onarılamazlar vardır Şirâze, bir de izi silinemezler ve çaresinin nerede gizli olduğunu bilemediğin dermansız sandığın illetler herkesin inandığı kendi doğruları bazen yanlışa çıkar bazen de yanlış görünende gizlidir doğrular olma keskin, olma zâlim; bazen üzerinde sapasağlam durduğun zemin çöker
benim bildiğim Ankara sarı ve kuraktı üstelik karasaldı bozkır düşmüş arka sokaklarına, kimseler de uğramazdı aç köpekler, terkedilmiş cılız kediler ve benim gibilerden başka, hiç bayramlığı olmamış bir çocuktu sanki o
kentsel dönüşüm adı altında maruz kaldığım yıkım dokundu içinde sen olan anılarıma böylece başladı nehir yalnızlığına göçüm ben Şirâze, yüzlerce şehrin mağduruyum konar egzoz kokulu kumrular çatılarıma ve takılır aklıma Meksika Körfezi’nde bıraktığım pelikanlarım
asi değilim hiç değilim marjinal, entel benden dava fanatiği olmaz, bir sürünün koyunu da aykırılıklarımı anlatır dururlar hayretler içinde dinlerim, meğerse ben neymişim! hepsini sil baştan Şirâze’m, bunu bilir ve söylerim hatırı sayılır bir aşığım ben
yorulmuşsundur belki, belki de hedefin vurulmuştur bir öngörülemez tarafından ya da sadece vazgeçmişsindir gayenin önemsizliğini fark edip o an en tehlikelisi boşluğa kendini bırakmandır boşluk Şirâze, senin kararlarını önemsemeden bir bütün olarak seni yutar yine de onun bile vardır zaafları; açık verir, anlık insafa gelir, nedensiz genleşir ama bil ki bu, nadirdir
bazen yavaşlar hayat sollayıp geçersin, bazen sen yavaşlarsın da hayatın seni sollamasını izlersin arkasından el sallayanlara rastlamışlığın vardır üstelik küstahlık değildir bu, olsa olsa bir çeşit çaresizlik
Minik temmuz sıcağı şehrimi yeniden yaşamak arzusu doluverince gözlerime, yüreğimdeki pır pır eden kanatları susturamıyorum işte. Yeniden’i olmayan geçmişin, geçmişte kilitlendiği gerçeği ile ıhlamur ağacı altına uzanıp temmuz şarkıları döküyorum dilimden bu yabancı toprağa. Hüzne bulanmadan yaşanmıyor ki şiraze.
el'an Şiraze, vakti dayadık vakte vazifeleri unuttuk yine. gündelik telâşların çemberinde sesimizi yükselttik hiç üstüne. bir hiç olsa olsa hiçtir işte. bu ne biçim iştir Şiraze. sevdamın taktığı çelmelerle yara berelenmiş dört yanımdan sızan kanlarda boğulmak üzereyim. boğulsam sevda mı kalır Şiraze? kalsa da kime kalır Şiraze? vurulmadan önce zamanı durdurmalı, bakmalı iyiden. vurulmadan
önce bir güzel ağlamalı, kurutmalı yaşları dipten. Vurulmadan önce yüreği vurmalı, bitirmeli hepten.
saklı mektuplar XXXI Mektup | 77. Sayı / Şubat 2007 Saklı Mektuplar XXXI kesme nevânı
içine salsalar da keder
kırılsa gönül medd ü cezr ile
hepsi geçer...
hepsi geçer...
el'an Şiraze, gün yüzünü dönerken geceye tırmanıyorum içimdeki Altay'a. ben hep tırmanıyorum Şiraze. tırmandıkça dikleşiyor yokuşlarım. annem düşüyor aklıma bir ara. annem Şiraze, hep uzağımda hep uzağımda. “bir gelse” diyorum, sanki bitecek yorgunluklarım. işte o an başlayacak evcilik oyunlarım.
el'an Şiraze, herkes evine çekilirken sevilmediğimin altını çiziyorum koyu kırmızı bir kalemle. sevmek de sevilmek de bir türlü içinden çıkamadığım Şiraze. altını çizdikçe belirginleşiyor yalnızlığım. yalnızlık Yusuf'un kuyusu, içine düşen ben Şiraze. kervanlar bekliyorum, başı belli sonu olmayan. anlat bana rüyamı, anlat da çözülsün dilim. Söylenmemişleri dizeyim ardı ardına anlasın karşıma çıkanlar taşlar nerelerden sürüklenir gelir. dünyanın bir ucundan diğer ucuna Şiraze. dünyanın bir ucu diğer ucu, diğer ucu bir ucu Şiraze.
