erken saatların bahçede gezinen güneşi susmuş ruhun gömüsü, tek kavuştağı ağıtın, ağaçsız deniz üstündeki yol gösterici, sen, yön belirten ışık, geleceği söyleyen çanak, anlat bana gılgamış’ın başından geçenleri,
o ki, uykusuz dal dolu akik bir sağrak, lâcivert taşından bir kap, evcil yağ dolu, saçı sunmuştu sana, ilk ağlayışında, o ki, üçte bir insan, üçte iki tanrı, renkli sedire uzandı artık, yatacak
yüce kıal gılgamış, uruk’un başa duvarcısı, bilge tanrıça nibsun’un oğlu, hangi esinle aradı ölümsüzlüğü ağzında ırmakların, sen, dağı ovayı yıkan, geçmişteki gelecek, anlat bana onun ikinci kez ağlayışını,
yiğitler de, erenler de ay’a benzetirler, gittikçe büyür, ışır, solup gider sonra, sürülerle yıldız geçer omuz başından, her şeyi bilendi o, gizleri görürdü, yüreğin sesi tohumsuz yağmura döner.
ekip biçme, sıcak soğuk bitmez durdukça dünya, gece, başını kanadının altına koydu mu, susar otların altındaki gizemli çıtırtı, sağanağa tutulan güçlü dağ arpası titrer, ölümlü gılgamış’ın dönüşünü anlat bana.
homurdanan arslan ufaldıkça ufalır, şöyle tuttu mu kuyruğundan çöl faresi dersini silkeler ölümünü, yeleli baş tuzbuz, kente dönerken avaz avaz yükselir gök, sallan, karılarını kapar soyluların bu kez, bırakmaz ilk geceyi ekin biçmiş sevgiliye, eşit bir güç yarat, erinç bağışla bize.
yaz aylarını gezdiren ışık duyulmaz kışın, bir gözde yıldız vardır, ötekinde günah, yarılmış incirdeki ısı erimez asmada, sağ elin düzeni ayrı, sol elin ayrı, iki kocaman ağaç bilmelisin: yakın-ırak, doğa’nın yasası başkadır, kentin başka, yükselen yakarılarla duvarı karıştırma.
ÖLÜMSÜZLÜĞÜN ARANDIĞI BİR DESTAN: GILGAMIŞ DESTANI
Gılgamış destanı Nuh Tufanı'nın anlatıldığı ilk yazılı eserdir. Uruk kentinin kralı Gılgamış'ın yaşamını anlatan destan, kimilerine göre kutsal kitapların da kaynağıdır.
Çoğu tarihçi, tarihin, çivi yazısını bulan Sümerlilerle başladığını söyler. M.Ö. 4 bininci yılın ikinci yarısında Aşağı Mezopotomya'da yaşayan; Ur, Uruk, Kiş, Eridu, Lagaş ve Nippu gibi önemli kentler kuran Sümerlerden geriye, o dönemi yansıtan pek çok eser kalmıştır. Bunlardan belki de en önemlisi, içinde Nuh Tufanı'nın da anlatıldığı Gılgamış Destanı'dır. Sümer diliyle 'Sha Nagba İmuru' yani 'Her şeyi görmüş olan' Gılgamış, bugün Gaziantep'in Suriye'ye sınır ilçesi Karkamış'ın o dönemki adıyla, Uruk kentinin kralıdır.
İlk yazılış tarihi M.Ö. 2500-3000 yılları arasında olduğu tahmin edilen destan, Sümerce 12 tane kil tablete yazılmıştır. İlk yazılımın dışında destan, daha sonra Babil döneminde iki kez daha yazılmıştır. Toplam 2 bin 900 satır olduğu tahmin edilen destanın en önemli bölümleri eksiktir. Sadece yüzde 60'ı tam olarak bulunan şiir formatında yazılmış destanın bazı dizelerinin başı ve sonu yoktur. Destanın Sümerce yazımının anlaşılması oldukça zordur. M.Ö. 1800 yıllarında Babil kralı Hamurabi zamanında tekrar yazılan Gılgamış Destanı'nın üç tableti bulunamamıştır. Destanın son yazılım tarihi tam olarak bilinemese de, son ozanının, Kassitler çağında yaşamış Sin Lekke Unnini adında bir sanatçı olduğu kabul edilmektedir.
