Artık gidemem o eski sokaklara,
kapılar başka evlere açılıyor şimdi.
Beni tanıyan bahçeler kurudu,
kuşlar başka dillerde ötüyor.
Bir sandık bıraktım
Artık sormuyorum: “Gelir misin?”
Çünkü biliyorum, gelmezsin.
Yolun çoktan başka diyarlara döndü,
Ve ben seni hep yanlış istasyonda bekledim.
Kime anlatsam seni, yarım kalırım,
Artık adını anmıyorum,
ama hâlâ içimde bir yer
sana susuyor.
Bir yangının külleri gibi,
ne sıcak kaldın
ne de soğuyabildin tamamen.
Ne kaldı geriye,
Biraz yol, biraz toprak, biraz ben.
Bir yıldız kadar uzak,
Bir soluk kadar yakındı her şey aslında.
Gidenler, kalanlar,
Bir zamanlar çok şey söyledim sana,
bir gülüşün ardına şiirler sakladım,
suskunluğuna anlam yükledim,
ve hep bekledim…
belki duyarsın diye.
Her sorunun başında bir suskunluk vardı,
Ve sonunda da.
İnsan, en çok kendi sesini yitirdiğinde
Yaklaşır hakikate.
Yürüdüm…
Uzaklardan bir ses gelir;
ne kulak işitir,
ne dil söyleyebilir;
yalnızca ruh, derinden duyabilir.
O ses,
Dedim, “Vuslat nedir?”
“Her şeyden geçip O’na varmaktır,” dediler.
“Sevenin aradığı,
Sevilene kavuşmak değil midir?” dediler.
“Dedim, dünyadan el çekmek mi gerek?”
Yağmur yağsın,
ıslatsın kurumuş köklerimi;
günahtan sonraki dua gibi
inandırsın beni affa.
Toprağım yeşersin yeniden,
Bulutlar, göğün derin mahzeninde toplandı,
gümüşten ordular gibi dizildi ufka.
Rüzgâr, uzak dağların doruğundan
yağmurun kutsal çağrısını taşıdı.
İlk damla düştü,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!