Bence ölçüdür muhakkak, tavır ve davranışları , doğal döngüyü , beşeri sistemleri de ekseninde kılan o kusur aranmayası terazi enstürmanıdır şâyet bazen kaçabiliyor meal- esef?
gül verdiler, dikenini de istedim; dikensiz gül kokmuyor Şirâze gökyüzü verdiler, bulut da istedim; bulutsuz gökyüzü dalgasız deniz gibi Şirâze kağıt verdiler, kalem de istedim; kalemsiz kağıt hep boş Şirâze anladım ki, verenden hep isteniyor, verdikçe isteniyor, verdikçe dahası isteniyor
ihsânı bol olana sevdalıyken, insana dair her şey ne kadar da az görünüyor gözüme verseler verseler ne kadarını verirler Şirâze verirken kaç ölçer, kaç biçerler buralardayım; ikinci paragrafın üçüncü satır, sekizinci kelimesinde sayfalardan iki-yüz-yetmiş-dokuz okuya okuya bul beni Şirâze “boşluk” diye bir şey yok, her kelime arası dolu, her satır arası dolu her paragraf arası dolu, sayfa kenarları dolu, dopdoluyum Şirâze
tutup askıya asamıyorum, dolaba koyup saklayamıyorum, sandığa kilitleyemiyorum kilit üstüne kilit vuramıyorum Şirâze, ben en var halimle yok olmanın telaşındayım dünyanın her anını hayata döndürememenin telaşındayım sonsuzluğumu yeşertememenin telaşındayım her mevsimi ruhuma aşılayamamanın telaşındayım telaş içinde bir ben’im Şirâze
bazen gecenin en sessiz anında göğe bir merdiven dayayıp çıkmak geçiyor içimden yukarılara aşağıda hayat, yukarıda hayat; aşağı yukarı hepten hayat Şirâze
düşünüyorum çok zaman, “hayat üzerine kaç cümle kurdular” diye cümleler de hayatın kendisi de, hayattan olmayan bir ben miyim ne bul beni Şirâze daha girerken karanlığa, tüm aydınlığımı yuttum başıma bir ayla takıp, olamayacağım her ne var ise hevesle el ettim bul beni Şirâze gözümden tut, dilimden tut… çek çıkar beni kuytularımdan
yolun sonu hayat, yolun başı hayat, yol boyu hepten hayat; sıkışıp kaldım Şirâze diyorum çoğu zaman göklere dönüp yüzümü “emanet çok ağır” büküldükçe bükülüyorum çatlayan ellerim acıyor, tırnaklarım acıyor; saçlarım, kaşlarım, kirpiklerim acıyor kanıyorum gün boyu; nasıl olayım işte, bunca sıkışmışlığın arasında heyhat’ım Şirâze
al yalnızlığımı ört üzerine Şirâze al Şirâze yalnızlığımı, ört üzerine belki o vakit bırakıp her şeyi, gelirim bir yerlerden başlamak için hiç gitmemişim gibi, “hiç” olmamışım gibi al yalnızlığımı ört üzerine Şirâze bitsin birilerinin üzerimdeki hükmü; bu sefâlet, ihânet, eziyet
yaşamak’ dediğimiz verirken almayı ihmâl etmiyordu hiç
sensin bendeki her şey ve beni kıymetli yapan tek şey ses ver Şirâze; feryat mı edersin, güvercin mi salarsın, kapımı mı çalarsın ses ver Şirâze, benim yapamadığımı sen yap atamadığım çığlığı benim yerime sen at, sen haykır sevdamı ben yüreğimin çatlama noktasındayım çünkü ben Şirâze, yüreğimin çatlama noktasındayım yani varla yok arası yaşıyorum ya da yokla var arası hayat ellerimin arasından kayarken ben çaresiz seyrediyorum
ben gitmedim senden gidemedim
sensin mutluluğum Şirâze en umudum, en huzurum gel de bu bitmeler de son bulsun
bir gün sevmekten vazgeçersen kendimi bakır rengine boyayıp ellerimi nar çiçeğine banacağım belki yeniden seversin diye dağ kilisesinin yamacından Akdenizli şehrime bakacağım unutma beni burada Şirâze
kime göre var, kime göre yokum kim bilir varlığımı kim seçer varlığıma rağmen beni yok saymayı kimle varım, kimle yokum ben Şirâze en önemlisi neredeyim ve neresindeyim senin bulunduğun yerin
