el'an Şiraze, vakti dayadık vakte vazifeleri unuttuk yine. gündelik telâşların çemberinde sesimizi yükselttik hiç üstüne. bir hiç olsa olsa hiçtir işte. bu ne biçim iştir Şiraze. sevdamın taktığı çelmelerle yara berelenmiş dört yanımdan sızan kanlarda boğulmak üzereyim. boğulsam sevda mı kalır Şiraze? kalsa da kime kalır Şiraze? vurulmadan önce zamanı durdurmalı, bakmalı iyiden. vurulmadan
önce bir güzel ağlamalı, kurutmalı yaşları dipten. Vurulmadan önce yüreği vurmalı, bitirmeli hepten.
saklı mektuplar XXXI Mektup | 77. Sayı / Şubat 2007 Saklı Mektuplar XXXI kesme nevânı
içine salsalar da keder
kırılsa gönül medd ü cezr ile
hepsi geçer...
hepsi geçer...
el'an Şiraze, gün yüzünü dönerken geceye tırmanıyorum içimdeki Altay'a. ben hep tırmanıyorum Şiraze. tırmandıkça dikleşiyor yokuşlarım. annem düşüyor aklıma bir ara. annem Şiraze, hep uzağımda hep uzağımda. “bir gelse” diyorum, sanki bitecek yorgunluklarım. işte o an başlayacak evcilik oyunlarım.
el'an Şiraze, herkes evine çekilirken sevilmediğimin altını çiziyorum koyu kırmızı bir kalemle. sevmek de sevilmek de bir türlü içinden çıkamadığım Şiraze. altını çizdikçe belirginleşiyor yalnızlığım. yalnızlık Yusuf'un kuyusu, içine düşen ben Şiraze. kervanlar bekliyorum, başı belli sonu olmayan. anlat bana rüyamı, anlat da çözülsün dilim. Söylenmemişleri dizeyim ardı ardına anlasın karşıma çıkanlar taşlar nerelerden sürüklenir gelir. dünyanın bir ucundan diğer ucuna Şiraze. dünyanın bir ucu diğer ucu, diğer ucu bir ucu Şiraze.
bir lâhza durup
lûtf ile
mercanları saçsan
düşse sana kem bakan...
düşse sana kem bakan...
el'an Şiraze, memleket büyüyor gözlerimde allı yeşilli, morlu mavili. içim titriyor, içimden katarlar geçiyor; göğümde beyaz bulutlar, rüzgâr desen of be Şiraze. e aramak, ne özlemek hepsini sil baştan. sil baştan Şiraze. sildikçe açılacaksın, hayat bir “dur” çekecek. durmadan bakılmıyor Şiraze. durmadan da üstelik gidilmiyor Şiraze. dur kalk nöbetlerimde ağrılar saplanıyor başımın sol cenahına. çömeliyorum kıyı köşeye; kıyı köşede sol cenâhım azdıkça azıyor. Uyumalıyım... uyuyup ağrılarımı uyutmalıyım. bir yol bulup onu atmalıyım ya da satmalıyım, mümkünse fırlatmalıyım.
el'an Şiraze, herkes evine çekilirken sevilmediğimin altını çiziyorum koyu kırmızı bir kalemle. sevmek de sevilmek de bir türlü içinden çıkamadığım Şiraze. altını çizdikçe belirginleşiyor yalnızlığım. yalnızlık Yusuf'un kuyusu, içine düşen ben Şiraze. kervanlar bekliyorum, başı belli sonu olmayan. anlat bana rüyamı, anlat da çözülsün dilim. Söylenmemişleri dizeyim ardı ardına anlasın karşıma çıkanlar taşlar nerelerden sürüklenir gelir. dünyanın bir ucundan diğer ucuna Şiraze. dünyanın bir ucu diğer ucu, diğer ucu bir ucu Şiraze.
el'an Şiraze, gün yüzünü dönerken geceye tırmanıyorum içimdeki Altay'a. ben hep tırmanıyorum Şiraze. tırmandıkça dikleşiyor yokuşlarım. annem düşüyor aklıma bir ara. annem Şiraze, hep uzağımda hep uzağımda. “bir gelse” diyorum, sanki bitecek yorgunluklarım. işte o an başlayacak evcilik oyunlarım.
