gül verdiler, dikenini de istedim; dikensiz gül kokmuyor Şirâze gökyüzü verdiler, bulut da istedim; bulutsuz gökyüzü dalgasız deniz gibi Şirâze kağıt verdiler, kalem de istedim; kalemsiz kağıt hep boş Şirâze anladım ki, verenden hep isteniyor, verdikçe isteniyor, verdikçe dahası isteniyor
ihsânı bol olana sevdalıyken, insana dair her şey ne kadar da az görünüyor gözüme verseler verseler ne kadarını verirler Şirâze verirken kaç ölçer, kaç biçerler buralardayım; ikinci paragrafın üçüncü satır, sekizinci kelimesinde sayfalardan iki-yüz-yetmiş-dokuz okuya okuya bul beni Şirâze “boşluk” diye bir şey yok, her kelime arası dolu, her satır arası dolu her paragraf arası dolu, sayfa kenarları dolu, dopdoluyum Şirâze
tutup askıya asamıyorum, dolaba koyup saklayamıyorum, sandığa kilitleyemiyorum kilit üstüne kilit vuramıyorum Şirâze, ben en var halimle yok olmanın telaşındayım dünyanın her anını hayata döndürememenin telaşındayım sonsuzluğumu yeşertememenin telaşındayım her mevsimi ruhuma aşılayamamanın telaşındayım telaş içinde bir ben’im Şirâze
bazen gecenin en sessiz anında göğe bir merdiven dayayıp çıkmak geçiyor içimden yukarılara aşağıda hayat, yukarıda hayat; aşağı yukarı hepten hayat Şirâze
düşünüyorum çok zaman, “hayat üzerine kaç cümle kurdular” diye cümleler de hayatın kendisi de, hayattan olmayan bir ben miyim ne bul beni Şirâze daha girerken karanlığa, tüm aydınlığımı yuttum başıma bir ayla takıp, olamayacağım her ne var ise hevesle el ettim bul beni Şirâze gözümden tut, dilimden tut… çek çıkar beni kuytularımdan
Bana layık biri olabilir mi ki
Benim yüzümden tabiki kimse ölmesin
“Bir şeker uğruna ya rab ne güneşler batıyor”
Sana da günaydın
gül verdiler, dikenini de istedim; dikensiz gül kokmuyor Şirâze
gökyüzü verdiler, bulut da istedim; bulutsuz gökyüzü dalgasız deniz gibi Şirâze
kağıt verdiler, kalem de istedim; kalemsiz kağıt hep boş Şirâze
anladım ki, verenden hep isteniyor, verdikçe isteniyor, verdikçe dahası isteniyor
“hasret” desen hasret
“acı” desen acı
“sevda” desen sevda
“renk” desen renk
“yol” desen yol
“ışık” desen ışık
ne ise aradığın onunla doluyum Şirâze
ihsânı bol olana sevdalıyken, insana dair her şey ne kadar da az görünüyor gözüme
verseler verseler ne kadarını verirler Şirâze
verirken kaç ölçer, kaç biçerler
buralardayım; ikinci paragrafın üçüncü satır, sekizinci kelimesinde
sayfalardan iki-yüz-yetmiş-dokuz
okuya okuya bul beni Şirâze
“boşluk” diye bir şey yok, her kelime arası dolu, her satır arası dolu
her paragraf arası dolu, sayfa kenarları dolu, dopdoluyum Şirâze
tutup askıya asamıyorum, dolaba koyup saklayamıyorum, sandığa kilitleyemiyorum
kilit üstüne kilit vuramıyorum
Şirâze, ben en var halimle yok olmanın telaşındayım
dünyanın her anını hayata döndürememenin telaşındayım
sonsuzluğumu yeşertememenin telaşındayım
her mevsimi ruhuma aşılayamamanın telaşındayım
telaş içinde bir ben’im Şirâze
bazen gecenin en sessiz anında göğe bir merdiven dayayıp çıkmak geçiyor içimden yukarılara
aşağıda hayat, yukarıda hayat; aşağı yukarı hepten hayat Şirâze
düşünüyorum çok zaman, “hayat üzerine kaç cümle kurdular” diye
cümleler de hayatın kendisi de, hayattan olmayan bir ben miyim ne
bul beni Şirâze
daha girerken karanlığa, tüm aydınlığımı yuttum
başıma bir ayla takıp, olamayacağım her ne var ise hevesle el ettim
bul beni Şirâze
gözümden tut, dilimden tut… çek çıkar beni kuytularımdan