sende olduğum kadar varım sen “yoksun” diyorsan Şirâze ha olmuşum, ha olmamışım Şiraze
ne çok acı biriktiriyoruz Şirâze iyileşemedikçe ben, gün gün aramız açılıyor seninle “bugün yarın” derken verdiğim sözü tutmak için ömrü yarılamışım farkında değilim
ne çok acı biriktiriyoruz biz böyle Şirâze içimize işliyor, kanımızda geziniyor, hücrelerimizde kodlanıyor her gün ardımızdan geliyor çoğaldıkça çoğalıyor ve aç bir çakal gibi atağa geçmek için bekliyor gölgelerde ne kadar zarar verirse o kadar güçlenecek belki ne kadar yaralanırsak pişeceğiz belki ne çok acı biriktiriyoruz böyle Şirâze
kime göre var, kime göre yokum kim bilir varlığımı kim seçer varlığıma rağmen beni yok saymayı kimle varım, kimle yokum ben Şirâze en önemlisi neredeyim ve neresindeyim senin bulunduğun yerin
sende olduğum kadar varım sen “yoksun” diyorsan Şirâze ha olmuşum, ha olmamışım
ne çok acı bitiktiriyoruz acılar mı doğuruyor, acılar mı büyütüyoruz yoksa biz ondandır belki duraksız değişmelerimiz
ne çok acı biriktiriyoruz Şirâze iyileşemedikçe ben, gün gün aramız açılıyor seninle “bugün yarın” derken verdiğim sözü tutmak için ömrü yarılamışım farkında değilim
ne çok acı biriktiriyoruz biz böyle Şirâze içimize işliyor, kanımızda geziniyor, hücrelerimizde kodlanıyor her gün ardımızdan geliyor çoğaldıkça çoğalıyor ve aç bir çakal gibi atağa geçmek için bekliyor gölgelerde ne kadar zarar verirse o kadar güçlenecek belki ne kadar yaralanırsak pişeceğiz belki ne çok acı biriktiriyoruz böyle Şirâze
şimdi aşk nöbetimin gecelerinden birinde, semâda raks eden sitârelerin en mes’ûd anlarına şahid olan gözlerimde birikir yokluğunun acısı şimdi Şirâze, anladım ki yokluğundur beni aşka aşık, deli divâne eyleyen olmasaydın hep böyle, keşke olup olup olmasaydın böyle; ben Anka, her seferinde yanıp kül olmayacaktım, kendimi yakıp yeniden yanmaya koşmayacaktım sende belki Şirâze, seni sevmekle buldum ayinelerin gerisinde meftûn oluşu belki Şirâze, seni herdem yitirmekte buldum bengisuyu belki Şirâze hep belki işte
düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şirâze düşlerin en güzelini en güzel yapan duruşun, bakışın ve belki de aşka dair sınırsız suskunluğundu sen sustun diye ben sustum belki de ben sustum diye sen sustun
çocuk oldum bugün yaşımın rakamsal değerini hafızamdan silip dünyanın tadına baktım ucundan, tırtıklar gibi toz pembe pamuk şekerini bulutlar arasından kırpınca güneş gözlerini, utanıp saklandım babacan gövdesindeki derin ve karanlık kovuğunda bir çınar ağacının bestelenmemiş şarkılarımı mırıldandım yine gereğinden fazla kırılgan yalnızdım ve hâlâ yoktu dilimden anlayan
kendimi buldum bugün bir sokak ortasında ‘elim sende’ oynarken Fes’in bir kenar mahallesinde toza toprağa bulanmışım yüzümde geniş bir gülümseme, mutfaktan aşırdığım sıcak pideyi gizlice yerken ben ve Rina, gölgelerin de gözü olduğunu öğrenmeye birkaç yıl yaklaşmışım yüreğinde kendimi aradığım nice insan kayarken önemsiz hayatımdan hoyratmışım ve bilmekten epey uzakmışım daha, hayatın direklerinin ayrıntılar olduğundan
ben bir dağ kızı, alabildiğine özgür bırakmışım rüzgâra kendimi hırçın ve deli yıllar var, bir dağdan diğerine atlamışım aklım duraksız masalsı öyküler peşinde yetmemiş de Şirâze, dağlardan vadilere inmiş, Kaf’a dayanırım ümidiyle ovalara açılmışım Adre’ye varma hayâline ezelden zincirli, çöl kumunda yanmış ayaklarım yürümeye devam etsem de kör topal geçtim nihayetinde tutunma telaşından ağırlaştım ve selam göndermiyorum artık kimseye çanların çaldığı bu topraklardan