Destanın kahramanı Uruk Kralı Gılgamış, dörttü üçü tanrı, dörtte biri insan olan bir varlıktır. Gılgamış halk tarafından çok sevilir ama, kral aynı zamanda sert, güçlü ve mağrurdur. Halk bu öfkeli kralın burnu biraz sürtülsün düşüncesiyle tanrılardan yardım ister. Dualar boşa gitmez ve tanrıça Aruru, yarı vahşi bir yaratık olan Enkidu'yu yeryüzüne gönderir. Enkidu destanın ikinci önemli karakteridir. Fakat Enkidu'nun kırlarda yaptığı kıyımlar Gılgamış'tan çok dilekte bulunan Uruk halkının başına bela olur. Gılgamış, Enkidu'yu yola getirmek için güzel bir fahişe yollar ve ehlileşmesini sağlar. Kadının peşinden kente gelen Enkidu krallar gibi ağırlanır, güzel kokularla yıkanır, kentlilere özgün elbiseler giyer, oturup kalkma dersleri alır. Tanrının isteğinin aksine Gılgamış'la Enkidu çok iyi arkadaş olurlar.
Güçlerini sınamak için yola koyulan ikili, kendilerine hasım olarak, korkunç sesiyle bile insanları öldürebilen Sedir ormanının korucusu dev Huvava'yı seçer. Ancak devin gürleyişi karşısında Enkidu korkudan dona kalır. Gılgamış ise etkilenmez ve devi öldürür. Bunu gören tanrıça İştar, Gılgamış'a aşık olur. Fakat Gılgamış tanrıça İştar'ı, fahişe gibi davranıp her önüne gelenle hatta hayvanlarla bile birlikte olduğu için aşağılar ve reddeder. Tanrıçanın intikam almak için Uruk kentine yaptığı saldırılar ise iki kahraman tarafından bertaraf edilir.
Günün birinde Enkidu ölüme yenik düşer. Dostunu yitirdiği için çılgına dönen Gılgamış, kendisinin de bir gün öleceği gerçeği ile karşılaştığından paniğe kapılır. Ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek için 'tufan'ı yaşamış ve ölümsüzlüğe ermiş olan Utnapiştim'i görmeye gider. Utnapiştim, binbir zorlukla Mutlular Adası'ndaki evine gelen Gılgamış'ı geri çevirmez ve ona tufanı anlatır. Tanrılar bir tufan ile insanları yok etme kararı alırlar. Ancak Utnapiştim, tanrı Ea'nın uyarısı üzerine ailesini, çeşitli zenaat erbabını, hayvan ve bitki türlerini içine alacak yedi bölümden oluşan bir gemi inşa eder. Yedi gün, yedi gece süren ve yeryüzünün sularla kaplandığı tufan sonunda Utnapiştim'in gemisi Nisir Dağı'nın tepesinde karaya oturur.
Utnapiştim, Gılgamış'tan, genç kalmanın sırrının, denizin diplerinde bulunan bir bitkide olduğunu saklamaz. Kral sevinçle denizin diplerine dalar ve otu bulur. Ancak Gılgamış'ın yorgunluktan uykuya dalmasından yararlanan bir yılan, otu yutuverir. Destan, yılanların her bahar deri değiştirmesini bu olaya bağlamıştır. Ebediyen varolma şansını yitiren Gılgamış deliye döner. Çaresiz bir biçimde geldiği Uruk'ta artık Enkidu'nun ruhuyla kurduğu ilişkiden başka avuntusu kalmamıştır. Gılgamış, Enkidu'ya ölümden sonraki hayata dair yönelttiği sorularla biraz olsun teselli bulurken bilgeliğin dünyanın nimetlerinden yararlanmak anlamına geldiğini kavrar ve destan da sona erer.
