
:))) benim işte... sanrı değil sevgili CeHeNnEmEgİtMeYöNtEmLeRi. yıldız* doğru söylemiş. Ancak bu nesneye biraz da inanmak lazım. Kızılderililerin mutlaka bir bildiği vardır.
Kanada'da bir yerli inanışına göre kabusları tuttuğu düşünülen küçük yuvarlak sazdan yapılmış ve etrafında minik tüyleri olan sevimli bişey.. Nazar boncuğu misali... Kardeşim bir tane getirmişti bana armağan olarak. Yatak odasının kapısına da astım ammaaa.... Tecrübeyle sabittir ki; Türklere pek işlemiyo kapan mapan.. :)))))
.
...
.
sen endamı zarif dağlar gibi,
gönlü dipsiz ummanlar gibi,
güzeller güzeli bir toroslar çelebisi,
olgun ve mütekâmilsin,
hiç nefessiz kalmadım sende…;
hiçbir ikliminde soluğum kesilmedi,
gözlerinin derinliklerindeyken…,
varlığımı bağlayıp tutunduğum cansın,
alın yazım,
müjdemsin sen benim, sevincim;
simsiy/ah hakikatim ve hakikatlim,
kaderim…,
işaretlerinle yükseliyorum basamak basamak,
uzaklıkta yakınımsın sen benim,
serinliğim,
ışığımsın sen benim,
sır kâtibim…,
ah;
bana pür/nûrdur senin nârın,
ağyarını alev alev yakar,
kandilimsin gönlüm ve lisanımda,
yıkandım yüreğindeki esrarlı ırmakta
ve çağladım;
aşkınla yoğrulup ötelere ağladım…,
seni üzgün bulsam ben solarım,
iyi görmeliyim sürekli seni,
ki belki bencillik,
belki haksızlık bu bilemem,
yakıştıran yaradan sana sevdanın karasını,
bir de ben yakıştırdım kendimi yamacına,
senden habersiz,
ah;
hasreti içime dolan,
bendesi olduğum yârim,
beni özleyen beni anan yârim,
vadesizim, mecalsizim, çaresizim,
şu kandil gününde,
münzevi bir derviş kadar sensizim,
sahipsizim,
garibim, bir fukara isimsizim,
ah;
yüreğine kara kirpiklerle diktin beni,
sana bulutları göstererek,
- bu tabloyu kim yapmış
diye sormuştum,
sense,
- gökyüzümsün
dedin bana madem,
o halde söyle hekimim;
hangi yeryüzü gökyüzüne bakmaz…,
ve sanılıyor mu ki,
gökyüzü de yeryüzüne meftun değildir…,
vaslına erdiğin sır ırmakları menzilin olsun…,
ayağına diken batmadan;
zindan çilenin izleri alnında,
gücenmiş dudaklarından süzülen tebessüm,
yüreğine ve yufka bağrına aksın,
ve sen tekil bir itikaf çal kendine…,
felek rüzgarında ağaran şakaklarının ak ışıltısı
ve gece gözlerinden süzülen hüznünle
bakarken uzaklara,
aşkın soldurduğu dudakların kapalı,
omzunda reyhanlıdan ayrılığın ağır yükü,
kederlisin…,
duru sular kadar yorgun,
ve yoksun...,
güzde terkedilmiş bir sahil kasabası kadar ıssızım...
olduğun yerde, okyanus maviler içinde kal,
siy/ah/ın hakikatine bürüneyim bense,
ve bütün bir ömür,
vuslata gönül düşürmemiş hasretinle ve
kendi azığımla kavrulayım,
ah;
çingene bir sarmaşık güldür hatıralar,
insanın nefesini çemberini daraltan,
sırnaşık ve yapma dedikçe yapan
hayata tuzak, hayata kapan,
yol ortası kurbanını şaşkın bırakan…,
.
...
.
Yazdı... Alev ve ışık
tarçın renkli güz bahçemde ıssızlığım.
Ah! bakışlarını içime kaydırmadın hiç
bakışlarını içimin karanlık köşesine
bakışlarını içime...
Taşra kasabalarının soluk rüyalarını bölen
hırçın bir tren
senin henüz parçalanmamış süslü düşlerini taşıdı
kompartımanın camından ölü kelebekleri okşayan geceyi,
ayın gümüşünde uzayıp giden zeytinlikleri,
gözlerini yumup gözlerimi seyrettin
hayatı sokaklardan öğrenen kimsesiz çocuklar
ve pırıltılı suların koynundan sıyrılmış
mahmur şehrim karşıladı seni.
Yazdı... Alev ve ışık
benimse tekrar tekrar terk ettiğim ve sevdiğim
eski bir seviye geri dönen düşlerim,
yalnız bir keşişin gizli günahları kadar yalındı
artık içimin karanlık köşelerine kaydırsan da bakışlarını,
bir rüzgâr kandilleri söndürür,
gizliden gizliye tat aldığım yıpranmış acılarım,
alacakaranlığım,
umudunun yırtılan yerinden, yalnızlığına karışırdı.
Yazdı... Alev ve ışık
tarçın renkli güz bahçemde ıssızlığım.
Ah! saçlarımı okşamadın hiç
saçlarımı okşamadın
saçlarımı hiç...
O.Uysal
kızılderilileri sevenleri olması mutlu etti.
Evet mutlaka bir bildikleri vardır.
:))) benim işte...
sanrı değil sevgili CeHeNnEmEgİtMeYöNtEmLeRi.
yıldız* doğru söylemiş. Ancak bu nesneye biraz da inanmak lazım.
Kızılderililerin mutlaka bir bildiği vardır.
Ayrıca DREAMCATHCER(düş kapanı) adıyla stephen
kingin romanından Lawrence Kasdan'ın çektiği Kanada/ABD ortak yapımı bi film...
Kanada'da bir yerli inanışına göre kabusları tuttuğu düşünülen küçük yuvarlak sazdan yapılmış ve etrafında minik tüyleri olan sevimli bişey.. Nazar boncuğu misali...
Kardeşim bir tane getirmişti bana armağan olarak. Yatak odasının kapısına da astım ammaaa.... Tecrübeyle sabittir ki; Türklere pek işlemiyo kapan mapan.. :)))))