a’râf’tayım belli dehr ile, asr’a hürmeten bana çektiğim hep sessizlik bil ki Şirâze, aşktan şekvâ değilim her yerde bir boşluk hissi her yerde var çözemediğim bir eksiklik anladım nihâyet Şirâze, anladım benim aradığım cennet’im
aynılık ve tekdüzelik ve yeknasaklık rutin biçimde bizi sisteme köleleştiren, var gücünle durdurmak istersin Şirâze seni aynı kalıba sokmaya çalışanları kendin olmaktan öte yoktur bir niyetin, dileğin, isteğin faydasız çaba, kimse seni sen olarak kabul etmeye yanaşmaz başlarsın sen de çıplak ellerle kuyu kazmaya birgün işe yarayacağını farzedip yıllar geçer, kuyular sahipsiz kalır öyle başıboş, kimsesiz, ve gereksiz yine de, her ne hikmetse işte ümidin bir ucuna yapışıp inatla devam edersin nereden güç aldığını bile bilmeden tırnakların kırılır, ellerin kanar, için acır çaresizlik çığlıklarını duyuramamaktan gün gelir gücün yetmez artık gençlik hayâllerinin ardını kovalamaya adımların yavaşlar, uykuların artar, direncin zayıflar ve arzuların tek tek sönmeye başlar ritmi azalan bir şakı gibi zavallılığına acımaktan başkası gelmez elinden Şirâze, ağla gözüm dersin için için; ağla ki temizlenesin, temizleyesin, temiz gidesin anla ki, beklentilerin olduğu yerde huzur filizlenmez her biri bir sonrakinin sessiz habercisidir.
yeniden başlamak kandırmacasına inandık bu yüzden yanlış üstüne yanlış bütün yaptığımız yerlebir etmek istiyorum bu sürgit boş hayatı, kurulu düzene karşı bir direniş benimkisi her gün bildik sokaklardan geçmek yerine başka yollarda kıvrılmayı tercih etmeli meselâ, tüm yolların aynı meydana vardığı sözünü ilk basamak sayıp. ya da her sabah tanıdık bir maskeyle evden ayrılmasa insanlar, göreni ikilemde bıraksa gömlek değiştirir gibi takıp çıkarsa maskelerini ruh hâlinin rengine denk; etek, çorap, kazak gibi ara ara maskelerin de eskimiş yanlarını onarsa hatta ‘azalmış çekingenliği’ dese, ‘masum yüzümün’ ‘anneliğimde derin çizikler oluşmuş’ dese ertesi gün ya da ‘zâlim tarafımda pek belirsiz etkisi zulmün’. insan, gel-gitler arasındaki bâriz tutarsızlıklardan sebep yorulur da vazgeçer belki oynamaktan. fısıldama artık Şirâze sesini duyurmaya yoksa cesaretin
Aşk belki, ağlamaktır... Nasıl da yumuşatır gözyaşı insanı; nasıl da eritir, inceltir... Gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara, bir de yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara Ağlamak güzeldir Şiraze, ağlamak yüreğin temizlik eylemidir Bilir misin, lale’ler de işte böyle şebnemlenir
ben her dokunduğumu inciten, ben her uzandığımı dumura uğratan; bir felaket kadar felaket bir afet kadar afet... o nihan bakışlı şebnemlerin oynundan çok ırak mekanlar seçmişim kendime Şiraze. Bir tebessüm et yeter; yıkılsın mefhumu şiddetin Ben seni gecelerde aradım, yıldız gibi Ben seni denizlerde aradım, inci gibi Ben seni türkülerde aradım... Şiraze! Ben seni içimde, görülmemiş rüya gibi yaşadım
Bir an’da, hiç olmayacak bir vakitte; nedir bu kalabalık bir kumpanya edasında? Ellerinde pankartlar: ‘Aşk bir ihtilâldir!’ – ‘Aşk bir arayıştır!’ – ‘Aşk bir tutunuştur!’ – ‘Aşk bir başkalaşımdır!’ – ‘Aşk bir yitiştir!’ Sarmışlar bin yanımı; elini uzat Şiraze, uzat elini... ben kendi ihtilâlimden endişedeyim. ‘Buralardan her kim geçerse iz bırakır, aşk’ına dideban olup asrın engebelerinde kaybolur’ edasında kol kola sevdalılar; ‘aşk bir ihtilâldir’ derken gözyaşından nehirlerde boğulur bak nihan bakışlı şebnemler oynaşıyor yapraklarda yapraklar ki, bahar kadar taze...
Sen ile ben Şiraze, öğrenmeliydik yalnızlığın kaç bucak olduğunu... Ve bir... ve iki... ve üç... ve dört Şiraze. Sen ve ben, ömür son demine vardığında ‘yaşandı bitti’ diyebilecek gücü şimdiden toplamalıydık. Geç mi kaldık? Geç kaldığımızı anlamak için bile mi geç kaldık? Yok böyle bir şey; biz her şeye arası kapatılamayacak mesafelerce çoktan geç kaldık. Bitmek varsa eğer, geçmişi ak sayfalara kaydedecek zaman bitti Şiraze. Artık onları hiçkimse okuyamayacak, artık onları hiçkimse dost bilip sarılamayacak, artık onları hiçkimse çantasına doldurup yanında taşıyamayacak... ve bir sürü artık işte. Biz zamanın tellerinden her birine asılı kaldık.