‘kırın kelepçeleri’ diyorum kadınlara, hain kötülüklerin ekilmeye devam ettiği her yerde hükmü sadece size geçebilen zavallıların zulmüne kaldırın başlarınızı sen bilirsin Şirâze, içimdeki isyanın ateşini yaktıklarında ya beşti yaşım, ya altı olgun bir edayla varlığımı isimsizleştirmeye adanmışlıklarına gülsem de şimdi alayla, ömrüm kısaldı oldu hayli vakit vazgeçeli, hayatı ciddiye almaktan kararlıyım ve özlemsiz, plansız geleni yaşıyorum, benden çalınanları ve kayıplarımı hatırlamadan
onarılamazlar vardır Şirâze, bir de izi silinemezler ve çaresinin nerede gizli olduğunu bilemediğin dermansız sandığın illetler herkesin inandığı kendi doğruları bazen yanlışa çıkar bazen de yanlış görünende gizlidir doğrular olma keskin, olma zâlim; bazen üzerinde sapasağlam durduğun zemin çöker...
ben x/y/z’nin cirit attığı bir denklemde, sol tarafında kalanım eşitliğin primitif yanlarım ağır bastığından belki de ne soyut matematiği, ne de uygulamalısını bilirim bu yüzden sanırım, kalkülüs kullanan Leibniz’e karşı epey mesafeliyim yoksa Şirâze’m, çoktan sınırları aşmış başka bir boyutta yaşıyor olabilirdim hatta üç aşağı beş yukarı, dik açılı bir üçgenle aramdaki ilişkinin adını koyabilirdim en merak ettiğimse Şirâze, sonsuzluğun, neresinde olduğu sayılar teorisinin ve bizi getirdiği nokta analitik geometrinin elhak imkânı yok her şeyi anlayıp çözmenin vektörler ve matrisler konusunu bırakalım başka bir zamana notasyon desen bendeki karşılığı tam anlamıyla bir karmaşa
ben en iyisi sıfıra dönüp yeni bir başlangıca girişeyim belki bu sefer bulurum çıkışını yerkürenin ya da sonunda Şirâze’m, sana varabilirim...
ben x/y/z’nin cirit attığı bir denklemde, sol tarafında kalanım eşitliğin primitif yanlarım ağır bastığından belki de ne soyut matematiği, ne de uygulamalısını bilirim bu yüzden sanırım, kalkülüs kullanan Leibniz’e karşı epey mesafeliyim yoksa Şirâze’m, çoktan sınırları aşmış başka bir boyutta yaşıyor olabilirdim hatta üç aşağı beş yukarı, dik açılı bir üçgenle aramdaki ilişkinin adını koyabilirdim en merak ettiğimse Şirâze, sonsuzluğun, neresinde olduğu sayılar teorisinin ve bizi getirdiği nokta analitik geometrinin elhak imkânı yok her şeyi anlayıp çözmenin vektörler ve matrisler konusunu bırakalım başka bir zamana notasyon desen bendeki karşılığı tam anlamıyla bir karmaşa
ben en iyisi sıfıra dönüp yeni bir başlangıca girişeyim belki bu sefer bulurum çıkışını yerkürenin ya da sonunda Şirâze’m, sana varabilirim
mırıl mırıl söylenirim ben r’lere vura vura; bazen h’lerle, bazen de n’lerle küs gezinirim bir çocuk görsem saklanır, harabe diplerinde kedilerle zıtlaşırım vurgunculardan kaçar, hayalperestlerden hayat araklarım
ben bir gezginim ve yalnızlığı sevmek Şirâze’m, değil benim kabahatim kabahat bana onu sevdirenlerin
kızma ama, hâlâ kendimle kavgalıyım aramızı bul diye gece uykularımda bundandır sana kaçmalarım
vura vura r’lere severim bir de ne kadar sertse vurgu o kadar iyi ne kadar sertse vurgu o kadar iyi
kuşlar göçmeden önce vedalaşmaz kimse de onlara bundan dolayı gönül koymaz dönüp geldiklerinde de Şirâze, kimse onları kovmaz. ..