bir lâhza durup
lûtf ile
mercanları saçsan
düşse sana kem bakan...
düşse sana kem bakan...
el'an Şiraze, memleket büyüyor gözlerimde allı yeşilli, morlu mavili. içim titriyor, içimden katarlar geçiyor; göğümde beyaz bulutlar, rüzgâr desen of be Şiraze. e aramak, ne özlemek hepsini sil baştan. sil baştan Şiraze. sildikçe açılacaksın, hayat bir “dur” çekecek. durmadan bakılmıyor Şiraze. durmadan da üstelik gidilmiyor Şiraze. dur kalk nöbetlerimde ağrılar saplanıyor başımın sol cenahına. çömeliyorum kıyı köşeye; kıyı köşede sol cenâhım azdıkça azıyor. Uyumalıyım... uyuyup ağrılarımı uyutmalıyım. bir yol bulup onu atmalıyım ya da satmalıyım, mümkünse fırlatmalıyım.
el'an Şiraze, herkes evine çekilirken sevilmediğimin altını çiziyorum koyu kırmızı bir kalemle. sevmek de sevilmek de bir türlü içinden çıkamadığım Şiraze. altını çizdikçe belirginleşiyor yalnızlığım. yalnızlık Yusuf'un kuyusu, içine düşen ben Şiraze. kervanlar bekliyorum, başı belli sonu olmayan. anlat bana rüyamı, anlat da çözülsün dilim. Söylenmemişleri dizeyim ardı ardına anlasın karşıma çıkanlar taşlar nerelerden sürüklenir gelir. dünyanın bir ucundan diğer ucuna Şiraze. dünyanın bir ucu diğer ucu, diğer ucu bir ucu Şiraze.
el'an Şiraze, gün yüzünü dönerken geceye tırmanıyorum içimdeki Altay'a. ben hep tırmanıyorum Şiraze. tırmandıkça dikleşiyor yokuşlarım. annem düşüyor aklıma bir ara. annem Şiraze, hep uzağımda hep uzağımda. “bir gelse” diyorum, sanki bitecek yorgunluklarım. işte o an başlayacak evcilik oyunlarım.
a’râf’tayım belli dehr ile, asr’a hürmeten bana çektiğim hep sessizlik bil ki Şirâze, aşktan şekvâ değilim her yerde bir boşluk hissi her yerde var çözemediğim bir eksiklik anladım nihâyet Şirâze, anladım benim aradığım cennet’im
aynılık ve tekdüzelik ve yeknasaklık rutin biçimde bizi sisteme köleleştiren, var gücünle durdurmak istersin Şirâze seni aynı kalıba sokmaya çalışanları kendin olmaktan öte yoktur bir niyetin, dileğin, isteğin faydasız çaba, kimse seni sen olarak kabul etmeye yanaşmaz başlarsın sen de çıplak ellerle kuyu kazmaya birgün işe yarayacağını farzedip yıllar geçer, kuyular sahipsiz kalır öyle başıboş, kimsesiz, ve gereksiz yine de, her ne hikmetse işte ümidin bir ucuna yapışıp inatla devam edersin nereden güç aldığını bile bilmeden tırnakların kırılır, ellerin kanar, için acır çaresizlik çığlıklarını duyuramamaktan gün gelir gücün yetmez artık gençlik hayâllerinin ardını kovalamaya adımların yavaşlar, uykuların artar, direncin zayıflar ve arzuların tek tek sönmeye başlar ritmi azalan bir şakı gibi zavallılığına acımaktan başkası gelmez elinden Şirâze, ağla gözüm dersin için için; ağla ki temizlenesin, temizleyesin, temiz gidesin anla ki, beklentilerin olduğu yerde huzur filizlenmez her biri bir sonrakinin sessiz habercisidir.
yeniden başlamak kandırmacasına inandık bu yüzden yanlış üstüne yanlış bütün yaptığımız yerlebir etmek istiyorum bu sürgit boş hayatı, kurulu düzene karşı bir direniş benimkisi her gün bildik sokaklardan geçmek yerine başka yollarda kıvrılmayı tercih etmeli meselâ, tüm yolların aynı meydana vardığı sözünü ilk basamak sayıp. ya da her sabah tanıdık bir maskeyle evden ayrılmasa insanlar, göreni ikilemde bıraksa gömlek değiştirir gibi takıp çıkarsa maskelerini ruh hâlinin rengine denk; etek, çorap, kazak gibi ara ara maskelerin de eskimiş yanlarını onarsa hatta ‘azalmış çekingenliği’ dese, ‘masum yüzümün’ ‘anneliğimde derin çizikler oluşmuş’ dese ertesi gün ya da ‘zâlim tarafımda pek belirsiz etkisi zulmün’. insan, gel-gitler arasındaki bâriz tutarsızlıklardan sebep yorulur da vazgeçer belki oynamaktan. fısıldama artık Şirâze sesini duyurmaya yoksa cesaretin
İnsan olayım derken varlığımın sirazesi kaydı
Tebrizi.