Öyle bakma dedim kaç kez, öyle pencerelerden gece vakti salınışın yollara ve bir gölge gibi süzülüp duvar diplerinden kayışın köşebaşlarına beklediğimdin sen sen bir ömür beklemeyi seçtiğimdin. Bir dahası olmasın görmeyeyim gözlerini, bir dahası olmasın dolunaysız gecelerde tutmayayım elini, bir dahası olmasın ‘yaş gidiyor’ anmaktan başka güzelliği kalmadı senliliğin....
Az zamanda öyküler biriktirdim içimde, sen öyküleri bilir misin Şiraze? Ben bildiğini bilirim, ben bilirim bildiğini... Anaforlarına takılıp dönenlerin öfkesinden sakınmak adına sığındığım karanlık dere Ve yarık kaya’nın uğuldayan dik yamaçlarının çevrintisiyle titrediğim gece... Şiraze bir tek sendin dizinde dinlendiğim..
beyaz ırkın derin ajitasyonları tirnaginiz mi kirildi yine, dip boyaniz mi geldi biri kasinizin ustunde gözünüz mü var dedi sadece ve sadece karinizdan biktiginiz icin yada farklı heyecanlar için yine deriiin deriiin acilara mi gömüldünüz ne kadar soylu acilariniz var... sizin gibi
güzellikleri. Ne kadar verebilirim bir de benden herkese ve her şeye ve kendime... Şiraze ben acının hangi asrında, hangi sarayının ahşap korkuluğunda, hangi duvarının çatlağında, hangi “bulunmaz” denen kumaşının renginde... kendime tutunma vaktindeyim.
Bir minyatürün içinde gezinen çekik gözlü kız, gravürlerden taşan renk; bir sfenksin sağ gözü, saçı, kuyruğu; sıcağın nemi, gecenin en sükuta sarılan demi; usturuplu belki, belki de en engebeli duruşun doruk noktasıyım şiraze. Varım. Yokum. Yokum. Varım. Kime göre var, kime göre yokum? Kim bilir varlığımı, kim bilir varlığıma rağmen yokluğumu? Kimle varım, kimle yokum? Neredeyim şiraze? Neresindeyim senin bulunduğun yerin? “Güney” desem, güneyi güney yapan ne? “Kuzey” desem, kuzeyi kuzey yapan ne? Doğu, batı... bütün bunların arasında mı? Nerede var ya da nerede yok’um şiraze? Yönlerimde sorular raks ile gezinmede. Yıpranmış bir gondol yanaşıp yanıma alıyor beni, sorularım kalıyor geride. Gondolcu yaşlı bir kadın şiraze. Su kahverengi, kahverengi bence susmanın rengi. Susuyoruz şiraze. Ben ve gondolcu... Bu zeminde bana hep susmak düştü şiraze. Sus ve sus ve sus...
Ne çok acı biriktiriyoruz şiraze. Hep acı mı biriktiriyoruz şiraze? Acılar mı büyütüyor bizi, acılar mı dolduruyor böyle içimizi, acılar mı değiştiriyor birzamanlarki her şeyimizi? Ne çok acı biriktiriyoruz şiraze. Her dolabın içinde, her sandığın bohçasında, her çekmecede, her defterin birçok satırında, yatak çarşaflarının yamalarında... ne çok acı biriktiriyoruz biz şiraze. Oysa gülen gözlerimiz vardı, derlerdi “ne çok yakışıyor size tebessüm”. Koşarak inerdik merdivenleri, müzik ruhumuzun gıdasıydı, satın aldığımız her kitabı bir solukta bitirecek bol zamanla çevriliydik; sinemalara gider, tiyatro üzerine alkış tutardık... şiraze biz en mutlu olduğumuz zamanlarda bile tebessüm arasına gözyaşı koymayı bir huy edinmiştik. Severdik şiraze. Sevilirdik bir de... şimdilerde sadece telaşlarımız var hayat üzerine. Hayat şimdilerde telaş üstüne telaş şiraze. Bu telaş ile ne kadar yürüyebilirim, ne kadar toplayabilirim
Şimdi en acayip evhamlar üzerime üzerime geliyor şiraze. Dolunay mı düşecek yoksa. Ya dünya mı yarılacak orta yerinden. Ya arabalar mı girecek penceremden salon koltuğuma. Yağmur başladı devrilecek mi ağaçlar. Şiraze her şeyden korkar olmanın korkusunu duyuyorum. Hemen kulağımın dibinde. Korkunun sesi de hiç çekilmiyor şiraze. Korkunun sesi hiç de hoş değil şiraze. Bir yol bulsam da atsam onları bir bilinmeyene, en ücrasına uzaklarımın. Bir kuyu mu, bir karanlık oda mı, ötesi dünyanın da ötesi mi... şiraze korkularımın içinde ben, bir meczuba dönüşme endişesindeyim. Endişelerimdir beni büyüten, endişelerimdir bana “büyü artık” diyen. Ben büyümek istemiyorum şiraze. Ben büyüyüp incir ağacından inmek istemiyorum şiraze. Orada kalmak hep; nar tadı dilimde, rengi ellerimde...