Don Kişot (Don Quijote) dünyayı kötülüklerden temizleme hevesiyle yollara düşen yaşlı bir adamdır. Fakat ikinci gün fena bir dayak yemiş olarak evine geri döner. Yaşı yetmişi geçmiş olan kahramanımız bütün hayatını şövalyelerin kahramanlıklarını anlatan kitaplar okuyarak geçirmiştir ve ilk hatasında vazgeçecek değildir, çünkü okuduğu hiçbir kitapta şövalyeler bu kadar çabuk pes etmezler.
Don Kişot okuduğu tüm kitaplardan başka bir şey daha öğrenmiştir. Şövalyelerin hepsinin bir yaveri vardır. Yanına bir yaver alması gerektiğine karar vererek komşusu Sanço Panza'yı onunla birlikte gelmesi için ikna eder. Şövalyelikten kazanacağı krallığından ona bir ada verecektir. Sanço Panza canından çok sevdiği eşeğinden ve saflığından başka hiçbir şeyi olmayan bir köylüdür. Adayı kazanabilmek için Don Kişot'un tüm hayal perestliklerine göz yumar. Don Kişot'a hiçbir zaman gerçeği söylemez, çünkü bu durum hep ters etki yaratmakta ve efendisinden sopayı yemektedir. O yüzden Don Kişot'u yalanlarla avutur. Artık yeldeğirmenleri kötülük saçan dev olmuşlardır, küçük hanlar efsanevi kontların şatolarına dönüşmüştür. Sanço Panza, insanda sabitleşmiş bir fikire, karşı çıkacak kadar saf değildir
Sadece Sanço Panza değil; sabitleşmiş fikirlere karşı çıkmaya kimse niyetli değildir. Herkes Don Kişot'un kafayı oynatmış bir ihtiyar olduğunu görünce, 'deliyle uğraşmaya gelmez' deyip Don Kişot'un istediklerini yapmaktadırlar. Birazda can sıkıntısından olsa gerek karşılarına çıkan herkes, Don Kişot'un inanarak oynadığı bu oyunu bozmaz, aksine ellerinden gelen yardımı esirgemezler. Zaten Don Kişot'un gerçeği görmeye niyeti yoktur. Gerçekle yüzleştiği anlarda bile Don Kişot kendi hayal dünyasından açıklamalar bulmaktadır. Ya kendisi büyülenmiştir, ya diğerleri...
Gittikleri bir yerde büyük bir derebeyliğinin kontu, eğlence olsun diye Sanço Panza'ya gerçekten valilik yapacağı bir adayı bahşeder. Bir köylü çobanının nasıl valilik yapacağını merak etmektedirler. Sanço Panza vali olarak karşısına getirilen davalara dürüstlüğüyle yaklaşır ve adil kararlar verir. Ancak valilik yaptığı adanın kendinden önceki yaveri onun ayağını kaydırmayı başarır. Zaten makam ve koltuk sevdası taşımayan Sanço Panza valilik konusunda da hiç hırs yapmaz ve valiliği bırakarak efendisine geri döner..
Efendisi Don Kişot içinde şövalyelik günleri sayılıdır çünkü köyünden iki eski arkadaşı Don Kişot'un evine dönmesi için ona bir oyun oynamak hazırlığındadırlar. Oyun basittir: Biri şövalye kılığına girerek Don Kişot'a meydan okuyacaktır ve yenmesi durumunda rakibi şövalyeliği bırakacaktır. Don Kişot zaten çok yaşlı biri olduğu için yenmek problem olmaz ve Don Kişot, Sanço Panza ile birlikte evine geri döner.
Hikaye burda bitiyor. Daha doğrusu yazar Cervantes, hikayenin melodram etkisini güçlendirmek için Don Kişot'un akıllanarak öldüğünü hikayenin sonuna ekliyor. Tüm bu hikaye, körü körüne bir idealizmin insanı nasıl hayal perestliğe sevk ettiği ve onu ölüme götürdüğü üzerine hüzünlü bir komedi oluşturuyor.