yazdıklarımı hüzün tatlandırsa da Nietzsche umutsuzluğundan eser yok inan, senin olduğun yerde kırılmış hayâllerin de nefes alması olası değil madem, ben harmanlayıp aşkı adınla, tohumlarını ekiyorum her köşesine yerkürenin sor dilersen Lodi’ye, Fes’e, Helen’e, Esteli’ye; ela bir günde ya da gri, yağmur ormanlarının dahi beklediği sensin
ben seni Şirâze; hem darmadağın, hem serkeşâne, hem de mısrâ-i berceste ...
yükte hafif pahada ağır da olsa hiçbir şeyi biriktirmiyorum pullar, kartpostallar, fotoğraflar… iplerini kopardım geçmişimin dolansın dursun uzay boşluğunda bütün yaşanmışlar hiçbir şeyi sakınmıyorum senin dışında
onarılamazlar vardır Şirâze, bir de izi silinemezler ve çaresinin nerede gizli olduğunu bilemediğin dermansız sandığın illetler herkesin inandığı kendi doğruları bazen yanlışa çıkar bazen de yanlış görünende gizlidir doğrular olma keskin, olma zâlim; bazen üzerinde sapasağlam durduğun zemin çöker
Bence ölçüdür muhakkak, tavır ve davranışları , doğal döngüyü , beşeri sistemleri de ekseninde kılan o kusur aranmayası terazi enstürmanıdır şâyet bazen kaçabiliyor meal- esef?
Durmuş saat günde iki kere doğruyu gösterir, Şirazi kayanın ayarı olmaz.
glikoz senin şirazen kaymış espirik yaptım bak hadi bakim önce kim ölüyor gülmekten??????¿
bende kendi karanlığıma alıştım, en derin dipsiz kuyunun içindeyim farzet, hoşgör!!!!!¡
gül verdiler, dikenini de istedim; dikensiz gül kokmuyor Şirâze
gökyüzü verdiler, bulut da istedim; bulutsuz gökyüzü dalgasız deniz gibi Şirâze
kağıt verdiler, kalem de istedim; kalemsiz kağıt hep boş Şirâze
anladım ki, verenden hep isteniyor, verdikçe isteniyor, verdikçe dahası isteniyor
“hasret” desen hasret
“acı” desen acı
“sevda” desen sevda
“renk” desen renk
“yol” desen yol
“ışık” desen ışık
ne ise aradığın onunla doluyum Şirâze
ihsânı bol olana sevdalıyken, insana dair her şey ne kadar da az görünüyor gözüme
verseler verseler ne kadarını verirler Şirâze
verirken kaç ölçer, kaç biçerler
buralardayım; ikinci paragrafın üçüncü satır, sekizinci kelimesinde
sayfalardan iki-yüz-yetmiş-dokuz
okuya okuya bul beni Şirâze
“boşluk” diye bir şey yok, her kelime arası dolu, her satır arası dolu
her paragraf arası dolu, sayfa kenarları dolu, dopdoluyum Şirâze
tutup askıya asamıyorum, dolaba koyup saklayamıyorum, sandığa kilitleyemiyorum
kilit üstüne kilit vuramıyorum
Şirâze, ben en var halimle yok olmanın telaşındayım
dünyanın her anını hayata döndürememenin telaşındayım
sonsuzluğumu yeşertememenin telaşındayım
her mevsimi ruhuma aşılayamamanın telaşındayım
telaş içinde bir ben’im Şirâze
bazen gecenin en sessiz anında göğe bir merdiven dayayıp çıkmak geçiyor içimden yukarılara
aşağıda hayat, yukarıda hayat; aşağı yukarı hepten hayat Şirâze
düşünüyorum çok zaman, “hayat üzerine kaç cümle kurdular” diye
cümleler de hayatın kendisi de, hayattan olmayan bir ben miyim ne
bul beni Şirâze
daha girerken karanlığa, tüm aydınlığımı yuttum
başıma bir ayla takıp, olamayacağım her ne var ise hevesle el ettim
bul beni Şirâze
gözümden tut, dilimden tut… çek çıkar beni kuytularımdan