Neharda, leylde; en mutsuzluğum, en mutluluğum, en umudum ve en umudumu bitiren şiraze. Kendi kendini yoklamaya başlamanın anında, arınmanın kapısını çalma zamanıdır. Gel de sensizliğe tahammülün ne aşılmaz bir duvar olduğunu anlatayım sana.
gel... ya ben bitireceğim beni ya sen bitireceksin... gel de bitmeler de bitsin
Kaç doğrun oldu? Kaç doğruda sebat ettin? Kaç doğru ile yürüdün yarına? Söyle şiraze sorularına kaç doğru cevap verdin? Bildiğini biliyorum. Bütün sorularının doğru cevabını bildiğini en iyi ben biliyorum. Kaçışlarını, kaç sokak ötede durup dönmeye çabaladığını, en üst kata tırmanıp kat kat aşağıya nasıl baktığını ben biliyorum şiraze.
Nerelerden geçip geldin, kimlerle hemhal oldun geldin, kimlere yön verdin de geldin... cümleleri yeniden oku şiraze, cümleleri yeniden hıfzet. Bir muhaseben olsun seni sen yapan. Sor kendine ne olduğunu. Nerede yanlış yaptığını, nerede yanlıştan döndüğünü, sığındıklarını, sarıldıklarını, kaçıp saklandıklarını bir bir gözden geçir şiraze.
Öyle çaresiz, öyle elim kolum bağlı, öyle bitkin, yorgun... gaflet içinde oluşun bilincidir işte bu. Dön yüzünü güneye; bırak hayat akıp gitsin, isterse çağlasın dökülsün, dilerse dursun, varsın var olsun herdaim... sen dön yüzünü şiraze, kendine dön. Şöyle bir bak nesin, neredesin; hangi çizgide, hangi sınırda, hangi zemindesin? Ölç kendini. Bırak geçenleri, bırak geçmede olanları, bırak geçip gidecek olanları. Sen kendini dinle şiraze. Ne söylediğini dinle, kime baktığını düşün, kim olduğunun farkına var bir de. Kimsin şiraze?
elinin tersiyle itmek ve ....
içimde hiç dinmeyen bir fısıltı olarak kalacaksın: "sana karşı hissettiklerim aşk değil."
ben Şiraze, her damlada yitişimi izlemedeyim.
ben Şiraze; hep gidenlere, bir türlü gelemeyenlere laf üstüne laf dizmedeyim.
ben Şiraze, her sabah yeni bir ene silmedeyim.
ben Şiraze; hep bir yerde, hep bir yerde beklemedeyim.
ben Şiraze, biledikçe sensizliği bilenmedeyim.
nâzenin olanın hâlinden
bîhaber
açar zakkumlar pembe ve beyaz
“dalmışlar tahayyüle” der
incinir kelebekler...
incinir kelebekler...
el'an Şiraze, vakti dayadık vakte vazifeleri unuttuk yine. gündelik telâşların çemberinde sesimizi yükselttik hiç üstüne. bir hiç olsa olsa hiçtir işte. bu ne biçim iştir Şiraze. sevdamın taktığı çelmelerle yara berelenmiş dört yanımdan sızan kanlarda boğulmak üzereyim. boğulsam sevda mı kalır Şiraze? kalsa da kime kalır Şiraze? vurulmadan önce zamanı durdurmalı, bakmalı iyiden. vurulmadan
önce bir güzel ağlamalı, kurutmalı yaşları dipten. Vurulmadan önce yüreği vurmalı, bitirmeli hepten.
saklı mektuplar XXXI
Mektup | 77. Sayı / Şubat 2007
Saklı Mektuplar XXXI
kesme nevânı
içine salsalar da keder
kırılsa gönül medd ü cezr ile
hepsi geçer...
hepsi geçer...
el'an Şiraze, gün yüzünü dönerken geceye tırmanıyorum içimdeki Altay'a. ben hep tırmanıyorum Şiraze. tırmandıkça dikleşiyor yokuşlarım. annem düşüyor aklıma bir ara. annem Şiraze, hep uzağımda hep uzağımda. “bir gelse” diyorum, sanki bitecek yorgunluklarım. işte o an başlayacak evcilik oyunlarım.