'Akıl tamamlandığında söz noksanlaşır'
Herkes kendini dusunurse, herkes dusunuLmus olur..((:
Sustum! dilime ihanet edip!
erken saatların bahçede gezinen güneşi
susmuş ruhun gömüsü, tek kavuştağı ağıtın,
ağaçsız deniz üstündeki yol gösterici, sen,
yön belirten ışık, geleceği söyleyen çanak,
anlat bana gılgamış’ın başından geçenleri,
o ki, uykusuz dal dolu akik bir sağrak,
lâcivert taşından bir kap, evcil yağ dolu,
saçı sunmuştu sana, ilk ağlayışında,
o ki, üçte bir insan, üçte iki tanrı,
renkli sedire uzandı artık, yatacak
yüce kıal gılgamış, uruk’un başa duvarcısı,
bilge tanrıça nibsun’un oğlu, hangi esinle
aradı ölümsüzlüğü ağzında ırmakların,
sen, dağı ovayı yıkan, geçmişteki gelecek,
anlat bana onun ikinci kez ağlayışını,
yiğitler de, erenler de ay’a benzetirler,
gittikçe büyür, ışır, solup gider sonra,
sürülerle yıldız geçer omuz başından,
her şeyi bilendi o, gizleri görürdü,
yüreğin sesi tohumsuz yağmura döner.
ekip biçme, sıcak soğuk bitmez durdukça dünya,
gece, başını kanadının altına koydu mu,
susar otların altındaki gizemli çıtırtı,
sağanağa tutulan güçlü dağ arpası titrer,
ölümlü gılgamış’ın dönüşünü anlat bana.
homurdanan arslan ufaldıkça ufalır,
şöyle tuttu mu kuyruğundan çöl faresi dersini
silkeler ölümünü, yeleli baş tuzbuz,
kente dönerken avaz avaz yükselir gök, sallan,
karılarını kapar soyluların bu kez,
bırakmaz ilk geceyi ekin biçmiş sevgiliye,
eşit bir güç yarat, erinç bağışla bize.
yaz aylarını gezdiren ışık duyulmaz kışın,
bir gözde yıldız vardır, ötekinde günah,
yarılmış incirdeki ısı erimez asmada,
sağ elin düzeni ayrı, sol elin ayrı,
iki kocaman ağaç bilmelisin: yakın-ırak,
doğa’nın yasası başkadır, kentin başka,
yükselen yakarılarla duvarı karıştırma.
ÖLÜMSÜZLÜĞÜN ARANDIĞI BİR DESTAN: GILGAMIŞ DESTANI
Gılgamış destanı Nuh Tufanı'nın anlatıldığı ilk yazılı eserdir. Uruk kentinin kralı Gılgamış'ın yaşamını anlatan destan, kimilerine göre kutsal kitapların da kaynağıdır.
Çoğu tarihçi, tarihin, çivi yazısını bulan Sümerlilerle başladığını söyler. M.Ö. 4 bininci yılın ikinci yarısında Aşağı Mezopotomya'da yaşayan; Ur, Uruk, Kiş, Eridu, Lagaş ve Nippu gibi önemli kentler kuran Sümerlerden geriye, o dönemi yansıtan pek çok eser kalmıştır. Bunlardan belki de en önemlisi, içinde Nuh Tufanı'nın da anlatıldığı Gılgamış Destanı'dır. Sümer diliyle 'Sha Nagba İmuru' yani 'Her şeyi görmüş olan' Gılgamış, bugün Gaziantep'in Suriye'ye sınır ilçesi Karkamış'ın o dönemki adıyla, Uruk kentinin kralıdır.
İlk yazılış tarihi M.Ö. 2500-3000 yılları arasında olduğu tahmin edilen destan, Sümerce 12 tane kil tablete yazılmıştır. İlk yazılımın dışında destan, daha sonra Babil döneminde iki kez daha yazılmıştır. Toplam 2 bin 900 satır olduğu tahmin edilen destanın en önemli bölümleri eksiktir. Sadece yüzde 60'ı tam olarak bulunan şiir formatında yazılmış destanın bazı dizelerinin başı ve sonu yoktur. Destanın Sümerce yazımının anlaşılması oldukça zordur. M.Ö. 1800 yıllarında Babil kralı Hamurabi zamanında tekrar yazılan Gılgamış Destanı'nın üç tableti bulunamamıştır. Destanın son yazılım tarihi tam olarak bilinemese de, son ozanının, Kassitler çağında yaşamış Sin Lekke Unnini adında bir sanatçı olduğu kabul edilmektedir.