bir gün’dü
bir gün’ün bir günüydü, yazıldı
yolun sonu hayat, yolun başı hayat, yol boyu hepten hayat; sıkışıp kaldım Şirâze
diyorum çoğu zaman göklere dönüp yüzümü “emanet çok ağır”
büküldükçe bükülüyorum
çatlayan ellerim acıyor, tırnaklarım acıyor; saçlarım, kaşlarım, kirpiklerim acıyor
kanıyorum gün boyu; nasıl olayım işte, bunca sıkışmışlığın arasında heyhat’ım Şirâze
inzivâ medresesinin
münzevî talebesiyim şimdi
al yalnızlığımı ört üzerine Şirâze
al Şirâze yalnızlığımı, ört üzerine
belki o vakit bırakıp her şeyi,
gelirim bir yerlerden başlamak için
hiç gitmemişim gibi, “hiç” olmamışım gibi
al yalnızlığımı ört üzerine Şirâze
bitsin birilerinin üzerimdeki hükmü; bu sefâlet, ihânet, eziyet
yaşamak’ dediğimiz
verirken almayı ihmâl etmiyordu hiç
sensin bendeki her şey ve beni kıymetli yapan tek şey
ses ver Şirâze; feryat mı edersin, güvercin mi salarsın, kapımı mı çalarsın
ses ver Şirâze, benim yapamadığımı sen yap
atamadığım çığlığı benim yerime sen at, sen haykır sevdamı
ben yüreğimin çatlama noktasındayım
çünkü ben Şirâze, yüreğimin çatlama noktasındayım
yani varla yok arası yaşıyorum ya da yokla var arası
hayat ellerimin arasından kayarken
ben çaresiz seyrediyorum
ben gitmedim senden
gidemedim
sensin mutluluğum Şirâze
en umudum, en huzurum
gel de bu bitmeler de son bulsun
bir gün sevmekten vazgeçersen
kendimi bakır rengine boyayıp
ellerimi nar çiçeğine banacağım
belki yeniden seversin diye
dağ kilisesinin yamacından
Akdenizli şehrime bakacağım
unutma beni burada Şirâze
hayat şimdilerde
telâş üstüne telâş Şirâze
kime göre var, kime göre yokum
kim bilir varlığımı
kim seçer varlığıma rağmen beni yok saymayı
kimle varım, kimle yokum ben Şirâze
en önemlisi neredeyim
ve neresindeyim senin bulunduğun yerin
sende olduğum kadar varım
sen “yoksun” diyorsan Şirâze
ha olmuşum, ha olmamışım Şiraze
ne çok acı biriktiriyoruz Şirâze
iyileşemedikçe ben, gün gün aramız açılıyor seninle
“bugün yarın” derken verdiğim sözü tutmak için
ömrü yarılamışım farkında değilim
ne çok acı biriktiriyoruz
biz böyle Şirâze
içimize işliyor, kanımızda geziniyor,
hücrelerimizde kodlanıyor
her gün ardımızdan geliyor
çoğaldıkça çoğalıyor
ve aç bir çakal gibi atağa geçmek için bekliyor gölgelerde
ne kadar zarar verirse o kadar güçlenecek belki
ne kadar yaralanırsak pişeceğiz belki
ne çok acı biriktiriyoruz böyle Şirâze
hayat şimdilerde
telâş üstüne telâş Şirâze
kime göre var, kime göre yokum
kim bilir varlığımı
kim seçer varlığıma rağmen beni yok saymayı
kimle varım, kimle yokum ben Şirâze
en önemlisi neredeyim
ve neresindeyim senin bulunduğun yerin
sende olduğum kadar varım
sen “yoksun” diyorsan Şirâze
ha olmuşum, ha olmamışım
ağır geliyor Eylül
ve gitmiyor
ne çok acı bitiktiriyoruz
acılar mı doğuruyor, acılar mı büyütüyoruz yoksa biz
ondandır belki duraksız değişmelerimiz
ne çok acı biriktiriyoruz Şirâze
iyileşemedikçe ben, gün gün aramız açılıyor seninle
“bugün yarın” derken verdiğim sözü tutmak için
ömrü yarılamışım farkında değilim
ne çok acı biriktiriyoruz
biz böyle Şirâze
içimize işliyor, kanımızda geziniyor,