Celaleddin'in şirazesiyle oynadı
Sonuç;
Mevlana'yı kazandırdı.
...
Şirazenin ayarlanması herkese lazım
Ankara' ya kar yağmış, şiraze kaymış, deyzem ;)
onarılamazlar vardır Şirâze, bir de izi silinemezler
ve çaresinin nerede gizli olduğunu bilemediğin dermansız sandığın illetler
herkesin inandığı kendi doğruları bazen yanlışa çıkar
bazen de yanlış görünende gizlidir doğrular
olma keskin, olma zâlim; bazen üzerinde sapasağlam durduğun zemin çöker
sorma
ne yaptığımı bugün
sor ya da
ne gizleyeceğim!
seni düşündüm
benim bildiğim Ankara
sarı ve kuraktı
üstelik karasaldı
bozkır düşmüş arka sokaklarına,
kimseler de uğramazdı
aç köpekler, terkedilmiş cılız kediler
ve benim gibilerden başka,
hiç bayramlığı olmamış bir çocuktu
sanki o
ne güzel bakıyorsun öyle
vurulup düşüyorum
kentsel dönüşüm
adı altında maruz kaldığım yıkım
dokundu içinde sen olan anılarıma
böylece başladı nehir yalnızlığına göçüm
ben Şirâze,
yüzlerce şehrin mağduruyum
konar egzoz kokulu kumrular çatılarıma
ve takılır aklıma Meksika Körfezi’nde bıraktığım pelikanlarım
asi değilim
hiç değilim marjinal, entel
benden dava fanatiği olmaz, bir sürünün koyunu da
aykırılıklarımı anlatır dururlar
hayretler içinde dinlerim, meğerse ben neymişim!
hepsini sil baştan Şirâze’m,
bunu bilir ve söylerim
hatırı sayılır bir aşığım ben
ben seni Şirâze;
hem darmadağın, hem serkeşâne, hem de mısrâ-i berceste hükmünde sevdim
sen istersin
ve ben her şeyin üstüne yemin ederim
kuşlar göçmeden önce vedalaşmaz
kimse de onlara bundan dolayı gönül koymaz
dönüp geldiklerinde de Şirâze, kimse onları kovmaz
ben bir gezginim ve yalnızlığı sevmek Şirâze’m,
değil benim kabahatim
kabahat bana onu sevdirenlerin
kızma ama, hâlâ kendimle kavgalıyım
aramızı bul diye gece uykularımda bundandır sana kaçmalarım
bugün de mi olmadı, Sirâze?
olmadı, ama bu
hiç olmayacağı anlamına gelmez
yorulmuşsundur belki,
belki de hedefin vurulmuştur bir öngörülemez tarafından
ya da sadece vazgeçmişsindir gayenin önemsizliğini fark edip
o an en tehlikelisi boşluğa kendini bırakmandır
boşluk Şirâze, senin kararlarını önemsemeden bir bütün olarak seni yutar
yine de onun bile vardır zaafları;
açık verir, anlık insafa gelir, nedensiz genleşir
ama bil ki bu, nadirdir
bazen yavaşlar hayat sollayıp geçersin,
bazen sen yavaşlarsın da hayatın seni sollamasını izlersin
arkasından el sallayanlara rastlamışlığın vardır üstelik
küstahlık değildir bu, olsa olsa bir çeşit çaresizlik
şiirleri harp meydanı
şairin
kandili aşk
benim de sensin
biriktirilmiş öykülerim
gecelerini aydınlatacak bir kandilim
hükmet diye sınırları çekilmemiş bir memleketim
var seni bekleyen
Şirâze’m
ben en iyisi sıfıra dönüp yeni bir başlangıca girişeyim
belki bu sefer bulurum çıkışını yerkürenin
ya da sonunda Şirâze’m, sana varabilirim
Minik temmuz sıcağı şehrimi yeniden yaşamak arzusu doluverince gözlerime, yüreğimdeki pır pır eden kanatları susturamıyorum işte. Yeniden’i olmayan geçmişin, geçmişte kilitlendiği gerçeği ile ıhlamur ağacı altına uzanıp temmuz şarkıları döküyorum dilimden bu yabancı toprağa. Hüzne bulanmadan yaşanmıyor ki şiraze.