Destanın kahramanı Uruk Kralı Gılgamış, dörttü üçü tanrı, dörtte biri insan olan bir varlıktır. Gılgamış halk tarafından çok sevilir ama, kral aynı zamanda sert, güçlü ve mağrurdur. Halk bu öfkeli kralın burnu biraz sürtülsün düşüncesiyle tanrılardan yardım ister. Dualar boşa gitmez ve tanrıça Aruru, yarı vahşi bir yaratık olan Enkidu'yu yeryüzüne gönderir. Enkidu destanın ikinci önemli karakteridir. Fakat Enkidu'nun kırlarda yaptığı kıyımlar Gılgamış'tan çok dilekte bulunan Uruk halkının başına bela olur. Gılgamış, Enkidu'yu yola getirmek için güzel bir fahişe yollar ve ehlileşmesini sağlar. Kadının peşinden kente gelen Enkidu krallar gibi ağırlanır, güzel kokularla yıkanır, kentlilere özgün elbiseler giyer, oturup kalkma dersleri alır. Tanrının isteğinin aksine Gılgamış'la Enkidu çok iyi arkadaş olurlar.
Güçlerini sınamak için yola koyulan ikili, kendilerine hasım olarak, korkunç sesiyle bile insanları öldürebilen Sedir ormanının korucusu dev Huvava'yı seçer. Ancak devin gürleyişi karşısında Enkidu korkudan dona kalır. Gılgamış ise etkilenmez ve devi öldürür. Bunu gören tanrıça İştar, Gılgamış'a aşık olur. Fakat Gılgamış tanrıça İştar'ı, fahişe gibi davranıp her önüne gelenle hatta hayvanlarla bile birlikte olduğu için aşağılar ve reddeder. Tanrıçanın intikam almak için Uruk kentine yaptığı saldırılar ise iki kahraman tarafından bertaraf edilir.
Günün birinde Enkidu ölüme yenik düşer. Dostunu yitirdiği için çılgına dönen Gılgamış, kendisinin de bir gün öleceği gerçeği ile karşılaştığından paniğe kapılır. Ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek için 'tufan'ı yaşamış ve ölümsüzlüğe ermiş olan Utnapiştim'i görmeye gider. Utnapiştim, binbir zorlukla Mutlular Adası'ndaki evine gelen Gılgamış'ı geri çevirmez ve ona tufanı anlatır. Tanrılar bir tufan ile insanları yok etme kararı alırlar. Ancak Utnapiştim, tanrı Ea'nın uyarısı üzerine ailesini, çeşitli zenaat erbabını, hayvan ve bitki türlerini içine alacak yedi bölümden oluşan bir gemi inşa eder. Yedi gün, yedi gece süren ve yeryüzünün sularla kaplandığı tufan sonunda Utnapiştim'in gemisi Nisir Dağı'nın tepesinde karaya oturur.
Utnapiştim, Gılgamış'tan, genç kalmanın sırrının, denizin diplerinde bulunan bir bitkide olduğunu saklamaz. Kral sevinçle denizin diplerine dalar ve otu bulur. Ancak Gılgamış'ın yorgunluktan uykuya dalmasından yararlanan bir yılan, otu yutuverir. Destan, yılanların her bahar deri değiştirmesini bu olaya bağlamıştır. Ebediyen varolma şansını yitiren Gılgamış deliye döner. Çaresiz bir biçimde geldiği Uruk'ta artık Enkidu'nun ruhuyla kurduğu ilişkiden başka avuntusu kalmamıştır. Gılgamış, Enkidu'ya ölümden sonraki hayata dair yönelttiği sorularla biraz olsun teselli bulurken bilgeliğin dünyanın nimetlerinden yararlanmak anlamına geldiğini kavrar ve destan da sona erer.
büyüyelim de bize de günah yazsın melekler..
kullanılmış bedenleri sahiplenen
kirlenmiş ruhları sevdiren
sihirli bir gizemdir aşk
'Habibi, Sen olmasaydin bu gokleri yaratmazdim'
1610 yılında ilk roman don kişot'u yazan adam.