el'an Şiraze, herkes evine çekilirken sevilmediğimin altını çiziyorum koyu kırmızı bir kalemle. sevmek de sevilmek de bir türlü içinden çıkamadığım Şiraze. altını çizdikçe belirginleşiyor yalnızlığım. yalnızlık Yusuf'un kuyusu, içine düşen ben Şiraze. kervanlar bekliyorum, başı belli sonu olmayan. anlat bana rüyamı, anlat da çözülsün dilim. Söylenmemişleri dizeyim ardı ardına anlasın karşıma çıkanlar taşlar nerelerden sürüklenir gelir. dünyanın bir ucundan diğer ucuna Şiraze. dünyanın bir ucu diğer ucu, diğer ucu bir ucu Şiraze.
bir lâhza durup
lûtf ile
mercanları saçsan
düşse sana kem bakan...
düşse sana kem bakan...
el'an Şiraze, memleket büyüyor gözlerimde allı yeşilli, morlu mavili. içim titriyor, içimden katarlar geçiyor; göğümde beyaz bulutlar, rüzgâr desen of be Şiraze. e aramak, ne özlemek hepsini sil baştan. sil baştan Şiraze. sildikçe açılacaksın, hayat bir “dur” çekecek. durmadan bakılmıyor Şiraze. durmadan da üstelik gidilmiyor Şiraze. dur kalk nöbetlerimde ağrılar saplanıyor başımın sol cenahına. çömeliyorum kıyı köşeye; kıyı köşede sol cenâhım azdıkça azıyor. Uyumalıyım... uyuyup ağrılarımı uyutmalıyım. bir yol bulup onu atmalıyım ya da satmalıyım, mümkünse fırlatmalıyım.
el'an Şiraze, herkes evine çekilirken sevilmediğimin altını çiziyorum koyu kırmızı bir kalemle. sevmek de sevilmek de bir türlü içinden çıkamadığım Şiraze. altını çizdikçe belirginleşiyor yalnızlığım. yalnızlık Yusuf'un kuyusu, içine düşen ben Şiraze. kervanlar bekliyorum, başı belli sonu olmayan. anlat bana rüyamı, anlat da çözülsün dilim. Söylenmemişleri dizeyim ardı ardına anlasın karşıma çıkanlar taşlar nerelerden sürüklenir gelir. dünyanın bir ucundan diğer ucuna Şiraze. dünyanın bir ucu diğer ucu, diğer ucu bir ucu Şiraze.
kesme nevânı
içine salsalar da keder
kırılsa gönül medd ü cezr ile
hepsi geçer...
hepsi geçer...
el'an Şiraze, gün yüzünü dönerken geceye tırmanıyorum içimdeki Altay'a. ben hep tırmanıyorum Şiraze. tırmandıkça dikleşiyor yokuşlarım. annem düşüyor aklıma bir ara. annem Şiraze, hep uzağımda hep uzağımda. “bir gelse” diyorum, sanki bitecek yorgunluklarım. işte o an başlayacak evcilik oyunlarım.
a’râf’tayım belli
dehr ile, asr’a hürmeten bana çektiğim hep sessizlik
bil ki Şirâze, aşktan şekvâ değilim
her yerde bir boşluk hissi
her yerde var çözemediğim bir eksiklik
anladım nihâyet Şirâze, anladım
benim aradığım
cennet’im
aynılık ve tekdüzelik ve yeknasaklık rutin biçimde bizi sisteme köleleştiren,
var gücünle durdurmak istersin Şirâze seni aynı kalıba sokmaya çalışanları
kendin olmaktan öte yoktur bir niyetin, dileğin, isteğin
faydasız çaba, kimse seni sen olarak kabul etmeye yanaşmaz
başlarsın sen de çıplak ellerle kuyu kazmaya birgün işe yarayacağını farzedip
yıllar geçer, kuyular sahipsiz kalır öyle başıboş, kimsesiz, ve gereksiz
yine de, her ne hikmetse işte
ümidin bir ucuna yapışıp inatla devam edersin nereden güç aldığını bile bilmeden
tırnakların kırılır, ellerin kanar, için acır çaresizlik çığlıklarını duyuramamaktan
gün gelir gücün yetmez artık gençlik hayâllerinin ardını kovalamaya
adımların yavaşlar, uykuların artar, direncin zayıflar
ve arzuların tek tek sönmeye başlar ritmi azalan bir şakı gibi
zavallılığına acımaktan başkası gelmez elinden Şirâze,
ağla gözüm dersin için için; ağla ki temizlenesin, temizleyesin, temiz gidesin
anla ki, beklentilerin olduğu yerde huzur filizlenmez
her biri bir sonrakinin sessiz habercisidir.
