Gitti sandık…
sustu sandık…
ama aşk,
ne gidişi tanıdı,
ne de suskunluğu.
Yanılttı beni suretlerin gülü,
Her bakış bir kıvılcım,
Her söz bir yangındı sanki.
Sandım ki aşk, bir tende saklı,
Oysa ten fanidir, aşksa ezelî…
Sevmenin ilk hâli,
bir yangındı.
Tutkuydu adı,
ellerinle tutamadığın bir ateş gibi.
Sonra anladım:
Seni sevmedim aslında
sana bakan gözde
kendimi gördüm önce.
Sonra yavaş yavaş
o da silindi.
Seviyorum…
Ama bu kelime,
ağzımdan çıktığında bile
anlamını yitiriyor.
Belki de aşk,
Sonbahar yaklaştıkça sararıyor duygularım,
Az kaldı benim de hazana açılacak kapılarım.
Seni beklerken gül yaprakları diğer yapraklara karıştı.
Güneş soldu, karşıki dağları aştı...
Beni fark edemedin, asmalı konağın güzeli!
Sen, dinlerken ağustos böceğinin beyhude sesini,
Sıradan bir gemi değildi bindiğin,
Sıradan bir meşale değildi yaktığın;
Fikirdi...
Bağımsızlıktı...
Özgürlüktü...
Umuttu...
Her köz,
bir zamanlar ateşti elbet
ama her el
aynı sabrı tutamaz içinde.
Kimi çabucak savurur sıcaklığı,
kimi bekler
Bazen öyle sessiz bağırırsın ki
duvarlar titrer,
ama kimsenin kulağına değmez
bir tek harfin bile.
Bir yürek,
Kendimle konuştum sessizliğin içinde,
Sordum varlığıma, özümde saklı sorulara:
“Kimdir bu karanlıktan doğan ben?
Ve aydınlık, gerçekten ne zaman başlar?”
Gözlerimi kapadım, düşündüm uzun uzun,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!