elinin tersiyle itmek ve ....
içimde hiç dinmeyen bir fısıltı olarak kalacaksın: "sana karşı hissettiklerim aşk değil."
ben Şiraze, her damlada yitişimi izlemedeyim.
ben Şiraze; hep gidenlere, bir türlü gelemeyenlere laf üstüne laf dizmedeyim.
ben Şiraze, her sabah yeni bir ene silmedeyim.
ben Şiraze; hep bir yerde, hep bir yerde beklemedeyim.
ben Şiraze, biledikçe sensizliği bilenmedeyim.
nâzenin olanın hâlinden
bîhaber
açar zakkumlar pembe ve beyaz
“dalmışlar tahayyüle” der
incinir kelebekler...
incinir kelebekler...
el'an Şiraze, vakti dayadık vakte vazifeleri unuttuk yine. gündelik telâşların çemberinde sesimizi yükselttik hiç üstüne. bir hiç olsa olsa hiçtir işte. bu ne biçim iştir Şiraze. sevdamın taktığı çelmelerle yara berelenmiş dört yanımdan sızan kanlarda boğulmak üzereyim. boğulsam sevda mı kalır Şiraze? kalsa da kime kalır Şiraze? vurulmadan önce zamanı durdurmalı, bakmalı iyiden. vurulmadan
önce bir güzel ağlamalı, kurutmalı yaşları dipten. Vurulmadan önce yüreği vurmalı, bitirmeli hepten.
saklı mektuplar XXXI
Mektup | 77. Sayı / Şubat 2007
Saklı Mektuplar XXXI
kesme nevânı
içine salsalar da keder
kırılsa gönül medd ü cezr ile
hepsi geçer...
hepsi geçer...
el'an Şiraze, gün yüzünü dönerken geceye tırmanıyorum içimdeki Altay'a. ben hep tırmanıyorum Şiraze. tırmandıkça dikleşiyor yokuşlarım. annem düşüyor aklıma bir ara. annem Şiraze, hep uzağımda hep uzağımda. “bir gelse” diyorum, sanki bitecek yorgunluklarım. işte o an başlayacak evcilik oyunlarım.
el'an Şiraze, herkes evine çekilirken sevilmediğimin altını çiziyorum koyu kırmızı bir kalemle. sevmek de sevilmek de bir türlü içinden çıkamadığım Şiraze. altını çizdikçe belirginleşiyor yalnızlığım. yalnızlık Yusuf'un kuyusu, içine düşen ben Şiraze. kervanlar bekliyorum, başı belli sonu olmayan. anlat bana rüyamı, anlat da çözülsün dilim. Söylenmemişleri dizeyim ardı ardına anlasın karşıma çıkanlar taşlar nerelerden sürüklenir gelir. dünyanın bir ucundan diğer ucuna Şiraze. dünyanın bir ucu diğer ucu, diğer ucu bir ucu Şiraze.
bir lâhza durup
lûtf ile
mercanları saçsan
düşse sana kem bakan...
düşse sana kem bakan...
el'an Şiraze, memleket büyüyor gözlerimde allı yeşilli, morlu mavili. içim titriyor, içimden katarlar geçiyor; göğümde beyaz bulutlar, rüzgâr desen of be Şiraze. e aramak, ne özlemek hepsini sil baştan. sil baştan Şiraze. sildikçe açılacaksın, hayat bir “dur” çekecek. durmadan bakılmıyor Şiraze. durmadan da üstelik gidilmiyor Şiraze. dur kalk nöbetlerimde ağrılar saplanıyor başımın sol cenahına. çömeliyorum kıyı köşeye; kıyı köşede sol cenâhım azdıkça azıyor. Uyumalıyım... uyuyup ağrılarımı uyutmalıyım. bir yol bulup onu atmalıyım ya da satmalıyım, mümkünse fırlatmalıyım.