yeniden başlamak kandırmacasına inandık
bu yüzden yanlış üstüne yanlış bütün yaptığımız
yerlebir etmek istiyorum bu sürgit boş hayatı, kurulu düzene karşı bir direniş benimkisi
her gün bildik sokaklardan geçmek yerine başka yollarda kıvrılmayı tercih etmeli meselâ,
tüm yolların aynı meydana vardığı sözünü ilk basamak sayıp.
ya da her sabah tanıdık bir maskeyle evden ayrılmasa insanlar, göreni ikilemde bıraksa
gömlek değiştirir gibi takıp çıkarsa maskelerini ruh hâlinin rengine denk;
etek, çorap, kazak gibi ara ara maskelerin de eskimiş yanlarını onarsa hatta
‘azalmış çekingenliği’ dese, ‘masum yüzümün’
‘anneliğimde derin çizikler oluşmuş’ dese ertesi gün
ya da ‘zâlim tarafımda pek belirsiz etkisi zulmün’.
insan,
gel-gitler arasındaki bâriz tutarsızlıklardan sebep yorulur da vazgeçer belki oynamaktan.
fısıldama artık Şirâze
sesini duyurmaya yoksa cesaretin
ne desem az, ne desem çok
ne desem boş, ne desem yersiz ve yetersiz
Aşk’ına vurdum başımı, iflah olmam; ne kadar su verirsen ver, artık susuzluğumu gideremezsin
ne kadar ışık tutarsan tut, artık karanlığımı ışıtamazsın
içimde hiç dinmeyen bir fısıltı olarak kalacaksın
Şiraze... seni kaybetmek bir daha bulamamak demekti, geç anladım
Şimdi gölgemizi de alıp yanımıza, ‘ufuk’ dedikleri yeri hedefleyelim gel seninle
gel seninle Şiraze...
ben ürkek yaşadım hep, ürkek dolaştım yollarda, ürkek baktım dağlara, ürkek konuştum insanlarla
ürktüm hep
farkederler varlığımı diye
farkederler de gözlerime bakarlar diye
hani gözlerime baksalar seni görürler diye
seni görür sorarlar diye
‘kim’
ben ürkek yaşadım hep, ürkek boyadım resimlerimi, ürkek yazdım, ürkek çıktım evden dışarı
ürktüm hep
adımı sorarlar diye
‘sorsalar ne çıkar’
ben adımı bile unuttum Şiraze, ben adımı bile unuttum
ben ürkek yaşadım hep, ürkek giydim eteklerimi, ürkek baktım aynalara, ürkek okudum şiirleri
ürktüm hep
beni fotoğraflarına hapsederler diye
beni ak yeleli, hırçın atın sırtından alırlar diye
oysa seni şarkıların en manidar kelimelerinde gizledim
oysa seni ebrulî hayatların penceresinden seyrettim
oysa seni bir resim atölyesinin en karanlık köşesindeki ışık belledim
oysa...
bana yakıştırılan gitmek oldu Şiraze, sen kal ben gideyim şimdi
sen kal ben gideyim şimdi
eğer biri gitmek zorunda ise ille de, sen kal ben gideyim şimdi
bir kere gitmeyi başarmış olan, artık sürekli gidebiliyor çünkü
bir kere gittim Şiraze, sen kal ben gideyim şimdi
Bıraktığım hiçbir şeyin bıraktığım gibi olmadığını
olmadığını kendimin bile o şehirdeki gibi...
biliyorum
zaman tepeleyip geçiyor her şeyi; beni, seni, damdaki kediyi, kaf dağı’nı, hatıraların her an’ını...
zaman ilerledikçe netleşiyor geçmiş, geçmişin satır araları canlanıveriyor
isimler yüz hatlarına bürünüp çıkıyorlar karşıma, ‘bak’ diyorlar bana, ben de bakıyorum
tanıdık gelen çok çizgi var yüzlerinde, onlarda bir parça benden harf görüyorum
‘zaman’ diyorum bir potin gibi ayağımda, koncu uzun mu uzun, dolanıyor... dolanıyor... dolanıyor...
ürperiyorum
zamandan yapılma potinler her geçen gün biraz daha sıkıyor beni
sen yoksun diye belki
sen hiç olmadın diye belki
sen hiç olmayacaksın diye belki
sen hiç...
Aşk belki, ağlamaktır...
Nasıl da yumuşatır gözyaşı insanı; nasıl da eritir, inceltir...
Gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara,
bir de yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara
Ağlamak güzeldir Şiraze, ağlamak yüreğin temizlik eylemidir
Bilir misin, lale’ler de işte böyle şebnemlenir
ben her dokunduğumu inciten, ben her uzandığımı dumura uğratan; bir felaket kadar felaket
bir afet kadar afet...
o nihan bakışlı şebnemlerin oynundan çok ırak mekanlar seçmişim kendime Şiraze.