hücrelerimizde kodlanıyor
her gün ardımızdan geliyor
çoğaldıkça çoğalıyor
ve aç bir çakal gibi atağa geçmek için bekliyor gölgelerde
ne kadar zarar verirse o kadar güçlenecek belki
ne kadar yaralanırsak pişeceğiz belki
ne çok acı biriktiriyoruz böyle Şirâze
şimdi aşk nöbetimin gecelerinden birinde,
semâda raks eden sitârelerin
en mes’ûd anlarına şahid olan gözlerimde birikir yokluğunun acısı
şimdi Şirâze, anladım ki yokluğundur beni aşka aşık, deli divâne eyleyen
olmasaydın hep böyle, keşke olup olup olmasaydın böyle;
ben Anka, her seferinde yanıp kül olmayacaktım,
kendimi yakıp yeniden yanmaya koşmayacaktım sende
belki Şirâze, seni sevmekle buldum ayinelerin gerisinde meftûn oluşu
belki Şirâze, seni herdem yitirmekte buldum bengisuyu
belki Şirâze hep belki işte
düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şirâze
düşlerin en güzelini en güzel yapan
duruşun, bakışın ve belki de aşka dair sınırsız suskunluğundu
sen sustun diye ben sustum
belki de ben sustum diye sen sustun
çocuk oldum bugün yaşımın rakamsal değerini hafızamdan silip
dünyanın tadına baktım ucundan, tırtıklar gibi toz pembe pamuk şekerini
bulutlar arasından kırpınca güneş gözlerini, utanıp saklandım
babacan gövdesindeki derin ve karanlık kovuğunda bir çınar ağacının
bestelenmemiş şarkılarımı mırıldandım yine gereğinden fazla kırılgan
yalnızdım
ve hâlâ yoktu dilimden anlayan
kendimi buldum bugün bir sokak ortasında ‘elim sende’ oynarken
Fes’in bir kenar mahallesinde toza toprağa bulanmışım
yüzümde geniş bir gülümseme, mutfaktan aşırdığım sıcak pideyi gizlice yerken ben ve Rina,
gölgelerin de gözü olduğunu öğrenmeye birkaç yıl yaklaşmışım
yüreğinde kendimi aradığım nice insan kayarken önemsiz hayatımdan
hoyratmışım
ve bilmekten epey uzakmışım daha, hayatın direklerinin ayrıntılar olduğundan
ben bir dağ kızı, alabildiğine özgür bırakmışım rüzgâra kendimi hırçın ve deli
yıllar var, bir dağdan diğerine atlamışım aklım duraksız masalsı öyküler peşinde
yetmemiş de Şirâze, dağlardan vadilere inmiş, Kaf’a dayanırım ümidiyle ovalara açılmışım
Adre’ye varma hayâline ezelden zincirli, çöl kumunda yanmış ayaklarım
yürümeye devam etsem de kör topal geçtim nihayetinde tutunma telaşından
ağırlaştım
ve selam göndermiyorum artık kimseye çanların çaldığı bu topraklardan
‘kırın kelepçeleri’ diyorum kadınlara, hain kötülüklerin ekilmeye devam ettiği her yerde
hükmü sadece size geçebilen zavallıların zulmüne kaldırın başlarınızı
sen bilirsin Şirâze, içimdeki isyanın ateşini yaktıklarında ya beşti yaşım, ya altı
olgun bir edayla varlığımı isimsizleştirmeye adanmışlıklarına gülsem de şimdi alayla, ömrüm kısaldı
oldu hayli vakit vazgeçeli, hayatı ciddiye almaktan
kararlıyım
ve özlemsiz, plansız geleni yaşıyorum, benden çalınanları ve kayıplarımı hatırlamadan
onarılamazlar vardır Şirâze, bir de izi silinemezler
ve çaresinin nerede gizli olduğunu bilemediğin dermansız sandığın illetler
herkesin inandığı kendi doğruları bazen yanlışa çıkar
bazen de yanlış görünende gizlidir doğrular
olma keskin, olma zâlim; bazen üzerinde sapasağlam durduğun zemin çöker...
