Yaşlı zeytin ağaçlarımız vardı, kocaman gövdeli,
Asmalı dut ağaçlarıyla yan yana dizili.
Tanesini geç verir,
verdi mi en iyisini verirdi.
Dallarında annemizin elleri,
Beni ne sensizlik öldürecek,
ne bu vazgeçilmez hallerin,
ne de ardıma taktığın o büyülü hüzün alayı.
Beni, kalbimi değil sabrımı sınayan bu coğrafyanın arsızlığı öldürecek:
bunca gam, kedere dönüp bakmadan akan nehirler,
dağların taşıyamadığı kederi taşıyan,
Seni bizden aldılar ya!
Hüznün elleridir okşayan gölgeleri
Kiltliyorum dislerimi
ateşi harcanıyor
yaşam denen bu cehennemin
Diyelim ki; kabahatlisin,
Kırdın, üzdün, umursamadın beni.
İncinir miyim senden?
İncinirim elbette,
Ama içimdr sana inanan yanımı incitmem
Hem belli olmaz ki,
Sevginin güzelliğine yazılan destanlar ateşten, ten ve kül rengindedir.
Köpüren isli bir ateş dudaklarından dünyayı aşka çağırmaktadır.
Yazıtlardan kayıp aşka dair şiirler
boncuk gözlerinin alfabesindedir.
Çocuğunu seviyorsun;
büyüdüğünde bana baksın diyorsun.
Karını seviyorsun;
çalışıp besliyorum, bana hizmet etsin diyorsun.
And olsun ki! ..
Sen bizi nasıl o cennetinden kovduysan biz de senin cehennemini bu dünyadan kovacağız.
Masalların evi var mı anne?
Güneş gökyüzünde nasıl yürür?
Kuşlar, anne, kuşlar
Onlar dilsiz ağaçların yerine mi konuşur?
Ninileri kim yazar?
Nereden alır ezgilerini
Biliyorum gelmeyeceksin
Yine de bir an önce görünesin diye gözüme,
tüm pencereleri yola bakan,
yola yakın bir ev tuttum kendime.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!