Bir tebessüm et yeter; yıkılsın mefhumu şiddetin
Ben seni gecelerde aradım, yıldız gibi
Ben seni denizlerde aradım, inci gibi
Ben seni türkülerde aradım...
Şiraze! Ben seni içimde, görülmemiş rüya gibi yaşadım
Bir an’da, hiç olmayacak bir vakitte; nedir bu kalabalık bir kumpanya edasında? Ellerinde pankartlar: ‘Aşk bir ihtilâldir!’ – ‘Aşk bir arayıştır!’ – ‘Aşk bir tutunuştur!’ – ‘Aşk bir başkalaşımdır!’ – ‘Aşk bir yitiştir!’
Sarmışlar bin yanımı; elini uzat Şiraze, uzat elini... ben kendi ihtilâlimden endişedeyim.
‘Buralardan her kim geçerse iz bırakır, aşk’ına dideban olup asrın engebelerinde kaybolur’
edasında kol kola sevdalılar; ‘aşk bir ihtilâldir’ derken gözyaşından nehirlerde boğulur
bak nihan bakışlı şebnemler oynaşıyor yapraklarda
yapraklar ki, bahar kadar taze...
Sen ile ben Şiraze, öğrenmeliydik yalnızlığın kaç bucak olduğunu... Ve bir... ve iki... ve üç... ve dört Şiraze.
Sen ve ben, ömür son demine vardığında ‘yaşandı bitti’ diyebilecek gücü şimdiden toplamalıydık.
Geç mi kaldık?
Geç kaldığımızı anlamak için bile mi geç kaldık?
Yok böyle bir şey; biz her şeye arası kapatılamayacak mesafelerce çoktan geç kaldık.
Bitmek varsa eğer, geçmişi ak sayfalara kaydedecek zaman bitti Şiraze.
Artık onları hiçkimse okuyamayacak, artık onları hiçkimse dost bilip sarılamayacak, artık onları hiçkimse çantasına doldurup yanında taşıyamayacak... ve bir sürü artık işte.
Biz zamanın tellerinden her birine asılı kaldık.
Öyle bakma dedim kaç kez, öyle pencerelerden gece vakti salınışın yollara
ve bir gölge gibi süzülüp duvar diplerinden kayışın köşebaşlarına
beklediğimdin sen
sen bir ömür beklemeyi seçtiğimdin.
Bir dahası olmasın görmeyeyim gözlerini,
bir dahası olmasın dolunaysız gecelerde tutmayayım elini,
bir dahası olmasın ‘yaş gidiyor’
anmaktan başka güzelliği kalmadı senliliğin....
Az zamanda öyküler biriktirdim içimde, sen öyküleri bilir misin Şiraze?
Ben bildiğini bilirim, ben bilirim bildiğini...
Anaforlarına takılıp dönenlerin öfkesinden sakınmak adına sığındığım karanlık dere
Ve yarık kaya’nın uğuldayan dik yamaçlarının çevrintisiyle titrediğim gece...
Şiraze bir tek sendin dizinde dinlendiğim..
beyaz ırkın derin ajitasyonları
tirnaginiz mi kirildi yine,
dip boyaniz mi geldi
biri kasinizin ustunde gözünüz mü var dedi
sadece ve sadece karinizdan biktiginiz icin
yada farklı heyecanlar için
yine deriiin deriiin acilara mi gömüldünüz
ne kadar soylu acilariniz var... sizin gibi
Kaydıran çok düzelten yok ??
Sevenler ölmüşse
Ayrılanlar kalmamıştır
güzellikleri. Ne kadar verebilirim bir de benden herkese ve her şeye ve kendime... Şiraze ben acının hangi asrında, hangi sarayının ahşap korkuluğunda, hangi duvarının çatlağında, hangi “bulunmaz” denen kumaşının renginde... kendime tutunma vaktindeyim.
Bir minyatürün içinde gezinen çekik gözlü kız, gravürlerden taşan renk; bir sfenksin sağ gözü, saçı, kuyruğu; sıcağın nemi, gecenin en sükuta sarılan demi; usturuplu belki, belki de en engebeli duruşun doruk noktasıyım şiraze. Varım. Yokum. Yokum. Varım. Kime göre var, kime göre yokum? Kim bilir varlığımı, kim bilir varlığıma rağmen yokluğumu? Kimle varım, kimle yokum? Neredeyim şiraze? Neresindeyim senin bulunduğun yerin? “Güney” desem, güneyi güney yapan ne? “Kuzey” desem, kuzeyi kuzey yapan ne? Doğu, batı... bütün bunların arasında mı? Nerede var ya da nerede yok’um şiraze? Yönlerimde sorular raks ile gezinmede. Yıpranmış bir gondol yanaşıp yanıma alıyor beni, sorularım kalıyor geride. Gondolcu yaşlı bir kadın şiraze. Su kahverengi, kahverengi bence susmanın rengi. Susuyoruz şiraze. Ben ve gondolcu... Bu zeminde bana hep susmak düştü şiraze. Sus ve sus ve sus...