el'an Şiraze, herkes evine çekilirken sevilmediğimin altını çiziyorum koyu kırmızı bir kalemle. sevmek de sevilmek de bir türlü içinden çıkamadığım Şiraze. altını çizdikçe belirginleşiyor yalnızlığım. yalnızlık Yusuf'un kuyusu, içine düşen ben Şiraze. kervanlar bekliyorum, başı belli sonu olmayan. anlat bana rüyamı, anlat da çözülsün dilim. Söylenmemişleri dizeyim ardı ardına anlasın karşıma çıkanlar taşlar nerelerden sürüklenir gelir. dünyanın bir ucundan diğer ucuna Şiraze. dünyanın bir ucu diğer ucu, diğer ucu bir ucu Şiraze.
kesme nevânı
içine salsalar da keder
kırılsa gönül medd ü cezr ile
hepsi geçer...
hepsi geçer...
el'an Şiraze, gün yüzünü dönerken geceye tırmanıyorum içimdeki Altay'a. ben hep tırmanıyorum Şiraze. tırmandıkça dikleşiyor yokuşlarım. annem düşüyor aklıma bir ara. annem Şiraze, hep uzağımda hep uzağımda. “bir gelse” diyorum, sanki bitecek yorgunluklarım. işte o an başlayacak evcilik oyunlarım.
a’râf’tayım belli
dehr ile, asr’a hürmeten bana çektiğim hep sessizlik
bil ki Şirâze, aşktan şekvâ değilim
her yerde bir boşluk hissi
her yerde var çözemediğim bir eksiklik
anladım nihâyet Şirâze, anladım
benim aradığım
cennet’im
aynılık ve tekdüzelik ve yeknasaklık rutin biçimde bizi sisteme köleleştiren,
var gücünle durdurmak istersin Şirâze seni aynı kalıba sokmaya çalışanları
kendin olmaktan öte yoktur bir niyetin, dileğin, isteğin
faydasız çaba, kimse seni sen olarak kabul etmeye yanaşmaz
başlarsın sen de çıplak ellerle kuyu kazmaya birgün işe yarayacağını farzedip
yıllar geçer, kuyular sahipsiz kalır öyle başıboş, kimsesiz, ve gereksiz
yine de, her ne hikmetse işte
ümidin bir ucuna yapışıp inatla devam edersin nereden güç aldığını bile bilmeden
tırnakların kırılır, ellerin kanar, için acır çaresizlik çığlıklarını duyuramamaktan
gün gelir gücün yetmez artık gençlik hayâllerinin ardını kovalamaya
adımların yavaşlar, uykuların artar, direncin zayıflar
ve arzuların tek tek sönmeye başlar ritmi azalan bir şakı gibi
zavallılığına acımaktan başkası gelmez elinden Şirâze,
ağla gözüm dersin için için; ağla ki temizlenesin, temizleyesin, temiz gidesin
anla ki, beklentilerin olduğu yerde huzur filizlenmez
her biri bir sonrakinin sessiz habercisidir.
yeniden başlamak kandırmacasına inandık
bu yüzden yanlış üstüne yanlış bütün yaptığımız
yerlebir etmek istiyorum bu sürgit boş hayatı, kurulu düzene karşı bir direniş benimkisi
her gün bildik sokaklardan geçmek yerine başka yollarda kıvrılmayı tercih etmeli meselâ,
tüm yolların aynı meydana vardığı sözünü ilk basamak sayıp.
ya da her sabah tanıdık bir maskeyle evden ayrılmasa insanlar, göreni ikilemde bıraksa
gömlek değiştirir gibi takıp çıkarsa maskelerini ruh hâlinin rengine denk;
etek, çorap, kazak gibi ara ara maskelerin de eskimiş yanlarını onarsa hatta
‘azalmış çekingenliği’ dese, ‘masum yüzümün’
‘anneliğimde derin çizikler oluşmuş’ dese ertesi gün
ya da ‘zâlim tarafımda pek belirsiz etkisi zulmün’.
insan,
gel-gitler arasındaki bâriz tutarsızlıklardan sebep yorulur da vazgeçer belki oynamaktan.
fısıldama artık Şirâze
sesini duyurmaya yoksa cesaretin
ne desem az, ne desem çok
ne desem boş, ne desem yersiz ve yetersiz
Aşk’ına vurdum başımı, iflah olmam; ne kadar su verirsen ver, artık susuzluğumu gideremezsin
ne kadar ışık tutarsan tut, artık karanlığımı ışıtamazsın
içimde hiç dinmeyen bir fısıltı olarak kalacaksın
Şiraze... seni kaybetmek bir daha bulamamak demekti, geç anladım
Şimdi gölgemizi de alıp yanımıza, ‘ufuk’ dedikleri yeri hedefleyelim gel seninle
gel seninle Şiraze...