Don Kişot (Don Quijote) dünyayı kötülüklerden temizleme hevesiyle yollara düşen yaşlı bir adamdır. Fakat ikinci gün fena bir dayak yemiş olarak evine geri döner. Yaşı yetmişi geçmiş olan kahramanımız bütün hayatını şövalyelerin kahramanlıklarını anlatan kitaplar okuyarak geçirmiştir ve ilk hatasında vazgeçecek değildir, çünkü okuduğu hiçbir kitapta şövalyeler bu kadar çabuk pes etmezler.
Don Kişot okuduğu tüm kitaplardan başka bir şey daha öğrenmiştir. Şövalyelerin hepsinin bir yaveri vardır. Yanına bir yaver alması gerektiğine karar vererek komşusu Sanço Panza'yı onunla birlikte gelmesi için ikna eder. Şövalyelikten kazanacağı krallığından ona bir ada verecektir. Sanço Panza canından çok sevdiği eşeğinden ve saflığından başka hiçbir şeyi olmayan bir köylüdür. Adayı kazanabilmek için Don Kişot'un tüm hayal perestliklerine göz yumar. Don Kişot'a hiçbir zaman gerçeği söylemez, çünkü bu durum hep ters etki yaratmakta ve efendisinden sopayı yemektedir. O yüzden Don Kişot'u yalanlarla avutur. Artık yeldeğirmenleri kötülük saçan dev olmuşlardır, küçük hanlar efsanevi kontların şatolarına dönüşmüştür. Sanço Panza, insanda sabitleşmiş bir fikire, karşı çıkacak kadar saf değildir
Sadece Sanço Panza değil; sabitleşmiş fikirlere karşı çıkmaya kimse niyetli değildir. Herkes Don Kişot'un kafayı oynatmış bir ihtiyar olduğunu görünce, 'deliyle uğraşmaya gelmez' deyip Don Kişot'un istediklerini yapmaktadırlar. Birazda can sıkıntısından olsa gerek karşılarına çıkan herkes, Don Kişot'un inanarak oynadığı bu oyunu bozmaz, aksine ellerinden gelen yardımı esirgemezler. Zaten Don Kişot'un gerçeği görmeye niyeti yoktur. Gerçekle yüzleştiği anlarda bile Don Kişot kendi hayal dünyasından açıklamalar bulmaktadır. Ya kendisi büyülenmiştir, ya diğerleri...
Gittikleri bir yerde büyük bir derebeyliğinin kontu, eğlence olsun diye Sanço Panza'ya gerçekten valilik yapacağı bir adayı bahşeder. Bir köylü çobanının nasıl valilik yapacağını merak etmektedirler. Sanço Panza vali olarak karşısına getirilen davalara dürüstlüğüyle yaklaşır ve adil kararlar verir. Ancak valilik yaptığı adanın kendinden önceki yaveri onun ayağını kaydırmayı başarır. Zaten makam ve koltuk sevdası taşımayan Sanço Panza valilik konusunda da hiç hırs yapmaz ve valiliği bırakarak efendisine geri döner..
Efendisi Don Kişot içinde şövalyelik günleri sayılıdır çünkü köyünden iki eski arkadaşı Don Kişot'un evine dönmesi için ona bir oyun oynamak hazırlığındadırlar. Oyun basittir: Biri şövalye kılığına girerek Don Kişot'a meydan okuyacaktır ve yenmesi durumunda rakibi şövalyeliği bırakacaktır. Don Kişot zaten çok yaşlı biri olduğu için yenmek problem olmaz ve Don Kişot, Sanço Panza ile birlikte evine geri döner.
Hikaye burda bitiyor. Daha doğrusu yazar Cervantes, hikayenin melodram etkisini güçlendirmek için Don Kişot'un akıllanarak öldüğünü hikayenin sonuna ekliyor. Tüm bu hikaye, körü körüne bir idealizmin insanı nasıl hayal perestliğe sevk ettiği ve onu ölüme götürdüğü üzerine hüzünlü bir komedi oluşturuyor.