sınamadan önce
sınavdasın fark et
Ş İ R A Z E
Ne çok acı biriktiriyoruz şiraze. Hep acı mı biriktiriyoruz şiraze? Acılar mı büyütüyor bizi, acılar mı dolduruyor böyle içimizi, acılar mı değiştiriyor birzamanlarki her şeyimizi? Ne çok acı biriktiriyoruz şiraze. Her dolabın içinde, her sandığın bohçasında, her çekmecede, her defterin birçok satırında, yatak çarşaflarının yamalarında... ne çok acı biriktiriyoruz biz şiraze. Oysa gülen gözlerimiz vardı, derlerdi “ne çok yakışıyor size tebessüm”. Koşarak inerdik merdivenleri, müzik ruhumuzun gıdasıydı, satın aldığımız her kitabı bir solukta bitirecek bol zamanla çevriliydik; sinemalara gider, tiyatro üzerine alkış tutardık... şiraze biz en mutlu olduğumuz zamanlarda bile tebessüm arasına gözyaşı koymayı bir huy edinmiştik. Severdik şiraze. Sevilirdik bir de... şimdilerde sadece telaşlarımız var hayat üzerine. Hayat şimdilerde telaş üstüne telaş şiraze. Bu telaş ile ne kadar yürüyebilirim, ne kadar toplayabilirim
Şimdi en acayip evhamlar üzerime üzerime geliyor şiraze. Dolunay mı düşecek yoksa. Ya dünya mı yarılacak orta yerinden. Ya arabalar mı girecek penceremden salon koltuğuma. Yağmur başladı devrilecek mi ağaçlar. Şiraze her şeyden korkar olmanın korkusunu duyuyorum. Hemen kulağımın dibinde. Korkunun sesi de hiç çekilmiyor şiraze. Korkunun sesi hiç de hoş değil şiraze. Bir yol bulsam da atsam onları bir bilinmeyene, en ücrasına uzaklarımın. Bir kuyu mu, bir karanlık oda mı, ötesi dünyanın da ötesi mi... şiraze korkularımın içinde ben, bir meczuba dönüşme endişesindeyim. Endişelerimdir beni büyüten, endişelerimdir bana “büyü artık” diyen. Ben büyümek istemiyorum şiraze. Ben büyüyüp incir ağacından inmek istemiyorum şiraze. Orada kalmak hep; nar tadı dilimde, rengi ellerimde...
Neharda, leylde;
en mutsuzluğum, en mutluluğum, en umudum ve en umudumu bitiren şiraze.
Kendi kendini yoklamaya başlamanın anında, arınmanın kapısını çalma zamanıdır.
Gel de sensizliğe tahammülün ne aşılmaz bir duvar olduğunu anlatayım sana.
gel...
ya ben bitireceğim beni
ya sen bitireceksin...
gel de bitmeler de bitsin
ŞİRAZE
Kaç doğrun oldu?
Kaç doğruda sebat ettin?
Kaç doğru ile yürüdün yarına?
Söyle şiraze sorularına kaç doğru cevap verdin?
Bildiğini biliyorum. Bütün sorularının doğru cevabını bildiğini en iyi ben biliyorum.
Kaçışlarını, kaç sokak ötede durup dönmeye çabaladığını, en üst kata tırmanıp kat kat aşağıya nasıl baktığını ben biliyorum şiraze.
Nerelerden geçip geldin, kimlerle hemhal oldun geldin, kimlere yön verdin de geldin...
cümleleri yeniden oku şiraze, cümleleri yeniden hıfzet.
Bir muhaseben olsun seni sen yapan.
Sor kendine ne olduğunu. Nerede yanlış yaptığını, nerede yanlıştan döndüğünü, sığındıklarını, sarıldıklarını, kaçıp saklandıklarını bir bir gözden geçir şiraze.
Öyle çaresiz, öyle elim kolum bağlı, öyle bitkin, yorgun...
gaflet içinde oluşun bilincidir işte bu.
Dön yüzünü güneye; bırak hayat akıp gitsin, isterse çağlasın dökülsün, dilerse dursun, varsın var olsun herdaim... sen dön yüzünü şiraze, kendine dön.
Şöyle bir bak nesin, neredesin; hangi çizgide, hangi sınırda, hangi zemindesin?
Ölç kendini. Bırak geçenleri, bırak geçmede olanları, bırak geçip gidecek olanları.
Sen kendini dinle şiraze. Ne söylediğini dinle, kime baktığını düşün, kim olduğunun farkına var bir de.
Kimsin şiraze?