ben x/y/z’nin cirit attığı bir denklemde, sol tarafında kalanım eşitliğin
primitif yanlarım ağır bastığından belki de
ne soyut matematiği, ne de uygulamalısını bilirim
bu yüzden sanırım, kalkülüs kullanan Leibniz’e karşı epey mesafeliyim
yoksa Şirâze’m, çoktan sınırları aşmış başka bir boyutta yaşıyor olabilirdim
hatta üç aşağı beş yukarı, dik açılı bir üçgenle aramdaki ilişkinin adını koyabilirdim
en merak ettiğimse Şirâze, sonsuzluğun, neresinde olduğu sayılar teorisinin
ve bizi getirdiği nokta analitik geometrinin
elhak imkânı yok her şeyi anlayıp çözmenin
vektörler ve matrisler konusunu bırakalım başka bir zamana
notasyon desen bendeki karşılığı tam anlamıyla bir karmaşa
ben en iyisi sıfıra dönüp yeni bir başlangıca girişeyim
belki bu sefer bulurum çıkışını yerkürenin
ya da sonunda Şirâze’m, sana varabilirim...
ben x/y/z’nin cirit attığı bir denklemde, sol tarafında kalanım eşitliğin
primitif yanlarım ağır bastığından belki de
ne soyut matematiği, ne de uygulamalısını bilirim
bu yüzden sanırım, kalkülüs kullanan Leibniz’e karşı epey mesafeliyim
yoksa Şirâze’m, çoktan sınırları aşmış başka bir boyutta yaşıyor olabilirdim
hatta üç aşağı beş yukarı, dik açılı bir üçgenle aramdaki ilişkinin adını koyabilirdim
en merak ettiğimse Şirâze, sonsuzluğun, neresinde olduğu sayılar teorisinin
ve bizi getirdiği nokta analitik geometrinin
elhak imkânı yok her şeyi anlayıp çözmenin
vektörler ve matrisler konusunu bırakalım başka bir zamana
notasyon desen bendeki karşılığı tam anlamıyla bir karmaşa
ben en iyisi sıfıra dönüp yeni bir başlangıca girişeyim
belki bu sefer bulurum çıkışını yerkürenin
ya da sonunda Şirâze’m, sana varabilirim
mırıl mırıl söylenirim ben r’lere vura vura;
bazen h’lerle, bazen de n’lerle küs gezinirim
bir çocuk görsem saklanır, harabe diplerinde kedilerle zıtlaşırım
vurgunculardan kaçar, hayalperestlerden hayat araklarım
ben bir gezginim ve yalnızlığı sevmek Şirâze’m,
değil benim kabahatim
kabahat bana onu sevdirenlerin
kızma ama, hâlâ kendimle kavgalıyım
aramızı bul diye gece uykularımda bundandır sana kaçmalarım
vura vura r’lere severim bir de
ne kadar sertse vurgu o kadar iyi
ne kadar sertse vurgu o kadar iyi
kuşlar göçmeden önce vedalaşmaz
kimse de onlara bundan dolayı gönül koymaz
dönüp geldiklerinde de Şirâze, kimse onları kovmaz. ..
izin verme
yüreğine gizlediğinin
yitmesine
yazdıklarımı hüzün tatlandırsa da Nietzsche umutsuzluğundan eser yok inan,
senin olduğun yerde kırılmış hayâllerin de nefes alması olası değil madem,
ben harmanlayıp aşkı adınla, tohumlarını ekiyorum her köşesine yerkürenin
sor dilersen Lodi’ye, Fes’e, Helen’e, Esteli’ye; ela bir günde ya da gri,
yağmur ormanlarının dahi beklediği sensin
ben seni Şirâze;
hem darmadağın, hem serkeşâne, hem de mısrâ-i berceste ...
tatlı, şekerli bir şeymiş gibi hissettiren kelime...
Sirazesi kaymis
yükte hafif pahada ağır da olsa
hiçbir şeyi biriktirmiyorum
pullar, kartpostallar, fotoğraflar…
iplerini kopardım geçmişimin
dolansın dursun uzay boşluğunda
bütün yaşanmışlar
hiçbir şeyi sakınmıyorum
senin dışında
İnsan olayım derken varlığımın sirazesi kaydı
onarılamazlar vardır Şirâze, bir de izi silinemezler
ve çaresinin nerede gizli olduğunu bilemediğin dermansız sandığın illetler
herkesin inandığı kendi doğruları bazen yanlışa çıkar
bazen de yanlış görünende gizlidir doğrular
olma keskin, olma zâlim; bazen üzerinde sapasağlam durduğun zemin çöker
sorma
ne yaptığımı bugün
sor ya da
ne gizleyeceğim!
seni düşündüm